MANAS YAYINCILIK 
 
 
 

MANAS YAYINCILIK

ANA SAYFA                  
HAKKIMIZDA
DUYURULAR
YAYINLARIMIZ
YAZARLARIMIZ
FAALİYETLER
BASINDA MANAS
VİDEO GALERİ    
SİPARİŞ FORMU
İLETİŞİM

 

 

 

DOĞUMUNUN 160. YILINDA NÜZHET DEDE

 

 

Tarih: 30Ağustos 2019
Yer: Çemişgezek / Tunceli


MANAS HABER-M. Şener Bulut
Manas Yayıncılık’ın öncülüğünde, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temellerinin atıldığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Birinci Dönem Milletvekili olarak görev yapan Çemişgezekli şair, mutasavvıf; vatan ve millet muhibbi Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun aziz hatırasına ithafen düzenlediğimiz “Doğumunun 160. Yılında Nüzhet Dede”toplantısı; 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın coşkusuyla,30 Ağustos 2019 Cuma günü Tunceli’nin Çemişgezek ilçesinde gerçekleşti.Çemişgezek Kaymakamlığı, Çemişgezek Belediyesi ve Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanlığı’nınkatkı sağladığı bu anlamlı faaliyet,kültür ve sanat dünyasında büyük ilgi uyandırdı.
Programa Nüzhet Dede’nin vefakâr torunu: Erhan Saraçoğlu, Çemişgezek Kaymakamı Harun Kazez, Çemişgezek Belediye Başkanı Metin Yıldız, Elazığ Eski Milletvekili Tahir Öztürk, Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek, Munzur Üniversitesi Öğretim Üyesi Hüsamettin Kaya, Elazığlı yazarlar: Dr. M. Naci Onur, Dr. Ahmet Tevfik Ozan, R. Mithat Yılmaz, Bedrettin Keleştimur, Hadi Önal, Günerkan Aydoğmuş, M. Şükrü Baş, Erhan Köroğlu, Hasan Özçam, H. Ergün Yılmaz, İlhami Bulut, Murat Bilgin ve Mahir Gürbüz, Elazığ’ın kıymetli sanatçıları: Nihat Kazazoğlu, Fethi Açıkgöz, Harun Yıldırım, Osman Bedrettin Yapar, Onur Açıkgöz, Anadolu Ajansı muhabiri Sezai Akınkatılım ve katkı sağladı.
Toplantı münasebetiyle Manas Yayıncılık tarafından yayınlanan; Birinci Dönem Büyük Millet Meclisi vekillerinden merhum Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun hayatını kapsayan Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek’in Birinci Dönem Mebusu “Şark’ın Diyojeni” Ahmet Nüzhet Saraçoğlu (Nüzhet Dede) adlı eseri okuyucusu ile buluştu. Nüzhet Dede mezarı başında anıldı. Çemişgezek’teki tarihi eserler ziyaret edildi. Program, Tağar çayının kıyısında düzenlenenNüzhet Dede’ye Saygı toplantısı ile sona erdi. Basın ve yayın kuruluşlarımızın büyük ilgi gösterdiği bu toplantı,03 Eylül 2019 tarihinde Kanal Fırat televizyonunda dört bölüm olarak yayınlandı.

BİRİNCİ DÖNEM MEBUSU “ŞARK’IN DİYOJENİ”
AHMET NÜZHET SARAÇOĞLU (NÜZHET DEDE)

Dr. Şahin Yedek
Manas Yayıncılık, 2019, s.166, Elazığ
Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisine, “Meclis’in Gülü” dediği, Milli Mücadele’ye başından itibaren inanmış, destek veren, Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Ergani Milletvekili olarak katılan Ahmet Nüzhet Saraçoğlu, Tunceli-Çemişgezek doğumludur. Nüzhet Bey, İmparatorluktan, Milli Devlete geçiş sürecini, o sürecin bütün sıkıntılarını duyan ve yaşayan bir şahsiyettir. Delici bir zekâya, çok kuvvetli bir hafızaya ve bulucu bir görüşe sahip olan Nüzhet Bey, yaşadığı dönemde halk arasında “Nüzhet Dede” veya “Dede Nüzhet” olarak bilinir. Fıtratındaki şairlik yeteneğini, tarikatın telkin ettiği ilahi aşkla ve derin hissedişle birleştiren Nüzhet Dede, ilerlemiş yaşına rağmen Milli Mücadele’ye genç bir inkılapçı gibi katılmış; sarıklı ve sakallı olmasına rağmen, taassupla savaşmıştır. Dönemin gazetecisi Celal Nuri İleri, Nüzhet Dede’yi Şarkın Diyojen’i olarak tanıtmıştır. Hazırcevap, nüktedan ve tasavvufi kişiliğinin yanında özellikle hiciv tarzı şiirleriyle tanınan Nüzhet Dede, bulunduğu dönemde kişiler ve tarihi olaylar hakkında en fazla şiir yazan şairler arasında yer alır. Bu eser; Milli Mücadele’nin 100. Yılında, tarihi bir şahsiyet olan, Birinci Dönem Büyük Millet Meclisi vekillerinden adı pek gün yüzüne çıkmamış Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun hayatını tüm yönleriyle konu almıştır.

NÜZHET DEDE’NİN MEZARI ZİYARET EDİLDİ
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Birinci Dönem Milletvekili olarak görev yapan Çemişgezekli şair, mutasavvıf, vatan ve millet muhibbi Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun aziz hatırasına ithafen düzenlediğimiz “Doğumunun 160. Yılında Nüzhet Dede”programı30 Ağustos 2019 Cuma günü saat 10.30’da Çemişgezek’te Nüzhet Dede’nin Mescit mezarlığındaki kabrini ziyaretle başladı. İlçe müftüsü Sami Kencik, Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek, Nüzhet Dede’nin torunu: Erhan Saraçoğlu, Elazığlı yazarlar: Dr. M. Naci Onur, Dr. Ahmet Tevfik Ozan, Hadi Önal, R. Mithat Yılmaz, Bedrettin Keleştimur, Günerkan Aydoğmuş, M. Şükrü Baş, Erhan Köroğlu, Hasan Özçam, H. Ergün Yılmaz, İlhami Bulut, Murat Bilgin, Mahir Gürbüz ve Anadolu Ajansı muhabiri Sezai Akın’ın katılımıyla gerçekleşen bu ziyarette 1942 yılında ebediyete göçen Nüzhet Dede içindualar edildi, Fatihalar okundu.

M. ŞENER BULUT
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerinin atıldığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Birinci Dönem Milletvekili olarak görev yapan Çemişgezekli Şair, mutasavvıf, vatan ve millet muhibbi Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun aziz hatırasına ithafen düzenlediğimiz “Doğumunun 160. Yılında Nüzhet Dede” programını gerçekleştirmek için Elazığ’ın kıymetli şair yazar ve bilim adamlarıyla birlikte Çemişgezek’e geldik. Çemişgezek Kaymakamlığı, Çemişgezek Belediyesi, Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü ve Manas Yayıncılık’ın düzenlemiş olduğu çok önemli bir faaliyeti gerçekleştireceğiz. Yine bu faaliyet münasebetiyle Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek tarafından kültür dünyamıza kazandırılan hazırlanan “Birinci Dönem Mebusu Şarkın Diyojeni Ahmet Nüzhet Saraçoğlu” adlı eserin tanıtımını gerçekleştireceğiz. Çemişgezek’te ki programımız 1942 yılında ebediyete göçen Nüzhet Dede’nin Mescit mezarlığındaki kabrini ziyaretle başlamış olacak. Sözü burada gazeteci yazar Bedrettin Keleştimur’a veriyoruz.

BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Ben özellikle buraya kadar gelen akademisyenlere şair ve yazar dostlarımıza çok teşekkür ediyorum Dede Nüzhet, Çemişgezek’te ilk defa anılacak. Bugün aynı zamanda 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı da idrak etmekteyiz. Ve Türk tarihinin bu güzel gününde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunda yer alan bir şahsiyettir Dede Nüzhet. Türkiye Büyük Millet Meclisi özellikle o dönemde İstiklal mücadelesini idare eden yöneten bir meclis olmuştur. Ve tarihi bir değeri vardır ve bu tarihi kimliğiylede çok önemli görev almıştır mekânı cennet olsun.

Dr. M. NACİ ONUR
Efendim böyle küçük bir kasabadan, küçük bir ilçeden çok büyük insanların yetiştiğini görüyoruz. Hakikaten bu sadece Çemişgezek’e mahsus bir hadise değil bizim Türkiye coğrafyasında olsun, Osmanlı coğrafyasında olsun, böylesine küçük mekânlardan çok büyük insanların çıktığına şahit oluyoruz. İringil nahiye müdürlüğünden tutunuz da efendim, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin birinci döneminde milletvekili olan, hatta Ergani mebusu olan Nüzhet Dede’nin Çemişgezek’e layık bir insan olduğuna şahidiz. Kendisi şair, filozof aynı zamanda siyaset adamı, tarikat mensubu olan böyle bir insanın hakikaten, Çemişgezek’e layık olması bizleri son derece mutlu ediyor. Allah rahmet eylesin.

NÜZHET DEDE’NİN EVİNİN BULUNDUĞU CADDE
Nüzhet Dede’nin Mescit Mezarlığındaki kabri ziyaret edildikten sonra, Anadolu Ajansı Sezai Akın’ın mihmandarlığındaNüzhet Dede’nin Çemişgezek’te yaşadığı mahalle ve evinin de yer aldığı tarihi mekânlar ziyaret edildi.Nüzhet Dede’nin torunu Erhan Saraçoğlu, Nüzhet Dede Caddesi’nde, İmam Efendi’nin Çemişgezek’te görev yaptığı yıllarda yaşadığı ev, Nüzhet Dede’nin evi ve Hamidiye Medresesinde Elazığlı şair ve yazarlara dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Çemişgezek gezisi, tarihi Yelmaniye Camisi’nde kılınan cuma namazı ile noktalandı.

M. ŞENER BULUT
Biraz önce Elazığ’ın çok kıymetli şairleriyle yazarlarıyla bilim adamlarıyla birlikte Nüzhet Dede’nin Mescit Mezarlığındaki kabrini ziyaret ettik, şimdi de Çemişgezek’te Nüzhet Dede Caddesi’ndeyiz. Bu cadde üzerinde Nüzhet Dede’nin yaşadığı evi ve yine Çemişgezek’te 17 yıl görev yapan Tabur İmamı İmam Efendi’nin yaşadığı evin önündeyiz ve burada Nüzhet Dedenin torunu emekli edebiyat öğretmeni Erhan Saraçoğlu’dan İmam Efendi ve Nüzhet Dede’nin dostluğunu anlatmasını istiyoruz.

ERHAN SARAÇOĞLU
İmam Efendi Hazretleri buraya tabur imamı olarak tayin edilir. 17 sene burada kalır, zaten kendisi aslen Erzurum doğumlu olmakla birlikte nüfus kaydı da Çemişgezek nüfus idaresindedir. Kendi ifadesiyle her ne kadar memleketim Erzurum ise de vatanım yani ikinci vatanım Çemişgezek’tir ifadesini kullanmıştır. Kendisi 17 sene kalmış burada 2 senesini Tepebaşı mahallesinde, Efo Dayı’nın evi vardı, taş bina, kemer kapılı orada kalmış, yetişkin üç erkek evladını bir salgın hastalıkta arka arkaya kaybediyor, fakat tasavvufun telkin ettiği tevekkülle hiçbir teessür işareti göstermeden onları kendi eliyle yıkar ve defneder. Daha sonra dedem ve babaannem anlarlar ki eski bir dostu olarak Nüzhet Dede anlar ki o evde kalmaları imkânsızdır artık. Onların, çocukların, gençlerin hatıraları var. Hele bilhassa hanımı Ayşe Hanım, biz burada kalamayız artık bir başka yere tayinini iste veyahut bir başka eve taşınalım der. Dede, bunu sezmiştir kalamayacaklarına da tabii inanıyor ki bunların oturması pek münasebet almaz. Babaannemle beraber giderler, akşam ziyaret ederler ve teklif eder evin selamlık tarafını zaten hazırlatmıştır, oturacağı şekle getirmiştir. Ertesi günü buraya naklederler Efendi Hazretleri’nin evini. 15 sene burada önemli eserleri intişar etmiştir Efendi Hazretleri’nin, Mektubatı olsun efendim, Sohbetnamesi olsun hepsini burada kaleme almışlar. Genelde bu 15 sene içersinde zaten 1909’da emekliye ayrıldıktan sonra Harput’a gitmiştir. Bu evde yani 15 sene kalmış, ama ben çocukluğumdan da hatırlarım, üstte ve altta kapılar vardı, bu kapılar hiç kapanmazdı, benim zamanımda da kapanmazdı, çünkü bir evdi ve bu iki aile bir ev gibi bir arada yaşamışlar. Daha sonra tayini çıkar ve Harput’a gider. “Ağlayan Duvar” buradadır, burada idi. Şimdi yok belki de bina kendini intihar etti. Ağlayan Duvar’ın hikâyesi, Harput’tan çok ziyarete gelenler olurdu, bir gün böyle bir yaz mevsimi ama bugünkü gibi bir yağış da yok. Aylardan beri fakat duvardan yaş geliyor. Dedem diyor ki damadı Rıza Hoca’ya. hele molla Rıza git bak bakalım, bu su nerden geliyor. Bu dam kupkuru, o zaman toprak dam çivi çaksan gitmez, çıkıyor yok diyor. Her yer kuru, ama duvardan şıpır şıpır yaşlar dökülüyor ve biz anladık ki ondan sonra bu bina Efendi Hazretleri’nin Harput’a gidişinden sonra şu veya bu alemlere tahsis etmişler yemişler içmişler eğlenmişler çeşitli cümbüş yaşamışlar efendim, duvar da hikmeti Cenabı Hakk’ın ne diyeyim bilemiyorum yani bunlar hurafe değil bunlar yaşanmış vakalar. Harput’tan defalarca buraya bildikleri için arayanlar gelmişti ağlayan duvarı görmeye gelenler olmuştu, artık çare kalmadı zannediyorum bina kendini intihar etti şimdi de yaptırmak nasip olmuyor.

M. ŞENER BULUT
Erhan Bey, İmam Efendi’nin Çemişgezek’te yaşadığı evi ve bu evde yaşanan hatıralardan söz ettiniz. Bu evde aynı zamanda dedeniz Nüzhet Dede de yaşadı. Biraz da dedenizin buradaki hayatından bahseder misiniz?

ERHAN SARAÇOĞLU
Efendim bildiğimiz doğum tarihleri verilir, ama üzerinde karar kıldığımız tarih 1860 oluyor, vefatı olan 1942’ye kadar 82 senelik ömrünü hayatı çoğu zaman dışarıda geçen bir insan. Bilhassa Harput’ta Efendi Hazretleri’yle oraya gittikten sonra irtibatı koparmamış, biran gecikse İmam Efendi Hazretleri’nin mektubu gelir, “Nüzhet Efendi seni çok özledim”, diye davet eder, hele hele sesini özledim, ilahileri beraber okurlar, efendim Dede’nin sesi de güzelmiş, hülasa bu evde yaşamış Dede, ama iki ev bir ev gibi. Yani selamlıkta cemaat toplandığı zaman da hanımlar ve çocuklar öbür tarafa geçiyorlar. Zaten kapılar kapanmıyor, buradan çıkınca bu ebatta kanatlı bir kapı vardı tabii hayvanlar af buyurun yükleriyle girdiği için ona göre yapılmış, hemen yukarıya çıkan uzun bir merdiven vardı. Tahta bir merdiven basamakları vardı, karşımıza ilk gelen oda kahve odası idi, aşağı yukarı 10-12 metrekare ebadında bir yerdi. Kahvelerin yapılacağı ocaklar vardı, duvara gömülü bu tarafa doğru bir salon vardı. O salonda cemaat toplanır, işte Efendi Hazretleri orda vaz eder, nasihatlerde bulunur, sohbetlerini orda yapar, bunun arka tarafında bahçelere doğru olan gene aynı büyüklükte bir oda vardı. Kış aylarında ihtimal orda oturuyorlardı, çünkü oranın hatırlıyorum bugünkü -bidonlar var ya hani benzin bidonları falan, büyük çöp kutusu olarak da kullanılıyor, onun gibi de bir soba vardı. Orası büyük bir yerdi, cemaat orda toplanır, Efendi Hazretleri orda oturur sohbetlerini orda yapardı. Bir de onun bitişiğinde kiler vardı, yani buradaki salona bitişik öbür tarafa doğru alt kat girince, bir subaşı vardı. Evvelce Çemişgezek’in suyunu bizim aile getirdiği için, getirenlerden de biri olduğu için, efendim su devamlı akardı, böyle su tesisatı yoktu. Su, üst katlara çıkmazdı. Yol çeşmeleri vardı, caddelerde halka açık subaşıları vardı, şakır şakır su akardı. Burada havuzlar vardı, ilerde ahır vardı, gelenler hayvanlarını çeker, afbuyurun efendim, hayvanlarını ahıra bağlar kendileri üst kata çıkar, sohbete dâhil olurlardı. Enteresan bir vaka anlatayım mı bilmiyorum. Anlatacağım İmam Efendi Hazretleri, rivayetlere göre hayat hikayesinde de mevcuttur. O, Hazreti Hızır’ın gırbasından şerbet içmiş, onun çantasından kendisine sunduğu azıktan bir hurma almış yemiş, bunu nerde yemiş? Şeyh kendisine yeni bir şeyh arama durumunda olduktan sonra… Erzurum’da Alvarlı Hazretleri’nden sonra Hafız ben seni belli bir noktaya kadar götürdüm, bundan sonrasına benim gücüm yetmez, bir adım daha ileriye kalkarsak sen de sapıtırsın ben de sapıtırım tasavvufi konuda. Sen kendine daha mütekâmil bir şeyh aramak durumundasın, der. Cenabı Hakk’ın bir lütfu olarak Batı Türkistan’dan Buhara’dan, Meram şehrinden, Ahmet Merami ismindeki bir zat gelir Erzurum’a. 3 saat mesafede Bevel Kasım köyünde ikamet eder. Orada ikamet ettikten sonra İmam Efendi kendine bir şeyh, bir rehber arama, durumundadır. Bunun haberini alınca, oturduğu mecliste durmaz ve hemen hareket eder. Oraya gittiğinde Ahmet Merami Hazretleri’ni camide vaaz ederken bulur. Ahmet Merami Hazretleri vaazını kestikten sonra ya Osman Bedreddin hoş geldin ben de seni bekliyordum ifadesiyle karşılaşır ki, tanıtan tanıştıran yoktur o ana kadar, ama bu ilham meselesi bilemiyoruz. Bizim ötemizde olan vakalar bunlar. o hali kal ile ifade etmeye çalışıyorum, ama hal kal ile ifade edilemez. Ben ifade etmeye çalışıyorum artık, dinleyenlerin takdirine sunuyorum. Şu an hatırıma geldi. Oraya giderken bir gün tipiye yakalanır, 3 saat mesafedir bu, geceden kalkar gider sabah namazını şeyhiyle beraber Bevel Kasım köyünde eda ederler. Gece tipiye yakalanır, bir taşın kovuğuna kendi canını atar kurtarmak ister kendini, af buyurun kurt ulumaları tehdidi altındadır, hayatı tehdit altındadır. Yağıştan, tipiden fırtınadan dışarıya çıkmanın yürüyemez haldedir, baygın haldedir, o arada bir atlı zuhur eder, beyaz bir atlı beyazlar giymiş bir genç zuhur eder, bunu alır atının terkisine atar efendim; yürür ve işte o gırbasından şerbet sunması efendim çantasından bohçasından azık sunması o esnada olur. Bir bakar ki kısa bir süre içersinde Bevel Kasım köyünde şeyhinin kapısındadır. Kapıyı çalar, ama bu tipide gelebileceğinden ümidi yoktur Ahmet Merami Hazretleri’nin boğulur boğulmuştur belki de… Kapıyı açınca, elbisesi kuru vaziyettedir ve bu durumu ona anlattığı zamanda, Hafız, artık sen hiçbir şeyden çekinme, senin azığın tükenmez, senin sofran yemekle içmekle tükenmez bitmez müjdesini vermiştir. O gelen Hazreti Hızır’dır, sen onun gırbasından şerbet, onun çantasından bohçasından azık yedin. İşte o azığın şeyini burada anlatmak istiyorum nedir o, iki tane Hasan efendi vardır, birisi Sığınek’te birisi de Germili’de. Adaş ikisi de, bir gün derler ki yahu bu bir tabur imamı konanın göçenin haddi var hesabı yok, bunun sofrası yerden kalkmıyor. Bunun aldığı maaş belli, bari hiç değilse giderken işte bulgurdan, dövmeden, mercimekten, nohuttan ne lazımsa biraz yağdan, peynirden götürelim ve ikisi de af buyurun eşeklerinin heybelerine doldururlar getirirler. Buradan girerler; aşağıya bırakırlar, o günde çocukların ve hanımların hamam günüymüş hepsi ordalar. Efendi Hazretlerinin hanımı Ayşe Hanım demiş ki Efendi, bu kiler tarafında sepetin altına öğlende yiyeceklerinizi koydum oradan alırsınız. Şimdi bu iki Hasan Efendi buraya getirdiklerini indirip hayvanlarını ahıra çekerler, yukarı çıkarlar ve fakat kimse görmemiştir bunu, biraz sohbetten sonra Efendi Hazretleri Hasan Efendilerin birine Hasan Efendi hele git Hanım bir şeyler koymuştu sepetin altına, şu kilere bakar mısın getir de Allah ne vermişse yiyelim. Hasan Efendi, bir hayli gecikmeden sonra gelir ama rengi sararmış, tuhaf bir halde şaşkın bir halde gelir. Ne oldu Hasan Efendi, hani niye getirmedin, der. “Efendi kapıyı açamıyorum. Allah Allah zaten bu Hasan beceriksizdir, öbür Hasan’a döner Hasan Efendi sen git. O da gider aynı vaziyette o da geri gelir. Allah Allah bu defa kalkar kendisi ne var kapıyı açamayacak bizim şıkkırik dediğimiz kapılar, bastın mı parmağını açılıyor şıkkıriki açıyor ve haydi alın Sepetin altından. İki Hasan Efendi de gelir yemeğe ama oturmazlar ta ilerde işte bizim evlerin devamı oraya kadar giderler, ama Dede merak içersinde hemen Efendi’nin yanından ayrılır. Peşlerine düşer bunların, ulan kapı açılmıyor da ne demekti o ne haldi neydi çehreniz değişmiş renginiz sararmış. Dede Bey sorma kapıyı açıyoruz şu kadar aralıyoruz o aralıktan bir bakıyoruz ki ta tavana kadar çuvallar dolusu erzak, tenekeler dolusu peynir yığılı, yağ yığılı ama burayı başka çıkış yeri yok kim doldurdu kendisi nasıl çıktı dışarıya şaşkınız dedi. Biz anladık ki sizin getirdiğiniz bir avuç buğdaya mı benim ihtiyacım var mercimeğe mi ihtiyacım var biz bunu anladık ve hayvanlarımızı çektik yükledik gidiyoruz, hatırası da budur.

M. ŞENER BULUT
Erhan Abi, sohbetimizi son derece anlamlandıran bu faaliyetimizi anlamlandıran çok güzel bir ortamdayız,mekândayız çok teşekkür ediyoruz. İsterseniz sohbetimize burada bir nokta koyup Çemişgezek’i gezmeye devam edelim.

M. ŞENER BULUT
Nüzhet Dede’nin kıymetli torunu Erhan Saraçoğlu ile birlikte Çemişgezek’i dolaşırken caddelerde sokaklarda yaşanmış güzel hatıralar bizleri geçmiş zamana götürüyor. Biraz Önce İmam Efendi’nin ve Nüzhet Dede’nin yaşadıkları evin ve sokağın hikâyesini dinledikten sonra yürüyerek aynı caddenin biraz ilerisindeki Hamidiye Medresesi’ne geldik. Burada sözü Erhan Bey’e vermeden önce Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Şahin Yedek Hoca’mızdan Çemişgezek’in tarihi hakkında bizleri bilgilendirmesini rica ediyoruz.

Dr. Öğr. Üyesi ŞAHİN YEDEK
Çemişgezek Anadolu’nun güzide yerlerinden biri olmuş milattan önce 6000’li yıllardan itibaren insanlığa yurt ve bağrını açarak kendi ürünlerini ve doğal güzelliklerini sunarak bir yurt haline gelmiştir.M.Ö. 6000’li yıllardan bugüne kadar 8000 yıl içerisinde binlerce insan bu bölgeye hâkim olmak için mücadele etmiş, bu bölge en son Osmanlı hâkimiyetine özellikle Türk hâkimiyetine geçmeden önce Mengücek ve Saltuklu hâkimiyetinde kalmış ve1071 Malazgirt Zaferiyle birlikte tamamen bir Türk yurdu haline gelmiştir. Daha sonra beylikler dönemiyle birlikte buradaki otorite boşluğunu Osmanlı Devleti 1514’te Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran zaferi sonucunda burada hâkimiyetini kurmuş ve Osmanlı hâkimiyeti burada 400 yıl boyunca devam etmiştir. Daha sonra Milli Mücadele Dönemi ve Cumhuriyet dönemiyle birlikte Çemişgezek bir süre 1935 yılına kadar Elazığ sınırları içine dâhil edilmiştir. 1935 yılından sonra da şimdiki Tunceli ilimize bağlı bir ilçe haline getirilmiştir. Tunceli’nin güneybatısında olan şirin doğal güzellikleri bakımından eşsiz güzellikte gerçekten görenleri kendine hayran bırakan bir ilçemizdir.

M. ŞENER BULUT
Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek hocamıza çok teşekkür ediyoruz ve şu an önünde bulunduğumuz Hamidiye Medresesi hakkında Erhan Saraçoğlu Beyefendi’den bilgi almak istiyoruz

ERHAN SARAÇOĞLU
Efendim medrese burada, Hamidiye Medresesi ile faaliyete geçen bir kurum değil biraz sonra gideceğimiz Yelmaniye Camii’nin bitişiğinde bir medrese mevcut burada müderrisler varmış. Harput gibi burası da bir ilim şehri efendim büyük âlimlerin yetiştiği görev yaptığı bir şehir şimdi burası bilahare Sultan Hamit zamanında yapılıyor onun için ismi Hamidiye medresesidir. Elazığ’da Halkevi yapılacağı zamanda devlet bu gibi binaları oraya para temin edebilmek amacıyla satılığa çıkarıyor. Rahmetli babam taş binalara çok meraklıydı, kendisi de köyde öğretmen, uzak bir köyde Çemişgezek’in bir köyünde bacısının kızı da Haki Bey namında bir şahısla evli, Haki Bey burada kaymakam vekili Haki Bey’e veriyor görevi ben gelemeyeceğim diyor. Haki sen ihaleye gir ve al, diyor.Haki, giriyor ihaleye. Haki Bey nihayet ne kadar artırayım Dayı diyor, 1000 liraya kadar artır diyor, herhalde altın para zamanı ve üç beş falan vuran vurana derken 1000 lirayı geçmeye başlıyor, 1001-1003-1005 böyle giderken nihayet Haki Bey 1035 diyor ve Haki Bey’de ihale kalıyor. Yani babama kalıyor bu bina şimdi, Haki Bey kendisinden dinledim kaymakam vekili, ama beni bir ateş sardı daha 1000 lirayı o verecek ama ben bu 35 lirayı nasıl temin edeyim, paranın çok kıymetli olduğu bir devir. Nihayet dedim 1035, eyi etmişsin dedi ve ödedi. Bu bina o şekilde bizim elimize geçiyor, intikal ediyor bize. Binayı babam aldığı zaman, sadece taş binadan ibarettir, burası giriş kapısıdır, ilerde bir başka bölme vardır, her iki tarafın bahçesi vardı, geniş bir bahçe ve medrese olarak kullanıldığı için dershaneler ta arkadan da dolanır.

M. ŞENER BULUT
Nüzhet Dede’nin burada bir hatırası var mı?

ERHAN SARAÇOĞLU
Dedemin burada bir hatırası yok Babam satın almış, Dede Bey’in kendisi hayatta, buranın alınışında bir rolü de yok. İşte bahçe vardı efendim, bir şadırvan vardı, şakır şakır sular akardı orada halen de duruyordur herhalde. Çok zamandır görmedim, girmedim. Biz şuradan itibaren olan kısmı sattık, istimlakte bir vatandaş geniş para almıştı, getirdi babama ödemiş, üst tarafını tamamen babam yaptırdı her halde şimdi restore edileceği için yıkılacak, üst taraf yıkılacak kaldırılacak, binanın ilk yapıldığı hali yeniden ortaya çıkarılacak, işte buranın hikayesi de böyle.

M. ŞENER BULUT
Çemişgezek’teki ziyaretlerimize devam ediyoruz. Biraz önce Yelmaniye Camisi’nde Cuma namazını kıldık, ilçe müftümüz Çok değerli Sami Kencik Hoca’mızdan Allah razı olsun Cuma namazını kıldırdı. Kendilerine şükranlarımızı sunuyoruz. Diğer konuğumuz da Serkan Özer Hoca’mız; yurt dışı görevinden yeni gelmiş, daha önce bu camide imam hatip olarak görev yapmış. Serkan Hoca’mız da Çemişgezekli. Hoca’mızdan Yelmaniye Camisi hakkında bizleri bilgilendirmesini istiyoruz.

SERKAN ÖZER

Efendim, Yelmaniye Camisi’nin Emir Timur zamanında Taceddin Yelman tarafından yaptırıldığını biliyoruz. Kitabesinde 1397-1406 yıllarında yaptırıldığı kaydedilmiş. Caminin mimarı hakkında ne yazık ki her hangi bir bilgiye sahip değiliz. Yelmaniye halk arasında eski cami olarak da tanınmıştır. Değişik tarihlerde yapılan onarımlar ve yapılan ilavelerle orijinalliğinden kısmen uzaklaşmıştır;ancak bu yapının güneyindeki bazı temel kalıntıları bu caminin bir külliye olarak inşa edildiğini göstermektedir. Caminin giriş kapısında bir kitabesi bulunmaktadır.Türk İslam tarihinin güzel bir örneği olan Yelmaniye Camisi Çemişgezek’in de en güzel eserlerinden birisidir. Harput’un kültür havzasında yer alan önemli merkezlerden birisi de Çemişgezek’tir. Çemişgezek’te de sahabe kabirlerimiz var.Sağman ile Çemişgezek arasında 200 civarında evliya yatıyor derlerdi büyüklerimiz, onun için Harput’suz bir Çemişgezek, Çemişgezek’siz bir Harput olmaz. İşte bugün Çemişgezek’imizin yetiştirmiş olduğu çok kıymetli bir büyüğümüzü Nüzhet Dede’yi bugün anacağız. Sizlere çok teşekkür ediyoruz devamı da gelecek inşallah.

M. ŞENER BULUT
Yelmaniye Camisi hakkında bizleri bilgilendiren Serkan Özer Bey’e çok teşekkür ediyoruz. Ve sözü İlçe müftüsü Sami Kencik Hoca’mıza bırakıyoruz

SAMİ KENCİK
Evet, muhteşem bir camide bugün iki bayramı birlikte kutladık. 30 Ağustos Zafer Bayramı ve yine bugün Cuma. Cuma bizim için bayramdır. Tabi böyle tarihi kültürel izler taşıyan bir camide ibadet etme hazzını bizlere yaşatan Yüce Allah’a sonsuz hamd-ü senalar ediyoruz.Cumamız mübarek olsun.

M. ŞENER BULUT

Yelmaniye Camisi’nde yaşadığımız bu manevi ortamda Kıymetli şairimiz Ahmet Tevfik Hoca’mızın da duygularını öğrenmek istiyoruz.

Dr. AHMET TEVFİK OZAN
Kuran’ı Azim-üş şanda bir ifade var…. (esteizü billah)….” Ve in min şey’in illâ yüsebbihu bi hamdihi…” yani “ yer yüzünde hiçbir zerre yoktur ki Allah’ı zikretmemiş olsun…!...”. Dün böyleydi, bugün de böyle… Bizim ceddimiz bunu çok iyi bildiği için vatanın her karışını bir ibadet hane… Bir zikirhane olarak kabul etmiş ve bu gördüğümüz nadide eserleri ortaya çıkarmıştır… Bunlar bizim geçmişten günümüze kalan nişanelerdir… Kıymetli Hazirun, burada bulunan tertip heyeti üyeleri de bu gönül ve kültür ışıklarını, bir alperen gibi bir derviş gazi gibi ortaya koydukları için çok çok teşekkür ediyoruz…

M. ŞENER BULUT
Ahmet Tevfik Hoca’mıza teşekkür ediyoruz. Elazığ Belediyesi Kürsübaşı Topluluğunda sanatçı olarak görev yapan kıymetli dostumuz Osmen Bedrettin Yapar’ın da söyleyecekleri var.

OSMAN BEDRETTİN YAPAR
Şimdi bu caminin Elazığ’la, Harput’la olan bağlantısını Serkan Hoca’m hemşerimiz olarak gayet güzel anlattıancak heyecanından olsa gerekİmam Efendi ile ilgili husus dile getirilmedi. Bu camide İmam Efendi yani Osman Bedreddin Erzurumi 17 yıl tabur imamlığı yapmıştır. Dolayısıyla bu camide İmam Efendi’nin de unutulmaz hatıraları vardır.Bunun da bilinmesini istedim teşekkür ediyorum.

NÜZHET DEDE’YE SAYGI
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerinin atıldığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Birinci Dönem Milletvekili olarak görev yapan Çemişgezekli şair, mutasavvıf, vatan ve millet muhibbi Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun aziz hatırasına ithafen düzenlediğimiz “Nüzhet Dede’ye Saygı” toplantısı; 30 Ağustos 2019 Cuma günü öğlenden sonra saat: 15.00’te Tağar çayı kıyısındaki Gürgür Tesisleri’nde gerçekleşti.
Çemişgezek’te gün buyunca 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın coşkusuyla da adeta bir kültür şöleni olarak bütün ilçeyi kuşatan etkinlikler, Çemişgezek halkında büyük bir heyecanın oluşmasına neden olmuştu. Nüzhet Dede’nin Mescit Mezarlığı’nda bulunan kabrine vefa ziyaretimiz. Nüzhet Dede’nin Çemişgezek’te yaşadığı mahalle ve evinin de yer aldığı tarihi mekânlara yaptığımız ziyaretlerve nihayet Tağar çayının kıyısında gerçekleştireceğimiz “Nüzhet Dede’ye Saygı”programıyla bu müstesna faaliyet nihayete erecekti.
Manas Yayıncılık tarafından yayınlanan; Kıymetli bilim adamı Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek’in büyük emeklerle yazmış olduğu “Birinci Dönem Mebusu “Şark’ın Diyojeni” Ahmet Nüzhet Saraçoğlu (Nüzhet Dede)” adlı eseri bu toplantının sonrasında okuyucularla buluşacaktı.Erhan Saraçoğlu doyumsuzhitabetiyle Nüzhet Dede’nin şiirlerini okuyacaktı.Çemişgezek Halk Kütüphanesi Müdürü Kağan Gökalp veDr. M. Naci Onur’un Nüzhet Dede ile ilgili konuşmaları olacaktı.Ve yine Çemişgezeklilerin büyük bir heyecanla beklemiş olduğu Nihat Kazazoğlu yönetimindeki “Harput TürküleriKonseri” de birazdan başlayacaktı.
Vadi boyunca kıvrılarak akıp giden Tağar çayının oluşturduğu tablo şair, yazar ve sanatçı dostlarımızı büyülemişti. ToplantıBedrettin Keleştimur’un sunumuyla Kanal Fırat Televizyonu tarafından bütün Türkiye’ye yayınlanacaktı.
Bu müstesna toplantıyaNüzhet Dede’nin vefakâr torunu Erhan Saraçoğlu, Çemişgezek Kaymakamı Harun Kazez, Çemişgezek Belediye Başkanı Metin Yıldız, Elazığ Eski Milletvekili Tahir Öztürk, Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek, Munzur Üniversitesi Öğretim Üyesi Hüsamettin Kaya, Elazığlı yazarlar: Dr. M. Naci Onur, Dr. Ahmet Tevfik Ozan, R. Mithat Yılmaz, Bedrettin Keleştimur, Hadi Önal, Günerkan Aydoğmuş, M. Şükrü Baş, Erhan Köroğlu, Hasan Özçam, H. Ergün Yılmaz, İlhami Bulut, Murat Bilgin ve Mahir Gürbüz katıldılar. Elazığ’ın kıymetli sanatçıları: Nihat Kazazoğlu, Fethi Açıkgöz, Harun Yıldırım, Osman Bedrettin Yapar, Onur Açıkgöz. Anadolu Ajansı muhabiri Sezai Akın’ın hazır bulundukları oldukça kalabalık bir davetli topluluğu katılmıştı.
Program, sanat ve sanatçıya verdiği değerle Türk milletinin gönlünde taht kuran, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve ebediyete intikal eden şehitlerimiz için bir dakikalık saygı duruşu ve ardından okunan İstiklâl Marşı ile başladı.
Toplantının açılış konuşmaları Çemişgezek Kaymakamı Harun Kazez ile Çemişgezek Belediye Başkanı Metin Levent Yıldız tarafından yapıldı.
Açılış konuşmalarının ardından Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek, kültür dünyamıza kazandırdığı “Birinci Dönem Mebusu “Şark’ın Diyojeni” Ahmet Nüzhet Saraçoğlu (Nüzhet Dede)” adlı kitabın serencamını dikkat çeken yönleriyle anlattı.
Ardından da Mahalli sanatçımız Nihat Kazazoğlu sahneye davet edildi. Nüzhet Dede’nin Sâki bu şeb yanağın döndü beyâz ü âle. diye başlayan şiirinin ilk üç beytini Harput Türküsü formunda ve yine bu şiirin “Kırmak murâd edersin mecmû-i âşıkânı” diye devam eden son dört beytini de Harput Divanı olarak seslendirildi.
Program, Çemişgezek Halk Kütüphanesi Müdürü Kağan Gökalp’in, “Çemişgezek’in Kültür Hayatında Nüzhet Dede” ve Dr. M. Naci Onur’un “Nüzhet Dede’de Şiir Tekniği” başlıklı konuşmalarıyla devam etti.
Nüzhet Dede’nin vefakâr torunu Erhan Saraçoğlukürsüye davet edildiğinde vadinin batısındaki Mırnahi tepesinden itibaren birden bire havanın bulutlandığını şimşeklerin çaktığına ve Tağar çayının renginin koyulaştığına şahit olmuştuk. Erhan Saraçoğlu bu olumsuzluklara aldırmadan bir süre konuşmasına devam etti. Ancak giderek şiddetlenen sağanak yağmur onun bu konuşmasına daha fazlamüsaade etmemişti.
Davetlilerin ıslanmamakiçin birkaç adım ilerideki dinlenme tesislerine sığınmaya çalıştığı o anlardayağmurun şiddetini daha da artmıştı. Yaz yağmurudur çabuk geçer programa kaldığımız yerden devam ederiz düşüncesiyle şair ve yazar arkadaşlarımızla beklediğimiz o anlarda Erhan Saraçoğlu o muhteşem hitabetiyle bizlere Nüzhet Dede’nin Vaskovan’da Nahiye Müdürü iken yağmur yağdırma olayını anlatmıştı.
Nüzhet Dede, Çemişgezek’in Mescit Mahallesinden Saraçzade Hakkı Bey’in oğludur. Şairdir, aşîktır, Bektaşidir, saçı sakalla karma karışıktır. Bazen Alevidir omuz öptürür. Kahveye gider dama, domino, kağıt oynar. Hazır cevaptır. Nüktedanlığı meşhurdur, her telden çalar. Bütün bunlara rağmen mazana-yı kiramdandır Nüzhet Dede, İmam Efendi’ye müntesiptir. Ona hudus-i kalple bağlıdır. Hayatını, malını mülkünü, çoluğunu çocuğunu İmam Efendi’nin uğruna fedadan çekinmeyen ve bir müddet bir çatı altında beraber oturan bir birlerinin iç hakikatlerine ve dış âlemlerine vakıf olmakla beraber İmam Efendi’nin itimadını kazanmış teveccüh-i kutsipenahilerine mazhar olmuş bir zattır. Ergani mebusu olduğu zaman İmam Efendi’nin reyini istihsal etmeden gitmemiştir.
Gittiği yerde siyaset âleminde de kendini tanıtmış Atatürk’ün de teveccühlerini elde etmiş Ankara’da onu tanımayan yoktur. Dede Bey, nahiye müdürlüklerinde, Ovacık Kaymakamlığında bulunduğu gibi kendisini her yerde sevdirmiş ve saydırmıştır. Onun valilerle, mutasarrıflarla arası düzgün ve laubalidir. Amiri memuru onu severler. Hele aleviler ona candan bağlılık gösterirler. Şekli şemaili Bektaşi varidir. Sözleri daima cinaslıdır (Benim Allah’ım Ali’dir), der alevi zümresini peşine takar, elini, eteğini, omzunu öptürür. Bu durumu başka kimseler tarafından tenkit edilir. Gayr-i meşru zan altında bulundururlar. Hal bu ki o benim Allah’ım Ali’dir demesini manayı bilerek söyler, yani beni Tanrım yücedir. Dediğini bilmeyen cahiller onu tekfir etmeye gösterirler. Dede Bey, Çemişgezek’in Vaskuvan nahiyesi bulunduğu zaman acizleride Eğin (Kemaliye)den aldığım ot ve ekin oraklarını nahiye merkezinde satmaktayım. Kazadan Çukur Mahallesinden Şahin ve Cemilin babası Hacı Hasan oğullarından Mustafa’da Nüzhet Bey’in aşçısıdır. Yine kazadan Dereli İmam Hafız Osman Efendi Vaskovan İmamlığı görevindedir ve dedenin çocuklarını da okutmaktadır. Nüzhet Bey’in burada gösterdiği bir hale yakinen şahidiz. Akşamların Dede Bey’in yanına gideriz, hülasa olup bitenlerden bu suretle malumatlar olduğunu zikrederek keyfiyet-i halin takibine iktidar eylerim.
Memleket müthiş bir kuraklık tehdidi altındadır. Yağmursuzluk yüzünden zahire günden güne fiyatını arttırmakta, muhtekirleri sevindirmekte olduğu bir zamandı. Her mahalle ve köy ahalisi yağmur duasına çıkmakta kurbanlar kesmektedirler ve dua etmektedirler. Buna binaen Cenab-ı Hakk dilediği yerlere bol yağmur ihsan etmekte, Vaskovan nahiye merkezine bir katre olsun yağmur düşmemektedir. Vaskovan halkının kısm-i azami ortakçı oldukları için bütün ümitleri topraktadır, başka gelirleri yoktur. Bu sebepten bu otlakçılar telaşta, düşünmekte, hiç yüzleri gülmemektedir. Bu köy halkı da yağmur duasına çıkmaktadır, borç harç kurbanlar kesilmektedir. Dua etmektedirler. Buna rağmen bir damla yağmur düşmemektedir. Diğer beyler ortakçılarına ambarlarını açmış harmanda verilmek üzere ödünç zahire dağıtmaktadırlar. Yalnız bu beyler arasında Hacı Tahir Beyzade Halil Bey ambarları dolu olduğu halde müracaat eden ortakçılarını kovmakta ve yağmur yağmadığına da sevinmektedir. Bu hal ve hareketi haber alan Nahiye Müdürü Nüzhet Dede köylüleri çağırtır. “Beyhude yere ağlayıp sızlanmayın bin bir kurban kesecek olsanız bu köye bir habbe yağmur yağdırmayacağım. Gidiniz Halil Bey’de onu böyle anlatınız ambarlarını açıp halka o da diğer beyler gibi harmanda ödenmek üzere buğday tevzi altında bulunmadığı takdirde bu köye bir damla yağmur yağdırmayacağım” der.
Köylü toplu bir halde keyfiyeti Halil Bey’e söylerler. Halil Bey ağzına geleni sayar ve köylüyü kapısında kovar caminin önünde orak satmaktayım. Köylü bu defa da köy imamına meseleyi anlatır. İmam Hafız Osman Efendi de “birkaç kişi şehre giderek Dede Bey’i vilayete şikayet edin de, o da öğrensin halkın rızkı ile oynamayı. Muhakkak yağmuru bağlamıştır” der. Bu söze inanan birkaç kişi Çemişgezek’e giderler bu mealde arzu hal yazdırırlar vilayete gönderirler.
Elaziz Valisi Kemahlı Sağıroğlu Sabit Bey’dir. Çemişgezek Kaymakamı da bilahare Dersim Mutasarrıflığına giden Cemil Beyzadelerden Yusuf Ziya Bey’dir. Vaskovan halkının vilayete gönderdikleri arzu hal şu derkenarla doğrudan doğruya Nahiye müdürüne havale edilir “Nafiye merkez halkı mağdur ve fakir ortakçılardır. Onlar şayan-ı merhamettir tarlalarına yağmur yağdırmanızı himet-i behimelerinden rica ederim.”
Nahiye Müdürü Nüzhet Dede muhavvel istidaya şu cevabı verir. “Vali Beyefendi Hazretleri: ihtikârla ibab-i müslüminin rızkını ambarlarında saklayan Halil Bey namındaki adam ambarlarını açıp fakir ve şayan-ı merhamet olduklarını emr-ü işar bulunduğunuz halka ödünç olarak buğday vermedikçe bu köye yağmur değil inayet-i hakla ateş yağdıracağım. Bendenizi mazur görünüz kendi halime bırakınız zihninin böyle işlere aklı ermez arz-i tazimatla dileğimin kabulünü rica ederim efendim.”
Bu evrakı alan Sabit Bey: “Vaziyeti vahim buldum. Keyfiyetim Halil’e tebliğle alınacak cevabın telle işharını rica ederim” resmi yazısını Çemişgezek Kaymakamlığına gönderir. Kaymakam Yusuf Ziya Bey, derhal Halil Bey’i merkeze celp ettirir. Vilayetin emrini tebliğ eder. Telle cevap istendiğini öğrenen Halil Bey, işin ehemmiyet nezaketini idrak eder ve ambarlarının cebren, belki de bila-bedel halka tevziinden korkar, ödünç olarak harmanda alınmak üzere köylüye tevziatta bulunacağına söz verir. Köye döner, ambarını açıp isteklilere dağıtırken Vaskovan Köyü’nün üstünde bulutlar oynaşmağa başlar, bu köyün hudutları dâhilinden başka tarafa geçmemek üzere baran-ı rahmet ortakçıların yüzünü güldürür.
Aynı gün ve yağmur yağdığı sırada nahiye müdürünün yanına giren Vaskovan beylerinin en hatırlısı Koç Yusuf Bey, Dede Bey’i ağlar görünce sual eder: “Niçin ağlıyorsunuz Müdür Bey?” “Halime ağlıyorum” diyerek kısaca cevap vermiş.
Dede Bey’in bu ağlamasını Osman Bedreddin Erzurumi Efendi’ye arz ettiklerinde şöyle demiştir: “İnsanlığını bilen bir kimsenin gözyaşı hem yağmur yağdırır hem de ateş söndürür ve idare buyurur. Nüzhet Efendi’yi hor görmeyelim. O her telden çalar her sazın önünde oynar. Fakat tellerden sedanın ne olduğunu sezer bu da bambaşka alemdir. Yılanda eğri büğrü yürür lakin yuvaya girerken düzelerek süzülür. Biz ne kadar züht-ü takva libasına bürünmüş olsak, haşa Cenab-ı Hakkı aldatamayız o her şeyi bilir görür herkesin kalbini bilir. Dede Nüzhet’i gören seni de görücüdür, beni de görücüdür. Dede meyhanede, kahvehanede gezer fakat nefret sezer. İbretle gezer Dede’nin kalbini kırmayalım”.
Erhan Saraçoğlu konuşmasını tamamladığında yarım saati geçmesine rağmen maalesef yağmur aynı şiddetiyle devam ediyordu. Ne yazık ki Tağar çayının kıyısında devam eden program yağmur nedeniyle aksamıştı. Artık bir karar vermemiz gerekiyordu.Nihayet bu güzel programın Çemişgezek Öğretmenevi’nde devam etmesine karar verildi. Ancak vaktin ilerlemesi nedeniyle şairlerimiz şiirlerini okumamışlardı.
Erhan Saraçoğlu, konuşmasını Çemişgezek Öğretmenevinde tamamlamaya çalıştı. Elazığ’ın kıymetli şairlerini temsilen R. Mithat Yılmaz kürsüye davet edildi. Ve Dr. Ahmet Tevfik Ozan’ın yaptığı kısa bir değerlendirme konuşmasıyla toplantı sona erdi.
Ve nihayet çok önemli bir faaliyeti daha yüzümüzün akıyla tamamlamış olmanın mutluluğunu yaşıyorduk. Birinci Dönem Mebusu “Şark’ın Diyojeni” Ahmet Nüzhet Saraçoğlu (Nüzhet Dede) adlı eseri kültür dünyamıza kazandıran Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek Hoca’mızaÇemişgezek Kaymakamı Harun Kazez tarafından plaket takdim edilirken ben bu anlamlı toplantının gerçekleşmesine vesile olan Nüzhet Dede’nin vefakar torunu Erhan Saraçoğlu’nun saygıyla eline eğilip kucaklaşmıştım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Birinci Dönem Milletvekili olarak görev yapan Çemişgezekli şair, mutasavvıf, vatan ve millet muhibbi Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun kıymetli torunu Erhan Saraçoğlu ağabeyimiz, Çemişgezek’in yetiştirmiş olduğu münevver bir Harput beyefendisi, öğretmen, araştırmacı ve yazardı.Çemişgezek Lisesi’nin kurucusuydu. Ülkemizin çeşitli illerinde öğretmen ve yöneticilik yapmıştı. Manas’ınçok kıymetli üyesiydi. Çok sevdiği öğretmenlik mesleğinden emekli olduktan sonra kendisini tamamen araştırmaya vermişti. TBMM’de, 1. Dönem Milletvekili olarak görev yapan büyük mütefekkir Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun, hayatı ve şiirleri üzerinde çalışmalar yaptı. Manas Yayıncılık’ın düzenlediği birçok önemli faaliyete katıldı ve katkı sağladı. “İmam Efendi ve 93 Harbi”, “Mehmet Akif Ersoy’un Dünyası”, “Fuzuli’nin Şiir Dünyası”, “Bağdat Fatihi Genç Osman”, “Köy ve Öğretmen”, “Doğumunun 100. Yılında Fikret Memişoğlu”, Atatürk ve Elazığ” gibi pek çok etkinliğe konuşmacı olarak katıldı, aydınlatıcı fikir ve düşünceleri ile yetişecek nesillere yol gösterdi. Tasavvuf gönüllüsü bu güzel insan, Çemişgezek’te düzenlediğimiz “Doğumunun 160. Yılında Nüzhet Dede” faaliyetine katıldıktan kısa bir süre sonra çok sevdiği Elazığ’a ve Manas’a veda edip ayrılmıştı.. Ve 26 Ekim 2020 tarihinde İzmir’de Hakk’a yürüdü. 86 yıllık ömrünü Çemişgezek’e ve Elazığ’a adayan bu güzel insan, ardında bıraktığı kültür hizmetleriyle her zaman minnet ve şükranla yâd edilecektir.

BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Sayın Kaymakamım, Sayın Belediye Başkanım, Sayın Milletvekilim, Çemişgezekli muhterem hemşerilerimiz, Elazığ’ın kıymetli şair, yazar ve sanatçıları, sizleri saygıyla selamlıyorum.
Bugün tarihi bir gündeyiz… Çemişgezek Kaymakamlığı, Çemişgezek Belediye Başkanlığı, Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü, Manas Yayıncılık İşbirliğiyle; “Ahde Vefa Örneği…” gösteriyoruz… İnancımız, “ölülerinizi hayırla yâd ediniz” buyuruyor.
Bugün yüzümüzü tarihe çeviriyoruz… Zaferlerle taçlanan bir aydayız “Aylardan Ağustos Günlerden Cuma…” diyoruz. Malazgirt-1071’den 30 Ağustos 1922 Büyük Taarruza… Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle, minnetle ve şükranla anıyoruz…
Yaşadığımız şu güzel coğrafyanın tarihi ve kültürel zenginliğiyle buluşuyoruz… Bugün birlikte inşallah “Sıla-ı Rahim Yapacağız…” Ecdat hatıralarını konuşacağız… Kimlerle birlikte; Elazığ’dan bizlerle birlikte bu nezih toplantıyı gerçekleştirmek için yüksek duygularla gelen şair, yazar, sanatçı, akademisyen arkadaşlarımızla; televizyonlarımızla birlikte… Bu arkadaşlarımızla; on bir yıl önce Malazgirt Zaferinin 937. yıldönümünü birlikte idrak etmiştik. Şairimiz ne diyorlar; “Tohum saç, bitmezse toprak utansın! Hedefe varmayan mızrak utansın.”Bugün sizlerle birlikte “ilk TBMM’de görev alan Çemişgezek ilçemizin bağrından çıkardığı bir kahraman insanı konuşacağız… Yetiştiği asrın önemli şairi, yazarı, vatan ve millet sevdalısı, Gazi Atatürk’ün en yakınında yer alan bir isim; “Doğumunun 160. Yılında Nüzhet Dede…”
Bugün burada nezih bir mekândayız… Tağar Çayı’nın hemen kıyısında… Bu sohbete, “Kürsübaşı Sohbeti…” ismini vermek istiyoruz… Bu sohbetlerin, ‘geleneksel olmasını…’ arzu ediyoruz. Her toplantı, Çemişgezek ilçemizin yetiştirdiği bir, “Bilge Kişi…” anısına veya önemli bir tema etrafında yapılmasını arzu etmekteyiz. Tarihi şahsiyetler, şehrin/coğrafyanın kimliğidir… Tarihi mekânlar, şehrin hafızasını ve hatıralarını üzerinde taşırlar…Bugün sizlerle, Nüzhet Dede’yi konuşacağız… Nüzhet Dede’yle birlikte tarihi bir dönemi dile getireceğiz… Ve Diyap Ağa isimleri, Kurtuluş Savaşı’nda önemli rol oynamış, Ferhatuşağı Aşireti ile işgalcilere karşı mücadele vermiş yiğit insanlar… Dede Nüzhet gibi Atatürk’ün yakınında olmuşlar…Çemişgezek’te, 17 yıl kalan bir büyük Veli; Harput’ta metfun İmam Efendi Hazretleri’ni konuşacağız… Fırat Nehri, “ses ırmağıdır…” O ırmağın incileri arasında; “Çemişgezek, Pertek, Ağın, Keban, Kemaliye… Bu ilçelerimizin bağrından çıkan, ‘gönül insanları…’ Onlar, bu coğrafyanın; “rol model insanlarıdır…”Bu güzel ilçemizde belediye teşkilatının kuruluşu, 1881 yılına kadar gitmektedir. Gazi Atatürk’ün doğum yılı… Çemişgezek Belediyesi 138 yılı bulan kuruluşuyla bu coğrafyanın kadimbir ilçesi… Programımızın açılış konuşması için Çemişgezek Belediye Başkanı Metin Levent Yıldız’ı kürsüye davet ediyorum.

METİN YILDIZ
Çok saygıdeğer kaymakamım, Saygıdeğer milletvekilim, kendileri aynı zamanda Çemişgezek’in eniştesi. Elazığ’dan ilçemize teşrif eden şair yazar sanatçı akademisyen dostlarımız, Nüzhet Dede’nin kıymetli torunu Erhan Saraçoğlu ağabeyimiz hürmetle ellerinden öpüyorum. Hepinizi saygıyla, hürmetle, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli konuklar,sizleri bugün Çemişgezek’te evimizde Selçuklu’nun sancak beyliğinde Fırat Havzası’nın bu kadim coğrafyasındamisafir etmekten çok büyük onur duyuyoruz. Bugün önemli bir gün bugün son devletimiz imparatorluktan milli devlete geçişimizin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 97. Yıldönümü, bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı idrak ettik. Bu devleti bizlere emanet eden, bu vatan toprağında özgürce hür ve bağımsız yaşamamızı bizlere sağlayan, emanet eden başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve bütün silah arkadaşlarını, şehitlerimizi, gazilerimizi rahmetle, minnetle ve şükranla anıyoruz. Mekânları cennet olsun.
Kıymetli misafirler, bugünün anlamına binaen belki şahsım veya nesiller itibariyle bunu ifade etmek isterim elbette bu konuda çalışan arkadaşlarımız olmuştur.Ahmet Nüzhet Saraçoğlu Allah rahmet eylesin,mekânı cennet olsun hem edebi, hem de siyasi kimliği olan bu önemli şahsiyetin aslında gecikmiş bir hatırasını anmasını burada yapıyoruz. Gecikmiş olsak da ben şahsen böyle bir programda olmaktan ilçemizin özellikle “Birinci Meclis” kurucu liderimizin başkomutanımızın yanında yer alan bir şahsiyetin anılması tabidir ki son derece kıymetli önemli ve değerlidir. İnşallah bu bir başlangıç olur; bunu daha çok zenginleştirerek Çemişgezek halkına öğreterek, öğrenerek başlamış olmanın mutluluğunu hep birlikte yaşarız. Bu programın hazırlanmasında emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Evsahibi olarak Sayın Kaymakamımıza göstermiş oldukları kadirşinaslıktan dolayı şükranlarımı ifade etmek istiyorum. Nüzhet Dede’nin hayatını derleyen ve bu konuda kıymetli bir eser ortaya koyan Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek Hoca’mızı tebrik ediyorum. Huzurlarınızda kendilerine çok teşekkür ediyorum,ben sözlerimi burada tamamlıyorum ve hepinize saygılarımı sunuyorum.

BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Fırat Vadisinde, tarihi ve kültürüyle sizlere tebessüm eden,Gök kubbenin altında muhteşem bir dekorla sizlere buyur eden;877 km’yi bulan yüzölçümüyle Çemişgezek İlçemizde; Harput’u, Munzur’u birlikte soluklamaktayız.Fırat Vadisi, gerçekte bir büyük; tarih ve kültür havzasının adıdır. Biz ona coğrafyayı birleyen ses, söz, sohbet ve gönül soframız diyebiliriz. O sofraya bizleri buyur eden Kaymakamımız Harun Kazez…
Çemişgezek’in tabelasında ki üç bin nüfusa sizler aldanmayın…Günümüzde, “nüfusa kayıtlı” 83 bin Çemişgezekliden söz edebiliriz..Çemişgezek; İstanbul’da, ‘daha büyük…’ 40 bin Çemişgezekli İstanbul’da,10 bin Çemişgezekli Elâzığ’da yaşıyor!Ve altını çizeceğimiz bir örnek tablo,.. Çemişgezek’in insanıyla birlikte ‘sivil…’ olarak çok güçlü roller üstlenmeleri… Çemişgezek’in, İstanbul’da, “İş Adamları Derneği” Elâzığ’da, Dernekleri bulunuyor… Ve İstanbul’da, 40 Derneğin oluşturduğu, Bir ‘Federasyonları’ mevcut! Çemişgezekliler kendi ilçelerine sevdalılar… Gönül bağlarını bırakmamışlar… Burada en önemli aktörde şüphesiz İlçenin Kaymakamı Harun Kazez Beyefendi’dir. Sözü kendilerine vermek istiyorum.

HARUN KAZEZ
Sayın milletvekilim, kıymetli başkanım, değerli hocalarım, pek kıymetli Erhan Amcam, değerli hanımefendiler, beyefendiler,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Birinci Dönem Milletvekili olarak görev yapan Çemişgezekli Şair, mutasavvıf Nüzhet Dede’nin aziz hatırasına hürmetle düzenlediğimiz “Doğumunun 160. Yılında Nüzhet Dede” programınınahoş geldiniz sefalar getirdiniz. Bugün çok güzel bir gün, bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı. Ben tüm ilçemizin tüm milletimizin Zafer Bayramı’nı en içten dileklerimle kutluyorum. Bu güzel vatan toprağını kanıyla canıyla mücadele ederek bizlere emanet eden şehitlerimizi, gazilerimizi en içten dileklerimle anıyorum. Allah mekânlarını cennet etsin. Kabirlerini pürnur eylesin.Bugün Nüzhet Dede’yi anacağız. Çemişgezek gerçekten kadim bir belde… Tarihiyle, insanıyla, doğasıyla, kültürüyle, medeniyetiyle çok köklü… Selçuklu’ya, Osmanlı’ya sancak beyliği yapmış ve önemli şahsiyetler yetiştirmiş… İşte bunun örneği Nüzhet Dede. Bugün bu değerli insanımızı anacağız. Gerçekten önemli bir şahsiyet, ilk dönem mecliste milletvekilliği yapmış ve şairliğiyle sanatıyla ön plana çıkmış bir kişilik… Ben tabii ki burada Nüzhet Dede’yi anlatmayacağım. Nüzhet Dede’yi biraz sonra uzmanlarından dinleyeceğiz. Erhan amcamızdan dinleyeceğiz, kendisi torunudur.Şahin Hoca’mızdan dinleyeceğiz. Çok kıymetli bir eser meydana getirdi, muhakkak ki bugün bu toplantımızda Nüzhet Dede bütün yönleriyle dile getirilecektir. Ben bugün sizlere Çemişgezek hakkında bazı malumatlar vermek istiyorum. Çemişgezek’e gelirken güzel bir feribot yolculuğuyla başlıyorsunuz, özellikle ben Elazığ’daki hemşerilerimize sesleniyorum. Gerçekten Çemişgezek görülesi güzel bir yer… Bir feribot yolculuğuyla başlıyor ondan sonra in deliklerinden tutun, kıyısında olduğumuz Tağar Çayı gerçekten çok önemli yerler. Bunların görülmesi lazım, dağ keçilerine her an rastlayabiliyorsunuz, su samurlarını görebiliyorsunuz. Bunu çevrede başka çok yerde görme imkânınız yok.O yüzden biz özellikle Elazığlı hemşerilerimizi Çemişgezek’e davet ediyoruz. Bu programın hazırlanmasında emeği geçen Şener Bey’e çok teşekkür ediyorum, emekleri çok büyük, yine Nihat Kazazoğlu Hoca’maçok teşekkür ediyorum. Şahin Hoca’ma çok teşekkür ederim. Zekai Akılotu Bey’e de teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilimiz bugün burada bizi yalnız bırakmadı, Tahir Öztürk Beyefendi’ye çok teşekkür ederim. Hepinizin ayaklarına sağlık, ben tekrar söylüyorum Çemişgezek tarihiyle, doğasıyla kültürüyle, misafirperver insanıyla güzel bir belde. Bizler bütün Tuncelili hemşerilerimizi Elazığlı hemşerilerimizi bu güzel ilçemize bekliyoruz. Bir kez daha 30 Ağustos Zafer Bayramınızı kutluyorum, saygılar sunuyorum.

BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Çemişgezek Kaymakamı Sayın Harun Kazez Beyefendi’ye çok teşekkür ediyorum. Ağustos günlerden Cuma, 30 Ağustos Zafer Günü’nün anısına diyelim artık çok önemli bir kaynak eser kazandırıldı… Milli Mücadele yıllarını hafızalara taşıyan bir eser… O eserle bizler; Birinci dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni daha yakından tanıyacağız…
“Şarkın Diyojeni” olarak isimlendirilen Ahmet Nüzhet Saraçoğlu… Eseri okudukça heyecanlanıyorsunuz… Öyle ki, her yönüyle mükemmel bir insan… Rahmet Mekân Nüzhet Saraçoğlu Beyefendiler; Anadolu insanının; “sağduyusunu…” kimliğini ilmiyle, irfanıyla, marifetiyle, bilgeliğiyle taşıyor… Bu insanın şahsında; insanlık değerlerini öğreniyoruz… Onda yüksek bir ahlakı, fazileti, insana ve çevresine olan dostlukları yaşıyorsunuz… Dede Nüzhet’le ilgili çok önemli eser Munzur Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Şahin Yedek tarafından Manas Yayınları arasında profesyonel bir anlayışla; Kapak Tasarımı ve dizgide Tamer Kavuran ve Recep Bağcı’nın katkıları şüphesiz ki büyük… Özellikle ‘Kaynak’ Erhan Saraçoğlu’nun katkıları çok önemlidir. İlk Meclis; Kurucu Meclis Özelliğini taşımaktadır… Olaganüstü yetkilere sahiptir… Milli Mücadeleyi yürüten bir meclistir…
İlk Meclis; Tarihi bir iradeyle İstiklal Harbini Yöneten Meclistir…İsyanlar bastırılır. Batı Anadolu’da düzenli ordu kurulur.Doğu, Güney ve Batı cephelerindeki zaferlerle Anadolu işgalden kurtarılır.1921 Anayasası ve İstiklal Marşı kabul edilir.Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanır ve Lozan görüşmelerine başlanır.Bu dönemin efsanevi şahsiyetini bizlere Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek anlatacaklar.

Dr. Öğr. Üyesi ŞAHİN YEDEK
Sayın Kaymakamım, Sayın Belediye Başkanım, Sayın Milletvekilim, Sayın Müftüm, Milli Eğitim Müdürüm, Çemişgezek’in güzide halkı, Elazığ’dan gelen sayın hocalarım, değerli misafirler hepinizi saygıyla selamlıyorum,
Çemişgezekli hocalarımın, Sayın Kaymakam’ımın, Belediye Başkanı’mın ve Bedrettin Hoca’mın belirttiği gibi gerçekten kadim bir toprak… Kadim bir toprak olduğunu çıkarmış olduğu insanlardan yetiştirmiş olduğu kişilerle ispatlıyor. Bu kişilerden biri de Ahmet Nüzhet Saraçoğlu. Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’na dair bu kitabı yazmama neden olan özellikle başlamama neden olan Manas Yayınevinin yöneticisi Sayın Şener Bulut’a özellikle teşekkür ediyorum. Geçen yıl Türk Tarih Kurumu’nun uluslararası bir sempozyumu oldu. Türk Tarih Sempozyumu buna uluslararası çapta 100’e yakın ülkeden tarihçiler katılmıştı.Buraya bir bildiriyle katıldım. Bu bildirim benim Ergani Madeni Vilayetiydi. Bu konu günyüzüne çıkartılması gerekiyordu, çok şükür ki bu çalışmayı da yine bu topraklarda doğan bir kişi olarak yaptım. Bu çalışmayı yapıp Ankara’da sunduktan sonra, burada Ahmet Nüzhet Saraçoğlu diye bir isim geçiyordu. Ergani milletvekiliydi; fakat Çemişgezekliydi. Dikkatimi çekti bununla ilgili araştırmalar yaptım.Kitabın işte özü buydu, başlangıç noktasıydı. Şener Bulut ile görüştüm.“Şener Abi”, dedim“bu kişiye dair bir çalışma yapabilirmiyim?” “Ya da senin tanıdığın bana ön ayak olabilicek bir kaynak veya herhangi bir doküman verecek kişi, şahsiyet tanıyormusunuz?” Tam adamına başvurmuşum. Şener Abi, bana dedi ki, “ben onun torununu tanıyorum”.Değerli Erhan Saraçoğlu… Erhan Saraçoğlu Bey’inİzmir’de olduğunu öğrendim. İrtibata geçtim ve kendisi 10-15 gün sonra Elazığ’da olacağını söyledi. Geçen yıl, Ramazan ayıydı geldi, mülakatımız o şekilde başladı. Erhan Bey ile birlikte notlar tutmaya kendi tuttuğu notları yazmaya ve aynı zamanda bu kaynakları değerlendirmeye başladım. Bu şahsiyeti yani Ahmet Nüzhet Saraçoğlunu yazmış olmak bana nasip oldu. Dediğim gibi bu benim için bir şerefti. Benim için de çok değişik bir tecrübe oldu. Benim bu dördüncü kitabım.Şimdi neden değişik bir tecrübe oldu. Birinci Meclis, yani Atatürk’ün kurmuş olduğu Birinci Meclis’e katılan bütün milletvekillerinin neredeyse hepsinin biyografisi yapılmıştı. Nadir olanlardan birisi Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’ydu. Meclis arşivine, Cumhuriyet arşivine, Osmanlı arşivine de girdiğimiz zaman yani kaynakların alınmış alınmamış olduğu oradan tespit ediliyor, oradan Nüzhet Dede’ye dair herhangi bir çalışma yapılıp yapılmadığını ve bu kaynakların alınmadığı değerlendirilmediğini görmüştüm.Bunun haricinde hazırladığım kitaba kaynak olarak referans kaynaklarımdan biri Sayın Naci Onur Bey’in yazmış olduğu kısa makaleler, Kaan Gökalp Bey’in yazmış olduğu bir yüksek lisans tezi, aynı zamanda merhum Fikret Memişoğlu’nun bir makalesi mevcuttu. Makaleler de benim mevcut çıkış kaynağım oldu, referans kaynaklarım oldu. Şimdi Nüzhet Dede’yi kısaca anlatmaya geçmeden zaten torunuyla tanışmış olmamız benim için önemli bir şans. Erhan Bey gerekeni anlatacak ben böyle genel hatlarıyla anlatayım. Nüzhet Dede’ye Mustafa Kemal Atatürk “Meclisin Gülü” diyor ve kendisine “Dede Bey” diye hitab ediyor. Nüzhet Dede Meclis’te otururken Mustafa Kemal Atatürk kürsüye çıkarken Dede Bey’in sakalını okşayıp kürsüye çıkıyor. Dede Bey’i tüm sohbetlerine dahil ediyor, önemli kişilerle yaptığı sohbetlerde Dede Bey’i yanına çağırıp Dede Bey’den fikir alıyor, buna dair işte nüktelerin aynı zamanda bilgilerin yer aldığı bir kitap bu. Dede Bey, Atatürk’ün deyimiyle söylüyorum, Dede Bey gerçekten bir filozof şair ve aynı zamanda önemli bir mutasavvıf. İşte az önce dediğimiz gibi Osman Bedrettin Erzurumi Hazretleri, Dede Bey’in fikir babalarından, hatta en önemlilerinden birisi. Ayrıca Palulu, Palu’da yaşayan o dönem Mahmut Samini Hazretleri bağlı olduğu şeyh ki, en önemli feyz aldığı kişilerden biri. Bunun haricinde Ahmet Nüzhet Saraçoğlu 1860 doğumlu olması nedeniyle, imparatorluğun son döneminin bütün sancılarının içinde yaşamış, beş padişah döneminde, beş padişahın aynı zamanda memuriyet dönemine de denk geldiği için devletin tüm işleyişini devlete hakimiyetini ya da hakimiyetsizliğini görmüş. İşte imparatorluğun o en sancılı dönemi Birinci Meşrutiyet, İkinci Meşrutiyet dönemlerini en acı şekilde yaşayanlardan… Daha sonraTrablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı’nı en içten yaşayanlar ve bu dönemleri bu hazla alıp, Atatürk’ün çağrısı ile 16 Mart 1920’de İngilizlerin İstanbul’u işgalinden sonra biliyorsunuz ki İstanbul Mebusan Meclisi kapatıldı. Feshedildi. İstanbul Mebusan Meclisi 16 Mart’ta kapatıldıktan sonra, Atatürk’ün 19 Mart’ta bir tebliği var, kolordu komutanlıklarını ve müstakil liva sancak ve vilayetlere bu tebliğde, Ankara da bir meclisin açılacağı,bu meclise her livanın, vilayetin beşer mebus seçip göndermesini istiyor. Bunun üzerine hazırlıklar başlıyor, kimi yerlerde seçimler, kimi yerde de eşrafın öne çıkan isimlerinin gönderilmesiyle oluşan bir meclis. Şimdi burada Nüzhet Dede niye Ergani’den? Nüzhet Dede, tahsil hayatını bitirdikten hemen sonra memuriyete başlıyor, nüfus memurluğu,Ağnam kol memurluğu, yani o dönem vergi alınacak kişilerin vergi tahsilâtı yapılacak miktarlarını hesaplayan memurlar, aynı zamanda tahrirat kâtipliği ve bunun üzerine de biliyorsunuz meclise katılışı… 60 yaşında, 60 yaşına kadarki memuriyetinin çoğunu da kaymakam vekilliği yaparak geçiriyor. Yani Nüzhet Dede o dönem adı Dersim olan bu bölgenin herşeyine hâkim. Özellikle nüfus memurluğu yaptığı dönemde burada doğan, ölen, yaşayan herkesi biliyor. İsmi geçen herkesi tanıyor, yani hayret edici bir hafızaya sahip. İşte bu memuriyetlerden sonra Ovacık’ta kaymakam vekilliği yaptığı dönemde gelen tebliğ üzerine, Mustafa Kemal’in tebliği üzerine, kaymakamlar özellikle il yöneticileri burada ön plana çıkmıştır. İl ve ilçe yöneticileri bulundukları bölgedeki yöneticiler, Erganimadeni Vilayeti’nden milletvekili olmuştur. Şimdi Erganimadeni Vilayeti nereden çıktı diyeceksiniz. Ergani var, bir de Maden var. Şimdi Maden bildiğimiz Elazığ’a bağlı Maden İlçesi, Ergani Diyarbakır’a bağlı Ergani ilçesi. 1918 Mondros Mütarekesi’nden sonra ilçe, yani o zamanki sancak vilayet, liva, köy, kariye ve nahiyeler bir kaos içerisindeydi. Hangi birimin ne olduğu tam olarak belli değildi. İdarecilerde nasıl hareket edeceklerini bilmiyorlardı. Bunun içerisinde işte mülhak liva olarak geçen Ergani, o dönemde milletvekili olarak Ahmet Nüzhet Saraçoğlu gibi katılan kişiler tarafından vilayet haline getirilmiştir. Milletvekillerinin baskısıyla nasıl oldu, Maden İlçesi vilayet merkezi haline getirildi. Vilayet merkezi Maden oldu, Ergani Maden’e bağlı ilçe, aynı zamanda Çermik’i de dâhil ederek bir vilayet oluşturuldu. Bu vilayet 1927 yılına kadar da bu idari yapısını sürdürdü. 1926 yılında çıkan bir kanunla vilayet umumi gelirlerinin yetersizliği nedeniyle tekrardan ilçe haline getirildi ve Maden Elazığ’a, Ergani ve Çermik tekrar Diyarbakır’a bağlandı. İşte bu vilayetin milletvekiliydi Nüzhet Dede. 7 milletvekili çıkmıştı, iki dönem Erganimadeni Vilayeti milletvekili gönderdi Meclise. Aynı zamanda belediye başkanları ve kaymakamlıklar oluşturuldu, önemli vilayetlerimizden biriydi ki, Ahmet Nühet Saraçoğlu da önemli bir kişiydi. O kontenjandan yararlanıp Meclise milletvekili olarak katıldı. Milli Mücadelenin sivil bir neferi olarak çalıştı, sakallı sarıklı olmasına rağmen taassupla savaştı. Kesinlikle gerici değildi, herkese hatta bulunduğu dönemdeki imamlara, medrese hocalarına ders verebilecek seviyede Arapça ve Farsçaya hâkimdi. Dini bilgisi çok kuvvetliydi; ama ön plana çıkmaktan her zaman çekinmişti. Şiirlerini bile yazar bir tarafa bırakırdı. Şiirlerini, yanındaki arkadaşları ya da oğlu veya akrabaları toplayıp bir araya getirmiştir. (Bu şiirler özellikle şiir tahlillerini yapacak olan hocalarımız tarafından anlatılacak) Bu şiirler gerçekten önemli şiirler, Sakarya Meydan Savaşı sırasında ülkenin en zor olduğu sırada Meclis’in Kayseri’ye taşınma durumunun gerçekleşeceği sırada, Nüzhet Dede’nin şiiriyle, o anda bir şiir yazmıştır. İçinden geldiği o şevkle Meclis’in tahtasına bir şiir yazmıştır ki o şiir milletvekillerinin Ankara’da kalmasına vesile olmuştur. Kesinlikle Ankara’dan taşınmayacağız, Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun bu şiiri kendilerine ilham kaynağı olmuştur ve Kayseri’den vazgeçilmiştir. Ben; Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nu şairlik bakımından Mehmet Akif Ersoy’a, nüktedan tavrı, nükteli ve hiciv tarzındaki yazı ve konuşmalarından dolayı da Nasrettin Hoca’ya benzetiyorum. Celal Nuri İleri’deki; dönemin gazetecisi, siyasetçisi, önemli bir yazarıdır. Neredeyse her gün yazar bu Celal Nuri İleri, Atatürk tarafından da sözü sohbeti yapılan, değer verilen bir kişidir. Celal Nuri İleri de Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’na, giyinişi, bakışı, duruşuve o keskin bakışları nedeniyle “Şarkın Diyojeni” demiştir. Aynı zamanda Celal Nuri İleri bunu Meclis’te anlatmıştır. Aynı zamanda o nüktedan tavrı, o konuşma tavrı ve keskin zekâsı nedeniyle de Alman filozofu Nitche’ye benzetmiştir kibunu Meclis’te söylemiştir. Fakat bunu söylediğinden dolayı da Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun işte şöhret kazanacağından ya da Ahmet Nüzhet Saraçoğluisminin ön plana çıkacağından dolayı Ahmet Nüzhet Saraçoğlu da imtina etmiştir.Kendisi bile, ben böyle söylüyorum ama Nüzhet Dede bana kırılacaktır, bana darılacaktır demiştir. Böyle önemli bir şahsiyeti kitabımıza konu ettik, yazın hayatına kazandırdık. Ben burada tekrar Sayın Kaymakam’ıma böyle bir toplantıya vesile olduğu için, bize nezaket gösterip Çemişgezek’in bu güzel mekânını bize hazırlamış ve bu mekanda bize bu imkanı sunduğu için özellikle çok teşekkür ediyorum,burada bulunan herkesi saygıyla selamlıyorum, Allah’a emanet ediyorum.

BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Ben yine burada Kürsübaşı sohbetlerinin devam etmesini arzu ediyorum. Bu toplantıların geleneksel hale getirilerek her yıl yapılmasını istiyorum. Bir de İmam Efendi Hazretleri ile bizim aile İmam Efendi Hazretlerine bağlı. Ben ninemden, babamdan özellikle İmam Efendi’nin hayatıyla ilgili çok şeyler öğrendim. Biz onun terbiyesinden geçtik, onu söyleyebilirim ve o sebeple Nüzhet Dede’yi de yakından biliyorum. Bugün İmam Efendi’nin 15 yıl kaldığı evi ziyaret ettik. Maalesef evin yıkılmış halini görünce gözlerim doldu. Mutlaka o evin imar edilmesi lazım, mutlaka o evin bir “irfan evi” olarak açılması lazım.Nüzhet Saraçoğlu, döneminin çok önemli bir divan şairidir…
Bir eserinde;
“Aşkın şeraresi bu câne düştü.
Pertev-i cemâlim cihâne düştü.
Varlığımı Hak’la Pazar eyledim
Mîyancilik şâh-ı merdâne düştü.”, diyor.
Fırat Nehri için, “ses ırmağı…” diyoruz. Fırat Havzası, bizim ses coğrafyamız.“Bu seste birleşir bütün yürekler…”diyoruz.O ses kâh Fuzuli olur, o ses kâh Çemişgezek’te Dede Nüzhet olur…”Sevda dolu yürekleriyle bir büyük vatan olur…“Dede Nüzhet ve Gazelleri…” Sanat ustaları bizlere seslendirecekler.Duayen isimler bizim de hocamız olan Nihat KazazoğluBeyefendi’yi, Osman Bedrettin Yapar kardeşimi ve yine Saz Heyetinde; Fethi Açıkgöz, Harun Yıldırım ve Onur Açıkgöz’ü sahneye davet ediyorum.

NİHAT KAZAZOĞLU
Nüzhet Dede’nin aziz hatırasını yad ettiğimiz bu güzel toplantı vesilesiyle ben de Nüzhet Dede’nin çok güzel bir gazelini Harput müziği formunda okumaya çalışacağım.
Kıymetli misafirler şimdi okuyacağım bu gazelin ilk üç beyitini rahmetli Enver Demirbağ, 25 yıl önce Nüzhet Dede ile ilgili Fırat Televizyonunda düzenlenen;Günerkan Aydoğmuş Ziya Çarsancaklı ve Erhan Saraçoğlu’nun da konuşmacı olarak katıldıkları bir programda “Al Alma Türküsü’nün” kalıbıyla sazsız olarak okumuş. Manas’ın arşivinde itinayla muhafaza edilen o programı Şener Bey ile birlikte izlemiştim. Şimdi bu eseri sizlere rahmetli Enver Demirbağ’ın okumuş olduğu tavrıyla okumaya çalışacağım.
Sâki bu şeb yanağın döndü beyâz ü âle.
Sevdâ mıdır bırakmak kastın ser-i leyâle
Görseydi Cem cemâlin, elbet kırardı camın,
Bir dem senin hırâmın, değmez mi bin piyâle
Çeşmin gibi harâmi olupyeme harâmı.
Âdem yemek haramdır, gel düşme bu vebâle.
Şimdi de bu gazelin devamı olan beyitlerini de Harput Divanı olarak ilk defa ben okumaya çalışacağım.
Kırmak murâd edersin mecmû-i âşıkânı ;
Kimler seninçün eyler âlemde âh ü nâle
Vâd-i vîsâl edeydin; Rüstem’le cenk ederdim.
Bir gürz-i âh atardım billâhi ibn-i Zâl’e.
Aklım bana mîsâfir olmaktan ar ederdi;
Ger ateş-i firâkın kalsaydı mâh ü sâle.
Nüzhet, düşüp ayağa rüsvâ-yı âlem olmuş:
Aldıkça mu-miyanın kehvare-yi hayale.
Ruhları şad olsun. Saygılarımla.

BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Nihat Kazazoğlu’na çok teşekkür ediyoruz.
Çemişgezek İlçemizi gezerken hayranlığımı gizleyemedim diyebilirim… Dört bin yıllık kadim bir tarihe sahip… Selçuklu ve Osmanlı eserleri iç içe bir farklı ruhaniyet kazandırıyor… Çemişgezek Kalesi, camileri, mescitleri, ceddin kokusunu aldığımız köprüsü… Artukluların mirası Hamamı Atik; Selçukluların İlçeye hediyesi Hamidiye Medresesi, dikkatleri en fazla çeken; “İn Delikleri” denilen mağaralar… ‘tarihi, kültürü, edebi dünyası…’ Çemişgezek’te zengin bir kültür iklimi olduğunu bilmekteyiz…Yetiştirmiş olduğu çok önemli şahsiyetler var…Özellikle Ağın İlçemiz gibi Çemişgezek İlçemizde; “Anadolu’nun muallimidir!”Rahmetli Turgut Özal’ın anneleri Hafize Hanımefendi Çemişgezek’lidir… Evet şimdi de Çemişgezek Kütüphane memuru Kaan Gökalp bizlereÇemişgezek’in kültür hayatında Nüzhet Dede başlıklı konuşmalarını yapacaklardır.

KAAN GÖKALP
Bu anlamlı organizasyonun yapılmasında emeği geçen, fikir olarak bu süreci başlatan Manas Yayıncılık’ın yöneticisi Şener Bey başta olmak üzere, emeği geçen herkese teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum.
Bu vesileyle; programa katılan herkesi ve bilhassa Elazığ’dan gelen değerli misafirlerimizi saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca; bugün Türk milletinin tarihinde çok önemli bir gün, 30 Ağustos Zafer Bayramımız. Bu vesileyle kurucu ve ebedi liderimiz Mustafa Kemal Atatürk, aziz şehitlerimiz ve bütün silah arkadaşlarına buradan bir kez daha rahmet diliyoruz. Bize güzel bir ülke bıraktılar. Bu ülkenin kültürel, sosyal, siyasi ve ekonomik anlamda bekası bizler için esastır. Bu yolda Allah’ın bizlere güç kuvvet vermesini diliyorum.
Biz Çemişgezek’i tarif ederken tarih, doğa ve kültürün ahenkli bir bütünü olarak izah ediyoruz. Bu durum, Türkiye’nin ender yerlerinde yaşanan bir güzelliktir. Çemişgezek, M.Ö 6000 yılına dayanan tarihi ve farklı medeniyetlerin bıraktığı izlerle Yukarı Fırat Havzası olarak tanımladığımız Elazığ Tunceli ve Erzincan havalisinin en eski yerleşim yerlerinden birisidir. Tabi bu tarihi süreç Çemişgezek’in kültürüne büyük zenginlikler katmıştır. Bu zenginliklere çıkmamızda bu gibi etkinliklerin önemi büyüktür ve devamını temenni ediyorum.
Dede Nüzhet bir Çemişgezekli. Bizim insanımız ve bu kültür havzasında yetişmiş. Çemişgezek’in havasını teneffüs etmiş, suyunu içmiş, bu iklimde bu atmosferde yetişmiş bir insan olarak buradan aldığı şeyler vardır. Hiç şüphesiz Çemişgezek’e kattığı bir değer vardır Dede’nin. Bu münasebetle, ben Çemişgezek’ten Dede Nüzhet’e bakmaya çalışacağım.
Tabii ki, Dede Nüzhet’in tanınmıyor/az tanınıyor olması bizler için çok büyük bir kayıp. Ben bu konuda biraz şanslıydım. Ailemizde, evimizdeki kültür atmosferinden dolayı Dede’yi erken tanıdım. Rahmetli dedem Ziya GÖKALP’ın Çemişgezek ile ilgili yürüttüğü ve daha sonra babam Mehmetşah GÖKALP’ın devam ettirdiği derleme çalışmalarını lise çağlarımızda daktilo ederken tanıdım Dede Nüzhet’i. Şiirlerin altında adını görüyor ve merak ediyordum hep. Sorduğumda, -dönemin Belediye Başkanı- İlhan Amca’nın (SARAÇOĞLU) dedesi olduğu söyleniyordu.
Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanıp ve üniversite hayatına başladığımda, bölümde bir hocamla tanıştım. Çemişgezek’ten geldiğimi söyleyince:”Nüzhet Dede’yi tanır mısın?” diye sordu bana. ”Nasıl tanımam” dedim. Hoca’m bana “Sarhoş Kasidesini” okumaya başladı. Hoca’mın sarhoş kasidesini okumasından çok etkilendim ve gurur duydum bir Çemişgezek’li olarak. Hocamla diyalogumuz uzun yıllar devam etti. Daha sonra Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’ndeyüksek lisansa başladım. Aynı Hoca’m orada öğretim görevlisiydi. Yüksek lisans tez konumu belirlerken, ”kesinlikle Dede Nüzhet’i çalışman gerekiyor.” dedi ve Dede Nüzhet’i çalışmaya karar verdik.
Muhterem Hoca’m, değerli amcam Erhan SARAÇOĞLU Beyefendiyle irtibat kurdum. İzmir’e gittim ve iki gün misafiri oldum. Yani hayatımın en keyifli iki gününü yaşadım diyebilirim. Erhan Hoca’mdan değerli fikirlerini ve materyalleri aldım ve akademik bir çalışmaya başladım. Sonuçta Dede Nüzhet’i yüksek lisans tezi olarak literatüre kazandırmış olduk.
Erhan Hoca’mla sohbetlerimizde bu konu çok dikkatimi çekti: “Dede Nüzhet gibi bir değer, böylesine güçlü bir şair, büyük bir mebus, Kurtuluş Savaşı’nın kahraman kadrosunun içerisinde yer alan bir isim nasıl tanınmazdı.” Erhan Hoca’ma bu durumu sorduğumda bana cevabı şu oldu: “Kendisi tanınmak istemiyordu ki.” Tanınmak istemezdi çünkü tasavvuf geleneğinde bir kural vardı ve şöyle diyordu: “şehvet şöhret ve servet insanlığın üç büyük belasıdır.” Bu yüzden, tasavvuf ehli insanlar bunlardan mümkün olduğu kadar sakınmış, uzak durmaya çalışmışlardır. Dede’de bu geleneğin mensubu, yani ehli tasavvuf bir insan olduğu için bu üç beladan mümkün mertebe uzak durmuş ve tanınmak istememiştir.
Buradan diğer konuşmacı misafirlerimize de tamamlayıcı olması bakımından bir iki ilave yapmak istiyorum. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk oturumuna, Anadolu’nun farklı yerlerinden 120 mebus çağrılmıştır. Bu noktada Çemişgezek’in şöyle bir özelliği var: Bu mebusların iki tanesi ( Dede Nüzhet ve Diyap Ağa) Çemişgezeklidir. Bu, şu demektir: Biz Çemişgezek olarak; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşuna emek verdik, harç taşıdık su taşıdık, taş taşıdık devletin kurucu felsefesine Diyap Ağa’nın Dede Nüzhet’in düşünceleriyle katkı sağladık. Bazen sorulur: “Çemişgezek’teki bu devletçi gelenek nereden geliyor?” diye. İşte buradan gelir. Biz bu devletin biz kuruluşunda varız. Çemişgezekliler olarak emek vermişiz ve “malımıza sahip çıkıyoruz.” Bu devlet, Diyap Ağa ile bizim; bu devlet, Dede Nüzhet ile bizim. Bu devletin kuruluşunda Dede Nüzhet’in irfanı, ince zekâsı ve feraseti var. Bu devletin kuruluşunda, Diyap Ağa’nın cesareti ve yürekliliği var. Bunların bütünü, Çemişgezek’in tarihi müktesebatı olarak devletimizin kuruluşuna yansımıştır. Biz bunu böyle görüyoruz bu şekilde okuyoruz. Bu müktesebat, Mavera’ün-nehir’den, Horasan’dan, Türkistan’dan, Kafkaslardan beslenir. Biz, Bağdat’tan, Musul’dan, Kerkük’ten, Balkanlardan besleniriz. Bizim bir yanımız Dersim, bir yanımız Harput olmuştur her zaman. Biz, bütünüyle bu coğrafyanın, 2000 yıllık Türk devlet geleneğinin ve “medeniyet iddiasının” parçası olarak görürüz kendimizi.
Dede Nüzhet, bu kültürün bu birikimin, bu tarihi geri planın bir ifadesidir. Dede Nüzhet’in yaşadığı dönem (19. Yüzyılın ikinci, 20. Yüzyılın ilk yarısı) imparatorluktan milli devlete geçiş dönemidir ve son derece buhranlıdır. O dönemi doğru anlamayan, Osmanlı’yı da, Türkiye Cumhuriyetini de doğru yorumlayamaz. Çemişgezek, ta Selçuklu’dan başlayan tarihi bütünlüğü hiçbir zaman kaybetmemiştir.
Dede Nüzhet’in beslendiği en ciddi kaynaklardan bir tanesi de Harput’taki tasavvuf iklimidir. Harput kültürünün Çemişgezek’e kattığı çok şey vardır. Aynı şekilde Çemişgezek’in de Harput’a verdiği bir şeyler vardır. Erhan Hoca’m çok iyi bilir; eskiden bir tanımlama varmış. Buna göre Çemişgezek’in adı “şeher”dir. Bütün Elazığ,Tunceli havalisinde şeher olarak bilinir. Bizim köylülerimiz bile halen daha “nerden geliyorsun, şeherden; nereye gidiyorsun şehere” şeklinde ifade derler Çemişgezek’i. Bir de “yukarı şeher” vardır. Yukarı Şeher ise Harput’tur. Buna bağlı olarak, Çemişgezek’in bir yerleşik, şehirli kültürü ve bu kültür atmosferinde şekillenmiş, yetişmiş değerleri vardır. Hamidiye Medresesi’nin olduğu bir yerde, kültür ve medeniyetin yokluğunu iddia edebilir misiniz? Medrese, yani bir yüksek eğitim kurumu var Çemişgezek’te. Çemişgezek bu yönüyle de bölge içerisinde önemlidir.
Bu bağlantı yönünden de Harput’la etkileşimimiz çok güçlü olmuştur her zaman. Merhum İshak Sunguroğlu’nun “Harput Yollarında” adlı eserine baktığımız zaman birçok ailenin adı “Çemişgezeklizade” olarak geçer Harput’ta. Çemişgezek’ten Harput’a doğru yaşanan nüfus hareketliliği, aynı zamanda bir fikir hareketliliğini de doğurmuştur. Bu fikir hareketliliğinin köşe taşlarından birisi de Dede Nüzhet’tir.
Yalnız burada bizler için üzüntü verici bir durum söz konusudur. Dede Nüzhet’i yetiştiren Çemişgezek, bugün Dede Nüzhet’i tanımaz hale gelmiştir.
Hani güzel bir söz vardır: “büyük şahsiyetleri anlamak, anmaktan önemlidir.” ,der. Analım, sürekli analım. Bu etkinlikleri devam ettirelim ama biraz da anlamaya çalışalım. Yahya Kemal’in ifadesiyle: “Ne harabi, ne harabatiyim. Kökleri mazide olan atiyim “Biz mazideki köklerimizi kaybetmek üzereyiz. Biz, mazi ile olan bağlarımızı Dede ile Diyap Ağa ile ve daha birçok şahsiyet ile olan bağlarımızı kopardığımız zaman koruyabilir ve bir gelecek tasavvuru oluşturabiliriz. Bu münasebetle buradan bir öneride bulunma istiyorum: Dede Nüzhet ile birlikte gelecek yıllarda buradan; Ethem Efendi’yi de, Aşık Mevali’yi de, Pulurlu Şeyh Mustafa’yı da, Göktürk Mehmet Uytun’u, Nurettin Uytun’u da Çemişgezek ile buluşturalım. Onların adına bu anma törenlerini devam ettirelim. Bu saydığım insanlar Çemişgezek’in bağrından yetişmiş büyük şahsiyetlerdir ve mutlaka sahip çıkmalı ve gençlerimize tanıtmalıyız.
Ve yine küçük bir öneri olarak yöneticilere sunuyorum: Çemişgezek’in girişine Diyap Ağa ile Dede Nüzhet’in omuz omuza bir heykelinin dikin. Bu çalışma, Çemişgezek’in genç nesillerine çok büyük mesajlar verecektir.
Teşekkür ediyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Fırat Havzası ikliminde; müthiş bir güzellik… Bir edebi zenginlik…Tunceli ve yöresinde, halk edebiyatını, ‘deyişlerle’ yaşıyorsunuz. Bu coğrafya da, “her bakımdan mükemmel insan profili…”Bu yöre insanı için ne diyorlar; “İstanbul Beyefendisi!” Nezih, kibar, ince ve sakin ruhlu, mütevazı…Bütün bu erdem sıfatları bir araya getirdiğinizde;Karşınıza, “söz ve sohbet ehli…” insan çıkacaktır.Tarihi efsanevi şehir Harput’ta, “Divan kültünün…” varlığı çok önemlidir!Bu bir, “elit…” veya “musikiyi besleyen…” kültürdür!
Bu konuda, Dr. Naci Onur Beyefendi’nin çok önemli bir eseri vardır…“Harputlu Divan Şairleri…” Bizlere “Dede Nüzhet’te Şiir Tekniğini” en verimli şekilde anlatabilecek üstat bir isim; Bizlerin de hocası Naci Onur Beyefendi’yi kürsüye davet ediyorum.

Dr. M. NACİ ONUR
Muhterem Kaymakam Bey, değerli belediye başkanı, çok değerli Milletvekilim ve bizim ağabeyimiz edebiyatımızın duayeni Erhan Saraçoğlu Bey, hanımefendiler, beyefendiler,
Sizin şahsınızda bütün Çemişgezek halkına selam ve saygılar sunuyorum.
Efendim, Dede Nüzhet, Çemişgezek’te genellikle Dede Nüzhet diyorlar, ama biz edebiyatta Nüzhet Dede diyoruz. Çünkü kendi şiirinde Nüzhet Dede diye geçmiş, onun için de bu bir tescildir bence, onun için Dede Nüzhet yerine Nüzhet Dede dersek daha doğru olur diye zannediyorum. Efendim, ben de Çemişgezekliyim, daha doğrusu Harput’ta Çemişgezekli zadelerdenim; çünkü geçmişte 1600’lü yıllarda Orta Asya’dan göçen benim atalarım, Oğuz boyundan olan atalarım, önce Bağdat’a gelmişler ondan sonra bir müddet sonra Çemişgezek’e gelmişler. Çemişgezek’te Tetevvüz oğulları namı altında hayat sürmüşler, ondan sonra da Harput’a geldikleri için Harput’ta da Çemişgezeklizadeler diye de anılmışlar. O bakımdan ben kendimi Çemişgezek’ten ayrı olarak hissetmiyorum. Nüzhet Dede, 1862 yılında doğmuş 1942 yılında ölmüş olduğuna göre benim hesaplarıma göre 80 yıl yaşamış. Saraçzade İbrahim Efendi’nin oğlu olan Hakkı Efendi’nin üç çocuğundan birisidir. 80 yıl yaşamış,muhtemelen medrese tahsili de görmüş kendi kendisini yetiştirmiş arif bir insandır. Bu yüzden de Arapçaya, Farsçaya dolayısıyla Osmanlıcaya da son derece hâkim olduğunu görüyoruz. Kendi döneminde memuriyete müracaatı sırasında hayat hikâyesi kendisinden sorulmuş ve Nüzhet Dede şairane bir şekilde şu cevabı vermiştir.
Okudum tuhfe-yi Vehbi’yi tamam ettim Gülistanı nidem ah!
Ki Hafız bitmedi nısf oldu eyvah!
Yani Vehbi’yi okudum Gülistan’ı da okudum Hafızı Şirazi’yi de okumak üzereydim ama ne yazık ki bitiremedim. Efendim Nüzhet Dede, İringil Nahiye Müdürü iken o zamanın valisi biraz da hediyeye ve behiyeye meraklı bir insan bir vali, onun huzuruna çıkarmışlar ve huzuruna çıkınca da şöyle demiş Nüzhet Dede,
Ben Müdir-i Nahiye-i İringil
İşte çıktım huzuruna dal dingir
yani çırılçıplak, üzerinde herhangi bir hediye falan yok manasında. Yaratılıştan şairlik yeteneğini önce beşeri tarzda geliştirmiş,sonra bağlı olduğu tarikatının telkin ettiği ilahi aşkla birleştiren Nüzhet Dede, belli aşamadan sonra Tasavvufa ve tasavvufi şiire yönelmiştir. Cumhuriyetin birinci meclisinde milletvekilliği yapmıştır. Şiirlerinde nükte ve hiciv büyük bir yer işgal eden manzumelerinde valilere, mebuslara kaymakamlara, belediye başkanlarına küfre varacak tarzda ağır dil ve ifadeler kullanarak onları taşlamıştır, hicvetmiştir. Sevmediği bir kaymakamın Çemişgezek’e tayin edilmesi dolayısıyla yazdığı şiirin şu beyti çok manalıdır,
“Ey murg-i kenef yeryüzüne mâye mi geldin
Bed-mâye olan zümreye sermâye mi geldin.”
Tabii bugünkü dille ifade edersek oldukça ağır bir ifade var.
1890-1909 arasında İmam Efendi’ye bağlanması münasebetiyle Harput’ta bulunmuştur. İmam Efendi’nin ölümü üzerine üzüntüsünü şu beyitte görüyoruz.
Karalar giy, mâtem et, bu mâtem-i Bedr-i münir;
Ağla Allah aşkına, hep ağlasın nev’i beşer
Nüzhet Dede’nin şiirleri üzerinde devrin edebi tasavvufi terbiyesi hissedildiği gibi Harput kültürünün derin izleri de görülür. Dede kelimesinin kendi isminden önce mi sonra mı geleceği konusu tereddüt yaratmışsa da kendi şiirine baktığımızda bunu bir beyitinde şöyle kendisi yazmıştır.
“Nüzhet Dede’nin harfını, esvâtını sorma.
Dil âleminin haşmet ü darâatını sorma”
Derken, ismini lakabını ve mahlasını açıklamış oluyor. Nüzhet Dede, tasavvufi terimleri ve ıstılahları şiirlerinde yerli yerinde kullanırken, sarhoş redifli şiirinde bunu örneklemiştir. Buradaki sarhoş kelimesi, ilahi aşka düşmüş ilahi şarab içmiş ilahi aşkın derin izleriyle kaynaşmış olmanın vermiş olduğu bir hareketin sonucunda kullanmış olduğu terimdir. Ve bu Fuzuli’de de görülür, Nabi’de de görülür yani tasavvufla meşgul olan şairlerin hemen hemen hepsinde aynı şeyler vardır.
Hep nârı da, envârı da, esrârı da baygın
Mûsâ’sı da, Dâvûd’u da, İsâ’sı da sarhoş
Yanıp yakılıp durma hararetle şarab iç
Madem ki peygamber ü Mevla’sı da sarhoş
Nüzhet Dede rind yani kalender bir kişiliğe sahiptir ve o yüzden de zahitleri hiç sevmez.
“Zâhidâ, sanma bizi Kâbe’de zemzem yutarız
Künc-i meyhânede biz nefhâ-yı Meryem yutarız
Bedel olmaz gam u endûhumuza dü âlem
Her nefeste iki âlem bedeli gam yutarız”
Nüzhet Dede’nin edebi kişiliğinde tasavvuf ve siyaset ikilisi önemli etken olmuştur, şiirleri Divan geleneğine uygundur, aruz veznini kullanmış klasik nazım şekilleriyle edebi sanatları şiirlerinde ustalıkla uygulamıştır.
Devletin sosyal kurumlarının iflas eşiğine geldiği dönemde yaşayan şair, bu sıkıntılarını hicviye türünü kullanarak şiire dökmüş bir nevi tatmin olmuştur.
Nüzhet Dede, Muhiddini Arabi,Beyazid-i Bestami, Niyazi-i Mısri,Mevlana, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, Şeyh Sadi, Yunus, Fuzuli, Şeyh Galip, Nabi, Nef’i gibi şairlerin tesiri altında kalmıştır. Nüzhet Dede, çok yönlüdür siyasetçidir, şairdir, filozoftur. Birçok kimse onun şiirlerindeki derin tasavvufu anlayamadıkları için dinsiz ve inançsız gibi göstermeye çalışmışlardır. Hâlbuki o Nakşibendi tarikatına mensup dini bilgileri mükemmel, nüktedan inançlı ve mütedeyyin bir insandır, tasavvufi ve İlahi şiirlerde hiciv yapmak zor olmakla beraber, Nüzhet Dede bunu başarmıştır; çünkü o, tabiatındaki sertlik taşlama ve hiciv unsurunu şiire kolaylıkla aksettirmiştir, buna şu beyitleri örnek olarak gösterebiliriz.
“Sönmez mi güneşfırtınâ-yıâh-ıdilimden
Mahbubuma nisbetle o bir kirli fenerdir.
Nüzhet, ederim zübde-yi efkârımı yağma,
İhvan ile en doğru sözüm, Hakk’a firardır.”
Şöyle demek istiyor, gönlümün ahının çıkardığı fırtına o kadar şiddetli ki Güneşi bile kapattı ve kararttı, bu sebeple sevgilimin yüzünün ışığına göre güneş kirli bir fener gibi görünmektedir
Ey Nüzhet, arkadaşlarınla beraber düşüncelerimin özünü yağma ederim ve en doğru sözüm Allah’a kaçıp sığınmaktır.
Efendim, dikkat ederseniz çok değerli arkadaşımız tarihçi Şahin Yedek Bey, Nüzhet Dede isimli eserini meydana getirirken, büyük bir gayret sarf etmiş; hakikaten güzel araştırma yapmış. Ben de bir akademisyen olarak kendisini bu yönüyle takdir ediyorum. Eser, mükemmel bir araştırmanın sonucu olarak ortaya çıkmış. O, hem Çemişgezek’i tanıtmış hem Çemişgezek’in insanlarını tanıtmayı başarmış. Nüzhet Dede’nin Çemişgezek’ten neşv ü nüma bulması münasebetiyle, Çemişgezek’in kültürünü de kitabına aks ettirmiş; ama tabii Şahin Yedek Bey’den evvel birçok kişi Nüzhet Dede ile ilgili eserler meydana getirmişler. Bu eserler tabii küçük çapta olmakla birlikte bazıları çok iyi… Mesela Kaan Gökalp Bey’in yapmış olduğu yüksek lisans tezi takdire şayan. Bendenizin de iki tane makalesi var. Fikret Memişoğlu’nun yeni Fırat Dergisi’nde yayınlanmış olan bir makalesi var, daha sonra efendim Erhan Saraçoğlu Bey son derece güzel mülakat vermiş. O mülakatla birlikte bu eser kâmil bir vaziyet arz ediyor. Erhan Bey’in şu an yaşamış olması, hem Çemişgezek için hem de bu eserin meydana getirilmesinde çok büyük bir şans bence. Efendim, şimdi şunu arz edeyim 19. Yüzyıl Harputlu şairlerinden Rahmi-i Harputi, Hacı Hayri Bey, Çeribaşı-zade Asım ve Ali Beyler, Sungur-zade Abdulkerim Efendi, Mustafa Sabri gibi şahsiyetlerle beraber İstanbul’daki şairlerle boy ölçüşecek bir donanıma, bir hayale sahiptirler. Bu bakımdan bizler onlarla ne kadar iftihar etsek azdır. Nüzhet Dede de bu meşhur İstanbul’daki şairlerle boy ölçüşebilecek tarzda bir bilgiye ve donanıma sahip, o bakımdan kendisine Allah’tan rahmet diliyorum sizlere de saygılar sunuyorum Hürmetlerimle..

BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Ve aramızda, “Hocaların Hocası…” Çemişgezek Lisesinin İlk Kurucu Müdürü, Dede Nüzhet Efendi’nin torunu Erhan Saraçoğlu…Bir ömrünü verdiği eser, “Nüzhet Dede’nin Şiir Dünyası…”Zengin hafızasıyla tarihi bugünlere taşıyan ak saçlımız... O dönemin dostluklarını bizlere anlatıyorlar… Ailelerdeki bağlılıkları…Bu milletteki ahde vefa kültürünü… Sayın Saraçoğlu; dün ile bugün arasında; tarihi ve edebi bir köprü… İnşallah kendilerinden bir dönemi anlatan mükemmel bir eser bekliyoruz… O müjdeyi bizlere Manas Yayıncılık Koordinatörü Şener Bulut Bey verdiler…Erhan Saraçoğlu’nu; kendilerini büyük bir zevkle dinleyeceğiz…

ERHAN SARAÇOĞLU
Sayın Kaymakamım, Belediye Başkanım, Sayın Milletvekilim, Elazığ’dan gelip Çemişgezek’i teşrif eden Elazığ’ın güzide şairleri, edipleri, fikir adamları, öğretim üyeleri ve gözümün nuru gönlümün süruru sevgili Çemişgezekliler hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Efendim, dedem hakkında çok sitayişkar konuşmalar ifadeler oldu, inanırmısınız ben bunları dinlerken bunun üzerine ne ilave edebilirim ne anlatabilirim diye hissetim ki benim nutkum tutuldu artık böylece kabul edersiniz beni. Nüzhet Dede’nin doğum tarihini Naci Bey, 1862 olarak ifade ettiler. Muhtelif tarihler verilir; 60 61 62 tarihleri… Bir kayıtta 1856’yı bulduk bir kayıtta her neyse hangisi doğru olursa olsun 80 yıl civarında bir hayatı olmuş. Çok cilveli bir hayat… Bu hayatı ve bilhassa Nüzhet Dede’nin şiir dünyasını seyretmek bir başka alem, bir başka zevk, bir başka huzur. Ben sizlere şimdi şu kısa süre içerisinde bir taraftan da yağmur tehdidi altında ne anlatacağımı pek bilemiyorum, ama şöyle onun şiir dünyasına açılan pencerenin perdesini biraz aralayıp gördüklerimizden bir iki tane gözümüze ilişenlerden bir iki konuyu ele alalım ifade etmeye çalışayım.
Nüzhet Dede’yi arkadaşlar anlattılar,fazla teferruata lüzum yok ben bir sanatçıyı, bir edibi, bir mimarı faraza bir Mimar Sinan’ı anasının babasının adıyla memleketiyle evet merak ediyoruz ve tanımak isteriz, ama bu pek lüzumlu değil. Bence bir eserin banisini, binasıyla tanımak lazım. Yani Süleymaniye, Selimiye camileri olmasaydı Mimar Sinan’ı kim bilirdi, babasıyla anasıyla mı tanıyacaktık biz, Nüzhet Dede’yi de eseriyle tanımak lazım.
Nüzhet Dede, Dede Nüzhet ona da temas edeyim Naci Bey anlattılar bu, bir vezin zaruretinden doğmuştur. Nüzhet Dede dendiği zamanda Nüzhet bu iki hece de uzun hecedir aruzda, Dede kısa hecedir yani açık hecedir öbürü kapalı hecedir, vezne uygun olarak artık bu kesilmiş taşın o noktaya uyacak şekilde o araya uyacak şekilde kullanılmasıdır. Şayet orda iki uzun iki kısa hece gerekiyorsa Nüzhet Dede eğer iki kısa iki uzun hece kullanılacaksa Dede Nüzhet tabirini kullanır, birçok şiirinde öyle geçer mesela Mustafa Kemal’e yazdığı methiyede
“Üç yıl oldu Dede Nüzhet yazalı hayrı dua” Orada da Dede Nüzhet tabirini kullanır kendisi ayrı ayrı kullanmıştır.
Efendim, kendisi Kaymakam İsmail Hakkı Bey’in oğludur ondan önceki dedesinin dedeleri molla ve hafız olarak anılan zatlardır, bunların yazmış olduğu el yazması eserler de vardı. Bunlar yakın tarihe kadar bizdeydi, lisan Arapça olduğu için pek muhafaza da edemedik, anlayamadık, değerlendiremedik hülasa. Daha öncekiler saraçlıkla iştigal ediyorlar, evet onun için bizim aileye de Saraç-zadeler denmiş, Saraçgil denmiş Saraçoğlu soyadı da soyadı kanunuyla birlikte alınmıştır.
Nüzhet Dede, çok disiplinli bir baba olan Kaymakam İsmail Hakkı Bey’in de oğlu olarak tahsilini yapmamıştır zannetmiyorum, çünkü onun baskısı vardır onun üzerinde ve burada da medrese vardır, Arapça ve Farsçaya da hâkim olduğu için mutlaka medrese tahsilinden geçmiş kabul ediyorum, ama kendisi güçlü zekası ve gene aynı şekilde o ölçüde güce sahip olan hafızasıyla bir çok bilgiye, bilhassa tasavvufi konularda gerekli bilgileri elde etmiş şiirlerinde işlemiştir.
Bir şair diyor ki “Bu yağan yağmur değildir/asuman ağlar bana” şimdi gökler benim için ağlıyor. Erhan, sıra sana geldi bak, diyor. Aslında konuşmamın sonunda ben -neyse gelip geçicidir ihtimal- konuşmamın sonunda Dede Nüzhet’in“İki Zan Altında Tutulan Nüzhet Dede” isimli bir makale vardır çeşitli eserlerde de yerini bulmuştur, yağmur yağdırma kerameti vardır, bu resmi yazışmalara dahi intikal etmiştir. Elazığ Valiliği ile kaymakamlık arasında ve nihayet kendisi Vasvuhan Nahiye Müdürü olduğu zaman da resmiyete de bulunmuş bir şeydir, aynı zamanda Sadık Perinçek isimli bir zat Doğu Perinçek’in babası olur. O uzun müddet Adalet Partisinden milletvekilliği ve Merkez Yönetim Kurulu üyesiydi, onun yazmış olduğu “Folklor Defteri” isimli eserde Dede Nüzhet’in bu kerametini ifade eder.

BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Sayın Kaymakamım, çok kıymetli sanat ve edebiyat dostları. Tağar Çayı’nın kıyısında çok nezih bir ortamda, Erhan Saraçoğlu Beyefendi’nin konuşmalarını dinliyorduk, ancak birden bire bastıran sağanak yağmur müsaade etmedi. Çemişgezek Öğretmenevi’nin salonunda toplantımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz ve sözü tekrar Erhan Saraçoğlu’na veriyorum.

ERHAN SARAÇOĞLU
Yeniden mukaddimeye lüzum görmüyorum saygılarımı arz etmiştim o saygılar halen devam ediyor ve edecektir de.
Şimdi kaldığımız yerden devam edersek, Dede Nüzhet’in Saraç-zade diye anılan bir ailenin mensubu olduğundan bahsetmiştik. Dede Nüzhet, nasıl yetişmiş tahsil durumu hakkında geniş bilgimiz yok, yalnız burada medrese var zannediyorum babası Kaymakam İsmail Hakkı Bey, çok otoriter bir sima… E oğlunu herhalde aylak aylak gezdirmemiştir, mutlaka medrese tahsili görmüştür. Zira Arapça ve Farsçaya vakıf bu Arap ve Fars âlimlerini şairlerini kendi eserlerinden- tercüme yok o zaman- okuyor inceliyor ve kendi bilgi dağarcığına katıyor; bunu da şiirler halinde sunuyor arz ediyor. Yalnız Çemişgezek’te benim yaptığım incelemelere göre Mustafa Sabri isminde bir zat var. Bu zat aslen Kastamonulu… İmam Efendi Hazretleri şeyhi Mahmud-ıSamini Hazretleriyle beraber iken taburu Diyarbakır’dan Çemişgezek’e nakleder. Onu orada oyalar birkaç gün çünkü ona artık malum olmuştur. Mahmud-ı Samini Hazretlerine tabur Çemişgezek’e geçecek onun için orda bir hayli bekletmiş, bilahare gitmesine izin vermiştir. Zaten izin vermeden evvel de Diyarbakır’dan telgraf gelmiş, Diyarbakır’a dönmenize gerek yoktur, taburunuz hemen bugünlerde Çemişgezek’e intikal edecektir siz de Palu’dan Çemişgezek’e geçersiniz. Biz ailenizi, aile efradınızı ve eşyalarınızı getiriyoruz telgrafı gelmiştir, orada Mahmud-iSamini Hazretleri’nin İmam Efendi’ye tavsiyesi vardır, tavsiyesi içerisinde Çemişgezek halkını kültürünü ona anlatır halkının cömertliğini, cengâverliğini, kahramanlığını anlatır yalnız biraz hayın ve hasutluğundan da bahseder. O tavsiyelerinde burada Mustafa Sabri isminde Çemişgezek’te bir zat vardır, onunla istişare edersiniz onunla bir ünsiyet tesis edersiniz ve beraber olursunuz kıymetli bir zattır demiştir. Mahmud-i Samini Hazretleri demek ki onu daha evvelden tanıyor. Dede’nin üzerinde büyük etkisi olan bilhassa edebiyat konusunda öyle görüyorum öyle anlıyorum yaptığım incelemelerden. Bu Mustafa Sabri Efendi’nin büyük etkisi var ama bu arada Arapçaya ve Farsçaya da vakıf olduğu için kendi el yazması eserler var. O zaman gayet tabii biz de matbuattan bu kadar eserler neşredilmiyor bu eserlerden başta İbni Arabi olmak üzere Efendim, Beyazid-i Bestami’nin, Abdulkadir Geylani’nin, Niyazi-i Mısri’nin, Ferüdüddin-i Attar’ın ve buna mümasil birçok mutassavvıfın eserlerinden yararlanmış ve bunları aslından okumuştur. Hatta şiirinde de ilk memuriyetine manzum bir cevapla girer sorulara manzum olarak cevap verir orada ifade eder bazı şeyleri
“Okudum tuhfe i Vehbi ile pendi tamam ettim gülistanı
nidem ah nidem ah ki Hafız bitmedi nısf oldu eyvah!”, buna da acır Şirazlı Hafız’ı yarım okumuş daha onun meşhur divanını hani Yahya Kemal’in de rintlerin temsilcisi olarak gördüğü “Hafız’ın Kabri Olan Bahçede Bir Gül Varmış”,diye başlayan şiirinde ifade ettiği rind meşrep şair Şirazlı Hafız’dır. Şeyh Sadi Şirazi ise işte onlar Mevlana’nın muasırı oluyorlar, onunla da görüşmeleri vardır. Gülistan ve Bostan isimli çok meşhur eserleri vardır. Bunu da okumuş bu eserleri okumuş ama Hafız’ın Divanı daha yarım kalmış o gençlik günlerinde ilk memuriyet imtihanlarında manzum olarak sorulara bu cevabı verir
Şair olarak bilhassa Fuzuli’den ve Yunus’tan yararlanmıştır, zaten sohbetlerinde de söylermiş, ben Türk edebiyatında iki şair tanırım birisi Yunus Emre diğeri Fuzuli’dir bunun dışında pek de şair sayabileceğim bir başkası yoktur.
Evet, bunları elde etmede bu bilgileri bu kültürü bu edebiyat kültürünü etmeye ve bunu da kuvveden fiile çıkarabilmede muhakkak ki zekâsının ve çok güçlü olan hafızasının rolü büyük okuduğunu hemen zihnine nakşediyor ve bunları da şiirlerinde rahat rahat terennüm edebiliyor. Onun zekâsını çeşitli kişiler dile getirmişlerdir. Mesela Mustafa Kemal hicviye bölümünde okuyacağım ittihatçılara yazmış olduğu hicviyeyi okuturken artık doğrudan doğruya şiiri orda okuyayım da hikâyesini burada bu bölümde anlatayım. Mustafa Kemal’i mecliste olduğu bir sırada birkaç milletvekili arkadaşı ile birlikte ziyarete giderler, orada sohbet edilir falan arkadaşlarından birisi ittihatçılar için yazdığı bu şiiri önceden bildiğinden Mustafa Kemal’in bundan haberi yok, Mustafa Kemal’e Paşam Dede Bey’in böyle bir şiiri var bu mealde mevzu, çünkü İttihatçılardan açılmıştır. İttihatçılarlarla ilgili bir şiiri var, onları hicveden bir şiiri var emir buyurursanız okusun da dinleyelim, der. O da oku Dede Bey der, onun hitabı devamlı Dede Bey şeklindedir. Herkes Dede Bey diye hitap eder de bir tek İmam Efendi Hazretleri, Nüzhet Efendi şeklinde ifade eder. Bu tabiri kullanır. Efendim, Mustafa Kemal oku dinleyelim Dede Bey der, e Dede nasıl okusun zamanında Mustafa Kemal de bu grubun içersinde ama Dede pervasız bir insan hayatta hiçbir şeyden korktuğu çekindiği yok. Öyle mevzular olmuştur ki belli bir toplumda onlara muhalif ve onları gazaba getirecek fikirler ortaya atmıştır. Linç edecekleri yerde dur dinleyelim zaten bu adam öldü demişlerdir kurtaramaz zaten canını burada, ama dinleyelim neden böyle söyledi bunu izah etmek istemiyorum. Biraz siyasi ve dini yönleri olan bir mevzu olduğu için dile getirmek istemiyorum ve dinlerler… Öyle bir savunma yapar ki töreni idare eden şahıs yahu bu adam doğru söylüyor demek mecburiyetinde kalır ve orda kurtarır canını. Pervasız bir insan fakat nasıl desin ki Paşa’m sen de buna dahilsin, çünkü Mustafa Kemal de zamanında İttihatçılara dahil onun yüzüne bu hicviyeyi nasıl okusun, onu nasıl hicvetsin, yalnız olsalar hadi neyse, fakat diğerleri var onların yanında nasıl böyle bir duruma düşürsün. “Paşa’m her ne kadar böyle bir şiirim varsa da şu an yanımda değil, eğer izin verirseniz bir başka zaman okuyayım size”, der. “Dede Bey, ben senin zekânı bilirim sen bir şiiri yazarken ezberleyecek bir zekânın ve hafızanın sahibisin, ama bana öyle geliyor ki okumak istemiyorsun.”“Evet Paşam”. E,neden çekiniyo korkuyorsun,, kimden çekiniyorsun?“E kimden çekineceğim canım zatıalinizden çekiniyorum.” O bilhassa mecliste düşmanı hicveden ve zaten o şiirin başında da Sakarya Harbi içinde mebuslara teselli vermek ve kuvve-i maneviyeyi düzeltmek için yazılan beyit şiir yani der ve o küfürlü şiiri düşmanı hicveden şiiri başbakanlarını krallarını hicveden şiiri kara tahtaya yazmıştır ve Mustafa kemal Kayseri’ye nakledilmek üzere olan bu şiir üzerine meclisin sakinleştiğini, çünkü teselli bulduklarını bir moral gücü kazandıklarını bilir kendisi kürsüye çıkar ve durumu çok duygulu bir biçimde ifade eder ve meclis hüngür hüngür ağlar. Mustafa Kemal’in bu konuşmasında ve bir noktada der ki eğer bu işi bu gaileyi bu milletin başına ben açtımsa, sonuna kadar da ben götüreceğim bütün Türk yurdu işgal edilse bir ayağını kaldırır şu ayağımı kaldırdığım yer de işgal edilse diğer ayağımı bastığım yer ancak benim mezarım olacaktır. İsteyenler evlerine dönebilirler, Dede Bey gibi benimle birlikte mücadeleyi devam ettirecekler varsa onlarla yürüteceğim ben bu işi, onlar da arzu ederlerse istedikleri zaman ayrılabilme serbestiyetindedirler diye. Ama meclis hüngür hüngür ağlamıştır, ağlamaktadır milletvekilleri meclisin Kayseri’ye nakli mevzusu da kapanmıştır. O bakımdan Mustafa Kemal, onu çok sever ve “Dede Bey şunu iyi bilesin ki doğrudan doğruya şahsımı bile hicivlerinde hedef almış olsan benden sana hiçbir zaman için zarar gelmeyecektir.” O bakımdan zaten sevdiği için “Dede Bey meclisin gülüdür”, der ve her zaman her geçişinde sırasına artık onu belki de bir uğur saymış Mustafa Kemal sakalını okşamadan geçmezmiş. Şimdi hülasa Mustafa Kemal, zekâsını takdir eder ve bunun yanında çok takdir edenler vardır, ölümünü haber alan o zamanki Akliye Hastanesi’nin başhekimi ismini hatırlayamadım amcamla Elazığ’da karşılaşırlar da Dede’yi sorar, o da vefatını haber verir sizlere ömür Dede Bey’i kaybettik der. Adamcağız çok teessüre kapılır ve “Dede Bey öldü demeyin”,“Dede bey öldü demeyin, deyin ki yeryüzünden zekayı aldı götürdü.” Daha bir çok kişi takdir eder İshak Sunguroğlu da Harput Yolları adlı eserinin üçüncü cildinde Dede’den geniş bahseder şiirlerinden de oraya koymuştur. O da aynı şekilde Nüzhet Dede’nin rengini sakalının kızıllığını falan beni esmer kavminden geldiğini zannederdiniz, fakat yüzüne gözlerine baktığınızda bayağı onun gözlerinden zekânın fışkırdığını hissederdiniz. Bilgi yolunda da bir derya idi hangi taşı kaldırsanız onun altından size hazineler sunabilirdi şeklinde ve hocamız Abdulhamit Hazmi Efendi’nin Dede hakkında bize bıraktığı bir dörtlük vardır, der İshak Sunguroğlu. Dörtlük de şudur.
“Veçhi mutadı üzere tekellüm etmede
Cümleye faik olur Nüzhet Dede
Dürr ü lalin açsa bir kerre
Mest eder o samiyi birden bire”
Mealen kusurumu af edin, bağışlayın bazen izah mecburiyetinde kalıyorum talebelerim de var başta İzzet olmak üzere efendim, talebelerimin de en küçüğü 55 en büyüğü 80 oldu. Onlara anlatmak için izah edeceğim sizleri tenzih ederim mealen şöyledir, alışkanlık halinde cümlesine üstünlüğünü kabul ettirir ve herkes onu dinler. Ağzından yağan inci yağmurları bir saçıldı mı dinleyicileri birden bire kendinden geçirir mest eder sarhoş eder, huşu içersinde dinlemeye başlarlar şeklinde ifade etmiştir. Yani zekâsının takdiri budur.
Dede, şandan ve şöhretten kaçan bir insandır. Bana öyle geldi ki bu yağmur yağdığı zamanda herkes rahat rahat konuştu, sakin bir hava içersinde ama ben başladığım zamanda torunu olarak bana öyle geliyor ki dedi ki Erhan, benim şandan ve şöhretten tanıtılmamdan methedilmemden anlatılmamdan hoşlanmadığımı belki onlar bilmiyorlar; ama sen de mi bilmiyordun. Başladın bana şöhret temin etmeye beni anlatmaya beni tanıtmaya onun için müsaade etmedi, ama biz yine direniyoruz tanıtacağız buraya getirdik, bana öyle geliyorki uhrevi âlemde artık onun göçüp gittiği o âlemde şan ve şöhretin hiçbir önemi yoktur. Çünkü madde yoktur ki şan ve şöhret peşinde koşsun. Bu âlemdedir o şan ve şöhret peşinden koşuş. Evet, o şan ve şöhretten kaçış anlayışını aynı devir milletvekillerinden olan Besim Atalay’a da yazmıştır. Besim Atalay, şairlik taslayan fakat aslında şiire ve şairliğe istidadı olmayan bir zattır. Profesördür. Efendim, oradan buradan derlemeler yapar, o şiirden bu şiirden mısralar karıştırır, kendi şiirine benim şiirim diye piyasaya sürer onun için onun tavsiyesi vardır.
Besim AtalayBey, mirashor olma.
Kendi kazancına kanâ’at eyle.
Müteşâ’ir olup herkesi soyma,
Sen sana kerem kıl, hidâyet eyle.

Şeş cihetten sensin, seyreden seni.
Sen sana perdesin, çâk et bu teni.
Koltukla kelleyi, beyaz kefeni.
Kendini cihana melâmet eyle.

Menzil-i esrârın yıkma burcunu.
Herkese açılma, silkip hurcunu.
Sağken ver canını, def et borcunu.
Ölmeden, doğmadan berâ’et eyle.
Tasavvufta ölmeden evvel ölmek vardır bu âlemde. Hayattayken ölmek tamamen yokluğa ermek fani olmak fenafillah makamını idrak etmek şeklinde düşünülür.
Bırak bu âlemde şöhret ü şânı.
Hakikat ehlinin olmaz nişânı.
Göster bana kimdir Rabbü’lme’âni ?
Mantıku’t-tayr ile işâret eyle.
Kuş dili manasına gelen bu kelime Feridüddin-i Attar’ın da eserinin ismidir. Evet şan ve şöhretten kaçışı budur.
Dede, genç yaşta tasavvufa merak sarar. İmam Efendi Hazretleriyle daha henüz görüşmemiştir tanışmamıştır; ama tasavvufa yönelmiştir. Hocalarının tesiriyle belki medresede bulunan hocalarının tesiriyle. Daha sonra İmam Efendi’yle onun evvelinde onun vasıtasıyla Mahmud-ı Samini Hazretlerine ki şeyhi olur her ikisinin birden şeyhidir Mahmud-ı Samini Hazretleri her ikisinin birden şeyhidir. Ez cümle şunu da ifade edeyim ki Samini sekizinci demektir. Medeniyet tekemmül ettikçe Kuran’ın daha daha mana verebilme insanların mana verebilme gücü artıyor. Bu yeni yeni mana verebilmek işi müceddidlere düşüyor. Bu müceddidler arasında Samini Hazretleri sekizinci müceddiddir. Bunu da ez cümle olarak şeyhi olan Mahmud-ı Samini Hazretlerini tanıtma bakımından ifade etmek istedim.
Efendim şiirlerini neşr etmek istememiş gayet tabii demin arz ettiğim gibi şandan ve şöhretten kaçış asıl en önemli sebeptir bu; ama şiirlerini anlayan kişi de yok ben de anlayamıyorum. Bir ömür boyu içerisinde onunla yattım onunla kalktım onunla haşır neşir oldum, fakat inanın yazıyorum çiziyorum çok yazdım ama gerçek bu mu çünkü mana alemine müteallik konular bunlar. Maddeyle ifade edilmiyor, dille ifade edilmiyor hal kalle ifade edilmez tabiri vardır, bizde önemli bir sözdür o hali yaşayan bilir ancak onu ne yaşayan anlatabilir dile dökebilir yaşadığını ne de hele onun dışındaki bir başkası ifade edebilir. O hal sadece yaşanır. Bu anlaşılmaz oluşu bakımından onun içinde zaten bir şiiri şöyle başlar. Kendisi de ifade etmiş anlaşılmazlığını.
Mağz-i nazmım anlaşılmaz halka bir eğlencedir.
Mânevî her bir kelâmım, câhile işkencedir.
Âteş-i deryâ-yı gaflet boğmak ister âlemi;
Her kelâmım, âlemi tahlis için bir kancedir.
Mealen arz etmek istiyorum. Benim nazmımın manası anlaşılmaz, halk okur sadece keyif çıkarır eğlenir, ama manevi her bir kelamım cahile işkencedir anlamak isteyen anlamak için kendisini zorlar ve işkence çeker. Bu anlamak isteyip de anlamayan cahil kitlesinin bir numarasında ben kayıtlıyım. 65 senedir bununla haşır neşir oldum cehaletimin derecesini ona göre düşünün ki daha çözümleyemedim anlayamadım anlatamadım. Bu anlaşılmaz oluşunun yanında bir de yanlış manalandırma var. Şimdi tasavvufu bilmeyen insan oradaki ifadeleri manayı bir başka yorumlar bizim tarihimiz boyunca medrese ile tekke arasında büyük mücadeleler olmuş ve bunun akabinde çok mutasavvıflar katledilmiştir. Hallacı Mansur bunlardan bir tanesidir. Beyazıd-ıBestami hakeza Nesimi hakeza efendim Muhiddin-i Arabi Şam’da katledildi bu yüzden. Yani tasavvuf ehli ham softa, kendini Cenabı Hakk’ın dışında bir başka varlık olarak telakki eden öyle gören öyle düşünüp öyle manalandıran softa zümresi ki Cenabı Hak dışında hiçbir başka varlık yoktur. Tasavvufa göre bu bir şirktir. Ben varım demek tasavvufta yoktur, tasavvuf bir felsefe de değildir. Zaman zaman anlatılıyor tasavvuf felsefesi ifadesi kullanılıyor; tasavvuf felsefe değildir. Felsefe ispata muhtaç bir takım fikirler vardır, teoriler vardır, görüşler vardır, tezler vardır. Bunlar konur bunlar ispat edildiği yerde ilim halini alır ama zaten Kuran ilmi veya Allah’ın ilmi ilahi dediğimiz o ilmi ispata gerek bırakmaz, onun neyini ispat edeceksin Allah doğru mu söyledi eğri mi söyledi. Haşa, bunu mu düşüneceksin. Onun için tasavvuf felsefe değildir. Zaten tasavvuf neden felsefe değildir, çünkü ilhamın kaynağı ayet ve hadislerdir. Bunların da acabası olmaz doğru muydu, eğri miydi, yanlış mıydı bunu mütalaa edemezsin; bu ispatlanmıştır ve ilmidir. İlmi ilahidir, Allah’ı ifadelerinde buyurduklarında ne noksan vardır ne fazla vardır şurayı da noksan bıraktım, demez. Nasıl kendisi ezeli ve ebediyse ilmi ilahi de ezeli ve ebedidir. Onunla birlikte vardır onun için bunun felsefeyle alakası yoktur ama ayet ve hadislere müstenit olmayan gücünü bunlardan almayan kaynağı ayet ve hadis olmayan bir takım tasavvufi ifadeler, tasavvufi değildir ve bunu böyle mütalaa etmek lazımdır. Yanlış anlaşılacaktır neden yanlış anlaşılacaktır çünkü Cenabı Hakk’ın dışında bir başka varlık yok zaten hadisi şerifte buyuruyor ki o vardı onunla birlikte olan bir başka şey yoktu. Bunu duyan Hz. Ali “halen de öyledir, der. Ve biz “halen de öyledir”, deriz onun dışında bir başka varlık olabilir mi? Ben kendimi kendim mi yarattım, ben kendi varlığımı ben mi elde ettim Canabı Hakk’ın ilmi ilahisinde ayanı sabitede bunların hepsi mevcuttur yeri ve zamanı geldiğinde zuhur eder.
Evet, şimdi Dede’nin şiirini okuyan kişi onu kâfirlikle itham eder
“Varsın, seni tevhidile isbâte ne hâcet
Varlık ki senin, türlü ibâdâte ne hâcet”
“Sen varsın, seni tevhitle ispat gerekir mi? Kim sana yoksun diyor zaten senin dışında dünyada varlık mı var? O ki varlık senin, senin dışında bir başka varlık yoksa ben sana ibadetle kendi varlığımı ortaya koymuyor muyum? Sen varsın ben de sana ibadet ediyorum.”, şeklinde; ama bu gayet tabii benim seviyemde olan bir insan için ibadetten kaçmak değildir. Ben kaçamam onunla vahdete ermiş kişi içindir; ama bunu buraya bağlamayan insan bunu kâfirlikle itham eder ve katli de vaciptir ona göre softa tarafından yahut bir başka şiirinde,
Her varlığı var eyleyen, AllahMuhammed,bir de ben.
Her nârı gülzar eyleyen, Allah,Muhammed,bir de ben.
Her zerre de pervazeden, gah kış edip, gah yaz eden,
Âşıkları dem-saz eden, Allah, Muhammed, bir de ben.
En son dörtlüğünde bu şiir hecelidir. Üç beş tene vardır Dede’nin heceli şiirleri diğerleri aruz vezniyle oluyor divan tarzında haliyle
Nüzhet, zuhûrumla zuhur, etti bütün bu nâr ü nur.
Her yerde ber mest-i gurur, Allah, Muhammed, bir de ben.
Bu ne demek her varlığı var eyleyen Allah muhakkak ki her varlığı var eyleyen Cenabı Hakka sebepleri var o varlığın var oluşundaki sebepler var “lavlaki” hadisinde ifadesini bulduğu gibi Cenabı Hak alemi ervahta yarattığı ruhlara hitaben “elestübirabbiküm”, ben sizin rabbiniz değil miyim? Sualini tevcih eder ilk cevap veren, beliğ evet diyen onun için de ona söz demektir. Kalübela “evet” dedi, O dedi onunun için Cenabı Hak ona sen olmasan bu âlemi halk etmezdim. Şu halde bu varlığın halk edilişi gayet tabii Cenabı Hak tarafından halk edildi; ama halk edilişine sebep, Hz. Muhammet’in bu “evet” deyişidir. Sen olmasan bu âlemleri halk etmezdim o zaman bu âlem olmazdı, her varlık olmazdı. Her varlığı var eyleyen Allah, Muhammet’ e ben ne oluyorum. Cenabı Hak buyurmuyor mu? Ben bütün bu âlemi kün emriyle halk ettiğim bu âlemi insanlar ve cinler yani şuurlu ervah şuurlu ruhlar beni tanısınlar bilsinler ve bana ibadet etsinler diye halk ettim. Şu halde beni niçin halk etti bu halk ediliş de benim rolüm. Ben olmasaydım niye halk edecekti ki… Yani kâinat olmayacaktı, varlık olmayacaktı; şu halde bunlarda sebep benim, benim de rolüm var diğer son dörtlüğü ele alalım.
“Nüzhet, zuhûrumla zuhur, etti bütün bu nâr ü nur.
Nüzhet sen zuhur ettin ortaya çıktın ortaya çıkmasaydın, bunların ve nurun ne manası olurdu? Yani cennet ve cehennem niye yaratılacaktı ki o cennet ve cehennem senin için yaratıldı. Cenabı Hak yalnız idrak sahibi olan akıl sahibi olan yarattıklarına cennet ve cehennemi tahsis ediyor. Aklı olmayan insan da olsa şeklen onları cehennem azabına sokmuyor. Vermedi akıl, vermedi idrak, vermedi muhakeme, vermedi muhayyile… Evet , sen zuhur ettin de cennet ve cehennem senin için hazırlandı zuhur etti.
“Her yerde ber mest-i gurur, Allah, Muhammed, bir de ben.
Her yerde a benim için ben sebep oldum yaratıldı diye bu gururu taşıyan ve bununla da gurur sarhoşluğuna giren ben yarattım diyen Cenabı Hak bunu taşır onun yüzü suyu hürmetine yaratıldığı için Peygamber Efendimiz taşır ve ben bileyim tanıyayım ona ibadet edeyim diye bütün kainatı halk etti. Onun için bu gururu ben de yaşıyorum. Der ama bunu duyan softa katline cevaz verir onun için Dede Hallac’ı Mansur’un “Enel Hak” ifadesini defalarca ben Hakk’ım dediği yerde ben zaten ondan ayrı değilim, ondayım ona ulaşmışım ona vasıl olmuşum, benden başka da Ben Allah’ım Allahtan başka varlık yok. Zaten onunun varlığını ispat eder hatta tövbe et ki seni af edelim diyenlere ben söylemedim ki söyleyen af dilesin, der Hallac’ı Mansur; ama Dede bunu kendisine de yorar
Aşkın şeraresi bu cana düştü
Pertev-I cemâlim cihane düştü.

Varlığımı Hak’laPazar eyledim,
MiyancılıkŞahıMerdan’edüştü

Gizli yanratbu yabis ne kimvar
Aşkın etrafına pervane düştü.

Vaiz bana söyler zühd ü veraden
Benimçün bu sözler efsane düştü.

Ne gördü buMecnun Leyla yüzünden
Terki came edip yabane düştü.

Abdallar şehrinde melâmet oldum,
Çünkü meylimVeysel Karenedüştü.

Zahidlere verdim mescid ü deyri,
Bana şimden gerü meyhane düştü.

(Enelhak)sırrınıbenden duyanlar,
Berdar olup ahir kurbana düştü.

Nakşiyim ben ,Kadri,Bektaşi oldum,
Mevleviyim demim devrane düştü.

Bir gizli hanede pünhanidim ben,
Şimdi her dilbana birhane düştü.

Âdem’le cennette harâm-I aşkı
Ölçer iken bana bir dâne düştü.

Silindi sehâb-ı baht-I siyâhım
Nüzhet bir acâib seyrâne düştü.

Yüzüncü sensin doksan dokuzun
Zikredince kellem Meydâne düştü
İşte Cenabı Hakkâinata kendi Allah sıfatıyla tecelli etmemiştir, o vasıfla tecelli etmemiştir. Kâinat, isim ve sıfatlarının tecellisidir; ama 99 güzel isminin ötesinde Allah isimi celili vardır. Ben bunu zikredip bunu anladığım yerde işte ben o zaman ne olduğumu anladım, kellem o zaman meydane düştü şeklinde ifade eder.
İşte şiirlerine yanlış mana verileceği hususunu da böylece anlatmış olalım. Evet şandan şöhretten uzak düşüşü onu arkadaşlarımız da ifade ettiler. Celal Nuri Bey’in ifadesi İleri dergisini çıkarıyor orada bunu anlatmış.Mecliste bir büyük şair vardır ki İsmi Nüzhet Bey Dede’dir. Gayet tabii mecliste çok şair var Akif de aynı mecliste diğerleri de. Ama onu büyük şair olarak tavsif eder. Neden Dede’nin yazdığı şiirler tasavvufidir. Tasavvufi şiir yazmak büyüklüktür. Necip Fazıl’ın da bir yerde şöyle bir ifadesi vardır:“size kalsın cüce şairlik şimdi benim gözüm büyük sanatkârlıkta”, diye mealen söyledim. Onun için Celal Nuri İleri de mecliste büyük bir şair vardır ki ismi Nüzhet Bey Dede’dir kendisi şöhret ve şan düşmanı olduğundan eserleri matbu değildir. Bu makalemle kendisine şöhret temin edeceğimden gazabına uğrayacağım endişesindeyim, şeklinde ifade etmiştir onu.
Şimdi, Dede tasavvufi şiirler yazmış hakikaten benim nazarımda belki de Dede’m olduğu için bana daha çok tatlı geliyor bal tadında geliyor. Tasavvufi şiirleri fakat bir de zehir tadında hicviyeleri var zaten işin enteresan tarafı bir tasavvuf şairi olarak biz daha bilmiyoruz daha edebiyatımızda ikincisini hem tasavvuf şairi olacak tasavvufi konuları işleyecek hem de hicviye yazacak küfürname yazacak böyle bir şeye pek rastladığımız yok; belki var ben bilmiyorum. Ben bu haliyle Nüzhet Dede’yi bal arısına benzetiyorum bunu da yeni düşündüm bu bir iki gün içinde. Bal arısı aynı vücutta bir tarafından bal ifraz eder diğer tarafından zehir… Nüzhet Dede, bal ile zehri kendi bünyesinde toplamış bir şahsiyet yani bal tadında tasavvufi şiirler zehir tadında acısında hicviyeler bir iki hicviyesine de temas edelim. İttihatçılara yazmış olduğu şiiri bilahare okurum demiştim onu okuyayım, ittihatçılar bizim daha önce yanlış yolsuzlukları var falan ama asıl büyük suçları bizi birinci dünya harbine sokmaları ve mağlup olarak o savaştan çıkışımız. Onun için memleket genelinde bir nefret uyandırmıştır. İttihatçılar ve zaten suçludurlar. Bu bakımdan da Talat, Enver ve Cemal paşalar yurt dışına kaçtılar. Talat Paşa Berlin’de bir Ermeni militan tarafından Cemal Paşa Tiflis’te yine bir Ermeni militan tarafından şehit edildi, Enver Paşa da Türkistan’da Ruslara karşı Türkistan halkını ayaklandırdı ve onlarla mücadele esnasında anlına isabet eden bir kurşunla şehit düştü. Ruslarla çatışırken ama tabii onların bıraktıkları bir yıkık devlet var, bundan dolayı nefret duyuluyor. Aslında büyük vatanperverler bunlar yalnız sistem yanlış, gidiş yanlış neticesi berbat oldu. Onun için Dede, onların hakkında hicviye yazmıştır her bendi altışar mısradan terekküm etmiş 9 bent halindedir bu. Her bendin sonundaki mısra nakarattır.
Şikest olsun kalemler, hep kırılsın böyle parmaklar.
Niçin teşhir edip yazmaz nedir bunca fırıldaklar
Sataşmış canına halkın, bu dernekler, bu oymaklar.
Kenef etrafına sanki dizilmiş tâze bardaklar.
Bu mülkün sâhibi kimdir, düşünmez mi bu ahmaklar?
Çekil artık, yeter, ey kahpeler, kancıklar, alçaklar.

Bu hürriyyet midir, yâ kat’i zürriyyet midir bilmem?
Bu mülk ü milleti mahvetmeye niyyet midir bilmem?
Bu bir boktan mürekkep,yoksa cem’iyyet midir bilmem?
Bu nazmımla ölürsem canıma minnet midir bilmem?
Çalınsın başına Nemrûd-veş ateşli tokmaklar.
Çekil artık, yeter, ey kahpeler, kancıklar, alçaklar.

Bir başka bendinde.

Bırak Yârab bu zâlimler, deniler târ ü mâr olsun.
Dağılsın ebr-i zulmet, şems-i tevhîd âşikâr olsun.
Gebersin bu köpekler, yerleri dûzahta nâr olsun.
Bu nazmım ehl-i hâle âcizâne yâdigâr olsun.
Gider şimden geri durmaz bu çaylaklar, bu laklaklar.
Çekil artık, yeter, ey kahpeler, kancıklar alçaklar.
Diye bunu Mustafa Kemal’in huzunda okuduğu, Mustafa Kemal zile basar yaver girer:
Mustafa Kemal’,“Dede Bey lütfen baştan alın oğlum lütfen sen de Dede Bey’in okuduklarını yaz.” Dede Bey, “Okumuyorum Paşam”Mustafa Kemal; “Neden? Dede Bey;“nedeni var mı, demin siz dediniz ki benden size hiçbir zaman zarar gelmez şimdi zapta geçiyorsunuz ne diye okuyayım hayır!”,der. Mustafa Kemal;“Dede Bey çok hoşuma gitti istiyorum ki bir nüshası da bende olsun.”
Edebiyat çevrelerinde rindiye diye tabir edilen ve “Sarhoş Kasidesi” şiiri olarak bilinen bu şiiri Mustafa kemal, hep cebinde taşırmış çok severmiş.
Mesela son zamanlarda bir ara İsmet paşa’ya da başbakanlık yaptı cumhurbaşkanlığı döneminde bu meclisin kara tahtasına yazdığı bir hicviyedir. Hocalara yazdığı hicviye vardır böyle ham hocaları hurafe ehlini baştan itibaren sevmeyen bir kişidir, İmam Efendi onu Mahmud-ı Samini Hazretlerine götürdüğü zaman da aynı ifadeyi kullanır. Nüzhet Efendi ben biliyorum sen hacıdan hocadan hazzetmezsin kendisi tasavvuf ehli kendisi de aynı istikamette, fakat onlardan hoşlanmıyor çünkü hurafeler boş laflar, safsata mevcut ama seni öyle birine götüreceğim ki seveceksin diye Mahmud-ı Samini Hazretlerine götürür. İmam Efendi, bak gelmiyorum demeyesin, yol masrafların da bana ait diye de bağlıyor, mecbur ediyor götürmeye görünce ben diyor aşık oldum o zata gözleri çapaklı, mendille siliyor falan sigara içiyor. Dede de içerdi günde yirmiden aşağı olmayan da kahvesi vardı, ben hatırlıyorum dolu fincan verdin mi boşu alınırdı. Mustafa Kemal’in de tiryakiliği var onunki de on beşten aşağı değil…
Nüzhet Dede, bizi Çay kenarından buraya gönderdi. Yağmurdan kaçtık isterseniz Nüzhet Dede’nin şiir dünyasına burada bir nokta koyalım. Vakit epeyce ilerledi beni sabırla dinlediğiniz için tekrar teşekkür ediyorum. Hepinize hayırlı akşamlar diliyorum.

R. MİTHAT YILMAZ
Efendim bugün Nüzhet Dede’yi konuştuk, Allah rahmet eylesin. Ben iki Dedemi de görmedim, göremedim. Bir Dedem seferberliğe gitmiş dönmemiş,bir Dedem de ben daha dünyaya gelmeden dünyasını değişmiş. İki Ninemi de gördüm. Ancak ikisinden biri için değil de genel anlamda Nineler için yazdığım bir şiirimi okuyacağım size.
NİNELER BİR YOKMUŞ
Nineler masala benzer
Bir varmış bir yokmuş
Anka kuşu, peri kızı sözünde
İçirir bengisudan
Aşırır Kafdağı’nı
Kolay eder zoru.

Nineler türküye benzer
Gözü yolda, kulağı seste
Bir Yemen olur –yıkılası–
Bir seferberlik.
Söyleyen âh çeker
Dinleyen of! //

Nineler duaya benzer
Üzerimizdedir elleri beş vakit
Esirger bizi kem gözlerden
Ismarlar nur yüzlü yarınlara
Su gibi aziz kılar cümleyi.

Nineler ölüme benzer
En güzel ölüme benzer nineler
–Ve en çok çocuklar ağlar ölüme –
Alıp götürürler bir soğuk günde
Üşür odaların üst köşesi.

Nineler masala benzer
Dönülmez yola benzer
Bir varmış bir yokmuş…

Dr. AHMET TEVFİK OZAN
Sağ olsun… Erhan Saraçoğlu Ağabey… Tasavvufu çok geniş ve çok güzel, nazik ve nazenin kelimelerle anlattı. Benim o kadar kabiliyetim yok… Ben sizlere, kestirmeden anlatacağım… Şöyle ki… Şimdi bir salonda oturuyoruz, tasavvufun özünü anlatmak üzere bir fikir mütalaasında bulunalım… Sene kaç? 2019…. Şimdi, farz-ı muhal… 2019’dan 100 sene geriye gidelim… Burda, bu salonda oturanların hepsi, biz de dahil.. hepimiz toz toprak değil midi? Yani henüz kimse dünyaya gelmemiştir. Ve bu insanların bugün vücutlarını meydana getiren zerreler toprağın içindedir. Gene farz-ı muhal… 100 sene sonrasına gitsek burada oturanların hepsi gene toz toprak olmuş bir halette karşımıza çıkmış olacaklar! İşte tasavvuf bunu... Esrarlı ve latif ve dahi nurani hakikat… Bunu sadece tasavvuf anlatmıyor… Kabristanlar da anlatıyor! Kabristana gidiniz… Hep aynı yazıyı göreceksiniz… eski yazıyla “hüvel baki !” Yani “Baki olan Allah’tır !..” ben kestirmeden anlattım…!
Erhan Saraçoğlu ağabeyimiz konuşmalarında “Tasavvuf”u çok veciz bir şekilde resmetti. Zaten Nüzhet Dede’nin tasavvuf şiirlerini şerh edecek kadar mevzuya vakıf olması bir ihsan-ı ilahidir!
Şimdi diyeceksiniz ki Dede Nüzhet Hazretlerinin gönlünüzdeki yeri nedir? Bunun için ben küçük bir hatıramı yad edeceğim… Türk Edebiyatı’nda “İbibikler öter ötmez ordayım…!..” mısraı geçen çok ünlü bir şiir vardır…İşte bu şiirin yazarı Merhum Bekir Sıtkı Erdoğan ağabeyimiz geçen yıllarda Harput’a gelmişti… Allah rahmet etsin. Rahmeti Rahmana kavuştu… Şener Bulut Hoca ile ben bir de Bekir Sıtkı Erdoğan Harput çevresinde epeyi gezdik… En son Şener Hoca ve Bekir Sıtkı Erdoğan ile İmam Efendi Hazretleri’nin türbesine gittik. İçeri girdik… Bekir Sıtkı Üstadımız, hiç unutmam, zaten çok nazik bir “İstanbul Beyefendisi” idi. Cebinden çok güzel katlanmış bir beyaz takke çıkardı başın özenle taktı, içeriye girdi, çok samimi bir şekilde dua etti ve dışarı çıktı…” Üstadım!” dedim “İmam Efendi Hazretleri gerçekten çok mübarek bir zattır.” “Elbette!...” diye cevap verdi…”..O’na şüphe yok! Şüphesiz, bizi çağırdığından belli..!...”
Ne kadar güzel bir söz! Şimdi, sizler bu zaman diliminde bana sorarsanız… “Dede Nüzhet Hazretlerini nasıl bilirsiniz?..” Cevap hazır “Vallahi bu kadar Ehl-i Gönül’ü, bu yağmurda, bu fırtınada, bu kadar samimiyetle buraya toplamasından belli ki Dede Nüzhet.. sırların sırrına ermiş bir Allah Dostu’dur..!.. Allah gani gani rahmet etsin…!...”
Muhterem Erhan Saraçoğlu Hoca’ma da Cenab-ı Allah uzun ve hayırlı bir ömür versin… Naci Onur ağabeyimiz çok güzel söyledi… Hoca’mızın sıhhatle yaşaması… vallahi, şu anda Devlet için, Millet için hayırdır!
Hepinize, hürmetlerimi arz ediyorum!

 

 

 
               Manas Yayıncılık Nailbey Mah. Vali Fahribey Cad. Huzur İş Merkezi Kat 5 Daire 14 Elazığ   Telefon: (0424) 2371315 Faks: (0424) 2363068                         © Copyright 2008 |    Manas Yayıncılık Tüm Hakları Saklıdır.