Henüz çok gençti. Hayatının baharını yaşıyordu. Ama
yalnızdı. Kendince dertleri, sorunları vardı. Kimseye bir
şey söylemez, kimse ile dertlerini bölüşmeğe de çalışmazdı.
Garip bir adamdı Mustafa Öz dediğimiz bu can adam, yumuşak
adam, ince ince bir takım şeyler dökmeğe çalışan adam. İki
şiir kita¬bımda da vardı, bu yalnız adam. İkisinde de, onu
ihmal etmemiş, kendime yakın tutmağa çalışmıştım. Ama erken
çaldı ka¬pısını ecel denen o sonsuzluk. Bir anda ay¬rılıp
gitti aramızdan. Geçen yılın Ekim ayında gene onu anımsamış,
onun için bir şeyler yazmışım. Yaşlı daktilonun yanında bu
şiir de öyle duruyor. Ah sen yok musun Yalnız Adam? İçimize
bir kor salarak gittin. Erken gidecek insan değildin sen..
Ama kader bu.. Felek vurdu vuruyor işte. Bir darbesini de
sen yedin o feleğin. Yerin cen¬net olsun. İşıklar içinde
yat.
BİR YALNIZ ADAM
Kaderdi
Yazgıydı
Nasılsa yalnız gelmişti dünyaya
Ölürken de yalnız çıkmıştı yolculuğa
Bir dünyadan
Öteki bir dünyaya gidiyordu
İçine içine sinmişti yalnızlığın acısı
Bu köydü
Bu şehirdi
Hiç de ilgilendirmiyordu bunlar onu
Yaşam öyküsü böyle kurulmuştu
Böyle de gelecekti sonu..
Baş ve de son
Zaman diliminde bir ayrı yeri var bunların
Üstüne kara da çekilemiyor acıların
Acılar ve de sancılar
Bir sarmaya görsün insanın iç dünyasını
Bilmez kimseler onun ne olacağını
Kara kara yazgıların
Nerde başlayıp
Nerede duracağını...
Yıllar yılı
Bir uğurlu elin
Uzanmasını bekleyip durdu
Her geçen yılda
Dertleri daha da arttı
İçindeki canavar daha da kudurdu
Gün oldu
Dertler yağmur
Kara
Doluya dönüştü
Gün oldu
Rüzgârlar kasırga olup
Bu dertli insanın başına düştü
Hasılı anlayamadı kimseler onu
Böyle geçip gitti
Bir karanlıkça yaşamın sonu...