Şehirleri çok defa sevdiren yalnız geniş
caddeleri, yüksek evleri, çiçekli parkları değil, güler
yüzlü, sıcakkanlı, saygılı ve kültürlü insanlarıdır. Ben
Elazığ’da bu güzelliği ve hazzı yaşadım.
İstediğiniz şiiri ve Elazığ’a duygularımı
ifade eden bir yazıyı sunuyorum. Yazıyı neşrederseniz lütfen
bana gönderiniz.
Başarılı, huzurlu, sağlıklı, uzun yıllar
diliyorum aziz kardeşim.
26.10.2006
Rıza Akdemir
E. Vali
İLESAM Başkanı ve emekli Valimiz Sayın Rıza
Akdemir’in lütfedip şahsıma gönderdiği bu mektubun ekinde
olan “Elazığ’da Şiir Akşamları” başlıklı o nefis yazısını
geçen hafta neşrederek siz sevgili okurlarıma duyurmuştum.
Hazar Şiir akşamlarının yapıldığı akşam
program dâhilindeki şairlerimiz birer birer Hazar Gölünün o
masmavi kıyısında şiirlerini okudular. Bu şiirler arasında
bir şiir vardı ki dinlediğimizde gözlerimizin dolduğunu
akabinde yanaklarımızda gözyaşlarının sıralandığını gördük.
Bendeniz o zaman Sayın Valimizden bu şiiri
istemiştim. Unutmamış lütfedip yukarıda metnini okuduğunuz
mektup ekinde bize gönderme lütfünde bulunmuş.
Şimdi bu duygusal şiiri birlikte okuyalım.
ŞEHİDİN BABASI
Bir subay arkadaşım vardı birkaç yıl önce,
Beni arar bulurdu Ankara’ya gelince.
İçi dışı aydınlık sözü demirden sağlam,
Kalbi vatan aşkıyla çarpan yiğit bir adam.
Ankara’ya uğrardı ayrılınca izine,
Bana telefon etti, buluştuk bir gün yine.
Hiç unutmam serin bir akşamıydı Temmuzun,
Bir bahçede oturup dertleştik uzun uzun.
Sohbet konusu birden Güney-Doğu’ya kaydı,
Unutulmaz günlerdi, müthiş bir faciaydı.
Bir tutuşmuş meşale baştanbaşa ufuklar,
Daha beşikte iken öldürülen çocuklar.
İhanet pusu kurmuş her kayanın ardında,
Çakallar kol geziyor aslanların yurdunda.
Tabutları bayrağa sarılı cenazeler,
Bağrı yanan anneler gözü yaşlı tazeler.
Kuşatmış hudutları ihanetin alevi,
Her köy mezarlık gibi, her ev bir ölü evi.
Her adımda bir tuzak, her dönemeçte pusu,
Yüreğimizi yakan ne olacak sorusu.
Bunları düşünürken çatlayacaktı başım,
Bir hatıraya dalmış gibiydi arkadaşım.
Ufukları tarayan bakışları sislendi,
Sigarasını yakıp bana şöyle seslendi.
Bu yaz başımdan geçen bir olay anlatayım,
Biliyorsun Askerlik Şubesinde subayım.
Bu basit bir hatıra ve günlük olay değil,
Gözlerim yaşarmadan anlatmam kolay değil.
Ne zaman hatırlasam ıslanır kirpiklerim,
Beni bir Türk yaratan Tanrı’ya şükrederim.
Bir yaz günü şubede biraz çalışıp durdum,
Raporlar hazırlayıp epey kendimi yordum.
Nöbetçi er kapıyı vurup girdi içeri,
Dedi ”Bir bekleyen var sizi epeyden beri”
“Niye haber vermedin” dedim, “Hemen koş
çağır”
Yorgun yaşlı bir adam yaklaştı ağır ağır.
Yer gösterdim oturdu, derin bir nefes aldı,
Hüzünlü bakışları bir süre bende kaldı.
Solgun yanaklarından aktı birkaç damla yaş,
Dua gibi bir sesle konuştu yavaş yavaş.
“Az ötede evimiz, Hacı Mustafa adım,
Bundan iki ay önce şehit oldu evladım.
Oğlum yirmi yaşında çakı gibi bir erdi,
Allah’ı sever gibi vatanını severdi.
Bir görseydiniz onu ne hoş delikanlıydı,
Komşumuz Ali beyin kızıyla nişanlıydı.
Aradan yıllar geçse unutamam o günü,
Meydanda davulların çalındığı düğünü.
Belediye önünde defneyapraklı taklar,
Davul zurna sesleri, oyunlar albayraklar.
Nişanlılar genç kızlar, gelinler akrabalar,
Gözü yaşlı analar, dalgın duran babalar.
Yaslandığım çınardı, bağlandığım ümitti,
Tren dumanlarına yavrum sarılıp gitti.
Yuvadan ayrılışın kırıklığı sesinde,
Onu son defa gördüm tren penceresinde.
Yokluğuna alışmak inanınız çok zordu,
Arada mektup yazıp “Geleceyim” diyordu.
Su gibi akıp geçti, günler peşi peşine,
Dayandık iki garip hasretin ateşine.
“Ramazanda evdeyim” diye haber salmıştı,
Terhisine oğlumun on yedi gün kalmıştı.
Gözlerimiz yollarda bekledik üzgün üzgün,
Bayraklara sarılı tabutu geldi bir gün.
Evimizi bir deprem vurmuşçasına çöktük,
Eller bayram eyledi, biz kanlı yaşlar döktük.
Elden ne gelir beyim vadesi bu kadarmış,
Kanlı avuçlarında birkaç saç teli kalmış.
Ona verdiği saçlar Elif kızın giderken,
Matemlere boğulduk düğün yaparız derken,
Cesedi mezarlıkta hatırası bizdedir,
Fotoğrafı duvarda yeri kalbimizdedir.
Sonra birden doğruldu ve yükseltti sesini,
Dedi yardımın için rahatsız ettim seni.
Şimdi bir sıkıntım var uykularımı bölen,
Şehit olur mu acep vatana borçlu ölen.
Öbür dünyada oğlum belki üzülür buna,
Onun bir tek gün borcu kalmamalı yurduna.
Bu vatana, millete borcu kalmasın beyim,
On yedi gün eksiği yerine ben edeyim.
Bir tek bu umut kaldı hayata karşı bağım,
Bakma yaşlılığıma bende eski toprağım.
Benimde bayrak tutar, silâh tutar bileyim,
Budur senden son arzum, budur sende dileyim.
Karşımda konuşan bu büyük insana baktım,
Heyecandan hüngür hüngür ağlayacaktım.
Dinçleşmiş, canlanmıştı, bakışı sanki kordu,
Sakalından aşağı damlalar sızıyordu.
Sildi gözyaşlarını çıkarıp mendilini,
Fırlayarak yerimden öptüm iki elini.
Hangi dağ bundan yüksek, hangi yar bundan
derin,
Eğiniz başınızı önünde bu pederin.
Vicdanı böyle yüce, imanı böyle metin,
Eğiniz başınızı önünde bu milletin.
İşte o gün Hazar gölünün bir sonbahar
serinliğinde gönlümüzü yakan içimizi titreten, gözlerimizi
yaşartan şiir buydu. Şimdi ben bu kadar ülke sevdalısı bir
şairin bir değerli kültür adamının ve bir saygın valinin
ellerinden o şehit babasının elleri ile birlikte öpsem
yeterlimidir?
Elinize yüreğinize sağlık Sayın Valim bu ülke
bu “Kınalı kuzuların” şahadetiyle kurtarıldı, bunların
şahadetiyle ayakta duruyor ve bunlarla Çanakkale geçilmez
kılındı. Hiç merak etmeyiniz bir dünya üzerimize gelse o
şehidimin elindeki sancak yere düşmeyecektir.
Ne diyor mübarek
resulümüz “Şehitlere ölü demeyiniz”