Berika KÜÇÜK, bu
şehrin yaşayan ve öne çıkan tek hanım şairi mi, diye
düşündüğüm olur. Hem bu şehirde yaşayan, hem de ismini
duyuran, yaşına rağmen amatör-genç bir bayan hâlet-i
ruhiyesiyle sosyal faaliyetlere iştirak eden… Şiirlerini
kitap hâline getiren, Elazığ’da yapılan tüm şiir akşamlarına
önemli bir sebebi olmadıkça behemahal katılan; hatta kendi
parasıyla 11. Hazar Şiir Akşamları ekibiyle Azerbaycanlara
giden… Sözü sohbeti yerinde, nezaket örneği bir Harput
hanımefendisi.. Nedim’in, bir gazelinde; “Haddeden geçmiş
nezaket, yâl ü bâl olmuş…” dediği misal… Yazdığı şu cinaslı
hoyrat dahi, onun bu vasfını ortaya koyar niteliktedir:
Gül deseni, gül
deseni
Kokladım gül’de
seni
Gözlerin
menevşeden
Yanağın gül
deseni.
Geçen hafta sonu
Şener Bulut, Manas’tan dört bir yana haber saldı. “Bu akşam
Berika Ablamızın yemekli misafiriyiz. Duyduk duymadık
demeyin.”
Berika Ablamız
arzu etmiş, şairleri, yazarları yemeğe çağırmış. Şiirle
olduğu kadar müzikle de ülfeti olduğundan, söz ve ses ustası
Lokman Tasalı ile eşlerini de ihmal etmemiş. Lokman Tasalı
ise birkaç yüz metre ilerdeki Emin Canpolat Camii imamı
Ebubekir Tanyıldızı’nı çağırmayı unutmadı. Ebubekir Hoca
deyip de geçmeyin. O, bir imam olduğu kadar musikişinas da.
Üzerinde Lokman Tasalı’nın hakkı olduğunu teslim etmeden
geçemiyor. Bir süre onunla meşk etmiş, ondan feyiz almış;
müzikle imamlık arasındaki ilişkiyi perkitmiş. Üstelik,
okulların tatil olmasıyla 250 civarında çocuğa Kur’an
dersleri veriyor. Hem de, dondurmadan elifbe cüzüne, Kur’an-ı
Kerim’den bisiklete kadar promosyonlarla. Uzak olmasaydı,
biz dahi heveslendik.
O akşam Şener
Bulut, Mustafa Öz ve M. Faik Güngör olmak üzere dördümüz
Doğukent’e doğru yola çıktık. Diğer arkadaşlar hafta sonu da
olması dolayısıyla mazeret bayan edip gelmediler. Evi
bulmakta zorluk çekmeyelim diye, eşiyle daha evvel
gideceğimiz yere varmış olan Yurdal Demirel bizi caddede
karşıladı. Cümle kapısında ise evin beyi, Berika Ablamızın
eşleri Kâinat Küçük’le el sıkıştık. Aile dostları, eski Müze
Müdiresi Ülker Ardıçoğlu ve torunu Ozan da bizden evvel
gelenlerdendi. Evin kızı Şeyda Hanımla Yüksel, masayı
hazırlarlarken Feridun Bey içerde çiğköfte yoğurmakla
meşguldü. Oysa masayı donatan yemekler karnımızdan önce
gözümüzü doyurmuştu bile. Feridun Bey, boşuna zahmet
çekiyordu.
Yemeğimizi bahçedeki kameriyenin altında yedik. Ardından
şiir ve müzik faslı başladı. Önce küçük Ozan’dan bir ilahi
dinledik. Ülker Hanımın bu sevimli torunu henüz ilkokul
dörde geçmiş; lâkin onda şiire ve müziğe karşı aşırı bir
ilgi var. Şiirler ezberliyor, ilahiler okuyor, elinden
kitaplar, defterler düşmüyor. Bu hâlini görünce, ona,
seviyesine göre bazı kitap ve dergiler göndermeyi taahhüt
etmekten kendimi alamıyorum..
Müteakiben, Berika Küçük Ablamızdan yeni şiirlerini
dinliyoruz. Ama benim içimden hep onun “Gönülden Gönüle”
şiiri geçiyor. Tam da bu akşama lâyık bir nefasette:
Dostlar bağında
sohbet
Bu en güzel
muhabbet
Bal olur akar
elbet
Söz gönülden
içeri.
İçimden gelen her
ses,
Vermeli bana
heves.
İnce telden bir
nefes
Saz gönülden
gönüle...
Durma dolaş âlemi
Gelir muhabbet
demi
Berika al kalemi
Yaz gönülden
içeri.
Berika Hanımların
sevimli evleri âdeta küçük bir müze gibi. Bunu görünce,
“Tevekkeli değil, Ülker Hanım bu aileyle dost…” diye
geçiriyorum. Berika Abla, bu güzel eşyayı bir bir göstererek
bilgi veriyor. Çerçeveli fotoğraflara ait hatıralarını
anlatıyor. Şair yüreğinin yumuşaklığını, yufkalığını
müşahhas bir şekilde hissediyorum. Bir hatırası var ki, onu
yazmadan geçemeyeceğim:
Bir
gece vakti, nasılsa Berika Hanımın yüreğine şiir yazmak
düşer. Ve o da, “Sabaha kadar uçup gitmesin, yazık olur…”
diyerek usulca yatağından kalkarak bir kâğıda not düşmek
ister. O demeye kalmaz, beyi de uyanır ve; “Ne var, ne
oluyor?” diye sorar. Berika Hanım ise, “Sen sus ve uyu,
ilham geldi.” der. İlham’ı “İlhami” anlayan Kâinat Bey,
hışımla; “Ne?! İlhami de kim; hem de bu gece vakti?..”
deyince, ona işi daha bir güzelce anlatmak ve tekrar yatağa
koymak da yine Berika Ablamıza düşer.
Sıra
Lokman Tasalı ile Ebubekur Hocadaydı. Pes perdeden birkaç
türkü ile kalplerimizi yumuşattılar ve geceye sesleriyle bir
güzellik de onlar çizdiler.
O
akşam Tasalı’nın anlattığı ve insanımızın Allah’a
ubudiyetini yansıtan bir çift sözle yazımızı noktalayalım
diyoruz.
Kurak
geçen bir yılın yazında Harput bahçelerindeki sular
kurumaktadır. O günlerde hâliyle herkesin ortak mevzuu
budur. Mezre’ye doğru inmekte olan kafilenin içinden birisi
Sıtkı Kabaklı’ya sorar: