Yer: Devlet
Korosu Konser Salonu - Elazığ / Türkiye
Manas
/ Haber- M. Şener Bulut
Manas Yayıncılık olarak, yazı
hayatının 60. yılı münasebetiyle Elazığlı yazar Şükrü Kacar
için 12-13 Mayıs 2005 tarihlerinde bir toplantı düzenledik.
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, İl Milli Eğitim Müdürlüğü,
İzzetpaşa Vakfı, Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi,
Elazığ Musiki Konservatuvarı Derneği, Nurhak Gazetesi,
Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Korosu ve Palu Kültür ve
Dayanışma Derneği’nin de destek verdiği programa Türkiye
Gazetesi yazarlarından Rahim Er, şair Ali Akbaş ve Fırat
Üniversitesi’nin kurucularından Prof. Dr. Kerim Sunguroğlu
da misafir olarak katıldı.
Kacar Köyünde Başlayan Bir Hayat Hikâyesi...
1927 yılında Elazığ’ın
Kovancılar İlçesi’ne bağlı Kacar Köyü’nde doğdu.
Akçadağ Köy Enstitüsü’nden 1944 tarihinde mezun oldu. 1947
tarihinde Kovancılar Köyü başöğretmenliğine, 1950 yılında da
Palu Bölgesi gezici başöğretmenliğine atandı.
Gazi Terbiye Enstitüsü
Pedagoji Bölümü’nü 1957 tarihinde bitirdi. İlköğretim
Müfettişi olarak Mardin iline atandı. Yurdun çeşitli
yörelerinde öğretmenlik de yapan Şükrü Kacar 2 Haziran 1968
tarihinde bağımsız olarak Elazığ Belediye Başkanlığı’na
seçildi ve bu görevini 9 Aralık 1973 tarihine kadar
sürdürdü.
Yazı hayatına 1945 yılında
Akçadağ Köy Enstitüsü dergisinde başladı. Sonraki yıllarda
1957 yılından itibaren Mardin’in Sesi gazetesi ile Elazığ’da
çıkmakta olan Elazığ Gazetesi, Yeni Harput Gazetesi, Turan
Gazetesi, Nurhak gazetelerinde günlük köşe yazıları yazdı.
Ayrıca Cumhuriyet Gazetesi, Varlık, İmece, Gayret, Köy ve
Eğitim, Eğitim Hareketleri, Sesimiz, Zamantı, Yağmur,
İlköğretim Gazetesi, Samsun Medeniyet Gazetesi, Salihli’de
çıkmakta olan Bizim Ece, Ankara’da Gülpınar gibi dergi ve
gazetelerde yazıları ve şiirleri yayınlandı.
Anadolu basını özendirme
yarışmasında Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nce
beş defa birincilik ödülüne layık görüldü.
65 yıldan beri yazmakta olan
Şükrü Kacar’ın, yirmibeş binin üzerinde makale ve köşe
yazısı bulunmaktadır. Başta Köyü Tanıma Semineri Notları,
Öğretmenin Meslek Savaşı, Bu Toprağın Yaşayan Ozanları (I,II,III.
Cilt), Damdaki Saksağan-Fırtınalı Yıllar, Düşünceleri,
Devrimleri, İlkeleriyle Yaşayan Atatürk, Alamadılar Benden
Beni, Bulutlara Kaptırdım Umutlarımı gibi yapıtları
bulunmaktadır. 1998 yılında Elazığ’da örnek aile seçilerek
kadın haklarından sorumlu Devlet Bakanı Işılay Saygın’dan
Örnek Aile Beratı da alan Şükrü Kacar hâlen Elazığ Nurhak
Gazetesi’nde başyazar olarak günlük köşe yazılarını
sürdürmektedir.
Evli ve iki kız, iki erkek
olmak üzere dört çocuk babasıdır.
Şükrü Kacar Armağanı...
1945 yılında Akçadağ Köy
Enstitüsü dergisi ile 1957 yılında Mardin’de; Mardin’in Sesi
gazetesinde başladığı yazı hayatına hiç ara vermeden
Cumhuriyet, Samsun Medeniyet, Yeni Harput, Turan, Elazığ ve
Nurhak gazetelerinde sürdüren Elazığlı eğitimci-yazar Şükrü
Kacar için bir armağan kitap hazırlandı.
Bu çerçevede yayınevimiz, R. Mithat
Yılmaz, Bedrettin Keleştimur, Öğr. Gör. Recep Bağcı, Öğr.
Gör. Hasan Özçam tarafından hazırlanan “Yazı
Hayatının 60. Yılında Şükrü Kacar Armağanı” adlı eser
yayınevimizin kültür eserleri dizisinin (1) numaralı eseri
olarak yayınladı. 288 sayfadan oluşan kitapta Elazığ
Belediye Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu, Fırat Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Mehmet Hamdi Muz, Elazığ Ticaret ve Sanayi
Odası Başkanı Suat Öztürk’ün takdim yazıları yer aldı.
Eserin ilk bölümünde Şükrü Kacar’ın geniş bir hayat hikâyesi
yer almakta ve çeşitli tarihlerdeki gazete yazıları
bulunmakta. Kitabın sonraki bölümlerinde Nida Bulut’un
hazırladığı Şükrü Kacar Bibliyografyası geniş bir araştırma
olarak yer almış.. Eserde, Lokman Tasalı, Lütfi Parlak, R.
Mithat Yılmaz, Dr. Naci Onur, Nihat Büyükbaş, Prof. Dr.
Kerim Sunguroğlu, Feridun Şedele, Dr. Çimen Özçam, Şerif
Kaya, Nihat Kazazoğlu, Reşat Gündüz, Mevlüt Uluğtekin
Yılmaz, Murat, Bilgin, Yrd. Doç. Dr. Mustafa Yağbasan, Ziya
Çarsancaklı, Vehbi Coşkun, Günerkan Aydoğmuş, Feti Ahmet
Deniz, Yurdal Demirel, Mustafa Balaban, Naci Sönmez, Mustafa
Öz, Zekeriyya Bican, Saniye Bulut, Hadi Önal, Etem Yalın,
Berika Küçük, Bilal Civelek, Ahmet Tevfik Ozan, Baycan Kacar,
Ahmet Otman, Tuğcay Tayhani, Ali Canpolat, Ali Kehribar,
Doğan Özdal, Hüsamettin Septioğlu, Nusret Özgen, İrfan
Arslan, Hüseyin Göçeri, Dursun Aksoy, Bünyamin Eroğlu,
Muammer Aksoy, Saim Öztürk, Gazi Özcan ve Nevzat Ülger’in
yazıları yer aldı.
Şükrü Kacar’a Saygı Gecesi...
Program, 12 Mayıs Perşembe günü saat
14.00’te gerçekleştirilen protokol ziyaretleriyle başladı.
Şükrü Kacar ile birlikte Elazığlı bazı yazarların da
bulunduğu bir heyet, gazeteci Rahim Er, şair Ali Akbaş ve
Prof. Dr. Kerim Sunguroğlu ile birlikte Elazığ Valisi Dr.
Kadir Koçdemir’i makamında ziyaret etti. Yapılan bu
ziyaretin ardından Elazığlı yazarlarla birlikte toplu olarak
Harput’a giden misafirlere tarihî Harput şehri gezdirildi.
Harput’taki program Elazığ
Belediyesi’nin Balakgazi tesislerinde akşam saat 19.00’da
verdiği yemekli toplantı ile devam etti. Oldukça samimi
sohbetlerle geçen programa; Elazığ Belediyesi Kültür Müdürü
İbrahim Özgen Erdoğmuş, Müdür Yardımcısı Mustafa Ayık ev
sahipliği yaptı. Yemeğe, Şükrü Kacar, Prof. Dr. Kerim
Sunguroğlu, Prof. Dr. Kadirhan Sunguroğlu, gazeteci Rahim
Er, şair Ali Akbaş, Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı
Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan, Elazığlı yazarlar: Günerkan
Aydoğmuş, Ahmet Tevfik Ozan, R. Mithat Yılmaz, Berika Küçük,
Mustafa Öz, Hadi Önal, Bedrettin Keleştimur, Nurettin
Büyükbaş, Zekeriyya Bican ve ayrıca sanat camiasından Naci
Sönmez, Numan Tuncer, Nihat Kazazoğlu, Paşa Demirbağ, Lokman
Tasalı ve Hüsamettin Kaya iştirak etti.
13 Mayıs Cuma günü Manas Yayıncılık’ta
bir toplantı gerçekleştirildi. Saat 10.00’da Elazığlı
yazarlarla birlikte Manas Yayıncılık’ı ziyaret eden gazeteci
Rahim Er, Şair Ali Akbaş ve Prof. Dr. Kerim Sunguroğlu’na
burada yayınevimizin çalışmaları ile ilgili bilgi verilerek,
Manas Yayınevi’nin ilk kitabı olan Yazı Hayatının 60.
Yılında Şükrü Kacar Armağanı adlı eserin tanıtımı
yapıldı.
Manas Yayıncılık’ta yapılan toplantının
ardından misafirler ve Elazığlı yazarlar İl Milli Eğitim
Müdürlüğünün Öğretmenevi’nde verdiği öğlen yemeğinde bir
araya geldi
Perşembe günkü program
saat 14.30’da Elazığ Öğretmen Evi’nde yapılan Dört Mevsim Harput adlıpanel ile devam
etti.. Programa Elazığ valisi Dr. Kadir Koçdemir, Elazığ
vali yardımcısı Ayhan Özkan, Fırat Üniversitesi eski rektörü
Prof. Dr. Fevzi Bingöl, İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin
Öztürk, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, Elazığlı
yazarlar ve sanatçıların da bulunduğu kalabalık bir davetli
topluluğu katıldı. Oturum BaşkanlığınıDr. M. Naci Onur’un yaptığı panele
tc "“Dört Mevsim Harput”"Prof.
Kerim Sunguroğlu, Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan,
Rahim Er, Naci SönmezveAli Akbaş
konuşmacı olarak katıldı.
Elazığ Öğretmenevi’nde yapılan
toplantının ardından misafirler bu kez İzzetpaşa Vakfı’nın
konuğu oldular. Vakfın çalışmaları hakkında başkan Nihat
Eriş’ten bilgi alan konuklara daha sonra bir akşam yemeği
ikram edildi
Yazı Hayatının 60. Yılı münasebetiyle
Şükrü Kacar için yapılan etkinliklerin final programı olan
Şükrü Kacar’a Saygı Gecesi 13 Mayıs Perşembe günü
akşam saat 19.30’da Elazığ Devlet Korosu Konser Salonu’nda
gerçekleştirildi. Toplantıya, Elazığ valisi Dr. Kadir
Koçdemir, Cumhuriyet Başsavcısı Behiç Şahin, Fırat
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Hamdi Muz, Vali
yardımcısı Ayhan Özkan, İl Milli Eğitim Müdürü Nihat
Büyükbaş, İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, İl
Müftüsü Ömer Kocaoğul, Sivil toplum kuruluşlarının
temsilcileri ve ayrıca programa davetli olarak katılan:
Prof. Dr. Kerim Sunguroğlu, Gazeteci Rahim Er, Şair Ali
Akbaş Elazığlı yazarlarile
birlikte kalabalık bir davetli topluluğu katıldı.
Sunuculuğunu Günışığı gazetesi haber
muhabiri Mehtap Şamat’ın yaptığı program İstiklal Marşı’nın
okunması ile başladı. Ardından da konuşmalara geçildi. Bu
bölümde sırasıyla gazeteci yazarBedrettin Keleştimur,
Nurhak gazetesinin sahibi Rıdvan Kaya, Palu Kültür ve
Dayanışma Derneği Başkanı Murat Bilgin, Karaçorlular Derneği
Başkanı Yüksel Ercan, Fırat Üniversitesi Rektörü ve son
olarak da Elazığ Valisi Dr. Kadir Koçdemir, tarafından
program ile ilgili birer konuşma yapıldı.
. Konuşmaların ardından yazı hayatında
60. yılına ulaşarak varılması güç bir başarıya imza atan
Elazığlı yazar Şükrü Kacar salonda bulunan davetlilerin
alkışları ile sahneye davet edilerek plaket takdimine
geçildi. Yazı hayatının 60. yılı münasebetiyle Şükrü Kacar
için hazırlanan plaket, Elazığ Valisi Dr. Kadir Koçdemir
tarafından verildi. Cumhuriyet Başsavcısı Behiç Şahin ile
Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Hamdi Muz’un da
çiçek verip kutladığı Şükrü Kacar kürsüye gelerek oldukça
duygulu bir konuşma yaptı.
Programın ikinci
bölümünde Kültür ve Turizm Bakanlığı Elazığ Devlet Klasik
Türk Müziği Korosu tarafından muhteşem bir konser verildi.
Mahalli sanatçı Paşa Demirbağ, Lokman Tasalı ve Nihat
Kazazoğlu’nun da misafır olarak katıldığı konserin birinci
bölümünde Koro, buselik
makamındaki eserlerlerden oluşan bir repertuar sundu.
Konserin ikinci bülümünde Devlet Korosu sanatçılarından Naci
Sönmez’in okuduğu üç güzel eser ile devam etti. Dede
Efendi’nin Yürük Semaî bestesi “Yine neş’e-i muhabbet dil ü
canım etdi şeyda”, Hırant Kenkiloğlu’nun “Gel nazlı güzel
gel bana can ver gülüşünle” ve A. Refik Altınay’ın “Sırma
saçlı yârimin” adlı eserlerini başarıyla icra eden Naci
Sönmez davetliler tarafından büyük alkış aldı. Programın
son bölümünde sahneye bu kez mahalli sanatçılarımızdan
Lokman Tasalı, Paşa Demirbağ ve Nihat Kazazoğlu davet
edildi. Program Mahalli Türkülerle sona erdi.
Mehtap Şamat
Sayın Valim, Sayın Rektörüm,
şehrimizin değerli yazarları ve sanatçıları… Çok kıymetli
misafirler. Bu akşam 60 yıldan beri yazı hayatını sürdüren
bir kalem ustası, bir değerli büyüğümüz, Şükrü Kacar için
bir araya geldik. Manas Yayıncılık, Elazığ Musiki
Konservatuvarı Derneği, Nurhak Gazetesi, Elazığ Devlet
Klasik Türk Müziği Korosu ve Palu Kültür ve Dayanışma
Derneği işbirliği yaparak onun için bu programı
hazırladılar.
Değerli konuklar; Şükrü Kacar,
Akçadağ Köy Enstitüsü dergisiyle, Mardin başladığı yazı
hayatına o yıllardan itibaren hiç ara vermeden Cumhuriyet,
Elazığ, Samsun Medeniyet, Yeni Harput, Turan ve Nurhak
gazetelerinde sürdürdü.. Varlık, İmece, Gayret, Köy ve
Eğitim, Eğitim Hareketleri, Sesimiz, Zamantı, Yağmur,
Akçadağ Dergisi, , Bizim Ece, Gülpınar gibi dergilerde şiir
ve deneme yazıları yazdı.
Hâlen, Nurhak Gazetesi’nde başyazar
olarak günlük köşe yazılarını sürdürmekte olan bu değerli
yazarımıza uzun ve sağlıklı bir ömür diliyoruz. Kıymetli
konuklar, şimdi sizleri aziz şehitlerimiz için saygı
duruşuna ve İstiklal Marşı’nı okumaya davet ediyorum…
Değerli misafirler, programımız şimdi
açılış konuşmaları ile devam edecek. İlk olarak gazeteci
yazar Bedrettin Keleştimur’u kürsüye davet ediyorum.
Buyurunuz.
Bedrettin Keleştimur
Sayın Valim, değerli misafirler.
Bu müstesna günde, şehrimizin
kültür
tarihine altın harflerle yazılacak; bir ilke imza atmanın,
ahde vefa gibi çok yüce bir duygunun programını birlikte
ortaya koymanın derin hazzını duymaktayım. “Yazı
Hayatının 60. Yılında Şükrü Kacar Armağanı” olarak
kültür, sanat ve edebiyat hayatında kendileriyle ‘yol
arkadaşı’ olan gönül dostları tarafından bir gül
bahçesini andıran nadide bir eser ve o eser çerçevesinde
şekillenerek siz kadirşinas vefa dostlarına armağan edilen
dopdolu bir program..
1071 Malazgirt Zaferi’nin hemen akabinde
1085 tarihinde fethedilen Harput Tarihi dokuz asrı aşan
dönemleriyle ele alındığında, Harput’un bölgesinde müstahkem
bir kale olduğu, tarihi boyunca yabancı işgal yüzü
görmediği, Selçuk ve Osmanlı kültür ve sanat eserlerinin iç
içe ayakta kalan mimari eserleriyle zarif bir estetik
meydana getirdiği, Divan Edebiyatı gibi soylu bir kültüre
has zengin edebi bir mirasa sahip olduğunu görürüz.
Harput, tarih
boyunca bölgesinde; siyasî istikrarın merkezi durumundadır.
İstanbul- Bağdat yolu üzerinde ticarî hareketliliğin
canlılığı ile asırlarca cazibesini korumuştur. Ve Harput
bağrından çıkan büyük mütefekkirlerle bölgesine ışık saçarak
imrenilecek dehalar yetiştiren arifane bir şehir olarak
terennüm edilir.
“Yarım asır evvel yedi yaşındaki
çocukla yetmiş yaşındaki adamın müşterek inanç ve zevk
noktaları vardı. Bugün ise ne küçükte ne de büyükte o
birleştirici ve lehimleyici iman ve zevk mihrapları
kalmadıktan sonra Türk milletinden nasıl ikbal ve istikbal
beklenebilir”
Bu program ve bu programın muhatabı bütün yönleriyle
incelendiğinde; bir vaveylâ görürsünüz!.. Panelimizin
ismine, “Dört Mevsim Harput” derken, birbiri
içerisinde kilitlenen, birbirinden kopuk zaman aralıkları ve
onun bıraktığı anlamsız sorular asla değil; ufuk açan
birbirleriyle sağlıklı şekilde ilintili dönemlere şahit
olursunuz. Tarihe milletlerin aynası deriz. Puslu, kırık ve
dökük bir mazi mi, yoksa gayet canlı hatıralarla; bir
şehrin kimliğini, duruşunu ortaya koyan eserler demetinden
damıtılarak rafineri edilmiş bir objektiflik değerleriyle
önümüze getirilen bilumum dekorlar!.. Daha dün, İshak
Sunguroğlu, Ahmet Kabaklı, Fethi Gemuhluoğlu, Fikret
Memişoğlu, Nurettin Ardıçoğlu, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
ve daha niceleri bizlere, —her
bakımdan zengin bir sofra bıraktılar!..
Bizleri asıl mutlu eden, bu program ile üzerinde ittifak
edilen bir şehrin genel panoramasının ele alınmış olmasıdır.
Ve —nesiller arasında ki kopukluğa asla müsaade
edilmemesidir. Hacı Hayrilerdeki, Rahmilerdeki, Hafız
Osman Ögelerdeki duruşun Fikret Memişoğlu ve onun dönemine
olduğu gibi yansımış olması. Aynı sağlam iradenin ve
kararlılığın 1985 yılından itibaren Elazığ’da; dünden alınan
feyiz ve ilham kaynaklarıyla tekrar filizlenmesi ve
günümüzde ayaklarını yere sağlam basar duruma gelmesidir.
12-13 Mayıs tarihlerinde devam edecek program boyunca
kendi içerisinde bütünleşen, ortak bir gaye ve ufuk
etrafında birleşen, diriliği ve canlılığı ile yarınlara
sağlam mesajlar veren bir duygu, bir düşünce, bir aksiyon
hareketi göreceksiniz. Şeref Tan Hoca’nın dediği gibi
“asırların feryadı yankılanacak”
Şükrü Kacar ismi, her biri sahasında
otoriter panelistlerin ifadeleriyle ve sanatçı dostlarının
bakış açılarıyla da görüleceği üzere; Elazığ kimliği ile bir
duruşun ifadesi. Tabiatıyla bu duruşun içerisinde siyaseti,
eğitimi, devlet adabını, sanatı, kültürü ve kalem ahlâkına
şahit olacaksınız. Bu günlerin ruhunda, Elâzığ insanı dünü
ile buluşacaktır. Hafıza olarak gayet zengin, hatıraları
gayet diri ve canlı, ileriyi gören ve yorumlayan her biri
birbirinden güzel çalışmalarla ve tarihe geçecek bir gün
olarak hafızalarda anılacaktır. Özellikle belirtmek
isterim, bu şehir kendi insanına beslediği güzel duyguların
bir gül bahçesinden derlenerek kendilerine takdim edilişinin
özlemine de böylelikle kavuşmuş olacaktır.
Bütün
güzelliklerin, bahar mevsimi gibi gönüllerimizde yeşermesi
arzusu ile saygılarımı belirtmek isterim.
Mehtap Şamat
Sayın Keleştimur’a teşekkür ediyoruz.
Efendim şimdi de Nurhak Gazetesi’nin
sahibi Sayın Rıdvan Kaya’yı konuşmalarını yapmak üzere
mikrofona davet ediyorum.
N. Rıdvan Kaya
Sayın Valim, Sayın Rektörüm,
değerli misafirler
Efendim, ben konuşmamda
sizlere kısaca Nurhak gazetesi hakkında bilgi vermek
istiyorum. Nurhak Güler’in imtiyaz sahipliğinde, 1972
yılında yayın hayatına başlayan Nurhak gazetesi, kurulduğu
günden bu yana yayın hayatını değerli halkımızın da
destekleriyle aksatmadan başarıyla devam ettiren mahalli bir
gazetemizdir. Gazetemiz, 1981 yılında İbrahim Kara, Behçet
Susmaz, Ahmet Kaya ve sevgili babam Şerif Kaya’nın
oluşturduğu bir ortaklıkla satın alınmış ve uzun bir süre bu
kadro tarafından çıkarılmıştır.
Nurhak gazetesinin, 33 yıllık
yayın hayatında birçok yazar ve gazeteci büyüğümüzün
yazılarına yer verildi. Geçmişten günümüze kadar uzanan bu
süreçte şu an hatırladığım bazı isimleri burada anmak
istiyorum. Saim Çelebi, Sadettin Öner Gedik, Bedrettin
Keleştimur, İrfan Arslan, Murat Üstündaş, Ahmet Gür, Coşkun
Kamaç, Mustafa Doğan, Nuri Saatçi, Hüseyin Göçeri, Dursun
Aksoy, Lütfi Parlak, Prof. Dr. Vedat Tanyıldızı, Mustafa
Timurkan, Sabahattin Sarman, Prof. Dr. Ahmet Buran, Prof.
Dr. Sabahattin Küçük gibi isimleri gazetemizin geçmiş
yıllardaki nüshalarını incelediğimizde tekrar okuyabiliriz.
Gazetemiz, Doğu Anadolu’da ilk defa yayın hayatına Harput’ta
başlayan Mamuret’ül-Aziz gazetesinin 100. yıldönümü
münasebetiyle Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü Öğretim Üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir
Yuvalı’nın koordinatörlüğünde ve bu bölümümüzün öğretim
elemanlarının ortak çalışmalarıyla Osmanlıca’dan günümüz
Türkçe’sine çevrilerek uzun süre yayımlanmıştır. Şükrü
Kacar Hocamız, 16 Temmuz 1999 tarihinde gazetemizin yazı
ailesi arasına katılmış, günlük makalelerinin dışında zaman
zaman “Arada Bir” başlığı altında mizah yazıları da
yazmaktadır.. Kacar Hocamızın yazılarını okuduğunuzda,
ilimizin, birçok meselesini büyük bir ciddiyetle takip
ederek yazılarına yansıttığını göreceksiniz. Bu münasebetle
sizlerin huzurunda kendilerine bir kere daha teşekkürlerimi
ifade ediyorum. Efendim Şükrü Hoca bu şehrin yetiştirdiği
önemli bir değerimizdir. Kendilerine sağlıklı bir ömür
diliyoruz.
Mehtap Şamat
Nurhak gazetesinin sahibi Sayın Rıdvan
Kaya’ya çok teşekkür ediyoruz. Anadolu da yayıncılık
faaliyeti yapmanın ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Bu
nedenle 33 yıl devam edegelen bu başarısından dolayı Nurhak
gazetemizi de kutluyoruz. Efendim şimdi de bir sivil
kuruluşumuzun başkanını davet edeceğim. Palu Kültür
Dayanışma Derneği Başkanı Sayın Murat Bilgin’i mikrofona
davet ediyorum. Buyrunuz Sayın Bilgin.
Murat Bilgin
Sayın Valim,
Değerli Konuklarım,
Bu Geceyi Düzenleyen Kıymetli Kültür
Adamları.
Şükrü Kacar Hoca için düzenlenmiş bu
güzel akşamda konuşmama bir şiir ile başlamak istiyorum:
19 Mayıs 1927’de geldin dünyaya
Felekle yapmadığın güreş kalmadı.
Gün oldu alkışlarla omuzlarda
taşındın;
Gün oldu hüzünle yâd ellerde dolaştın.
Saygıdeğer Hocam; daha çok küçük iken
bizlere ışık tutmağa çalışan Hocam, siz, bizim için gölge
veren bir çınar, musluklarından kana kana su içtiğimiz bir
pınarsınız. Yazı hayatınızın 60. yılında sizin için
hazırlanan bu saygı gecesinde, sizin için neler
söyleyeceğimi bilemiyorum. Kendim ve derneğim adına, size
saygılar sunuyor, ellerinizden öpmeyi kutsal bir görev
sayıyorum. Bize, doğruyu siz öğrettiniz. Sevgiyi, saygıyı
siz öğrettinz. İyiyi, güzeli siz öğrettiniz. Gösterdiğiniz
ışıklı yolda gene öyle yüzümüz ak, gözlerimiz parlak,
doludizgin gitmeğe çalışıyoruz. Güzel sözleriniz bizlere
rehber, işaretleriniz bizlere önder oldu. Vatan sevgisini,
bayrak sevgisini, insan sevgisini sizden öğrendik. Küçüklere
sevgiyi, büyüklere saygı göstermeyi siz öğrettiniz bize.
Hoşgörülü, demokrat tavırlı olmayı sizden öğrendik. Çalışkan
insanın, zeki insanın önde geldiğini siz söylediniz bize.
Büyüklerin yolundan gitmeyi, cesur ve yürekli olmayı sizden
öğrendik. “Aman çocuklar, siz siz olun, şu güzel ülkemizi
her zaman yükseltmeye çalışın.. Birlik dirliğimizi bozmaya
çalışanlara sürekli karşı çıkın. Bizim için tek yol var; tek
devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek dil.. Sakın
bunların hiç birini birinden ayırmayın. Kendiniz, aileniz
kadar bu güzel yurdu da sevin. Bizim için bir başka
gidilecek yer, bir başka ülke yok. Türkiye, tek ülkemiz, tek
yurdumuz bizim.” derdiniz. Sayın Hocam, siz bizim için her
zaman büyük değer olduniz; her zaman da öyle kalacaksınız.
Değerli dinleyenlerim; Hocam’ın şu
şiirini okuyarak sözlerimi bitirmek istiyorum. Tekrar derin
saygılarımı sunuyor, bu anlamlı geceyi hazırlıyanları ben de
bir güzellikle kutluyorum. Konuşmama kısa bir şiirimle
başlamıştım; şimdi de, Sayın Hocamın, “Dostça Sesleniş”
şiirini okuyarak sözlerimi tamamlıyorum.
İstedim,
Kimseler kör gelip kör gitmesin
dünyadan
Herkes
Kıyısından köşesinden
Bir güzelce yakalasın
Uyanışın
Aydınlığın…
Okusun
Yazsın herkes
Dört bir yana ışıklar saçsın…
Bu dar dünyada yüzü kalmasın
Dört bir yanımızı sarmağa çalışan
Şu pis
Şu miskince karanlığın…
Mehtap Şamat
Değeli konuklar; bu akşam hakikaten
kültür hayatımızda iz bırakacak güzel bir toplantıyı hep
birlikte yaşıyoruz. Sivil kuruluşlarımızın da toplantıda yer
almalarını Şükrü Kacar Hocamıza gösterilen sevginin ve
vefanın güzel bir ifadesi olarak değerlendirebiliriz ve bu
nedenle derneklerimize teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Efendim şimdi de Karaçorlular Derneği
Başkanı Sayın Yüksel Ercan’ı kürsüye davet ediyorum.
Yüksel
Ercan
Sayın büyüklerim, değerli dinleyenler;
Karaçorlular Derneği olarak, bu güzel geceyi düzenleyenlere
ve omuz verenlere derin saygılarımızı sunarak söze başlamak
istiyorum. Şükrü Kacar Hocamız, Karaçor’da bir ilki
başlatmış ve hepimize ufuk açmış bir büyüğümüzdür. Çoğumuzun
babası, onun öğrencisi bulunmaktadır. O, öğretmen
olmadan, Karaçor’da bir tek okul vardı. Okuyan ve yazan pek
az insanımız bulunuyordu. Bugün ise sadece Elazığ’da
Karaçorluların sayısı on binleri aşmaktadır. Bu
onbinlerin arasında öğretmen vardır, doktor vardır, mühendis
vardır, birçok meslek sahibi olan insanlar vardır. Bizlere
bu çığırı açan Şükrü Kacar Hocamızın önünde saygı ile
eğilmek bizim için büyük bir görev oluyor. Yazı hayatının
60. yılında onun böyle bir güzellikle anılmasından büyük
mutluluk duyuyor, hepinizi derin saygılarımla selâmlıyorum..
Şükrü Kacar Hocam’a da, sağlık ve mutluluklar diliyor,
ellerinden öpüyorum. Toplantıyı hazırlayanlara da,
teşekkürlerimizi sunuyorum.
Mehtap Şamat
Efendim, şimdi de Fırat Üniversitesi
Rektörü Sayın Prof. Dr. Mehmet Hamdi Muz’u davet ediyorum.
Buyrunuz Sayın Rektörüm.
Prof. Dr.
Mehmet Hamdi Muz
Sayın Valim, değerli konuklar;
Toplumda farklı kimliklerle toplum için hizmet eden ve bu
kimlikleri layıkıyla koruyan ve bu kimliklere tahsis edilen
görevleri layıkıyla yerine getiren şahsiyetler toplum
tarafından sürekli takdir edilmekte ve şükranla
anılmaktadırlar. Elazığ için büyük bir şans olan ve yaşamını
Elazığ'a hizmet için adayan Sayın Şükrü Kacar da Elazığ için
ve Elazığ sevdalısı insanlar için sürekli şükranla
anılacaktır. Elazığ'ın yaşayan anıtı Şükrü Kacar, gerek
yönetim bazında, gerek eğitimci kişiliği, gerekse toplumsal
sorunların takipçisi ve çözüm üretimi noktalarında Elazığ'a
sürekli hizmet etmiş ve etmeyi sürdürmektedir.
Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat üniversitesi kurucu
üyeliği, eğitim yaşamı, Fırat Havzası Gazeteciler Cemiyeti
Başkanlığı ve gazetecilik hizmetleriyle Elazığlıların
gönlünde taht kuran Şükrü Kacar; yarım asırlık bir süredir
Elazığ sevdası ve Elazığ'a hizmet için seferber olmuş ve
hâlâ olmaya devam etmektedir.
Şükrü Kacar'ı anlamak için onun eserlerine onun hizmetlerine
bakmak gerekir. Şükrü Kacar'ın yaptığı hizmetleri, yaşam
felsefesini, kendisinin yazdığı bir şiirde daha güzel
anlayabiliriz. Şükrü Kacar, "Dinleyin Dostlar" isimli
şiirinde;
Yazmak, çizmek ülkü bende,
Sevgiler bir türkü bende,
Dursam, biter tükenirim,
Sevda olmuş çünkü bende.
Evet, Şükrü Kacar ve kendisi gibi hizmet edenler, ancak bu
sözlerle anlatılır. Sevdalı olmak ve sevdanın ülkü haline
gelmesi ile ancak bu denli hizmet edilebilinir. Çağdaş,
sürekli yeniliklerin, gelişimin takipçisi bu yeniliklerin ve
gelişimin toplumla entegre edilmesinde öncü rol oynayan
Şükrü Kacar, basın camiası içinde saygın yerini her zaman
almayı bilmiş ve yerel basınımızda her zaman danışılan bir
ağabey görevini ifa etmekte ve diğer basın mensubu
arkadaşları tarafından da oldukça sevilmektedir. Cesur
kalemi ile sorunların üzerine gitmekten hiçbir zaman
çekinmeyen, çizgisinden asla taviz vermeyen, toplumsal
birlik ve beraberlik, Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaş,
müreffeh standartlara ulaşması için bu çizgisinin daima
takipçisi olmuştur.
Elazığ'ın yetiştirdiği ve Elazığ'ın tüm gelişiminin şahidi
olan mümtaz şahsiyet, Şükrü Kacar, millî meseleler
karşısındaki hassasiyetinin yanında, mahallî kültürümüzün,
folklorumuzun yaşatılması için de sürekli mücadele
içerisindedir.
Hiç durmayan, her mevsim yemyeşil bir çınar olan Şükrü
Kacar'dan, deneyimlerini ve bilgi birikimini aktararak bu
memlekete hizmetlerinin devamını bekler, yaşamında sağlık,
mutluluk ve esenlikler dilerim.
Mehtap Şamat
Sayın Rektörümüz, Şükrü Kacar Hocamız
için düzenlediğimiz bu nezih toplantıda bizlerle birlikte
olduğunuz için ve yapmış olduğunuz bu güzel konuşmadan
dolayı sizlere çok teşekkür ediyoruz. Değerli misafirler,
yazı hayatının 60. yılı münasebetiyle Sayın Şükrü Kacar’a
Elazığ Valisi Sayın Kadir Koçdemir tarafından bir plaket
verilecektir. Hocamızı kürsüye davet etmeden önce kısaca
hayat hikâyesini okumak istiyorum:
Şükrü Kacar, 1927 yılında Elazığ’ın
Kovancılar ilçesine bağlı Kacar köyünde doğdu. Akçadağ Köy
Enstitüsü’nden 1944 tarihinde mezun oldu. Aynı yıl öğretmen
olarak Elazığ ili emrine verildi.1947 tarihinde Kovancılar
köyü başöğretmenliğine, 1950 yılında Palu Bölgesi Gezici
Başöğretmenliğine atandı. Gazi Terbiye Enstitüsü Pedagoji
Bölümü’nü 1957’de bitirdi. Mardin İlköğretim Müfettişi
olarak atandı. Yurdun çeşitli yörelerinde öğretmenlik de
yapan Şükrü Kacar 1968 tarihinde bağımsız olarak Elazığ
Belediye Başkanlığı’na seçildi. Mardin’in Sesi, Cumhuriyet,
Elazığ’da çıkmakta olan Elazığ, Yeni Harput, Turan, Nurhak
gazetelerinde günlük köşe yazıları yazdı. Ayrıca Varlık,
İmece, Gayret, Köy ve Eğitim, Eğitim Hareketleri, Sesimiz,
Zamantı, Yağmur, Akçadağ Dergisi, İlköğretim Gazetesi,
Samsun Medeniyet Gazetesi, Salihli’de çıkmakta olan Bizim
Ece, Ankara’da Gülpınar gibi dergi ve gazetelerde yazılar
yazdı. Andolu Basınından beş kez birincilik ödülü aldı. 60
yıldan beri yazmakta olan Şükrü Kacar’ın, yirmi binin
üzerinde makale ve köşe yazısı bulunmaktadır. Başta Köyü
Tanıma Semineri Notları, Öğretmenin Meslek Savaşı, Bu
Toprağın Yaşayan Ozanları (I,II, II. III. Cilt), Damdaki
Saksağan (Fırtınalı Yıllar), Düşünceleri Devrimleri
İlkeleriyle Yaşayan Atatürk, Alamadılar Benden Beni,
Bulutlara Kaptırdım Umutlarımı gibi eserleri bulunmaktadır.
1998 yılında Elazığ’da örnek aile seçilerek Aile Beratı
aldı. Hâlâ Elazığ Nurhak Gazetesi’nde başyazar olarak günlük
köşe yazılarını sürdürmektedir. İki kız, iki erkek olmak
üzere dört çocuk babası olan Sayın Şükrü Kacar’ı
alkışlarınızla sahneye davet ediyorum; buyurunuz Sayın
Hocam.
………………………..
………………………
Değerli konuklar, Şükrü Kacar Hocamıza ne
kadar teşekkür etsek azdır. Zannediyorum ki bu akşam ile
ilgili birkaç söz söyleyeceklerdir, buyurunuz.
Şükrü Kacar
Sayın Valim
Değerli Konuklarım,
Sevgili Gönül Dostlarım,
Bugün güzel bir gün. Bu akşam benim için
güzel bir akşam. Gün boyu beni anlattınız, beni dile
getirdiniz. Bir altmış yıllık öyküyü, bir başka güzellikle
gözler önüne sermeye çalıştınız. Nerede ise yeniden beni ben
yaptınız. Çok heyecanlıyım. Söylenecek sözler bulmakta
güçlük çekiyorum. Bu etkinlik, bir başka etkinlik. Bu
etkinlikte bir ilke imza attınız. Bir ilki gözler önüne
serdiniz. Şu dopdolu salona bakıyorum. Yakından, uzaktan bir
gönülle koşup gelenlere bakıyorum. İlimizin Sayın
Valisinden, uzaktaki oğullarıma, torunlarıma kadar hep
buradalar. Eşine çok az rastlanan bir toplantı bu. Kardeşim,
yakın arkadaşım, bir kültür adamı olarak tanıdığım. Konaklı
diye adlandırdığım Bedrettin Keleştimur konuştular. Sayın
Valim konuştular. Hak etmediğim şeyleri söylediler
hakkımda.işte şurada 50 yıllık eşim, hayat arkadaşım Zehra
Kacar, yanında bu toplantı için Ankara’dan koşup gelen
veteriner hekim kızım Aynur Dehni, damadım veteriner hekim
Necdet Dehni, yine Ankara’dan koşup gelen öğretmen kızım
Aycan Akgün ve damadım makina mühendisi Uğur Akgün,
torunlarım Biriz, Deniz, Anıl, Beril, büyük oğlum Baycan
Kacar ve çocukları Bayşen ile Atahan Kacar oturuyor, Devlet
korosunda sanatçı olarak görev yapan gelinim Şengül Kacar’da
bu güzel toplantının sunuculuğunu üstlenerek beni bir başka
mutluluğa boğmuşlardır.
Şu elimdeki kitaba bakınız. Benim için
yayınlanan bir “Armağan” kitabı bu. Günlerce göz nuru
dökülerek hazırlanan bir kitap bu. Gönlüyle, kalemiyle
katılan nice dostların yazıları var bu kitapta. Paha
biçilmez, para ile satın alınmaz bir kitap bu. Şener Bulut
kardeşim başta olmak üzere sanki bulut bulut yağmur inmiş
üzerine sanki. Bereketli rahmet buna derler. Bulutların,
umutların göz nuru dökülmüş üzerine. Altmış yıl öteden beni
alarak yola çıkmışlar. Umut dolu bir kervan gibi yol alarak
bu mutlu akşama getirmişler beni. Bakın şu söz ustalarına,
ses ustalarına, saz ustalarına. Aralarında Lokman’lar var,
Paşa’lar var, Kazazoğlu’lar var, Sönmez’ler var. Bir yanda
Devlet Koromuz ve değerli elemanları, öte yanda Elazığ
Musiki Konservatuarı saz ve söz ustaları, bir güzellikle
bakan başkanları, şefleri var.
Kitapta kalem oynatan nice başlar ve
yıkılmaz taşlar var. İşte uzaktan koşup gelen değerli bilim
adamımız Prof. Kerim Sunguroğlu, oğlu Prof. Kadirhan
Sunguroğlu, ünlü şairimiz, gönül adamı Ali Akbaş,
hemşehrimiz ünlü köşe yazarımız Rahim Er… Gönülleri,
sevdaları ile koşup gelmişler. Bu saygın topluluk karşısında
nasıl heyecan duymaz insan. Nerede ise devrilip yıkılacağım
yerlere. Ayakta zor durabiliyorum. Bağışlayın beni,
bağışlayın yetmişsekizinci yaşını yaşayan bu insanı. Bu
kadar yapılanlar karşısında ezilmemek, burukluk duymamak
mümkün mü? Birlikte bir öğlen yemeğini İzzetpaşa Vakfı’nda
yedik. Belediyemizin Kayabaşı’ında verdiği o güzel akşam
yemeğinde çok hoş anlar yaşadık. İnci inci sözler döküldü
ağızlardan. Çubuk Beyleri, Balak Gazileri bir daha yâd
ettik o güzel Harput’ta. Orada da Lokman Tasalı kardeşimiz,
Nihat Kazazoğlu kardeşimiz, söz ve sesleriyle yepyeni şeyler
sundular. Bir daha, bir daha çınlattılar Kayabaşı’nı.
Öğretmenevinde, Naci Onur kardeşimizin
başkanlığında, Rahim Er kardeşimizin, Kerim Sunguroğlu
ustamızın, Beşir Aşan dostumuzun, gönül ustası Ali Akbaş’ın,
yılların ses ustası Naci Sönmez’in katılımı ile gerçekleşen
o güzel paneli izledikten sonra buraya geldik. 1966’larda
bin güçlükle Halk Eğitimi Merkezi olarak yaptırdığımız bu
güzel binada, böyle bir kutlama töreniyle karşı karşıya
bulunmaktan çok büyük mutluluk duymaktayım. Yazı hayatımın
60. yılında benim için hazırlanan bu Armağan kitaba göz nuru
döken başta Nida Bulut olmak üzere, meslektaşım şair
öğretmen R. Mithat Yılmaz’a, yıllardır bu tür etkinliklere
omuz veren gönül adamı Şener Bulut’a, bir teknik adam olarak
tanıdığımız Öğr. Görevlisi Recep Bağcı’ya, Hasan Özçam’a,
yazı yazdığım Nurhak Gazetesi’nin sahibi sevgili Rıdvan
Kaya’ya, bugüne kadar yapılmış tüm etkinliklerde büyük
katkısı bulunan değerli insan Bedrettin Keleştimur’a, her
etkinliğe bir gönülle katılan sevgili Mustafa Öz’e, kitabın
yayınlanmasına katkı sağlayan, Ticaret ve Sanayi Odası
Başkanı Sayın Suat Öztürk’e, Sayın Talat Akgün’e, oğlu
sevgili Metin Akgün’e Bilgin Elektrik’ten sevgili Murat
Bilgin’e, Yılmaz Ticaret’in sahibi sevgili Şemsettin
Yılmaz’a, yakın dostum ve kirvem Nihat Aydın ile oğlu Hasan
Aydın’a, Sayın Tuncay Gençoğlu’na, yakınımız sevgili Mehmet
Kuzu’ya, gene yakınımız Mustafa Aytaç Öner’e, Sayın Hasan
Ciğerci’ye huzurunuzda teşekkür ediyor, sevgi saygılarımı
sunuyorum. Gerçekten hiç ummadığım ve beklemediğim bir
değerlendirme programı ile karşı karşıya kaldık.
Siz değerli izleyenlar, zahmet edip
uzaktan gelenler, siz insanca değerleri, unutmazlığı bir
incelikle ortaya koyanlar, siz gerçek gönül dostları, beni
gerçekten bir mutluluğun içine ittiniz. Altmış yıllık bir
geçmişimi geriye getirerek gözler önüne serdiniz. Bana
yeniden beni verdiniz. Siz, sizler, çok aziz, çok değerli
insanlarsınız. En içten duygularla sizleri selâmlıyor,
saygılar sunuyorum. Diliyorum, bu programlar burada
bitmesin, daha nice Şükrü Kacar’lar, Yunusça, Mevlânaca,
Yesevice yaşatılıp dile getirilsinler. Gelecekteki
aydınlıklar, mutluluklar hep sizinle olsun.
Bir şey daha var, bir gerçek daha var
ortada. Kimdi beni ben yapanlar? Beni bir incelikle
yetiştirip bugünlere getirenler. Bu mutluluğu bana ve
cümlemize yaşatanlar. Başta babam Ahmet Kacar ve annem
Safiye Kacar’ı rahmet ve minnet duygularımla anmak
istiyorum. Bugün hepsi rahmete erişmiş olan değerli
öğretmenlerimi şükranla yad etmek istiyorum.
Siz, siz kaldıkça,
alevlenen, tutuşturulan kültür ateşleri hiç sönmesin.
Aydınlansın insanlık dünyamız. Her yeni gün, bir başka şey
getirsin aydınlık dünyamıza.
ŞÜKRÜ KACAR
‘IN ŞİİRLERİ
ANILARA YÜKLEDİM
DUYGULARIMI
HASAR BABA
Dumanlar bürümüş yüce başını
Gelene geçene meydan okursun
Sökemez kimseler bir tek
taşını
Gelene geçene meydan okursun
Munzur Baba nazar eylemiş sana
Cevizin verirdi dehşet insana
Suyunu içerler hep kana kana
Gelene geçene meydan okursun
Söktüler cevizi sular fışkırdı
Beterdi dalları rekorlar kırdı
Son nefeste Munzur Baba
haykırdı
Gelene geçene meydan okursun
Munzur’un suyuna benzer suyun
var
Her yanı vurur bir hafifçe
rüzgâr
Vereceksin bilmem ne zaman
karar
Gelene geçene meydan okursun
Çıkabilsem şöyle yüce başına
Sürsem ellerimi yaşlı taşına
Ezelden vurgunum karakaşına
Gelene geçene meydan okursun
Baharda açar her çiçeğin senin
Dağ dağ uçuşur her meleğin
senin
Yar olmak herkese dileğin
senin
Gelene geçene meydan okursun
Kış olunca başka çekersin bizi
Keklikler uçuşur dizi ve dizi
Görmezsin uzayan koca denizi
Gelene geçene meydan okursun
13 Ağustos 2007
BİR KUTLU YOLCULUK
( Miraç Kandili
dolayısıyla)
Yolculuk değil, bir yükselişti
bu
Tanrı, hiçbir kuluna nasip
etmemişti
Böyle kutlu bir yolculuğu
Mescidi Haram’dan, Mescid-i
Aksa’ya
Ne güzel
Ne anlamlı bir yolculuk
başlamıştı
Yüce Allah
Sevgili Resûlü’ne
Eşsiz bir uçuştur bağışlamıştı
Miraç Kandili, bunun için
güzel
Bunun için mübarek bir gündü
Cenabı Hak
Başka bir kuluna nasip
etmemişti bunu
Elbet dalgalanacak
Elbette unutulmayacak bir sunu
Böyle bir günde
Ne mesajlar alıyoruz, dosttan,
arkadaştan
Sanki bir mübarek su
fışkırıyor
Zemzem misali
Her kayadan, her taştan
Tanrı katına yükselmek
Tanrı ile buluşmak
Gönül gönül dolmak
Gönül gönül taşmak
Böyle bir oluşa
Ol güzel duygularla
Nasıl dolmaz
Nasıl dolup dolup boşalmayız
10 Ağustos 2007
SEVGİ GENE SEVGİ
Sevgi sevgi ile çoğalır
Paylaşmakla bitmez sevgi
Sevgi üstüne kurulur
Her yeni hayat
Sevgisiz çöker her şey
Her şey olur berbat
Sen seveceksin
Ben seveceğim
Herkes sevecek
Sevginin güvendiği yerde
Gör ne tür güller bitecek
Baba diyeceksin
Ana diyeceksin
Kardeş diyeceksin
Yar diyeceksin
Sevgi üstüne
Sevgiler öreceksin
Açacak güller
Bülbüller ötecek
Sen ve ben
Yürüyeceğiz sevgi üstüne
Göreceksin
Ne güzel tütecek
Dumanı bacaların
Yürek yürek atacak
Bir başka canlanacak
Evi barkı insanların
Ses verecek sevenler
Sevilenler
Pay alacak bundan
Bütün gelenler
Ve de gidenler
Gör nasıl bir ses verecek
cümle sevgiler
Her dem sevgi diyenler
6 Ağustos 2007
AL DANMA GÜZELİM
Aldanma güzelim, herşeye
aldanma
Bilmezsin eloğlu ne şeyler
çevirir
Ömürdür bu, böyle gelir, böyle
geçer
Aldanma güzelim herşeye
aldanma
Bilmezsin gurbette çekilen çok
şeyi
Yığılır dertler bir bir nasıl
üst üste
Hani güdemezsin derler bu
deveyi
Gerçeği anlamak zordur her
dönüşte
Sarsılsa dünyamız, şaşırır
kalırız
Her olup bitenden, ne dersler
alırız
Hayat bu, sıkışıp altlarda
kalmak zor
Geçmezsek engeli nasıl
ufalırız
Söyle nasıl olur, bu sevdanın
sonu
İstemezsen bile, açılır her
konu
Derde deva elbet bulunur
dünyada
Bir yakalasam, gör ne yaparım
onu
Dağların başında ne rüzgârlar
eser
İstemesen bile ne nefesler
keser
Bunlara aldanmak, felaket
getirir
Bilki her olanda, herkes sana
küser
Tarasam dünyayı, eşini bulamam
Bir gün olsun, gelip yanında
kalamam
Felek nasıl vurur, bilmemki
insanı
İnandım hayattan hiçbir tat
alamam
BEN MUSTAFA KEMAL’İM
Ben Mustafa Kemal’im
Ne dedim
Bağımsızlık
Karakterimdir benim
Asker Mustafa Kemal
Kumandan Mustafa Kemal
Devlet adamı Mustafa Kemal
derler bana
Göz açtırmadım
Hiçbir cephede düşmana
Sarı saçlı
Gök bakışlı kumandan olarak da
bilinirim
Görmesem uzakları
Bir başka bakmasam yakınlara
Ötekiler gibi
Ben de yok olur silinirim
İlk kez Anafartalar’da doğdum
Samsun’larda ülkeme ışık oldum
“Ya İstiklâl, Ya ölüm” diyerek
Çıktım yola
Haberler saldım sağa sola
İnananlar peşimden geldi
Anadolu bir başka sevda olup
Nice yürekleri deldi
Ben Mustafa Kemal’im
Kurtuluş ve bağımsızlık
Oldu her zaman idealim
Size çok şeyler bıraktım
Yürüyün yolumdan dedim
Sonsuza dek sürecek
Bir Cumhuriyetin
Kurtuluş ışığını yaktım
“Gençler” dedim
“Öğretmenler” dedim
Emanet ettim Cumhuriyeti
sizlere
Damarlarınızdaki soylu kana
Peşimden gelecek siz yiğit
insanlara
Güvendim
Bilir bütün dünya beni
Ama
Sadece siz bilin yeter
Sakın ha
Gaflete dalmayın
Her size sokulanı dost
sanmayın
Geçmişte çok şeylere aldandık
Her yaklaşanı
Bize dost olacak sandık
Vurdular
Hep arkamızdan vurdular bizi
Gün geldi
Bir lokma ekmeğe
Muhtaç ettiler ülkemizi
Ben Mustafa Kemal’im
Sizler ise
Sayısız Mustafa Kemallersiniz
“Bir Türk cihana bedel”
demiştim
Sizlere
Bu soylu ulusuma güvenmiştim
İnanıyorum sizlere
Arkamdan koşup geleceklere
inanıyorum
Cumhuriyeti biz kurduk
Sizler yaşatacaksınız
Şu “Bağımsızlık ilkesini”
Her zaman baş tacı
yapacaksınız
5 Ağustos 2007
OLMUYOR
Güneşi kovalamak pek kolay
olmuyor
Sabah, akşam koşmak gerekiyor
peşinde
Unutma, sırada ay ve yıldızlar
da var
Şu uslanmaz gönlüm, bir
başkaca doymuyor
Nereden baksam nasıl
şahlanıyor gönlüm
Tutuşmuş orman gibi dağlanıyor
gönlüm
Neden bu kadar zalim olur şu
insanlar
Gördükçe bunu, nasıl
bağlanıyor gönlüm
Bilmem sevgili yârim, daha
neler bekler
Boşa mı gitti onca verilen
emekler
Düşler gördüm peşpeşe, yıkıp
geçen düşler
Gör bunların her biri, bir
başka dert ekler
Güneşi yakalamak pek kolay
olmuyor
Her sevenle gönüller boşalıp
dolmuyor
Sorarsan her birinde bir başka
hikmet var
Ekilen şu çiçekler, nedense
solmuyor
4 Ağustos 2007
DUR BE KARDEŞİM
Yaradan, bizleri insan
yaratmış
Çoğunu iyiler safına katmış
Âdem’i cennetten boşa mı atmış
Hepimiz insanız, dur be
kardeşim
Yolundan sapanı şeytan biliriz
Durup, dururken hep boşa
geliriz
Çok zaman bir cana, bin can
veririz
Hepimiz insanız, dur be
kardeşim
Şu insan insanı nasıl boğazlar
Bitecek elbette içteki
yobazlar
Gülecek bunlara ördekler
kazlar
Hepimiz insanız, dur be
kardeşim
Ülkeyi nasıl bu hale getirdik
Düşünmeden daha neleri yedik
İnsan öldürmeği yiğitlik
bildik
Hepimiz insanız, dur be
kardeşim
Biliriz çokları istemez bizi
Susturmak isterler hep
sesimizi
Kışlak yaptılar şu hür
ülkemizi
Hepimiz insanız, dur be
kardeşim
Adımızdan bile ürker dururlar
İçten içten bizi nasıl
vururlar
Her yanımız sanki çelikten
surlar
Hepimiz insanız, dur be
kardeşim
Nasıl inanırız her yalan söze
Bir başka gözle bakıyorlar
bize
Kulak veren yok, çıkan
sesimize
Hepimiz insanız, dur be
kardeşim
Kendimize dönmek, kurtuluş
yolu
Böyle kurtulmadı mı Anadolu
Düşünmek gerekir her tür yolu
Hepimiz insanız, dur be
kardeşim
Şu Kutlu haftada olmazdı
bunlar
Tüketecek bizi bu acı sonlar
Kefenleri olsun gömlekler
donlar
Hepimiz İnsanız, dur be
kardeşim
20 Nisan 2007
ANLAT
Anlat bana
Seni
Beni
Canlıyı
Cansızı
Yaradanı anlat
Yürü
Allah’a giden yolda yürü
Tek de olsan
Yalnız da kalsan
Ayrılma
Ayrılmaya kalkışma
Sakın bu yoldan
Buyruğu var
Yaradan’ın
Hep doğru yoldan yürüyeceksin
Uymayacaksın şeytana
Yaradan’ı
Her an yanında bileceksin
Bir bak
Neler neler yaratmış senin
için
Her yaratığın üstünde tutmuş
seni
Bilmemiş, insanoğlu
Ne çok şey unutmuş
Âdem baba bile yanlış yapmış
Aldanmış şeytanın dediklerine
Bir an için
O da doğru yoldan sapmış
Sen Âdem olamazsın
Onun gibi yükselemezsin Tanrı
katına
Senin görevin
Kulluğunu iyi yapmak
Bırakmak bir yana kötülükleri
Hak’a inanmak
Hak’a tapmak
16 Aralık 2007
KACAR’DAN HOZAKPUR’A
( Dayıhan Kardeşime)
Aktoprakların yiğit erkeği
Bilirim yufka olur yüreği
Her biri sanki bir göz bebeği
Bitmez saygısı yiğit insanın
Saygı göstermek yakışır sana
Çok şeyler kazandırır insan
insana
Dolarım nasıl bunlardan yana
Solmaz yazgısı yiğit insanın
Nasıl da durmaz bakar gözlerim
Hoşa gitmez mi tatlı sözlerim
Sendeki özü ben de özlerim
Olmaz kaygısı yiğit insanın
Yazıdan önce yürek gerekir
Yiğit olana bilek gerekir
Kayık binene kürek gerekir
Olmaz askısı yiğit insanın
Bellek dediğin, Allah vergisi
Hozakpur, Kacar, gizler
dergisi
Sorarsan yoktur başka yergisi
Olmaz baskısı yiğit insanın
Hava sendedir, ama atmazsın
Sen havacısın, çalım satmazsın
Karda soğukta bile yatmazsın
Tutmaz sancısı yiğit insanın
Burada bitsin sözümüz artık
Böylece dursun özümüz artık
Kararmasın hiç yüzümüz artık
Dik durur hancısı yiğit
insanın
18 Aralık 2007
ARKA SOKAK
Sen
Arka sokaklarda neler döner
Ne entrikalar çevrilir
Bilir misin Şakir
Oralar
Bir izbe karanlıktır
Ne güneş iner
Ne de ay vurur o solan
benizlere
Herkes bir başka yandan vurur
götürür
Her kafadan bir ses çıkar
O babalar yok mu o babalar
Gör düdüğünü nasıl öttürür
Şakir
Kirli ellerde
Kirli kalemler
Gör
Ne tür şeyler yazar çizer
Bir karanlık dünyada
Yaşıyor gibi oluruz
Bilenden
Bilmeyenden çok şeyler sorulur
Bilmeyiz
Hangi hallerde durulur
Şu akan çaylar
Çağlayan dereler
Bir bakarsın
Gecenin koyu karanlığında
Gene ne ocaklar sönmüştür
Giz dünyalarında
Bir gör bak
Ne tür çıkarlar geri dönmüştür
Arka sokaklarda
İnsanlar soyulur
Bankalar soyulur
Çok kez de devletler soyulur
Gerekirse topraklar satılır
Satılan topraklarda
Gökdelenler
Ne tür köşkler kurulur
Sorma Şakir
Bir tadı da kalmadı şu fani
dünyanın
Devlet Baba’yı bile tahtından
ettiler
Küçülttüler, küçülttüler
Haydi, sen eskidin
Git dediler
Bilmezsin
Şu açık kapılardan
Ne tür insanlar girer
Ne tür insanlar çıkar
Yıkar
Sevgili Şakir
Bunlar çok şeyleri yıkar
Döner döner
Bir de
Ceplere uzanan elleri yakar
Her şey açıkta iken
Bir de döner öküz altında
buzağı ararlar
İşte böyle Şakir
Deme, “ Bu halimiz nedir
bizim…”
Kocaman
Kos kocaman suç işlersin
Günahlar bulut bulut iner
üstüne
Bir daha alır başını
Kim bilir nerelere gidersin…
NEREDESİN YÜCE ATATÜRK
Gök bakışlı, şimşek çakışlı
Paşam
Sensiz hiç de iyi geçmiyor
yaşam
Gözlerimiz hep sende.
Ama şimdi sen çok
uzaklardasın.
Belki Samsun’da
Belki de Anafartalar’dasın.
Biliyorum
Hep bizi gözetliyorsun
Üzülüyorsun bu gülünç halimize
Nasıl da üzülüyorsun…
Bugün gene 10 Kasım
Gene kara günlerden biri
Bayraklar bir daha yarıya
inmiş
Sinmiş
Atatürk sevgisi
Nasıl da içimize sinmiş
Artık ne Samsun’a yol alan
Bir gemi var
Ne de öyle sertçe
Yiğitçe esiyor rüzgâr
Denizler kaptı bulutları
elimizden
Sen yoksun ya
Bir şeylerde gelmiyor
elimizden
Zor
Ayaklarımız üzerinde durmak
çok zor
Siyah kapaklı
Gök bakışlı Paşam
Bu korkakça
Bu sinsice duruşlar
Gör içimize nasıl kor
Oyun üstüne gene oyun
SEVR gene masa üstüne konmuş
Solmuş o güzel çiçeklerin
Bir bir uçup gitmiş ak
güvercinler
Bak gör
Yüreksizler
Esen soğuk rüzgârlarda
Nasıl da donmuş
Kim bilir
Şu anda belki Kocatepe’de
Belki Dumlupınar
İzmir’desin
Alıp götürse de rüzgârlar
hızını
Gene de duyuluyor sesin
Çok değil
Birkaç gün önce gene
Anıtkabir’deydik
O coşku
O heyecanla
Karşında nasıl da duruyorduk
dimdik
Varsın yarıya insin bayraklar
Sen yine o tür içimizde
yaşıyorsun
Geçtikçe aradan zaman
Sen bir başka devleşiyor
Çağ üstüne çağ aşıyorsun
Sen büyük ATA
Büyük Atatürk
Gene huzurundayız
Sana övgüler
Sana rahmetler yağdırıyoruz
Büyük küçük…
Sen
Damarlarımızda atan kan
İçimizde yanan ateşsin
Sen bulutlardan çok öte
Bizleri her an ısıtan
Aydınlatan güneşsin
Yolun yolumuz
İlkelerin bir canlılıkla sürüp
duracak
Onlar vurdukça
Yaptıkların daha güçleşecek
Cumhuriyet daha çok yaşayacak…
NASIL GELDİK
Bak güzelim
Bıraktık baharı, yazı
Bir anlaşılmaz güze geldik
Yaşadık nice güçlükleri
Geçerek yüce yüce dağlardan
Kolay gezilir
Suları içilir
Bir ovaya, düze geldik
Nasıl tuttular
Haince vurdular
Üstelik aşağılayıp soydular
Ne ana dediler
Ne baba
Hayâsızca hanelere bile
girdiler
Kaybettik çok değerlerimizi
Bir bardak suda
Ne hoş boğmak istediler bizi
Gene de attık bir diziye
kötülükleri
Boğulmadan karanlıkta
Bir aydınlığa
Bir taşınabilir öze geldik
Bilmeyiz kötü söylemeyi
Küfretmeyi bilmeyiz
Hep bize yakışanı yaparız
Biliriz
Soylu bir geçmişimiz var
Söylenecek bir tatlı söze
geldik
Tutup koparmak istediler
Girdiler ta içimize kadar
Ne var, ne yok
Tümünü alıp götürmeğe
çalıştılar
Gene de kopamadık özümüzden
Vazgeçemedik
Bizim için şehit düşenlere
Verdiğimiz sözümüzden
Dirildik
Bir daha
Bir daha
Şahlanıp dirildik
Sonunda gene biz bize geldik
02. 08. 2007
VIZ GELİR
Seninle hoş gelir her çile
bana
Ezelden vurgunum bilesin sana
Düşünmem asla senden gayrısını
Güzelsin değersin koca cihana
Bağışla sevgini, coşsun
yüreğim
Sanadır Tanrı’dan her tür
dileğim
Nazını yıllardır çeker dururum
Bilmemki murada nasıl ereyim
Bir seslensem koca dağlar
iniler
Görsen nasıl ağlar kalan
diriler
Özlemin bitirir, tüketir beni
Sensiz el uzatmaz asla biriler
Gözyaşı dökeni bilmezsin asla
Kimler eridi de gitti bu yasla
Dilerim ayrılık fazla sürmesin
Su bile vermezler bir bakır
tasla
Uzat şu elini bir daha bana
Dünyamı vereyim gerçekten sana
Vız gelir bilesin tüm
yapılanlar
Gel açılalım bir daha cihana
1 Ağustos 2007
GEL KÖYE GİDELİM
Şehir neyimize bizim
Gel birlikte köye gidelim
Bırakmak olmaz baba ocağını
Gel birlikte köye gidelim
Anadolu bizim yurdumuz
Budunumuz burada otağ kurmuş
Kurumuş Orta Asya çölleri
Gelmiş atalarımız burada
durmuş
Şimdi gidecek başka yer de yok
Yok, ediyoruz yeşili her gün
biraz daha
Topraklar akıp akıp denizlere
gidiyor
Bilmem kim, bize zarar
verenler
Ülkeyi çöle çevirmek
isteyenler
Bu yaz da yandı birçok
ormanlar
Acıma duygumuz tümden yok
olmuş
Hainler
Nasıl da gelmiş
Bu ormanlarda otağ kurmuş
Gel birlikte köye dönelim
Sevelim
Sevdirelim
Köye bir başka gönül verelim
Nerede
O “ Ormanımdan dal kesenin
Kellesini keserim.”
Diyen Fatih’ler
Kıyıdan köşeden
Nasıl da yakıp yok ediyorlar
Bu acımasızlar, hainler
Orman kadar
Bize de zarar veriyorlar…
ELAZIĞ
Taşına, toprağına kurban
olduğum
Özlemiyle kavrulup, solup
solduğum
Harput, Hazar’ıyla dolup
dolduğum
Ülkemin güzeli Elazığ merhaba
Harput’u sorarsan çok eskide
kalmış
Yıkılmış her tarafı, dertlere
salmış
Sevenleri sanki bir gaflete
dalmış
Ülkemin güzeli Elazığ merhaba
Şöhretin yayılmış her yanında
yurdun
Girdin gönüllere ne saraylar
kurdun
Herkesi bir başka kucaklayıp
durdun
Ülkemin güzeli Elazığ merhaba
Dünyalara değişmem bir tek
taşını
Bulamam hiçbir yerde
Kayabaşı’nı
Harput anlatır senin taze
yaşını
Ülkemin güzeli Elazığ merhaba
25 Kasım 2007
AĞLAMA GÖNÜL
Bir dağsın
Bir engin ummansın
Ağlama gönül
Ben senin için
Sen benim için yanansın
Dökülür gözyaşlarım
Yüreğim hep öyle yanar
Sen istediğin kadar çırpın
İstediğin kadar yan
Şu bendeki ben
Durmaz
Hep seni arar
Bir çöldür önümde uzanan
Bir ateştir
Durmadan içimde yanan
Kaç kez vurdun derinden beni
Kaç kez elimden kaçırdım seni
Kâh ışık oldun
İçimde yandın
Kâh kaçırdın uykumu
Öfke sınırıma dayandın
Gözlerimin önünde
Kâh bir seraba döndün
Daldın karanlığına
Şu uzayan gecelerin
Neden neden
Ben daha ölmeden
Benden çok erken öldün
Güller
Nasıl da selam durdu bir bir
Ah, anlamaz dertli gönül
Diril bir kez daha
Gel
Gel de şu karanlık içime gir
23 Temmuz 2006
YANGIN
Bir kıvılcım
Ve de tutuşan orman
Günlerdir ormanlar yanıyor
Kanıyor şu yufkacık yüreğim
kanıyor
İnsanlarım
Bizi sevmeyen
Yabancılara kanıyor
Çıtır çıtır
Yanıyor ormanlar
Kimi yaş döküyor
Kimi gülüp
Nasıl eğleniyor
Kimi deryadan atılmış
Kimi başkalarına satılmış
Sevgi yok
Sevme yok
Sadece yakıp yıkıp yok
ediyorlar
Belki de bilmeden
Büyük bir günaha giriyorlar
Ağaç can demek
Ağaç
Sevgi
Barış
Vatan demek
Ah bir bilsek bunu
Yangın olmazdı
Bizim için çekilmez bir konu
29 Ağustos 2006
SEN YARSIN
Sen yarsın
Sevdasın
İçimde tutuşan
İçimde yanansın
Bir ateşsin
Düştün içime
Kararttın gözlerimi
Soktun bir başka biçime
Tut ki gözümde yaş
Gövdemde baş olacaksın
Atacaksın bir yana
Her tür acıyı
Ocağımda tüten duman
Gözüm üstünde kaş olacaksın
Gül gibi kokacak
Bülbül gibi şakıyacaksın
Saracaksın tek tek yaralarımı
Öncede
Sonrada
En büyük tesellim
Her derdime ilâç olacaksın
11 Haziran 2006
SESSİZCE GELEN ÖLÜM
Gün dediler
Güne yazdılar
Tuttular tabutunun ucundan
Hiç bilinmez bir yere
Mezarını kazdılar
Henüz çok gençti
Daha yeni yeni
Tutacaktı yaşamın bir ucundan
Talih yar olmazsa
Nice fırsatlar kaçar
İnsanın tutmaz avucundan
Gün dediler
Tuttular günü geceye yazdılar
Güneş
Yavaştan yavaştan
Büründü gecenin karanlığına
Ay ve de yıldızlar
Esirgemediler ışıklarını
O anlığına
Sonuçta
O uğursuz akşam
Nasıl da çöküp gitmişti bir
yaşam
Yüzler gülmüyor
Diller söylemiyor
Islak gözlerden
Nasıl da yaşlar dökülüyordu
Bir karanlık akşamda
Tutmuyor ayaklar
Beller bükülüyordu
17 Temmuz 2006
TALİHSİZ KADIN
Kentten çok uzakta
Bir dağ köyünde doğmuştun
Daha 14 yaşındaydın
Erken
Çok erken evlendirdiler seni
Önce bir kız çocuğu
Sonra da
Bir oğlan getirdin dünyaya
Seviyordun
Ve de seviliyordun
Ancak talih kuşu
Hiç de öyle gülmüyordu yüzüne
Daha o yaşta
Bir ince hastalığa tutulmuştun
Her geçen günde
Biraz daha eriyor
Biraz daha tükeniyordun
Gele gele
22 Yaşına gelmiştin
Bir soğuk günün
İlk şafağında
Herkese veda etmiştin
Arkadan çok ağlayan
Çok da yas tutanın olmuştu
Daha ilkbaharındaydın yaşamın
Bu kadar erken gitmek mi
olurdu
Talih böyle yazmıştı yazgını
Bir yerde
Sen kurtulmuştun bu çileli
yaşamdan
Ama eşin
Çocukların
Yıllarca yas tuttu
Yıllarca unutmadılar seni
Keşke böyle bir yazgının
Bahtsız kurbanı olmasaydın
Keşke o yaşta
O iki yavruyu yetim
bırakmasaydın
KIZILCIK
Sen
Gönlümün tek ilâcı
Büyümeyen
Hep öyle kalan kızılcık ağacı
Dikileli kaç yıl oldun
Hiç de ısınamadın bu toprağa
Kentteki bahçede de aynı
Serencamı yaşamıştın
Belliki burada da
Ceviz ağacı
Erik ve servi arasında
Sıkışıp kalmışsın
Birçokları gibi
Sen de bu çokluktan
bunalmışsın
Yeşilden kırmızıya
Döner durur meyvelerin
Dudaklara bir başka tat
verirsin
Ekşilikten
Gör dilimizi nasıl titretirsin
Yeşil ve de kırmızı
Bu renkler nasıl da yakışıyor
sana
Reçelinle
Bir başka güzellik veriyorsun
insana
Hadi gül oyna
Biraz da senin sesin duyulsun
Şu kuşlar
Şu sincaplar
Biraz da senin güzelliğine
vurulsun
Hadi kızılcık
Bir tatlıca ses ver bize
Şu eriğe
Şu cevize de can gelsin azıcık
KURBAĞA
Bahçemde
Gece gündüz öten duran bir
kurbağa
Suda görürüm onu
Toprak üzerinde görürüm onu
Bu bir yeşil kurbağa
Ark boyu uzayıp gider
Bıraktığı yosunlar
Kimselere
Pek yetmez de gücü
Yılanlar yutar
Başkalarına yem olur
Pek zararı da yoktur
kurbağanın
Sadece sesini duyarsınız
Geceleri
Nasıl da dalga dalga
Yükselir bu güzel sesler
Ne cırcır böceği
Ne de baykuş
Sesine de benzemez kurbağanın
sesi
Durup bir güzelce dinlersiniz
SEVGİLİM
Bir güzel bakış
Bir tebessüm bekliyorum senden
Bilmiyorum
Neden uzak kaçıyorsun benden
Bak şu güle
Şu titrek titrek öten bülbüle
bak
Bahçemin bile keyfi kaçmış
Bir başka renge bürünmüş
yeşiller
Çoktandır
Acı haberler vermiyor
baykuşlar
Çoktandır
Aşılmıyor o inişli çıkışlı
yokuşlar
Yaz, nasıl da alıp götürmüş
Kırda bayırdaki güzellikleri
Bakıyorum
Dağlar
Ovalar hepsi de sarıya
bürünmüş
Sen gene öyle ilgisiz
Gene öyle kırgın duruyorsun
Bir bak şu halime benim
Beni sanki içimden vuruyorsun
Ne gül dalında koncaya
Ne de dağ yolunda yoncaya
benziyoruz
Arttıkça dolu dolu özlemler
Bilmeden
Düşünmeden
Ne çok
Güzel duyguları eziyoruz
15 Temmuz 2006
BEN, SEN, O
Bakıyorum şu yaşama
Ben, sen, o
O, ben ve de sen
Zaman içinde
Nasıl da dönüp duruyor
Herkese meydan okuyan
Şu eskimek bilmeyen değirmen
Dönüyor
Dünya dönüyor
Dönmeyen
Bir tek sen, o
Bir de ben
Yaşam
İnişlerle
Yokuşlarla dolu
Bilmem kaç zamanda
Nasıl bulacağız
Önümüzde uzayan, yolu
Sen koşacaksın
O koşacak
Ben koşacağım
Neden sonra
Seçeceğiz
Hem sağı
Hem solu
Yıldızlar aydan
Ay dünyadan uzak
Güneş gene öyle pırıl pırıl
Bir yük sanki
Üzerimizde gökyüzü
Hiç biri sarmıyor
Bir güzelce gözümüzü
Sen, ben, o
Bir başkası girmesin aramıza
Dert büyük
Kim neler saracak yaramıza
SAKIN DOKUNMAYIN
Bu Yunus
Bu Veysel
Bu da bizim Nimri Dede
Sakın dokunmayın
Herkes bir başka çöküntü
içinde
Bilmem
Kimler kimlere yardım ede
Her biri
Bir başka sevdayı kucaklamış
Yıllar almış
Nasıl da günleri elimizden
Zor günler
Acılı günler
Bir bir geçip gitmiş
Kimlerin almış elinden aşını
Yunus başka
Veysel başka
Nimri Dede başka seslenmiş
Bir bir sararıp durmuş
Şu açan kır çiçekleri
Koncalar başka
Gelincikler bir başka tür
Saçmış kokularını
Nasıl da uzanmış yâre giden
yollar
Aşk rüzgârı bir başka vurmuş
Sevenler oturmuş bir pınar
başına
Herkes kendince
Bir başka düşleri kurmuş
Kimileri yar
Kimileri bir başka diyar
demişler
Karışmış öyküler öylesine
biribirine
Bazen da tersine dönmüş her
şey
Bu kez çokları
Kendi inançlarını yemişler
YALNIZLIK
Gene köydeyim
Yalnızım
Sanki bir gecede
Sessizce akan
Gökteki yıldızım
Güneş süzülüp gitmiş
Daha akşamdan kaybolup gitmiş
ay
Sadece yıldızlar
Bir başka çarpıyor gözüme
Hanım da uyuyor öyle sessizce
Derinden
Çok derinden
Bir kuş sesi duyuyorum
Gözlerim gene öyle kapalı
Bilmem
Ben ne tür düşler görüyorum
Yalnızlık
Bir kuru bela
Sarılmış bir kez yakamıza
Kaldırıp atmak çok zor
Gör bak
Bu yalnızlık insana nasıl kor
BAHÇEMDE ÖTEN KUŞ
Güzel kuş
Canım kuş
Durmadan seni dinlerim
Bilmem ne telden çalar
Ne dilden söylersin
Bazan beni de coşturur
Bazan da ezer geçersin
Bakmazsın
Güneşin doğuşuna
Batışına
Gün boyu
Söyler eğlenirsin
Sen güzel kuş
Bazan üzer
Bazan da sevindirirsin
Ne kanadın kırık
Ne de yaralısın
Ne kanaryaya benzersin
Ne de bülbüle
Pek garip de değil
Biliyorum
Buralısın
Sevmem ötüşünü baykuşun
Her ötüşünde
Bir başka felaket getirir
Viraneye çevirir
Her yanı
İnsanı bir güzelce yer bitirir
Haydi, güzel kuş
Canım kuş
Dikilmesin önümüze
Ne iniş
Ne de yokuş
Bir düzen sürüp gitsin
hayatımız
Senin gibi uçamayız
Yok, çünkü kanadımız
AN BE AN
Gecenin
Bir bilinmez saatinde
Gözlerim seni arıyor
Sevgilim
Nemli gözlerim
Nasıl ıslanıyor bilmezsin
Ömür dediğin ne ki
Bir bir akıp gidiyor günler
Şu koku saçan güle
Bir de öten bülbüle bak
Ay daha akşamdan doğmuş
Kaybolmuş güneş ışıkları
İnsan insana muhtaç
Dünyadır dönüp duruyor
Ölüp gidenler
Umurunda bile değil kimselerin
Ne kanı
Ne de kavgayı umursamıyor
insanlar
Her gün yüzlerce insan ölüp
gidiyor
Herkes bir başka kaygının
peşinde
Doğanın değişmez yasası bu
Sanki birileri
Birilerini yiyor
Her an
Bir ölü kalkıyor aramızdan
Ecelle cebelleşen sürü insan
var
Bakıyoruz dört bir yana
Her an kuduruyor gibi oluyor
Şu trafik denen canavar
Zaman daha neleri ezip
geçmiyor ki
İnsanoğlu yaratıldığına pişman
Birkaç doğuma
Birkaç ölüm
Yerinde şaşırıp kalıyor sanki
insan
HER ÇIRPINIŞIM SENİN İÇİN
Bu toprak benim toprağım
Bu destan benim
Atam
Babam
Soyum sopum
Hep bu yolda gittiler
Hüzün dolu
Kan dolu
Günler yaşadılar
Biri değil
Çoğu bu yolda tükendiler
Bu bayrak benim bayrağım
Ay yıldızım
Nasıl da yakışmış şalına
Bu ağaç benim ağacım
Kimse dokunamaz
Tek dalına
Gölüm
Denizim
Irmağım
Sen nasıl da yücesin
Yükseklerde dalgalanan
Ayyıldızlı bayrağım
Gerekirse
Onlar gibi
Ben de uğrunda öleceğim
Yürek yürek vuruşacak
Bir imanla gömüleceğim
Bu toprak benim toprağım
Bensiz
Sensiz solmayacak
Hiçbir yaprağım
Gerekirse
Dalda açan konca olacağım
Sen ey vatanlar vatanı
Canımla
Kanımla
Senin için vuruşacağım
PAZARLARI PEK SEVMEM
Ben gezmeyi
Çalışmayı severim
O yüzden
Pazar günleri hiç gitmez
hoşuma
Yat
Kalk
Bir türlü ilerlemez saatler
Can sıkılır
Gözler hep bir yerlere bakar
İple çekerim diğer günleri
Ölenler zaten çekip gitmiş
Ölmeyen de
Böyle miskinlikten
Kendi hallerine bürünmüş
Tatil dediğin de
Şöyle böyle hareketli olur
İş günlerinde
Açar güller
Sular durulur da durulur
Ben oturmayı değil
Gezmeyi
Dolaşmayı
Çalışmayı severim
Bir ömür boyu
Pazarlar takılıp kalsa
Düşünmem hiç onu
Döversem
Diğer günlerin kapılarını
döverim
BİLMİYORUM
Bilmiyorum
Bu alaca karanlıkta
Ben neyi gözlüyorum
Neyi seçmek istiyorum
Söylüyorlar
Yıldızlardan öte yıldızlar
varmış
Dinle onları
Kimileri
Yıldızların ötesinde bile
Bir şeyler ararmış
Kulak verme
Çığırtkanların öyle rasgele
bağırışlarına
Uğursuz baykuşları bile
dinleme
Bir bak
Gecelerin ötesinde ne var
Nasıl kapanıyor
Nasıl açılıyor ufuklar
Bilmiyorum
Gecelerin şu sessizliğine ne
denir
Neden uyumaz uykusu kaçan
insanlar
Gecenin bir saatinde
Ansızın çıkıp gelse sevgili
yar
İşte o an
Nasıl da zıplar dururum
keyfimden
Siz varın akan yıldızları
izleyin
Ben hiç de yıkılmak
istemiyorum
Beni benden almak isteyen
Kederimden
DUR KARDEŞİM
Dur kardeşim
Bu topraklar bizim
Kayalar bizim
Taşlar bizim
Uçan kuşlar
Duran başlar bizim
Yok, yıldızlardan uzak
Yolcularsız durak
Irak
Sevgililer birbirinden ırak
Bırak
Buraları bize bırak
Akan dereler bizim
Denizler
Tüm bu yöreler bizim
İnilen
Çıkılan yokuşlar bizim
Her yanda uçuşan kuşlar
Bir düze
Zorlaşan yokuşlar bizim
Bir oktur fırlar yayından
Vazgeçer mi kimseler
Dörtnala koşuşan
Atından tayından
Bakarım dağlara
Bağlara
Onca geçmiş çağlara bakarım
Dur kardeşim
Yakarım
Destursuz bağıma giren herkesi
yakarım
DİNLE BENİ
Ben suyum
Ben uykuyum
Ben
Çok kez ürküten
Ve de kaçıran korkuyum
Ben
Bir başka söyler dururum
türkümü
Dağlar
Taşlar bir başka titreşip
inler önümde
Ben iyilerin iyisi
İçim tertemiz
Kötü ne varsa
Sadece dilimde benim
Küçük demez
Büyük demez
Herkesi bir başka severim
Yürürüm hep iyilikler üzerine
Döversem
Gene şu kendi bahtımı döverim
Renk renk çiçekler
Benim de içimde açar
Dinle dostum
Dinle kardeşim
Şu ruhum yok mu benim
Herkese güzellikler saçar
Yaşam boyu
Hep iyiye
Güzele yürüdüm
Kötünün bile yüzünde
Ne iyiler gördüm
BİR GARİP HANCI
Tut ki bir hancısın sen
Bulutlardan öte
Bir aydınlıkta konaklıyorsun
Duraklıyorsun yollar boyu
Sanki binbir gece masallarında
koşuyor
Sıla türkülerinden
Kulaklarına küpeler takıyorsun
Ah, senin o ahır kokusu
Kebap kokusu olmasaydı
Kim bilir şimdi
Uzayın bir hangi köşesinde
koşuyordun
Şu bağbozumu solukları kadar
Kimi derinliklerle
Kimi yüksekliklerde
Uzanıyor ve de boğuşuyordun
Düşün ki ay daha doğmamış
Her tarafı iyice karanlık
hanın
Kırk Haramiler de henüz
inmemiş konuk
Nefesleniyorsun soluk soluğa
Sen
Ey uçsuz yolların
Talihsiz hancısı
Sen olmasaydın
Nasıl giderilirdi bu uzun
yolların sancısı
YUNUS’ÇA SESLENİŞ
Düşümde Yunus’u gördüm
Ver sevgini bana dedim
Döndü baktı bir yüzüme
Sanki birden sırra erdim
Kalem kalem derdim yazdım
Yunus gibi diyar gezdim
Baktılar şöyle yüzüme
Onlarda kendimi sezdim
Bin düğüm ilmektir bilim
Kimseyi kirletmez dilim
Varsın da konuşsun herkes
Çok kimseyi tutar ellerim
Ateş yanar özde kor kor
Mahşerde hesap vermek zor
Kolay değil Yunus olmak
Var her şeyi aslına sor
İnsan vardır iyi yapar
Kimi eğri yola sapar
Düşün bir kez Yaradan’ı
Dürüst olan ona tapar
Dalda açan gül gibiyim
Öten bir bülbül gibiyim
Bakmayın çökmüş halime
Menekşe sümbül gibiyim
Yağar yağmur, akar seller
Ne güzeldir bizim eller
Gerçek yolu bilen bilir
Anlatmağa yetmez diller
15 Eylül 2007
BİTMEZ HİÇ YAKINMAN SENİN
Sıcak dedik
Kavrulduk bir yaz boyu
Sonunda yaz gitti
Güz geldi
Bastırdı rüzgâr
Sonun da serinlik
Bu kez de
Güzden yakınmağa başladık
Tuttuk bu defa
Yazı değil, güzü taşladık
Sen yok musun sen
Ey Âdemoğlu Âdem
Kuruldun hep bir köşeye
Eleştirdin her şeyi dem dem
Birine sıcak
Birine soğuk dedin
Yedin
Kendince nice şeyleri yedin
Yok, senin kadar
Doyumsuz bir yaratık
Bıktık sendeki bu yakınmaktan
Ne doyuyor
Ne de taş üstüne taş
koyuyorsun
Ne olur kendine gel
Biraz da doyumlu ol artık
5 Eylül 2006
SEN OLMAYINCA
Sensiz yaşamak çok güç
sevgilim
Gözlerim hep seni arıyor
Bilesin uykuyu çoktan unuttum
Bilmem ki bu ayrılık neye
yarıyor
Bırak gözlerini bir yana
Bak yüreğin yüreğimi nasıl
dağlıyor
Ardı ardına akıp gidiyor bir
bir günler
Aksa gitse de zaman
Gör, bu sevda
Bizi nasıl birbirimize
bağlıyor
Şu sıla
Bu gurbet deyip geçmek ne
kadar da zor
Gül, dalında koklanınca bir
başka olur
Sevdalar sevda bağlarında
yoğrulur
Bir düşün aramızda onca
geçenleri
Aşk dediğin şey
Sıcak düştükçe kavrulur
Düşün
Bir sen, bir de ben
Bir de akıp giden zaman
İnsan dediğin bir kuşa benzer
Yürekler nasıl da vurup durur
Sevdaların içimize düştüğü an
GÜZELİM
Bu gece
Düşümde seni gördüm
Gene öyle gülüyor
Bana gülücükler gönderiyordun
Bir yıldız gibiydin
Kâh parlıyor
Kâh akıyordun
Darmadağın olmuştu saçların
Arada bir öpücükler de
gönderiyordun
Tatlıydın
Sanki ışıklarla donanmıştı
güzelliğin
Gözlerin gözlerimde geziyordu
Bilmem bu nasıl sevdaydı
Bakışların
Bakışlarımı eziyordu
Ay güneşe tutkun
Yıldızlar da aya
Bir maviliktir serpilmiş
gökyüzüne
Gecenin gündüze bakışı başka
Gel güzelim
Düşleri de
Bir güzelce dönüştürelim aşka
ÖZELSİN VE DE GÜZELSİN
Sen
Benim için çok özelsin
Çok da güzelsin sevgilim
Al yüreğimden
Bir parça sevgiyi
Ser yerlere çiçek çiçek
Kim bu sevdayı yaşayacak
Kim dayanamayıp
Ateşler içinde yanacak
Sen
Benim için çok özelsin
Çok da güzelsin sevgilim
İçimde sanki bir yanar dağsın
Dudaklarında gene o şarkı
Bir bir çekip gitmiş çokları
Ama sen hâlâ yaşıyor
Hâlâ sağsın
Bir rüzgârdır
Nasıl da çarpıyor
Şu sevgi duvarına
Ötelerde yükselen bir ses
Bir başka tür vuruyor
kulaklarımı
Yaşamak yaşamamak vız geliyor
çok zaman
Yeniden
Aya
Güneşe yükselmek istiyorum
Yıldızlarla pek işim yok benim
Deniz mavisi
Bir gökyüzünde yüzmek
istiyorum
Hem özel
Hem de güzelsin sevgilim
Uzat bir güzelce kokan
ellerini
Diller
Güzel şeyler söylesin senin
için
Yıldız yıldız akmak ne güzel
Sen benim için çok özelsin
çok özel
27. 08. 2006
BUNA DA ŞÜKREDELİM
Bak canım
Güzel kadınım
Bahçede bir sen
Bir de ben varım
Bir de hafiften esen rüzgâr
Sıcak dersen
Nasıl da
Yakıp kavuruyor insanı
Kımıldayan her yapraktan
Sanki bir damla
Kan dökülüyor
Üşüyor
Şu Ağustos ortasında
Buz tutmuş insanlar üşüyor
Ağustos ayı
Öteden beri kan düşen ay
olarak bilinir
Bu aylarda
Ne yerler
Ne ülkeler haritalardan
silinir
İşte Irak
İşte Filistin
Ve işte Lübnan
Gel de bu uygar yapılı
insanlara inan
Suskun
Koca Birleşmiş Milletler
suskun
Başlarında kukladan bir başkan
Siyah yüzlü Annan
Kundakta çocuklar
Yatakta insanlar öldürülüyor
Sürekli haktan adaletten söz
edenlerin
Başları dertten kurtulmuyor
Şu aç
Şu çıplak insanların haline
bak
Bak canım
Bu belalar bizden ne kadar
uzak
Bahçede bir yaprak kımıldasa
Gör içimiz ne denli burkulur
Korkulur kadınım
Bu dünyanın fendlerinden
korkulur
9 Ağustos 2006
BAK YAVRUM
Bak, güzel yavrum, çalışan
yavrum
Küçükten işe alışan yavrum
Bilki çalışan kazanır her an
Aç, susuz kalmaz, didinen
insan
Yurdu, meskeni olan insanın
İçine girmez fendi düşmanın
Bire, birkaç yüz almağa çalış
Bu hızla sürsün, bir koca
yarış
Yoruldum deme, korkmasın gözün
Kazan ki, geçer olsun her
sözün
Unutma, güçlü olan kazanır
Güçlü olanı, çokları tanır
Hayat dediğin, sürer de gider
Aklı olanın bacası tüter
Dilerim yavrum, önde olasın
Çok çok kavrulup, çok çok
dolasın
17. Ağustos. 2006
GÜNLE GELEN
Gene rüzgârlı bir hava
Gene serin serin esen yel
Bulutlar bir bir silinip
gitmiş
Bir o yana
Bir bu yana
Sallanıp duruyor yapraklar
Haydi kuşlar
Biraz daha yükselsin sesiniz
Bu sessizlik kuşku veriyor
bana
Kumrular tümden yasa durmuşlar
Sincaplar gene öyle azgın
Gelip karşımdaki dala
oturmuşlar
Leylekler hiç yok ortada
Köy mü onlara
Onlar mı köye küsmüş
Her gün, her saat
Ötüp duran kurbağalar
Onların da bağrıltıları yok
artık
Evin balkonunda
Gene öyle yalnızım
Hanım ise içeride işlerine
bakıyor
Günler gecelerden suskun
Sadece geçen arabanın geliyor
sesi
Nasıl da etkileniyorum esen
yelden
Öylesine azalmış direncim
Ilık hava bile
Sanki içimi deliyor
Bir bahçedeki yeşilliğe
Bir de
Şu çıplak dağlara bakıyorum
Yeşille çıplaklık arasında
Bilmem nasıl
Bir geçmişi arıyorum
16 Haziran 2006
YIKIL DA GİT KARŞIMDAN
Bak
Güzel sincap
Öyle iki de bir
Karşıma dikilip
Caka satma bana
Daha üç gün önce
Kan döktük
Üç arkadaşınız ölüp gitti
Asılı kaldılar
İki gün öyle havada
Baktıkça içimiz eridi, içimiz
sızladı
Ama siz gene
Bildiğinizi oynamağa
çalıştınız
Ölmek umurunuzda bile değil
Çünkü asalak yaşamaya
alıştınız
Kargaya
Saksağana
Öyle fazla da güvenmeyin
Kediler kuşatmış dört bir
yanınızı
Ölüm sadece kuşlara gelmez
Bazan da kediler yapışır
boğazınıza
Bir anda ne olduğunuzu
Neye uğradığınızı
anlayamazsınız
Kediler de sizin kadar atak
Oyuna getirip
Bir güzelce sollayamazsınız
Haydi, güzel sincaplar
Varın da gidin işinize
Yediğiniz kayısılar
Cevizler
Kurşun olup değmesin dişinize
Gerçi bahçemiz geniş
Gönlümüz
Gözümüz de bir o kadar tok
Ama gene de fazla güvenmeyin
Ona buna
Yollar hem uzun
Hem kısa
Bir bakarsınız gelmişsiniz
sona
İKİ NEHİR
İki nehir
Fırat ve Dicle
İkisi de bu toprakların çocuğu
Bu topraklarda çıkar
Başka topraklara akarlar
Nerede Ağrı etekleri
Nerede Basra Körfezi
Bizdeki bereketi oralara
taşırlar
Uzun bir yolculuktan sonra
Arap topraklarına ulaşırlar
Murat
Karasu
Peri suyu
Munzur
Fırat’ın birer kolu
Keban
Karakaya
Atatürk Barajı ile
Mutluluk duyar Anadolu
Dicle ise bir başka tür uzayıp
gider
Anadolu’dan Basra’lara
selâmlar eder
Çöller ve göller
Nasıl da kucaklar bu iki nehri
Şimdilerde kan kan olmuştur
Bağdat ve Basra şehri
Uzun zamandır Bağdat kan kusar
durur
İnsanlar ölür
İnsanlar lanetler savurur
Yıllardır huzur görmez
Ne kasaba
Ne şehir
Vahşet kokar
Vahşet kusar bu iki nehir
Tarih hiç de hoş anmayacak bu
vahşeti
Bilmem kimler nasıl yazacak
Bu büyük
Bu vahşice ihaneti
15 Eylül 2006
BİRLİKTELİK
Bak Hanım
Canım sultanım
Bu yıl da beraberiz
Bahçede oturmuş
Çevreyi seyrediyoruz
Şu sıcakta
Şehirde olamazdık
Buram buram ter döküp
Tatlıca yaşayamazdık
Ne sen dayanırdın sıcağa
Ne de ben
Açmasak pencereleri
Terden boğulacağız
Açınca da
Ceryan yapacak
Derin derin soluyacağız
İki dudak arasında
Bir yaşamak
Bir de ölmek
Bir de veda etmeden
Eşe dosta
Kalkıp toprağa gömülmek
Bu bize göre değil Hanım
Bak şehirde herkes
Yanıp tutuşurken
Biz balkonda
Nasıl da rahat oturuyoruz
Bir yanda gül kokusu
Öte yanda kuş sesleri
Bülbülce şakıyıp
Ne güzel öyküler tutturuyoruz
Hava temiz
Su temiz
Bozmazlarsa huzurumuzu
Ne güzel olur ülkemiz
16 Haziran 2006
NE OLUR
Ne olur
Küsmeyin
Darılmayın bana
Ben
Bir uzun geçmişin içindeki
Soyumu
Sopumu arıyorum
İnce uzun bir yoldayım
Zor geçmişe uzanmak
Geçmişte kaybolanları arayıp
bulmak
Gün değil
Ay değil
Yıllardır bunun peşindeyim
İşte geçen yıllar
İşte yaşanmış uzunca bir ömür
Bütün uğraşlara karşın
Gene de
Kaybolanı bulamıyorum
Ana
Baba
Kardeşler
Bir bir çekip gittiler
Geride sadece ben kaldım
Bilmem ki ben
Bunca acılara nasıl dayandım
Bir de
Artsız arkasız savaşlar
Nasıl da almak istedi benden
beni
Ne gördükse yakınlardan gördük
En büyük tehlike onlar oldular
Bir zaman içinde
Besleyip büyüttüklerimiz
Bizi hep içimizden vurdular
Ne olur açmayın yaramı benim
Ben onların yüzünden
Öylece eriyip bitenim
ANLATMASI ÇOK ZOR
Bir sor neredeyim
Bak
Gör ne haldeyim
Her şey benden uzak
Kursalar da bir tuzak
Yok kimseden korkum
Ömür boyu
Savaşıp durdum
Kâh düşündüm uzun uzun
Kâh ne bilinmez düşler kurdum
Sevgiler
Sevdalar
En büyük özlemim oldu
Daha çok yakınlardan çektim
Baktıkça yüzlerine
Gözlerim
Şu gören gözlerim
Ne tür yaşlarla doldu
Vuruldum
Çok zaman hep içeriden
vuruldum
Döktüm her şeyi içime
Hiç beklemezken
Geldim
Bir suçlu sehpasına kuruldum
Günler geçti
Aylar geçti
Yük oldu her geçen yıl bana
Dost
Yakın dururken
Bir diyeceğim kalmadı
Arkadan vuracak düşmana
İyi bak
İyi dinle
Kolla en yakınından kendini
Bir fırsatını bulsalar
Önce onlar çeker kemendini
10 Mayıs 2006
BU DA BENİM ÖZLEMİM
Yunus olmayı düşler dururum
Bakmam ne güle, ne de öten
bülbüle
Elimden gelse
Önce şu tükenmez aşkı vururum
Çekmem artık o denli çile
Gönlümün derinliğine oturan
Nice özge insanları düşünürüm
Dalarım bazan çok derin
düşlere
Bak o enginliklerde
Ben
Daha neleri
Ne kendinden geçmişleri
görürüm
Bazan Mevlana olur
Döner de dönerim kendi
çevremde
Bazan Şems olur
Alır giderim ötelere başımı
Yaşam denilen batakta
Bir görün
Arka arkaya
Nasıl kaybettim
Anamı
Babamı
Onca kardaşımı
İnanın ne gülü
Ne de bülbülü
Sevmeye yetmez günlerim
İstemesem de
Çekilir bir köşeye
Hep o güzel sesleri dinlerim
Varsın derviş olup içime
otursunlar
Yunus olup
İçimde bir yüce otak kursunlar
9 Mayıs 2006
GEL CANIM
Gel canım
Gel yüreğimdeki sen
Sensiz olmuyor
Hep seni düşünüyor
Seninle düş kuruyorum
Yürüyorum karanlıklar üstüne
Aydınlıklarda bile
Seni bulamıyorum
Gökte yıldızlar
Yerde kar
Ellerim ellerinde titriyor
gibi
Dudaklarım gene öyle çatlak
Bitmiyor bir türlü
O gelecek gibi olan yarınlar
Her şey düşten öte
Sevdalar kurulmuş sanki
Sen gene uzaklarda
Bir gurbet
Bir sıla diyorum
Ben
Bu ikisi arasında
Bitiyor bitiyorum
Gülüşlerin
Şu köpüklü dalgalarda gizli
Oysa ben
Hüzün sokağında bıraktım
mutluluğumu
İşte bir mevsim daha geçti
gitti
Zaman tünelinde hiç bitmiyor
yolculuk
Ne zaman hatırlarsam seni
Kurumuş sevdalarım bile
Akıyor oluk oluk
Gel gel
Bitsin artık bu ayrılık
5 Ekim 2006
GÜRPINAR ( GÜRLAVİK )
Gözümüz gibi severiz seni
Durmaz bol bol suların akar
Duymadım sana kötü diyeni
Varlığın gör ne yürekler yakar
Bereket sende, güzellik sende
Çok şey bırakır bolluğun bende
Herkes suyundan bol bol içende
Varlığın gör ne yürekler yakar
Yukarı, Süzme, Aşağı arklar
Kurulsa ne hoş olur tüm
parklar
Görenler seni içinde saklar
Varlığın gör ne yürekler yakar
Ağız Pınarı da derler sana
Şifa verirsin ne çok insana
Gelenler içse bir kana kana
Varlığın gör ne yürekler yakar
Küçükten beri anar dururum
Andıkça nasıl mutlu olurum
Sen benim dolup taşan gururum
Varlığın gör ne yürekler yakar
SEN VE BEN
Bilmiyorum
Bu nasıl aşk
Bu nasıl sevda
Çoktandır bir haber alamıyorum
senden
Tümden yok olmuş umutlarım
Olduğum yerde bağlanmış
kalmışım
Bilmem ki ben
Nasıl bir aymazlığa dalmışım
Düşlerim de terk etmiş beni
Bir bir uzaklaşmışım her
şeyden
Kalınca çaresiz
Ne gelir ki elden
Bu su
Bu hava
Bu toprak
Ve bahçemde
Çamura belenmiş onca yaprak
Onlar da bizim gibi küskün
felekten
Nasıl hüzün vermez insana
bunlar
Bütün izler birbirlerine
karışmış
Dağlar ovalara gebe
Dere tepe
Sanki ölesiye yarışmış
Günler
Geçmiyor bir diziye uzayan
günler
Gönlüm öylesine boş
Söyle Allah aşkına
Bu ayrılışın
Bu bölünüşün neresi hoş
Sen ve ben
Şöyle bir, bir araya gelsek
Atsak aradan tüm engelleri
Varsın bir başka düşünsünler
İsterse
Hakkımızda ölüm fermanı
versinler
27 Haziran 2007
ÖLEN KADEŞİM
Sen
Haince bir pusuda ölen
kardeşim
Yazgın böyle yazılmış
Yurt için
Bizler için
Her şeyi göze almışsın
Gör
Kimleri ne büyük hüzne
salmışsın
Yollara
Her tarafa haince mayın
döşerler
Onların işi bu
Yiğitçe çıkmazlar karşına
Duygular tümden sağırlaşmış
Görmez gözleri
Kurban olsunlar bu yurdun
Toprağına taşına
Gözyaşları size
Yürek dolusu selâmlar size
Gün gelecek
Bir gün onlar da görecek
gerçeği
Bir daha yaş dökmeyecek
Analar
Babalar
Körpe körpe çocuklar
Bir daha boşa akmayacak kanlar
Körü körüne
Toprağa serilmeyecek canlar
Ergeç
Bulacağız kardeşçe yaşamanın
yolunu
Haince kurulan tuzaklar boşa
çıkacak
Akmayacak kardeş kanı
Boşa akmayacak
12 Haziran 2007
BUGÜN 23 NİSAN
Gene titriyor eller
Gene tıkanıp kalmış sanki
diller
Artık birlerin değil
Ellilerin
Yüzlerin bayramı olmuş
Bir bakın şu mübarek ellere
Dünya çocuklarına
Bayramların en güzelini sunmuş
Nicelerin içine sinmiş
Öylece oralarda kalmış 23
Nisan’lar
Dünya sanki bütünleşmiş
Bir araya gelmiş bütün
insanlar
Bu barış
Bu sevgi
Bu kardeşlik
Kim bilir daha ne kadar sürüp
gidecek
Hep böyle yaşayacak
Atatürk’ler
Atatürk’ler asla
ölmeyecek…
GELMEDİ BAHAR
Bilmiyorum
Bu kaçıncı bahar
yaşayamadığımız
Bozuldu dengesi tümden
mevsimlerin
Yazlar baharlardan
Kışlar güzlerden
Önce gelmeğe başladı
Gökler paralandı
Sanki yerlere indi
Yerler göklere yükseldi
Bir damla yağmura hasret
Kuruyan gözlerimiz
Yaradan nasıl da kızmış bize
Tutmuyor dudaklarımızdan
dökülen dualarımız
Göklere açılan ellerimiz
Küresel ısınma diyorlar
Bizi nasıl da aldatıyor
Nasıl da yiyorlar
Bitmiyor
Bulutlarla rüzgârların savaşı
Rüzgârlar hiddetli
Oynatıyorlar yerinden
Koca dağları taş
Bu yüzden değişti bakışlarımız
Hem yaza
Hem kışlara karşı
Oysa
O güzel geçmişlerde
Aşk dolu duygularımız
Bir başkaca oynatırdı yerinden
Ne çok kayayı taşı
Şimdilerde
Ne Kerem’ler var,
Divanece yollara düşen
Ne de Aslı’lar var, Kerem’ler
için yaş döken
Sevdaların çoğu
Şu kirli sokaklarda boğulup
kalıyor
Herkes hasta
Gör dört bir yana ne
hastalıklar salıyor
Varsın
Yazlar baharın
Kışlar yazların önüne geçsin
Yüce Yaradan’dan da
Yeni bir dünya yaratmasını
istemeyin
Bakın
Kutuplarda nasıl eriyor koca
koca
Buz dağları
Binlerce kutup ayısı
Ölüm-kalım savaşı veriyor
Yetinmezsek şu bize
verilenlerle
Sarsılır tümden düzen
Ne barış kalır
Ne de özgürlük
Gene götüren götürür
Sorulmaz hesabı hiçbir zaman
bunların
Bundan dolayı
“Büyük balık, küçük balığı
yutar.” demişler
Zaman içinde bozulmuş ne çok
insan
Tıpkı yamyamlar gibi
Dönüp bir de kendi kendilerini
yemişler
İnsanca yaşamak hakkımız bizim
Bunun yolu
Sevmekten
Saymaktan
Haktan
Adaletten geçer
Olmazsa bunlardan biri
O vakit
Herkes ektiğini biçer
21 Nisan 2007
KIRSALDA YAŞAM
Burası köy
Şehirden çok uzakta
Bilmezsiniz
Ne yapılır
Nasıl durulur bu toprakta
Bilmezsiniz
Bu insanlar ne yer
Ne içer
Ne eker
Ve ne biçer
Artık ne dünün öküzü
Atı eşeği var
Köylü şimdide
Makine ile eker
Makine ile biçer
Dünlerde zor bulduğu çayı
Şimdilerde
Tarlada da kaynatıp içer
Orak çoktan silinip gitti
Ne harman kaldı
Ne de düven
Su değirmenleri yerine
Geçti şimdi elektrikli
değirmen
Bir bir ayrılır artık
Kepekler undan
Buğdayın yarısı kepeğe gider
Zarar verir has unlar
Gör insanı ne yapar bunlar
Köyün bir yüzü kırsala
Diğer yüzü şehre bakar
Ulaşım zor değil eskisi gibi
Ama gene de sürer göç bir bir
Şehir özlemi içleri yakar
Köy kızı da
Şehir kızı gibi sosyete olmuş
Bozulmuş eski adetler
Herkes beklediğini bulmuş
Sor İsmet’e
Visali’ye sor
Onlar için yaşam
Hem kolay
Hem de zor
Üç eski muhtar
Üçü de çaptan düşmüş
Yaş seksenin üstünde
Bu uzun zamanda
Bir sayıver
Köyden kaç insan
Nereye
Ve nasıl göçmüş
Sofi Şakir
Bırakmış atı
Artık eşekle
Tarlaya gider gelir
Sofi Abdullah
Topal bacağıyla
Koşar şuraya buraya
Gör kendine ne eziyetler verir
Hacı Mehmet
Hacı Cemil
Ve de kardeşleri Habip
Gene öyle durmaz çalışır
Her biri birer cevher
Sanki toprakla yarışır
Muhtar Mevlit
Bir küçücük bahçesi var
Durmadan eşer durur
Ve de sık sık sular
Bizim Osman Ağa
Herkesten daha çok rahattır
Sürekli tüttürür durur
Bulsa bir fırsatını
Feleği bile gözünden vurur
Ne bileyim
Kırsalda yaşam bu işte
6 Temmuz 2007
SORMA BANA
Ben
Toprağı kanla yoğrulan
Bir diyarın çocuğuyum
Yaban çizmelerle çiğnenen
Yakasında doğmuşum yurdumun
Annem süt vermiş
Nice yıllar emzirmiş beni
Babam kılıç çekmiş
Bu hayâsızca gelenlere
O yüzden sevmem zevzekleri
Kızarım her şeyi hafife alıp
Küstahça gülenlere
Ömrümü yutup
Geçen her kışın
Her baharın
Soğuk ayazında
Ben kıvranıp durmuşum
Yasını ben tutmuşum
Elden giden her karış toprağın
Saygı ile eğilmiş
Karşısında bir başka durmuşum
Şu dalgalanan şanlı bayrağın
Cennet olsun tüm yüzü
Bastığın her toprağın
Onu boş yere nasıl çiğner
geçerim
Hak etmedikçe
Vuruşmadıkça şu vatan uğrunda
Şu ağudan
Seve seve ben de içerim
Sorma bana yaşın kaç
Aşkı, sevdayı tattın mı hiç
Dün bir yeşil fidandım
Bugün ise koskoca bir insan
olmuşum
Tutmuşum ak yüzlü sevdanın
elinden
Gör ben
Neler, daha nelerle dolmuşum
Sorma bana yaşın kaç,
Nerede gençliğin, aşkın,
sevdan
Çoktan gömdüm onları
Şu doğduğum, büyüdüğüm yerde
30 Haziran 2007
UMUTSUZLUK
Sen
Umut nedir
Umutsuzluk nedir bilir misin
kardeşim
Umutsuzluğun başladığı yerde
Biter
Senin
Benim işim
Herkes umutla yaşamak
Umutla bir yere varmak ister
Umutla başlar her tür yolculuk
Umudun bittiği yerde
Ne nefes alınır
Ne de soluk
Hele bir düşün
Nasıl başlar umuda yolculuk
Zaman
Alır götürür bir ufka doğru
bizi
Kimler
Nerede
Nasıl duyar
Yükselen sesimizi
O
Bu
Şu
Biz
Siz
Ve de onlar
Umutsuz nasıl biter
Acı ya da tatlı sonlar
Yürekler
Hep bir tatlı umutla atar
Umut olmazsa
Kim bilir
Güneşler nasıl doğar
Nasıl batar
Bir bak
Gökte parlayan son yıldıza
Sev, sevil
Umut ver her yaşayan anaya,
kıza
29 Haziran 2007
TARİH
Dünü bugüne taşıyan
Dün de
Bugün de yaşayan tarih
Zaman
Nasıl da alır
Götürür
Yüzyılların ötesine
Dünü bugüne taşır
Uzanan bir çizgi üzerinde
Dünle
Bugün
Birbirine ulaşır
Koca bir geçmiş
O geçmişte atalar
Annem
Babam
Kardeşlerim
Ve birlikte yaşadıklarım
Tarih bir koca zaman
Hiç biter mi?
Onda bıraktıklarım
PERTEK
Sırtını dayamış bir yüce dağa
Murat’lar silinmiş, ne hoş göl
olmuş
Ezelden vurgundur, bahçeye
bağa
Gör ne çok çiçeği, sararmış
solmuş
Suları soğuktur, herkes içemez
Kimseler Pertek’e paha biçemez
Köprüsü kaybolmuş, feribot
işler
Feribotsuz kimse suyu geçemez
Adına binlerce türkü yakılmış
Çok zaman buzluktan ona
bakılmış
Gömülmüş sulara, kale gözükmez
Yeniden sanki bir şeyler
takılmış
Oturmuş adına şiir yazmışlar
Tarihi orada nasıl kazmışlar
Hoşluğu dillerde dolaşmış
durmuş
Kimler sevdasına nasıl
azmışlar
Gurbete çıkanı sayılmaz olmuş
Aşkına tutulan yanılmaz olmuş
Zaman içinde çok göç vermiş
Pertek
Bak insanlar nasıl kanılmaz
olmuş
Varsın söylensin bu keskin
söylence
Pertek dillerde bir tatlı
bilmece
Sevenler unutmaz asla Pertek’i
Anı olup düşlerde kalır
güzelce
BİR YALNIZ ADAM
Kaderdi
Yazgıydı
Nasılsa yalnız gelmişti
dünyaya
Ölürken de yalnız çıkmıştı
yolculuğa
Bir dünyadan
Öteki bir dünyaya gidiyordu
İçine içine sinmişti
yalnızlığın acısı
Bu köydü
Bu şehirdi
Hiç de ilgilendirmiyordu onu
bunlar
Yaşamı böyle kurulmuştu
Böyle de gelecekti sonu
Baş ve de son
Zaman diliminde bir ayrı yeri
var bunların
Üstüne kara da çekilemiyor
acıların
Acılar ve de sancılar
Bir sarmaya görsün insanın iç
dünyasını
Kara kara yazgıların
Nerde başlayıp nerede
duracağını
Yıllar yılı
Bir uğurlu elin
Uzanmasını bekleyip durdu
Her geçen yılda
Dertleri daha da arttı
İçindeki canavar daha da
kudurdu
Gün oldu
Dertler yağmura
Kara, doluya dönüştü
Gün oldu
Rüzgârlar kasırga olup
Bu dertli insanın başına
üşüştü
Hâsılı anlayamadı kimseler onu
Böyle geçip gitti
Bir karanlıkça yaşamın sonu
7 Ekim 2007
NEREDE
Bilmem
Şimdi o mavi deniz nerede
Çocuksu coşkularla
Yıkandığımız göl nerede
Nerede
Hastalara şifa dağıtan
Sıtma Pınarı
İple bağlanan ayvalar
Bir coşku ile akan
Değirmen oluğu nerede
Bir gizemle baktığımız
Kahveci, Sıklık, Ayvalıpınar
Poloğlu, Gilgilderesi
Aşure bahçesi
Ve Gözeler nerede
Aloğlu
Boğut Gölü, Caddeler
Yolgeçen hanı Göller nerede
Kızıl kızıl açan
Dört bir yana güzellikler
saçan
Gelincikler
Sarı sarı papatyalar
Bahçe menekşeleri
Kirpi yavrularını
Bir acımasızca vuran
Saksağanlar
Kayısı kayısı
Dolaşan sincaplar
Akkuşlar
Karakuşlar nerede
Nerede Peri’lilerin vefasız
İsmet’i
Zaza’ların İshak denen kısmeti
Köroğlan
Sağıroğlan
Trikler’in Şevket’i nerede
Nerede viran olmuş o evler
Bacalarında sık sık öten
baykuşlar
Sofi Bayro’lar
Usta İbo’lar
Davulcu Şabo’lar nerede
BAHÇEM
Doludan, yağmurdan ne büyük
darbe yemişsin
Seni bu halde görmek, hüzün
veriyor bana
Kalmamış hiçbir meyven, sanki
canın vermişsin
Üzülme güzel bahçem, içten
vurgunuz sana…
Yan gelip dinlenmek, ne haz
veriyor insana
Serince esen rüzgâr, ne hoş
geliyor bana
Kayısı gölgesinde, oturup da
dinlenmek
Yeni kanlar katıyor, damarda
atan kana…
Daldan dala uçuşup, ses ses
ötüşen kuşlar
Yok, eskilerdeki o ince uzun
yokuşlar
Çekip gitmiş baykuşlar,
bacalar nasıl sessiz
Her çeşit sazın var, tok tok
vuruyor tuşlar
Sarıçiçek, Menekşe, yayılmış
her köşene
Sanki baht veriyorsun, sana
yolu düşene
Gölge gölge gezinip, ne hoş
dinleniyoruz
Rahmet çıkarıyoruz, kök kök
seni eşene…
Doyulmuyor tadına, bunu iyi
bilesin
Yakınında kabristan, kimler
neyi dilesin
Gün gelecek, hepimiz göçüp de
gideceğiz
Doğa doğa diyene, Allah rahmet
eylesin…
6 Temmuz 2007
NE DEMELİ
Hollo’dan Hazar’a ne kollar
uzanır
Herkes bu dağları başka sınır
sanır
Her sabah insanlar gör başka
uyanır
Özlem çekene ne demeli bilmem
ki
Bir yanda Topağaç, ötede
Fahribey
İsmini validen almış bir bey
mi bey
Uzaktan çobanlar seslenir hey
de hey
Özlem çekene ne demeli bilmem
ki
Bir Munzur Baba da, bu
toprakta yaşar
Türkmen’de sevgiler dolup
dolup taşar
Munzur coşunca bir yürek olur
aşar
Özlem çekene ne demeli bilmem
ki
Hasar’dan Hazar’a selâmlar
yollanır
İnsanlar burada bir başka
kollanır
İndikçe yağmurlar, ekinler
bollanır
Özlem çekene ne demeli bilmem
ki
Göller arasında kalmış bir
yöreyiz
Sorunlar yığılmış bakın nasıl
diz diz
Söz verenler, kalıyor sonunda
sessiz
Özlem çekene ne demeli bilmem
ki
BİR BİLENE SORMAK
( Aslı Sultan’a )
Bu acılar, nasıl burkar içimi
Her gün başka başka cenaze
kalkar
Görmedik böyle bir hayat
biçimi
Ağızlar bir başka söylemler
saklar
Ölümü düşünen insan kalmadı
Sürüye kimseler kurdu salmadı
Şu hainler vurup vurup kaçıyor
Sor devlet malını kimler
çalmadı
Huzuru kaçırdık herkes
tedirgin
Götüren çoğaldı her tarafta in
Sor, öğren geride neyimiz
kaldı
Dağlar hoş görünür, denizler
engin
Yurt için ölenler, görmez
bunları
Kimseler düşünmez, acı sonları
Satılan topraklar çıkıyor
elden
Hainler ne bilir akan kanları
Savaşla alınan, nasıl satılır
Bilmemki bu suça kimler
katılır
Düşünen yok, kimse duymuyor
bile
Bu acıyla bilmem nasıl yatılır
Kara kara düşler, parçalar
bizi
Daha neler çarpar, şu içimizi
Sorgu sual başlar elbet de bir
gün
Kınayan çıkacak bak hepimizi
Bu topraklar için ne canlar
verdik
O kadar düşmanı yerlere serdik
Kolay kazanmadık onca savaşı
Bayrağı serene böylece gerdik
9 Temmuz 2007
KADER DEYİP GEÇEMEZSİN
Bütün ömrüm böyle geçti
Buna kader diyemezsin
Gelip hepsi beni seçti
Buna kader diyemezsin
İçimdeki büyük yara
Nasıl çaldın yüze kara
Düşmedim hiç böyle dara
Buna kader diyemezsin
Seslensem duymaz kimseler
Aşkın yüreğimi deler
Coşkunca akar dereler
Buna kader diyemezsin
Çiçek çiçek kokar dağlar
Kurudu kalmadı bağlar
Yüreğimde neler çağlar
Buna kader diyemezsin
Sevdim seni doyasıya
Kalbi kalbe koyasıya
Vurdum geçtim olasıya
Buna kader diyemezsin
Kanat vurup uçan kuşlar
Durup durup kaçan kuşlar
Vurup sazı geçen tuşlar
Buna kader diyemezsin
15 Ağustos 2007
YAYLAYA ÇADIR KURDUM
Yaylaya bir çadır kurdum
Yayla oldu benim yurdum
Geçtim ne güzel yerlerden
Sevdiğim çok yerde durdum
Dağlar dağlar, güzel dağlar
Ağlarsa analar ağlar
Dağların olduğu yerde
Yeşil kalır bizim bağlar
Yiğidimi vurdu felek
Beklemedim ondan dilek
Aradım durdum her yerde
Kırıldı çok yerden bilek
Eremedim muradıma
Aradım kendi adıma
Gezdim durdum adım adım
Koşmadı kimse yardıma
Mastar’a yorganı serdim
İpleri yaylaya gerdim
Pınar pınar taştım durdum
Yaylada murada erdim
SEVDİĞİM TEK İNSANSIN SEN
Arayıp sormamak yakışmaz sana
Bilesin sevdiğim tek insansın
sen
Çoktandır mektuplar salmadın
bana
Bilesin sevdiğim tek insansın
sen
Olanı biteni unuttum artık
İçimde yaşayan bir tek sen
varsın
Ne kadar şeyi bir bir yuttum
artık
Bırak şu sevdanı ruhumu sarsın
Dağlara taşlara yazsam adını
Bulamam bir yerde senin tadını
Uzak değil şimdi yakın olanlar
Anmaz olurmuyum senin yâdını
Her sabah ilk işim güneşe
bakmak
Sevdalar uğruna ateşler yakmak
Varsın da unutsun başkası bizi
Koşumuz, gönülden gönüle akmak
Çektiğimiz çile yeter sanırım
Kaçar uykularım, tez uyanırım
Tutmasın kimseler elimden
benim
Bilesin öcümü kendim alırım
16 Ağustos 2007
YAKAN SICAK
Bugün gene sıcak
Gene içim yanıyor
Bakıyorum dört bir yanıma
Yatanlar
Bir daha kolay uyanmıyor
Bugün 15 Ağustos
Ağustos’lar genellikle sıcak
olur
Aksine savaşlar
Bu ayda patlak verir
İnsanlar çoklukla bu ayda
vurulur
10 Ağustos
26 Ağustos
Bizim için önemli günlerdir
Büyük kızım da bu ayda
doğmuştu
Bir kara deprem
Nasıl da sallayıp
Bizi ta içimizden vurmuştu
Sancıyı hep anneler çeker
Anneler kıvranıp durur
Ölüm başucumuzda
İstese
Daha o anda bizi içimizden
vurur
Bugün gene sıcak
Gene eski günler
Gözümde canlanıp duruyor
Aradan yıllar geçmiş
Sıcaklar
Gene öyle ta içimizden vuruyor
Kan akıyor çok yerde
Bağdat ateşler içinde
Ateşi söndüremiyor
Ne Dicle, ne de Fırat
Meğer kastı varmış feleğin
Taşımıyor artık sırtında
Ne doru
Ne de kırat
Bugün 15 Ağustos
İşi tümden gemiye almış sıcak
Bilmem böyle bir günde
Kimler üşüyecek
Kimler bir iyice ısınacak
Doğa kadar
İnsanlar da kızgın
İnsanlarında yanıyor içi
Çok değil
Onbeş gün sonra yaz da bitecek
Ramazan’lı bir Sonbahar
geçireceğiz
Kimileri ayrılacak aramızdan
Kimilerimiz düze çıkacak
Kimilerimiz daha çok ezilecek
Daha çok biteceğiz
Durmuyor kan
Arka arkaya ölüp gidiyor
birçok insan
Yalınız Bağdat değil
Afganistan
Filistin de yanıyor
Uyanmıyor dostlar
Şu insanlar
Bir türlü kendine gelip
uyanmıyor
Doğu diyoruz
Batı diyoruz
Düşüyoruz nice şeytanların
peşine
Bir türlü
Kendimize gelip
Bir güzelce uyanamıyoruz
GELİR
Bir sevda rüzgârı vurur geçer
bizi
İstesek bile hiç unutmayız
sizi
Bilmeyiz kimsenin içinden
geçeni
Gönül nasıl bulur, nasıl seçer
izi
Bu diyarın yeli nasıl keskin
vurur
Estikçe karayel, tüm yürekler
durur
Geçer koca ömür, vura vura
geçer
Bir gör bu sıcakta ne yaşamlar
kurur
Isındı suları, hayat durdu
sanki
Birileri bizi, birden vurdu
sanki
Sızladı içimiz, durulmaz bir
daha
Felek bize birden pusu kurdu
sanki
Çocuklar cephede düşmanla
savaşır
Her yiğit, içinde başka yürek
taşır
Bilinmez kimin ne vakit
öleceği
Analar, babalar gör nasıl
ağlaşır
Vatan için ölmek, kutsalca bir
görev
Vatan giderse, ne aile kalır,
ne ev
Onursuz yaşamak, kahreder
insanı
Bak dostum, sen gene şu
vatanını sev
Hiçbir sevda tutmaz vatanın
yerini
Verdin mi kolunu, yüzerler
derini
Vatan sevgisi, gör ne yüce
sevgidir
Onsuz dindirmez hiç bir şey
kederini
Dağlara çıkıp da bir bakasım
gelir
Soysuzları şöyle bir yakasım
gelir
Geçti ömür, bilmem ne kaldı
geride
Gelene geçene bir çatasım
gelir
MUHTACIZ RAHMETE
Bu yağmur
Bu rahmet
Gökten toprağa inen
Bu gökkuşağı
Damlalara renk veren
Güneşin yedi rengi
Sanki ona yansımış
Akıp gitmiş bulutlar
Şimşekler
Yıldırımlar
Gök gürültüsüyle uyanmış
Toprak yağmura muhtaç
Yeryüzü çıplak ve aç
Bir de küresel ısınma çıkmış
Bozmuş dengesini yeryüzünün
Tüm yaratıklar
Sanki yaşamaktan bıkmış
Yağmur ve rahmet
Sabret güzel kardeşim
Sabret
Su hava toprak
Olmazsa yaşamaz yaprak
Toprak suya
Su yağmura muhtaç
Olmazsa bunlar
Herşey yok olur
Herşey kalır aç
Bu yüzden hasretiz
Yağmura
Kara
Olmazsa bunlardan biri
Nasıl ulaşır
Nasıl kavuşuruz sevgili yara
2 Ağustos 2006
BIRAK BENDE KALSIN
Serin bir köy akşamı
Güneş çoktan geçip gitmiş
Ay ise daha ortalıkta yok
Aydınlığa kanat çırpıyor
Şu gece kuşları
Bırak düşlerini bir yana
Ya da bende kalsın
Bu yolun sonunda umut yok
Kaç kez takılıp kaldık
yollarda
Bırak şu mavi gözlerini
Bende kalsın
Ne deniz
Ne gök mavisi
Hiçbiri benzemez senin göz
rengine
Bırak çiçek açsın
Taze taze umutlar
Bulutlar gene öyle arka arkaya
akıp gitsin
İnmesin gökten yere yağmurlar
Şu bitmez çilelerimiz
Keskin esen rüzgârın
kanatlarında kalsın
Erisin buzlar
Yaz sıcağında bir daha
çıkmasın karşımıza
Bırak şu bitmeyen sevdaları
Bende kalsın
Sen ve ben
Bir görünse yolun sonu
Gör nasıl açarız çiçekler gibi
Solmaya gelmez göz rengimiz
Biz hep birbirimize benzeriz
Al felekten
Bir selâm da sen al
Sakın kırılıp yok olmasın
azmimiz
Gidenler bile bizde kalsın
29 Temmuz 2007
KÖYÜM
Eskidir tarihi, ne hoş gözükür
Gelenler gidenler bayılır ona
Dünlerde özgürdü, şimdi de
özgür
Sevdirir kendini, sanki bir
suna
Kaynak kaynak ne çok suları
akar
Çevre köyler çoğu bunlara
bakar
Bir değil, birden çok arkları
akar
Yakar köyüm, ne çok yürekler
yakar
Batısından geçer Peri Caddesi
Kavaklıgöl, Göller, sanki
gözdesi
İncirligöl, Killik uzakta
kalır
Bağlar, Yığılıtaş, sözün
incesi
Aloğlu, Gürpınar, başka renk
verir
Sular orada kopar, oradan
gelir
Yalnızsöğüt şimdi ölü gözükür
Çöl’de başka sular, akar
yükselir
Gözeler olmasa, ölür Çaybağı
Orada suların bütün kaynağı
O yüzden kurudu, sulanmaz
arazi
Dayanmaz sıcağa bahçesi bağı
Uzunova, o da bizden sulanır
Değirmen suları akar bulanır
Bereket değirmen falan kalmadı
Şimdi herkes daha bol bol
kullanır
Meyvası, sebzesi boldur
köyümün
Eskiden beri hep söylenir
durur
Dil Türkçe’dir, verir bir
başka gurur
Halkı, tarihten bir koldur
köyümün
28 Temmuz 2007
BU DA BİZİM YAŞAMIMIZ
Yaşamım çok kötü anılarla
geçti
Zararı hep yakınlarımdan
Dost gözükenlerde gördüm
An oldu
Kurtların ağzına kuzu olarak
düştüm
Sanki bir dağdan aşağı attılar
beni
Tutmadı biriler hiç de elimden
Kahpe felek hep vurdu da durdu
Bir günüm bile geçmedi acısız
Dağda
Yaylada
Ormanda.
Köyüm bana yetti yettiği kadar
Doğup büyüdüğüm
Acı tatlı günlerimi geçirdiğim
Yerdi burası
Burada girdim hayat bağına
Arka arkaya
Kısa aralıklarla dört çocuğum
oldu
Askerlik
Okul derken
Ne sıkıntılı günler geçirdim
ben
Eşim hep yolumu bekledi
Yokluklar içinde
Görün ne tür bir aile kurduk
Çok şey borçluyum
Onca yıllık hayat arkadaşıma
O olmasa
Daha neler gelmezdiki başıma
Yer ve zaman
Çok şeyler değiştirdi bize
Geçti bir o kadar kötü günler
Derken sonra geldik kendimize
Bitmedi hiç sorunlar
Ana, baba
Kardeşler
Birbir çekip gittiler
Sadece biz ve çocuklar kaldık
Bir uzunca yaşamdan
Gör ne örnekler aldık
3 Ağustos 2007
GETİR
Getir
Bana dünleri
Çocukluk
Gençlik günlerimi getir
Koy beşiğime
Tıpkı anne gibi salla beni
Bir tane de olsa
Bul o güzel günleri göreni
Getir
Bir daha açsın bahçede
güllerim
Bir başka tür ötsün bülbüller
Baykuşlar
Getirmesin ölüm haberini
kimselerin
Kırlarda çiğdemler bir başka
açsın
Yağmurlar
Dolular
Bir başka insin topraklarıma
Getir
Yüzüm gene eskisi gibi gülsün
Boşa akmasın gözyaşlarım
Ninnilerimi gene annem
söylesin
Öykümü bir başka anlatsınlar
Şayet bir gün ölürsem
Mezarımda mumlar yakmasınlar
Getir
Babamı
Annemi
Kardeşlerimi geri getir
Hanemiz gene öyle çınlasın
dursun
Yıkılsın dursun sevmeyenlerim
Dostlarım
Sevenlerim
Dünyamı yeniden kursun
O güzel günler
Yeniden canlansın gözlerimin
önünde
Varsın birileri
Bu öykümüzü başka tür yorsun
Getir
Kaybolan
Ellerimi
Bacaklarımı
Yüreğim gene yiğitçe atsın
Korkmasın
Ahmet’im
Mehmet’im
Satmasın kimseler bir avuç
toprağımı
Çıksın yüce yüce dağlara
Koç yiğitlerim ateşler yaksın
Getir Çanakkale’yi
Anafartalar’ı
Sakarya’yı
Dumlupınarları getir
Kanlarımız gene öyle ak ve pak
aksın
Bir daha
Bir daha ağlamasın ak süt
emziren anneler
Yavuklular öyle ağıt mağıt
yakmasın
Bir selâm ulaşsın
Anıtkabir’lere
Sarı saçlı
Gök bakışlı Paşam
Bize
Bizlere bir başka gözle
bakmasın
Getir
O güzel
O tertemiz günlerimi getir
Koparma sakın beni benden
Sensiz
Bensiz
Bilmem ki ne gelir elden
26 Temmuz 2007
KOYUNU KURDA KAPTIRMAK
Düştüm gurbete gözlerim yaşlı
Bilmezsin neyler o karakaşlı
İçim yanıyor, sormasın kimse
Geçtiğim yollar, nasıl da
taşlı
Seslensem duymaz, kimse sesimi
Kırıp da geçtin son hevesimi
Kim demiş olur, cahilden veli
Görmez kimseler, yoksul kesimi
Kestiler seni, ne kadar bana
Dediler yetiş önde koşana
Şaşmamak mümkün değil, bir
bilsen
Saygı duyarım, coşup taşana
Çevir yanmasın, şu pişen
kazlar
Meclise ne tür katılmış sazlar
Bilir İbiş’i, İbiş olanlar
Geçti geçecek, şu kurak yazlar
Bilmem, azanlar nasıl uslanır
Herkes herkesi yakın dost
sanır
Ecel, son anda vurur kapıyı
Gideni ancak Azrail tanır
Herkes bir başka oynar oyunu
Kaptırdık nasıl kurda koyunu
Döneni yalnız Yaradan bilir
Bilmez kimsenin, kimse soyunu
Kaptırmak ne zor koyunu kurda
Neler yapmadık bu güzel yurda
Vuran götürdü, yiyen götürdü
Bir şey kalmadı kalede surda
21 Ağustos 2007
KAYISI AĞACI
Sen
Bahçemin en yaşlı
En büyük
Dev ağacı
Başımın tacı
Tüm ağaçların assı
Gönüllerin yası olursun
Varlığınla güç verir
Her an karşımızda
Öylesine dik durur
Altında güneş kovar
Bilmem
Nasıl bir gölge oluşturursun
Belli değil yaşın
Ne zorlu günler geçirmişsin
Yukarı arıktan su almış
Nice canlara
Sanki su içirmişsin
Altında yıllanmış
Bir köşkümüz var
Sular akar yanından
Bir başkasına çarpar rüzgâr
Küçük kızılcık
Boyunu aşan top selvi
Ve de ceviz
Her yanda seni kollar
Yalnız kalmışsın olduğun yerde
Öteden birçok kayısılar
Sana saygısını
Selâmını yollar
Çekirdeğin tatlı
Aşılı da değilsin
Ötelere uzanır bir geçmişin
var
Sincaplar
Hiç de huzur vermez sana
Çekirdek uğruna
Kayısıları yer bitirirler
Her gün bize
Ne zararlar verirler
14 Temmuz 2007
ÇINARIM BENİM
Büyüksün
Güzelsin
Ama daha dev çınar olamadın
Dev çınar olup gönlüme
dolamadın
Yirmi yaşında
Dev çınar olmak kolay mı?
Yıllar yüzyıllar geçecek
aradan
Daha çok büyüyeceksin
Kalınlaşacak gövden
Uzayıp gidecek dalların
Meydan okuyacaksın zamana
Yanında çok küçük kalacak
Diğer ağaçlar
Ağaracak çok insanda saçlar
Dev çınar diyecekler
Senin de önünde eğilecekler
Şu kayısı
Şu ceviz ağacı
Bir de küçük küçük elmalar
Bir bahçe ki
İçinde zor oluyor
Öyle derinliğine dalmalar
Çınarım
Seni ektiğime ne kadar
mutluyum
Yan yana iki çınar
Dam boyunu şimdiden
geçmişsiniz
Şimdiden öyle büyümüş
Bahçeme
Bir başka güzellik
sergilemişsiniz
“Harput’ta bir çınar ağacı
Her gün doyurur altında
Yüzlerce toku acı”
Demişiz
Onunla gururlanıp
Onunla yükselmişiz
Siz de büyüyecek
Elli yıl
Yüz yıl
Beş yüz yıl içinde
Dev çınar olacaksınız
İstanbul
Edremit
Simav’daki çınarlar gibi
Şöhretinizle anılacaksınız
Serinleyecek gölgenizde
Yüzlerce
Binlerce
Kadın erkek
Kimi oturarak
Kimi sekerek
Şanım
Şöhretim
Bahçede devim
Bahçede bereketim
Olacaksınız
Kim bilir
Zaman içinde
Kaç insanın
Sevgilisi olup
Gönüllere dolacaksınız
14 Temmuz 2007
ONLAR
Onlar
Ölümsüz Kahramanlar
Bu vatan için vuruştu
Bu vatan için şehit oldular
Demirci Efe’ler
Halil Efe’ler
Makbule’ler
Halime Sultan’lar
Elele
Gönül gönüle vererek
Bir soyluca vuruşanlar
Çanakkale’de
Sakarya’da
Dumlupınar’da
Destan yazanlar
Topsuz
Tüfeksiz
Cepheye koşup
Bir yiğitçe savaşanlar
Biribirine seslenip
“Haydi, Halil Efe,
Mehmet Efe,
Demirci Efe,
Gün bizim günümüz
Vakit geçmeden yola çıkalım
Kudurmuş şu köpekleri
Bir bir haklayıp
Yerlere yıkalım…”diyenler
Kurt kuş üşüşüp
Leşleriyle karınlarını
doyursunlar
Daha da azarlarsa
Gelsin
Bir yiğitçe bizimle
vuruşsunlar
DÖNÜYOR
Dönüyor
Daralan ve ısınan dünya
dönüyor
Bir yandan öylesine vuran
sıcaklar
Ötede vurulup ölenler
Ve ağlayan analar
Çocuklar aç
Bir deri
Bir kemik içindeler
Kimsenin umurunda bile değil
Dönüyor
Açlıktan
Yokluktan kafaları dönüyor
Savaş hiç de iflah etmiyor
insanları
Bağdat’ta her gün yangın var
Özgürlük baş belası
Bizde de cenazeler
Arka arkaya yanıp kül olan
ormanlar
Artık ağıt da yakmıyoruz
kimseler için
Bedava yaşamak en iyisi
Neden bozuldu dünya bu kadar
Ne acıyı
Nede sancıyı duyan var
Neden bu kadar kaygısızız
Neden ve niçin
Sıcak savan gölgeler bile
uykusuz
Yanıyor ağaçlar
Ormanlar yanıyor
İnsanlar kaygusuz
Yanıyor
Yazı yaban yanıyor
Bir parçacık kıvılcım
Gör nasıl korku saçıyor
Dönüyor dünya dönüyor
Efkâr toprağa vurmuş
Her gün ne yerler
Ne ocaklar sönüyor
12 Ağustos 2007
HARPUT’A SESLENİŞ
Elimizle duman ettik Harput’u
Nasıl da devirdik o koca putu
Gelin de bakın o Harput nerede
Hoşça yiyemedik sallanan dutu
Çekülevi, örnek evlerden biri
Şefik Gül’ler oldu Harput’un
piri
Mühendis Mustafa, yaşayan diri
Gelin de bakın o Harput nerede
Kalede bir hoşça kazı yapılır
Fazlalar alınır dışa atılır
Bir görün orada nasıl yatılır
Gelin de bakın o Harput nerede
Aşan’lar, imanla sarılır işe
“Dur” diyemez kimse bu hoş
gidişe
Batar mı bir şeyler acaba dişe
Gelin de bakın o Harput nerede
Yıkılmış Harput’lar şifalar
arar
Verdiler Harput’ta yapıma
karar
Her yanda başkaca çalışanlar
var
Gelin de bakın o Harput nerede
Elimizle duman ettik Harput’u
Nasıl da devirdik o koca putu
Gelin de bakın o Harput nerede
Hoşça yiyemedik sallanan dutu
25 Ağustos 2007
HARPUT’A SESLENİŞ
( Harput sevdası ile dolu
Lokman Tasalı’ya)
Yıkılmış her yanı, bitmiş
Harput’um
Yoklara karışmış, kızılca
putum
Kan verir insana, tatlıca
dutum
Söyleyin kardeşim, neye
yanayım
Tutulmaz sözlere, nasıl
kanayım
Kayabaşı gene söyler sözünü
Yitirmez kimseler asla özünü
Söndürür ocakçı kalan közünü
Söyleyin kardeşim, neye
yanayım
Tutulmaz sözlere, nasıl
kanayım
Yıkılmış kalede sürer kazılar
Anlaşılmaz çıkan eski yazılar
Bilmeden konuşur kimi bazılar
Söyleyin kardeşim, neye
yanayım
Tutulmaz sözlere, nasıl
kanayım
Şu Mezre’ye göçüş, bitirmiş
işi
Kim düzeltecek bu kötü gidişi
Yanarız olana, erkek ve dişi
Söyleyin kardeşim, neye
yanayım
Tutulmaz sözlere, nasıl
kanayım
18 Eylül 2007
HARPUT’A AĞIT
Kalmış şu kalede kartal yuvası
Mekâna dönüşmüş, Mezre Ovası
Tutmaz olmuş artık ana duası
Nasıl da yıkılıp kalmış
Harput’um
Ses vermez olmuş şu İri
Güllü’ler
Nerede saklanır, durur
telliler
Yok, artık ortada eğri
belliler
Nasıl da yıkılıp kalmış
Harput’um
Kayabaşı gözler, gelip geçeni
Kimse bilemez buzlu sular
içeni
Ararlar Mezre’de ekin biçeni
Nasıl da yıkılıp kalmış
Harput’um
Dabakane sanki hasta yatağı
Eskiler olmuş bir şehir batağı
Nerede o Balak Gazi otağı
Nasıl da yıkılıp kalmış
Harput’um
Harputevi sözde saracak bizi
Gelenler geçenler soracak bizi
Çokları herhalde yoracak bizi
Nasıl da yıkılıp kalmış
Harput’um
GÖRMEK İSTER
Sen benim için bir başkaydın
Sorsalar bir cihan değerdin
Bütün güzellikler sendeydi
Bilseydin buna baş eğerdin
Geç de olsa uyanır insan
Bunları bir bir görmek ister
Tutar sevgilinin elinden
Kendini ona vermek ister
Tut ki yaşamak önemlidir
Koşarsın bir ömür peşinden
Geçer zaman, yiter ne çok şey
O vakit ne gelir ki elden
Zaman insanı yer de geçer
Gör herkes ektiğini biçer
Felek bizimle ne hoş oynar
Bilinmez kimler nasıl göçer
5 Ağustos 2007
BU DA BAŞKA BİR SESLENİŞ
Durma kardeşim, iki gözüm,
vaktini geçirme boşuna
Bırak bir yana kötüleri,
gitmiyorsa hoşuna
Cenneti, cehennemi düşün, at
şu kaygıları bir yana
Gün gelir, elbet bir güzel taş
dikerler senin de başına
Bilesin kolay kazanılmaz, çok
şeyin kötüsü, iyisi
Meğer yardımcı ola sana, bir
kez perilerin perisi
Hayırla başla işlerine, döner
talih senden de yana
Gör, nasıl iyi gelir bütün şu
yaptıklarınızın gerisi
Suyu gözesinden içenler, bak
meydan okuyor herkese
Ne olur, sen de kulak ver,
derinlerden gelen şu sese
Kesme umudunu hiçbir an,
sürekli yaklaş Yaradan’a
Sakın kapılmayasın öyle içi
boşaltılmış hevese
Şu mübarek günlerde bilmem,
daha neler diyeyim sana
Aldanma canım kardeşim, şu her
telden çalan insana
Görüyorsun, dünyaya temiz
gelen insanların sonunu
Kör olup, bir de sen katılma,
binbir günah yüklü kervana
Biliyorsun, son durağımız
elbette mezarlık olacak
Bu dünyadan kimler göçecek,
kimler gelip orada kalacak
Yalvarıyoruz Yaradan’a, cennet
ola koca tahtımız
Akacak, şu yüce cennetten, ne
güzel ırmaklar akacak
24 Eylül 2007
YANIYOR
Kalmışım tek başıma, arayanım
yok,
Soranım yok
Olmuşum bir garip hancı,
gelenim yok,
Duranım yok
Her gün gelip geçer buradan
birçok kervan
Bir selam verip, bir konanım
yok
Tutmuş gökyüzünü, kara kara
bulutlar
Yağmur dersen, bir damla olsun
düşmüyor
Yol vermez dağlar, geçilmiyor
hudutlar
Sararmış, solmuş çiçekler,
arılar üşüşmüyor
Deli gönül, yeniden yanmış
tutuşmuş
Göçmen kuşlar, kafile kafile
tutuşmuş uçuşmuş
Garip dünya, bir daha çökmüş
üstümüze
Dolu sandığımız yuvalar, meğer
tümden boşmuş
Neye uzatsam elimi, boşta
kalıyor
Herkes beni bir başka zengin
sanıyor
Böyle bilinmekte kuşkusuz
fayda var
Yanıyor her tür ateş, içimde
yanıyor
29 Ağustos 2007
GÖZYAŞLARIYLA SULANAN BİR
ÇANAKKALE
Sen sağ ol Hacer ana
Sen sağ ol
Elbette durmaz akar annelerin
gözyaşı
Anneler başkadır
Hangi taşı kaldırsak
Analar çıkar altından
Analar doğurur
Analar büyütür
Analar yollar askere oğlunu
Bir de türkü söyler ardından
“Bak oğul
Sütümü helal etmem”der
Şöyle bir eliyle sıvazlar
oğlunun başını
Bir an için nasıl da geçer
kendinden
Onurludur Hacer ana
Görmesinler diye
İçine akıtır gözyaşını
İnce bir hat üstünde yürür
Fatma Bacı
Onun da oğlu şehit düşmüştür
Çanakkale derler bir yer
vardır
Dalgalarla gör nasıl boğuşur
baba yiğitler
Buyruk Mustafa Kemal’lerden
çıkmıştır
Gör
Aslanlar nasıl birbirini
öğütler
Seyit Onbaşı
Ahmet Onbaşı
Nasıl da koşar siperden sipere
Umut taşır
İman taşır erden ere
Çanakkale içinde bir aynalı
çarşı
Herkes bir başka imanla koşar
düşmana karşı
Ne azgındır dalgaları şu
boğazın
Değişmez akışı
Ne bahar
Ne de yazın
Gemiden gemiye bir başka
ulaşır toplar
Seyit Onbaşı’lar
Ahmet Onbaşı’lar
Bir gör düşmanı nasıl da
haklar
Bu toprak uğruna verilir
binlerce şehit
Bir mahşerdir yanar tutuşur
Düşman bulamaz geçecek bir
geçit
Bir yol uzanır
Gündüzden geceye
Önce güneş alıp gider başını
Yıldızlar nasıl da yayılır
gökyüzüne
Ay henüz doğmamıştır
Karanlık çoktan almıştır
aydınlığın yerini
Kışta baharı
Baharda yazı yaşamak öyle
kolay değil
Günü gelince yerli yerine
oturur herşey
Baharın yaza
Yazın kışa söyleyeceği bir şey
de kalmaz
Hayalle yaşar insanların çoğu
Bir kardır
Bir doludur nasıl da üşütür
içimizi
Sorarsanız arada geçip giden
günlere
Aylar günlere
Haftalar yıllara dargındır
çoklukla
Bir giden
Bir daha geri dönmüyor
Yaşamın kuralı bu
Bulutlar buhardan katı
Bilmezsiniz nasıl yokoluyor
onca su
Her günü
Bir değerince yaşamalı insan
Bir de tutup bu olanlara
kansan
Gör bak
Şu insanoğlunun aymazlığı
yüzünden
Nasıl yanıyor
Nasıl kül oluyor orman
Kalkıp da bir sevgi ile
kapıları çalsam
Yoklasam bir bir sevenleri
Sevmeyenleri
Ayırsam biribirinden çirkin
güzeli
Düşsem yollara
Âşıklar gibi
Ben de şurada burada kalsam
20 Temmuz 2007
SEN VE BEN
Ortada bir sen, bir de ben
Boşa dönmez bu değirmen
Sular akar, gider boşa
Ağlayan ben, sızlayan sen
Çalımlar, kime kimlere
Nasıl da gönül yakarsın
Benzersin cine, cinlere
Sel olup nasıl akarsın
Ben bir yolcu, sen de hancı
Başlar önceden bir sancı
Bak bizi bizden ederler
Bulunmaz bunun ilacı
Aldanma canım aldanma
Herkesi sakın dost sanma
Bilmezsin çukur kazanı
Hiçbir tatlı söze kanma
Ben yanarım, sen yanarsın
Neye baksam, orada varsın
Herkes erişsin murada
İçimde eriyen karsın
Şu yükselen dağlara bak
Olma onlar gibi ırak
Bitmez çekilen özlemler
Sevgimiz olsun son durak
6 Aralık 2007
BAHÇEM VE BEN
Bir hafif rüzgâr
Bir bahçe
Bir de ben
Kımıldar yapraklar
Dallar
Bir o yana
Bir bu yana sallanır
Kaç ağaçtan
Kaç tür kuşun sesi gelir
Kayısı
Elma
Armut
Hepsi bir başka güzel
Hepsi bir başka umut
Ya şu eriğe ne dersiniz
Cevizlere umut bağlar
Tek kızılcıkla yarenlik
edersiniz
Asmalarda üzümler salkım
salkım
Dutlar bir başka görüntü
sergiler
Kırmızı erik
Kirazlar
Ve de sayısız vişne
Bir başka güzelleşir
Ruhları deler
Bahçem ve ben
Bütünleşmiş
Bir tek olmuşuz sanki
Sincaplar her an bir başka
zarar verir
Kargalar gagalar cevizleri
Cirit atar serçe kuşları
Kediler
Belki de onlar için gelir
Şurada iki genç çınar
Yılları uykusunda sayıklar
Kıyamam şu yaşlı kayısıya
Bahçenin en yaşlı ağacı
Yenilmedi ötekilere
Başında durur şöhretlik tacı
Arada bir
Bazı kirpiler görürsünüz
Bahçem şenliği gönlümün
Sevgi sevgi
Bu gönül asfaltında yürürsünüz
Ya şu mazı
Bağdaki üzüm
Badem
Ve de çamlar
Siz göremezsiniz bu güzelliği
Ondan anlarsa
Ancak benim gönlüm anlar
Her yaz
Birkaç ay konuk eder bizi
Ne deniz
Ne de göl
Bu kadar sarmalamaz içimizi
Bahçede sadece ben ve Hanım
Bu kaderi ikimiz paylaşırız
Çocuklar pek gelmez
Gençler bu yaşamı sevmez
Yıllardır yaşam böyle sürer
Bilmeyiz bizden sonra olacağı
Bu durakta kimler durur
Bu bahçeyi kimler bekler
15 Temmuz 2007
ŞİMDİ
Hollo Dağı duman şimdi
Halimiz çok yaman şimdi
Bulut bulut akıp giden
Şu buharlar derman şimdi
Sıcak vurmuş başlar döner
Ne çok orman yanıp söner
İnsanoğlu büyük düşman
Ne ederse insan eder
Susuzluk çekilmez oldu
Bitkiler sararıp soldu
Değişti şekli yüzlerin
İçimiz dertlerle doldu
Bilmez miyiz olacağı
Her taraf bir dert ocağı
Sanki tersine dönüyor
Şu dünyanın her bucağı
Kalkmaz dumanı dağların
Yenmez üzümü bağların
Kavrulmuş yapraklar sanki
Sayılmaz derdi çağların
Hallo Dağı duman şimdi
Çekilmiyor zaman şimdi
Bir kurak yazdır sürüyor
Yetmez derde derman şimdi
27 Temmuz 2007
SEN
Sen yanımda olsaydın bir tanem
Gökten başka inerdi yere
rahmet
Bir başka ıslık çalardı rüzgâr
Yıldızlar
Nasıl da kayıp giderdi
gözlerimin önünden
Sen yanımda olsaydın bir tanem
Sen yanımda olsaydın bir tanem
Ne sular kurur
Ne de yağmurlar inmez olurdu
gökten
Güneş bir başka ısıtır
Bir başka aydınlatırdı
dünyamızı
Buharlar bu kadar kıskanmazdı
bulutları
Şimşekler başka çakar
Yıldırımlar bir başka inerdi
yere
Sen yanımda olsaydın bir tanem
Gör denize nasıl yansırdı
göğün mavisi
Hiç de hiddetli esmezdi lodos
rüzgârları
Doğudan batıya
Nasıl bir bulut zinciri uzardı
Sen olsaydın yanımda bir tanem
Ne kimseler can verir
Ne de birileri mezarlar
kazardı
Hepsi bir anda olurdu bir
tanem
Görmedim kimlerin ne için
ağladığını
Ne için karalar bağladığını
Dünya bir başka dünya
Biz insanlar çok daha başkayız
Dünler çok gerilerde kaldı
Bir uğursuz derttir sarmış
dört bir yanımızı
Hepimiz hasta
Hepimiz sanki yastayız
27 Temmuz 2007
HAYDİ GEL
Haydi gel
Bak Hazar’da kar
Hollo’da rüzgâr
Nasıl da vurur geçer insanı
Bir başka hoplatır yüreğimi bu
diyar
Görüyorum
Karda da
Rüzgârda da hep sen varsın
Sen bana göre
Hem sevilen
Hem aranan bir başka yarsın
Kışta kar
Yazda rüzgâr
Bak nasıl vurur yüreğimi
Nasıl açar çiçekler
Nasıl uçuşur kelebekler
Haydi gel
Otur yanıma
Kollarım kollarını sarsın
Bir başka tür koksun bahçemin
menekşeleri
Gene öyle uçuşup dursun
kelebekler
Ne zaman baksam
Yaprakları hep sallanır
görürüm
Kör olsam bile
Bu sevgiler üstünde
Tıpkı görenler gibi yürürüm
Haydi gel
Denizi bir daha özletme bana
Varsın gizli kalsın
Köpük köpük dalgalarda gülüşün
Hüzün sokaklarında
Yalnız kalmaya çoktan alıştım
Kar tanelerinde arıyorum artık
seni
27 Aralık 2007
BENİ ANLAT
Beni anlat
Beni anlamak için
Bilirsin
Ben Mehmetçik’im
İşim
Beklemek
Korumak memleketi
Barışı getirmek için
Yok, etmek her illeti
Silahım omzumda
Dağ taş
Demez dolaşırım
Belli ki ben
Büyük sorumluluklar taşırım
Bir adımız daha var
“Kınalı Kuzular” diye anılırız
Barışta
Savaşta
Gör bizler nasıl birbirimize
sarılırız
Vatan
Millet
Sonra da bunlara hizmet
Başlıca ülkümüz olur bizim
Türküler tuttururuz
Kâh vatan
Kâh bayrak
Kâh da savaşlar için
Gece demez
Gündüz demez
Bu güzel ülkeyi kollarız
Severek şehit olmak için
Fırsat kollayan ne aziz
kullarız
6 Aralık 2007
GÜNEŞTE SAVRULMAK
An bu an, ne güzel şeylerle
dolup taşar içimiz
Severiz her güzeli, o yüzden
bitmez hiç sevgimiz
Selâmlar yollarız, bizi sorup
unutmayanlara
Onlarla ayakta durur, mutlu
oluruz hepimiz
Şarkı şarkı dalgalanır,
koşarız hep uzaklara
Keklik olup düşmeyiz, asla o
kötü tuzaklara
Severiz her seveni, o kendini
bilmez insanlara
Katılırız biz de, o kendini
bilmez kazaklara
Gün olur, açılır bizim de o
kararan bahtımız
Sultan olsak, ne yazar,
yıkılmayacak tahtımız
Köroğlu bile bıraktı şu
tatlıca saltanatı
Yok, kimselere bizim söz
verilmiş başka ahtımız
Koyun kuzu, bir arada nasıl
meleşir dururlar
Çok zaman güneş altında
kavrulur da kavrulurlar
Ağlayan Laleler, Mastar’dan
bir tür selamlar yollar
Gör kuruyan yapraklar,
rüzgârda nasıl savrulurlar
27 Ağustos 2007
BİZ KİMİZ
Sorarım herkese, kimiz, nerden
gelmişiz
Orta Asya derler, o geldiğimiz
yere
Sığınan kimseye, kanat ve kol
germişiz
Kurbanız bu toprak için can
verenlere
Anayurttan kopup gelmek, pek
kolay değil
Saldır göz dikene, dostlar
önünde eğil
Dosttan çok, düşman var, sen
bunu iyice bil
Kurbanız bu yolda, can verip
gidenlere
Oldu olası bu yurt için yaş
dökeriz
Bize saldıranın ciğerini
sökeriz
Mezar taşlarını elimizle
dikeriz
Kurbanız bu yurttan düşmanı
sürenlere
Yiğitçe ölene sevgimiz,
saygımız var
Gönülden akıyor sanki bir
soğuk pınar
Dileriz şu cennet ola her
birine yar
Kurbanız şehitlik şanına
erenlere
Analar, babalar birlikte can
verdiler
Tutup da düşmanı yerden yere
serdiler
Bir uçtan bir uca tel örgüler
gerdiler
Duacıyız yurdu bizden çok
sevenlere
Kutsaldır topraklar, bunu
böyle biliriz
Bu topraklar için ölür ölür
diriliriz
Toprak satanları, kalbimizden
sileriz
Kurbanız yiğitçe bir göğüs
gerenlere
SORARSANIZ BİZE
Çok uzaklardan gelmişiz
Tarihlere şan vermişiz
Binlerce ok-yay germişiz
Biz biliriz kendimizi
Vatan olmuş Anadolu
Bükülmemiş Türk’ün kolu
Bütünleşmiş sağı solu
Biz biliriz kendimizi
Sevmesek şu ülkemizi
İsterler böleler bizi
Hainler var dizi dizi
Biz biliriz kendimizi
Ne güzel vatanımız var
Dökülecek kanımız var
Düşman olmaz insana yar
Biz biliriz kendimizi
Varsın başka düşünsünler
Kötü kararlar versinler
Başka şeyler istesinler
Biz biliriz kendimizi
Osmanlı’yı böyle yıktılar
Ne tür kurşunlar sıktılar
Yalana yalan kattılar
Biz biliriz kendimizi
Sorarsanız tüm gerçeği
Kopmaz kimsenin yüreği
Birlik olmak tek ereği
Biz biliriz kendimizi
Birlik güçlendirir bizi
Ne hoş tutar içimizi
Herkes duyar sesimizi
Biz biliriz kendimizi
5 Şubat 2007
DAĞLAR DAĞLAR
Bir dumandır çökmüş karşı
dağlara
Şu yollara bakar bakar ağlarım
Konmaz olmuş kuşlar, bizim
bağlara
Yüreğimi dağlar dağlar ağlarım
Gönlümü kaptırdım ben bir
güzele
Yıllardır yolunu gözler
dururum
Nasıl da vermedik şöyle elele
Gece gündüz demez, özler
dururum
Anlatsam derdimi, yürekler
sızlar
Kimler geldi, kimler geçti
buradan
Giremez gönlüme başkaca kızlar
Bir bak, ne çok yıllar geçti
aradan
Bilmeyiz bu duman, nasıl
kalkacak
Sele dönen sular, nasıl akacak
Sarsıldı umutlar, zaman
kalmadı
Tutuşmuş yürekler, yaktı
yakacak
Bıraktık zamana, döne çarkımız
Kerem’den, Mecnun’dan var mı
farkımız
Bunca kahrı nasıl çeker
insanlar
Ne çeşmeler akar, ne de
arkımız
Haykırsam sesimiz, dağlarda
çınlar
Nasıl da unuttuk, yurdu vatanı
Nerede o güzel kılıçlar kınlar
Sakın incitme şu yerde yatanı
Dağlar dağlar, sevda götüren
dağlar
Herkesi bir başka yitiren
dağlar
Yol verin geçsin şu gönül
kervanı
İçimizi yakıp bitiren dağlar
25 Ocak 2007
GÜZEL TÜRKÇE’M
Ben sana
Sen bana yakın
Bırakın
Bu güzel dilimi bana bırakın
Yetmedi mi?
Yıllarca vurduğunuz
Eriyip
Yok, olması için
Ne plânlar kurduğunuz
Kim söyledi
Bu haince oyuna geleceğimizi
Bizdeki bizi
Size vereceğimizi
Kendini
Öz benliğini
Unutmak ne acı şey
Usumuzu sanki sürgüne
göndermişiz
Gel güzel dilim
Güzel Türkçe’m
Aşkı
Sevdayı gözlerimde ara
Sen varken
Tükenmem
Düşmem hiç dünyada dara
Bir değil
Bin kez gelseler üstüme
Kurşunlar yağsa
Gökten ve yerden
Senin uğruna seve seve can
veririm
Ben seninle ayakta durur
Seninle yükselirim
30 Kasım 2006
GECE VE SOKAKLAR
Gündüzden geceye bir yol
uzanır
Karanlık nasıl da örter
sokakları
Bir selâm gönderilir güneşten
aya
Gökyüzü binlerce yıldızla
kaplıdır
Gözler bir türlü seçemiyor
aydınlıkları
Sadece bir sessizlik
Bir de hafiften vuran rüzgâr
Gecedir bu
Bütün kapılar kapalı
Eller sadece semaya açık
Dualar öylesine yenilenir
durur
Gece kuşları
Bir o yana
Bir bu yana uçuşup dururlar
Bir yıkık yapı üzerinde
Baykuşlar
Gör ne çalımlar savururlar
Bazan bir yıldız
Bilinmez bir yöne kayıp gider
Köpek sesleri duyulur
uzaklardan
Uyku muyku tutmaz gözümüzü
Sabahlara kadar kıvranıp
durursunuz
Düşler artık eski düşler değil
Siz gene öyle
Kendinizce bir şeyler
savurursunuz
AYRILIK NASIL KOR İNSANA
Şiirler yazar
Şiirler göndeririz
Kitaplar git gel olur aramızda
Yazlar kışa
Kışlar yaza dönüşürdü
Bilmezdik hiç ayrı gayrıyı
Sevgiler nasıl da
Üst üste örtüşürdü
Mektuplar yazarız
Aşktan
Sevdadan yana
Gurbet nasıl da çizgi çizer
aramızda
Uzaktır
Yakındır
Diye düşünmeyiz hiç
Ağıtlar yakılır gidenlerin
ardından
Her gün başka başka türküler
söylenir
Baharla birlikte
Mektuplar gider
Mektuplar gelir
Anaydı
Babaydı
Ya da yardı aramızdan ayrılan
Gurbet sılaya
Sıla gurbete meydan okur
Bilmem anneler
Çocukları için
Ne gergefler dokur
Güldür baharla birlikte açan
Güz gelince solup dökülen
Bir kelâmcık selâmdır
Aramızda gidip gelen
Düğün dernek
Arkasından bir de gerdek
Bir başka renk katar yaşama
İnsan insanlığını duyar aşama
aşama
Hepsini yazsak
Ne kâğıt yeter
Ne de kitaplar alır
Bir dünya ki, insana sadece
yaşadıkları kalır
3 Ağustos 2007
GÜÇLÜ OLACAKSIN
Bak
Avazım çıktığı kadar
Bir kez daha haykırıyorum
Acıların için
Anıların için
Güçlü olacaksın diyorum
Bir ömür
Nasıl da geçti o kadar acılar
içinde
Gün oldu ısıtmadı üşüyen
tenlerimizi
An geldi
Sel sel olup aktı kanlarımız
Bir kuştur uçup da gitti
elimizden
Kâh geçmişe
Kâh dönüp geleceğe baktık
Düşünmedik
Sonradan başımıza gelecekleri
Aktık
Nasıl da o sonsuz karanlıklara
aktık
Kerem olduk
Çöllerde aramağa başladık
Aslı’ları
Ferhat olduk
Dağlarda bulmağa çalıştık
Şirin’leri
Derinden derine
Nasıl da akıp gitti ırmaklar
Göl göl oldu gözyaşları
âşıkların
Uzaktan uzağa çağlayıp durdu
çeşmeler
Çok vakit ayaklarımıza dolandı
ellerimiz
Türkü türkü söyleyip durduk
Öykülerimizi anlatmağa
Nasıl da yetmedi dillerimiz
Güçlü olacaksın
Atacaksın gam yükünü üzerinden
Yürüyeceksin bir hızla
başarıların üzerine
Şu bu demeyecek
Kendini koyacaksın her
tökezleyenin yerine
SEN YOKSUN
Sen yoksun oğul
Sen yoksun
Yıllar oldu gurbete gideli
Yıllar oldu bize
Derin bir hüzün vereli
Günler aylara
Aylar yıllara dönüştü
Bakıyorum bunca geçen günlere
Bakıyorum
Neler nelerle örtüştü
Sen yoksun oğul
Sen yoksun
Bak sen de baba oldun
Seninde oğlun var
Kızın var
Biliyorum
Senin de sızın
İçinde ayın yıldızın var
Hasret nasıl da vuruyor insanı
Gurbet şimdi çok çok uzakta
Ne el yetişir
Ne de ayak
Bir hüzündür sarar içimizi
Her sabah uykudan uyanarak
Bir ömrün akışı
İnsanın insana bakışı
Nasıl olur bilmesin oğul
Bir bakarsın ak düşmüş
saçlarına
Aylar ayları
Yıllar yılları sürüp götürmüş
Ne yazı düşünür
Ne de kışı düşünürüz oğul
Mevsimler başka
Yıllar başka vurup geçer
Bilmeyiz kara yazgısını
insanın
Bilmeyiz
Kimler kimlere nasıl bir ömür
biçer
TÜRKÜLERLE YAŞAMAK
Nasıl da zor olmuş türkülerle
yaşamak
Bırakıp bir yana duyguları
Derin düşler peşinde koşmak
Bir zaman nasıl da yakındı
bize
Rumeli’ler
Gidip de gelinmez olan
Yemen’ler
Artık söğütler de yok
kışlaların önünde
Kimler
Kimseler de gidip gelmiyor
Yemen ellerine
Redif sesi de duyulmuyor
dağların ötesinden
Ardı arkası kesilmeyen
savaşlar da
Vurmuyor o kadar kapılarımızı
Bir bir yok olmuş yüreğimizi
vuran türküler
Şimdilerde çoğu düşmanlar
içimizde yaşıyor
Bir gör öfke üzerine öfke
taşıyor
Çanakkale içinde aynalı
çarşılar da kalmamış
Durmuş boğazın dalgaları
Anafartalar söylüyor bir
geçmişin türküsünü
Ötede
Binlerce kilometre ötede
Anzak’lar nasıl da arayıp
soruyor ölüsünü
Alçıtepe
Anıttepe
Sayısız şehitlere yurt olmuş
Nice yiğitler vuruşmuş
buralarda
Her biri bir başka saray
kurmuş
Ah, kulaklarımızı o tür
çınlatan türküler
Tutup yüreğimizi yerinden
hoplatan türküler
3 Ağustos 2007
BÜYÜK TAARRUZ
O gün yer gök inlemişti,
Allah-u Ekber sesiyle
Nasıl da yenilip kaçmıştı
düşman, o koca cüssesiyle
“Ya İstiklâl, Ya Ölüm..”
haykırışımız olmuştu
Boğulmuştu bir daha Mehmet’in
gür sesiyle
Tarihe yeniden sanki destanlar
yazıyorduk
Bayraklarla koşuyor,
bayraklarla dalgalanıyorduk
Umudu çoktan yitmişti Yunan
denen düşmanın
Yalnız Yunan’la değil,
herkesle savaşıyorduk
Çanakkale tanıktı, Türk’ün
yiğitçe vuruşuna
Bütün dünya hayrandı,
ordumuzun duruşuna
Düşman nasıl bozulmuş, kaçıyor
da kaçıyordu
Mehmet’im, gör etrafa ne tür
şeyler saçıyordu
Bir hızla koşuyorduk, kaçan
düşmanın ardından
Dağlar bile inlemişti,
düşmanın feryadından
İnönü, Sakarya, Afyon, sonra
da Dumlupınar
Sulanmıştı bir daha bu
kaçanların kanından
Kurtuluş bekliyordu çoktandır
güzel İzmir
Ayağa kalkmıştı herkes,
çekiliyordu tekbir
Göndere yeniden kendi
bayrağımız asılmıştı
Defolup gitmişlerdi düşman
askeri bir bir
Kanımızla kurmuştuk bu güzel
Cumhuriyeti
Armağan etmiştik herkese tatlı
hürriyeti
Kendi ülkemizde hürce yaşamak
ne güzel
Ne zorluklarla atmıştık,
asırlaşan illeti
28 Ekim 2007
SIKI DURUN DOSTLAR
Söyleyin dostlar
Nasıl ıslatır
Gözyaşları avuçları
Dizelere nasıl iner
Çare bulunmaz
Şu diz ağrıları
Sesi bir başka duyulur
Coşkunca akan
Şu derelerin
Geçit vermez bir türlü
nehirler
Bir düştür kuşatmış derin
uykularımızı
Bilemeyiz
Nasıl bir sıcaklıktır çökmüş
içimize
Aşk mı
Yoksa bir kuru sevda mı
Bu kadar derinden vuran bizi
Bir sıcak
Bir kuru yazı bıraktık gene
gerilerde
Yapraklar nasıl da sararıp
solmağa başladı
Çekilip gitti bir bir kısır
bulutlar
Yağışlar geldi dostlar
Yağışlar
Sıkı durun
Aldanmayın havanın güzel
gülüşüne
Bilinmez yarından sonra
gelecekler
Bir bakarsın
Bir yanda yel
Bir yanda da sel
Gene vurup götürmüştür bir
yanımızı
Biz gözü tok insanlarız
dostlar
Çekinmez
Her gün nasıl da akıtırız
güzel kanımızı
6 Kasım 2007
ORTALIK TOZ DUMAN
Her gün birkaç ölü
Her gün dökülen bir o kadar
yaş
Kimin
Kimsenin umurunda bile değil
Bu nasıl bir insanlıktır
Sorma bana arkadaş
Gün olur
Sabah olur
Bir gün bakarsın
Solmuş yüzlerin rengi
Çatlamış nasıl da dudaklar
Yüreklere kadar inmiş
gidenlerin acısı
Bu oğuldur
Bu babadır
Kolay kolay geçer mi sancısı
Analar oğul
Babalar evlat
Çocuklar baba
Eşler helalim der
Ve parça parça olur yürekler
Bir aymazlıktır çökmüş
üstümüze
Dert sorarsan baştan aşkın
Her gün bir yanımız yıkılır
Bedenimizden bir başka parça
kopar
Kimseler düşünmez
Yarında neler olacağını
Topraklarımızda
Nelerin sönüp nelerin
yanacağını
Bak bacalardan çıkan dumana
Bir de yanan
Kül olan
Ormanlarımızdan çıkan dumana
bak
Bir dünya ki
Hiç bitmiyor derdi sıkıntısı
Üst üste geliyor çok şeyin
yıkıntısı
4 Kasım 2007
BU DA BİZİM YAZGIMIZ
Çobanlar kırlara sürdü davarı
Fatoşum boyladı Sıtma Pınar’ı
Kalmadı önümde başkaca engel
Nasıl aramam ben nazlıca yarı
Bakarım çevreme, görünmez
kimse
Karşılık vermezler yükselen
sese
Bilinmez nedeni olup bitenin
Kalırız çok zaman nefes nefese
Şu Bestek yokuşu, yorar niceyi
Çoktandır unuttuk gündüz
geceyi
At sırtında gitmek kolay mı
şehre
Unutmuşuz çoktan sanki heceyi
Kıraç’ın önünden geçer
yolumuz
Ekinle sarılmış sağ ve solumuz
Hoş’ta mola vermek, pek kolay
değil
Kırılır bakarsın, kafa,
kolumuz
Şehitler Düzü’nde yatılır gece
Düşlerde çözülür ne çok
bilmece
Mornik denen bir köyden
geçeriz
Sakolar denen yer, büyük
çekince
Mehmet Usta Hanı, duraktır
bize
Nasıl başlayalım burada söze
At, eşek kokusu, böler uykuyu
Neler anlatayım bilmemki size
Yıllarca bunları çekip de
durduk
Şu gönlümüzde ne saraylar
kurduk
Şehre ulaşmak zordu o vakit
Kör körüne ne çok hedefler
vurduk
27 Temmuz 1949
BENİM DERDİM
( Gözü yaşlı Anama )
Gözü yaşlı
Sabır taşlı Anam
İstedim sana son mektubu yazam
Ellerim dağda
Yüreğim yanımda kaldı
İçten sevgiler
Derin özlemler katarak
yazıyorum
Son mektubumu
Hainler hiç de rahat
bırakmıyorlar bizi
Nasıl da zehir ediyorlar
Hem gündüz
Hem de gecemizi
Bu mektubu da arkadaşıma
yazıyorum
Onun da bacakları kalmış bir
başka dağda
Neyse ki
Yüreğim ve dilim henüz yok
olmadı
Ölüm denen o karakuş gelip
Henüz başımıza konmadı
Belki son olacak bu mektubum
Bir kör kurşun alıp götürmezse
beni
Şunun şurasında az bir zaman
kaldı
Gör nasıl bir özlemle
Sarılarak kucaklayacağım seni
Anam
Garip anam benim
Artık öyle özlem dolu düşler
de görmüyorum
Görsem bile
O an bir hain hemen dikiliyor
karşıma
Hep onun üzerine yürüyorum
Şu kopan ellerimi
Ver ver diyorum
Bir öfkedir nasıl sinmiş içime
Bilmiyorum anacığım
Ben nasıl girmişim böyle bir
başka biçime
Hani beni uğurlarken
Sakın oğlum, sakın ha
Onlar senin kardeşin
Mecbur kalmadıkça
Kurşun sıkma diyordun
Ah Anam,
Tatlı Anam
Sen ne temiz yürekliymişsin
Öylesine bir temiz yürek
taşıyordun
Sen bu yürekle
Nice ufukları aşıyordun
Bir gün nasılsa karşılaştık
onlarla
Barut kokusu nasıl da
yakıyordu genzimizi
Kurşun seslerinden dağlar
çınlıyordu
Çok yakınımızdaydılar
Çok yakınımızda
Bir an başımı çıkardım
siperden
Gör nasıl da gelmiştik gözgöze
Sanki kardeşimdi yıllardır
görmediğim
Boynuna sarılıp öpmek geldi
içimden
Kim bilir
Onun da kaç çocuğu vardı
yolunu bekleyen
Kimi gezen
Kimi henüz yeni emekleyen
Onun da anası senin gibi
gözyaşlı
Bir pisliğedir düşmüşlerdi
Bacılı kardaşlı
Anam
Sevgili Anam
Birden söylediklerin geldi
aklıma
Dinledim sözünü
Tetiğe bir türlü dokunamadım
Ama o şartlanmıştı bir kere
Acımak nedir
Ölme, öldürme nedir bilmiyordu
Bir anda elindeki bombanın
pimini çekip fırlatmıştı
O an dünyamıydı başıma yıkılan
Yoksa bombamıydı gelip ta yanı
başıma konan
Uyuşmuştu bütün vücudum
Ellerim çoktan uçup gitmişti
Sanki bulutlarda uçuyordum
Öfke değil
İnsanlığımı yutuyordum
Ben sözünü dinledim anam
Kardeşimi vurmadım
Ne varki
Onun annesi böyle bir öğütte
bulunmamıştı
Ya da o kardeşim
Saplandığı o kötü bataktan
kurtulmamıştı
Gözü dönmüş bir insana
benziyordu o kardeşim
Öyle olmasa
Buralarda neydi onun, benim
işim
Ayni toprakta doğmuş
Ayni toprakta büyümüştük
Yıllar yılı
Cepheden cepheye koşmuş
Asıl düşmanla birlikte
dövüşmüştük
Ah Anam
Garip Anam
Söz başı “ Bu vatan size
emanet”derdin
Bize hep o yollu nasihatlar
ederdin
Bir bak
Şu vatanı ne hallere
getirdiler
Birlikte savaş verdiğimiz o
yerlerde
Dönüp silâhları bize
çevirdiler
Sen “Kıyma” dedin ama
Onlar bize kıydılar
Yitirdiler o kardeşlik
sevgisini
Böyle vahşet dolu
Bir kara tablo ile
Kendilerini
Bilmem ne tür insan sandılar
Var güzel Anam
Hakkını gene de helâl eyle
Ölmek
Şehit düşmek kaderde varmış
Sen
Anaların en iyisi
Gene bildiğin yolda yürü
Gene öyle güzel
Öyle hakça, insanca sözler
söyle
GÜZEL MALATYA’M
Yıllarca sevdam oldun,
kuruldun içime
Beydağ’ınla birlikte hep
yaşadın, durdun
Zamanla değişip girdin başka
biçime
Bir bak gönlümde ne şirin
saraylar kurdun
Sultansuyu yazlık hamamımız
olmuştu
Pınarbaşı, Sürgü gönlümüze
dolmuştu
Tahtımız olmuştu Arga’daki tek
kışla
Devlet kuşu sanki başımıza
konmuştu
Yıllarca ekmeğinle beslenip
durmuştuk
Öğretmen olup, ne hoş yola
koyulmuştuk
Unutmadık seni, içimizde
taşıdık
Seninle sarmalaşıp, seninle
dolmuştuk
Seni unutmak, hiç yakışır mı
bize
Nankör olanlar, gelir mi
dizdize
Unutmak kolay mı, Arga’yı,
Akçadağ’ı
Bir aydınlıktır çökmüştü
üzerimize
Yiğitlerin, bir koca tarihi
simgeler
Geçti başından senin de gör
neler neler
Anınla şanınla sen çok yaşa
Malatya’m
Güzelliğin hâlâ şu yüreğimi
deler
Sultansuyu, Sürgü, ne çok
alanı sular
Fırat’ta görülmez artık eski
uykular
Yaşama Arga’da açmıştık
gözümüzü
Bir daha geri dönmez o tatlı
duygular
Nankörlük yakışır mı düşünen
insana
İyiyi görenler hizmet verir
vatana
Güzelliğinle bin yaşa güzel
Malatya’m
Beydağ’ın ses versin, daha
nice insana
9 Şubat 2007
ORTALIK TOZ DUMAN
Ortalık toz duman
Bir bak
Halimiz ne yaman
Gün olur
Sabah olur
Bir gün bakarsın
Bir bilinmez ah vah olur
Açar kanatlarını
Sinerek gün güneş
Bir ışıktır düşen üzerimize
Bilinmez karanlıkların sonu
Bakarsın
Akşamdan önce sabah olur
Bir at kişnemesi
Karıştırır günü iyiden iyiye
Bir başka selâm verir güne
Karışan kuş sesleri
Bilmem insan
Ne zaman
Ve nasıl kavuşur üne
Anlaşılmaz çok zaman kültür
dili
Bir yüce melektir iner gökten
yere
Bir anda aydınlanır
Her yanı dünyanın
Nasıl da bilgiçlik taslar
İnsan insana
Sorulmaz çok şeyin nedeni
niçini
Bakarsın bir rüzgârdır vurmuş
Ta ötelerde Çin’i, Maçin’i
Karşı durulmaz
Ne güneşe
Ne aya
Başlar arka arkaya felaketler
İstemese de
Yapışır kalırız
Bir türlü terk edemediğimiz
Şu bizim eskimiş dünyaya
30 Ekim 2007
ELAZIĞ
Çevrende bir teksin, söylenir
adın
Gönülden gönüle koşar durursun
Uzanır her yana, kolun kanadın
Gönülden gönüle taşar durursun
İnsanın başkadır, kendin
başkasın
Bilinir tarihin, çok genç
yaştasın
Güzellik deseler, gene
baştasın
Gönülden gönüle taşar durursun
Tükendi yeşilin, sahraya
döndün
Şu ışıklar gibi yanıp da
söndün
Zaman içinde ne zor günler
gördün
Gönülden gönüle taşar durursun
Şu kayabaşı’ndan bakınca sana
Korkular verirsin ne çok
insana
Takılır kalırız kirli havana
Gönülden gönüle taşar durursun
Harput’un, Keban’ın ve
Hazar’ın var
Bitmez tükenmez, ne çok
yazarın var
Kimseyi incitmez bir nazarın
var
Gönülden gönüle taşar durursun
Gene de gözdesin, söylenir
adın
Uçmana yeter şu kolun kanadın
Nasıl da dolaşır dillerde
yâdın
Gönülden gönüle taşar durursun
Sevenler her zaman arkanda
durur
Hazar’dan Hazar’a yeller
savurur
Sevda yüreğimi nasıl kavurur
Gönülden gönüle taşar durursun
13 Ocak 2007
AKLANMAK
Merhaba güzel gün, güzel sabah
Seninle başlar, birçok ah ve
vah
Işıtır güneş gün boyu bizi
Darda koymasın kimseyi Allah
Zamanı ne hoş okşar geçeriz
Neleri sever, neyi ölçeriz
Severiz günü, günden ötürü
Herkese başka şeyler biçeriz
İnsan insanı nasıl kıskanır
Herkes kendini başka şey sanır
Kapılır ne çok kötü şeylere
Kendinden başka kimleri tanır
Yaşam çekilmez olur çok zaman
Boğulur kendi suyunda insan
Kendi kendine yok olup gider
Kaplar dağları bir kara duman
Dillerde ince, güzel bir türkü
Yutmaz kimseyi, her yüce ülkü
Birlik olanlar ayakta kalır
Tanrı korusun şu yüce Türk’ü
Bizce yücedir her atasözü
Kalmaz kimsenin kimsede gözü
Sevilir, ana, baba, kardeşler
Böyle aklanır, insanın yüzü
27 Ağustos 2007
DURULMAZ
Ne güzel günleri geride
bıraktık
Tüttürdük bacayı, ne ateşler
yaktık
Tutmadı kimseler, asla
elimizden
Oysa biz onlara, ne yardımlar
yaptık
İnsanı çıldırtır, bu olup
bitenler
Nerede kaldı o bacası tütenler
Bilinmez nereye uçtu o
kervanlar
Bir daha dönmedi, gurbette
yitenler
Ne için yazılır, bilmemki
anılar
O “dost dost” diyenler kimlere
kandılar
Attılar köşeye bir yabancı
gibi
Bizi de onlardan biri mi
sandılar
Ak günler, nasıl da boyandı
pisliğe
Yaklaşmaz kimseler, birlikle
dirliğe
Sorarız herkese, yanıt veren
çıkmaz
Yakışmaz hiçbiri, bilinen
erliğe
Yol gösterse felek, bir kaybı
mı olur
Yazılsa anılar, çok şeyler
sorulur
Zaman içinde yok olur ne çok
şeyler
Gör dünyada ne hoş düzenler
kurulur
Çıkıp onlar gibi düşsek mi
yollara
Ayrıldık çok kez ne densizce
kollara
İçten dıştan ne çok vuran oldu
bizi
Yetişmedik bu yüzden bilinen
bollara
Haberler salsak, bir alanı
bulunmaz
Ahmet’e Mehmet’e sualler
sorulmaz
Yığılır çok anı, bir köşede
kalır
Durulur çok sular, şu dostlar
durulmaz
26 Ağustos 2007
ÇOBAN
Sen
Dağların
Yaylaların
Ovaların yiğit çobanı
Durma çalış
Güttüğün koyunlar kadar
Kurtar şu özyurdu
Şu güzel vatanı
Edirne’den Van’a kadar
İnce uzun bir yolun var
Varsın
Ötsün dallarda bülbüller
Açsın şu kırlarda güzel güller
Adana’ya
Maraş’a, İzmir’e kadar
Uzar yolun
Sen gene öyle çal kavalını
Düşürme sopanı elinden
Yorulmaz kolun
İskenderun
Kerkük
Kars
Ardahan
Hepsi bizim
Hepsi de Türk
Sarıl kavalına
Bir türkü tuttur Urfa’dan
Ardahan’dan
Şahinler yurdu Antep’te
Açsın güller
Dolsun bir başka gönüller
Çık Harput’a
Bir ses de Kayabaşı’ndan ver
Buzluk’tan
Gene uğultulu sesler yükselsin
Bir ses ver ki
Arap Baba’lar
Bir güzelce dile gelsin
Sarılsın zurnacı Şabo
Bir coşku ile zurnaya
Bir yol uzansın
Edirne’ye
Tuna’ya
Vursun davulcu
Bir güçle davula tokmağı
Yansın şamdanda mumlar
Başlasın çayda Çıra
Haydi çoban
Al koyunlarını
Çık Mastar’a
Oradan da
Bir selâm sal Hazar’a
Çal çoban kavalını
Titret yeniden yanık yürekleri
Bırakma sakın sopanı elinden
Bir daha görünsün yiğitlerin
Bir daha tunçlaşsın
Gakkomun bilekleri
11. Mart. 2003
BEN NEYİ DÜŞÜNÜYORUM
Onca yıllar akıp gitti
Onca sorunlar
Bir kendime
Bir de akıp giden o günlere
bakıyorum
Ne kendimi bulabiliyorum
O geçip giden zamanda
Ne de onca bıraktıklarımı
Bir dünya ki
Bir kapıdan giriyor
Bir kapıdan çıkıyoruz
Yaşam
Hep güçlüklerle dolu
Bir yanda inişler
Öte yanda yokuşlar
Gün olur
Zaman olur
Etrafımızı sarar
Kurtlar kuşlar
Geç anlarız
Yaşlandığımızı
Yaşama nasıl sarılıp
Nasıl bağlandığımızı
Sonunda
Yeniden geldiğimiz topraklara
döneriz
Başucumuza
Sadece bir mezar taşı dikerler
Kimi bir Fatiha okur ruhumuza
Kimi onu bile esirger
Hasretlik bu ya
Ordada rahat bırakmaz
Bir yumruk daha
İndirmek isterler omuzumuza
8 Mart 2003
BUGÜN 7 MART
Bugün 7 Mart
Ah canım kardeşim
Seni tam 52 yıl önce
Bugün kaybetmiştik
Babamın
O can babamın nasıl
dövündüğünü
Başını oraya buraya
Nasıl vurduğunu anımsıyorum
Gençtin
Daha yeni öğretmen olmuştun
Ama kader
Oynayacağını oynamıştı bize
O gün sanki
Bir dağdır düşmüştü üzerimize
Çok erken yaşlarda ayrıldın
aramızdan
Acıların hiç de sonu gelmedi
Önce annemizi
Sonra küçük ablamızı
Arkasından sevgili babamızı
Kaybetmiştik
Beş oğlan
Üç de kız kardeştik
Şimdi sadece ben varım hayatta
Az da şeyler geçmedi
başımızdan
Dolu dolu savaşlar verdik
Kâh kazandık bu savaşları
Kâh yenildik
Yaşam bu işte
Bir kapıdan giriyor
Bir kapıdan çıkıyoruz
Günü
Zamanı gelince
Hepimiz de
Birer birer göçüp gidiyoruz
Yerin cennet olsun
Canım kardeşim
Bugün günlerden Cuma
Hayırlı bir gün
Bu dünyada almadın muradını
Bari oralarda gülsün yüzün
Bir başka açsın baharın
Bir başka geçsin güzün
ŞU KADERE BAK
Sen ve ben
Sadece ikimiz
Ya da biribirini seven iki
insan
Evleneli
Tam 56 yıl olmuş
Elli iki yıl dile kolay
O kadar acı
Ve de tatlı günler
Bir de
Arada çektiğimiz sıkıntılar
Düşünüyorum
Acaba ben ne verdim sana
Onca yıl
Kahrımı çektin durdun
İster inan ister inanma
Sana hiç ihanet etmedim
Bir başkasını da sevmedim
Üzerine
Bir yanda sen
Bir yanda çocuklar
Kahrımı hep sen çektin
Tanrı’ya binlerce kez
Şükrediyorum
Diliyorum
Bu ak ve pak yüzümüzle
Öbür dünyada da bir araya
geliriz
Elbette düşünür bizi Yaradan
Bilemeyiz
Daha kaç yıl geçecek aradan
Bilesin
Sevgin hep içimde kalacak
Tanrı’dan başka
Kimse
Bizi birbirimizden ayırmayacak
UYKUSUZ GECELER
Saat tam gecenin üçü
Ben gene ayaktayım
Gene uykusuz geçen dakikalar
Bakıyorum şöyle bir kafama
İçimden neler geçiyor neler
Ah
Bizi bizden alan uykusuz
geceler
Kolay mı ayakta durmak
Kolay mı yükünü taşımak bunca
yaşamın
Her gün bir başka sıkıntı
Bir başka hastalık
Bakıyorum uykusuz geçen
gecelere
Bulandıkça bulanmış ortalık
Çaresiz
Dayanıp duracağız
Bugüne dek o kadar yorulmadık
Bundan sonra da
O kadar yorulmayacağız
İnsan dediğin ne ki
Duyan
Düşünen
Konuşan bir yaratık
Bakıyorum
Tadı kalmamış hiçbir şeyin
Felek gene vuruyor vuracağını
Dünyanın çivisi kopmuş bir
kere
Bir yanda ateş
Bir yanda kan
Bilmiyorum
Neden hiç doymaz
Şu güzel yaratılan insan
7 Mart 2003
ÖKSÜRÜK
Nedir şu insanlardan çektiğim
Kimi öpsem
Kimin elini sıksam
Mutlaka bir hastalık kaparım
Öyle bir öksürük ki
Türkülerin dilini bile anlamam
Duymam kuşların
Tık tık camları vurduğunu
Kim bilir ne kadar aç
Ne kadar perişandırlar
Arada bir
Sesini duyarım
Soğukça esen rüzgârın
Bir ben konuşurum
Bir de vurulan camlar
Siz yok musunuz siz
Eli kalem tutan yazarlar
Ya da bir düze
Sözde şair olanlar
Başağrıları nasıl tutar
bilirmisiniz
İşitirmisiniz
Arada bir midenizden gelen
O sancılı sesleri
Gelin de öksürmeyin
Gelin de
Sesime ses vermeyin
Siz hain dostlar
İkide bir
Tık tık penceremi
Vuran kuşlar
3 Mart 2003
GÜL VE BÜLBÜL
Bahçemde gül
Bahçemde bülbül
Biri kokar
Biri öter
Rüzgâr alır götürür kokuları
Bir başka yankılaşır sesler
Ah biz şu insanlar
Bizde nasıl renkleşir hevesler
Gün boyu serçeler ötüşür durur
Saksağanla sincaplar dansa
tutuşur
Çoktandır baykuşlar uğramaz
semtimize
Bahçeye dönüşmüştür bütün
harmanlar
Sofi Şakir
Eskisi gibi cenneti
parsellemez
Azrail’le de arası yoktur
eskisi gibi
Gahmutlu’nun
Zaza Hüse’nin sesi ahiretten
gelir
Hoca Alâeddin
Ta Fahribey’lerden ses verir
Gül kokar
Bülbül öter
Dam üstünde saksağanlar
Onlar da dertlidir insanlar
kadar
Ölen yavruları için
Onlar da bizim kadar gözyaşı
döker
Bugün 22 Temmuz
Bir yanda seçim
Öte yanda geçim
İş ve de aş
Acele etme
Canım vatandaş
Bu yazda
Bu sıcakta
Seçim mi olur deme
At oyunu sandığa
Sen de öyle
Oraya
Buraya saldırıp hakkımızı yeme
Bak
Nasıl kesildi sesler
Boşuna mı tükendi nefesler
Ak koyun
Kara koyun
Yarın belli olacak
Kimler kaybedecek
Kimler kazanacak
AH ŞU SİGARA
Sorma bana
Ben bu mereti hiç kullanmadım
Kullanmak da geçmedi içimden
Babam içerdi
Ağabeylerim içerdi
Nice yakınlar
Dostlar içerdi
Ben sadece onları seyrederdim
Kendime de sürekli
“İçmeyeceğim” derdim
Durdum sözümde
Çok sunanlar oldu bana
“Hiç olmasa bir tane iç”
Diyenler
İçmedim
Bir kez söz vermiştim kendime
Ama kokusunu çok çektim
Hani “Pasif tiryaki”
Derler ya
Ben işte onu yaptım
Gün geldi
Zaman geldi
Bir amansız derde yakalandım
Çektim yıllar boyu
Ameliyat oldum
İlâçlar kullandım bol bol
Tıkandığım
Soluk bile alamadığım gün oldu
Yatakta bile rahat uyuyamazdım
Sigara içenlerin yanında
Bir rahatça duramazdım
Hâlâ çekip duruyorum bu
yazgıyı
Keşke böyle yazılmasaydı
Keşke insanlar sigara içmese
Bukadar kötü haller olmasaydı
Alışkanlık diyorlar
Her gün
Biraz daha zehirleniyorlar
YAĞMUR
Sere serpe inen yağmur
Düş üstüme ıslat beni
Her bir yanım olmuş çamur
Gir gönlüme ıslat beni
Haber gelmez güzel yardan
Korkmam kışın yağan kardan
Batar çıkar yürürüm ben
Yardım gelmez hiçbir yerden
Seher yeli vurmaz bizi
Yağışın pek açmaz bizi
Bir yaz boyu susar toprak
Bulutların yakmaz bizi
Biz ağlarız, toprak ağlar
Kurur nice bahçe bağlar
Rüzgâr vurur, sen vurursun
Sarsılmaz mı yüce dağlar
Medet umar ne çok insan
Sen düşersen, yaşar vatan
Esirgeme bunu bizden
Sel ol artık içten yakan
10 Aralık 2007
ÇAL KEMANCI
Çal Kemancı
Çal
Kemanın tellerinden
Ses ses türküler dökülsün
Uçsun sarı sarı yapraklar
Cılız kalan dalların
Yedi yerden beli bükülsün
Gül dalında
Varsın bir daha ötmesin
bülbüller
Selam olsun
Dallarda sararıp duran
yapraklara
Vurmasın güz rüzgârları
Kışa soyunmuş şu çıplak
ağaçları
Çal kemancı
Şu titreyen tellerden
Renk renk şarkılar dökülsün
Selâma dursun kar yüklü dağlar
Sakın bir daha donmasın
Arsızca akan nehirler
Irmaklar
Bilmiyorum
Sen de eski kemancı değilsin
Titreyen şu parmaklarında
Yıllanmış o teller
Neden
Ve niçin eğilsin
Bilmem
Yeniden dirilmek
Nasıl güç kazandıracak sana
Çal kemancı
Pes etme sakın
Yeniden bir ruh
Bir canlılık gelsin kemana
10 Aralık 2007
BULAMIYORUZ
Bir dumandır sarmış dağları
Yer gök sanki düşman bize
Bir karanlıktır çökmüş
üzerimize
Gündüzler nasıl da geceye gebe
Bir damla suya bile hasretiz
Bilmem bu hallere nasıl geldik
biz
Yıllar boyu uyumuş kalmışız
Unutmuşuz uyanık kalmayı
Sanki bilinmez bir gaflete
dalmışız
Politika nasıl da sarhoş
yapmış bizi
Nasıl da gaflete daldırmışız
kendimizi
Gün görmüş
Günler görmüşüz
Bırak kışları
Soğuk günleri bir yana
Yazlarda bile üşümüşüz
Bir hazandır çökmüş üzerimize
Dökülmüş yapraklar
Nasıl da savruluyor rüzgâr
önünde
Güneş çok uzaklaşmış bizden
O yakıcı sıcaklardan sonra
Nedir bizi bu kadar üşüten
Bakıyorum
Ellerime ayaklarıma
Sanki bir derin yaradır
yüreğimi büken
Al gülüm
Ver gülüm demeye de gelmiyor
İnsanlar çok değişmiş
İnsanlar lafla çamlar
deviriyor
İşte kıvrılıp giden ince
yollar
İşte bizi biz olmaktan çıkaran
Sağlar sollar
Öyleki
Artık ayaklarımızın üzerinde
bile duramıyoruz
Ne kadar da zorlaşmış yaşamak
Bıraktıklarımızı bile yerinde
bulamıyoruz
3 Kasım 2007
BİLEMİYORUM
Alıştım artık, ben bu yaşama
alıştım
Bir başka yaşamı bile
düşünemiyorum
Zaman içinde ne çok şeylere
karıştım
Kangren olan yaramı hiç
deşemiyorum
Sorsalar anlatamam geçmiş çok
olayı
Düğünlerde çekmiştim, ne de
çok halayı
Almıştım birçoğundan hayır
duayı
Kime kimseye çukurlar
eşemiyorum
Bakılsa geçmişe ne çok anılar
çıkar
Her biri beni başka bir
biçimde yakar
Açılsa yollar, içten ne
nehirler akar
İstesem de kimseye
erişemiyorum
Dağlar, ovalar, nasıl da
bulandı kana
Çok zarar veriyorlar şu güzel
vatana
Hain derler düzene her karşı
çıkana
Ben bunlara satılmış da
diyemiyorum
Bu duruma nasıl düştük,
söylemez kimseler
Ben söylesem ok gibi şu içimi
deler
Göreceğiz biz bilmem daha
neler neler
Utancımdan bir yere de
gidemiyorum
Dış dünya kötü sardı, dört bir
çevremizi
SEVR’de olduğu gibi ham
avladılar bizi
Çekilip köşemize, tuttuk
sesimizi
Artık kimseye selam da
edemiyoruz
“YÜREĞİ GÖLGESİNDE BÜYÜK
ADAM”
( Sevgili Şener Bulut’a)
Bir adam bilirim
Yüreği gölgesinden büyük
Kültürü omuzlarında taşıyan
Bir adam bilirim
Durmadan
Ama hiç durmadan
O sevda dolu
Yüreğini kaşıyan
Bir adam bilirim
Öylesine sevdalarla yüklü
Hep aydınlıklara koşmak
isteyen
“Kültür benim el emeğimdir…”
diyen
Bir adam bilirim
Islak kirpikleri
Gözlerime takılan
Kültür pınarlarından
İnsana pırıl pırıl su veren
Bir adam bilirim
Uykusuz gecelerde
Her tür düşlere giren
Bir gönülle koşan her yana
Kendini kültür dünyasına veren
Bir adam bilirim
Herkesçe sevilen
Sayılan
Varlığıyla övünülen
Kendisine öylesine güven
duyulan…
12 Ocak 2008
ŞU YEMEN İLLERİ
( Yemen’de şehit düşen
iki dayımın ruhuna)
Şu yemen illeri, çöldür
geçilmez
Sıcaktır suları, bir tas
içilmez
Analar, babalar yaş döker
durur
Analar seçilir, yarlar
seçilmez
Mektuplar ulaşmaz, uzaktır
yollar
Gülleler altında, sallanır
kollar
Beklenir çok yıllar, haberler
gelmez
Bekler durur nice analar,
dullar
Ateş ateş nasıl yanar yürekler
Açlıktan bükülür kalır
bilekler
Oraya gidenler gelmez bir daha
Gözyaşlı analar yolları bekler
Orası Yemen’dir, söylenir adı
Orada çekilmez hayatın tadı
Yüzbaşı, binbaşı, öğütler
verir
Ölenin geride kalır bir yâdı
Huş dağı, yol vermez gelen
geçene
Rastlanmaz orada kefen biçene
Cesetler serilir bir bir
kumlara
Ne mutlu orada şerbet içene
Söner ne ocaklar, tütmez
dumanı
Çöller nasıl yutar birçok
insanı
Ağıtlar yakılır Yemen üstüne
Kimse bilmez orda adsız yatanı
Ne canlar gitti, bir daha
dönmedi
O ellerde yanan ışık sönmedi
Sayısız şehitler verdik
Yemen’de
Şehit düştü çoğu, geri gelmedi
TÖREYE YERGİ
Ağam dedim, Paşam dedim
Şu dağları aşam dedim
Bulamadım doğru yolu
Buna nasıl yaşam dedim
Bir kurşuna giden oldu
Canlarını veren oldu
Oğul evlat diyemeden
Gözyaşları döken oldu
Aklımızı aldı baştan
Çektik durduk her tür yaştan
Göremedik her olanı
Kurtulmadık düşen taştan
Koydular tabuta bizi
Susturdular sesimizi
Geçti gitti birçok kervan
Süremedik izimizi
Ne istedi felek bizden
Çok şey aldı elimizden
Giden gitti, kalan kaldı
Kopamadık töremizden
Töreler, kahpe töreler
İsterler yere sereler
Kimler gitti, kimler kaldı
Bilmezler ıslâh edeler
Töre, bir ölüm tuzağı
Altta aranır buzağı
Böyle gelmiş, böyle gider
Görmez kimseler uzağı
Bizi bir kurtaran olsa
Halimizi soran olsa
Tutsa elimizden biri
Devlet başımıza konsa
O DA NE
Bir yol üstünde
İki adam
Bir de tabut
Tabut bir pikabın üstüne
konmuş
Nasıl olmuşsa olmuş
Kadın iple kendini boğmuş
Boşanmış iki eş
Bir de çocukları var
Öylesine
Hem anasına
Hem de babasına vurgun
Kadın
Kayseri cezaevinde intihar
etmiş
Belliki bu ayrılış
Ta canına yetmiş
Bir yanda ayrılmış bir koca
Öte yanda on yaşlarında bir
erkek çocuk
Bozulmaz mı huzuru insanın
Nasıl çekilir kahrı
Bu acımasız dünyanın
Adına yaşam diyorlar bunun
Bir kapıdan giriyor
Bir kapıdan çıkıyorsunuz
Acılarla dolu bir dünya
Bir gör
Ne savaşlar veriyorsunuz
Bir yol üstünde
İki insan
Bir de tabut
Kendi elinizle karartırsanız
dünyanızı
Ne yapsın buna
Sizi yaratan mabut
10 Ocak 2008
SAVAŞIN AYAK SESLERİ
Bugün bir başka gün
Bugün günlerden Cuma
Bugün dillerde
Allah
Ötelerde herkes
Hazır
Ötelerde herkes
Omuz veriyor
Rum’a
Bir yanda Saddam
Öte yanda sanki
Bir bütün dünya
Bizi de
Sarmış çepe çevre
Bir savaşın korkusu
Artık yok Selahattin’ler
ordusu
Bugün 28 Şubat
Kışın son ayı
Yer de kar
Havada rüzgâr
Bugün 28 Şubat
Birileri sanki itiyor savaşa
bizi
Bizans ruhu nasıl da dirilmiş
Kahpe Bizans gene karıştırıyor
içimizi
Bu ayak sesleri
Yürek parçalıyor
Bu ayak sesleri
Her biri bir kızıl bomba
İslâm’ın içini sarsıyor
Ah nifaktan kurtulmayan İslâm
Ah Saddam
Ah ötelerde Bush denen adam
Biliyoruz
Anlıyoruz sizi
Nasıl kırdıracaksınız bizlere
bizi
VURANLAR UTANSIN
Kırılsın o eller
Görmesin o bakan gözler
Bu acıları
Bu sancıları
Bir daha yaşamasın
Bu garip eller
Ne istiyor şu insanlarımız
Neden bu kadar acımasız
Bu kadar gaddarız
Dünyaya geldik geleli
Hep bu sancıları görür
Hep bu acılara ağlarız
Ne dündekiler uyardı bizi
Ne de günümüzde olup bitenler
Hep birbirimize benzedik
Küçücük çıkarlar için
Neler
Neler yapmadık ki birbirimize
Çok kez utancımızdan yerlere
girdik
Ama gene de toplayamadık
Bilmem kimler
Hangi karanlık güçler
Zehir kattı pişmiş aşımıza
Böyle mi olacaktı bu ülke
Böyle mi sevecektik
birbirimizi
Soygunlar
Vurgunlar
Onca pislikler
Nasıl da aldı bizden bizi
Kaç kez ara rejim geçirdik
Kaç defa taşa vurduk başımızı
Gene de düzelmedik
Kötülükler bir sis gibi sardı
içimizi
Her gelen gün
Bir gideni arattı
O yüzden bir türlü bulamadık
kendimizi
28 Şubat 2003
AĞLAYAN LALE
Akdağ’ın
Mastar’ın
Güzel ve şirin gelini
Seni çok geç tanıdık
Çok geç sıktık elini
Ters Lale
Ağlayan Gelin dediler
Bilmediler hazin öykünü
Ancak
Çok yıllar sonra
Seni
Gene senden öğrendiler
Bir yüzün Akdağ’da
Kırmızıdan kırmızı
Bir yüzün Mastar’da
Beyaz mı beyaz
Boy verirsin bahardan bahara
Selâm durur önünde
Diğer mevsimler
Ve de yaz
Keban’da
Bir yüce konakta barınırsın
Sen çiçekler çiçeği
Güzel Lale
Geceleri yatar
Gündüzleri ayılırsın
Bir de “Doğa Harikası”
diyorlar sana
Kim bilir daha ne düşlerin
ötesindesin
Sen
Yaradan’ın tek çiçeği
Bilmem güzelliklerin
Şirinliklerin neresindesin.
23 Şubat 2006
TOPRAK TENLİ KÖYLÜLER
Bunlar bizim köylüler
Elleri kazma kürekli
Yüzleri ak ve pak
Aslan değil
Ama yürekli
Ana kız
Oğlan dede
Gözleri o tür parlak
Gözleri ilerde
Yürürler kır bayır
Çalışmalar imece usulü
Birlik var
Dirlik var
Yetişirler hep imdada
Bunlar bizim köylüler
At üstünde
Eşek üstünde
Eller kulakta
Bir türkü tutturur
Bir düzen içinde yürürler
Bebeler kundaklara sarılır
Çalışırlar gece gündüz
Erkekli karılı
Alınlarında ter
Ellerinde nasır
Uzanırlar nasıl da yerlere
Bu öğle sıcağı
Bu da ikindi
Çöker nasıl da karanlığı
gecenin
Bir yanda ateş böcekleri
Öte yanda baykuşlar
Gecenin türküsünü söyler
Bunlar bizim köylüler
Gör
Bir yaz boyu
Neler başarırlar neler.
23 Şubat 2006
GECE
Gene bir karanlık gece
Yalnızlığım düşer düşler
üstüne
Bir mavide
Bir yeşilde durmaz
Renk renk açan kır çiçekleri
Hece hece dökülür dilimden
Tellere düşen yanık türküler
Katsalar yemyeşil ormanlara
Çok yavaştan biten çiçekleri
Vursalar tüm ışıkları
Bir sessizce tutulan güneşin
sırtına
Türküsünü tuttursa yer ve
göğün
Ay ve yıldızlara
Yavaştan yavaştan erise karlar
Duyulsa yeniden ayak sesleri
Kıştan sonra gelecek baharın
Bugünleri itsek
Bir yavaşça zaman tüneline
Korkarım
Daha da kan kusturacak
Gelecekler
Ve de yarın
Yarın
Belki de yarınlardan da yakın
Bakarsın yetmez uykusu suların
Her doğacak yeni güne
İçimde gökyüzünce bir istek
Bir güzelce
Alıp götürse
Uzun upuzun dünyalara doğru
Bir bahar aşkı yeniden doğsa
içimizde
Gündüze dönmüş geceden sonra
Bilmiyorum
Daha ne çiçekler açacak
gönlümüzde
5 Şubat 2006
NİYE GELDİM
Bilmem ben bu dünyaya niye
geldim
Şu kalbimi tutup kimlere
verdim
Çektim dünyanın bin türlü
kahrını
Bir zamanlar sanki akan bir
seldim
Bir dert ki kaldırıp
atamıyorum
Bir dert ki uzanıp yatamıyorum
Bıraksınlar ne olur beni bana
Hileyi doğruya katamıyorum
Gönülden gönüle nasıl akarım
Dostların yüzüne nasıl bakarım
Tutup atsalar bir ateşe beni
Kalkıpda çevremi nasıl yakarım
İşlemiş içime nasıl da gurbet
Yıllardır bitmedi içimde
hasret
Özlemler sürekli kavurdu durdu
Gel de bunlara bir güzelce
sabret
İşte bir kış daha geçti de
gitti
Kavurdu hasretler tümden
kahretti
Bilmedik soğuğu sıcağı asla
Ayrılık ta yüreğimize yetti
Bilmem bu özlemler nasıl
bitecek
Kimler çekip gitti kimler
gelecek
Bir gör koca dünya nasıl
tutuştu
Bak bu ateşi kimler söndürecek
19 Şubat 2006
BİZİM
İyi düşün kardeşim
Gülen yüz
Vuran yiğit
Havlayan it
Satılan simit
İster gel
İster git
Hepsi bizim
Mevsimde yaz
Göldeki kaz
Bahçedeki kiraz
Sen istediğin kadar dur
İstediğin kadar yaz
Hepsi bizim
Dağdaki bel
Sazdaki tel
Esen yel
Akan sel
İşleyen kafa
Durmayan el
Hepsi bizim
Gel etme naz
Uslu ol biraz
Bağırma avaz avaz
Bir kurda
Bir kuzuya bak
Söylenmez oldu dil
Konuşmamak ayıptır bil
Gökte uçan kuşa
Şu çıkılmaz yokuşa bak
Her kel kafaya
Bir şimşir tarak
Olmazsa dön dört bir yanına
bak
Çalan bizim
Alan bizim
Ölen ölmüş
Kalan bizim
17 Şubat 2006
ÖLÜM
Bilinmez ne zaman çalacak
kapımızı ölüm
Gözümüz hep yolları gözler
Alınyazımız bu bizim, herkesin
Sonsuza göçmenin anlamı pek
bilinmez
Değişmez derler kader hiç
Bir tabu gibidir bu
Asla silinmez
Ölüm
Bazan bizden de yakın bize
Bir gün nasıl olsa göçüp
gideceğiz
Bilmiyorum ki biz
Bu dünyanın hesaplarını
Öbür dünyada nasıl
Ne şekilde vereceğiz
Yaşamak elbette güzel şey
Şu yaradılışımızın gerçeğini
Bir bilebilsek
El uzatsak
Uzatabilsek şu bizden olanlara
Yeterince bilsek değerini
insanlığımızın
Kader bu bir anda bakarsınız
Çalar kapınızı beklemediğiniz
ölüm
Demesin insanoğlu
Bu benim iyi
Bu da kötü günüm.
GÜLE GÜL GEREK
Gidiyor artık kış
Baharla
Yeniden sarmaş dolaş olacağız
Atacağız üstümüzden
Bir güzelce kiri pası
Herkesle sarmaş dolaş olacağız
Hani güle gül gerek diyorlar
Leylak sümbül çiğdem
Şu bahara denk diyorlar
Gök mavi
Deniz mavi
Yeşil bir başka çökmüş toprağa
Geçmiş güz
Kış geçip gitmiş
Yeniden
Can gelmiş sanki yaprağa
Kuru çaylar
Coşmuş derelere dönmüş
Yayılmış sürüler kıra bayıra
Açılmış ne güzel bahar
kapıları
Dolmuş bahar kokusu bir
güzelce içimize
Sökün etmiş bütün göçmen
kuşlar
Doğa
Ne güzel sermiş güzelliklerini
önümüze
16 Şubat 2006
ÜŞÜYORUM
Üşüyorum
Gene bir kuzey rüzgârı
Nasıl da vuruyor
Savuruyor
Yükseklerdeki karı
Hem üşüyorum
Hem düşünüyorum
Karanlıklarda kalmış geceler
Çamlar karlarla örtülü
Bir ışık bile yok bahardan
Düşe düşlere dalmış çok
insanlar
Bir haber gelmiyor yardan
İşte gene bir kayıp
Bir cenaze daha geçiyor
önümüzden
Adam tam da gününü bulmuş
Sadece donuk bir çehre
Yaşayanlar duyuyor soğuğu
sadece
Hava soğuk
Gene sessizce esiyor rüzgâr
Baharın ucu bile gözükmüyor
Yeşiller kar altında
Dallar gövdelerden uyanık
Bakıyorum göklerde uçuşan
kuşlara
Onlar da bizler kadar yanık
Yitmiş
Yazlarla güzellerle her şey
Kış tümden vurmuş
yüreklerimizi
Gelse de bir bahar
Serilse şu çimenler
Bir bir önümüze
Ötse bülbüller
Bir serinliktir düşse içimize
Bir merhaba desek
Yeniden Yenigün’e
Nevruzlar başka koksa
Aksa bir güzelce
Bahar kokusu içimize aksa
5 Şubat 2006
KÖYÜME ÖVGÜ
Coşan selde, esen yelde,
Akar gider kalmaz elde.
Ne güzeldir bizim belde,
Ara sor, bak gör hele.
Yazda, güzde, soğuk kışta,
Gören anlar ilk bakışta.
Güzellik var her akışta,
Ara sor, bak da gör hele.
Dağların hiç karı bitmez,
Konuk desen, gelen gitmez.
Bu güzellik, kime yetmez,
Ara sor, bak da gör hele.
Tarih sorsan, eski yaşı,
İncelikte çeker başı.
Arazide yoktur taşı,
Ara sor, bak da gör hele.
Aşığıyım ben köyümün,
Sarmış nasıl her yana ün.
Sırrı nedir bu düğümün,
Ara sor, bak da gör hele.
Yazım güzüm köyde geçer,
Boldur suyu herkes içer.
Aşkı insan burda seçer,
Ara sor, bak da gör hele.
BAHAR KAPIDA
Gözüktü
Gözükecek
Yeşil gözlü bahar
Kar yüzlü kış gitti gidecek
Ne bağım
Ne de bahçem kaldı öyle beyaz
örtülü
Sadece yılın üç ayını aldı
Bu kardır
Bu soğuktur diyerek
Otağımıza ne dehşetler saldı
İlkbahar
Hiç de benzemez
Ne güze
Ne kışa
Bir taze gelin gibidir
Herkes bir başka vurulur
Kalır
Topraktaki her nakışa
Cemreler
Sıra ile
Bir havaya
Bir suya
Bir toprağa düşer
Kabarır
Baharda göller denizler
Sular buhar
Buharlar bulut
Bulutlar su olur iner yere
Yeniden şırıl şırıl
Akmağa başlar her çay
Her dere
Nevruzla açılır Yenigün’ün
kapısı
Menekşe, çiğdem, papatyalar
bir başka kokar
Gökkuşağı bir görkemle iner
üzerimize
Bu ilkyaz
Bu bahardır
Ne çok umutlar serer önümüze
10 Şubat 2005
AKIL DIŞI
Bilmem nasıl aşacak
Karanlıkları düşlerim
Sevgiden uzak
Bir yaşam nasıl yaşanır
Bilmem
Sanki dün ayrılmışım
Şu kadar yıl önce ölen
Anamdan
Babamdan
Sanki koca bir masal
Almış da götürmüş çok ötelere
beni
Periler bir yanda kalmış
Şahlar Sultanlar bir yanda
Ben tutmuşum Keloğlan’ın
elinden
Yapınca bunları insan
Düşer mi hiç başkalarının
dilinden
Bakarsın
Kadınlar ninnilerle
Çocuklarını avutmağa
çalışırlar
Askerdir oğullar
Binbir dertle yarışırlar
Akıl dışı
Ne çok şeyler geçer içimizden
bazen
Bir toprak
Bir yapraktır karartır çok
zaman içimizi
Gece yarısı yeşeren çayırlarda
Sürü sürü koyunlar gezer
dolaşır
Yerle gök
Dile gelir biribiriyle dalaşır
Ah şu toprak dile gelse
Bir güzelce uyarsa bizi
Toprak dururken
Kimseler pek aramaz denizi
Kadınlar ninnilerle
Oğullar savaşlarda biter
Yeter der
Kızar durur bir anda Yaradan
Bir bakarsınız
Ne çok yıllar geçmiştir aradan
17 Şubat 2006
SEVGİ
Sevgi
Bir güzel duygunun adı
Sevgisiz kırılır
İnsanın kolu kanadı
İnsan sevgi ister
Hayvan sevgi ister
Bitki sevgi ister
Sevgisiz
Ne gül
Ne diken biter
Bakıyorum kışa yaza
Kanmıyor kimse çoğa aza
Olmazsa sevgi
Kimler okuya
Kimler yaza
Kokmuyor sevgisiz gül
Ötmüyor dalda bülbül
Gel güzel sevgi
Hiç olmazsa sen
Bir daha yüzümüze gül
18 Şubat 2006
BİR GİZEMCE SESLENİŞ
Bir görmezliğin sessizliğine
Dalar gider gözlerimiz
Nasıl duymaz yürüyüşünü
böceğin
Bize hayat veren şu toprak
Kim bilir
Yapraklar ne kadar üzülmüştür
Ağaçlar toprağa
Topraklar ağaçlara küsmüştür
Büyür gece boyu karanlık
Gündüzler
Gecelerle yarışır
Zaman içinde nehir olur
dereler
Ovalar başka uzayıp gider
Gör şu yükselen dağlarla nasıl
barışır
Çok vakit gerisinde kalırız
günlerin
Zaman gene öylesine alır gider
başını
Güneş aya
Ay yıldızlara göz eder
Ağlayan yığınla insan var
Kim
Ya da kimler silecek bunların
gözyaşını
Bir bak şu yaşama
Ağlayanı var
Güleni var
Gülerse yüzlerine bir gün
felek
Gör nasıl değişir yüzü insanın
SALİHLİ
Bizim ECE’den tanıdım seni
Çam kokulu yollarına
Tıntın köprüsü’nden el
salladım
Uzakta da olsan
Bir güzelce sevdim seni
Döndüm bir de
Ta Harput’tan selâmlar
yolladım
Sende Arap Dede
Bizde Arap Baba
Koca bir tarihin nakışını
dokur
Sevgi Yolu’nda
Sıra sıra olur şairler
Beş Eylül’lerle ilgili şiirler
okur
Canım Bizim ECE
Büyümüş
Bir yaş daha büyümüş
Nasıl da dik durmuş
Ayakları üzerinde
Yürümüş
Ta bizim Harput’lara kadar
yürümüş
Şöyle bir uzansak
İnsek
Seyrantepe denen yere
İşitsek tren seslerini inceden
ince
Burnumuzu bir güzelce vursa
kekik kokuları
Beyazlaşan doruklarında
Bir güzelce soluk alsak
Dönsek
Bir de şuralar için
Canlarını veren
Aziz şehitlerine birer Fatiha
okusak
Biliyorum
Çınarlar altında ne tür düşler
kurulduğunu
Bu topraklar için
Seve seve canlarını verenleri
biliyorum
Eğiliyorum
Ben de sizler kadar
Onların aziz ruhları önünde
eğiliyorum
Sen şanınla
Tarihinle bin yaşa Salihli’m
Bir kültür aksın toprağından
taşından
Bir daha bir daha
Herkes çekinip dursun şu koca
ihtişamından
25 Şubat 2006
CELAL DORA’LAR BİN YAŞASIN
Kore Kahramanı, yiğitler
yiğidi
Bırakmadın geçsin, düşmanlar
geçidi
Belinde bayrağın, saldırdın
düşmana
Duyurdun şanını, bütün bir
dünyaya
O ne saldırıştı, olmuştun yel
bora
Herkesin dilinde dolaşan sel
Dora
Şahlanmış yiğitler, süngüler
takılmış
Çözülmüş kuşatma, düşmanlar
yakılmış
Başkomutan sanki emir
veriyordu
Yürü Dora, aslan yiğidim
diyordu
Bir yüce buyruktu, elbet
tutulacaktı
Zafer gelip gene başa
konacaktı
İnsanlık uğruna neler
yapıyorduk
Biz bizdik, bir daha Hak’a
tapıyorduk
İnsanlık ülküsü, bir aşk,
sevda bizde
Dün, bugün ateştir, yanar
içimizde
Uzakta bir yıldız gibi aktın
Dora
İçimizi tekrar tekrar yaktın
Dora
Seni unutmamız mümkün değil
Dora
Sana hep hayranız, bunu tek
sen bil Dora
Diliyoruz, yerin yüce cennet
olsun
Seni anmak, bize yüce minnet
olsun
Sana sevgimiz, hep böyle
sürsün gitsin
Dileriz rahmetler, hep üstüne
insin
13 Şubat 2006
GÖR BENİ
Gör beni gör beni
Her doğan günde
Her açan gülde gör beni
Bir bak
Ötelerin ötesine
Kulak ver
Şu dertli bülbülün
Şakıyan sesine
Bir elinde kalem
Bir elinde
Koca âlem
Kükre de
Şöyle bir gör beni
Nasıl söylesem özümü
Kim
Kimler tutabilir
Her şeyi gören gözümü
Gör beni gör beni
Aç gözlerini
Saklama sözlerini
Bir ufuktan bir ufuğa
Gör beni
Al eline kalemi
Bir güzelce oku
Bir güzelce ör beni
4 Mart 2006
BİR KORE KAHRAMANI
Sen yiğidim Celal Dora
Yıllar sonra
Bir de seni haykıralım vura
vura
Kartalların bile
Rahatça uçmadıkları yaban
ellerde
Kuzey yelleri esmiş uğrun
uğrun
Bir ışık düşmüş sen yiğidimin
önüne
Gör kara geceler
Nasıl da ak ak olmuş
Sarıp beline bayrağımı
Dora’m ta oralarda kahraman
olmuş
Kolay mı alıp bayrağı önlere
düşmek
Koşmak dörtnala
“Ya Allah, Allah-u Ekber”
demek
O uzak
Çok uzak ellerde
Takıp süngüsünü
Koca bir kuşatmağı yarmak
Kahpe düşmana tutsak olmamak
Albaylar içinde bir Celâl Dora
Nasıl da yarıverdi koca
kuşatmayı
Sadece düşman değil
Eğildi önünde
Bir şiddetle esen kuzey
rüzgârı
Ve fırtına, bora
Odur belleklerde yüzyıllar
boyu yaşıyacak
Odur yiğitlik madalyasını
Sonsuza dek göğsünde taşıyacak
Başka kim
Kimler yaracaktı böyle zorlu
kuşatmayı
Kimler koşacaktı yardım
isteyenlerin imdadına
Bu, çiğiltepe değil
Dumlupınar hiç değil
Uzakta, çok uzakta
Kore’lerde bir zafer yazacaktı
Türk’lük adına
Işıltılı sabahların içinde
Bir yiğitlikte akmış da akmış
Belirlenmiş yeniden gözler
önünde Mustafa Kemal’ler