Günerkan Aydoğmuş, bu ilin ak
topraklı ilçesi Ağın’ın çocuğu. Onun şimdiye kadar basılmış
eserleri:
* Ak Topraklar Üzerinde Bir İlçe:
Ağın (Araştırma-Tanıtım)
* Şark Çıbanı (Araştırma)
* Harput’ta Din Âlimleri
(Araştırma)
* Bir Ben Uykusuz (Şiir)
* Eğin’de Cirit Oyunu (Hikâyeler)
Eğin’de Cirit Oyunu, Manas
Yayıncılık tarafından 2007 Şubatında basıldı. Daha buğusu
üstünde bir kitap. Gerçi onun adını biz, Elazığlı bir
yazarın kaleminden-Elazığ’da basılan bir hikâye kitabı için
o kadar yerinde bulmadık. Eserin kapağında da
“Hikâye/Hikâyeler” gibi bir ibare bulunsaydı iyi olurdu diye
düşündük. Kimlik sayfasında Eğin’de Cirit Oyunu’nun,
Manas’ın Sanat Edebiyat Eserleri Dizisi’nin kaç numaralı
kitabı olduğu da unutulup boş bırakılmış.
84 sayfalık kitapta Aydoğmuş’un,
çoğu eski tarihlerde yazılmış; o yıllarda kimi dergilerde
yayımlanmış 11 hikâyesi yer alıyor.
Kapaktaki resim Selâmi Gedik’e,
kapak tasarımı Dr. Tamer Kavuran’a ait. Kapak resmi ve
tasarımı doğrusu gayet güzel; bir o kadar da kitabın adıyla
uyumlu.
Eserin başında yazarın Önsöz’ü,
takiben de Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı
Prof. Dr. Sadık Tural’ın genel anlamıyla hikâye ve Günerkan
Aydoğmuş’un hikâyeleri üzerine uzunca bir Sunuş yazısı yer
alıyor. Tural, bu yazısında Aydoğmuş’un hikâyelerini
başarılı buluyor ve onu kutluyor. Zeten Tural, şubat ayında
yapılan kitabın tanıtım gecesine de Ankara’dan gelerek
bizzat katılma inceliğinde bulunmuştu.
Sizler, Günerkan Aydoğmuş’un
hikâyelerini okurken ne duyacak, nasıl etkileneceksiniz
bilmeyiz; fakat biz onların birçoğunda pek duygulandık, kimi
zaman gözyaşlarımıza hâkim olamadık. Meselâ, Bir Ömrü
Karasu’ya Gömdüler, Eğin’de Cirit Oyunu, Şahkulu’nun
Hediyesi, Rahmi’nin Hikâyesi’nde... Onun her hikâyesinin
ayrı bir güzelliği var. Bizi, bizim insanımızı, bizim
dünyamızı yazmış. Kendimizi veya çevremizden birilerini;
geçmişimizden bir hatırayı, bir silinmez motifi buluyoruz o
hikâyelerde. Bilhassa, Aydoğmuş’un şu açıklaması kayda
değerdir:
“Önce şunu belirteyim; bugüne
kadar yazdığım hikâyelerimin çoğunu yaşanmış olaylardan
seçmişimdir. Bunları hikâye haline getirmeden önce o olay
hakkında geniş bir araştırmaya girişirim. Araştırma
sonucunda şayet gerek görürsem o olayı hikâye haline
getiririm. Bu belki de benim araştırmacılık yönümden
kaynaklanıyor. Yani hayalî bir olay yerine, daha çok
yaşanmış olayları hikâye etmeyi seviyorum.”
Tahkiyeciliği mükemmel
Aydoğmuş’un. Şairliğinden gelme bir duygusallığı,
araştırmacılığından gelme bir realizmi var. Zaman zaman
hikâyelerin başlarında veya sonlarında görülen epigraflar
onun bu ikinci vasfından kaynaklanıyor olsa gerek. Günümüz
hikâye tekniğine aykırı düşse de, klasik Doğu
tahkiyeciliğinde bu tarz şerhler mevcuttur.
Hikâyelerin dili yaşayan güzel
Türkçedir. Tural diyor ki; “Günerkan Bey’in yer yer mahallî
ağız (şive) kullanmasını da –bu türden tercihin edebî
eserlerin en zayıf yanı olduğuna inanırım- makul ve meşru
sayıyorum.” Tural’ın böyle demesine rağmen bizce; arayacam,
arayacan, okuyacam (s.66), gözleyecem (s.78) gibi kelimeler
doğru halleriyle de yazılabilirdi. Ayrıca sözün burasında
bir parantez açarak basımı biraz aceleye getirilen kitapta
fazlaca dilbilgisi, imlâ yanlışları bulunduğunu kaydedelim.
Kitabın sonlarındaki hikâyelerin bazı sayfalarında noktalama
işaretlerinden sonra hiç ara verilmediği görülüyor.
“Türkistanlım” ve “Sonbaharda Bir Gün” başlıklı hikâyeler
ise nasıl olmuşsa sadece ikişer paragraftan oluşturulmuş. Bu
hikâyelerin ilki dört sayfa, ikincisi beş sayfadır.
Prof. Dr. Sadık Tural; “Günerkan
Aydoğmuş’un Rahmi’nin Hikâyesi adlı eserinin Başbakanlık
Tanıtma Fonu’nca film haline getirilmesini isteriz ve
bekleriz.” diyor.
Oldukça yerinde bir tekliftir.
Sizler için bir de ek bilgilendirmede bulunalım; Naşide
Gökbudak, Aydoğmuş’un bu hikâyesini “Ben Eşkıya Değilim”
adlı romanında genişçe kullanmıştır. Aydoğmuş’un
hikâyelerinden sonra -onca edebî bir değeri olmasa dahi- bu
romanı bulup okumanız isabetli olacaktır, deriz.
Şimdi gelelim bir tespitimize:
Aydoğmuş’un hikâyelerini
okuduğunuzda, açık veya üstü örtülü bir millî romantizm
dikkatinizi çekecektir. Onda tarih ve toprak tema’sı hiç
hafife alınamaz. Dar çerçevede “toprak” diye nitelenen mekân
aslında geniş açılımıyla “vatan”dır. Bir Ömrü Karasu’ya
Gömdüler başlıklı hikâyeden altını çizdiğimiz aşağıdaki iki
cümleye bu açıdan yorum getirir misiniz?
“Şu suyun altında kalan dede
yadigârı tarlalar, evler sanki dün geceden kalan rüya gibi
bir şeydi. / Bir ömrün yaşandığı topraktan, yurttan kopmanın
bu kadar zor olacağını hiç düşünmemişti.” (s.22)
Rahmi’nin Hikâyesi’nde,
“Harputluluk ruhu” diye bir kavram vardır. Toprağın insan
karakterini yaratmasıdır bu. Sonraki satırlarda ise şu
cümle:
“Bu ruh sonradan Erzurum’da
‘Dadaş’, Elazığ’da ‘Gakkoş’ olmuştur. Ve Çubuk Beğ’le, Balak
Gazi ile Fırat boylarına taşınan Asya Türk’ünün mertlik,
yiğitlik ruhu halen ayakta dimdik durmaktadır.” (s.55)
Şavaklı Göçerlerin Sonu’nda:
“Şavaklı’yı yayladan koparmak sanki de
ölümle eş anlama gelir.” (s.74)
Bir de şu cümleler; Toprağa Düşen
Tohum’da:
“Aklığını yüreklere yansıtsaydı
bu toprak, mutlaka şavkı da dışarıya vururdu…” (s.78)
Türkistanlım (s.65) ve Sonbaharda
Bir Gün (s.67)’ü de açın siz okuyun. Bize hak vereceksiniz.
Sözün hülasası; deriz ki,
“Günerkan Aydoğmuş, hikâyesini önemsemeli ve kendine bir
hedef belirlemelidir. En azından yeni hikâyeler yazarak!”