Mapushane Diliyle
Yıldızlar Üzerine
AHMET TEVFİK OZAN
Tarih: 09 Ekim 2016
Yer: Ulucanlar Cezaevi Müzesi
MANAS HABER- M. Şener Bulut
Manas Yayıncılık olarak; Elazığ’ın yetiştirmiş olduğu
kıymetli şair, yazar ve bilim adamı Yrd. Doç. Dr. Ahmet
Tevfik Ozan’ın 1974 yılında Ulucanlar Cezaevi’nde başlayan
şiir hayatını,09 Ekim 2016 tarihinde Ulucanlar Cezaevi
Müzesi’nde belgeselhaline getirdik
Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ndegerçekleştirdiğimiz Mapushane
Diliyle Yıldızlar Üzerine adlı belgeselin çekimlerine şair
Ahmet Tevfik Ozan, Ulucanlar Müzesi proje sorumlusu Zübeyde
Karalı Uzunoğlu, yayınevimizin koordinatörümüz M. Şener
Bulut, Kanal Fırat’tan Orhan Arslan katıldı.
Elazığlı şair ve yazar dostlarımız ile birlikte ziyaret
ettiğimizUlucanlar Müzesi’nde gerçekleşen belgeselin
çekimlerine Ankara’da Şiirlerle Elazığ’ı Yaşamak adlı
etkinliğe katılan Elazığlı şairlerimiz: Av. Rüstem Kadri
Septioğlu, Hadi Önal, Tuncer Sönmez, Zekeriya Bican, İlhami
Bulut, M. Şükrü Baş, H. Ergün Yılmaz, Mahir Gürbüz, Muhammet
Yalçın Azizoğlu, Doğan Sever de davetli olarak katıldı
Ahmet Tevfik Ozan
Mapushane Diliyle Yıldızlar Üzerine
Çocukluğumuz, Harput’ta geçti… Karların kalkmasıy¬la, Buzluk
Yaylası’na at, katır sırtında başlayan yolcu¬luğumuz, bizi
çocuk gönlümüzün en uzak diyarına ta¬şırdı... Bir gün,
uzaktaki bir akrabaya ziyarete gider¬ken, tren raylarını ve
treni ilk kez gördüm… Ufukta kay¬bolan tren raylarına
bakarak "bunlar, kimleri nerele¬re götürüyor?., halbuki
herkes bizim gibi evinde, bar¬kında oturmuyor mu?.."diye
kendi kendime sormuşt¬um. Çocuk gönlümde, cevabını (bu
trenler, nine¬min "... oğul !..uzaklaşma, yoksa seni yel
aparır” sözle¬rinde geçen, rüzgârların insanları kaçırdığı
tuhaf ve uzak diyarlara gidiyor...) şeklinde bulmuştum.
Nice yıllar sonra ben, yetmişli yıllarda; genç bir tıbbiye
talebesi olarak, yine bu raylar üzerinde Ankara'ya gittim.
Ninemin "aman oğlum dikkat et yel aparır.'.." dediği
diyarlara...
Birkaç yıl böyle geçti. Bir renkli fotoğrafa tek renk şeffaf
bir jelatin kâğıdı geçirirsiniz; renkler kaybo¬lur, kişiler
ve eşyalar, evler, bahçelerin üzerine bir gölge düşer; bir
tuhaf olur, işte öyle... Anarşi, üniver¬site ilk yıllarının
allı-pullu Ankara'sını böyle tek renklibir cehenneme
çevirdi.
Arkasından öğrenci olayları…öğrenci dernekleri ve basın
davaları geldi. Kendimizi Ankara Kapalı Cezaevi 1. Kısım 2.
koğuşunda, elliye yakın öğrenci arkadaşla birlikle soğuk taş
duvarların arasında bul¬duk.
Hani masallar vardır… kan emen vampirler, güneş doğup
ışıkları vücutlarına değince kül olup dağılırlar..! Bunun
gibi, ama tuhaf; bütün cezaevlerinde tutukluları tenlerine
Gece değer kül olur dağılırlar(!) diye hep Güneş batmadan
koğuşlara kapatırlar. Günlerce, ay¬larca, yıllarca hep
böyle!...
Bir gün Ankara-Kapalı Cezaevi l. Kısım 2. Koğu¬şunda
inanılmaz bir şey oldu. Gece bir firar ihbarıyla, bütün
tutukluları dışarı çıkardılar. Bir yeşil vadide akan, duru
bir nehirde yüzmek için vadiye koşan şen-şakrak çocuklar
gibi dışarıya çıktık. Hayret!...
Kimimiz davarlara yaslandık, kimimiz yerlere oturduk,
kimimiz sırtüstü yattık, uzandık.. Ama hepi¬miz çığlık
çığlık bir sevinçle onları doyasıya seyret¬tik. "Aaa şunlara
da bak!.. peki, şunlar hangileri?... şu hepsinden parlak
gibi!.." diyerek dostlarımızla bir sarmaş dolaş olmadığımız
kaldı.
Ve ışıklara boğul¬muş bir Ankara Gece'sinde, hiç kimse
bizlere yasak¬lanmış gökyüzünden yıldızlar çaldığımızı
anlayama¬dı!...
M. Şener Bulut
Bugün 9 Ekim Pazar. Cumartesi günü… Ankara Elazığ Kültür
Derneği ile birlikte düzenlediğimiz Ankara’da Şiirlerle
Elazığ’ı Yaşamak adlı programakatılan şair ve yazar
arkadaşlarımız ile birlikteAnkara’dan ayrılmadan önce
Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ni ziyaret etmek istedik.
Kıymetlişairimiz Ahmet Tevfik Ozan 1974-1978 yıllarında
burada misafir edilmiş. Bu tarihi mekânda kendisiyle,
şiirlerine yansıyan hatıralarınıkonuşacağız. Yine Ulucanlar
Müzesi Proje Sorumlusu Zübeyde Karalı Uzunoğlu
Hanımefendi’ye de Ulucanlar Cezaevi hakkında sorularımız
olacak.
Ahmet Tevfik Ozan
Şener Bey sizvasfettiniz… 1974 yılında biz buraya geldik.
Daha sonra Altındağ Belediyesi’nin gayretleri ve bizim
Zübeyde Hanım gibi işi projelendiren insanların
gayretleriyle burası bir müze oldu. Ben zaman zaman gelip
gidiyorum….Sağolsunlar Zübeyde Hanım, birde Merve Hanım var.
Bazen diyorum ki “… Zübeyde Hanım!... ben buradan çıkarken
çok mutluyum….!...” “.. neden…?...” diyor… “…yahu hiç kimse
nereye gidiyorsun demiyor…!...” Burada iki üç sene kaldım. O
zaman buradan ayrılmam mümkün değildi. Ama şimdi çıkarken
huzur içinde çıkıyorum. Ama Zübeyde Hanım ile Merve
Hanımların buraya emeği çok. Burası bir düşünce ve demokrasi
müzesi….Burda kişiye, bireye karşı işlenmiş suçlar dikkate
alınmıyor. Siyasi fikirlerinden dolayı, inançlarından dolayı
kimler gelmiş kimler geçmiş diyebileceğimiz
BehiceBoran’lardan, Yılmaz Güney’lerden, Deniz Gezmiş’lerden,
Muhsin Yazıcıoğulları’ndan Muharrem Şemsek’lerden…pek çok
geniş yelpazede insanlar gelmiş geçmiş. Ortak özellik,
insanlık onuru ve insanlık adına başkalarına zarar vermeden
düşüncelerini ifade etme…Bu müze bu isimle
anılabilir….Tabiatıyla biz de burada uzun süre kaldık.
Uzunbir müddetle… bu cezaevinin sağ kısmı birinci bölüm, sol
kısmı ikinci bölüm…. Birinci bölümü ben yönettim, mahkûmları
temsilen ben idare ettim. İkinci bölümü de Yılmaz Güney
yönetti. Biz aşağıda Yılmaz Güney ile oturup sohbet ederdik.
O sohbetler neticesinde çok da güzel bir dostluğumuz oldu
ama sonra birbirimizi kaybettik. Tabiatıyla buraya gelince
ben her seferinde eski günleri yad ediyor ama
düşüncelerinden dolayı, inançlarından dolayı, siyasi
fikirlerinden dolayı insanların ailelerin veya nesillerin
zarar görmesini de de istememe niyazımı da tekrarlıyorum.
M. Şener Bulut
Ahmet abi, burada yaşadığınız hatıraları da sizden dinlemek
isteriz.
Ahmet Tevfik Ozan
Elbette…. Burada uzun yıllar kaldım. Bir gün hiç
unutmam…bazen sayımda yanlışlık olursa, gecemahkûmları
dışarı çıkarırlar. Yaşadığım güzel bir hatıramı size
anlatacağım…bunu çok seveceksiniz. Yan koğuştayız bir gün
yanlış bir sayım oldu. Gardiyanlar geldi büyük gürültülerle
kapıları açtılar gece bizi tekrar dışarıya aldılar. Ben de
koğuş ağasıyım herkes çıktı ben en son çıktım
Mahkûmları dışarı çıkardılar…. Bana çok tabii geldi. Ama
şunu gördüm. Bütün mahkumlar…baktım…bahçede yere yatmışlar.
“Yahu…!.. niye yere yattınız…?..” falan dedim. Meğerse
yıldızlara bakıyorlarmış….!..Çünkü senelerce yıldızları
görmemişler. Doya doya yıldızları seyrediyorlar…. Yani
burada yıldızları seyretmek bile inanılmaz güzel …! Ben bunu
bir şiir haline getirdim daha sonra Türk Edebiyatı
dergisinde yayınlandı.
MAPUSHANE DİLİYLE YILDIZLAR ÜZERİNE
Ah, yıldızlar!.. Bizlere ne kadar yakınsınız…
Ve uzak!.. rüyalarda koklanmış çiçek kadar!
Ne olur, bir vahanın tavrını takınsanız
Su vermekle, serçeye… yalnız içecek kadar!...
Analar …
Burda, yalnız camlarda bir gölgedir
Duvarları is kokan görüş odalarında...
Duvarlar…
Çığlıkları doğrayan, bir cam hançer
Ve buz gibi bir yılan… serçe yuvalarında!...
Sahi, çaylar ne halde ?...koğuş bardaklarında…
Soğuk satılsa bile yüreklerde ısınmış
Asla kan rengi değil…bizzat sıcak kan mıdır?
Tavanlara, musluğa, duvarlara bulaşmış
Yağlı koyu gölgeler
Kaynayan yüreklerde terleyen Zaman mıdır?
Üzerine cam fanus kapatılmış kelebek
Ne yapsın, çırpındıkça kanatları kırılsa?
Saniyeler burda hep kor ateşten bir çelenk…
Kaf dağını aşmaya hazır(!) demirden asa!..
Ah, yıldızlar!.. Bizlere ne kadar yakınsınız…
Ve uzak!... rüyalarda koklanmış çiçek kadar!..
M. Şener Bulut
Zübeyde Hanım, Ulucanlar Cezaevi ne zaman müze haline
getirildi?.
Zübeyde Karalı Uzunoğlu
Ulucanlar Cezaevi, 2006 yılında kapatılıyor, 2009 yılında da
müze olmasına karar veriliyor. 2009 yılında çalışmalar
başlıyor, 2011 yılında da haziran ayının 16’sında
ziyaretçilere kapılarını açıyor.
M. Şener Bulut
Ahmet Tevfik Hocamızın da burada misafir edildiğini
biliyoruz.
Zübeyde Karalı Uzunoğlu
Burası zamanında kapalı cezaevi imiş. Kapalı cezaevlerinde
koğuş sistemi var. Ahmet Beyin koğuşta ranzası var, burdasağ
olsun bazı eşyaları sergileniyor. Biyografisi var.
Tanıyanlar var….”Aa!...ben tanıyorum!...” diyorlar……. Mesela
burada guruplara rehberlik te yapıyoruz. Tanıyanlarda
çıkıyor.
M. Şener Bulut
Efendim…. Ankara’da katıldığımız etkinliklerde değerli
dostumuz Av. Rüstem Kadri Septioğlu da bizimle birlikte
oldu… Onunda duygularını burada almak isteriz.
Av. Rüstem Kadri Septioğlu
Ben hapishaneye ilk defa bu kadar rahat geliyorum. Genelde
ya bir tanıdığı ziyarete gideriz ya da müvekkilleri…. Hep
böyle rahat olsun. Benim tutuklu kaldığım süre yok…ama
mesleğim dolayısıyla buraya geldim. Ayrıca Ankara’da oluşu,
hukuk eğitimimi aldığım Ankara Hukuk Fakültesi’ne çok yakın
oluşu beni bayağı duygulandırdı… Asıl olan, insanın
özgürlüğü. Toplumda düzeni sağlamak adına da cezaların ve
hapishanelerin olması kaçınılmaz. Ama ben burayı görünce
keşke yasalarla değil de fikrimiz ve düşüncelerimizle bu tür
tutukevlerinin olmasının önüne geçmek ve biraz önce de Ahmet
Abi’nin de bahsettiği gibi düşüncesinden ve inancından
dolayı kimsenin yanlış ceza alıp girmemesini temenni ederek
tüm cezaevlerinin ilerde müzeye dönüşmesi temennisini
sunuyorum…
Ahmet Tevfik Ozan
ADALET VE HAKİKAT
Ve döner, semaların nuru pencerelerde…
Karanlık nura akar, haykırır… Ömer (R.A.) nerde?
Taş yürekli duvarlar buzdan sükûtu keser…
Bir çiçekte kelepçe, haykırır… Ömer (R.A.) nerde?!...
Zübeyde Karalı Uzunoğlu
Şimdi cezaevinin içine girdik. Ulucanlar 1925 ile 2006 yani
81 yıl boyunca cezaevi olarak kullanılmış bir yer. 81 yıllık
bir tarihi var. Cezaevi olmadan öncede burası askeriyeye ait
bir depoymuş. At ahırı olarak kullanılıyormuş. O yüzden
etrafınıza şöyle bir baktığınızda pek de cezaevine
benzemediğini fark edeceksiniz. Mimari olarak cezaevinden
farklıdır. Şu an bulunduğumuz yer 9. Koğuş, diğer bir adıyla
da Hilton Koğuşu. Hilton Koğuşu biraz daha böyle ayrıcalıklı
nedir o ayrıcalık diye sorarsanız hani siyasi nedenlerden
dolayı Ulucanlar da kalmış insanların kaldığı yer. İsim
verelim mesela Bülent Ecevit, Nazım Hikmet, Osman Bölükbaşı,
Metin Toker, Beyhan Cenkci, Ülkü Armağan 1950’lerin önemli
gazetecilerinin de kaldığı bir koğuştur burası. Gördüğünüz
gibi iki kattan oluşuyor. Üst katına çıktığınızda bu
duvarların arkasında bir Ankara manzarası görüyorsunuz. O
yüzden burası biraz daha diğerlerine göre farklı.
Zübeyde Karalı Uzunoğlu
Az önce tutukluların cezaevine getirildiğinde ilk
konuldukları yerleri gördük. Bir veya iki gün orada
bekletiliyorlar dosyası müdür bey tarafından incelendikten
sonra kendi gibi olan suçluların koğuşuna götürülüyor.
Burasının adı da 14. koğuşmuş. 14. Koğuşta kalanların
havalandırması, Voltalarını attıkları bir alan. Bakın biraz
daha dar, daha uzun, bakın güneşi çok fazla görmüyor.
Duvardaki film şeritlerine de bakarsanız kimler gelmiş,
kimler geçmiş hep onları göreceğiz…. Böyle ara ara …bu film
şeritlerinde, gerek sağ görüşte olsun, gerekse sol görüşte
olsun, gerek daha dindar muhafazakâr kesimden olsun bir sürü
kişi göreceğiz. Sanat camiasından, siyasi kesimden insanlar,
yazar, düşünür onlara ait böyle film kareleri göreceğiz.
Bakın burada Deniz Gezmiş var. Burda 9. Koğuşun önündeki
siyasi mahkûmlar var. Bakın bu arkamızdaki koğuş 9. Koğuş.
Bakın bu fotoğrafı Adnan Menderes Bulvarı’nın önünde,
Hilton’un önünde çekmişler…. Bakın Yılmaz Güney, biraz önce
Ahmet Tevfik Ozan konuşmasında onunla beraber kaldığını
söylüyordu ya… işte Yılmaz Güney …!...Bu resimlerdekiler de
birinci kısımda kalan yani sağ görüşlü ülkücü dediğimiz
kişiler. Ahmet Beyin koğuş arkadaşları… 1971-1974
yıllarında… Bakınız!..koğuşun avlusunda, onların bahçesinde…
O zaman 2. Koğuşun önünde bir havuz varmış…inşallahyine
gittiğimizde göreceğiz. Bakınız havuzun önünde hep beraber
fotoğraf çektirmişler..daha sonra da müze olduktan sonra da
bizimle paylaştılar. Bu film şeritlerinde de Ulucanlar
Cezaevi Müzesi’nin(bakın ) ilk yılları. Sohbetimizin başında
dedik ya.. 1925 ile 2006 yılları… Bakıntam 1925-1930
yılları. Daha yeni cezaevi olmuş. Görüyor musunuz etrafı ne
kadar boş. O zamanın Ankara’sı işte böyle henüz daha
buralarda yapılaşmayı göremiyoruz.Şimdi burasıgeniş
caddeler, hastaneler sağımızda solumuzda dopdolu. O vakitler
bu boş arazilerde mahkûmlar tarımla uğraştırılıyormuş. O
zamanki adı zaten Ulucanlar değil, Cebeci Tevkifhanesi’ymiş.
Zübeyde Karalı Uzunoğlu
Şimdi müzemizin 4. Koğuşundayız…Burası gibi 6 tane koğuş
var. 4. Koğuş siyasi bir koğuşmuş zamanında. Toplamda 80
kişi kapasiteli bir koğuş olmasına rağmen gerek burada
kalanlar olsun, gerek görev yapanlar olsun yani eski
çalışanlar olsun, gerek müdürler proje kapsamında onlarla
tanıştık. Hepsinin ortak söylediği şey hiçbir zaman 80 kişi
kalamadık. Hep bu sayının üstündeydi, çok fazla kalabalıktı.
Gün boyu buradalar, güneşleniyorlar…ne
bileyim?...voltalarını atıyorlar, yemeklerini yiyorlar, bu
alanda hava kararana kadar serbest bir şekilde dolaşıyorlar…
Daha sonra hava kararmaya yakın gardiyan geliyor sayım
alıyor, herkesi içeriye alıyor ondan sonrada demir kapıyı
kapatıyor.. ta ki ne zamana kadar…?ertesi gün sabaha kadar…
Ahmet Tevfik Ozan
TESELLİ
Varsın kapanıversin kapılar, arkamızdan…
Bizler… temiz bir kalple, dünyayı dolaşırız !
Onlar “mahkumsun…!..” diye yapışsın yakamızdan…
Bizler aslında başka Dünya’ya yaraşırız….!
Zübeyde Karalı Uzunoğlu
4. koğuşumuzun içindeyiz şu an. Gördüğünüz gibi biraz büyük
ama burda koğuş ne kadar büyükse içerde kalan kişi sayısı da
o kadar artıyor. Arkaya doğru baktığınızda heykeller var.
Heykellerden köşede olan yataklarartık buranın koğuşun
ağası, lideri kimse onlara ait. Köşeler her zaman daha
korunaklıymış çünkü. Tavanın şeklinden dolayı buralara
tabuthane de diyorlarmış. Bir de tavanda küçük küçük
pencereler var…oralardan da gardiyanlar gün boyu bir aşağı
bir yukarı içeriyi gözlüyormuş.Bakın bu sobayı da kendileri
atölyede yapmışlar.
Ahmet Tevfik Ozan
Burada güzel bir hadise var. Koğuşu görüyorsunuz, yalnız
ranzaların arasında boşluk yok,ranzalar bitişik. Bu
anlatacağım hadiseye ben çok gülerdim. Mesela diyelim ki
buradaki bir mahkum, diğer bir mahkumun ki yatağı da orada…
mahkum da havalandırmada… oradaki mahkuma diyor ki
“yahu..!.. hocam akşam size misafir olacağız…!...” … O da
“…bekleriz buyurun!...” diyor. Mahkum takım elbisesini
giyiyor. Bunlar şimdi kalkıyorlar…törenle…yalnız oraya
giderken de ağır ağır gidiyorlar ki biraz vakit geçsin…
Yavaş yavaş oraya gidiyorlar.Sözde ev sahipleri “..Oo hoş
geldiniz!...” diyerek karşılıyorlar… nihayetinde de çaylar
ve ikramlar yapılıyor, sohbetler yapılıyor…Tabibu arada
buranın en lüks ikramını da söyleyelim…!.. Kant dediğimiz
bir şeydi… Portakal, mandalin ve limonu kaynatırdık. O
buranın en lüks içeceğiydi. Yani insanlar yaşadıkları
dünyayı buraya taşımak için ufak tefek böyle illüzyonlar
yaparlardı….
Ahmet Tevfik Ozan
Arkadaşlar!... Bu 1974 yılında çekilmiş resim…. Benim
gençlik zamanım… Bu ortadaki Çorumlu Muharrem Şemsek, Ülkü
Ocakları Genel Başkanı. Bu da daha sonra gümrükçü olmuş
Amasyalı bir arkadaş… O zamanlar tabii imkansızlıklar
içerisindeyiz.. Bir zaman Kapıaltı dedikleri ana giriş
var..mahkuma gelen malzeme de burada kontrol ediliyor ve
mahkuma teslim ediliyor… Mesela ben mahkemeye çıkacaktım
Muharrem Şemsek bana bu resimdeki elbiseyi gönderdi…
Zorlukla giydik nadir taktığım kıravatlardan biridir…benkıravat
takmayı sevmem. Bu şekilde mahkemeye gidip geliyorduk.
Şemsek çok fazla kalmadı. Burada bir hatıramı anlatmak
istiyorum. Bir gün Çorumlu bir arkadaş kız istemeye gitmiş…
Bir tahtası eksik gibi.. Bir de bıçak götürmüş…vermezlerse
bıçak çekeyim diye… neyse ortalık karışmış..bu arkadaşı
yakalayıp atmışlar içeriye.. Ankara Tıp Fakültesi’nin son
sınıfında bir arkadaş…geldi buraya. Tabi üzülüyor çok
üzülüyor. Muharrem Şemsek dedi ki “…Cemil gardaş üzülme…!...
Allah büyüktür…!...” Cemil de dedi ki “… vallahi hocam bıçak
da büyüktü…!..işimiz zor…!...” Yani Şemsek ile alakalı güzel
bir hatıramız da var. Allah şifa versin daha sonra vuruldu
ve felç kaldı. Solda olsa, sağda olsa eskiden herkes
ilkeliydi. Yani böyle çok fazla kimseye zarar vermek, vahşet
göstermek zulmetmek yoktu. Belki iyi şeyler yapmak için
çırpınan insanlardı.
Ahmet Tevfik Ozan
Bu bulunduğumuz kısımda sol görüşlü mahkûmlar kalıyordu… Biz
karşı tarafta kalıyorduk. Yalnız biraz da gençlik olmalı ki
buralar bize çok çok büyük görünüyordu. Şimdi bakıyorum…aynı
bina değişmediği halde çok küçük ve dar mekanlarmış… Cenabı
Allah’ın hikmeti…biz buralarda sanki bir sarayda yaşıyor
gibiydik. Burada tabi ranzalar arasında boşluk yoktu.
Ranzalar hep bitişikti. Ve bir yatakta iki üç kişi yatardı.
Ama cezaevinde, tabi bazen yanlışlıkla düşen insanlar olduğu
gibi profesyonel insanlar da düşerdi… Hiç unutmam bir gün
tesadüfen düşmüş zengin bir adam yün yatağını buraya
koyuyor. Yanında da başka biri, bu işlerle profesyonelce
uğraşan birisi. Şimdi o adam hava almak için dışarı çıktıkça
yanındaki o mahkum, yün yatağın kenarını sökmüş yünü alıp
oraya atıyor pamuğu da adamın yatağına koyuyor. Bir ay sonra
adamın yün yatağı pamuk oluyor, kendisinin yatağı da yün
oluyor. Daha sonra da yün yatağı başkalarına satıyor. Yani
burada öyle antika şeylerle karşılaştık ki bir yandan güldük
diğer yandan taaccüp ettik… Şimdi taze lahana getiriyorlar
lahana açıkken içine esrar koymuşlar…lahana kapanmış aşağıda
bıçakla kesip buldular… Yani mahkumlar, burada yanlışlıkla
düşen insanlar mağdur gibi görünüyor ama profesyoneller de
var… Yani bir curcunadır gidiyor idi…! O yıllar öyleydi…
tabi siyasi mahkumlar solcular, sağcılar birşeylere
inandıkları için fedakârdan..ama ben şuna inandım. Mesela
benim bir solcu arkadaşım vardı. Maocu idi. Adam banka
soymuş ekmek parası bulamamış örgütün parası diye
dokunmamış… hiçbir şekilde …!...Arkadaşlar !...neye inanırsa
inansın… insanlar samimi olmalı!.. O yüzden biz burada
samimi insanlarla Cezaevi’nin düzenini kurmaya çalıştık… Bu
kısmı mahkumları temsilen Yılmaz Güney idare etti, diğer
kısmı ben idare ettim… Bizim onunla birlikte , aşağıda “daha
iyi nasıl idare edebiliriz…?...İnsanların acısını nasıl
dindirebiliriz…?...” diye çok konuşmuşluğumuz var… Görünüşte
ben sağcıydım, Osolcuydu …ama şimdi yaşasaydı, birbirimizi
arardık… Yani sol ve sağ önemli değil önemli olan insan
olmak, başkalarına zarar vermemek…Başkalarına zarar
vermemenin İslam’da ki karşılığı “kul hakkı”…. kul hakkı
almayacaksınız arkadaşlar !... Kimseye zulüm etmeyeceksiniz.
O zaman zaten buralara gerek kalmaz zaten.
Zübeyde Karalı Uzunoğlu
Bir alt koğuşta Ahmet Beyin cezaevindeyken yaptığı eşyalar
var… şiirlerini yazdığı defteri var isterseniz oraya gidelim
!...
Ahmet Tevfik Ozan
TAŞ MEDRESE DEDİKLERİ
Bir köpük yürek kadar sıcak ve temiz burda
Gölgemizi öpmekte soğuk ve kirli taşlar…
Çiçekleri yüreğin, bir kem sözle kurur da
Bin bir çölle boğuşur, buzdan tolgalı başlar!…
Zübeyde Karalı Uzunoğlu
Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nin 6. Koğuşundayız … Bu koğuş
biraz da zamanında ağır suçlu mahkumların kaldığı bir
koğuşmuş…. Müzemize bağışlanan özel eşyaların sergilendiği
bir mekan olarak düzenlendi. Bu camekanda da Ahmet Tevfik
Ozan’ın eşyaları sergileniyor. Yanında ki camekanda da Necip
Fazıl var… Ahmet Tevfik Ozan Ulucanlarda kaldığı dönemlerde
bir şiir defteri tutmuş… Sağ olsun…daha sonra onu
sergilememiz için bize verdi. Çok da ilgi görüyor.
Arkasındaki kutuyu da kendisi yapmış… Bakın bu mücevher
kutusu… Yine boncuk işlemiş o dönemlere ait. Daha yeni
gönderdiği başka eşyalar da var. İnşallah onları da
koyacağız bu vitrine. Burası en yoğun ilgi gören koğuşlardan
bir tanesi. Ziyaretçilerimiz her eşyayı tek tek
inceliyorlar.
M. Şener Bulut
Ahmet abi nihayet şiir defterini gördük. Şiir yazmaya burada
mı başladınız.
Ahmet Tevfik Ozan
Elbette şairliğimiz burada başladı. Şimdi bu defterin her
sayfası bir desen ve bir şiirle dolu. Ben o zamanlar keçe
kalemlerle yazardım… Şimdi hayret ediyorum.. Yıl 1974… kaç
sene geçmiş…keçe kalemlerle yazdığım şiirler defterimin
sayfalarından silinmemiş… demek ki eskinin keçe kalemleri de
iyiymiş!... Şu arkada gördüğünüz mücevher kutusunu da biz
siyah röntgen filmlerinden yapardık…Ben koğuş ağası olduğum
için… diğer iki koğuşu idare ettiğim için biliyorum…bir işle
uğraşan, güzel sanatlarla uğraşan mahkûmlar problem
çıkarmazlardı. İsterseniz burada sizlere bir şiirimi
okuyayım… zaten desenlerdeki çizimlere baktığınızda saat
var, kapılarvar …bu cezaevini anlatıyor cezaevine ilk giren
bir mahkûmun hislerini anlatıyor.
MEKTUP
Zaman, bir akrep gibi gönlüme aksın diye
Aldılar Anacığım, herşeyimi aldılar!...
Eritilmiş bir kurşun denizinde herşeyim
Herşeyimi, ansızın alev aldı sandılar!
Taş duvar, demir kapı, dünyadan kopmuş günler
Asırlık bir hasretle üstüme kapandılar ...
‘‘...Ah anam, ah anam, ah iki gözüm !
Gün gelir, gün geçer.. Allah büyüktür!
Her ana taş basar bağrına bir gün …
Vatan borcu, namus borcu bir yüktür!…”
Kar’ı düşer, yeşil çimen üstüne
Şahini yel olur, düşman üstüne
Vatan bu, sevdalar sevdası bir şey
Çilesi gül olur, diken üstüne!...
Sabah olur, akşam olur, gün batar …
Kubbelerden damla damla nur akar
Bizim gönlümüzde, üç çifte kayık
Bir batar, bir çıkar, bir yana yatar...
Gün gelir, gün geçer, Allah büyüktür!
Her ana taş basar bağrına bir gün
Vatan borcu, namus borcu bir yüktür!...
Ahmet Tevfik Ozan
Arkadaşlar! Şimdi ben buradan çıkınca … Zübeyde Hanıma
diyorum ki “… ben burdan çıkınca çok seviniyorum!...”. O da
diyor ki “…niye ?...” El-cevap “… yahu!.. biz çıkarken hiç
kimse nereye gidiyorsun?...” demiyor… Eskiden imkânı yok…
çıkamazdım!.. Biraz sonra yine huzur içinde sevinç içinde
çıkacağım… 1974 Kasımında geldim…1975-76… Daha sonra buradan
Kırşehir, Kayseri’ye, Niğde’ye gittim… Orada tahliye oldum.
Burada 2.5 yıl kaldım…. Ama bu süre içerisinde bu cezaevini
mahkumları temsilen iki kişi idare ediyorduk Yılmaz Güney
ile Ben …elimizden geldiği kadar… Buraya düşeninsan, kim
olursa olsun incinmemesine zarar görmemesine ihtimam
gösterdik. Hatta ben ayrıldıktan sonra, Yılmaz Güney de
buradan ayrılmış…o zaman buralar çok karışmış. Mardinli bir
savcı vardı. Vehbi Camgöz… Zübeyde Hanım siz
biliyorsunuz…Vehbi Camgöz söyledi…Mardinli savcı demiş ki
“…ben bilseydim Ahmet Hocayı buradan göndermezdim…!...”….
Ben burada mahkûmlarlauğraşırken şunu gördüm …mahkûm zaten
idam almış, hiçbir şeyden korkmuyor. Ama mahkûma en fazla
tesir eden neydi?... Efendilik ve adalet…!...Mahkuma“abi”
dedin mi…adam diyor ki “hem koğuş ağası hem de bana abi
diyor…” o vakit kalbi hemen yumuşuyordu. Ne kadar suçlu
olursa olsun hepsinin bir insani tarafı vardı…. Bir gün
yatıyorum hava da çok soğuk parka giymişim fermuarını
tamamen çekmişim. Gecenin bir saatinde baktım birisi
fermuarımı çekiyor. Bir baktım kedi kadar bir fare !...
Burada çok büyük fareler var.. Başımı kaldırınca fare korktu
ve kaçmaya başladı. Kaçarken de yatan insanları kafasına
basıyor. O insanlarda küt küt kalkıyorlar… Domino taşları
gibi !..Yaşadığımız bu hadiseye çok gülmüştüm… Bir İslam
Alimi diyor “…zevali elem lezzet olduğu gibi, zevali lezzet
dahi elemdir!...”. Yani güzel günler geçince “…niye geçti
?...” diye üzülürsün, kötü günler de geçince “çok şükür”
diye sevinirsin.
Zübeyde Karalı Uzunoğlu
Burası Ulucanlar Cezaevinin birinci kısmı, ikinci koğuş diye
geçiyor… Sağ görüşlü mahkûmların kalmış olduğu koğuş.
Gördüğünüz gibi yapı olarak şekil olarak, sayı olarak
diğerleriyle aynı. Aynı büyüklükte aynı şekilde. Ama burası
müze olduktan sonra filmdi, sinemaydı, klipti o tarz
çekimlereayrılan bir mekân haline geldi.
Ahmet Tevfik Ozan
Bu içinde bulunduğumuz koğuş, benim 1974-1977 yıllarında
bulunduğum kısım. Ben bu koğuşun önce koğuş sorumlusu yani
koğuş ağası oldum. Bütün ülkücü mahkumlar burada toplanmaya
başladı…ama bir ve üçüncü koğuşları da mahkumları temsilen
idare nezdinde biz idare ediyorduk. Burada yaklaşık 500’e
yakın mahkûmu temsil ediyorduk. Şu ileride görünen küçücük
mekân hem tuvalet hem de banyo olarak kullanılıyordu. Banyo
derken…öyle lüks bir banyo değil!...Gazocağında ısıtılmış
yarım teneke sıcak su…üzerine soğuk su koyacaksınız…bir
tuvaletin üzerine tahta kapatılmış orda banyo yapacaksınız…
Şu gördüğünüz soba burayı ısıtan sobaydı. Yukarıdaki
mazgallarda devamlı gardiyanlar gezerdi… aşağıda ne oluyor,
ne bitiyor diye ! İnsanlarda burada birleştirilmiş
ranzalarda yatarlardı…normalde burada 80 kişi kalacaksa en
az 200-300 kişi kalırdı. Mesela ben ilk defa cezaevine
geldiğim zaman savcıyla görüşme dilekçesini 5 liraya
yazıyorlardı…o zamanın fiyatıyla. Ben gelir gelmez piyasayı
düşürdüm ve ücretsiz yazıyorum dedim. Daha sonraları temyiz
layihası yazmaya başladık. Tabiatıyla burada bizim epeyce
bir vaktimiz geçti.
M. Şener Bulut
Koğuş arkadaşlarınızdan hatırladığınız kimler vardı.
Ahmet Tevfik Ozan
Selahattin Arpacı vardı resim yapardı şimdi Osmaniye de
avukat olarak çalışıyor. Ayrıca Muharrem Şemsek, rahmetli
Muhsin Yazıcıoğlu buralardan geçti. Pek çoğu da şimdi makam
mevki sahibi oldu. Ama ben şuna inandım… adam zaten idam
almış senden korkmaz..o adamlara tesir etmek için bir tek
şey geçerliydi. Adil ve efendi olmak!... Ben buranın koğuş
ağasıydım mesela burada 15 günlüğüne çay ocağı çalıştıran
insan bir senelik ihtiyacını karşılardı. Ben….Arkadaşlar…!..çayocağı
işletme hakkını dağıtırken mahkumlar ceza almış mı,
durumları ne diye hatırlarını sorardım. Ve bütün mahkûmlar
da bundan memnuniyet duyardı. Zaten koğuş temsilcisi
seçilirken ben adayım diye ortaya çıkmadım. Mahkûmlar dediki…
Ahmet Hoca olsun…!
M. Şener Bulut
Efendim bugün Ulucanlar Cezaevi Müzesini gezdik… Zübeyde
Karalı Uzunoğlu Hanımefendi bu cezaevinin müze olarak
düzenlenmesinde büyük emekleri olmuş… sağolsunlar… Ahmet
abiyi ve bizleri gezdirdi. Ahmet Tevfik Ozan’ı biz bugün çok
daha yakından tanıdık. Onun hayatındaki bu çileli yılları
bugün bu müzeyi gördükten sonra daha çok anladık.Hepimiz
duygulandık. Yakın tarihimizin…son yüz yıllık tarihimizin
siyasi olaylarını burada yeniden hatırladık o acılı yılları
yeniden hatırladık… hüzünlendik!... Ben Zübeyde
Hanımefendi’ye çok teşekkür ediyorum Ahmet Tevfik Ozan
ağabeyimize de…bu cezaevinde yatmış bütün mahkumlarve
yaşayanlarına sağlık ve sıhhat diliyorum…vefat etmiş
olanlara da sonsuz rahmetler diliyorum. Ülkemizin siyasi
hayatının içerisinden geçen bu hüzünlü yıllarıninşallah
romanları yazılır, filmleri yapılır… Çünkü halkımızın,
bilhassa gençlerimizin bu hikâyeleri bilmesi lazım. İşte bu
cezaevinde kalmış, bu kasvetli binalarda gençliğinin en
güzel yıllarını geçirmiş olan Ahmet Tevfik Ozan bugün Fırat
Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev
yapıyor… Elazığ’ın kültür hayatına müstesna eserler
kazandırıyor ve ülkemizi yurt dışında temsil ederek şanlı
bayrağımızı dalgalandırıyor…. Hadisenin bir de bu tarafını
görmüş olduk. Ben hayatımda ilk defa bir cezaevi gördüm. Çok
duygulandığımı ifade etmek isterim. Ama burayı bir müze
haline getiren insanları da hasseten tebrik ediyorum.
Ahmet Tevfik Ozan
Sevgili arkadaşlar!... Şimdi emin olun… insanın
şerefi,haysiyeti, muhabbeti, merhameti ve adaleti bir
kristal vazo gibidir … düştü mü kırılır !... Bakınız ben
burada 2.5-3 yıl kaldım şimdi benden nice sonra Zübeyde
Hanım proje amiri olarak buraya geldi… Ben eğer burada
yanlış yapmış olsaydım var ya … Zübeyde Hanım bizleri böyle
karşılamazdı çünkü onun kulağına giderdi…Öyle değilmi…?...Zübeyde
Hanım benim hakkımda hiç yanlış bir şey duydunuz mu ?...
Zübeyde Karalı Uzunoğlu
Hiç duymadım …. Ahmet Bey bizim dostumuzdur.
Ahmet Tevfik Ozan
Diğer mahkumlardan da bir şey duymadınız değil mi?...
Zübeyde Karalı Uzunoğlu
Hayır hiç duymadım !...
Ahmet Tevfik Ozan
Eğer ben yanlış yapsaydım, zulmetseydim onlar söylerlerdi
ama ….Zübeyde Hanımın dakulağına gelirdi…. O zaman insan
şerefini , haysiyetini , merhametini kristal bir vazo gibi
taşıyacak…! Bizim naçizane düşüncemiz bu…
Zübeyde Karalı Uzunoğlu
Ben son bir şey söylemek istiyorum… Az önce güzel bir şey
söylediniz… buralar iyi ki müze oldu… Öyle değil mi… Ahmet
Bey!... Yani burası kapatıldıktan sonra, hakikaten üzerinde
ne olacağına dair bayağı tartışmalar vardı…ama daha sonra
Altındağ Belediye Başkanımız Sayın Veysel Tiryaki olaya
ciddiyetle yaklaştı…” Bu benim sınırlarım içerisinde… burayı
müzeleştirelim!...” dedi… Kültür Bakanlığı, Adalet
Bakanlığı, Mimarlar Odası, Ankara Barosu işbirliği
içerisinde biz bu işe başladık… Geldiğiniz için ben de çok
teşekkür ediyorum… Dediğim gibi Ahmet Bey zaten bizim
dostumuz…Kapımız ona ve onun arkadaşlarına her zaman açık
….! Çok teşekkür ediyorum.
ZekeriyyaBican
Ahmet Tevfik Ozan benim çocukluk arkadaşım, anlatırdı…. Bana
hikâye gelirdi… Ben onun burada neler yaşadığını
düşünemedim…çok duygulandım, fazla konuşamayacağım.. Allah
kimseyi buralara düşürmesin …!
Belgeselin Son Sözü…
Aslında böyle bir belgesel çekmek aklımızda yoktu..
“Ankara’da Şiirlerle Elazığ’ı Yaşamak “ adlı bir gönül
programına Elazığ Belediye Başkanımız Sayın Mücahit
Yanılmaz’ın tahsis ettiği bir araçla gittik. Kanal Fırat
Genel Yayın Yönetmeni Zeki Akbıyık bize kameraman Orhan
Arslan’ı görevli kıldı..
Manas Kültür Evi ve Ankara Elazığlılar Derneği’nin bu
gecesine Elazığ’dan pek çok yazar ve şair katıldı..Elazığlı
şair ve yazarlar 9 Ekim 2016 tarihinde Ulucanlar Müzesi’ni
gezdiler. Fırat TV kamerası sürekli çekim Yaptı..Şair ve
yazarlar taşlara sinmiş bir hüzün kokusunu yaşadılar. Zaman
zaman bu kokuyu mısralarında anlatmış Şair Ahmet Tevfik
Ozan’ın hissiyatını dinlediler..Nice sonra Elazığ’da kültür
ve sanat duayeni yapımcı M. Şener Bulut Ulucanlarda
resmettiği karelerden bir belgesel yapmayı murat etti…Kanal
Fırat’ın usta montajcısı Eyyüp Altın’la stüdyoya girdi..Ve
bu eser ortaya çıktı..Ulucanların akan giden zaman içinde
birey ve cemiyet üzerindeki tesirleri resmedildi....Akan
giden zamana bir kalıcı söz. Bir kalıcı selam bırakıldı..
Ve teşekkür..Ulucanlar Müzesi proje sorumluları Zübeyde
Karalı Uzunoğlu ve Merve Bayıksel’e..Ve Ulucanlar Müzesi’nin
banisi Sayın Altındağ Belediye Başkanı Dr. Veysel
Tiryaki’ye…