Kültür Bakanlığı Elazığ Kitap Satış
Mağazası’ndaki görevimden 1 Ocak 1995 tarihinde istifa edip
ayrıldıktan sonra zamanımın büyük bir kısmını yönetim kurulu
üyesi olduğum Elazığ Musiki Cemiyeti’nde geçirmeye
başlamıştım.
İstanbul ve Ankara’dan sonra Türkiye’nin
1987–1995 tarihleri arasında en fazla kitap satılan şehri
(yıllık ortalama 70.000) olmanın gururunu yaşarken birden
bire Kültür Bakanlığı ile Elazığ Belediyesi’nin adeta
işbirliği yaparcasına önce bakanlık tarafından sözleşmem
feshedildi. Ardından da Elazığ Belediye Meclisinin almış
olduğu tahliye kararı ile görevimden sessizce ayrılmak
zorunda kaldığım bir kültür yuvasından sonra geçmişi
başarılarla dolu bir başka kültür kuruluşumuzda hayata
yeniden merhaba diyebilmek kırgınlığımı biraz olsun
azaltmıştı. Elazığ Musiki Cemiyeti’nde de güzel işler
yapmaya devam ettik. Bu güzide kuruluşumuzdaki aktif görevim
Manas Yayıncılık’ı kuruncaya kadar devam etti.
Kültür Bakanlığı Kitap Satış Mağazası’nda tamamen
sivil bir anlayış ile ortaya koyduğumuz yoğun çalışma
temposu Musiki Cemiyeti’nde de aynı şekilde devam ettiği
için günlük hayatımızda herhangi bir değişiklik olmamıştı.
İmza günleri, sergiler, söyleşiler ve kitap fuarlarının yanı
sıra bin bir itina ile inşa edip Türk dünyasına armağan
ettiğimiz Hazar Şiir Akşamları ile Elazığ insanına
sunduğumuz faaliyetler yerini şehrimizin gündemine taşımaya
çalıştığımız eğitim hizmetlerine, konserlere, festivallere,
bilimsel toplantılara, kurultaylara bırakmıştı.
Benim de artık bütün zamanım, Elazığ Musiki
Cemiyeti’nde geçmeye başlamıştı. Başta başkanımız Nihat
Kazazoğlu başta olmak üzere Tahsin Öztürk, Necat Kırat,
Recep Bağcı, Adnan Çamlıbel, Kenan Çimtay, Doğan Sever,
Muzaffer Tan, Atilla Demirbaş, Fethi Açıkgöz, Mehmet Demir,
Numan Tuncer, Ali Yeşilgül, Feti Ahmet Deniz, Niyazi Atıcı,
Remzi Pirinç, Yurdal Demirel ve isimlerini bu satırlarda
anamadığım onlarca arkadaşımız ile birlikte zor, meşakkatli;
ancak bir o kadar da zevkli bir çalışma ortamının heyecanını
paylaşıyorduk.
Ağustos ayının son haftasındaydık. Bir cuma
günüydü, öğlenden sonra Musiki Cemiyeti’ne uğradığımda idare
amirimiz İbrahim Tufan, Devlet Kitapları Bölge Şefi Günerkan
Aydoğmuş’un beni aradığını söylemişti. “Çok önemliymiş,
mutlaka aramanı istedi”, deyince telefonu çevirip Günerkan
Bey ile görüşmüştüm. Ağabey, hayırdır beni aramışsınız
dediğimde; Günerkan Bey, heyecanlı bir ses tonu ile hemen
daireye gelmelisin, çabuk gel, bütün arkadaşlarımız burada,
seni bekliyoruz demişti. Bu davet üzerine Cemiyet’ten
ayrılıp o tarihlerde şair ve yazar arkadaşlarımızın sık sık
uğradıkları bir mekân olan Devlet Kitapları Bölge Şefliği’ne
gitmiştim. Günerkan Aydoğmuş, Şeref Tan, R. Mithat Yılmaz,
Bedrettin Keleştimur, A. Murat Kuşçubaşı, Nazım Payam,
Mahir Gürbüz, Yurdal Demirel, Ömer Kazazoğlu, Hasan Özçam ve
Mahmut Bahar bir araya gelmiş; Fırat Şiir Akşamları’nın
geleceğini tartışıyorlardı. 1992 ve 1993 yıllarında Kültür
Bakanlığı Elazığ Kitap Satış Mağazası’nda başarıyla
gerçekleştirdiğimiz bu faaliyet, 1994 yılında benim bu kitap
evinden ayrılmam söz konusu olduğu için yapılamamıştı.
Arkadaşlarımız haklı olarak endişelerini dile
getiriyorlardı. Şeref Ağabey o tarihlerde Fırat Havzası
Gazeteciler Cemiyeti’nin başkanlığını yürütüyordu. Söz
isteyip demişti ki, geçen hafta Sivrice’ye gitmiştim Hazar
Gölü’nün kıyısında Türkiye Petrolleri’ne ait güzel bir tesis
bulunuyor. Bu tesisleri ilçenin yöneticileri ile birlikte
gezdik. Onlara Fırat Şiir Akşamları’nın bu güzel mekânda
yapılabileceğini söyledim. Olur dediler, Şener kardeşimiz de
bu işi üstlenirse faaliyet yeniden yapılır, sözleriyle çıkış
yolunu göstermişti. Arkadaşlarımızın sevinçle karşıladığı bu
güzel öneriyi Hazar’ın kıyısında yapılması iyi olur; fakat
ben bu faaliyette görev almak istemiyorum, diyerek
cevapladığımda “Devlet Kitaplarında” buz gibi bir hava
esmişti.
O gün bütün duygusallığım üzerimdeydi. Şair dostlarımız
benim biraz kırgın olduğumu anlamışlardı. Müsaade isteyip
ayrılmak istediğimde Şeref Ağabey’in beklersen birlikte
çıkarız, sözleri havayı biraz olsun yumuşatmıştı. Olur,
deyip bir süre daha kaldıktan sonra Şeref Ağabey ile
birlikte Devlet Kitaplarından ayrılmıştık. Evlerimiz Hastane
Caddesi’ndeydi. Yol boyunca hiç konuşmadan yürüdüğümüzü
hatırlıyorum. Vedalaşıp ayrılırken; “Şener bu sorumluluğu
sen üstleneceksin. Merak etme zorlukları hep birlikte
aşacağız”, dedikten sonra bir sokak ötedeki evine doğru ağır
adımlarla yürüyüp gitmişti.
Pazartesi günü Şeref Tan, Nihat Kazazoğlu ve
Bedrettin Keleştimur ile birlikte Sivrice’ye gidip
yetkililerle görüşmelerde bulunduk. Hazar Gölü’nün kıyısına
indik. Şeref Ağabey haklıydı, şiir akşamları bu güzel
mekânda yapılmalıydı ve Fırat Şiir Akşamları yerine Hazar
Şiir Akşamları olarak devam etmeliydi. Sonradan
arkadaşlarımızın da onaylayacağı bu düzeltmeyi yaptıktan
sonra ilçeden ayrılmıştık.
Artık her şeyi bir tarafa bırakıp bütün gücümüz
ile Hazar Şiir Akşamları’na sarılmıştık. Bu gelişme
arkadaşlarımız arasında büyük bir memnuniyetle
karşılanmıştı. Şeref Ağabey 4 Eylül tarihli Yeni Çağ
gazetesindeki baş makalesinde bu memnuniyetini şu satırlarla
ifade etmişti: “Kültür Bakanlığı Kitap Satış Mağazası’ndaki
görevinden ayrıldıktan sonra, uzun bir süre sessiz kalan
Şener Bulut, Hazar Şiir Şöleni’ni yeniden üstlenerek
sessizliğini bozdu. Şener Bulut’u yeniden harekete geçiren
şey, herhalde oğlu Metehan’ın dünyamıza teşrifleridir.”
Ağustos ayının son haftasında dünyaya gelen büyük oğlumuz
Metehan ile elbette bir mutluluk yaşamıştım Ancak bu görevi
kabul etmemde ki asıl neden dünyadaki siyasi ve diplomatik
şartların, yeniden tarih sahnesine çıkardığı Türk
dünyasının, edebi varlığını kucaklayan bir ulvi düşünceyi
Hazar Şiir Akşamları ile ortaya koyma arzusudur.
Hafta boyunca çalışmalarımız devam etti. Önce
düzenleme kurulunu oluşturmuştuk. Bu heyette o tarihlerde
Fırat Havzası Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görev
yapan Şeref Tan, İl Kültür ve Turizm Şube Müdürü Tahsin
Öztürk, Elazığ Musiki Cemiyeti Başkanı Nihat Kazazoğlu,
Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Koro Şefi Celil Mataracı,
Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Koro Müdürü Naci Sönmez,
Fırat Üniversitesi öğretim üyeleri Yrd. Doç. Dr. Ramazan
Korkmaz, Okt. Tarık Özcan, Fırat Üniversitesi Basın ve
Halkla İlişkiler sorumlusu Recep Bağcı, gazeteci İrfan
Arslan, ve Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü Öğrencisi Yurdal
Demirel gibi değerli isimler görev almışlardı. Bu isimler
arasında faaliyetin hemen hemen bütün aşamalarında bizimle
birlikte olan dost insan R. Mithat Yılmaz’ı da bu satırlarda
özel olarak anmak isterim. Hazar Şiir Akşamları bir yıl
aradan sonra 22-25 Eylül 1995 tarihlerinde yeniden
yapılacaktı.
Hayatını Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin
bağımsızlığına adayan İsa Yusuf Alptekin’i Hazar Şiir
Akşamları’na “onur konuğu” olarak davet etmek
istiyordum. Bu düşüncemi önce Şeref Ağabey ile paylaşmış ve
Ahmet Kabaklı Hocayı ikna edebilirsem gelir demiştim. Bu
haber kısa zamanda kültür ve sanat çevrelerinde duyulmuş ve
büyük bir heyecan yaratmıştı. Henüz bir davet bile
yapılmamışken İsa Yusuf Alptekin’in Elazığ’a geleceği haberi
kamuoyunda umutlu bir beklenti meydana getirmişti.
Kabaklı Hoca ile güzel bir diyalogumuz vardı. Son
zamanlarda düzenlediğimiz her faaliyette hiç ihmal etmeden
Hocamızı arıyor ve tavsiyelerini almaya çalışıyordum. 17-19
Aralık 1993 tarihlerinde düzenlediğimiz Fırat Şiir
Akşamları’na katılmış ve gazetedeki köşesinde övgü dolu
satırlarla değerlendirmelerde bulunmuştu.
Bir akşam saatinde evinde olacağını düşünerek
telefonunu çevirdiğimde o zarif ifade tarzı ile “buyurunuz
sizi dinliyorum”, demişti. Kabaklı Hoca’ya Hazar Şiir
Akşamları hakkında detaylı bilgi sunduktan sonra, “Hocam,
sizler de uygun görürseniz Doğu Türkistan davasının büyük
lideri İsa Yusuf Alptekin’i onur konuğu olarak Elazığ’a
davet etmek istiyoruz”, demiştim. “Hastaneye yatırmışlar,
gelmesi çok zor”, dedikten sonra da eklemişti; “Şener
evladım, İsa Yusuf Bey artık çok yaşlandı, böyle
toplantılara katılamıyor.” Ben ısrarımı sürdürüyordum;
“Hocam hiç yormayacağız, doktorlarımız hep yanında
olacaklar. Bu toplantı onu çok mutlu edecektir.” Bu son
sözlerimle Kabaklı Hocayı birazcık da olsa ikna etmeyi
başarmıştım. Ancak Hocanın tereddütleri vardı. 94 yaşında,
yaşlı ve hasta bir insanın seyahat etmesi hele de önemli bir
toplantıya katılması oldukça riskli bir durumdu. “Peki”,
dedi; “ben bir görüşeyim, sağlığının en son durumunu bir
öğreneyim de ondan sonra davet konusuna karar veririz.”
Aradan birkaç gün geçtikten sonra Kabaklı Hoca’mızı tekrar
aramıştım. Kabaklı Hoca; “Oğlu Arslan Bey ile görüştüm.
Hastaneden eve getirmişler; ancak doktorların gözetiminde
tedavisi devam edecekmiş, davet hususunu Arslan Alptekin’e
anlattım. Arslan Bey, bana, Hocam, babam bu hasta haliyle
seyahat edebilir mi, bilemiyorum, dedi. Şener evladım sen
yarın Arslan Beyi ara ve kendisini teferruatlı olarak
bilgilendir...” ,dedi. Kabaklı Hoca’nın bu son ifadeleri
beni oldukça heyecanlandırmıştı. İsa Yusuf Bey’in Elazığ’a
gelmesi konusunda bir umut ışığı doğmuştu.
Ertesi gün öğlene doğra Arslan Alptekin’i aradım.
İsa Yusuf Bey’i Hazar Şiir Akşamları’na onur konuğu olarak
davet ettiğimizi bildirerek düzenleyeceğimiz bu faaliyet
hakkında kendisini uzun uzun bilgilendirdim. Arslan Bey bu
davetimizden pek memnun olmuştu. Ancak hasta babasının bu
seyahati kaldıramayacağını söylüyordu. “Şener Bey davetinizi
babama bilhassa ileteceğim, inşallah hayırlısı olur”, deyip
telefonu kapatmıştı.
İsa Yusuf Alptekin’in sağlığı hakkında her gün
Arslan Bey’i arayarak bilgi alıyordum. Davetimiz, İsa Yusuf
Beye oğlu Arslan Bey tarafından ulaştırılmıştı. Elazığ’a
gelmeyi çok arzu ettiğini söylemişti. Ancak, Arslan Bey
endişeliydi. Çünkü doktoru, onun bu seyahati yapmasına pek
sıcak bakmıyordu. Ve nihayet faaliyetin yapılmasına bir
hafta kala Arslan Bey ile yaptığımız bir telefon
görüşmesinde İsa Yusuf Alptekin’in Elazığ’a geleceği
müjdesini almıştık.
Eylül ayının ikinci haftasına girdiğimizde Hazar
Şiir Akşamları ile ilgili hazırlıklarımızı tamamlamıştık.
Doğu Türkistan davasının büyük lideri İsa Yusuf Alptekin,
Hazar Şiir Akşamları’na onur konuğu olarak katılacaktı. Türk
Edebiyatı Vakfı Başkanı Ahmet Kabaklı, ünlü bestekârımız
Avni Anıl, İLESAM Başkanı Yahya Akengin, Türkiye Yazarlar
Birliği Başkanı Mehmet Doğan, değerli şairlerimiz Mehmet
Çınarlı, Ali Akbaş, Dilaver Cebeci ve Muzaffer Özdağ’ın
programa katılmaları kesinleşmişti. Elazığ’dan katılacak
şairlerimizi de belirlemiştik. Şeref Tan, R. Mithat Yılmaz,
Bedrettin Keleştimur, Şükrü Kacar, Gazi Özcan, Abdülkerim
Baltacı, Günerkan Aydoğmuş, Hasan Özçam, Ozan Taşdemir,
Hüseyin Poyraz, Etem Yalın, Mahir Gürbüz, Nazım Payam,
Nurettin Büyükbaş ve Yusuf Dursun, Hazar’da yapacağımız bu
ilk şölenin misafiri olacaklardı.
Konuklarımızı 22 Eylül Cuma günü Malatya’da
karşılayacaktık. İsa Yusuf Alptekin’in onur konuğu olarak
Hazar Şiir Akşamları’na katılacağı haberi Malatya’da da
duyulmuştu. İnönü Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Doç. Dr.
Salim Cöhce bu karşılamaya öğrencileriyle birlikte
katılacaklarını ve tarih bölümü olarak konuklara bir yemek
vermek istediklerini bildirmişti. Şeref Tan, Nihat Kazazoğlu,
Muzaffer Tan ve Recep Bağcı ile sabah erken saatlerde Musiki
Cemiyeti’nde buluştuk. Nihat Ağabey bu karşılama için
Cemiyet'in halk oyunları topluluğunu da hazırlamıştı. Şeref
Ağabey, biran evvel yola çıkmamız konusunda bizleri
uyarıyordu. Yarım saatlik bir gecikme ile yola çıkmıştık.
Nihat Ağabey’in büyük bir ustalıkla kullandığı aracımız
yolun virajlı olmayan bölümlerinde hız sınırlarını zorlayan
bir süratle Malatya’ya doğru ilerliyordu. Uçak saat 11.30’da
alana indiğinde biz de havaalanına ulaşmıştık. Meydan
müdürüne durumu izah edip arkadaşlarımız ile birlikte nefes
nefese içeriye girdiğimizde uçak aprona daha yeni giriş
yapmıştı. Bir müddet sonra uçağın kapıları açıldı. İsa Yusuf
Alptekin, sürekli hizmetinde bulunan Doğu Türkistanlı
kardeşimiz Şah Halil Bozkurt’un desteği ile uçaktan
iniyordu, hemen yanı başında oğlu Arslan Alptekin refakat
ediyordu. Onların arkasından da Ahmet Kabaklı, Mehmet
Çınarlı, Avni Anıl, Ali Akbaş, Mehmet Doğan, Muzaffer Özdağ,
Dilaver Cebeci ve Yahya Akengin görünmüşlerdi.
Öğrenci kardeşlerimiz demet demet çiçeklerle ve
sıcak tebessümlerle uçağın merdivenlerinden inen VİP
salonuna doğru yürüyen konuklarımızı karşıladılar. Önce
klarnet sesi duyuldu hemen ardından da ünlü sanatçımız Hıdır
Sezgin’in davul sesi meydanda yankılandı. Halk oyunları
topluluğumuzun sergilediği oyunları izlerken Destan Şairimiz
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun o güzel dizeleri gönlümüze
doluyordu.
Ses gelir Mavera’dan “hey hey” de bre Gakgoş
Hey hey! Ahfad uyana ecdad vecde gele vur
Dilinde meşk olanın neler gelmez içinden
Yoruldum deme Hıdır biraz daha hele vur.
İsa Yusuf Bey, uzun ve çileli bir mücadelenin
yorgunluğuyla gelmişti. Doktorların uyarısını dikkate
almamıştı. Yaşlı bedenini saran acılara aldırmadan
rahatsızlığını hiçe sayarak katlanmıştı bu yolculuğa. Bir
müddet VİP salonunda istirahat edildi. Şeref Ağabeyi, İsa
Yusuf Alptekin ve Ahmet Kabaklı ile birlikte Nihat
Kazazoğlu’nun kullandığı özel bir araca bindirmiştim. Hep
birlikte hareket ettik. İlk durağımız İnönü Üniversitesi
olmuştu. Misafirlerimiz Rektör Prof. Dr. Mehmet Yücesoy,
Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Eyüp Aktepe, Tarih Bölümü
Başkanı Doç. Dr. Salim Cöhce, dekanlar ve öğretim üyeleri
tarafından sıcak bir ilgiyle karşılanmışlardı. Davet
edildiğimiz öğlen yemeğine Malatya vali yardımcıları da
katıldılar. Yemekten sonra Salim Hoca’mızın davetiyle Tarih
İhtisas Kütüphanesi’ne gidildi. Üniversitenin merkez
kütüphanesi henüz hizmete geçmemişken Salim Hoca ve
arkadaşları özel gayretleriyle Tarih İhtisas Kütüphanesi’ni
kurmuşlardı. Kitap sayısı kısa zamanda 35.000’e ulaşan bu
kütüphanede İsa Yusuf Bey, Kabaklı Hoca ve Mehmet
Çınarlı’nın doyumsuz sohbetleri ile zamanın nasıl akıp
geçtiğini fark edemedik.
Konuklarımızı Karayolları 8. Bölge Müdürlüğü’nün
misafirhanesine yerleştirip lobiye indiğimizde hepimiz
mutluyduk. Şeref Tan, Tahsin Öztürk, R. Mithat Yılmaz, Naci
Sönmez, Celil Mataracı, Recep Bağcı, Günerkan Aydoğmuş,
Bedrettin Keleştimur, Yurdal Demirel, Cemil Kabaklı ile
Muzaffer Tan da orada bulunuyorlardı. Misafirlerimiz için
çok güzel bir karşılama yapılmıştı. Malatya’dan Elazığ’a İsa
Yusuf Bey ile aynı araçta seyahat eden Şeref Ağabey onunla
yolda ne konuştuklarını bizlere pek anlatmak istememişti.
Ancak misafirhanede çaylarımızı yudumlarken bir dosyanın
arasına koymaya çalıştığı şiir dikkatimi çekmişti. “Fırsat
bulursam akşam onun huzurunda okumak istiyorum”, demişti.
“Ağabey lütfen okur musunuz?”, diye ısrar ettiğimizde inci
taneleri gibi kâğıda dökülen bu şiiri ilk defa orada dinleme
bahtiyarlığını yaşamıştık.
Arifesindeyiz kutlu bir günün
Yarın şirin Sivrice’de şölen var
Muhasebesini yaparsak dünün
Hesabını ak alınla veren var.
Yılkısını yaylasında yaymadan
Anayurt’un kucağına doymadan
Dikilmiş ak tuğu yere koymadan
“Göç göç “ diye keçe evi düren var.
İçip Altayların ak havasını
Himalayaların görüp “IS”ını
Doğu Türkistan’ın hak davasını
İsa Yusuf Alptekin’ce süren var.
Konuklarımız odalarında istirahat ederken bizler
de arkadaşlarımız ile birlikte sohbetimize devam ediyorduk.
Bir süre sonra Ali Akbaş ve Dilaver Cebeci aramaza katıldı.
Daha sonra Yahya Akengin, Muzaffer Özdağ, Mehmet Doğan ile
Arslan Alptekin’in de gelmeleriyle hep birlikte
misafirhanenin bahçesine geçildi. Arslan Bey, babasının bir
hayli yorulduğunu ancak çok memnun ve mutlu olduğunu
söylüyordu. İlaçlarını verdikten sonra hemen uyudu birazdan
odaya çıkıp tekrar bakacağım. Akşam yemeğinin saat 18.30’da
olacağını hatırlattığımda o zamana kadar hazır oluruz
demişti.
Nihat Ağabey ile birlikte İsa Yusuf Bey’in
odasına çıktığımızda çapanını giyinmiş, başında çim dopbası
olduğu halde koltuğunda oturuyordu. Yıllar önce geçirdiği
bir trafik kazasından sonra gözlerinden rahatsızlanmıştı.
Arkadaşlarımızla birlikte dış dünyayı ancak gönül gözüyle
görebilen bu asırlık çınarın uzattığı eline saygıyla eğilip
öptük ve “Elazığ’a hoş geldiniz” dedik. “Teşekkür ediyorum,
teşekkür ediyorum, sizlere minnettarlığımı
bildiriyorum.”deyip bizleri büyük bir nezaketle
karşılamıştı. O mütevazı odasında program hakkında
kendilerine detaylı bilgiler sunmaya çalıştım. Beni dikkatle
dinleyip sonra da akşam katılacağı toplantıda kimlerin
konuşma yapacağını sormuştu. “Efendim bu akşam Elazığ halkı
büyük bir merak içersinde sizin yapacağınız konuşmayı
bekliyor.”, dediğimde “eksik olmasınlar, inşallah onların
teveccühüne layık olurum, Allah razı olsun”, demişti. Arslan
Alptekin’in biz hazırız hatırlatmasını yapınca da
misafirhaneden ayrılıp Fırat Üniversitesi tarafından verilen
akşam yemeğine katılmıştık.
İsa Yusuf Beyi, Elazığ’da bulunduğu süre
içersinde Cemiyet Başkanımız Nihat Kazazoğlu’nun 23-AK–504
plakalı 1976 model Peugaut 504 marka aracı ve yine o
tarihlerde şube müdürü olan Kültür ve Turizm müdürümüz
Tahsin Öztürk’ün 23-ED–821 plakalı 1991 model, Şahin marka
taksisi ile ulaşım hizmeti vermeye çalışmıştık.
Fırat Üniversitesi Atatürk Konferans Salonu’na
vardığımızda saatler 20.00’yi gösteriyordu. Arslan Alptekin
ile Ramazan Korkmaz hocamızın yardımlarıyla salona giren İsa
Yusuf Alptekin’i dakikalarca süren bir alkış sağanağı ile
karşılamıştık.
Hazar’ın kıyısına taşıdığımız bu tarihi
faaliyetin sunuculuğunu Fırat Üniversitesi Kütüphane ve
Dokümantasyon Daire Başkanlığı’nda uzman olarak görev yapan
hayat yoldaşım Saniye Bulut yapacaktı. Toplantının açılış
konuşmasını yapmak üzere Fırat Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Eyüp G. İspir kürsüye davet edildi. Daha sonra da Şeref
Tan büyük dava adamına ithaf ettiği şiirini okudu.
“İsa Yusuf Alptekin ve Doğu Türkistan Davası”
paneli muhteşem bir atmosferde başlamıştı. Ahmet Kabaklı
Hoca oturumu yönetmek için sahneye davet edildiğinde
heyecanlıydı. Türkistan davasının abide şahsiyetine
gösterilen yoğun ilgi onu oldukça duygulandırmıştı. İsa
Yusuf Bey’in uluslararası platformlarda Doğu Türkistan
davasını nasıl savunduğunu örnekler vererek anlatmış ve onun
bilge şahsiyetine dikkatlerimizi çekmişti.
“İsa Yusuf Bey, Türk dünyasının akıl elçisidir. Doğu
Türkistan ile ilgili çok şey yazdım ama esas kaynak
kendisidir. İsa Yusuf Alptekin gibi mürşitler olmasa ben ne
Doğu Türkistan’ı, ne de diğer Türkistan’ı yazabilirdim.”
ifadelerini kullanmıştı.
Doç. Dr. Salim Cöhce,Dünya nüfusunun
1/5’inin Çinli olduğunu, Çin’in nüfus baskısının dışında
teknolojik atağı ile de büyük gelişme içerisinde olduğunu
dile getirerek sürdürdüğü konuşmasında bizlere tarih
sayfalarından bilgiler aktarmıştı.
Mehmet Doğan, Türkistanlı çok değerli bir
şahsiyetin Hazar Şiir Akşamları’na onur konuğu olarak davet
edilmesinin çok isabetli olduğunu ifade ederek devam ettiği
konuşmasında “asrımızla yaşıt olan İsa Yusuf Bey’in yüzüne
bakarak mazlum milletler hakkında ciltlerce kitap okumuş
gibi oluyoruz.” Demişti.
Muzaffer Özdağ, meseleyi stratejik bir boyutta
değerlendirmeye çalışmış ve Çin’in Doğu Türkistanlı
kardeşlerimize karşı sergilediği hukuk dışı uygulamaları
dünya gündemine daha etkili bir şekilde anlatmalıyız.
Şeklinde bir görüş ileri sürmüştü.
Kabaklı
Hoca,Türk dünyasının asırlık çınarıİsa Yusuf
Alptekin’i sahneye davet ettiğinde bütün salon ayağa
kalkmıştı. 94 yaşında ağır adımlarla kürsüye doğru yürümeye
çalışan o muzdarip insanı doyasıya alkışlayan davetlilerden
birçoğunun gözyaşlarına hâkim olamadıklarına şahit olmuştuk.
Zulüm, gasp ve işkencelere maruz kalan vatanı -atalar
yurdumuz- Doğu Türkistan’ın esir, aç ve müstemleke durumunu
etkili hitabetiyle anlatmaya başladığında koca salon bir
anda sessizliğe bürünmüştü. Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin
fedakâr, vefakâr lideri sağlık sorunlarını umursamadan
geldiği Elazığ’da adeta bir veda konuşması yapıyordu.
Bizleri önce Doğu Türkistan’da bulundukları mücadele
günlerine götürdü. Kaşgar da, Saylık köyünde ailesiyle
yaşadığı çocukluk döneminin zorluklarını anlattı. Sovyet
hâkimiyetinde, Çin hâkimiyetinde yaşanan baskı ve insanlık
dışı uygulamalara karşı dünyanın seyirci kalmasını tarihi
bir ayıp olarak nitelendirdi. Mesut Sabri Baykuzu ile, Osman
Batur’u rahmetle yad etti. Güçlü hafızasıyla yurdundan
ayrılmak zorunda kaldığı çileli günlerini yeniden hatırladı.
O zorlu yolculukta ailesiyle birlikte Himalaya dağlarını
geçmeye çalışırken büyük kızı Yalkın ile onlarca Doğu
Türkistanlı’nın hastalanıp öldüklerini… Keşmir’de Mehmet
Emin Buğra ile birlikte verdikleri mücadeleyi ve nihayet
1952 yılında Türkiye'ye gelişlerinin hikâyesini adeta
nefeslerimizi tutarak dinlemiştik.
İsa Yusuf Bey, Elazığ’da yaptığı bu tarihi
konuşmasında; “Doğu Türkistan’da yaşayan kardeşlerimizin
içler acısı durumunu bütün dünyaya bir kere daha
haykırmıştı. Benim, Doğu Türkistan’da ki kardeşlerim bugün
tarih sahnesinden tamamen silinmemek için ölüm kalım
mücadelesi vermektedirler. Barışçı yollarla hak arayan
vatandaşlarımız bölücü ve halkın birliğini parçalamaya
çalışan kötü niyetli insanlar olarak itham edilmekte,
hapsedilmekte, işkenceye tabi tutulmakta ve idam cezalarına
çarptırılmaktadır.”,dedi.
Esir
Türklerin istiklaline kavuşacağına dair ümitlerini yıllar
önce Türkistan’da bir araya geldikleri Özbek şair Çolpan ile
paylaştıklarını anlatırken de oldukça heyecanlanmıştı. İsa
Yusuf Bey, konuşmasının son bölümünde Adriyatik’ten Çin
Seddi’ne kadar olan sahanın artık Türk dünyası olarak kabul
edildiğini ve Türkiye’nin doğusu Azerbaycan, Aşkabat,
Astana, Bişkek değil Doğu Türkistan’dır. Hatırlatmasını
yaparak salondan ayrılırken o büyük şahsiyeti nemli gözlerle
uğurladığımızı hatırlıyorum. İsa Yusuf Bey, rahatsız
olmasına rağmen geç saatlere kadar salondan ayrılmamıştı ve
oldukça da etkili bir konuşma yapmıştı.
23 Eylül Cumartesi günü misafirhanenin bahçesinde
hazırlanan kahvaltıya bizler de dâhil olmuştuk İsa Yusuf
Beyin kahvaltısı odasına gönderildi. Kabaklı Hoca, akşam
gerçekleşen toplantının oldukça başarılı geçtiğini, İsa
Yusuf beyin de bir hayli yorulduğunu söylüyordu. Elazığ’ın
münevver insanları dün akşam çok şanslı idiler deyip
toplantıyla alakalı değerlendirmelerde bulunuyordu.
Kahvaltıdan sonra İsa Yusuf Beyin odasına çıktığımda,
programı sordu. Öğlenden önce saat 10.30’da bir toplantının
yapılacağını, akşam ise Hazar’ın kıyısında şiir akşamlarının
gerçekleşeceğini anlattım. “Şener Beyciğim sizlerden bir
istirhamım olacak”, şeklinde bir ifadede bulundu.
“Estağfurullah efendim buyurunuz”, dediğimde, Servet Kabaklı
Bey’in evine gitmek istiyorum; Servet Bey’in annesini ve
babasını ziyaret etmek istiyorum demişti. Efendim, pazar
günü bu ziyareti gerçekleştirebiliriz, ben bu arzunuzu
mutlaka Servet Bey’in ailesine bildireceğim dediğim de
oldukça memnun olmuştu. Arslan Bey, babasının Hazar’da ki
programa katılabilmesi için gün boyunca dinlenmesi
gerektiğini söylemişti. İsa Yusuf Beyi, istirahat etmesi
için misafirhanede bıraktıktan sonra konuklarımızla birlikte
toplu olarak Öğretmenevi Konferans Salonuna gittik.
“Şairlerin Dilinden Şiir Estetiğimiz” konulu
toplantı Yrd. Doç. Dr. Ramazan Korkmaz hocamızın kısa bir
sunuşu ile başlamıştı. Oturum başkanı Yahya Akengin, çarpıcı
tespitlerle açtığı toplantının ilk konuşmasını Ahmet Kabaklı
hocamıza vermişti. Kabaklı Hoca, sözü Harput’tan açıp,
Osmanlı’nın münevver insan tipine getirmiş, büyük
kitaplardan hissemizi yeterince alamadığımızı özellikle
belirtip yaşama duygusunun, güzelliklerin şiirle süzülüp
geldiğini ifade ederek sürdürmüştü konuşmasını.
Şiiri bir estetik yapı içersinde ele alan Mehmet
Çınarlı da, şiir başka dile çevrilemeyen bir dildir.
Tanımından sonra yeni ve eski şiir üzerinde dolaşıp,
manzumeliciliğin şairlik anlayışına sığmayacağını
hatırlatmıştı. Kelimelerden bazen bir musiki, bazen bir imaj
meydana getirmek gerekir demişti.
Oturum Başkanı Yahya Akengin, her konuşmacıdan
sonra yerinde hatırlatmalarla konuşmacıları takdim ederken
sözü değerli bestekâr Avni Anıl’a bırakmıştı. Biz,
bestecilere gerçek şairler, gerçek şiirler gerek. Bu iki
güzelliği -şiirle, besteyi- nikâhladığını ifade edip söz
yazarının yazdığı “söz yazıları”nı değil, şiir bestelediğini
vurgulamıştı.
Dilaver Cebeci, Yüce Kitabımız Kur’an
ayetlerinden misaller getirerek başladığı konuşmasında
kelimelerin ahengine dikkat çekip, şiirde kelimeleri şairin
istediği yere değil, kelimenin istediği yere konulması
gerektiğini vurgulamıştı. Toplantı değerli şairimiz Ali
Akbaş’ın konuşmasıyla da sürüp gitmişti.
Öğretmenevinde gerçekleşen bu edebi ziyafet öğlen
yemeği için misafirhaneye döndüğümüzde de devam ediyordu.
Kabaklı Hocanın, Mehmet Çınarlı, Ali Akbaş ve Dilaver Cebeci
ile yaptıkları o güzel sohbetleri yemek boyunca da sürüp
gitti.
Yemek sonrası konuklarımız istirahat etmek için
odalarına çekildiklerinde Cemiyet başkanımız Nihat Kazazoğlu
ile birlikte akşam Hazar gölünün kıyısında yapılacak olan
şiir programının hazırlıklarını gözden geçirmek için
Sivrice’ye gittik. İlçede hummalı bir çalışma yürütülüyordu
-Bir hafta öncesinde aniden bastıran sonbahar yağmurları
havaların birden bire serinlemesine neden olmuştu.
Hazarbaba’nın eteklerinde kar serpintilerinin olduğunu da
öğrenince bir hayli endişelenmiştik. Bu beklenmedik durumu
Sivrice ilçemize giderek yıllık izinden henüz yeni dönmüş
olan ilçe kaymakamımız ile değerlendirmeye çalıştığımız o
toplantıyı tebessüm ederek yeniden hatırlıyoruz- Sivrice
Kaymakamı Hasan Canpolat, Belediye Başkanı Hasan Karabulut
ve İlçe Milli Eğitim Müdürü Abdullah Soğukpınar’ı ziyaret
ettik. Faaliyetin yapılacağı Türkiye Petrolleri Dinlenme
Tesislerinde bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Burada şair
dostumuz Hadi Beyin öğretmen kardeşi Lise Müdürü Haydar Önal
hocamızın kan ter içersinde koşuşturduğuna şahit olmuştuk.
Şiir Akşamları Hazar’ın kıyısında ki o muhteşem mekânda
yapılacaktı.
Hazar’ın öte yakasındaki Turpol tesislerinde yenilen
akşam yemeğinde Elazığ’dan çok sayıda aracın Sivrice’ye
doğru yöneldiği söyleniyordu. O gün Hazar da olağanüstü bir
güzellik vardı. Akşam güneşinin ışıkları gölün yüzeyine bir
resim tablosu olarak yansımış ve bütün ihtişamıyla Doğu
Türkistan davasının büyük mücahidi İsa Yusuf Alptekin’i
bekliyordu.
Hazar Şiir Akşamları, saat 18.30’da başladı. Türk
Edebiyatının önemli isimlerini Hazar’ın kıyısındaki bu
şölende bir araya gelmişti. İsa Yusuf Bey, bu muhteşem
buluşmayı sessizce izliyordu. Hazar’ın serin havası dikkate
alınarak üzerine kalın bir palto giyindirilmişti. Açılış
konuşmasını yapan Elazığ Valisi Mehmet Canseven’i dikkatle
dinledi. Vali Canseven, Hazar Şiir Akşamları’na onur konuğu
olarak katılan İsa Yusuf Alptekin’i saygı ile selamlayarak
başladığı konuşmasında Harput’un ve Elazığ’ın, bütün tarihi
şehirlerde olduğu gibi kendine özgü zengin kültür
değerlerine sahip olduğunu dile getirmiş ve bundan böyle
etkinliğin daha fazla destekleneceğinin müjdesini vermişti.
Vali Bey, konuşması tamamlandıktan sonra Doğu
Türkistan davasının büyük mücahidi İsa Yusuf Alptekin’e Türk
Dünyası Hizmet Ödülünün takdim edileceği duyuruldu. Bu
heyecanlı an, Hazar’ın kıyısında toplanan davetli topluluğu
saygıyla ayağa kaldırmıştı. Bu güzide topluluk verilen bu
kararı alkışlarıyla desteklediler. İsa Yusuf Bey, oğlu
Arslan Alptekin’in yardımıyla sahneye varıncaya kadar bu
alkışlar devam etti. Hayatını Doğu Türkistan’ın bağımsızlık
mücadelesine adayan İsa Yusuf Alptekin’e Türk Dünyası Ödülü
veriliyordu. Heyecanın doruk noktasına ulaştığı bu muhteşem
gecede hayatının en anlamlı ve en mutlu anlarından birini
yaşadığını ifade eden İsa Yusuf Alptekin, Türk Dünyası
Hizmet Ödülü’nü Elazığ Valisi Mehmet Canseven’den aldı.
Sonra da gönlünde taşıdığı Gök bayrağı Elazığ Valisi Mehmet
Canseven’e sundu.
Program, Kültür Bakanlığı Elazığ Devlet Klasik
Türk Müziği Korosu’nun vereceği konser ile devam edecekti.
Bütün sanatçılar heyecan içersinde sahne düzenini almaya
çalışırken koromuzun değerli şefi Celil Mataracı; “Türk
musiki tarihinin yakın dönemine imzasını atan üstad bestekâr
Avni Anıl da aramızda. Programımızda Avni Anıl üstadımızın
eserlerine de yer vermekle beraber kıymetli şairlerimiz
Mehmet Çınarlı ve Yahya Akengin’in eserlerini de sizlerin
huzurlarında okuyacağız. Avni Anıl Hocamızı şimdi koromuzun
icra edeceği ilk eseri yönetmek için aramıza davet
ediyoruz.”, diyerek usta bestekârımız Avni Anıl’ı sahneye
davet etti.
Celil Beyin daveti ile sahneye yönelen Avni Anıl
hoca heyecanlıydı. Kuruluşunda büyük bir sorumluluk
üstlendiği Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun kısa
sayılabilecek bir zaman diliminde ortaya koymuş olduğu
başarı, onu oldukça memnun etmişti. Usta bestekârımız
davetlilere hitaben yaptığı konuşmasında bu memnuniyetini
açık açık dile getirmişti.
“Dört yıl önce güzel bir görevle Elazığ Devlet
Klasik Türk Müziği Korosu’nun kuruluşunda sınav komisyonu
üyesi olarak dostlarım ile gelmiştim. O dört günü hiç ama
hiç unutamamıştım. Bu gelişimde çok daha değişik duygular,
çok daha farklı duygular yaşıyorum. Bunun nedeni de
ülkemizin çok değerli şair ve edebiyatçılarıyla ve siz
sanatseverlerle birlikte oluşum ve yıllar öncesinden bu yana
sevgimin ve saygımın her geçen gün arttığı çok değerli valim
ile bir aradayım. Benim ilk mesleğim emniyet mensubuyum bunu
da burada iftiharla açıklamak istiyorum. Bugün katıldığım
panelde de şiir ve musikinin ayrılmaz iki unsur olduğunu biz
bestecilerin çok değerli şairlerimize her zaman ihtiyacımız
olduğunu arz etmiştim. Devlet Koromuz geçen dört yıl
içersinde hakikaten umulmayacak bir biçimde aşama kaydetmiş.
Sevgili Mataracı’nın, çok sevgili Naci Sönmez oğlumun bu
güzellikleri her geçen gün daha da pekiştireceklerine
inanıyorum. “ diyerek konuşmasını tamamladığında konser
başlamıştı.
“Bir ateşim yanarım/Külüm yok dumanım yok….”
Avni Anıl hoca yıllar önce bestelediği güftesi
Ümit Yaşar Oğuzcan’a ait olan bu hüzzam şarkıyı
öğrencileriyle birlikte okuduktan sonra alkışlarla sahneden
ayrılmıştı. Ancak konser Avni Anıl’ın şarkılarıyla devam
ediyordu.
Cahit Bozarslan, “Rüya gibi uçan yıllar/Biraz
durun, durun biraz….” Mircan Özel, “Gün be gün yaşanan o
hatırayı/Unutup bir yana atmak olmaz ki….” Bu güzel
eserlerin ardından da Eda Karaytuğ’un o muhteşem sesinden
dinlediğimiz “Akşamın olduğu yerde/Bekle diyorsun,
gelmiyorsun” adlı şarkı ile Devlet Klasik Türk Müziği
Korosu, o akşam bizleri şiirin ve müziğin doyumsuz
güzelliğiyle buluşturmuştu.
İlerleyen bölümlerinde sahneye davet edilen
değerli şairimiz Mehmet Çınarlı’nın Bekir Sıtkı Sezgin
tarafından bestelenen şiirini dinledik
“Son baharın bizi daldırdığı rüya geçici
Sararan dallarının çizdiği dünya geçici
Ellerin böyle sokulgan, nefesin böyle yakın
Bana dünyaları vaat etse de içten bakışın
O ışık kaynağı gözlerdeki mana geçici”
Konser, Yahya Akengin’in, Ali Şenozan tarafından
bestelenen şiirinin okunmasıyla ile devam etmişti. Bir
halini sorarsın, bilmecedir cevabı /Küs müdür bilemezsin
sitem etse çekersin Kültür Bakanlığı Elazığ Devlet Klasik
Türk Müziği Korosu alkışlarla sahneden ayrılırken bu güzide
sanat topluluğumuz bizlere unutulmaz anlar yaşatmıştı.
O muhteşem konserin ardından da sabırsızlıkla
beklediğimiz şiir programına geçilmişti. Ali Akbaş,
Abdülkerim Baltacı,
Bedrettin Keleştimur, Dilaver Cebeci,Etem Yalın, Gazi Özcan,
Günerkan Aydoğmuş, Hasan Özçam,
Hüseyin Poyraz, Mahir Gürbüz,
Nazım Payam, Yahya Akengin, Mehmet Çınarlı,
A.Murat Kuşçubaşı,
Nurettin Büyükbaş, Ozan
Taşdemir, Ömer Kazazoğlu,
R. Mithat Yılmaz, Şeref
Tan, Şükrü Kacar, Yusuf Dursun kürsüye davet edilerek
şiirlerini okudular.
O akşam Ali Akbaş, Kabaklı Hoca’mıza ithaf ettiği ıssız
yurt adlı şiirini okumuştu. Şeref Tan’ın benimle alakalı
birkaç söz söyleyip çaydaçıra şiirini okuduğunu
hatırlıyorum. Ancak Bedrettin Keleştimur’un, İsa Yusuf
Alptekin’i anarak okuduğu şiir o büyük şahsiyeti öylesine
heyecanlandırmıştı ki, hızlı adımlarla yanına gittiğimde
Şener Beyciğim o şiirin bir kopyasını bana getirebilir
misiniz demişti.
Şairlerimizin ardından Türk
Edebiyatı Vakfı başkanı Ahmet Kabaklı kürsüye davet
edilmişti. Kabaklı Hoca, gecenin ilerleyen saatlerine kadar
programı büyük bir dikkatle takip eden İsa Yusuf Alptekin’i
selamlayarak başladığı konuşmasında: “Hazar Şiir Akşamları
edebiyat dünyasının huzurunda, İsa Yusuf Bey’in huzurunda
çok başarılı bir sınav vermiştir. Bütün hemşerilerimi canı
yürekten kutluyorum. Bu faaliyetlerin içersinde
efsanelerimizde yer almalı, hikâyelerimize de yer verilmeli,
destanlarımızda anlatılmalıdır.” Şeklindeki ifadeleriyle
bizlere yüklendiğimiz bu anlamlı hareketin sorumluluk
sınırlarını çizmeye çalışırken bir sıra ötede eşi Fikret
Hanımefendi ile birlikte oturan Şeref Ağabey’in mutlu bir
yüz ifadesiyle bana dönerek tebessüm ettiği o anı bugünkü
gibi hatırlıyorum.
Musiki Cemiyetimizin sunacağı bir konser ile
program tamamlanacaktı.
Nihat Kazazoğlu yönetiminde Lokman Tasalı,
Muzaffer Tan, Fethi Açıkgöz, Feti Ahmet Deniz, Levent Ayden,
Ahmet Fatih Eren, Şemsettin Taşbilek, Ali Yeşilgül, Özer
Kazazoğlu, Niyazi Atıcı, Ahmet Çizmeci, Recai Yıldız ve
Kadir Kılıçerkan’ın yer aldığı üyelerimiz yöremizin o
güzelim eserlerini seslendirdiler.
24 Eylül Pazar sabahı evden erken ayrılmıştım.
İzzetpaşa camiinin önüne vardığımda Şeref Ağabey’i birkaç
adım ilerde yürürken fark ettim, keyifle sigarasını
tüttürüyordu. Beni görünce; “merhaba Şener hayırdır nereye
gidiyorsun? Bugünün pazar olduğunu unuttun galiba” deyip
takılmıştı. Kaldırımlarda pek kimselerin olmadığı o
saatlerde Gazi Caddesi boyunca Karayolları misafirhanesine
doğru yürüyorduk. “Ağabey, biliyor musunuz İsa Yusuf Bey’in
katılması Hazar Şiir Akşamları’nı çok kıymetlendirdi.”
diyerek sözü şiir akşamlarına getirmeye çalıştım. 1992
yılından itibaren iki yıllık bir süreçte şehir merkezinde
gerçekleştirdiğimiz Fırat Şiir Akşamları’nın Sivrice
ilçemize Hazar Şiir Akşamları olarak taşınması onun
düşüncesiydi. “Evet, doğru söylüyorsun” deyip eklemişti.
“İsa Yusuf Bey’in Elazığ’a gelmesi çok önemlidir, çok
değerlidir. Gün boyunca odasında baygın bir vaziyette uyuyor
ancak her toplantı vakti geldiğinde Doğu Türkistanlı
kardeşlerinin yaşadıkları zorlukları haykırmak için yeniden
ayağa kalkıyor. Bütün hayatı mücadeleler içersinde geçmiş
olan bir şahsiyetin Hazar Şiir Akşamları’na katılması
Elazığ’ın kültür hayatında bir dönüm noktası
olmuştur.”,dedi.
Misafirhaneye vardığımızda Elazığ Musiki Cemiyeti
Başkanı Nihat Kazazoğlu ile karşılaşmıştık. Biraz durgun
görünüyordu. “Hayrola ağabey, bir şey mi oldu?”, diye
sordum. “İki gün önce İsa Yusuf Beyi karşılamak için
Malatya’ya gidişimizde halk oyunları topluluğumuzda müzisyen
olarak yer alan klarnet sanatçımız Sabahattin Tamuk, akşam
bir düğüne katılmak için gittiği Hankedi beldesinden
dönerken motosikletiyle Abdullahpaşa mahallesi civarında
Elazığ Belediyesi’nin temizlik aracıyla çarpışmış ve
maalesef hayatını kaybetmiş”, dedi. Bu üzücü haber, bir
anda morallerimizi bozmuştu. Nihat ağabey cenazeye katılması
gerektiğini söyleyip misafirhaneden ayrılmıştı.
Konuklarımız birer birer kahvaltıya inerken
misafirhanenin lobisinde Arslan Bey’i gördüm. Daha benim
sormama fırsat vermeden; “Şener Bey, çok şükür babam geceyi
rahat ve huzurlu geçirdi, şimdi odada kahvaltısını yapıyor.
Biliyor musunuz Ciddi sağlık sorunları yaşadığı günlerde
Elazığ seyahati babama çok iyi geldi.”, dedi.
Kahvaltı sofrası misafirhanenin bahçesinde
hazırlanmıştı. Sonbahar mevsiminin o serin sabahında
Harput’un zengin kültür hayatından bahis açıldı, kahvaltı
boyunca edebiyat ve sanat konuşuldu. Mehmet Çınarlı yıllar
önce Hisar dergisinde Canani Dökmeci’nin şiirlerini
yayınladıklarını dile getirirken değerli şairimizin kızı
-ilkokul arkadaşım- Bilge Dökmeci Savcı da orada aramızda
bulunuyordu. Dilaver Cebeci sözü Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’na getirdiğinde konuşmaları sessizce dinleyen
Ali Akbaş; “yürekli bir şairimizdi, zamansız kaybettik” diye
hayıflandı. Şeref Ağabey, sohbetin bu en güzel anında
kendine özgü nezaketiyle söz alarak önce Fikret
Memişoğlu’nun müstesna hizmetlerini yad edip ardından da
İshak Sunguroğlu’nun Harput Yollarında isimli eseri ile
kültür hayatımızı ışıklandırdığını ifade etmeye çalıştı.
Kabaklı Hoca yaşadığı hatıralardan örnekler vererek bizleri
okul yıllarına götürdü. “Çok kıymetli öğretmenlerimiz vardı,
yetişmemizde o müstesna insanların çok büyük emekleri
olmuştur. Sizlere Türkçe öğretmenim Cahit Okurer, matematik
öğretmenim Vehbi Güney, tarih öğretmenim Yahya Pelvan, Fizik
öğretmenim Esat İnetaş’tan bahsetmek isterim. Ortaokuldaki
Türkçe öğretmenim Cemile Aytaç benim için unutulmaz bir
insandır. Biliyor musunuz Fransızca öğretmenimiz Cemil Meriç
idi. İşte bu kıymetli öğretmenlerimizin sayesinde bu
topraklardan münevver insanlar yetişmiştir.”, diyerek
Elazığ’ın aydınlık yüzünü tarif etmeye çalışmıştı.
Kahvaltıdan sonra tarihi şehrimiz Harput ziyaret
edilecekti. Konuklarımızı araçlara bindirip uğurladıktan
sonra bizler de Arslan Alptekin ve Ahmet Kabaklı Hoca ile
birlikte İsa Yusuf Bey’in arzusunu yerine getirmek üzere
Servet Kabaklı’nın baba ocağına Ömer Kabaklı’nın evine doğru
hareket ettik. Ömer amcaların evi Yenimahalle’de, şeker
ambarının iki sokak ilerisinde bulunuyordu. Aracımız mehtap
apartmanının bulunduğu o daracık sokağa döndüğünde
yavaşlamıştı. Ömer Kabaklı oğlu Cemil ve damadı Murat Bey
ile birlikte bizleri bekliyorlardı.
İsa Yusuf Alptekin, araçtan indiğinde bir telaş
yaşadığımızı hatırlıyorum. Apartmanın üçüncü katına
yürüyerek çıkması zor olacaktı. Kendisine herhangi bir
rahatsızlık vermemek için önce bir koltuğa oturmasını
sağlamış sonra da Cemil Kabaklı ile birlikte kucaklayarak
eve kadar çıkarmıştık. Şükran Hanım, büyük bir kadirşinaslık
göstererek -sevgili oğlunun Doğu Türkistanlı kardeşlerine
yaptığı hizmetler için- evlerini ziyaret eden İsa Yusuf
Bey’i karşılarken bir anda heyecanlanarak gözyaşlarına
boğulmuştu. Evin güneye bakan misafir odasına doğru yürüdük.
Kısa süren bir sessizliğin ardından İsa Yusuf Bey sesini
yükselterek; “Hanımefendi sizlere çok teşekkür ediyorum.
Siz, bu aziz vatan için çok hayırlı bir evlat
yetiştirmişsiniz. Allah sizden razı olsun. Servet Kabaklı
aziz milletimizin çok kıymetli bir evladıdır, Doğu Türkistan
davası için yaptığı hizmetleri unutmamız mümkün değildir.
Sizlere minnettarlığımı bildirmeye geldim.” demişti. Bir
anne-baba için bundan daha büyük bir bahtiyarlık olamazdı.
Ömer Kabaklı o gün İsa Yusuf Bey’in oğlu için kullandığı
ifadeleri sessice dinlemişti. Ancak ağabeyi Ahmet Kabaklı
İsa Yusuf Bey’in bu nezaket dolu davranışı karşısında sessiz
kalamamıştı. İsa Yusuf Bey, doksan yıllık ömrünü Doğu
Türkistan’ın bağımsızlık özlemiyle geçirmişti. Bugün her
bakımdan büyük zorluklar yaşamakta olan Doğu Türkistanlı
kardeşlerimizin içimizi burkan ve yüreklerimizi yakan bu
halini dünyaya haykırmaya çalışan İsa Yusuf Alptekin’e
şükran borcumuz vardır. Kabaklı Hoca’nın konuşması devam
ederken Şükran Hanımın ikazıyla ailenin küçük oğlu Cemil,
kız kardeşi Sema ile birlikte tabak tabak hazırlanan
yiyecekleri İsa Yusuf Bey’e ikram ediyorlardı.
İsa Yusuf Alptekin’in Elazığ’a yapmış olduğu ziyaretin
her anı güzel, anlamlı ve dolu dolu programlarla geçmişti.
Ancak, İsa Yusuf Bey’in Elazığ’a geldiği günden itibaren
ısrarlı hatırlatmalarla “Şener Bey, sizlerden bir istirhamım
olacak ben Servet Kabaklı Beyin annesini ve babasını ziyaret
etmek istiyorum’ Mücadele dolu hayatını insani hasletlerle
de taçlandıran o büyük şahsiyetin arzusunu yerine getirmek
için Ahmet Kabaklı, Arslan Alptekin, Şah Halil Bozkurt ve
Şeref Tan ile birlikte gerçekleştirdiğimiz bu ziyareti
sonraki yıllarda bir faaliyet münasebetiyle Elazığ’a gelen
Servet Ağabey’e anlattığımızda oldukça duygulanmıştı…
O gün hava çok güzeldi bu durumdan cesaret alarak İsa
Yusuf Alptekin’i Harput’a götürmek istemiştik. Harput’ta ki
öğlen yemeğine katılmasını arzu ediyorduk. Kabaklı Hoca bu
teklifimize karşı çıkarak; “çocuklar siz buradaki havaya
bakmayınız Harput’un havası serindir. İsa Yusuf Bey’i
rahatsız edebilir”, demişti. Kabaklı Hoca’nın uyarılarını
dikkate alarak Harput’a götürdük. Kayabaşında hazırlanan
yemeğe katıldı. Misafirlerle sohbet ederken mutluluğu yüzüne
yansımıştı. Kabaklı Hoca’yla uzun uzun Harput’u konuştular.
Arslan Alptekin babasının bir süre dinlenmesi gerektiğini
söyleyince Harput’tan ayrılıp tekrar misafirhaneye döndük. O
gün öğlenden sonra hava birdenbire bozulmuş, yağmur
bulutları rüzgârın da etkisiyle sağa sola savrulmaya
başlamıştı.
Akşam yemeği karayolları misafirhanesinde hazırlanmıştı.
Yemek programlarına rahatsızlığından dolayı katılamayan İsa
Yusuf Bey o akşamki yemekte bütün misafirlerle birlikte
olmuştu. Arslan Bey, babasının akşam Sivrice İlçesinde
yapılacak toplantıya gitmek arzusunda olduğunu söylediğinde
Kabaklı Hoca endişelenmişti. Ancak o büyük insan Hazar Şiir
Akşamları’nın bu son programına katılmayı özellikle
istemişti.
Yola çıkmak için hazırlıklara başladığımızda gökyüzü
kapkara bulutlarla kaplanmıştı Nihat Ağabey’in taksisi ile
gidilecekti. İsa Yusuf Alptekin’i aracın ön koltuğuna
bindirdikten sonra Arslan Alptekin ve Tahsin Öztürk’ü de
yanımıza alarak yola koyulmuştuk. Çevre yoluna girdikten
sonra aramızda çok hoş bir sohbet başladı. İsa Yusuf Bey
mücadele hayatına dair birçok konuda merakımızı giderecek
cevaplar verirken oğlu Arslan Bey babasının arada bir
heyecandan yarım bıraktığı cümlelerini küçük ilavelerle
tamamlamaya çalışıyordu. Kekliktepe kavşağına vardığımızda
gökyüzü çakan şimşek ve yıldırımlarla adeta bir renk
cümbüşüne dönüşmüştü. Ve nihayet çok geçmeden bardaktan
boşalırcasına şiddetli bir yağmur başladı. Görüş mesafesinin
üç beş metreye kadar düştüğü o anlarda aracımızın sürati bir
hayli yavaşladı. Sivrice’ye vardığımızda yağmur aynı
yoğunlukta devam ediyordu.
Hazar Şiir Akşamları’nın kapanış programı şiir
akşamlarını gerçekleştirdiğimiz Türkiye Petrollerine ait
sosyal merkezde yapılacaktı. Şiddetli yağmura rağmen
toplantıya ilgi büyük olmuştu. Program Arslan Alptekin’in
yapmış olduğu teşekkür konuşması ile başladı Arslan Bey
konuşmasında babasına gösterilen ilgiden duyduğu memnuniyeti
dile getirirken; “Elazığ halkı geldiğimiz günden itibaren
babama öylesine büyük bir sevgi gösterdi ki, bu sevgi
babamın bir süreden beri yaşadığı rahatsızlıklarına şifa
kaynağı oldu.”, demişti. Arslan Bey konuşmasını tamamlayıp
kürsüden ayrıldıktan sonra. Mehmet Çınarlı, Ahmet Kabaklı,
Dr. M. Naci Onur ve Lokman Tasalı Harput’ta şiir geleneğini
konusunda oldukça güzel ve doyurucu bir sohbet yapmışlardı.
25 Eylül Pazartesi sabahı güne masmavi bir gökyüzü ve
pırıl pırıl bir güneş ile uyanmıştık. Misafirhanede tatlı
bir telaş yaşanıyordu. Eşyalarını valizlere özenle
yerleştirmeye çalışan misafirlerimiz için artık ayrılma
vakti gelmişti. Elazığ’da üç gün boyunca her biriyle
unutulmaz hatıralar yaşadığımız konuklarımızı bu defa
uğurlamak için yeniden Malatya’ya hareket etmiştik. İsa
Yusuf Bey’in dinlenmesi için Kömürhan köprüsünde verdiğimiz
kısa moladan bir müddet sonra da Malatya’ya ulaşmıştık.Uçuş
işlemleri meydan müdürlüğünün talimatıyla VİP salonunda
yaptırıldı. Uçağın kalkış saati anons edildiğinde içimizi
tarifsiz bir hüzün kaplamıştı. Konuklarımızla birlikte çıkış
kapısına kadar yürüdük. İsa Yusuf Alptekin, oğlu Arslan Bey
ile Şah Halil Bozkurt’un yardımıyla uçağın merdivenlerine
doğru ağır ağır yürürken Ahmet Kabaklı, Mehmet Çınarlı, Avni
Anıl, Yahya Akengin, Mehmet Doğan, Ali Akbaş, Muzaffer Özdağ
ve Dilaver Cebeci onların hemen arkasından uçağa binerek
göklere yükselmişlerdi.
İsa Yusuf Bey’i bu unutulmaz faaliyetten bir müddet sonra
22 Kasım Çarşamba günü, Kültür Bakanlığı eski müsteşarı
değerli büyüğüm Aytuğ İzat ile birlikte, İstanbul’da
Ataköy’deki evinde ziyaret ettik. Arslan Bey, babasının
sağlığı ile ilgili gelişmeleri anlatırken üzgündü. Muhtemel
bir enfeksiyondan korumak için odasına ziyaretçi
alınmıyordu. Evin büyük salonunda ziyaretine gelen Doğu
Türkistanlı kardeşlerimizle bir süre sohbet ettikten sonra
Arslan Bey’in davetiyle İsa Yusuf Bey’in odasına alındık.
İsa Yusuf Bey hasta yatağında sessiz bir vaziyette uyuyordu.
Arslan Bey yatağına iyice yaklaştıktan sonra onun
işitebileceği bir ses tonu ile; “Baba Elazığ’dan Şener Bulut
geldi.”, dedi. İsa Yusuf Bey oğlunun verdiği bu haber
üzerine başını yastığından kaldırmaya çalışarak o hasta ve
bitkin haliyle elini uzattı ve elimi tuttu. Kısık bir sesle;
“Şener Beyciğim, Elazığ halkına minnettarlığımı
bildiriyorum. Elazığ halkına minnettarlığımı
bildiriyorum.”, dedikten sonra tekrar yatağına uzandı. Daha
fazlasını söylemeye gücü yetmemişti.
Elazığ’a döndükten bir kaç gün sonra. 28 Kasım Salı günü
değerli şairimiz Şeref Tan’ın vefat haberiyle sarsıldık.
Şeref Ağabeyin acısı henüz yüreğimizdeki tazeliğini korurken
17 Aralık 1995 tarihli gazete haberlerinde Doğu Türkistan
davasının büyük mücahidi İsa Yusuf Alptekin’in vefat
haberlerini okumuştuk.