4 Ağustos Cumartesi günü bir Manas
organizasyonu ile İçme’deydik. Biz
“Manas” deyince sizin aklınıza “Şener Bulut”un
geleceğini biliyoruz.
En az yirmi kişilik bir grupla İçme’de
Saim Öztürk’ün misafiriydik. Kimdir
Saim Öztürk?
Saim Öztürk, İçme’nin yerli
ailelerinden Topal Ağa namıyla maruf Mehmet Öztürk’ün
torunudur. Babası Abdussabur Öztürk de halk arasında Sabri
Çavuş diye bilinir. Denilir ki Sabri Çavuş, hem şiirle
iştigal ederdi, hem bir musikişinastı. “Divan-ı Sabri” adlı
bir kitabı mevcuttur.
Saim Öztürk, şiir ve musiki istidadını
babasından tevarüs etmiş olsa gerek.
Çünkü o da yıllardan beri boş zamanlarını musiki ve şiire
hasreden bir kişiliğe sahiptir. Elazığ Musiki Konservatuvarı
Derneği’nin ve Manas Şiir Günleri’nin gönüllü
müdavimlerindendir. Ayrıca Saim Öztürk, belirli gün ve
haftaları kaçırmaz, o gün ve haftalara dair yazdığı
şiirlerle ilgili daire veya müdürlüklerin kutlama
törenlerine katılmaktan zevk alır. 70’in üzerindeki yaşına
aldırmadan oldukça amatör bir heyecanla nerede bir
müzik/şiir faaliyeti varsa koşturup durur. Meselâ şu
dörtlükler onun bir Ağaç Bayramı için yazdığı ve o yılın
ağaç bayramı törenlerinde okuduğu şiirinden alınmıştır:
Bir kör diken dahi dikmek istersen,
Sen de bu bayrama katıl vatandaş.
Hizmette güvence vermek istersen
Sen de bu bayrama katıl vatandaş.
Dağlarda ağaçlar yelpaze yapsın
Eserken dalları çiçekler açsın.
Her Türk bu temele harcını atsın
Bu mutlu bayrama katıl vatandaş.
Askerlik dönüşü sınavla Şeker
Fabrikası’na giren Saim Öztürk, 1980 yılında emekliye
ayrılmıştır. Yazları köyü İçme’de, kışları ise Elazığ’da
geçiren şair, 1950’den beri şiir yazdığını söylemektedir.
Birçoğu dergi ve gazetelere yayımlanan şiirlerini imkân
bulduğu takdirde kitap haline getirmeyi düşünmektedir.
Arabası olan arkadaşlar o gün
bizi İçme’ye taşıdı. İlk durak yerimiz köyün meşhur
Büyük Pınar başıydı.
Bu suyu, görmeyenlere azıcık
tarif etmek lazım. Buz gibi, berrak, bir kucak su işte!
Eskiden Büyük Pınar’ın önünde on iki değirmen bulunurmuş. On
iki değirmeni döndürdükten sonra da araziyi, bağı, bahçeleri
sularmış. Şimdi önünde değirmen kalmamış, birkaç havuz var;
o kadar. Başında koyu gölgeli ağaçlar, yiğit gölgeli
söğütler… Sırayla birkaç çayhane, bir bakkal.
Bizim masalarımız sapa, serin
gölgeli bir yere kurulmuştu. Demli çayın, soğuk suyun hesabı
mı olur? E, tabi, sohbetin de demlisi bu meyanda; muhabbetin
ise sıcağı.
Şener Bulut araya giriyor fırsatını bulup,
sözün tamamını Saim
Öztürk’e teslim ediyor. Canlı canlı bir
röportaj dinliyor; böylece Öztürk’ü daha yakından tanıma
imkânı buluyoruz biz de. Onun konuşması bitince Şener Bulut
bu kez bizlere dönüyor;
-Saim
Abi’yi nasıl tanıdınız, nice bilirsiniz; ne diyeceksiniz?
Karenin bir köşesinden başlıyor
bu anlatımlar; tâ aynı yere gelinceye kadar bir bir herkes
az-çok görüşünü beyan ediyor.
Sonuçta ortaya çıkan şu;
Saim Öztürk; buradaki her
insanın nazarında müsbet bir portre. O, elbet büyük bir şair
değil; ama büyük bir şevk ve heyecan adamı. Herkesin ilk
elde teslim ettiği vasfı bu oluyor Saim Abi’nin. Köşesine
çekilip oturmuyor; “Artık benden geçmiş; şimdiden sonra
benden ne köy olur, ne kasaba.” demiyor. Yeteneğinin
elverdiğince kasaba, köy; daha da olmadı bir mezra, kom inşa
etmeye çalışıyor. “Harput’u Anarken” başlıklı şiirinin bir
yerinde Öztürk’ün bu açık hava müzesi şehri kişiselleştiren
bir sanatla şöyle dediğini biliriz. Aslında onun bu şiirinde
yaptığı, geçmişi yeniden inşa arzusundan başka bir şey
değildir. Veya kim bilir; eskilerin deyişiyle daüssıla…
Bir yandan yıkılıp hem de söküldün
Bir yandan cefalı bir ömür sürdün
Bir müddet ağladın çok az güldün
Mendili yaş ile dolmuş gibisin.
Yıkılıp sökülen Harput’tur,
doğru; ama ağlayıp üzülen bir anlamda şairin kendisidir.
Şener Bulut, tedarikli
gelmişti İçme’ye; gazeteye doladığı sürpriz bir plaketle.
Manas Yayıncılık adına hazırlanan bu plaketin takdimi
de söylemek gerekirse ayrı bir renk kattı gezimize.
Şimdi sıra öğlen yemeğindeydi ve bunun için Öztürk’ün bağ
evine gitmemiz gerekiyordu.
Saim Öztürk’ün bağı-bahçesi
İçme’nin dışında, Mastar Dağı’nın eteğinde. Arabalarımızla
köyün içinden geçip oraya gittik. Yemek sonrası çaylarımızı
yine önceki yerimizde içmeyi yeğledik fakat Büyük Pınar’ın
başında. Çaydır, sözdür, sohbettir derken de vaktin
hayli ilerlediğini fark ettik. Artık evlerimize dönmenin
zamanı gelmişti.
Yola
koyulduğumuzda anlıyorduk ki, şirin İçme Köyü ile birlikte
sıcak bir ağustos günü de güzel bir hatıra olarak geride
kalıyordu.