Günışığı Gazetesi/Bedrettin Keleştimur/04 Mart 2008
Manas, hayranı olduğum bir
destandır. 400 bin beyitlik bir edebi şaheser! Dünya
edebiyatının en uzun destanı! Her Kırgız, Manastan binlerce
beyti ezbere okur. O destan, bütün karakterleriyle
hafızasındadır.
Bu şehrin son yirmi yılına damgasını vuran, ‘—gönül
erenleri’ var. Onlar, bu memlekete bütün hayatlarını
adadılar. Ses getiren, kamu vicdanında derin izler bırakan
her çalışmanın harçlarında, ‘—fedakârlık’ vardı. Kuru bir
sevdanın ve kavganın tamamen ötesinde, ‘—vefa’ vardı. Asrın
en fazla muhtaç olduğu, ‘—samimiyet’ onların yüreklerinde
okunuyordu. O kahramanlar öyle asil bir duruşa sahiptiler
ki, ‘—benim’ demediler, ‘—nefis’ mücadelesinden şiddetle
kaçtılar. Öncelikle, ‘—ahlak’ dediler. İlim ve hikmetin,
bilgi ve marifetin asrın en büyük silahı olduğunu
haykırdılar.
Bu yürekli insanları bu şehirde nerede, nerelerde görmedik
ki! Her kışın bir baharı var değil mi? Her gecenin bir
sabahı sizleri, ‘—yeni bir güne’ muştular. Bir büyük muştu,
bir büyük müjdedir bu! Gözlerim, perde perde bir aşina
şehirde; bir ışık seli misali hülyalarımın saçıldığını
söylersem yeridir. Gök gürültüsünü andıran bir seda;
“—Matemi bırak Ey Şehir, sana gülistan yakışır” o seda
haykırışına devam ediyor, “—Masmavi hülyalarınla uyan Ey
Şehir, sana tebessüm yakışır”
Evet, tarihi Harput Şehrinin manevi ihtiramı önünde bir daha
eğiliyorum. Ondaki heybet o kadar ulvi değerlerle mücehhez
ki, ‘—mukaddes bir davaya’ bizleri bir daha bağlıyor!
İçimizde çağlayan bir kaynak halini alıyor, kalemin bir
seyyare halinde kâinatın resmini önümüze serdiği her eserde!
Sevgili dostlar, giderek çoraklaşan, dilim dilim doğranan
toprağın, ‘—yağmur sonrası kokusunu’ içinize sindirdiniz mi?
Susayan gönüllerin, gurbetin içli havasındaki garibin,
hasret dolu dudaklardan dökülen hüzzam makamındaki bir
ezginin yanıklığını yaşayamayanlar pek bilmezler!
Manas, işte burada, ‘—kutlu bir iradeyi’ ortaya koyuyor; Bu
toprağın güzel insanını kendi tarihi ile kendi hatıraları
ile kendi hafızası ile kendi destanları ile kendi efsaneleri
ile kendi kahramanları ile kendi romanı ile velhasıl bütün
renkleri, desenleri ve çizgileri ile buluşturuyor!
Bir gül bahçesine girercesine, rahmet damlalarının ışığın
raksında nasıl yedi ala renge boyandığını görmüşsünüzdür! Bu
milletin hatıralarına, ‘—yedi ayrı mana vererek’ sarılmak,
her manasından çıkartacağımız ibret şahikalarını asrın
burcuna taşımak basiretini göstermek bizlerin kavgasıdır!
Harputlu için ne derlerdi, “—İstanbul beyefendisi”
Elazığ için ne derlerdi, “—Doğudaki Batı!”
Bu şehrin davasını, ‘—bayrak yapanların’ nasıl mukaddes bir
irade ortaya koyduklarını şimdi daha iyi anlıyorum. Asrın en
büyük mücadelesinde, ‘—oku’ emrinin; dünden bugüne, bugünden
ahir zamana kadar bütün kâinatı kuşattığını görürsünüz!
Buradaki bahadırlar, ‘—kuşatılan veya kıskaca alınan’ bir
irade olmaktan çok,
‘kuşatan ve gönül coğrafyasını ihata eden’ bir güçlü
dinamizmin organik bağı olmanın çabası içerisindeler!
Manas’ı, onun çevresinde halkalanan gönül insanlarını, bu
sevdaya destek veren Elazığ insanını yürekten kutlarım.
Şubat’ın bizlere kartpostal olarak hediye ettiği şu lahuti
resminde, ‘—kar çiçeklerini’ hayranlıkla seyre dalıyorum.
Öncelikle gönlümüze düşen cemrelerin dolayısı ile birbiri
ardı sıra; havaya, suya ve toprağa düşüşü nedir, ‘—kâinatın
hayata’ tekrar uyanışıdır. Manas’ı tarif ederken, ‘—kar
çiçeklerini’ düşündüm! Tarihi buluşturan bir büyük ideali
düşündüm! O ideal etrafında soluk soluğa bir uyanışı
düşündüm.
Manas, bu coğrafyanın kardeleni! Bu coğrafyanın en nadide
meyveler devşiren sadakat ağacı! Elâzığ, bir kutsi davanın
asırlara tebessüm eden şehri! Belki biraz haddimi aşmış
olacağım; çalışmalarında sadece fedakârlığı yeğleyen
Elâzığ’ın Manasçıları bir alperen rolünü oynuyorlar. Onlar
sadece bugüne değil, yarınların özlemlerine de kendilerini
adamışlar. Horasan Erenlerini bilirsiniz, onlar
‘—isimleriyle’ Anadolu’nun iman ve İhlâs sıcaklığında bir
bahar coşkusunu veriyorlardı!
İsimlerine, ‘—Elâzığ’ın Manasçıları’ dedim. Yayıncılıkta ve
olağanüstü faaliyet heyecanlarında bir farklı destan
yazıyorlar. Uluslar arası Hazar Şiir Akşamları, Türk Dünyası
Hizmet Ödülleri gibi Türkiye’nin ve gönül coğrafyasının
gündemine taşınan onlarca faaliyetin mutfağında Manasçıların
yürek dolusu sevdaları vardı.
Binbir zorluk ve imkânsızlıklar içerisine, bu şehrin ve
coğrafyanın romanını, hikâyesini, masal ve efsanelerini, iz
bırakan önemli şahsiyetleri, çizgi ve desenlerini, renk ve
motiflerle anlatmaya sanki kendilerini görevli
hissediyorlardı.
Onlar, Şeyh Edibali Rüyasının asrımızdaki yorumcularıydı
sanki! 21.Asra yürüyorlardı. Kendilerinden emindiler,
yürekliydiler, inançlıydılar. Cengiz Aytmatov’la yaşadıkları
şehri Kırgızistan’a taşıyorlardı. Mağcan Cumabay ile
‘—uzaktaki kardeşimiz’ Kazakistan’a köprüler
kurulabiliyordu. Elmas Yıldırımla, Azerbaycan ve Bakü daha
sıcak bir iklime dönüyordu. Bütün bunlarla, tarihe ve
kültürümüze dost olmamız gerekiyordu. Bu dostluk karşılıksız
ve şefkat dolu bir yürekle içten içe kaynamalıydı.
Onlar, ‘dost’ insanlardı. Asrın Yunus’u Fethi Gemuhluoğlu,
‘dost’ kavramı üzerinde ne diyordu; “--- Bir tohum gerek,
diyoruz. İnsanın içine düşmeli. Orada yeşermeli. Orada
göğermeli. Orada başak tutmalı. Harmanı hasadı insanın
içinde olmalı. İnsanın içinde savrulup, içinde
ambarlanmalı... İnsan ona değirmen kesilmeli. Bu değirmen
bizde çağıldamalı... Bu tohum bir nazardan gelmeli Mübarek
ve muazzez bir kişiden. Er bir kişiden. Bu merhaba bir
dosttan gelmeli. Mübarek bir dosttan. Dost bir kişiden... Bu
merhaba sıcak olmalı, sımsıcak. Doğru olmalı eğriye,
gelişigüzele karşı. Alabildiğine geniş olmalı, uçsuz
bucaksız; kahredici ve bunaltıcı dar’a karşı. Bu merhaba,
bir tohum olmalı. Vefasızlıklara, avareliklere,
günübirliklere, iğretilere, ihtiraslara karşı. Bu merhaba
yeşermeli, göğermeli; ihmallere, ilgisizliklere,
yalnızlıklara karşı. Başak tutmalı; hiçliklere, kayıplara,
karanlıklara karşı.”
Evet, Manas Yayıncılık, Elâzığ’da tarihi bir iradeyi ortaya
koyuyordu. Tarihle olmak, tarihin yapraklarını her
çevirdiğimizde kendimize, günümüze gereken dersleri ve asrın
yorumlarını taşımaktı.