MANAS HABER- M. Şener Bulut
Manas Yayıncılık’ın öncülüğünde, Yemen’de şehit düşen
ecdadımızı anmak amacıyla düzenlediğimiz “Yemen Türküsü”
programı; 05 Mayıs 2016 tarihinde başta şehit aileleri ve
gaziler olmak üzere; çok kıymetli şair, yazar, bilim adamı
ve sanatçıların katılım ve katkılarıyla
gerçekleştirildi.Elazığ Belediyesi, Fırat Üniversitesi,
Türkiye Muharip Gaziler Derneği Elazığ Şubesi ile Şehit
Aileleri ve Malûl Gaziler Yardımlaşma Derneği’nin katkı
sağladığı bu anlamlı faaliyet, kültür ve sanat dünyasında
büyük ilgi uyandırdı.
Yapılan toplantıda; Şahin Yedek ile Dr. Savaş Sertel
tarafından Türkiye Türkçesine aktarılarak Manas Yayıncılık
tarafından yayınlanan; Almanya Maliye Bakanı olan Karl
Helfferich’in“Üçlü İtilaf Devletlerinin Yayınlarına Göre
Harb-i Umumi’nin Menşeleri” adlı eseri okuyucusu ile
buluştu. Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo
Televizyon bölümü öğrencisi Mustan Umut Bodur’un hazırladığı
“1905 Harput’tan Yemen’e” adlı belgeselinin ilk gösterimi
gerçekleştirildi. Şef Naci Sönmez’in yönetimindeki
Faslıbahar Türk Müziği Korosunun verdiği “Yemen Ağıtları”
konseri davetlilere unutulmaz anlar yaşatıldı. Basın ve
yayın kuruluşlarımızın büyük ilgi gösterdiği bu
program,Kanal Fırat ve Kanal 23 televizyonları tarafından
yayınlandı.
Yemen şehitlerimizin aziz hatırasına ithafen düzenlediğimiz
“Yemen Türküsü” programı, Elazığ Belediyesi Kültür ve Kongre
Salonunda saat: 20.00’de büyük bir davetli topluluğunun
katılımıyla gerçekleştirildi.
Programa Elazığ Belediyesi başkan yardımcısı Resul Şahin,
Fırat Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl,
İl Milli Eğitim Müdürü Ahmet Bağlıtaş, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Şefi Kenan
Çimtay, Elazığ Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı
Cemil Erdem, Türkiye Muharip ve Gaziler Derneği Elazığ
Şubesi başkanı Mehmet Namık Bulut, Şehit Aileleri ve Malul
Gaziler Yardımlaşma Derneği Başkanı Uğur Demir, Palu Kültür
ve Dayanışma Derneği başkanı Fadıl Ülgen, Elazığ Musiki
Cemiyeti Başkanı Mehmet Kemal Perk, Memur-sen İl Başkanı
İbrahim Bahşi, Türk Eğitim-sen İl Başkanı Talat Efe, Fırat
Üniversitesi öğretim üyeleri: Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan,
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Tevfik Ozan, Dr. Öğr. Üyesi Tamer
Kavuran, Recep Bağcı, Dr. Öğr. Üyesi Yavuz Haykır, Öğr. Gör.
Saniye Bulut, Okt. Hasan Özçam, Elazığ’ın kıymetli
sanatçıları E. Alb. Lokman Tasalı, Naci Sönmez, Doğan Sever,
Nihat Kazazoğlu, M. Reşat Bulut, Elazığlı yazarlar: R.
Mithat Yılmaz, Bedrettin Keleştimur, Hadi Önal, Dr. M. Naci
Onur, Hasan Ergün Yılmaz, ZekeriyyaBican, Murat Bilgin,
Mehmet Dursun Aksoy, Necati Kanter, Hüseyin Poyraz, Mehmet
Şükrü Baş, Muhlis Tunç, Şükrü Kacar, Mahir Gürbüz, Tuncer
Sönmez, Muammer Aksoy, M. Faik Güngör, Nusret Özgen,
Günerkan Aydoğmuş, Doğan Özdal, Süreyya Kaya, Hüseyin
Göçeri, Nevzat Ülger, M. Yalçın Azizoğlu, Nazım Payam, Gazi
Özcan katıldılar. Toplantıda; Paşa Demirbağ’ın kızı Asuman
Demirbağ Fitoğlu, Reşat Gündüz’ün kızı Ufuk Gündüz, NGK
İletişim Lisesi Müdürü Ali Canpolat, Kıbrıs Şehitleri
İlkokulu müdürü Zeynel Abidin Başaran, Bilgem Okulları
yöneticisi Serdar Sertdemir, Elazığ’ın kıymetli şahsiyetleri
Coşkun Yıldırım, Abdurrahman Gencer, Mustafa İç, Gültekin
Koç, Cemil Kabaklı, Hamit Bulut ve İlhami Yaşa’nın da yer
aldığı seçkin bir davetli topluluğu da hazır bulundular.
Şair Dr. Ahmet Tevfik Ozan’ın yönetiminde gerçekleşen
program, Tiyatro ve seslendirme sanatçısı M. Reşat Bulut’un
sahnelediği; “Şehitlerin Manevi Şahsiyeti Adına Konuşan Bir
Şehit Gölgesi” Fazıl Ahmet Bahadır’ın yazmış olduğu “Bir
Yemen Hikâyesi” adlı şiirinin seslendirilmesinin ardından
saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı.
Ardından sırasıyla Gazeteci yazar Bedrettin Keleştimur,
Elazığ Şehit Aileleri ve Malul Gaziler Yardımlaşma Derneği
Başkan yardımcısı Uğur Demir, Türkiye Muharip Gaziler
Derneği Elazığ Şube Başkanı Mehmet Namık Bulut ve Elazığ
Belediye Başkan Yardımcısı Resul Şahin birer konuşma
yaptılar.
Açılış konuşmalarının hemen ardından Şef Naci Sönmez’in
yönetimindeki FaslıbaharTürk Müziği Korosu “Yemen Ağıtları”
konseriyle geceyi taçlandırdı. Program, Fırat Üniversitesi
Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan’ın
“Harput Kültüründe Yemen” başlıklı konuşmasıyla devam etti.
Programın kitap tanıtım bölümünde Şahin Yedek ve Dr. Savaş
Sertel kültür dünyamıza kazandırdıkları “Üçlü İtilaf
Devletlerinin Yayınlarına Göre Harb-i Umumi’nin Menşeleri”
adlı kitabın serencamını dikkat çeken yönleriyle anlattılar.
Bu anlamlı toplantının son bölümünde Fırat Üniversitesi
İletişim Fakültesi Radyo Televizyon bölümü öğrencisi Mustan
Umut Bodur’un hazırladığı “1905 Harput’tan Yemen’e” adlı
belgeselinin ilk gösterimi davetliler tarafından büyük bir
ilgiyle izlendi.
Yemen Türküsü adlı programın son bölümünde programın
hazırlanmasına katkıda bulunan kişi ve kurumlara plaket
takdimi yapıldı. Bu münasebetle “Üçlü İtilaf Devletlerinin
Yayınlarına Göre Harb-i Umumi’nin Menşeleri” adlı eseri
kültür dünyamıza kazandıran Şahin Yedek, Dr. Savaş Sertel ve
toplantıya katkı sağlayan Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan için
hazırlanan plaketler, Fırat Üniversitesi eski rektörü Prof.
Dr. A. Fevzi Bingöl tarafından verildi. Mehmet Namık Bulut
ve Uğur Demir’e plaketlerini Elazığ Belediye Başkan
Yardımcısı Resul Şahin; 1905 Harput’tan Yemen’e adlı
belgeseli hazırlayan Mustan Umut Bodur ve toplantıya katkı
sunan Tiyatro ve seslendirme sanatçısı M. Reşat Bulut ile
NGK İletişim Ali Canpolat’a Milli Eğitim Müdürü Ahmet
Bağlıtaş; ve son olarak da Yemen Ağıtları konserini
hazırlayan Naci Sönmez’e ve programa katkı sunan E. Alb.
Lokman Tasalı, Kenan Çimtay, Nihat Kazazoğlu, Dr. Öğr. Üyesi
Tamer Kavuran, Öğr. Gör. Recep Bağcı ve Doğan
Sever’inplaketleri Elazığ Eski Belediye Başkanı Şükrü Kacar
tarafından verildi. Plaket töreninin ardından çekilen toplu
hatıra fotoğrafı ile bu güzel gece sona serdi.
ÜÇLÜ İTİLAF DEVLETLERİNİN
YAYINLARINA GÖRE HARB-İ UMUMİ’NİN MENŞELERİ(Birinci
Dünya Savaşı’nın Sebepleri)
Yazan: Karl Helfferich - Yayına Hazırlayanlar: Şahin Yedek -
Savaş Sertel
Manas Yayıncılık, 2016, S.73, Elazığ
Talat Paşa’nın eserin önemine dair bir önsözü bulunan,
Almanya Maliye Bakanı olan Karl Helfferich tarafından 1915
yılında yazılan ve Reşit Saffet Atabinen tarafından aynı yıl
Osmanlıcaya çevrilen bu kıymetli eser, İtilaf Devletleri
tarafından yayınlanan resmi kaynaklara göre hazırlanmıştır.
Bu kitapta Birinci Dünya Savaşı’nın sorumlusu olarak
Avusturya ve Almanya’nın gösterilmesinin yanlı bir tutum
olduğu, savaşın asıl suçlusunun Çarlık Rusya’nın olduğu,
Fransa ve İngiltere’nin ise barışçı görünmelerine rağmen
gizliden gizliye Rusya’ya destek vererek savaşın çıkmasını
dört gözle bekledikleri dile getirilmiştir. Tespitlerini
somut belgelere dayandıran Helfferich, savaşın asıl
suçlusunun Üçlü İtilaf Devletleri olduğunu net bir biçimde
ortaya koymuştur. İtilaf Devletlerinin faaliyetlerini
eleştirel bir bakış açısıyla takip eden bu kitap Birinci
Dünya Savaşı ile ilgili çalışma yapan tarihçi ve
araştırmacıların incelemesi gereken önemli bir kaynaktır.
YEMEN
“Topların birbiri ardına ateşlendiği, mermilerin acımasızca
mavzerlerden çıkıp koca yürekli Türk askerlerinin kalbine
saplandığı, kanın gövdeyi götürdüğü, uğultuların göklere
vardığı, parçalanan uzuvların dört bir yana hışımla
dağıldığı… Top mermilerinin düştüğü yerden dört beş insan
boyu göğe fırlayan kum tanelerinin arasından, tarihin belki
de en şanssız derinliğinden, geçmişin bedevi çöllerinde
inleyen yıllarından, alınyazısı ‘’vatan savunması’’ diye
yazılmış, koca yürekli, haşin bir şehidin gölgesi salonun
ortadan epeyce sağ köşesine öylece birden
yansıyıverir.Seyircilerse pür dikkat kesilerek, geçmişten
gelen bu yüce konuğu, salonun karanlık yerinden ne
yapacağını merakla seyrederken, diğer yandan da
heyecanlarını saklıyorsalar da kalp atışlarının seslerini,
milliye duygusunun verdiği yücelik hissini çıt çıkmayan
sessizlikleri ile şahlandırıyorlardı. Bir anda ortalık
kökeni Türklerle Orta Asya’ya dayanan Türk halk müziğinde
telli, yaylı ve deri kapaklı tek çalgı türü olan kabak
kemanenin insanı acınası duygularla bezeyen, duygu karmaşası
ile önce allayıp pullayarak sonra duygusuzluğun,
kalpsizliğin nefesini kesen incelikte çıkan sesine boğulur.
Ruhsuzluğun ruhsuzlaştığı, gönlün millici ağıtlarla çığlık
attığı, ‘’bende isterim, bende isterim’’ diye içten içe
fısıldayan ve ansızın türlü hayallerin yolunu tutmuş salon
birden, bir ananın gözü yaşlı duası gibi kürsüye düşmüş
şehit gölgesinin, şu sözleriyle sarsılır;
M. REŞAT BULUT
‘’Huzur-u hazirun, cemiyet-i irfan, layındır, münafıktır,
dinsizdir şeytan. Şeytanın dinsizliğine, münafıklığına,
günahkârlığına, Allah’ın birliğine ve dirliğine eyvallah!
Her şey akar, her şey kendini tekrar eder. Zaman, sen bu
yaşananların ne demek olduğunu bilir misin? Bilirsin elbet.
Bilirsin lakin önemsemezsin. O zamanı göstermekle mükellef
saatin, cephelerde kaç defa durduğunu bilirsin. Önemse,
bağrına bas, sahip çık geçmişine. Elbet sana da çıkacaktır
bir sahip çıkan. Bak bir ses ulaşır, bir dua ulaşır,
gelecekten bize. Fazıllar, Ahmetler, Bahadırlar bizi her gün
anar. Kâh bir şiirin mısrasında kah bir duanın arasın da.
Ulaşmaz sanma! Ulaşır. Ulaştı…
BİR YEMEN HİKÂYESİ
Yılların hikâyesi,
Yüzünde çizgi çizgi,
Talih avuçlarında nasır,
Hasret saçlarında ak...
Kanar gönlünün yarası.
Taze, taptaze gelincik,
Solmadan elinin kınası,
Almışlar koynundan dedemi,
Ninem o zaman öğrenmiş, adı batası Yemen’i!
Dedem, yaylaların yağız delikanlısı.
Devletin namusudur, yaralı omzunda,
Gittikçe ağırlaşan cephanesiz mavzeri…
Peşinde din kardeşin kiralanmış palası.
Acının büyüğü bu, ne ki kurşun yarası?
Önü kum, arkası kum,
Kumun içinde pusu,
Denizler kadar büyür, gözünde bir damla su.
Testiler dizilir çeşme başına
Gökteki yıldızlar kadar.
Sonra kaybolur ansızın
Dedemin içi yanar.
Gözlerinde uyku, hayalinde yâr...
Bir sızı sırtının orta yerine,
Cembiye olur saplanır,
İhanetin en ucuzu
Kahpeliğin en kanlısı…
Yığılır usulca kumlar üstüne
Yaylaların yağız delikanlısı.
Bir tuhaf serinliği içerken kana kana
Geçit vermez dağların karlı doruklarında.
Haramiler çöker birden başına,
Biri kapar omzundan mavzeri,
Biri yırtık potinine el koyar.
Pis bir el aralar dudaklarını,
Ağzının içinde altın diş arar.
Savrulup bedevi eteklerinden
Yarı açık gözlerine kum dolar.
Sıra akbabalar, sırtlanlar,
Çölün cümle yırtıcısı toplanır.
Etrafında döner dokunamazlar.
Yaradan emreder meleklerine
Kumlar kıyama kalkar.
Gelin yatağının yorganı gibi,
İncitmeden sarar, örter üstünü.
Nur yağar sahraya, nur üstüne nur.
Ve kumlar dedemin mezarı olur.
Ninem saban peşinde,
Ninem ocak başında,
Adamlar görür düşünde,
Beyaz entarili, kara sakallı...
İz sürerler bir aslanın peşinde.
Yüreğinde bir hançerin sızısı,
Böler uykusunu gece yarısı.
Hayra yorar, hayra yordurur düşü.
Türkü olur dudaklarında Yemen!
Gidip dönülmeyen yerden,
Belki döner diye geri.
Kaç seher seyretmiş yıllarca,
Güneşin doğduğu yeri…
Bilmez doğuyu batıyı,
Selâm yollar uçan kuşla,
Haber bekler esen yelden.
Anlamaz güneyden kuzeyden
Ne bilsin yerini Yemen’in
Yemen kuması ninemin…
Dedemin su verdiği ağaçlara yaslanır.
Dalar gider uzaklara...
Koynunda dedem var ya
Ninem Yemen’i kıskanır.
Islanır günde beş vakit yamalı seccadesi,
Ninemle biter sanma Yemen’in hikâyesi...
Tarih bir tekerrürden ibaret…
Ben ve benim arkadaşlarım gibi şehit düşmüş herkes adına ve
halen günümüzde şehit düşmekte olanlar adına sizleri saygı
duruşuna ve İstiklal Marşı’na davet ediyorum.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından Ahmet Tevfik
Ozan söz aldı.
Dr. AHMET TEVFİK OZAN
Kıymetli Hazirun,
Az önce, cümle şehitler adına, onların manevi şahsiyeti
adına konuşan bir şehit gölgesini dinledik. Çöl şehit ve
hüzün… Acaba niçin? Bunu aramızda bulunan bir yazar
Bedrettin Keleştimur çok güzel anlatıyor. Harput’la Yemen
arası kuş uçuşu tam 4000 km. Harput’un Aziz Evlatları
küçücük peksimetlerledört bin kilometre kat edip ölmeye
nasıl koşmuşlar… Biz bir ara, görevli olarak hacca gittik.
Akdeniz’i uçakla aşarken bile usandık; ama Anadolu’nun,
Harput’un pırlanta evlatları gemilere toplanmışlar Trabzon’a
Rize’ye daha sonra boğazları geçerek Akdeniz üzerinden
Portsait’e oradan da Yemen’e gitmişler. Denizde ölen…Şehit
olan askerlerimizi de denize defnetmişler. Akdeniz
şehitlerimize mezar olmuş; ama dünya kurulduğundan bu yana
Peygamber Efendimizden bu yana ve sonsuza kadar şehitlerimiz
eksik olmayacak….!Bugün bile Güneydoğuda, Çanakkale’yi
geçemeyen insanlarla, tek dişi kalmış canavarlarla çarpışan
Milletimiz ve Devletimiz… Ateş düştüğü yeri yakar misali
şehitlerle, bayraklarla eski günleri yâd ediyor. Bedrettin
Keleştimur, bu hadiseyi şöyle anlatıyor… Çok önemli bir
tespittir. ‘’Büyük medeniyetler hicretle kuruldu… Hadis…
Mekke fethinden sonra artık hicret yok… Fakat cihat ve niyet
vardır. Harput’tan dört bin kilometre ölmeye koşan
insanların kulaklarında çınlayan hakikat budur!
Kıymetli Hazirun,
Şu anda içinde bulunduğumuz salonda icra edilecek Yemen
Türküsü adlı bu toplantı Elazığ Belediyesi, Fırat
Üniversitesi, Türkiye Muharip Gaziler Derneği Elazığ Şubesi
ile Şehit Aileleri ve Malûl Gaziler Yardımlaşma Derneği’nin
katkılarıyla Manas Yayıncılık’ın öncülüğünde
düzenlendi.Manas’ımız, bu toplantıyı temsil edenler adına
bir çağrıda bulundu. Dedi ki;“Bir el uzanır Yemen’den
Anadolu’ya ve çeker alır yüreğini… Ardında bıraktığı akan
iki acıyla… Kan Yemen’de; gözyaşı Anadolu’da ırmaklaşırken
acı da ağıtlaşır dudaklarda… Yemen’de şehit düşen ecdadımızı
anmak için; düzenlediğimiz “Yemen Türküsü” adlı programı
teşriflerinizden onur duyarız.”Manas’ın, bu
“teşriflerinizden onur duyarız”çağrısına icabet eden
sizlere, hassaten teşekkür ediyor, gazeteci yazar Bedrettin
Keleştimur’u konuşmasını yapmak üzere sahneye çağırıyoruz.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Çok Kıymetli Hazirun,
Bir kez daha her bakımdan anlamlı bir toplantı vesilesiyle
bir araya gelmiş bulunmaktayız. Elazığ Belediyesi, Fırat
Üniversitesi Rektörlüğü, Türkiye Muharip ve Gaziler Derneği
Elazığ Şubesi, Şehit Aileleri ve Malul Gaziler Yardımlaşma
Derneği, Manas Yayıncılık birlikteliğinde Yemen Türküsü ve
bu gün o türkünü tarihi hikâyesi anlatılacak. Nasip olursa o
anı birlikte yaşayacağız. O anı birlikte tefekkür edeceğiz.
Bir olma ruhunda bu milletin var oluş destanı vardır.
Evet, saygıdeğer dinleyicilerimiz,
Tarih, milletlerin hafızasıdır…
Geçmişin bütün hatıraları oradadır!
O hatıralar, “geleceğe ışık tutarlar…”
Bu millete, “aydınlık yarınların…” müjdesini verirler.
Acılarıyla, sevinçleriyle birlikte, “efsaneleşen…”
Allah’ın izniyle destanlar yazan bir milletiz!
“Ete kemiğe büründüm…” diyebileceğimiz;
Bir büyük efsanenin, “hikâyesini…”
Veya bu coğrafyanın, “İçli Romanı…” diyebileceğimiz;
“Yemen Türküsünü…” birlikte yorumlayarak;
“Asırların feryadına…” kulak vermektir.
Ey şehitlerim ey gazilerim feryadını duyuyoruz.
O anı yaşama azmiyle bir araya gelmiş bulunmaktayız.
Ruhlarınız şad olsun!
Bizler uğruna can verdiğiniz kutsallar için burada bir arada
birlikteyiz.
Biraz önce Ahmet Tevfik Ozan Bey de bahsettiler.
Manas’ınçağrısıyla;
“Bir el uzanır Yemen’den Anadolu’ya ve çeker alır,
Yüreğini ardında bıraktığı akan iki acıyla…
Kan Yemen’de; gözyaşı Anadolu’da ırmaklaşırken acı da
ağıtlaşır dudaklarda…”
O hasret dolu yüreklerle, “şehitlerimizi…” yâd etmekteyiz.
Prof. Dr. M.Beşir Aşan; “Harput Kültüründe Yemen’i”
Yönetmen; M. Umut Bodur’dan, “1905-Harput’tan Yemen’e”
belgeselini,
Faslı Bahar Türk Müziği Korosu’ndan; “Yemen’e Ağıtları”
dinleyeceğiz.
“Yemen Türküsünde…” bir zamanın hikâyesi canlanır…
O hikâyeyi yorumlamak bile, “tarihi tefekkürdür…” bizlere!
Yer ve zaman göstererek, “sebep ve sonuçları…” üzerinde
düşünmek,
Bizleri, “Devlet-i Ebed Müddet…” fikri etrafında
birleştirecektir.
Bunun adı, “Cihanşümul…” bir düşüncenin, bir felsefenin
kendisidir.
Bu düşünce bizleri, “gönül coğrafyamıza…”
Günümüz ismiyle, “gözyaşı medeniyetine…” götürmektedir.
Bu düşünce bizleri, “bin yıl İslam’a hizmet etmiş…” bir
milletin;
Tarihi ihtişamını bir daha gözlerimiz önüne taşımaktadır.
Ve bizlere birlikte, “değerlendirme…” yapma fırsatını
vermektedir.
Anadolu’nun çok farklı bir iklimi vardır…
Gerek Büyük Selçuklu Devletinin
Ve Gerekse Osmanlı Devletinin, “tarihi kökleri…” üzerinde
yer alır!
Harput, O tarihi Medeniyet Havzasının, “merkezindedir…”
Tarihimizin “abide şahsiyetlerini...” yetiştiren efsane
şehri!
“Yemen Türküsünün…” yakıldığı yer de, Harput’tur!
O içli ağıtı, O büyük çığlığı, bu milletin feryadını
defalarca dinledim…
“Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne figandır
Anaa ben ölmedim bu ne şivandır
Ah o yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir”
Dikkat edelim, 1878 Berlin Antlaşması’nda neler vardır;
Batı Dünyasının üzerinde ittifak ettiği siyaset;
“Osmanlı Coğrafyası üzerinde küçük devletler kurdurma…”
politikaları!
O politikaların bir parçası da, 400 yıl Osmanlı
Hâkimiyetinde kalan,Yemen’de; İngilizlerin çıkardığı, “fitne
ve fesat…” onların neticesinde, “iç ayaklanmalar…”
“Stratejik bir konuma sahip…” Yemen’in, bu fitne ve
fesatlardan temizlenmesi şarttır.
Bir bakıma, “gönül coğrafyamızı…” içeride ve dışarıda
omuzlayan da; “Anadolu’dur…”
Tarihin en çetin ve de en zorlu yıllarıdır!
Yemen Yolları, kuşbakışı Elazığ’a; “4.155 km…”
O uzak diyarlar, “çile, keder, hüzün tablosunu…”
çağrıştırır.
O yollar, “sadece sıkıntıların, eziyetin ifadesi, çilenin …”
ifadesi!
O meşakkatli yollar bizlere, “Tebük Seferini…”
hatırlatmaktadır
Zorlu yıllar, lakin “gaye ve ufuk büyüktür…”
O büyük gayeler uğruna;
Atalarımız, dedelerimiz, “varlığını bırakıp…” gittiler!
Her biri, ana kuzusu, vatan sevdalısı… Gittiler, geri
gelmediler!
Sadece gittiler, Arkalarında, “sadece yaşlı gözler…”
bıraktılar!
Hüzün dolu ağıtlar bıraktılar…
O ağıtlar o türküler o inleyen nameler bizleri birleştiren,
Bir bayrak bir vatan bir millet haline getiren sestir,
nefestir.
Şairimiz ne diyorlar
“Bugün bizden vatan razı olacak,
Nefer şehit, ordu gazi olacak…”
Bir soru gelir sizlere; “Yemen’i tefekkür etmek ne demektir”
“Yemen’i tefekkür etmek…” bu milleti daha yakından tanımak,
Bu milleti yakından tanıdıkça gaye ve ufkumuzda
büyümektedir.
1.Cihan Harbinden İstiklal Harbine…
Mondros’tan Mudanya’ya gidilen o çetin yıllar…
Akif’in üslubuyla, mısralarıyla o döneme yaklaşalım;
“Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i…
Bedri’n aslanları ancak, bu kadar şanlı idi…”
Bedir Savaşı öncesi, Allah Resulü ’nün ellerini açarak,
“Kâinatı ağlattıracak kadar hazin yakarışı…”
“Allah’ım! Bu bir avuç Müslüman mücahit helak olursa,
Artık sana yeryüzünde ibadet edecek kimse kalmaz.”
O yakarış, Yahya Kemal’in şiirinde terennümünü bulacak;
“Şu kopan fırtına Türk Ordusudur yâ Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyednâmın
Galip et, çünkü bu son ordusudur İslam’ın!”
Bir nazik konuya temas etmek istiyorum sizlere,
Sahabeler, “yüz- yüz otuz bin rakamlarla…” ifade edilir.
Her biri, “gökteki yıldızlar gibidirler…”
Medine’de, metfun sahabelerin sayısı on binler civarındadır…
Onlar, İslâm’ı tebliğ hususunda; “dünyanın dört bir yanına…”
dağılmışlardır!
Onlardan, her biri, “birer bayrak gibi…”
İslâm’ın bayraktarı olarak gittiler, gittiler;
Ve bir daha geriye dönmediler…
Çok önemli bir tespittir, “Büyük Medeniyetler Hicretlerle
Kuruldu…”
Hadis, “Mekke fethinden sonra artık hicret yok;
Fakat cihat ve niyet vardır.”
Sevgili okurlarım ve dinleyicilerim;
Bu milletin hal ve tavrında; “Sahabe meşrebini görür ve
yaşarım!”
“Yemen Türküsünü…” tefekkür ederken,
Anadolu’dan, “4 bin km uzaklara Allah rızası için…”
“Yemen Yollarına…” bir aşk ve bir vecd yürüyüşü içerisinde;
Her türlü “çileye…” sabırla tahammül eden ecdada borcumuz
büyüktür.
Ve yine, “Allah yolunda bir gün nöbet tutmak,
Ondan başka yerlerde geçen bin günden daha hayırlıdır…”
Hadisi,
Bizlere, millet olarak “ecdat hatıralarını yad etmeyi…” bir
bakıma emrediyor.
Bugün burada şehitlerimize, onların şehadetleri ile
birlikte,
Ruhları Şad Olsun, Mekânları cennet olsun diyoruz.
Dr. AHMET TEVFİK OZAN
Yemen, Anadolu’da bacası tüten hemen her evin şehit verdiği
diyardır. Yemen iki akan acının kanın ve gözyaşının
ırmaklaştığı, gideni yutan..kalanı hasret ve gözyaşı
denizinde boğan… Bizim olmayan bir acı vatandır. Yemen…
ninelerimize, dedelerimize “adı batasıca…!...” dedirten…
ananın, babanın, kardeşin, bacının, yavuklunun uçan kuşlara
bakıp da..”… acaba bu kuş uğramış mıdır o diyara…görmüş
müdür evladımı, kardeşimi, sevgilimi…” dedirten…yağan
kardan, havada dolaşan buluttan, medet umduran bir
memlekettir… Ve o memlekete giderken binlercesi kara
toprağın bağrına düşmüş şehitler adına…Elâzığ Şehit Aileleri
ve Malûl Gaziler Yardımlaşma Derneği Başkan Yardımcısı Uğur
Demir konuşacak… Saygıyla arz ediyorum.
UĞUR DEMİR
Selam ve Saygılarımla Hoş Geldiniz.
Sayın protokole, misafirlerimize, sivil toplum kuruluşu
başkanlarımıza, kıymetli basınımıza, şehit yakınlarına ve o
şehit yakınlarının anne ve babalarının ellerinden öptüğüm
büyüklerime, kahraman gazilerimize hoş geldiniz diyorum.
Başkanımız Hasan Alataş’ın selamları var. Kendileri
İstanbul’da.
Yemen denilince aklımıza gelen şahadettir. Vatan’dır, bayrak
sevgisidir, Allah sevgisidir, Peygamber sevgisidir, Sultan
Alparslan’dır, Fatih Sultan Mehmet’tir, Mustafa Kemal
Atatürk’tür ve daha aklımıza gelen gelmeyen nice
büyüklerimizdir. Yemen demek, şehit aileleri demektir,
gazilerimiz demektir. O yüzden şehit aileleri ve gaziler
adına Yemen denilince tabiki duygularımız düşüncelerimiz
daha da artmıştır. Tekrar bizi düşündürmüştür, tefekkür
etmemizi sağlamıştır. Önce derneğimiz hakkında kısa bir
bilgi vereyim kıymetli misafirlerimize.
Şehit Aileleri ve Malûl Gaziler Yardımlaşma Derneği
bünyesinde şehit yakınları olarak eğitim öğretim yaparken
şehit olan öğretmenleri, güvenlik sağlarken şehit olan
korucuları, Mehmetçikleri, görevini yaparken şehit olan
sağlıkçıları, ulaşımı sağlarken şehit olan mühendisleri,
makinistleri, vatan millet için görevde bulunan herkesi
kapsamaktadır. İşte Yemen denildiği zaman bize vatanımızı,
vatanımız üzerinde oynanan oyunları tekrar bize
düşündürmüştür. Ayrıca yemen denildiği zaman da aile olarak
da bizi ayrıca düşündürmektedir. Çünkü ben bir gaziyim ve
şehit torunuyum. Annemin dedesi İsmail Dedem önce Yemen’de
cephede İngilizlerle savaşmıştır. Yemen cephesinden sonra
görev bitmemiş doğu cephesine gitmiştir. Doğu cephesinde de
Ruslarla savaşırken şehit olmuştur. Bütün şehitlerimiz gibi
dedemize de Allah rahmet etsin diyoruz. Dedemizin ismini
İsmail olarak, aile büyükleri dayıma vermişlerdir. O yüzden
Yemen’in bizim üzerimizde de ayrı bir anlamı bulunmaktadır.
Derneğimizde başkanımız şehit babası başkan yardımcısı
olarak ben bulunmaktayım. Yönetim kurulu üyemiz Seyfettin
Kırmızıgül şehit babası ve yönetim kurulumuzun diğer
üyeleride şehit kardeşleridir. Bunlarda Hakan Harmanşah ve
Mustafa Hazar kardeşlerimdir. Şimdi az önce bahsederken
yemen denildiği zaman aklımıza tekrar edilen ve oynanan
oyunlar gelmelidir, tekrar düşünmeliyiz diye arz etmiştim.
Şu anda dünde vatanımızı bölmek isteyen dâhili ve harici
düşmanlar tekrar bu hainliklerine devam etmektedirler.
Görevini yaparken, eğitim öğretimini yaparken öğrencilerine
ders verirken bayrağını dalgalandırırken şehit edilen
öğretmen arkadaşlarımız… Vazifelerini yerine getirirken,
şehit edilen din görevlilerimiz… Sağlık hizmeti verilirken
şehit edilen sağlıkçılarımız… Ulaşımı sağlayan makinistler,
ulaşımı sağlayan yol yapan mühendisler, kahraman güvenlik
görevlileri, korucular, Mehmetçikler, askerlerimiz,
polislerimiz ve ve birçok kahramanımız ya şehit ya da gazi
olmuşlardır. Ben şehitlerimize Allah’tan rahmet gazilerimize
hayırlı şifalar diliyorum. Üzerimize düşen görev bu hainlere
geçit vermemek mümkün oldukça dikkatli davranmak bir ve
beraber olmaktır. Bu anlamlı toplantının
gerçekleştirilmesinde görev alan arkadaşlarıma teşekkür
ediyorum. Elazığ Belediyesi’ne, Fırat Üniversitesi
Rektörlüğü’ne, Türkiye Muharip ve Gaziler Derneği’ne ve
Manas Yayıncılık’a, M. Şener Bulut Bey’e çok teşekkür
ediyorum. Hepimiz inşallah bir ve beraber olacağız, bu
ülkemizi daha güçlü hale getireceğiz, bayrağımızı inşallah
daha şerefle dalgalandıracağız. Saygılarımı arz ediyorum.
Dr. AHMET TEVFİK OZAN
Kıymetli başkan yardımcımız Uğur Demir’e teşekkür
ediyorum…Saydığı bütün o mübarek insanlar, görevlerini
yapmamış olsalardı, biz bu salonda olamazdık. Bu salonda
rahatlıkla karşı karşıya bulunuyor, bir programı icra
ediyor,buradan çıktıktan sonra evimize huzur içerisinde
gidiyorsak… Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan
ve görevlerini en iyi şekilde yapan vatandaşlarımız
sayesindedir. Şehit olmuş, toprağa düşmüş vatan evlatları…
Şu anda sınırda bekleyen jandarmamız, polisimiz ve
görevlilerimiz sayesindedir. Bunu, yıllar öncerütbesiz bir
nefer, Alayapraklı Ahmet oğlu Müderris Musa Efendi, eşine
gönderdiği mektupta şöyle anlatıyor: ‘’Bu aziz vatanda
ezanların ebediyen susturulması, namusumuzun ayaklar altına
alınması için düşmanımız birleşmiş ve söz birliği yapmıştır.
İşimiz çetindir; ama çaresiz değildir. Belki ülkemizde bir
nesil ölecek; ama bin nesil doğacaktır…’’ Bu nesiller
doğmuştur ve şuanda vatan savunmasındabizim huzur içerisinde
yaşamamız için gene çarpışmaktadır, gene toprağa
düşmektedir… Ateş, elbette düştüğü yeri yakar. Zaten
şehadetin karşılığı dünyevi olamaz… Öyle insanların
birbirini teselli etmesi şeklinde olamaz.Şahadetin
karşılığında; şehit aileleri sadece Allah ve Resulünü
dinler. Ancak, onları Allah ve Resulü teselli eder…
Bir başka manevi şahsiyetiyle şehit ailelerini temsilen
Türkiye Muharip Gaziler Derneği Elazığ Şube Başkanı Mehmet
Namık Bulut’u dinleyeceğiz.
MEHMET NAMIK BULUT
Kıymetli Hazirun, Sayın Fırat Üniversitesi Eski Rektörüm,
Çok Değerli Şehit Aileleri, Değerli Gaziler Ve Eşleri,
Kıymetli Misafirler, Basınımızın Güzide Temsilcileri,
Türkiye Muharip Gaziler Derneği Elazığ Şubesi olarak böyle
anlamlı bir programda bulunmanın mutluluğunu yaşıyoruz.
Hepiniz tekrardan hoş geldiniz. Öncelikle Muharip Gaziler
Derneği ve Gazilik hakkında kısaca bilgiler aktarmak
istiyorum.
Derneğimiz 1984 yılında 2847 sayılı kanun gereği kurulan;
İstiklal savaşı ile Kore savaşı ve Kıbrıs barış harekatına
katılarak gazi olmuş askerimiz ile gazilerimizin eş ve
çocuklarını bünyesinde barındıran kamu yararına çalışan
asker kökenli bir dernektir. Derneğimiz aynı zamanda Kuvay-i
Milliye’yi yasal olarak temsil eder. 165’i erkek 40’ı bayan-
vefat eden gazilerimizin eşleri- olmak üzere 205 üyemiz
bulunmaktadır. Muharip Gazi Türk silahlı Kuvvetleri
mensuplarından harbe fiilen katılanları diğer bir anlatım
ile savaşta yara almadan zaferle dönen askeri ifade eder.
Gazi ise milli kahramandır. Destansı tarihimizin yaşayan
abideleridir. Vatan sevgisinin sembolüdür. Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ün yaşayan temsilcisidir. Asildir, vakarlıdır,
şeref ahlak ve fazilet sahibidir. Daima devletinin yanında
ve emrindedir. Devlet düşmanlarıyla aynı safta bulunmaz,
gazilik unvanını kullanarak menfaat sağlamaz. Bu inançla
vatan ve bayrak sevgisi her gazinin nesiller boyu taşıyacağı
bir onur bir şereftir. Unutmayalım ki gazilik en anlamlı
unvanlardandır. Şehitlik aşamasından sonra gelir.
Gazilerimiz şehitlerimiz ile birlikte bu vatanı yurt
edinmemizde vatanın korunmasında her türlü güçlüğe göğüs
germişlerdir gerektiğinde gözlerini bile kırpmadan can
vermeye hazır olmuşlardır. Türkiye Muharip Gaziler olarak
üyelerimizin yasal haklarının anayasamızın 61. maddesinde
belirtilen sosyal seviyeye ulaşmasını sağlamak, gazi ve
gazilik ile ilgili konferans, paneller düzenlemek ve okul
ziyaretleri gerçekleştirmek, milli ve mahalli kurtuluş
törenlerine iştirak etmek. Tarihe mâl olmuş olaylarla
geleceğimiz olan gençlerimizi yüzleştirmek ve onların daha
emin adımlarla geleceğe yürümelerini sağlamak,
faaliyetlerimiz arasında bulunmaktadır. Bugün Türk Milleti
olarak birlik ve beraberlik içersinde bağımsız ve hür bir
arada yaşıyorsak bunu aziz şehitlerimize ve siz kahraman
gazilerimize borçluyuz. Bu bilinciyle başta Mustafa Kemal
Atatürk ve silah arkadaşlarını olmak üzere aziz
şehitlerimizi ebediyete intikal eden gazilerimizi rahmetle
yâd eder, hayatta olan gazilerimizi de minnet ve şükranla
anarken. Yemen türküsü programında bizlerden yardımlarını
esirgemeyen Elazığ Belediyesi Fırat Üniversitesi Şehit
Aileleri ve Malûl Gaziler Derneği ve Manas Yayıncılığın
değerli yöneticilerine teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
Dr. AHMET TEVFİK OZAN
Kıymetli Mehmet Namık Bulut’a çok teşekkür ediyoruz.
Çemişgezekli Dede Nuzhet’in torunu Erhan Saraçoğlu bir
sohbetinde “Anadolu’da bir şehir… Anadolu’nun dört bir
yanında olduğu gibi savaşın acılarını yüreğinin
derinliklerinde hisseden bir şehir… Evlatlarını vatan için,
din için, devletin bekası için savaşa gönderip yollarını
gözleyen bir şehir… Geri dönmeyen yüzlerce evladının acısını
içine gömen gencecik fidanları için ağıtlar yakan bir şehir…
Bu şehir bu gün Türkiye’nin Elazığ sınırları içerisinde
bulunan tarihin ve kültürün şehri Harput Şehridir…” Şimdi
Harput Şehrinin Elazığ Şehrinin kıymetli Belediye Başkan
Yardımcısı değerli dostumuz Resul Şahin’i dinliyoruz.
RESUL ŞAHİN
Değerli protokol, çok muhterem hanımefendiler ve
beyefendiler, basınımızın değerli temsilcileri hepiniz hoş
geldiniz sefalar getirdiniz. Bende şu anda başka bir program
nedeniyle aramızda bulunamayan Sayın Belediye Başkanımız
Mücahit Yanılmaz Bey’in hasseten size selamlarını
iletiyorum. Size selam, sevgi ve muhabbetleri vardır.
Bulunamadığı için de üzüntüsünü belirtmiştir. Şimdi bu gece
Yemen Türküsü yani düşününüz bir türkü nerdeyse çok büyük
bir savaşı anlatıyor. Bu türkü kim yazarsa yazsın kim
söylerse söylesin ama bu türkü hüsnü kabul görmüş herkes bu
türküye sahip çıkmıştır. Çünkü bu türküde acımız vardır, bu
türküde gözyaşımız vardır, bu türküde birliğimiz vardır, bu
türküde beraberliğimiz vardır. Evet, burada redif alayları
gönderilirken çok büyük üzüntüler yaşanmış, çok ağlamışlar;
ama o ağlayanlar kaderlerine ağlamışlar. Anneler
gönderdikleri evlatlarına ‘cepheden başarı elde etmeden,
kaçarak geri gelmeyesiniz, ya şehit olursunuz ya da gazi’
bunu da söylemişlerdir. Ağlamışlar kaderlerine
ağlamışlardır. Bu millet çok bedel ödüyor ve biz eğer birlik
beraberliğimizi sağlayamazsak bu bedeller devam eder. Biz
kendi neslimizi yetiştirmezsek bu bedeller çok daha ağır
olur. Sultan Alparslan’ın askerleri boş yere şehit olmadı.
Selahattin Eyyübi’nin askerleri boş yere şehit olmadı.
İstiklal harbindeki insanlarımız boş yere şehit olmadılar.
Bu gün vatan müdafaasını yapan askerimiz, polisimiz, boşuna
şehit olmuyorlar. Vatan için şehit düşen kahramanlarımızı
rahmetle, minnetle şükranla anıyorum.
Dr. AHMET TEVFİK OZAN
Resul Şahin Hoca’mıza çok teşekkür ediyoruz. İnsanlar,
topluluklar, cemiyetler hissiyatını, vecdini, imanını bazen
mısralara döker.
Bir tel vurdum Yemen’de gardaşıma
Tez yetişsin cenazemin başına…
Suçum varsa yazsın mezar taşıma
Yazık oldu yazık bu genç yaşıma
Şu genç yaşta neler geldi başıma…
Cemiyetler, insanlar, gönül gönül taşan hissiyatını,
aşklarını, hüzünlerini mısralara döker, ehil insanlarda
onları şarkı yapar, türkü yapar… Onlar da icra edilirken
şarkılar, türküler, ilahiler insana hissedilen vecdi yeniden
yaşatır… Faslı Bahar Türk Müziği Korosu, Elazığ’da bu
gayeyle kurulmuş güzide bir korodur. Faslı Bahar 2012
yılında Elazığ Musiki Cemiyeti’nin kurucusu ve uzun yıllar
yönetim kurulu başkanlığını yapan Devlet Klasik Türk Musiki
Koro’sunun Elazığ’a kazandırılması yolundaki gayretleriyle
gerçekten takdirlerimizi toplayan Naci Sönmez’in eseridir.
Biz Faslı Bahar Türk Müziği Koro’su seslerini ve saz
heyetini sahneye davet ediyoruz…“Edipler, edepli olmalı”
yani “edebiyatla uğraşan, sanatla uğraşan insanlar edepli
olmalı” hakikatini bihakkın şahsında yaşayan bir zatNaci
Sönmez… Koroyu yönetmek üzere huzurlarınıza çağırıyorum.
NACİ SÖNMEZ
Saygıdeğer misafirler,
Faslı Bahar Türk Müziği Korosu; Türk Sanat Müziğine sevdalı
yaşları 15 ila 75 arası üniversite hocasından, öğrencisine,
doktorundan ev hanımına, iş adamından işçisine; gencine,
yaşlısına hemen her kesimden insandan oluşmaktadır. Bugün
itibarı ile koroda 15 bayan hanende, 15 erkek hanende ve 8
sazende ve bir koro şefi ile toplam 39 kişi ile
çalışmalarını ve sanat faaliyetlerini sürdürmektedir. Koroda
her yıl 20 Türk sanat müziği, 10 mahalli müzik ve 10 Türk
tasavvuf müziği olmak üzere toplam 40 eser öğretilmektedir.
Bugün itibarı ile Faslı Bahar Türk Müziği Korosu’nun
repertuarında toplam 120 eser mevcuttur.
Faslı Bahar Türk Müziği Korosu’nun amacı Türk Sanat
Müziğini, Klasik Türk Müziğini ve Tasavvuf Müziğinden birini
doğru ve kulağı rahatsız etmeyecek ölçüde radyo kayıtlarında
olduğu gibi gençlere ve yetişkinlere doğru olarak
öğretmektir. Doğru şarkı okuma derslerinde ses güzelliğinin
aranmadığı gibi musiki türlerinden birini sevmek de yeterli
olmaktadır. Faslı Bahar Türk Müziği Korosu haftanın iki günü
toplam dört saat ve ayda 16 saat çalışma ile faaliyetlerini
yürütmektedir.
İlk başlarda tamamıyla eğitime yönelik yaptığı çalışmalarla
dikkat çeken bu topluluk, zamanla kendi mensuplarının
ailelerine konserler vermeye başladı. Bilahare daha büyük
topluluklara da hitap etti. Faslı Bahar Türk Müziği Korosu,
ilk konserini 29 Mayıs 2013 tarihinde Harput’ta, ikinci ve
üçüncü konserini İlbey Oteli’nde gerçekleştirdi. Faslı Bahar
Türk Müziği Korosu’nun yine bu yıl Kültür parkta
gerçekleştirdiği Türk Tasavvuf müziği korosu büyük bir
beğeni topladı.
Bu güzel akşam Yemen Ağıtları konseriyle yeniden
huzurlarınızdayız.
İlk önce kıymetli saz sanatçılarımızı takdim etmek
istiyorum. Orhan Çimtay / Keman, Ender Şen / Viyolonsel,
Numan Tuncer / Kanun, Emrah Çümendir / Ud, Mustafa Tuncer /
Ud, Yusuf Uğraş / Klarnet, Emre Saraçer / Ney ve Burak
Coşkuner / Bendir
Şimdi de Koromuzun kıymetli mensuplarını sizlere takdim
etmek istiyorum. İzninizle önce hanımlardan başlayayım.
Fethiye Taş, Gökçe Karagöz, Handan Metin, Hülya Ülkügür,
Kadriye Polat, Kübra Candemir, Müge Pirinç, Nisanur Gündem,
Özgül Öztürk, Rümeysa Canpolat, Şenay Dabakoğlu veVuslat
Dayı Emre. Ve yine Berkan Hamedi, Ergün Hamedi, Hakan Çetin,
Kemal Bağcı, Mehmet Dabakoğlu, Mehmet Kutlu, Nihat Kazazoğlu,
Niyazi Murat, Nurettin Polat, Serdar Öztürk, Şemsettin
Yılmaz, Yaşar Dabakoğlu ve Yusuf Başkaya ile birlikte
konserimizi gerçekleştireceğiz.
Konserimiz Segâh Makamında ilahilerle başlayacak.
Korumuzun birlikte seslendireceği büyük bestekârBuhûrizâde
Mustafa Itrî’nin Segâh Tekbir veSegâh Salât-ı Ümmiye adlı
eserlerive yine güftesi Yunus Emre’ye ait olan“Şol Cennetin
Irmakları”adlı eserle başlayacak. Berkan Hamedi“Şehitlerin
Ser Çeşmesi”, Mehmet Kutlu “Ey Allah’ım Beni Senden Ayırma”
ve Nurettin Polat kardeşimizin okuyacağı “Sevdim Seni
Mâbûduma” adlı ilahilerle konserimizin birinci bölümünü
tamamlayacağız.
Konserimizin ikinci bölümünde yine koromuzdan iki güzel eser
dinleyeceksiniz. İlki Şintilli Süslü Ahmet’e ait “Bir Tel
Vurdum Yemen’de Gardaşıma” koromuzun okuyacağı ikinci eser
ise Güfte ve Bestesi Doğan Sever’e ait olan“Davullar Çalınır
Bu Ne Şivândır.”Konserimiz Vuslat Dayı Emre “Ne Feryâd
Edersin Divane Bülbül”' ve Gökçe Karagöz Hanımefendi’nin
okuyacağı“Mızıka Çalındı Düğün mü Sandın”, adlı eserleri
dinleyeceksiniz.
Kıymetli misafirler bu gece için hazırladığımız konserde son
eserimiz olan “Yemen Türküsü’nü” de ben seslendirmeye
çalışacağım.
Saygılarımla efendim.
Dr. AHMET TEVFİK OZAN
Kıymetli misafirler,
Bizlere;“Yemen’e Ağıt Konseri”ni icra eden Faslı Bahar Türk
Müziği Korosu’na ve onun Kıymetli Şefi Naci Sönmez’e
huzurlarınızda teşekkür ediyoruz.Ünlü Elazığlı bir romancı
Lütfü Parlak “…Yemen öyle bir yer ki gidip de gelinemeyen;
varıp da dönülemeyen bir yer…! Nice delikanlılar, o çöllerde
telef oldu… Nice eli kınalıların gözü yollarda kaldıve
saçlarına ak düştü… Annelerin gözü yaş, babaların bağrı taş
kesti… Yavrular yuvalarda yetim, ümitler gönüllerde akim
kaldı… Sonra insanımız,bütün bu ağır acılarını türkülerin
kanadına yükleyip Anadolu’nun dört bir yanına uçurdu.”, der.
Türkülerin kanadına yüklenen hüzün dolu hikâyelerin bir de
tarihi veçhesi var. Tarihi veçhesini 1. Dünya
Savaşı’nda“Yemen Cephesi” başlığıyla Fırat Üniversitesi
Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan
anlatacak.
Arz ederiz efendim.
Prof. Dr. MUHAMMET BEŞİR AŞAN
Kıymetli misafirler,
Az önce şairlerimizin üstatlarımızın da ifade ettikleri gibi
ruhaniyeti farklı bir gece bu geceye anlam katan “Yemen” bir
simgedir. Büyük mütefekkir İbn-i Haldun der ki “Suyun suya
benzediği kadar tarihi olaylar birbirine benzer.”İstiklal
şairimiz Mehmet Akif de der ki “Tarih tekrardan ibarettir.
Eğer ibret alınsaydı tekrar eder miydi?”
Nedir Yemen, diye sorduğumuz vakit kaynakların bize verdiği
şu bilgi çok anlamlıdır. Yemen coğrafi konumu itibariyle
Kızıl Deniz’in Hint Okyanusuna açıldığı kapıdır. Afrika
boynuzu ile birlikte Babülmendep Boğazı’nın doğu kıyısında
yer almaktadır. Yeryüzünde seyreden malların, denizler
üzerinde seyreden malların yüzde yetmişi gibi büyük bir
oranı Süveyş Kanalı, Kızıl Deniz ve Aden Körfezi’nden
geçtiği düşünülürse Aden Körfezi ve bölgenin istikrarının ne
kadar önemli olduğu tahmin edilebilir. İşte stratejik
önemi... Tabi yemenin tarihine baktığımız vakit Yemen’le
Harput’un kader bağı vardır. Artuklu hükümdarı Behram’ın
Oğlu Belek ve onun ulu atası Artuk Bey bu coğrafyada meydana
gelmiş olan o dönemin terörist faaliyetlerini tedip etmek
üzere Abbasi Halifeliği tarafından görevlendirilir. Artuk
Bey, hazırladığı kuvvetle bölgeye gider ve oradaki o dönemin
Batınileri bugünün anlamıyla teröristleri tedip eder ve
büyük bir muvaffakiyet kazanır ve o muvaffakiyetinden dolayı
da bizzat Abbasi halifesi tarafından Bağdat’a davet edilerek
kendisi onurlandırılır. Demek ki kaderin Harput’la Yemen
arasında geçmişe uzanan bir bağlantısı var. İşte Artuk
Bey’den gelen o bağ daha sonra Osmanlıyla devam etmiştir. Ne
yazık ki Osmanlı’nın da son dönemi itibariyle yıkılma
sürecine girdiği vakit 19. yüzyılın ilk dönemi bilhassa
Fransız ihtilalinin doğurduğu milliyetçilik akımının
tesiriyle kendi sınırları içinde yabancı milletler birer
birer bağımsızlıklarını alarak imparatorluktan koptuklarını
görüyoruz. Aynı şekilde Müslüman olan ki burada Arapları
kast ediyoruz, aynı illet onların da arasına sıçramış ve
batılı devletlerin özellikle de İngiltere’nin teşvikiyle o
bölge de bir alev yumağına dönmüştür. Yemen Türküsü’nde de
ifade edildiği gibi redif kelimesi var. Redif kelimesi
aslında 1826 yılında yeniçeri ocağının ilga edilmesinden
sonra yeniden kurulan bir askeri nizamın ismidir.
Redif kelime anlamıyla arkadan gelen birinin ardından giden
kimse demektir. Günümüzdeki karşılığıysa “muvazzaf ordunun
yedeği ihtiyat kuvvet”, anlamındadır. Yani redif, ihtiyat
kuvvet olarak hazırlanan bir ordu terimidir. Tabi o dönemin
askerlik yıllarına baktığımız vakit özellikle yeniçeri
ocağının ilgasından sonra ihdas edilen askerlik süresi: 5
yıl muvazzaf, artı 7 yıl rediflik yani ihtiyat olarak her
yıl belirli zaman diliminde eğitim alır ve hazır kuvvet
olarak bekletilir. Tabi sorunlar fazlalaşınca bu vazife
süreleri de artar. Nitekim 1905’lere geldiğimiz vakit “Yemen
İsyanı” diye ifade ettiğimiz dönemde askerlik süresi
muvazzaf olarak 7 yıla rediflik süresi de 14 yıla çıkarılır.
İkisini toplayacak olursanız 21 yıl... İşte savaş yılarının
getirdiği anlam bu zaman dilimini çok anlamlı ortaya kor.
İşte bu redif meselesi dediğimiz meselenin özelliği de
budur. Bu redif taburları özellikle Osmanlı’da bulunan yedi
tane ordu vardır. Bunlardan altısı Osmanlı toprağındaki
ilave olarak yedinci ordu da Yemen’dedir. Yemen’deki ordunun
bir özelliği orada redif taburu bulunmamaktadır. Ama bu altı
ordu Anadolu’da bulunan Balkanlarda dâhil oranın redif
taburları desteğiyle Yemen’e asker gönderildiğini
görmekteyiz. Tabi Harput, redif taburları içerisinde önemli
bölgelerden birisidir. Baklanlarda asker toplama
merkezlerinden “Manastır’ı” görüyoruz. Anadolu’da “Ankara
Polatlı’yı” görüyoruz ve özellikle Doğu Anadolu’da da
“Harput’u” görüyoruz. Asker toplama merkezi… Rize’den,
Trabzon’dan, Sivas’tan, Erzurum’dan gelen redif askerleri
Harput’ta toplanıyor ve buradan Yemen’e gönderiliyor. Onun
için Harput bir diğer ifadeyle “Anadolu” demektir.
Anadolu’daki redif askerinin Yemen’e sevk edildiği bir
toplanma merkezidir. Onun için ehemmiyeti de burada ortaya
çıkıyor. Bir iki cümleyle Yemen’in 1905 yılındaki durumuna
bir göz atacak olursak, Yemen başlangıçtan beri Osmanlı
devletinin tam nüfuz edemediği isyanların iç karışıklıkların
eksik olmadığı bir bölgeydi. Bu yüzden Yemen’de defalarca
askeri harekât yapılması gerekmişti. Özellikle imamlar halk
üzerinde çok etkiliydiler. Yemen halkının büyük bir kısmı
Zeydiye mezhebindendi. Zeydi imamları, Osmanlı padişahını
halife olarak tanımıyorlardı. İşte bu hadiseler batılı
güçlerin de İngiltere’nin de özellikle desteğiyle bu
hareketin yangın haline döndüğünü görüyoruz. Bu dönemde İmam
Hamüdiddin 1904 yılında ve onun oğlu Yahya’nın aşiretleri
silahlandırması suretiyle Anadolu’dan gönderilen ve o
bölgeye asker olarak yerleştirilmeye çalışılan neferlerin
üzerine o bölgenin oluşturduğu dağlık bölgenin de verdiği
zorluklarla büyük bir mağlûbiyeti büyük bir hezimeti
yaşadıklarını görmekteyiz. Tabi bu özellikler uzun bir zaman
dilimini içerisine aldığı gibi sonuç olarak fazla uzatmadan
şunu diyebiliriz. Yemen halkı askerlik yapmadığı için normal
dönemlerde dahi buradaki yedinci ordunun asker ihtiyacı
Anadolu’dan karşılanmaktaydı. Bunun, birçok maddi ve manevi
olumsuz sonuçları oluyordu. Diğer yandan Yemen’de isyanlar
eksik olmadığı için buraya nizamiye ve redif ilave kuvvetler
gönderiliyordu. Bu yüzden de yüzbinlerle ifade edilecek
sayıda Anadolu askeri Yemen’de şehit düşmüş ve geri
gelmemiştir. Yemen’in milletimizin hafızasında bıraktığı
derin etki de bundan kaynaklanmaktadır diye ifade
edebiliriz.
Saygılar sunuyorum.
Dr. AHMET TEVFİK OZAN
Kıymetli misafirler zaman akıp gidiyor… Programın bu
nokrasından sonra, kısa bir kitap tanıtımı ve bir belgesel
var. Üçlü İtilaf Devletlerinin Yayınlarına Göre Harbi
Umuminin Menşeleri… Birinci Dünya Savaşı’nın sebeplerini
anlatan… Gerçi “küfür tek millettir” bir hakikat ama
bunların içerisinde de kendi ihtilaflarını belki Osmanlı’nın
lehine tevil eden yayınlar da olmuş… 1915 yılında yazılmış
bir eser. İki Elazığlı, Şahin Yedek ve Savaş Sertel, bu
yayını Osmanlıca ve Fransızca yayınlanmış olmasına rağmen
günümüz Türkçesine kazandırmışlar. Şahin Yedek tarih
bölümünden yüksek lisans almış doktora yapıyor. Şu anda
Şehit Öğretmen Rüstem Şen İlköğretim Okulunda Okul Müdürü…
Kendilerini davet ediyoruz. Bu yayının bize serencamını
anlatsınlar.
ŞAHİN YEDEK
Saygıdeğer Belediye Başkan Yardımcım, Sayın İl Milli Eğitim
Müdürü, Sivil Toplum Kuruluşlarının Değerli Yöneticileri,
Aziz Şehitlerimizin Yüce Gönüllü Yakınları, Kahraman
Gazilerimiz, Sevgili Öğrenciler,
Hoş geldiniz. Birinci Dünya Savaşı hakkında hemen hemen
herkesin az da olsa bilgisi vardır. Belleğimizi tazelemek
üzere birkaç şeyi anlatacağım. 1914-1918 yılları arasında
yaşanan bu savaş, Avusturya Macaristan İmparatorluğunun
birleştirici gücünü elinde tutan Habsburg hanedanlığının tek
veliahdı olan Arşidük FranzFerdinand’ın 28 Haziran 1914’de
GavlioPirinçip adlı bir Sırp milliyetçisi tarafından suikast
sonucu öldürülmesiyle başlamıştır. Olaydan sonra Avusturya
Macaristan İmparatorluğu Sırbistan Krallığına bir ültimatom
göndermiş nihayetinde yıllardır yapılanmakta olan zaten
ittifaklar sisteminin işlemesiyle birkaç hafta içerisinde
Avrupa’nın ana güçleri kendilerini savaşta bulmuşlar,
koloniler yoluyla da savaş bütün dünyaya yayılıp küresel bir
savaş halini almıştır. Veliahdın öldürülmesinden tam bir ay
sonra 29 Temmuz 1914’de çatışma Avusturya Macaristan’ın
Sırbistan’ı işgali işle başlamış bunu Almanya’nın Belçika ve
Lüksemburg’u işgaliyle devam etmiş, ardından Rusya’da
Almanya’ya savaş açarak bu savaşın ilerlemesini sağlamıştır.
Bu sırada Almanya savaşı farklı cephelere yayıp yükünü
hafifletmek, Halife’nin İslam dünyasındaki gücünden
yararlanmak üzere Osmanlı Devleti’nin de bu savaşa dâhil
olmasını sağlamıştır. Osmanlı devleti, Hristiyan dünyası
arasındaki bu savaşa Müslüman tek devlet olarak katılmıştır.
Bu gruba sonradan Bulgaristan’ın da eklendiği hepinizce
malumdur. Savaşın boyutunu anlamak için sayısal değerler
vermek gerekirse bu savaşa 65 milyon asker katılmış, 8 buçuk
milyon asker ölmüş, 21 milyon asker yaralanmış, 8 milyona
yakın asker ise ya esir düşmüş ya da kaybolmuştur. Yani
toplamda 37 milyon insan kaybı yaşanmıştır. Bu savaş bizim
açımızdan Almanya’nın yenilmesi ve savaştan çekilmesi ile
bizim de yenik sayıldığımız bir savaş olsa da içinde mahşere
kadar unutamayacağımız Çanakkale Zaferini, ne yazık ki bu
güne kadar unutulmuş olan Kut-ûlAmare Zaferini yaşadığımız
bir savaştır. Kafkasya cephesi, Çanakkale cephesi, Sina ve
Filistin cephesi, Hicaz-Yemen cephesi ve Irak cephesi olmak
üzere birinci dereceden savaştığımız 5 cephe. İran, Galiçya
ve Makedonya cepheleri olmak üzere üç cephede yardım amaçlı
bulunup savaştığımız cephelerdir. İşte yüzüncü yılında
yayına hazırladığımız bu eser bundan yüzyıl önce
bulunduğumuz bu yıllarda 1915 yılında ki bu yıllarda savaş
son şiddetiyle devam ediyordu. Almanya’da etkili aynı
zamanda yetkili bir makamda bulunan Maliye Bakanı Karl
Helfferich tarafından yazılmıştır. Bu eser aynı yıl Reşit
Saffet Bey tarafından Osmanlı Türkçesine kazandırılmıştır.O
dönem İstanbul’da bulunan Ahmet İhsan ve ortaklarının
bulunduğu matbaada dönemin dâhiliye nazırı aynı zamanda
maliye nazır vekili olmak üzere iki görevi birden üstünde
bulunduran Talat Paşa’nın izniyle, aynı zamanda Talat
Paşa’nın bu kitabın içeriğinin önemine dair önsözünün
bulunduğu bir kitaptır. Az sonra eserin içeriğiyle ilgili
Savaş Bey detaylı açıklamalarda bulunulacağı için bu konuya
çok fazla girmiyorum. Biz hep 1. Dünya Savaşına kendi yani
Osmanlı Devleti tarafından baktık, tarih kitapları savaşın
çıkış nedenini Almanya’nın saldırgan dış siyaseti nedeniyle
çıktığını söyleyerek olayı asgari bir nedene bağlamayı
seçtik. İşte bu eser 1. Dünya Savaşı’nın en önemli aktörü
olan Almanya’nın gözüyle ve belgeleri ortaya koyup
ispatlayarak savaşın hangi nedenlerle çıktığını
görebileceğimiz bir eser olacaktır. Çok hacimli bir eser
olmasa da içerik açısından okuyucuyu sıkmadan kısa sürede
bitireceği aynı zamanda da çok tatmin edecek olacağını
düşündüğümüz bir eserdir. Biz Elazığ’dan da tarihe katkıda
bulunmak üzere Elazığ’ın yetiştirdiği iki araştırmacı tarih
sever olarak bu çalışmayı yaptık. Eğer bir kusurumuz olmuşsa
da af ola.
Hazırladığımız bu kitabın editörlüğünü de yakın zamanda
vefatıyla aramızdan ayrılan Atatürk Üniversitesi Tarih
Bölümü Öğretim üyelerinden doktora danışma hocam rahmetli
Cemil Kutlu Hoca’m yapmıştır. Ona da huzurlarınızda
Allah’tan rahmet diliyorum. Programın hazırlanmasında emeği
geçen herkese teşekkür ederim.
Dr. AHMET TEVFİK OZAN
Kıymetli misafirler,
“Üçlü İtilaf Devletlerinin Yayınlarına Göre Harbi Umuminin
Menşeleri” kitabının naşirlerinden Şahin Yedek Bey’e çok
teşekkür ediyoruz. Savaş Sertel Bey, Tunceli Üniversitesinde
yardımcı doçent… Cumhuriyet tarihi üzerinde doktora yapmış.
Kendilerine kitabın muhtevası hakkında neler anlatacak diye
soruyor ve sahneye davet ediyorum...
DR. SAVAŞ SERTEL
Özellikle Şahin Hoca’ma çok teşekkür ederim. Sağ olsun benim
dememe bile gerek kalmadan çok güzel bilgiler verdi. Ama bu
kitapla ilgili genel olarak birkaç bilgi de ben vermek
istiyorum. Öncelikle 1. Dünya Savaşında itilaf devletleri
diye adlandırabileceğimiz üç devlet vardır: İngiltere,
Fransa ve Rusya. Almanya’nın maliye nazırı olan Karl
Helfrich bu üç ülkenin resmi olarak yayınladığı kaynaklardan
istifade ederek bir kitap yazıyor. 1915 yılında. Bu kitaplar
yani İngiltere, Rusya ve Fransa tarafından yayınlanmış olan
resmi kaynaklar çeşitli isimlerle daha sonra tekrar
adlandırılıyor. Mavi, sarı ve turuncu kitap... Bunlar da
kitapların renklerinden dolayı bu isimleri alıyorlar ve bu
kitaplar her ülkenin resmi kaynağı olarak kullanılıyor. Karl
Helfrich bu üç ülkenin yayınladığı mavi, sarı ve turuncu
kitaptan istifade ederek bu üç devletin savaş sırasında ve
öncesinde yaptığı düştüğü çelişkileri ortaya çıkarıyor ve
aslında savaşın müsebbibi olan Rusya’nın İngiltere ve Fransa
tarafından desteklendiğini ortaya çıkarıyor. Bunları da
itilaf devletlerinin kendi kaynaklarından ortaya çıkarıyor.
Bu nedenle aslında bu kaynak Türkçeye daha doğrusu günümüz
Latin abcsiyle yazılan Türkçeye 1. Dünya Savaşı ile ilgili
ezberden bildiğimiz bilgileri alt üst edecek bir kaynaktır.
Biz klasik olarak ne gördük; Almanya saldırgan politikalar
içindeydi, Avusturya Macaristan saldırgan politikalar
içindeydi, itilaf devletleri de barışçı devletlerdi, barışın
yapılmasını istiyorlardı, dünya barışına katkıda
bulunuyorlardı ama çaresiz kaldılar Almanya’ya saldırdılar,
Almanya Rusya’ya saldırdığından dolayı. Oysa belgelerden, bu
kaynaktan gördüğümüz kadarıyla hiçbir sorun olmadan
Sırbistan sorunu çözülmek üzereyken Rusya’nın seferberlik
yapması, bu seferberliğin İngiltere ve Fransa tarafından
desteklenmesi İngiltere ve Fransa’nın Akdeniz’de ve Manş
denizinde ortak tatbikatlar yapması sonucu savaşa çok daha
önceden karar verdikleri ortaya çıkıyor. İkincisi bu dönemin
İngiliz dışişleri bakanı Edward Gray’in İngilizce ve
Fransızca olarak dışişleri bakanlığına yazdığı mesajlar var.
Bu mesajlardan birinde şunu söylüyor. Diyor ki ‘’biz İngiliz
kamuoyuna İngiltere’nin hiçbir menfaati olmayan Sırbistan
yüzünden savaşa girdiğimizi hiçbir zaman açıklayamayız.
Aslında İngiltere’nin hiçbir menfaati olmayan Sırbistan
yüzünden biz savaşa giriyoruz’’. Aslında Edward Gray burada
bir oyun oynuyordu. ‘’Sırbistan yüzünden savaşa giriyoruz’’
u tiyatro olarak insanların önüne sundu ama aslında
İngiltere’nin savaşa giriş sebebi Osmanlı İmparatorluğunun
elindeki petrol bölgelerini eline geçirmekti ve İngiltere
buna 1800’lü yıllarda karar vermişti, 1914’de değil. Şunu
görüyoruz Birinci Dünya Savaşı’nın asli kaybedeni Osmanlı
Devleti olmuştur. Almanya’nın asıl kaybeden olması
gerekirken asıl kaybeden Osmanlı Devleti olmuştur. En fazla
toprak kaybeden paramparça olan Osmanlı Devleti olmuştur.
Aslında Sırbistan meselesi, Avusturya’nın ve Almanya’nın
saldırganlığı meselesi tamamen günümüzde de batılı büyük
devletlerin oynadığı gibi bir tiyatroydu. Bu kitap
arkadaşımın dediği gibi hacmi pek fazla değil 74 sayfa ama
gerçekten çok doyurucu bilgiler içeriyor ve çok yeni
bilgiler içeriyor. Neden çok yeni bilgiler içeriyor? Bu
kitap yüz yıldır günümüz abc’sine çevrilmemiş ve bu eserde
şu ana kadar araştırmacılar ve amatör tarihçiler istifade
edemediler. Biz bu eksikliğin giderilesi amacıyla birincisi
bu, ikincisi -eser 1915’de yazılmış- eserin yüzüncü yılı
olması münasebetiyle, bir diğeri ise Birinci Dünya
Savaşı’nın yüzüncü yılı olması münasebetiyle günümüz
latinabcsine çevirmeye karar verdik ve çok sağlıklı bir
karar verdiğimizi de düşünüyorum. Ayrıca dünya kamuoyundaki
batılı devletler dediğimiz devletlerin barışçılık rollerini
de bu kitap aksine barışçı olmadıklarını ve çok güzel bir
tiyatro sergilediklerini ortaya çıkartıyor. Bunun dışında
Karl Helfrich aslında çok zeki bir insandır. Almanya’nın
maliye bakanlığını yapmıştır. Karl Helfrich şunu söylüyor
savaş sonrasında ‘’Almanya’nın ekonomisini çavdara
endekslersek ve çavdardaki fiyat iniş ve çıkışları çok düşük
olduğundan dolayı Almanya’da enflasyonu çok düşük bir
seviyede tutabiliriz.’’ O dönem için dünya tarihinde
görülmemiş bir olaydı. Gerçekten çok zeki bir insandır ve
çok genç yaşta profesör olmuştur. Almanya’nın bir dönem
Moskova büyükelçiliği yapmıştır. İki bakanlık yapmıştır.
Özellikle maliye bakanlığı dönemindeki faaliyetleri Almanya
ekonomisine çok büyük katkılar yapmıştır. O dönemin
Almanya’nın ihtiyaç duyduğu iki üç milyar mark yerine 13-14
milyar markı toplayabilmiştir. Talat Paşa da bu esere bir
önsöz yazıyor ve Karl Helfric’in faaliyetlerinden,
yaptıklarından, yazdığı kitabın faydalarından çok net bir
şekilde bahsediyor ve şunu açıkça söyleyebilirim İttihat ve
Terakki’ci olup zaman zaman hatalara düşüp Osmanlı
Devleti’nin yıkılışında birinci dereceden etken olmuş
olmalarına rağmen Talat Paşa çok zeki bir insandır. Bu
yüzden tarihi – siyasi fikirlerine çok öne vermişimdir.
Gerçekten bu eser 1915’den sonra latinabc’sine geçildikten
sonra kaybolmuştur. Bir diğer önemli mesele kitapta
Rusya’nın saldırganlığının ortaya çıkarılmasıdır. Helfrich
şunu diyor ‘’Rusya sadece Almanya’ya karşı değil dünya
devletlerine karşı saldırgan bir devlettir ve bunu her
fırsatta ortaya koymuştur’’. Bakın bunu yakın tarihte
Suriye’de görüyoruz. Rusya’nın Suriye’de ki faaliyetleri,
Türkiye ile yaşadığı çatışmalar, uçak krizi ve şu an
günümüzde Türkiye ile yaşadığı meseleler yüz yıl önce de
aynıydı, yüz yıl sonra da aynı. Rusya’nın politikalarında
çok bir değişiklik olmamıştır. Saldırganlığında çok bir
değişiklik olmamıştır. Dünyaya bakış açısında çok bir
değişiklik olmamıştır. Akdeniz’e inmek dünya politikasına
hâkim olmak ve dünyada koparabileceği kadar kısım koparmak.
Burada ikinci bir mesele vardır. Aslında Rusya batılı
devletlerle düşmanmış gibi görünmüş olsa bile fikirlerde,
düşüncelerde, faaliyetlerde bakıyorsunuz İkinci Dünya
Savaşı’nda da batılı devletlerle yani İngiltere ve Fransa
ile ittifak yapıyor. Bu da büyük bir zıtlıktır. Helfrich bu
zıtlığı da ortaya koymuştur. Tabi kendi eserimiz olduğu için
üzerinde sürekli vurguluyoruz ama gerçekten bizim açımızdan
çok önemli bir kaynak. İnşallah tarihçilerin ve
araştırmacıların çok büyük katkısı olacaktır ve bu nedenle
bu eseri yayınlayan Manas Yayıncılık’a ve Şener Bey’e çok
teşekkür ediyorum. Beni sabırla dinlediğiniz için sizlere de
teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.
Dr. AHMET TEVFİK OZAN
Kıymetli misafirler, Dr. Savaş Sertel’e teşekkür
ediyoruz…Sırada bir belgeselimiz var….Mustan Umut Bodur bir
öğrenci, aslında… Isparta’da doğmuş,Niğde Ömer Halisdemir
Üniversitesi’ndeiki yıl Radyo ve Televizyon tahsili yapmış,
daha sonra dikey geçişle Elazığ’a Fırat Üniversitesine
gelmiş… Elazığ’a gelince bir şansı olmuş Fırat Üniversitesi
İletişim Fakültesi Öğretim görevlisi Recep Bağcı’yı tanımış.
Ve ardından da Manas’a gidip Şener Bulut ile tanışıncabu
güzel bir eser ortaya çıkmış… Şimdi bu belgeseli izleyelim,
sıkılmayacağınız bir eser, daha sonra programın resmi
kapanışını yapacağız… İzliyoruz efendim…!
Dr. AHMET TEVFİK OZAN
Kıymetli misafirler,
Genç bir arkadaşımız Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi
Radyo Televizyon bölümü öğrencisi Mustan Umut Bodur…ilk defa
bu salonda seyretmiş olduğunuz bu eserin yapımcısı…
Kendileri bu eserin nasıl ortaya çıktığını bize kısa
cümlelerle anlatacak. Kendisini buraya davet ediyoruz.
Sözü Mustan Umut Bodur’a bırakıyoruz…!
MUSTAN UMUT BODUR
Hoşgeldiniz. Yemen bizim milletimizin hafızasında biraz
silik yani yeteri kadar bilinmiyor. İnsanlar sanki bunu
yazılmış çizilmiş bir hikâye gibi o türküyü dinleyince sanki
birileri yazmış bir roman yazmış kurgulanmış gibi tanımlıyor
ama Yemen Türk tarihinde, bizim tarihimizde çok önemli bir
yeri var. Bizim Yemen’de binlerce askerimiz binlerce
askerimiz daha savaşmadan şehit oluyor efendim. Bu
coğrafyaya giderken Harput’tan değişik vilayetlerden hatta
Kafkaslardan bu coğrafyaya giderken askerler limanlara kadar
yürüyorlar ve gemilere bindiriliyorlar ve bu askerlerin
birçoğu hayatlarında deniz dahi görmemiş. Üstelik bindikleri
gemiler İngiliz gemileri. Bizim o dönemde efendim İskenderun
limanından kalkıp Yemen’e askerlerimizi götürecek gemimiz
dahi yok. İşte biz o dönem Yemen’de bu şartlar altında savaş
verdik ve askerlerimiz surlara sıkıştığı zaman Mehmet Tevfik
Bey’in ifade ettiği gibi açlıktan şehit oluyorlar. İmam
Yahya’ya bir birlik gönderiliyor. İmam Yahya Sana’nın
boşaltılmasını istiyor, Sana’nın kendisine terk edilmesini
istiyor fakat bizim komutanlarımızın verdiği cevap şu
‘’vatan toprağını tek etmektense açlıktan ölmek evladır.’’.
İşte biz Yemen’de böyle mücadeleler verdik bu durum beni
etkiledi. “Yemen Türküsünü” araştırmaya başladığım zaman
daha fazla sürekli daha fazla merak uyandırdı ve bu
belgeselde anlatılanın daha ötesinde şeyler var yani
belgesele sığdıramadığım konular var. Mesela Taizz var
Şehara var bir geçit var. İsyancı bir İmamı alabilmek için
bir köprüyü geçmek gerekiyor fakat bölge öyle bir coğrafi
konuma sahip ki burada tek bir kurşun dahi atamadan evet tek
bir kurşun dahi atamadan binlerce askerimiz şehit oluyor.
İşte biz bu şekilde kaybettik askerlerimizi. Hiç bir şey
yapamadan kaybettik ve bunun arkasında yine dönemin meşhur
ülkeleri İngilizler ve Fransızlar rol alıyor. Bunlar ciddi
manada isyana destek vermişler fakat bu hususta şunu
söylemeden edemeyeceğim. Bizler İmam Yahya’ya milletimize bu
acıları yaşattığı için kızıyoruz fakat tarihin cilvesi olsa
gerek ki 1911 yılından sonra İmam Yahya ile Osmanlı hükumeti
anlaşma imzalıyor. Bu anlaşmadan sonra 1918 Mondros
Mütarekesine kadar İmam Yahya İngilizlere ve Fransızlara
sırt çeviriyor ve yeniden Osmanlı saflarında yer alıyor.
Bunun bir hediyesi olarak Mondros Mütarekesinde Osmanlı da
Yemen’i İmam Yahya’ya bırakıyor. Bu şekilde Yemen Devleti
bağımsız olarak ilk defa kurulmuş oluyor. İşte bunları
anlatmak istedim, bunların bilinmesini istedim ve böyle bir
belgeseli çektim.
Teşekkür ederim.
1905 HARPUT’TAN YEMEN’E
Metin Yazarı / Senaryo / Kurgu - Mustan Umut Bodur
Bu aziz vatanımızda, ezanların ebediyen susturulması,
namusumuzun ayaklar altına alınması için düşmanımız
birleşmiş ve söz birliği yapmıştır. İşimiz çetindir, ama
çaresiz değildir. Belki ülkemizde bir nesil ölecek ama bin
nesil doğacaktır.
Rütbesiz Nefer
Alayapraklı Ahmet oğlu Müderris Musa Efendi
Eşine gönderdiği mektuptan…
Yemen. Anadolu’da bacası tüten her evin şehit verdiği bu
ülkenin adıdır. Ninelerimiz gidip de dönülmeyen acıların ve
hasretin ülkesi Yemen için “adı batası Yemen” demişler.
Anadolu’nun kanayan yarası, acının ve gözyaşının ülkesi, adı
batası, Yemen için ağıtlar yazılmış, türküler söylenmiş.
Osmanlı imparatorluğunun 400 yıl hükmettiği bu topraklar
nice yiğitlerimizi yutmuş. Kızgın kum emmiş Anadolu’nun
yağız delikanlılarının kanlarını. Anaların gözyaşı sel olmuş
akmış akmasına da ne Yemen’e kavuşmuş ne de kendi
içlerindeki yangını söndürmeye yetmiş. Doğrusu yaman vurmuş
Anadolu’yu adı batası Yemen.
Gelin isterseniz tarihin derinliklerine uzanıp tanımaya
çalışalım bu acılar ülkesini. Portekizlilerin deniz ticaret
bölgesini elde etmek istemesi ve çeşitli saldırılar
düzenlemesi Osmanlı devletinin Mısır topraklarına
yönelmesini kaçınılmaz hale getirmişti. Tarih 1516’yi
gösterdiğinde Yavuz Sultan Selim Han, Mısır topraklarına
hükmeden Memluk Devletini yıkmış ve Mısır topraklarını
almıştı. Olaylar böyle gelişince Yemen Emiri İskender, Yemen
halkını Sana’nın büyük camisi Cami-i Kebir’de toplamış,
İslam’ın yeni halifesi Yavuz Sultan Selim Han adına hutbe
okutmuş ve halifeye bağlılığını bildirmişti. Ancak, Yemen
halkı Emir İskender’e uymamış; isyan etmişti. 1520 yılında
Yavuz Sultan Selim Han’ın vefat etmiş, tahta Yavuz Sultan
Selim Han’ın oğlu Kânun-i Sultan Süleyman Han oturmuştu.
Kânun-i Sultan Süleyman Han’ın ilk icraatlarından biri de
dönemin Mısır Valisi Hadım Süleyman Paşa’ya Yemen’in
alınmasını emretmek olmuştur. Çeşitli nedenlerden dolayı
Yemen meselesi bir süre ertelense de Hadım Süleyman Paşa,
Yemen’i 1539 yılında Osmanlı topraklarına katmıştı. Ancak,
Yemen’in Osmanlı topraklarına katılması bu bölgedeki
isyanları uzun bir süre ertelense de sona erdirememişti.
Yemen İsyanların devamını iki nedene bağlayabiliriz. Birisi
Yemen’in dağlık bölgelerinde yaşayan halkın yani Zeydiler’de
yöneticiliğin, Zeydilerin yöneticilere verdiği isimle
imamlığın babadan oğula geçmesi; ikinci sebep ise Ümit
Burnu’nun 1500’lü yıllarda keşfedilmesi, Süveyş Kanalı’nın
açılması, deniz ticaret yollarının önemi artması ve Yemen’in
bu güzergâh üzerinde olmasıdır. Özellikle ikinci neden
Fransız ve İngilizlerin bölgeye hâkim olma duygularını
kamçılamış; Avrupa’da sanayi devrinin gelişmesiyle birlikte
bölgede bulunan kömür yatakları da bu ülkelerin iştahını
kabartmıştır. Bütün bu nedenlerden dolayı Fransızlar ve
İngilizler, Osmanlı Devleti’nin elinden bu bölgeyi almak
istiyorlardı. Hal böyle olunca bu iki sömürge ülkesi sürekli
olarak Yemen halkını kışkırtıyor, Osmanlı’ya isyan
ettiriyor, böylesi bir kaos ortamından da fayda
sağlıyorlardı. Amaçlarına ulaşmak için de bölgede bulunan
imamlarla gizli anlaşmalar imzalıyor; dini bilgisi kuvvetli
Lawrence gibi ajanlar yetiştiriyorlar ve bu ajanları Yemen
halkın içinde uzun süre yaşamalarını sağlayıp halkın
güvenini kazandıktan sonra Osmanlı aleyhine propaganda
yapmasını sağlıyorlardı. Yemen halkı bu insanlara inanıyor
ve güveniyordu. Bu şekilde halkı kışkırtıp sürekli olarak
isyan çıkmasını sağlayıp bu bölgede Osmanlı devletinin
otoritesini azaltarak, bir otorite boşluğu yaratmak ve bu
durumu kendi çıkarları için kullanmak bu devletlerin
vazgeçilmezleriydi. Böyle olunca da Yemen’de isyanların ardı
arkası kesilmiyordu.
LÜTFÜ PARLAK:İşte Osmanlı imparatorluğu Yavuz (Yavuz Sultan
Selim) zamanında Yemen’i almak suretiyle hicaza güneyden
gelecek tehlikeleri önlemek için orayı fethetmiştir. Ve
oranın bir anlamda hizmetçisi olmuştur. Fakat gün gelmiş
devlet zayıflamış siyaset birbirine karışmış. Neticede
İngilizler kışkırtmasıyla İmam Yahya isimli bir Yemen
milliyetçisi maalesef Osmanlıya senelerce kan kusturmuştur.
İngilizlerin gemilerine binmek suretiyle askerlerimiz
üstlerine gönderilmiş hatta orada bir yıla yakın hatta bir
yılı aşkın esir hayatı yaşadıktan sonra askerlerimiz yine
İngiliz gemileriyle maalesef İstanbul’a getirilmişlerdir.
Yani biz İngiliz gemileriyle gidip İngiliz gemileriyle
döndüğümüz Yemen bizim için gerçekten hazin bir tablo hazin
bir coğrafya olmuştur.
Vali Mehmet Tevfik Bey, o günleri anılarında şöyle anlatır;
“Kuşatmayı kurmak için 5. Ordu artıklarından bir grup
Sana’ya girmeyi başardı. Ancak bir süre sonra bu kuvvetlerin
isyanı bastıracak gücü olmadığı ortaya çıktı. Şimdi onlar da
bizimle birlikte Sana surları arasında mahsur kaldılar. Her
geçen gün dayanacak gücümüz azalıyordu. İstanbul’dan;
‘’asker göndereceğiz’’ şeklinde telgraflar çekiliyor,
beklememiz isteniyordu. Ama açlık dayanılmaz hale geldi.
Şimdi günlük otuz gram torba katığı dağıtabiliyor; yük
taşıyan katır, eşek ve develeri yiyoruz. Artık yiyecek hiç
bir şey kalmadı. Atlar kesilip yenildiği için süvari birliği
bile kalmadı. Askerler halkın meyve bahçelerindeki ham meyve
ağaçlarına saldırıyorlar. Açlıktan ölümler başladı. Asker,
subay ve ailelerinden günde altmış kişi ölüyor. Bir ay evvel
6 bin olan asker sayısı ölümler, firarlar ve kayıplar
yüzünden 2 bine düştü. Elde kalanlar savaşamayacak kadar
bitkin durumdalar. Askerin bazıları elindeki tüfeği iki
ekmek parasına satıyor. Açlıktan aklını oynatan askerleri
ölümle tehdit etmemize rağmen durduramıyoruz.”
Bu durum üzerine İmam Yahya, Sana’nın kendilerine teslim
edilmesi ve Menaha’nın devletin elinde kalması yönünde bir
şartname hazırlatmış ve Vali Mehmet Tevfik Bey’e
göndermişti. Tevfik Paşa, devletin daha sonra ordu gönderip
Sana’nın geri alınacağını bildiği için kalan askerleri
kurtaracak şartnameyi onayladı. Bunun üzerine askerler ile
birlikte Sana’yı boşaltmaya başladı. Tarih 20 Nisan 1905’e
gelindiğinde İmam Yahya Sana’yı işgal etmiş ve Osmanlıdan
kalan yaklaşık on altı bin silaha da el koymuştur. Bu
isyancı bir İmam için oldukça büyük bir kazanımdır.
Yemen, Türk askerleri için gittikçe büyüyen bir azap olmaya
başlamıştı. Osmanlı, artık Yemen’deki isyancılarla değil
kendi çıkarları için Müslümanları birbirine düşüren
İngilizler ve Fransızlarla da savaşıyordu. Fakat her ne
pahasına olursa olsun Osmanlı Yemen’den vaz geçemezdi. Çünkü
Yemen, hem hac vazifesini yerine getirecek olan
Müslümanların Hicaz bölgesine gitmek için kullandığı yol
iken hem de Süveyş kanalının açılmasıyla birlikte gemi ile
yük taşımacılığında bölgesindeki en kısa ve en önemli
ticaret yolu haline gelmişti. Ayrıca Yemen’i bırakmak demek
onları İngilizlerin ve Fransızların kucaklarına atmak
demekti. İsyancılar bunu ne kadar bilmeseler de İngiliz
ajanlarının yaptığı İngiliz himayesine girme propagandaları
bunun en büyük göstergelerinden biriydi. Bunu İstanbul
hükümeti çok iyi biliyordu ve Yemene asker gönderilmesi için
Bab-ı Ali’ye gerekli bilgiyi ve evrakları gecikmeden
göndermişlerdi. Bab-ı Ali’ye gönderilen evraklar Anadolu’dan
asker toplanması yönündeydi. Anadolu’nun birçok babayiğidi
Yemen’e gidecekti. Anadolu çok iyi biliyordu ki Yemen gitmek
‘’geri dönüşü olmayan bir yolculuktu’’.
ERHAN SARAÇOĞLU:Ordularımızı muhtelif cephelerde savaşmaya
mecbur eden o yabancı kuvvetler İngiliz’i, Fransız’ı,
İtalyan’ı bunlar ordularımızın gücü zayıflasın diye muhtelif
cephelerde savaşmaya icbar ediyorlar. Ve dolayısı ile
bunlardan bir tanesi de yemen cephesi oluyor. Yemen
cephesine askerlerimiz Anadolu’nun her yerinden akın akın
gönderilmiştir. Bunlar Doğu Anadolu’da şu yöremizde
bulunduğumuz şu coğrafyada Elazığ’da toplanırlar. Tabi belli
merkezlerde toplayıp göndermesi lazım... Bu bakımdan ta II.
Mahmut zamanından yapılmış olan bir redif kışlası mevcut
olduğunu biliyoruz ve redif kışlasında toplanırlar.
Zaman, doğan büyüyen her gencin kılıçtan geçtiği, mermi ve
top atışlarının arasında can verdiği acımasız bir zamandı!
Ve Anadolu’da bir şehir! Anadolu’nun dört bir yanında olduğu
gibi savaşın acılarını yüreğinin derinliklerinde hisseden
bir şehir. Evlatlarını vatan için, din için, devletin bekası
için savaşa gönderip yollarını gözleyen bir şehir. Geri
dönmeyen yüzlerce evladının acısını içine gömen, gencecik
fidanları için ağıtlar yakan bir şehir. Bu şehir, bu gün
Türkiye’nin Elazığ sınırları içerisinde bulunan, tarihin ve
kültürün şehri; Harput şehri!
Yemen isyanlarının başlamasıyla Hoca İshak Efendi ailesine
mensup Harputlu İzzet Paşa; Yemen redif orduları grup
komutanlığına atanır. Bu atama ile İzzet Paşa’nın omuzlarına
büyük bir yük biner. İzzet Paşa, savaşlarda askere komuta
etmek için yetişmiştir fakat kendi hemşerilerinden can
istemek belki de olması gerekenden fazla bir yüktür.
Takvim yaprakları 14 Mayıs 1905’i göstermektedir.
Harputlu İzzet Paşa, Elazığ’da bulunan tarihi valilik
binasında rütbeli subaylar ve Harput uleması ile öğleden
önce bir toplantı düzenleyerek; 1904 yılında Yemen’de
isyanların nasıl başladığını ve nasıl geliştiğini bir
felaket senaryosu çizerek anlatır;
Yemen imamı Hamüdüddin’nin ölümü üzere imamlığı oğlu Yahya
devralır. O dönemde Yemen Valisi Abdullah Paşa’dır. Yemen’de
birkaç yıldır kıtlık ve kuraklık hüküm sürmektedir. Kıtlık
nedeniyle Zeranik ve Taiz tarafındaki kabileler isyan eder.
Bunu gören İmam Yahya, 1904 yılı Temmuz ayı başlarında
Sana’a kadısının evini kurşunlatarak isyan bayrağını açar.
Vali Abdullah Paşa, askere lazım olacak erzakı depo
ettirmeyi ihmal etmiştir. Eylül 1904’de Vali Tevfik Bey,
Yemene atanır, Ekim 1904’de Vali Abdullah Paşa Yemen’den
ayrılır. Bu tarihten sonra Yemen’de Mehmet Tevfik Bey
valilik yapacaktır. Abdullah Paşa’nın Yemen’den ayrılmasıyla
İmam Yahya, Sana’a surlarını kuşatır ve Sana’a içindeki
askerlerimizi surların arasına sıkıştırır. Yollar eşkıya
tarafından tutulduğu için Sana’a’ya erzak giremez ve
açlıktan günde 60-65 kişi ölmeye başlar. Vali Mehmet Tevfik
Bey durumu İstanbul’a bildirir. İstanbul, Ferik Rıza Paşa’yı
görevlendirir ve Anadolu’dan 48 taburluk asker birliğini
Yemen’e gönderir. Ancak ordu Sana’a’ya varmadan erzaklarını
isyancılara kaptırır; zorlukla Sana’ ya sığınır. Sana’a’da
kıtlık zaten had safhadadır. Yeni birliklerin gelmesiyle
birlikte durum daha kötü hâl alır.
İzzet Paşa aynı gün toplantıdan hemen sonra Harput ahalisine
Sara Hatun cami önünde toplanma emri verir.
ZEKERİYYA BİCAN:1905 yılında Harput’tan Yemene asker
gönderilmesi çok elim bir şekilde ifade ediliyor. İzzet Paşa
bugünkü Harput’ta Sara Hatun camisinin sol tarafında daha
beş on gün önce tahtadan yapılan bir konuşma kürsüsü üzerine
çıkarak ‘’ben bugün Harput’a sadece öğle namazını kılmaya
değil sizlerden can istemeye geldim’’ demiş ve yaptığı
açıklamada her evden bir kişinin mutlaka yemene asker
göndereceğini ifade etmiş. Harput ahalisi bunu duyduğu zaman
1876 yılında meşhur 93 harbine gidip sağ dönen gaziler
üzülerek içleri bulanmış ama gençler sağ ol yaşa var ol vali
paşam diyerek onu alkışlamış ve savaşa gönüllü gideceklerini
alkışlarıyla beyan etmişler. Gerçekten yüzlerce Harputlu
Yemen’e gitmek üzere gönüllü yazılmışlar.
İzzet Paşa daha sonra Yemen’deki isyanların bastırılması
sırasında kendisine bağlı iki Yemen Arap redif alayının
ihanetine uğrayarak Türk asker ve subayları ile birlikte
şehit edilerek naaş-ı paramparça edilecektir.
ZEKERİYYA BİCAN:Okur-yazarların savaştan, askerlikten muaf
tutulduğu bir devirde müderris unvanı yani bugün profesör
olan genç bir kişi yemen gönüllü yazılmış. Müderris Musa
ismindeki bu zat Yemen’in düşmesi Suudi Arabistan’daki
toprakların düşmesine sebep olacağını çok yakından biliyor
ve hatta eşi ve çocukları önce karşı çıkıyor fakat onun
izahı üzerine onlarda razı oluyorlar. Ve bir öğrencisiyle
beraber gönüllü yazılmış. Nammaz İdris oğlu Yaşar diye bir
öğrencisiyle yemen gidiyorlar. Orada sekiz sene o isyanları
bastırmakla ilgili taburların birliklerin içinde savaşa
katılıyorlar.
Tarih 7 Temmuz 1905 Cuma
Harput ahalisi yaklaşık iki ay öncesinden Yemen’e Harput’tan
ve çevresinden askerlerin gideceği haberini bizzat Harputlu
İzzet Paşa tarafından almıştı. Bu iki aylık zaman
çerçevesinde Yemene gidecek askerler belirlenmiş ve kayıtlar
yapılmıştı. Yemene gidecekler arasında Müderris olması
sebebiyle devletin kendisini askerlikten muaf tutmasına
rağmen gönüllü olarak yazılmış Musa Efendi de vardı. Artık
yavaş yavaş hareket saati yaklaşıyordu. Harput’ta bu güne
kadar görülmemiş sıcak bir gün yaşanıyordu. Sıcak, adeta
insanların iliklerine işliyordu. Bu sıcağın altında askere
gidecek delikanlılar, yavaş yavaş toplanıyor belki de
aileleriyle son kez vedalaşıyorlardı.
E. ALBAY LOKMAN TASALI:Şimdiki beyaz çeşme, İmam Hatip
Lisesi’nin olduğu yer ve aşağıya doğru askerlik şubesi de
var. Onlar hep yıkıldı şimdi. Orada Yemene gidenler
toplanıyor. Binlerce, binlerce insan... Bir uğultu halinde
ağlama sesleri var. Burada analar, kızlar; abilerine
sevgililerine sarılmış ağlıyor, anlatıyor, bir şeyler
söylüyorlar bir birlerine. Ve en sonunda bir borazan
çalıyor. O borazan, hareket borazanı. Efendim o hareket
borazanı çalar çalmaz binler sarılıyor yeniden birbirlerine.
Yürüyüş başlıyor. Öyle ki konvoy Perçenç’e ulaştığı zaman
hala yürüyüş kolonunun sonu gelmiş değil. Bu kadar çok giden
var. Harput ve çevresindeki bütün delikanlılar, giderken
Harput’un güney batısında dua dağı var. Dua dağı kelimesi
oradan geliyor. Rahmetli babam öyle derdi. Orada dua
okuyorlar. Kuran okuyorlar. Yemene gidenler dizilmiş
gidiyorlar. Efendime söyleyeyim. Orada taa toplanma
bölgesine gidene kadar o dua dağında dualar ediliyor. Hatta
hoyratlar mayalar söyleniyor:
“Gider oldum tedarikim görüldü
Bizim kısmet Yemen ele verildi
Yola çıktım yâr boynuma sarıldı
Git yiğidim, sağlık ile gelesin”, devlet emri tabi gidecek.
Bakıyor sevgilisi ümit yok. O da maya okur. İşte bu mihver
üzere söyleniyor bir defa. Bu defa oradan bir cevap… O
gidenlerin arasından tabi. Oradan da bir cevap geliyor.
Böyle bir atışma ile gidiliyor…
Dua dağı! Anaların babaların bacıların nişanlıların ve nice
güzel insanların feryadına şahitlik eden dağ! Duaların
birikerek dağ olduğu dağ! Gidip de dönülmeyen yerden, Yemen
ellerinden, evlatlarımız sağ salim dönsün diye Kur’an
seslerinin, duaların bir ağızdan yükseldiği dağ! Binlerce
insanın acısını, bağrına basan dağ! Bakıp geçmek yetmez Dua
dağına. Anlamak gerekir Dua dağını. Yemen’in binlerce
kilometre ötesinde, Yemen’in acılarını anlatır Dua dağı…
Hareket borazanın çalmasıyla birlikte askerler Harput’tan
taburlar halinde hareket ederler. Yol güzergâhı çoktan belli
olmuştur. Harput’tan hareket eden askerlerimiz hanlar arası
seyahat ederek Amanos ya da diğer ismiyle Nur dağlarını
aştıktan sonra İskenderun limanına inecekler. Hanlar arası
yolculuklarda bazen mekkâreler, bazen de o dönemin ismi ile
şimendifer yani tren kullanılırdı. Fakat genellikle yaya
gidilirdi. Kahramanmaraş’tan başlayarak Hatay’ı boydan boya
geçen, tarih öncesi çağlarda mağaralarıyla insanlara barınak
olmuş, yüksek zirveleri ve sarp yamaçlarıyla Amanos
dağlarına gelindiği zaman ise asker zayiatı çoktan
başlamıştı. Askerlerimiz geçit vermez Amanos dağlarını
aşarken bitkin düşmüş ve bazı askerlerimiz bu ağır yolcuğun
bir parçası olan Amanos yamaçlarda şehit olmuştu.
Diğer taraftan isyanın devam ettiği süre içerisinde asker,
sürekli olarak Anadolu’dan toplanmış ve farklı zamanlarda
Anadolu’dan asker toplanmaya devam edilmiştir. Anadolu’nun
birçok ilinden toplanan askerler kuzeyde Karadeniz kıyı
şeridi boyunca bulunan limanlardan, batıda İstanbul ve İzmir
limanlarından ve güneyde Akdeniz kıyı şeridi boyunca
özellikle Mersin ve İskenderun limanlarından gemilerle
aktarım yapılmıştı.
ERHAN SARAÇOĞLU:Sadece Elazığ ve yöresinden Elazığ’ın
çevresinden redif kışlasına toplanıp da gidenler değil
yemene gidenler. İzmir’den gidenler var. Bir romanımızda şu
ifadeye rastlamıştım okuduğum yıllarca öncesinde. İzmirli
bir hanım oğlu veya torunu yemene gitmiştir. Yaşlı hanım
gayet tabi cahil coğrafi bilgisi yok. Orada bir gence
soruyor. Oraya gittiği için torunu veya oğlu gence soruyor,
yerini öğrenmek istiyor. Yemen neresi evladım? İzmir’e yakın
mı? Düşünebiliyor musunuz? Yemene gönderen anaların
nenelerin hali de bu. Nereye gittiğini de bilmiyor…
Devletin elinde yeterli miktarda vapur bulunmadığı için
Fransa ve İngiltere’den yük gemileri kiralanır. Harput’tan
ve değişik vilayetlerden Amanos Dağlarını aşıp İskenderun
limanına ulaşan askerlerimiz bu gemilere bindirilir. Her
gemiye takribi 2500 asker, 150 yük hayvanı ve yeterli
miktarda erzak alınır ve nihayet deniz yolculuğu başlar.
Yolculuk iki aşamada gerçekleştir. Gemiler ilk olarak Süveyş
kanalının girişinde bulunan Port-Said şehrine uğrar, şehirde
az bir zaman konaklar; yeterli miktarda erzak ve gemi için
kömür alındıktan sonra Süveyş kanalından geçerek Hudeyde
limanına ulaşır. Bazen kanaldan geçecek gemilerin ücretleri
ödenemediği için askerler haftalarca burada beklemek zorunda
kalırlar.
Deniz yolculuğu askerlerimiz için çok sıkıntılı geçer.
Gemilerin olması gerekenden fazla yüklenmesi; hayatında hiç
deniz görmemiş ve bu kültüre alışık olmayan askerlerimizin
değişik hastalıklara yakalanmasına sebep olur. Anadolu’nun
birçok babayiğidi bu uçsuz bucaksız denizlerin ortasında
şehit olur. Naaşları sıcak hava nedeniyle diğer askerlere
hastalık bulaştırmaması için denize atılır. Denizler, nice
şehidimize mezar olur. Akdeniz’in ve Kızıldeniz’in masmavi
suları şehitlerin üzerlerini örter.
Nihayetinde bir aydan fazla zaman dağları, denizleri aşan
askerlerimiz, Hudeyde limanına ulaşır. Anadolu’da görülmeyen
sıcakların her tarafı kasıp kavurduğu uçsuz bucaksız çölleri
aşarak Yemen’e ulaşılır.
Yemen güneyinde Aden Körfezi batısında Kızıldeniz olmak
suretiyle iki tarafı denizlerle çevrili, Orta Doğu’da Arap
yarımadasının güney-batısında geçit vermez sarp yamaçların,
tepeliklerin ve uçsuz bucaksız çöllerin bir arada bulunduğu
bir ülkedir. Kurak bir iklimi vardır.
Hudeyde limanında gemilerden inmeyi başarabilen askerlerimiz
için hedef Sana’a şehridir. Aylar öncesinde İmam Yahya’ya
teslim edilen başkent Sana’a geri alınacaktır. Askerlerimiz,
sarp kayalıklardan ve patikalardan geçmek üzere yola
koyulurlar. Hudeyde’den çıkıp dağlık araziye ulaştıklarında
yolculuğun asıl tehlikeli kısmı başlar. İmam Yahya’ya bağlı
isyancı birlikler sarp kayalıklar ve yamaçlardan oluşan bu
dağların arasına kurdukları pusularla birçok askerimizi
şehit ederler.
Çok zorlu bunca yolculuk sonunda nihayet askerlerimiz Sana’a
surlarına ulaşır. Yaklaşık bir ay sürecek olan saldırının
planı belirlenir. Şafak söktüğünde karşıdan gelecek ilk
ateşle topçu birlikleri saldırıya geçecek, topçu
birliklerinin işi bittikten sonra avcı birlikleri
saldıracaklardır. 36. Alaya kaymakam Şükrü Bey, 38. Alaya
ise Kurmay Binbaşı Selahattin Paşa komuta edecektir. 36.
Alay ilk olarak merkezden saldıracak ve saldırı devam
ederken 38. Alay sağdan ve soldan saldıracak. Bu sayede
düşman şaşırtılmış olup kuvvetleri bölünecektir. Diğer
birlikler ise bu alaylara yardımcı olacaktır.
Saldırıya bir gece kalmıştı. Askerler saldırı anını
beklemeye koyulurlar. Bütün gece birçok askerimizin gözüne
uyku girmez. Saldırı öncesi derin bir sessizlik hâkimdir.
Gelecek olan fırtınanın sessizliğidir bu…
Tarih 15 Temmuz 1905
Şafakla birlikte Sana’a surlardan ilk ateş gelmiş ve topçu
birlikleri ateşe başlamışlardı. Topçu birlikleri birbiri
ardınca Sana’a surlarını bombalıyor ve isyancılar bu
atışları karşısında sessiz kalıyordu. Askerlerimiz, sur
içindeki masum halka zarar vermemek için topların
menzillerini kısa tutuyorlardı. İsyancılar kalenin iç
kısımlarına çekildikleri için zarar görmüyor; ancak kale
surları yıkılıyordu. Topçu birliklerinin günler süren yoğun
top atışlarından sonra nihayet vakit gelir. Avcı birlikleri
üç koldan saldıracaklardır.
Komutan Şükrü Bey; “Asker hazırlan. Mevzilere geç!” emrini
verir.
Askerler, birbiri ardına günlerce hazırlandıkları mevzilere
geçerler. Birçok askerimiz için vakitlerin en şereflisi
şahadet şerbetini yudumlama vaktidir. Güllerin efendisine
komşu olma vaktidir. Gözleri yedi kapılı Sana’a surlarına
doğru bakmaktadır. Çatık kaşlar, belirsizliğin korkusunu
gönüllere sindirirken kimi çocuklarını kimi nişanlısını kimi
anasını babasını düşünerek Allah’a dua eder. Yerlerin ve
göklerin yaratıcısına geride bırakılan sevdikleri emanet
edilir çöllerin ortasında; Yemen ellerinde.
Komutan mevziin içinde, askerlerin arkasında ellerini
arkadan bağlamış yürüyordu. Dim dik kaşıya bakıyor ve
askerlere cesaret verecek sözleri gür bir sesle
haykırıyordu.
Komutan Şükrü Bey: “Ey Osmanlının yiğitleri, ey Anadolu’nun
mert evlatları! Vakit artık harekete geçme vaktidir. Vakit,
artık devletimizi milletimizi vatanımızı müdafaa etme
vaktidir. Vakit, artık gazi olma gerekirse şahadet şerbetini
içme vaktidir. Sizler var oldukça bu milleti, bu devleti, bu
dini, yıkmaya çalışan düşman ağır yenilgilerle
kahrolacaktır. Sen yeter ki var ol yiğidim! Gazamız mübarek
olsun.”
Harputlu Müderris Musa Efendi de mevzilerde arkadaşlarının
yanında yerini almış ve hücum emrini beklemektedir. Eşine
çocuklarına anasına babasına dualarını etmiştir. Dört gözle
beklediği şehitlik mertebesine ulaşmaya hazırdır. İçinde
adını koyamadığı bir sıkıntı vardır Musa Efendi’nin. Aslında
sıkıntının nedenini bilir Musa Efendi. Bu gün iki tarafta
‘’Allah Allah’’ diye birbirlerine saldıracaklardır.
Müslüman, Müslüman’ı vuracaktır. Bu gün kardeş kardeşle
vuruşacaktır. Bu gün çöl, Müslüman kanıyla sulanacaktır. Bu
acı Musa Efendi’nin içini yakmaktadır. Ama ne çare? Daha
düşüncelerini bile bitiremeden gelir acı emir.
Komutan Şükrü Bey: “Haydi yiğitlerim haydi aslanlarım.
Hücum!”, der.
Sessizlik birden kaybolmuş ve yerini mavzerlerin ve ağır
makineli silahların sesleri almıştır. Askerler top
mermilerinin Sana’a surlarda açtığı deliklerden içeri
süzülmek için birer birer çıkarlar mevzilerden.
Askerlerin nidaları yeri göğü tutar: ”Allah… Allah… Allah…’’
Daha surlara bile varamadan Osmanlının Sana’a surlarından
bir yıl önceki çekilmesinden kalan silahlarla vurulur
yiğitler. Kendi milletinin teriyle yapılmış mermiler
acımasızca girer vücutlarının içine. Öylece yığılı verirler
sıcak kumların üzerine. Hayatları bir film şeridi gibi geçer
gözlerinin önünden. Sonra içerler baldan daha tatlı şerbeti.
Şehadet şerbetini. Fakat pes etmez kalanlar. Yaklaşırlar
iyice surların dibine. Bu gün zafer bizim olacaktır. Bu gün
imam Yahya ve arkasında duran İngilizler derslerini
alacaklardır. İşte bu gün! İşte bu gün ölmek var dönmek yok!
Kaçışmaya başlar düşman birbiri ardınca. Korkmuşlardır
yiğitlerimizden. Alan taran olmuştur mevzileri. Kaçarken de
bırakmazlar kavgayı. Keskin nişancıları kaçarken de
askerimize hala ateş etmektedirler. Acı bir ses yükselir
hemen öndeki askerlerden. Öyle ya Türk askeri savaşır da
komutanı geride kalır mı? Kaymakam Şükrü Bey, keskin
nişancıların silahından çıkan hain bir kurşunun hedefi
olmuştur. Oracıkta yığılı verir yere.
Öndeki mevzilerden. Askerler; “ Komutan vuruldu! Komutan
vuruldu!” diye acı acı feryat ederler.
Müderris Musa Efendi, askerlerin arasından sıyrılarak koştu;
Kaymakam Şükrü Bey’in yanına. Hemen elini burnuna götürdü ve
nefes alıyor mu diye kontrol etti. Nefes almıyordu Şükrü
Bey. Şehit olmuştu. Müderris Musa Efendi dayanamadı. İçi
acıyordu.
Müderris Musa Efendi: “ Komutanım…”, der sadece
‘’komutanım…’’
Ahmet İzzet Paşa, anılarında Yemene gelen 750-800 kişilik
her taburlardan geriye sadece 40-50 kişinin ancak döndüğünü
söyler. Yemenli tarihçiler ise Osmanlının Yemen’de dört yüz
yıllık hâkimiyeti boyunca verdiği şehit sayısının 500 bine
ulaştığını söyler. Yemen’de bu güne kadar toplam kaç kişinin
şehit olduğunu yeterli kaynak olmadığı için bilmiyoruz fakat
binlerce babayiğidimizin Yemen’den geri dönmediğini
biliyoruz.
ERHAN SARAÇOĞLU: Geri dönen çok az sayıda askerlerimizden
birisi de Harputlu Doktor Ömer Efendi’dir. Ömer Efendiye
ahali “lastik burun”, derdi. Bakmayın Ömer Efendiye bu
lakabın takıldığına. Zira Yemen’de hazin bir hikâyesi vardır
Ömer Efendi’nin. Ömer Efendi, Yemen’de savaş esnasında
atıyla isyancılara hücum etmektedir. Bu esnada isyancılardan
gelen bir kurşun Ömer Efendi’nin burnuna isabet eder ve
burnunun bir kısmı parçalanır. O dönemde orada bulunan
doktor kendisidir. Atından iner ve kaba etinden bir parça et
alarak burnuna yapıştırır ve tamir eder burnunu. Tabi eskisi
kadar düzgün şekli olmaz ve bu yüzden ahali Ömer Efendiye
lastik burun lakabını takmıştır.
Anadolu topraklarının güzel insanları bu babayiğitlerin
acılarını bağrına basmıştır. Geri dönmeyen binlerce
babayiğidin ardından hüzünler kelimelere dökülmüş ve
Anadolu’nun her yerinde ağıtlar yakılmıştır. Bunlardan
birisi de Yemen türküsüdür; diğer ismi ile “Havada Bulut
Yok” türküsüdür. Giden askerlerimizin geride bıraktığı
acıları anlatır Yemen türküsü.
Yemen türküsü Yemen’e giden askerlerimiz için yakılmıştır
fakat 1905 yılı yapılan toplamalardan sonra mı yapılmış
yahut daha önceki asker toplamalarından sonra mı yapılmış
bilinmemektedir. Şu an Yemen türküsüne dair ulaşabildiğimiz
en eski kaynak 1936 yılında yayımlanan Elazığlı usta sanatçı
Hafız Osman Öğe kaynak kişiliğinde derlenmiş El-aziz Halk
Türküleri ve Oyunları kitabıdır. Türkü ilk olarak ‘’bu dağın
ardında redif sesi var’’ ismiyle bu kitapta yer almıştır.
İstanbul Beyazıt kütüphanesinde kitabın orijinaline ulaşmak
mümkündür.
Dr. MEHMET ÖZBEK:Şurada belirtelim ki bu türkü etrafında
Muş’a ait olduğu, türkü içerisinde geçen burası Muş’tur,
yolu yokuştur gibi tabirlerin Muş değil Huş’a ait olduğu
konusu bir tartışma meselesi olmuştur. Benim kanaatim olduğu
gibi bu türküde aslında sonradan eklenmiş olan Muş, Huş gibi
isimler bu konuya derinlemesine eğilmemiş olan kimselerin
ürettiği fikirler olsa gerek. Aslında türkünün genel olarak
yaygın bağlantısı ve eskiden söylenen şekli ‘’Ano Yemen’dir,
gülü dikendir – Giden gelmiyor, acep nedendir?’’. Durumu
olduğu gibi ve çok net bir şekilde anlatan bir tablo gül
diken şekline dönmüş, gidende gelmiyor ve sebebi de
bilinmiyor. Çünkü büyük bir ihanetle karşılaşıyor Osmanlı
askerleri orada. Bir taraftan çarpışma esnasında
kaybediyoruz bu fidanlarımızı, bir taraftan onulmaz
yaralarla, hastalıklarla mücadele eden askerlerimiz var.
Bunları kaybediyoruz ve her aileden hemen hemen asker
gidiyor.
Yemen Türküsü, Hüseyni makamında söylenip günümüzde birçok
sanatçı tarafından sadece ilk iki kıtası okunmaktadır. Türkü
günümüze ulaşana dek özellikle ilk iki güftesi üzerinde
kelime değişiklikleri olmuş ve bu gün hangisinin orijinal
güfte olduğu bilinmemektedir.
”Havada bulut yok bu ne dumandır?” Veya “Bu dağın ardında
redif sesi var”
“Mahlede ölüm yok bu ne figandır?” Veya “Mehlede ölüm yok bu
ne şivandır?”
‘’Şu Yemen elleri ne de yamandır!’’ Veya ‘’Ana ben ölmedim
bu ne figandır?’’ şeklindedir.
Nakaratta ise;
“Ano Yemen’dir, gülü çimendir,” mısrasında “Ano’’ yerine
‘’eli” veya “ah o” , ‘’çimendir’’ yerine ise ‘’dikendir’’
seklinde de söylenir.
“Giden gelmiyor, acep nedendir?” Burada her hangi bir
değişiklik gözlemlenmemiştir.
“Burası Huş’tur, yolu yokuştur!” veya “Burası Muş’tur,
havası hoştur!” şeklinde de okunur.
“Giden gelmiyor acep ne iştir?” Burada da herhangi bir
değişiklik olmamıştır.
Diğer güftesinde ise,
“Kışlanın ardında, redif sesi var,” redif yerine ‘’asker’’
kelimesi,
“Bakın çantasına, acep nesi var?” “Acep” yerine “daha”
‘’Bir çift potin ile bir de fesi var.’’ Potin yerine ise
‘’kundura”, “gondura” veya “postal” kelimeleri de
kullanılmaktadır.