Kimden
bahsettiğimi az çok tahmin ediyorsunuz tabi.
Bütün mahalli
basın, bilhassa “ Günışığı” ailesi kalemleriyle ondan,
kişiliğinden, ruh ve gönül dünyasından bahsettiler…
Onu her kalemşör,
kendi titir ve üslubuna göre nakletmeye çalıştılar. Çünkü o,
herkesin kalem yumuşaklığındaki zarafete uygundu. Çünkü o,
bir sanatçıydı. Duygu yüklü, sevgi ve şefkat yüklü bir
sanatçı. Yüreğinde köz vardı. Soy ismi gibi dürüst,
kişiliğinin özeti ÖZ gibiydi. Zaman yumağında ibrişimden
teller alır, gelin kızlarımızın gergefinde SÖZ nakışı
işlerdi. Yani köz’ü, öz’ü, söz’ü kendi karakterlerinde
kafiye birliğini oluşturuyordu.
Bu yazı, haftada
bir yazmanın kadri ile biraz gecikebildi. Hâlbuki sevgili
Mithat YILMAZ’ın dediği gibi “ Sırasız ölümler, sırasız
yazılar getiriyor” kabilinden hiçte akla gelmeyen bu yazımı
öncelikler öncesi olarak kaleme almak zorunda kalıyorum.
Hâlbuki bir proje
çalışmasına esas olmak üzere Almanya’ya gitmiş önemli ve
özel hatıralarımı kendi köşemde tefrika halinde kaleme
almayı düşünmüştüm. Oysaki Mustafa ÖZ, “senin programın
şöyle dursun, Allah’ın programı var” dercesine kendisini
sıralamanın en önüne alacağımı ne bilirdim ki… Yeni
gelmiştim Almanya’dan, çalıştığım kurumda yoğun olarak
çalışıyorum. Odamdaki telefonum çalıyor, kaldırıyorum,
yutkuna yutkuna Şener BULUT.”Hoş geldin Muammer bey ”diyor.
Biraz duraklıyor ve “sana acı bir haber vereceğim, Mustafa
ÖZ’ü kaybettik, ikindi namazında İzzetpaşa camiinde ol,
Harput’a defnedeceğiz.” Bir yıldırım düşmesi gibi
sarsılıyorum. Hiç bir şey konuşamıyorum. Biraz sükûttan
sonra ŞENER bey’e tamam deyip telefonu kapatıyorum. Sonra ne
hikmetse ellerim ve ayaklarım titriyor ama bir taraftan da
misafirlerimi gönderip bir an önce camiye gitmeyi
düşünüyorum. Hayallerim geçmişte yaşadıklarımızı geri
getirdi adeta…
Muammer abi derdi.
Biliyormusun”Ben Elazığ’ı, dostlarımı, bu Ülkeyi çok
seviyorum. İnsanlar fanidir. Bir gün mutlaka bizler hepimiz
göçeceğiz amma bu yüzden Yahya KEMAL’in “Ölmek kaderde var
bana ürküntü vermiyor. Lakin dostlardan, Vatandan ayrılışın
ızdırabı zor” beyti beni çok etkiliyor derdi. O, ölümü güzel
yaşanılan bir meyhaneye benzetirdi. Nedense ölüm konusunu,
tasavvufi bir mantık ile muhayile ederdi. Bu mantığı,
Fuzuli’nin şu beytiyle anlatmaya çalışırdı.”Meyhane mukassi
görünür taşradan amma, Bir başka letafet, bir başka zarafet
var içinde” diyerek ölümü bir başka kutsuyordu.
Çok güçlü bir
hafızası vardı. Divan şiirine hem üslup, hem de mana olarak
çok hâkimdi. Tartışılan her hangi bir sohbetinde unutulan ya
da tıkanılan noktada hep onun hafızasına başvurulurdu.
O,Emin ÖZEN’e ait
dörtlüğü sık sık tekrar ederdi.
“ Biz, o
suskunlardanız, ahımız vahamız yok,
Mülk o’nun,
malik odur, bir başka şahımız yok,
Beşeriz
şaşmak kadar, aşığız maşuk o, dur,
O güzeli
sevmekten başka günahımız yok”
Dilaver
CEBERİYE ‘ ye ait bir başka şiiri de hiç ağzından
düşürmezdi.
“
Müstezatlar, hoyratlar sızlatırken geceyi.
Geldi Harput ahengi kuşattı Sivrice’yi.
Bu ahenk göç eyleyen bir kuşun ahengidir.
Hasretten gönül dağlı Gakkoş’un ahengidir.
Gakkoş coşkun bir âşık, yani sevgiden sarhoş.
Nezaketle asalet birleşip olmuş Gakkoş”
Hakikaten o,bir
aşk ve gönül insanıydı. Onda riya, onda yalan yok gibiydi.
Doğru bildiği şeylerin ısrarlı sahibiydi. Ölüm konusu, onun
miğfer saydığı öneme haizdi. O, önemli bir sanatçıydı. Ama
boştaydı. Onuru ve gururu adına gidip iş dilenmiyordu. Pek
çok sanatçıya ORK çalmış olmasına rağmen Elazığ’ın dışına
çıkmak istemiyordu. MANAS dergâhının değişmez çile
erenlerindendi. Son zamanlarda Elazığ Belediyesinde işe
girmişti. Belki de Sayın Süleyman SELMANOĞLU onu işe aldığı
için en mutlu anlarını yaşıyordu.
“ Göz vurdu,
rengim soldu, döküldü yapraklarım.
Fermanın beni bulmaz zorda kaldım efendim.
Biçareyim çare sen, akla beni efendim.
Gönlüme teşrif eyle, yokla beni efendim.
Hep
hazan gördü ömrüm, baharın görmek ister.
Sen
ulaştır bahara, sakla beni efendim”
Şeklindeki HAK’ka teslim olmak adına feryat var. İstek ve
talep var.
Hak diledi onu
aldı ve inşallah cennet köşkünde misafir ediyordur onu…