Günışığı Gazetesi / R. Mithat
YILMAZ/ 26 Ağustos 2005
21 Ağustos günü Ağın’daydık. Dağların,
derelerin koynundaki bu şirin ilçemizi ikinci görüşümüz.
Yani ikinci sevişimiz; acı bir gurbet türküsü gibi ikinci
defa içimizde hissedişimiz.
Anadolu’da kimi illerin, ilçelerin kaderi
budur. Yollar oraya erken varmaz; güneş geç doğar, er
kaybolur. Bahar tehirli gelir, kış yükünü toplamada tembel
davranır. Buraların işi az; hüznü, acısı, sevdası bol olur.
Tarıma, ziraate arazi bulamazsın, hayvancılığa iklim izin
vermez, ticareti kiminle yapacaksın, sanayi hak getire!..
Geriye kalır bir gurbet!
Gurbetin iki türlüsü olur bu
yerlerde. Biri okuma gurbeti; diğeri iş gurbeti.
Okuyabildiğin kadarını baba ocağında okursun. Kalanı için
bir hazırlık başlar, denkler tutulur. Artık neresi münasip
düşerse, kaderine yazılmışsa… Genellikle büyük şehirler;
öncelikle de İstanbul! Ardından gelsin özlem türküleri,
gelsin ucu yanık mektuplar; hasretli beklemeler, âhlı oflu
iç geçirmeler….
Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun
Gördün güzelleri bizi unuttun…
Eğer elin azıcık kaleme yatkınsa, bakmışsın
gönlünden geçenler kâğıda nakşolmuş. “Şimdi Ağın’da olmak
vardı…” diyerekten gözyaşını mürekkep eyleyerek içinin
yasını, pasını döküvermişsin ak kâğıda. Bir rüya âleminden
sesler devşirmiş, bir ateş diyarından ferahlık derlenmişsin.
Teselliyi kelimelerde aramış, özlemini sözün serabında
kandırmışsın…
Cevizler gölgeler loş dereleri,
Gönlü serinletir hoş dereleri
Suya ninni söyler değirmenleri,
Güzeller dilinde lügate benzer…
Bir bulut yükseldi Osman Dağı’ndan
Hatıralar taşır gençlik çağından.
Ayrılmak acıdır eşsiz Ağın’dan
Ondan uzak yerler gurbete benzer…
Vefatının 13. yıldönümünde Niyazi Yıldırım
Gencosmanoğlu’nu anmak için gittik Ağın’a, Gençosmanoğlu.
Ağın’ın yetiştirip Türkiye’ye armağan ettiği bir söz ustası.
Sadece Türkiye’ye değil , bütün Türk Dünyası’na!... ve
sadece söz değil, gönül ustası da!... Şu mısraları diyebilen
şaire ya ne denir;
Avrupa… Selâmsız, gönülsüz, yetim…
Sahte tebessümlü madrabaz hancı.
Tüylerim ürperdi tekbir alırken
Duydum da bir sabah Kenyalı genci…
Asr-ı Saadet’te sandım kendimi
Namaza dururken Müslüman zenci.
Anladınız değil mi buradaki gönül inceliğini,
gönül yüceliğini; gördünüz değil mi şairin mümbit gönül
toprağında güllerin açışını…
Avrupa lisanında bizim anladığımız manada
“selâm” yoktur; hele “gönül” hiç yoktur. Bu yüzden
yetimdir Avrupalı. Selâmdaki enginliği ne bilsin,
gönüldeki derinliği nasıl sezsin yetimcik! Akıl cılız kalır,
bilim aciz bunların talebinde, tahsilinde. İçi boş, dışı
süslüler; eli kirli yüzü paslılar ne anlar gönül dilinden?
İşte tam da burada demek gerekir ki,
Ey
içi boş, dışı süslü!
Eli kirli, yüzü
paslı!
Yetişsin Asım’ın
nesli
Etsin sana dar
meydanı!
Cami-i Kebir’de mevlit okundu. Ruhuna
Fatihalar gönderildi destanlar şairinin. Çınar-ı kebirin
dibinde en güzel marşını vurdu mehter. Adından ad alan
salonda dört güzel insan ona dair söz söyleyip hatıralar yâd
ettiler. Servet Kabaklı, İsa Kocakaplan, Tarık
Özcan ve Günerkan Aydoğmuş. Her biri bir
yanından tutup yüceltti Gençosmanoğlu koçyiğidini. Olması
gereken yere koymak istediler. Ellerine, dillerine sağılık.
Kardeşi, oğlu, kızı dahi birer huzme ışıkla katkıda bulunmak
istediler Yıldırım’a. Duygulandık, içlendik; kayıbımızın
acısı daha da arttı sanki yüreğimizde.
Ağın’da akşam tez oldu o gün. Esat
Kabaklı’nın türkülerini beklemek güç olurmuş diye…
Güzellikler hanesinde yer kalmadı o gün Ağın’da Biz de yola
düşüp gece yarısı Elazığ’a döndük.
Türk Edebiyatı Vakfı
sağ olsun. Ağın Haber gazetesi var olsun. Servet
Kabaklı’yı sevdik, Lokman Öztürk’ü sevdik
Günışığı’nı ve Kanal 23’ü beğendik. Programların
perde arkası aktörü Şener Bulut’u bir daha
alkışladık, tahsin dedik. Dedik ki bu Ağın ne güzel
Ağın’mış; Ağın’da olmak ne güzel olmakmış…
Madem Ağın’dayım, öyleyse bu bir güzelliktir,
deyûben…