Sırasız ölümler
sırasız yazılar getiriyor. Ertelenemeyen ölümün, koca bir
hayatı ertelemesi işten değilken bir yazıyı ertelemesi mi
müşkül olacaktı? Bugünkü yazımız bu değildi bizim, bu
olmayacaktı. 24 Kasım Öğretmenler Günü ile ilgiliydi. Fakat
21 Kasım öncelik aldı. “Beni yaz Mithat Abi” dedi Mustafa
Öz. Mustafa Öz’ü yazdık biz de. Aklımıza gelmezdi bu hiç.
Öğle
namazını İzzetpaşa’da kılıp MANAS’a yürüdüm. İçeriye
girdiğimde Şener Bulut telefonun başındaydı. Diyordu ki
karşısındakine; “İkindi namazında İzzetpaşa’dan
kaldırılacak, Harput’ta defnedilecek.” Kara haber tez
yayılır, derler ya!...
Şener
kalkmıyor yerinden. Ha bire haber salıyor eşe, dosta,
tanıdığa, yazara, şaire…
Bir
gün aradı beni Mustafa; sesi hiç hoş değil, bitkin;
—Mithat Abi zatürree olmuşum. Yarın doktora gideceğim.
Yeğenin Nejat Beye haber etsen de hastanede bana yardımcı
olsa…
Sabah
birlikte gittik hastaneye. Sağ olsun, yeğenim, o gün ve daha
sonraki gidişimizde, Mustafa’nın bensiz gidişlerinde hep
ilgi gösterdi, gerekeni yaptı. 21 Kasım akşam acı haberi ben
verdim kendisine. Nasıl üzüldü, nasıl hayıflandı!..
Bir
rastlantı; muayene eden doktoruyla soy-adaş çıktılar;
Mustafa Öz- Osman Öz.
—Akraba olmayasınız Hocam, dedim.
Sorup
soruşturdular; değilmiş. Sadece soy isim benzerliği.
Fazlasıyla alâka gösterdi soy-adaşı Mustafa’ya. “Seni
yatırayım; tedavini burada yapalım.”dedi. Razı olmadı
Mustafa. Haftasına kontrole gittik. İlaçlarını ve raporunu
yeniledik.
Günışığı’nda cuma günleri Öz- Gün diye bir sayfası vardı.
Bin bir kaynaktan veya hiç olmazsa internetten en güzel
fıkraları, kıssaları, şiirleri bulur, sayfasını bir sarraf
titizliğiyle hazırlardı. Benim yazılarımla aynı gün
yayınlanırdı Öz-Gün. Her hafta onun sayfasını dikkatle okur,
özenle kesip saklardım.
O
sayfalardan birinde Uğur Işılak’tan bir şiir yayınlamıştı.
Tarih 5 Mayıs 2006. Şiirin son dörtlüğüne işaret koymuşuz:
“var”da “yok”u
haykırırken her seda
aklım ki aklımı
başımdan aldı
O’na gidiyorum
bana elveda
sonsuz olan sona
bir nefes kaldı
Kalan
bir nefesini de verip, borçlu gitmedi Mevlâ’sına. Alacağı
var mıydı, “üstü kalsın” dedi mi, orasını bilmem. Hz.
İbrahim de demişti hani bir gün; “Ben Rab’bime gidiyorum.”
Ve Özdemir Asaf, Benden Sonra Mutluluk’ta; “Ben ölmeye
gidiyorum.”
Giden
gidene…
İlk
giden Şeref Tan oldu.,
Sonra
Dr. Ali Öztürk gitti.
Şimdi
de Mustafa Öz.
Tan’ı
da, Öztürk’ü de çok severdi Mustafa. Onları yalnız bırakmadı
Harput’ta. Üçü de orda cem oldular şimdi. “Hadi Harput’a
Gidek” demişti ya Şeref Tan.
Bir de
demişti ki Ahmet Haşim;
“Akşam, yine
akşam, yine akşam
Göllerde bu dem
bir kamış olsam!”
Bir
Günün Sonunda Arzu’su buydu Haşim’in. Bir ömrün sonunda
arzusu buna benzedi Mustafa’nın;
“Akşam, yine
akşam, yine akşam
Harput’ta bu dem
bir mezar olsam!”
Nida
Bulut, MANAS’ın emektarlarından. Mustafa Öz’ü de en iyi
tanıyanlardan biri. Nida Adliye’de, Mustafa Belediye’de işe
girmezden evvel, günün çoğunu MANAS’ta birlikte
geçirirlerdi.
Aylardır ağır tempolu işi dolayısıyla Nida’yı MANAS’ta
görmezdik. Şener, sevenlerine Mustafa’nın haberini iletmekte
iken çat-kapı Nida girdi. Biz, “haberdar oldu da geldi” diye
düşünürken sonradan bu gelişin bir sevk-i tabiî, bir insiyak
olduğunu gördük.
—İçime
bir sıkıntı çöktü; bir yol MANAS’a uğrayayım dedim.
Zavallı kız, bilgisayar odasında gözyaşlarıyla ödedi MANAS’a
uğramanın bedelini.
Bir
gün MANAS’tayız. Mustafa Öz, diğer odada yazı yazmakta olan
Nida’ya sesleniyor:
—Nida!
Cevap
gelmeyince bir daha, bir daha sesleniyor. Fakat Nida’nın
nedense duyduğu yok. Araya girip;
—Bugün
Nida sessiz’de, diyorum.
Sözün
esprisini derhal anlayan Mustafa, o kendine has gülüşüyle;
—Evet,
öyle Mithat Abi; “sessiz nida!”
Şener
Bulut, zaman zaman ona “Mıstık” derdi. Mustafa, bunun bir
sevgi hitabı olduğunu bilir, hoş karşılardı. Şener’den başka
biri de bu sözü kullanmazdı zaten.
Tasavvufa düşkünlüğü vardı. Zengin hafızasıyla tasavvuf
ummanından öyle şiirler, beyitler, mısralar bulup okurdu ki
karşısındakini şaşırtırdı. Hatırlayamadığımız bir şiiri, bir
şairi, bir cümleyi çoğu zaman Mustafa’ya sorardık.
Soyadıyla muvafık az-öz yazdığı şiirlerinde tasavvufî
konulara girmeyi, hikemî derinliğe dalmayı pek severdi. Onun
üç kıtalık “Aşk” şiiri şu mısralarla başlar;
Âlem-i ervahta
aşkla yoğruldum
Şahadet âlemi ayna
dediler
Son
kıtası şöyledir bu şiirin:
“Âlemi lâhutta
zaman yok olur
Kâinat aşk ile
döner dediler
Aşk ile tabutta
mekân yok olur
Cehennem aşk ile
söner dediler”
Nihayet zamanı ve mekânı yok edip Âlem-i lâhuta; Allah
katına yürüdü Mustafa. Onu katına teslime götürürken İbrahim
Tenekeci’nin bir mısraı dönüp durmaktaydı hafızamda; “Her
şeyi ikiye bölerek ilerliyordu tabut.”
Muhalefet etmeyi çok severdi. Son muhalefeti hayata oldu.
36’sında hayatla muhalif düştüler ve Harput’a taşındı bizim
Mıstık. Harput’a; yani Âlem-i lâhut’a…