Renkler güzelliği, güzellikler resim ve müziği, her iki
önemli şık ta büyük sanat eserlerini doğurur derler… Biz
sanat ya da şaheser deyince çoğu kez saz, heykel ve mimarlık
mahsulü şeyleri hatırlıyoruz. Oysaki bir romanı okumak, onun
içeriği ile bütünleşmek, onda kendini bulmak gibi iç
aksiyonlarımız harekete geçip hoşnut bir ruh hali eğemen
olabiliyorsa bir sanat eseriyle buluştuğunuz anlaşılmış
olacaktır. Bir haftadan beli elimde olan” EĞİN’DE CİRİT
OYUNU ” hikâye kitabını inceliyorum. Bu hikâye kitabına
sunuş yazısını Prof. Dr. Sadık Kemal TURAL üstadımız yazmış.
Geçmiş yıllara dönüp edebi mahfillerde bir gezinti
yapıyorum. Masum ancak itidalli çocukluk yıllarının
ardından, dinamizm ve idealizm reflekslerinin tümünü donanım
olarak kazandığım gençlik dönemlerime döndüğümde, ruhumuzun
derinlik kazandığı dergilerimizde iz sürüyorum. Bozkurt,
Töre, Hasret, Hisar, Türk Edebiyatı dergilerini okurken
düşünüyor, düşünürken, üreten bir neslin hararet ve hareket
mekanizmalarının vazgeçilmez elemanları olarak
hayatiyetimizi devam ettiriyorduk
Yıl 1968–78 yılları arası… Saydığım dergilerin bazılarında
Günerkan AYDOĞMUŞ Bey hikâyeler yazıyordu ta o zamanlar…
Hikâye kültürünün ince kıymıklarını bile harekete geçirecek
bir sanat tarzına sahip AYDOĞMUŞ, Millet ve Devlet olma
büyüklüğünü kendi hikâyeleri ile anlatmaya çalışmıştı. Onun
bu eseri yani “Eğin’de cirit oyunu “ işte böyle bir temel
hassasiyet zemini üzerine inşa edilmiş… “Bir ömrü karasu’ya
gömdüler” adlı hikâyesi daha ziyade “ Murat” nehrinin
sahipleme olgusundan ibaret gözüküyor. Çünkü bu nehri
kollarıyla birlikte çoğu insanımız Palu ilçesiyle alakalı
olduğunu bilirler. Keban-Munzur- Karga pazarı dağlarıyla bir
iç münasebet kuran yazarımız, Fırat bütünlüğü ile Basra
körfezi arasındaki bütünleşmeyi kaydederken yelpazenin
zenginliğini sunuyor. Bir çobanın özlem ve arzularını kendi
iç hasretiyle dile getirmiş “MAZOT” hikâyesiyle bir döneme
damgasını vuran Mazot, Gaz, Benzin gibi akaryakıtların hangi
zorluklar sonrası vatandaşa ulaştırıldığını, Bu işle alakalı
kamyon şoförlerinin nasıl sıkıntılar yaşadıklarını, bazen
mazot yerine gaz depolanan araçların nasıl elden çıktığını
anlatmış yazar… “Eğin’de cirit oyunu “ adlı hikâyesinde ise
büyük bir medeniyetin “AT” ile olan bağlantısını yerel
karakterlere nakşederek anlatılmasıdır. Aslında bilindik
zevklerin Ali bey’in şahsında anıtlaşması “Doru tay” sıfatı
ile de Türklerde “AT” sevgisinin sılayla, avratla, silah ile
bütünleştiğini görmekteyiz. Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nun “Salur kazan” destanı ile eğin, mengücek
beylerine Türk’ün kapılarını aralamaya çalışır. Epik bir
dokunun ince taç telleriyle süslenmiş diğer hikâyelerinden
“Toprağa düşen tohum” da. Kurt kayası. Türk’ün kudretini,
köylünün birliğini gösterir. Sel ve yağmur bereket
yollarının köydeki açılışıdır. Düzgün hayat, umutlu gelecek
bu yolların tepesindedir. Çanakkale -Yemen ağıtları, Türk’ün
asker doğduğuna şehadet eden yüce mefküreleri körükleyen
menkıbeler demetidir. Günerkan AYDOĞMUŞ bey’in bu
heyecanını, bu zenginliğini kişiliğinde sakladığı alperen
ruhuyla birleşmiş olarak gördüğüm de çocukluk ve gençlik
yıllarında elde ettiği manevi ve milli sermayenin bugün
kendisi için kendi eliyle manevi bir vakıf haline geldiğine
tanık oluyorum. Yüreğine ve kalemine sağlık dostum… Pek çok
ateşli yüreğin etrafında dönen güneşin harareti çok sayıda
gencimizi ısıtacaktır. Bu ışıkları fecir güneşi olarak sen
ve senin gibi usta kalemler içecektir. Sen sanatın ve
hikâyenin güzelliğini yansıtıyorsun, iyilik ve cömertlikte
bu kaynaktan istifade edenlere ait olacaktır.
Hoşcakalınız…