Türkiye’de yayın tekeli İstanbul’da ne yazık ki.
Yayınevleri, matbaalar, dağıtımcılar burada. Dolayısıyla
Anadolu’da yayıncılık zor şartlarda ve büyük gayretlerin
sonucunda ayakta duruyor. Ankara’da da yayıncılığı birkaç
gönüllü nâşir göğüslüyor. Onlar da olmasa herhalde siyasetin
merkezi olan Ankara’da hiçbir yayınevi faaliyet
gösteremeyecek. Meselâ Akçağ Yayınları, Vadi Yayınları, Hece
Yayınları ve Elips Yayınları sözünü ettiğim yayınevlerinden
sadece dördü. Daha başka yayınevleri de var şüphesiz. Ama
İstanbul’da binlerce irili ufaklı yayınevi gece gündüz aktif
bir şekilde yeni kitaplar kazandırıyor kültür hayatımıza.
Keşke bunların bir kısmı Türkiye’mizin muhtelif bölgelerine
dağılsa idi… Peki böyle mi olmalıydı? Anadolu’da hiç yayın
hareketi olmamalı mıydı? Hayır ben böyle düşünmüyorum.
Anadolu’da da güçlü yayınevleri olmalı ve taşradaki
yazarlarımızın, şairlerimizin eserleri muhtelif
şehirlerimizde basılmalı ve okuyucusuna ulaşmalı.
Bakıyorsunuz bir yazarımız, uzak bir şehirden kalkıyor, taa
İstanbul’a kadar geliyor ve kitabını yayımlatmak için
uğraşıyor. Ne kadar zor, ne kadar zahmetli… Elbette
çoğunlukla sonuç alamıyor, kanadı kırık bir kuş gibi,
hüsranla ve bedbin bir şekilde memleketine dönüyor. Belki de
yazmaya küsüyor, belki de hayata… Bu düşüncelerimi
paylaşmayanlar olabilir. “Hayır, kültürün de sanatın da
merkezi İstanbul olduğu gibi yayıncılığın da asıl yeri
burasıdır.” diyenler çıkabilir. Bu görüş de hürmete
şâyândır, ama bana göre yayıncılıkta da artık “adem-i
merkeziyet” fikri ağır basmalıdır. Ne ise, o ayrı bir
tartışma konusu… Bu düşüncelere sahip olduğum için, İstanbul
dışında diğer 80 vilayetimizden herhangi birinde kitap
basıldığını görünce çok sevinirim. İstanbul’daki yayın
tekelinin kırılması gerektiğine inandığım için bu kitapları
sürurla karşılar, sevgiyle kucaklarım. Uzun zamandan önce
-dört dörtlük- dört eser gönderilmişti bana. Anadolu’daki
yazarlara, edebî hareketlere, dergilere çok değer veren biri
olduğum halde, bir hayli zamandır bu güzel kitapları
tanıtamadım. Onun ayıbını taşıyorum aslında. Ama geç de olsa
bu hatamı telâfi edeyim, görevimi yerine getireyim diyorum
aziz okuyucular.
Bahsettiğim dört eserin yazarı Dr. M. Naci Onur… İyi bir
araştırmacı, mükemmel bir incelemeci ve has bir yazar. 1944
yılında Elazığ’da doğdu. İlk, orta ve liseyi Elazığ’da
bitirdi. Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümünden 1968 yılında mezun oldu. Aynı yıl Elazığ Lisesi
Edebiyat öğretmenliği ve Müdür Baş Yardımcılığı görevine
atandı. 1970-75 arası Elazığ Atatürk Lisesi Müdürü, 1975-77
arası Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Genel
Sekreterliği, 1982-2003 arası da Fırat Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Yard.
Doç. Dr. Olarak Bölüm Başkanlığı ve öğretim üyeliği
görevlerinde bulundu. 1989 yılında bir yıllığına İngiltere
Oxfort Üniversitesi’nde çalıştı. 2002 Ocak ayında kendi
isteğiyle emekli oldu. 1977’den bu yana kendi dalında
çalışma ve incelemelerde bulunan Dr. M. Naci Onur, 1986’a
Akşemseddin-zâde Hamdullah Hamdî’nin Yusuf ve Züleyha,
1988’de Harputlu Divan Şairleri, 1991’de Hamdi’nin Yusuf u
Züleyha, 1996’da Harputlu Rahmî Divanı eserlerini yayınladı.
34 adet de bilimsel makalesi yayımlanan araştırmacı, emekli
öğretim üyesi evli ve üç evlâd sahibidir. M. Naci Onur’un,
“Harputlu Şâir Hacı Hayri Bey” takdire değer bir eser olarak
dikkat çekiyor… İzzetpaşa Vakfı Başkanı Nihat Eriş’in
sunuşunda önemli tespitler var. Harputlu Hacı Hayrî Bey’in
hayatı, edebi şahsiyeti ve eserleri ile eserlerinden Hâtıra-yı
Ahd-i Şebab ve başka şiirleri de bu kitabın içinde yer
alıyor. Orijinal şiirlerin yanında açıklamalı metinleri var.
Eser, titizlikle hazırlanmış bibliyografya ile okuyucunun
istifadesini arttırıyor. Kitap Elazığ İzzet Paşa Vakfı
Yayınları arasında kültür hayatımıza kazandırılmış.
“Harputlu Şair Mustafa Sabri Efendi” isimli eser de yine
yazarımızın Manas Yayıncılık’tan çıkan bir diğer kıymetli
çalışması. İnceleme ve metinden oluşan kitapta, 1870 yılında
Harput’ta doğan Mustafa Sabri Efendi’nin şiirlerinin
muhtevası üzerine derinlemesine bir inceleme dikkat çekiyor.
Tabiî şairin hayatı etraflıca anlatılıyor. Şairin edebî
şahsiyeti ve şairliği ile şiirlerinin aslı ve şerhi de bu
kitabın meraklılar tarafından rahatlıkla okunmasını
sağlıyor. Yazarımızın bir diğer mühim eseri de “Harputlu
Divân Şâirleri” ismini taşıyor. Burada da Rahmî-i Harputî,
Şîrin-zâde Muallim Sadi, Köse Sefer-zâde Hacı Raşid Efendi,
Sungur-zâde Hacı Abdülkerim Efendi, Kanbalak-zâde Abdulhamid
Hazmî, Hacı Hayri Bey, Mustafa Sabri Efendi (Karacaoğlu),
Efendi-zâde Veysî, Çırpanî-zâde Ali Haydar Bey gibi
şairlerin hayatları, şiirleri ve şiirlerinin açıklamaları
özlü bir şekilde yer alıyor. Bu eser de İzzetpaşa Vakfı
Yayınları arasında gün yüzü görmüş. Ve M. Naci Onur’un Dr.
İbrahim Kavaz ile birlikte hazırladığı “Harputlu Rahmî
Dîvânı”na geliyor sıra. 19. yüzyılın hemen başlarında doğan
bu şairimiz hakkında yapılmış etraflı ve derinlikli bir
araştırma. Eserin başında 19. yüzyılda edebî durumumuz
anlatılıyor. Ardından Rahmî ve Hayatı’nı okuyoruz. Bu
bölümün peşinden şairin sanatına vâkıf oluyoruz. Rahmî’nin
Divân’ından ve şiirlerinden seçmeler kitabın son kısmını
teşkil ediyor. Harput, Anadolu’nun irfan ocaklarındandır. O
mübarek topraklardan çok büyük sanatkârlar, şairler,
müellifler yetişmiştir. Maneviyat önderleri o iklimden, o
coğrafyadan doğmuştur. Bugün sadece o güzel bölgeden
yetişenler için kaleme alınan eserleri görüyoruz. Harput’un
son alperenlerinden biri de merhum hocamız Şeyhülmuharririn
Ahmet Kabaklı idi. Belki daha yapılacak bir çok çalışma var
Harput hakkında, kimbilir… Bilemiyorum, meselâ Elazığ
Belediyesi, Elazığ Valiliği ve bu şehrimizin kültür sanat
çevreleri, akademisyenleri, sivil toplum kuruluşlarının
temsilcileri M. Naci Onur Beyefendinin hizmetlerinin
farkındalar mı, takdir ve teşvik ediyorlar mı kendisini?
Meselâ Elazığ kültürüne ve edebiyatına katkılarından dolayı
ödüller verilmiş midir kendisine? Bugüne kadar “azizler
yurdu” olarak bildiğimiz El-Aziz’de kaç konferans
verdirilmiştir hocamıza? Gerçi ömrünü millî harslarına
vakfeden böyle gönül adamları, ödüllerin peşinde olmazlar,
makam, mevki, şöhret peşinde hiç olmazlar, takdiri de önce
Allah’tan beklerler. Çünkü tevekkül ve istiğna ehlidirler.
Ama her zaman söylenir ya… “Mârifet iltifata tâbidir.” diye…
Elazığ’da yeni Naci Onur’ların yetişmesi isteniyorsa
Hocamıza hürmette kusur edilmemesi lâzım öncelikle. Aslında
gecikmiş bu yazı da hocamıza bir teşekkür ifadesidir, bir
şükran nişanesidir. Belki de her zaman ödüller dağıtan bazı
kuruluşların kulağına kar suyunu kaçırmaya matuftur. Evet,
Türk folkloruna, edebiyatına ve kültürüne katkılarından
dolayı Dr. M. Naci Onur Hoca’ya ödüller ve plâketler
verilmelidir. Bunlar Onur Hoca’ya pek bir şey katmaz, biraz
teşvik olur belki. Ama bu davranışın, ödül vereceklere
“şeref” kazandıracağı âşikâr… Selâmlar İstanbul’dan Aziz
Hoca! Hürmetlerimiz, muhabbetlerimiz sizedir. Sağlıcakla,
huzurla kalın. Yeni eserlerinizi dört gözle bekliyoruz.