Burada bizleri buluşturan hadise
o kadar önemlidir ki, hayatımızı belki de yeni baştan tanzim
gereğini uyandıracaktır. “—göründüğün gibi dosdoğru ol”
ayetinin omuzlarımıza yüklediği ağır yükle bizleri sarstıkça
sarsacaktır.
Ve hele Gazi Atatürk’ün sadece
öğretmene yönelerek söylediği sözlerde bütün milletin
geleceğinin vebalinde öncelikle muallimler olduğu beyanı
gayet açıktır; “—“Ey yükselen yeni nesil, gelecek sizindir.
Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak
sizlersiniz” Ve devamla, “-- Hiçbir zaman hatırınızdan
çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür,
nesiller ister”
Asrımızın bilim haysiyetini son
nefesine kadar koruyan Rahmetli Prof. Dr. Erol Güngör
Hocanın en fazla korktuğu; “—kendi içine kapalı, korkak,
ürkek, mıymıntı, pısırık vs aydın profilidir!” Bu ülkede,
kendi insanına şüpheyle bakan aydınlar yetişti! Kendi
insanını sevemeyen, onun güzel meziyetlerini göremeyen ve de
kendi dışındaki dünyaya imrenen bir garip ruh haleti
gelişti!
1850’lerde dünyaya gelen bir
şahsiyetin, bir muallimin ‘—hayat hikâyesini’ bütün
dürüstlüğü ile dile getiren ve içerisinde çok güçlü edebi
tasvirleri gördüğümüz bizatihi torunu tarafından başarıyla
kaleme alınan bir roman!
Tarihin en evla devletinin insanı
kahredici bütün sarsıntılarını bir, ‘—kış mevsimi’ misali
ölümün dehşet anını yaşayan bir şahsiyet! Bir büyük kıyamet
kopuyor; dizginlemeniz mümkün değil!. Üç kıta sanki bir
anda, dev cüssesi ile üzerinize yıkılıyor!.
O sarsıntılar karşısında
iradesini koruyan bir avuç insan, ‘—İstiklâl Mücadelesinin
isimleri belli veya belli olmayan adsız kahramanları’
Yürekli bahadırları!. Onlar, bütün hüzünlerini bağırlarına
bastılar! Onlar, bütün insanlığa ders vermenin en zorlu çok
bilinmeyenli hesaplarını yaptılar.
İşte, Abdullah Lütfü; Sabrı
kendisine kağnı; mihneti salıncak! Bir Alperen, bir Horasan
Ereni tavrıyla düştü yollara yalıncak! 1887 tarihleri;
savaşlar her bir yanı allak bullak etmiş! Evlerden,
Ocaklardan ‘ağıtlar’ tütüyor! Her şeyi bir an tersine
çevirin! Yol yok, köprü yok; izbe geçit vermeyen dağlarda
ne bir ses ve de bir yudum ışık yok; Yoksulluk bir çığlık
gibi boğucu dalgalarıyla boğazınızda düğümlenir! Bütün bu
menfi şartlar, Muallim Abdullah Lütfü gibi asla
zaptedilmeyen deli tayların bir bulut gibi Anadolu’ya
akışlarıyla tarihlerin seyri de değişiyordu!. Şüphesiz ki,
“—yarın geçilecek yolları bugünkü nesiller yapar”
Bundan bir asır önce, ‘yoklukla
pençeleşen bir kahraman nesil’ Onlardan alacağımız o kadar
manidar dersler var ki! Onlar, ‘—cimri olmayan bilgi
ambarlarıydı’ İlk defa, Cumhuriyeti telaffuz eden büyük
fikirlerin, büyük olayların ve de geleceğin mimarlarıydı!.
Yüzde ki tebessüme, güzel ve
iradi bir söze kadar her hayrı sadaka bilen bir ulu düşünce!
O düşüncenin etrafında, ‘—fedakârlığın abide şahsiyeti’
Abdullah Lütfü Hocalar, bayrağın dalgalandığı her mevziiye
bir kahraman asker cüretiyle koşmuştur. Onlar biliyorlardı,
“—Âlimlerin mürekkebinin damlalarının şehit kanlarından daha
evla olduğunu” Onlar biliyorlardı, “—bir harf öğretenin
kölesi olunacağını”
Sadece bilmek mi, “—niyetler
hayır, akıbette hayrola” sözünün yüceliğini!.. Bugün Manas
yayınları, kıt kanaat imkânlarla 28. Kitabını, 24 Kasım’a ve
de, asrın altın nesline hediye ediyorlardı. Manas’ta
biliyordu ki, “—asrın başında, Harput’ta sekiz kütüphane
vardı. Kültür ve Sanat şüphesiz ki, Milletlerin hayatını
uzatır.
Siz, bu milletin geleceği için
‘—çileye’ talip olur musunuz? Şairinde dediği gibi,
“—sonunda ne rütbe var, ne makam” hamallığa talip olur
musunuz? İşte, Sakarya’yı ayağa kaldıran bu vecd, bu aşk;
bazen de hayatın şartlarına pervasız ve fütursuz meydan
okumaydı! O insanlar, bir büyük devlet geleneğinden süzülüp
geldiler. Koca imparatorluğun çöküşünü, onun bütün cihanı
kuşatan; ölümle eş dehşet anını yaşadılar. İşte, asıl
cihangirlik bundan sonra başlıyordu. Bütün gönüllerde
uğuldamaya başlayan hamiyetli bir direniş; hayatı tekrar
okuyuş, fedakârlığın son raddesine kadar, ruha inkılâp eden
bir büyük silkiniş! Azgın Fırat’ın gemi ancak böyle
tutulabilirdi. Bu millete tarihi yeniden bütün esaret
zincirlerini ki, o öncelikle cehaletti, bilgisizlikti,
basiretsizlikti, iradesizlikti; bilgi, hüner ve marifetle
kırılarak yeniden istiklâlin ve hürriyetin yepyeni tarihi ve
o tarihin dupduru romanı yazılıyordu.
O roman, Abdullah Lütfünün şahsında bir
milletin hayat felsefesini dile getiriyordu. Öğretmen ve
millet denilince; İlk aklımıza gelen Allah’ın Resulü ve Nur
halkası, her biri gökteki yıldızlara benzetilen Sahabe akla
gelir. Ve bize doğru, bugünlere bazen çağlayarak, bazen
hüzün yağmurları halinde evet, kâh ürperten bir çığlık
halinde, kâh yüreklere ferahlık veren bir genişlik halinde
akıp gelen bir silsile! Bir imtihandan bir diğer imtihana
nasıl sokuluyoruz. İşte, burada ezel pınarından doğarak,
ebede doğru akan nesillerin hayatı! O hayatın bütün
karesinde, muallimler… Velhasılı nesillerin ruhunda muallim
vardır. Bir milletin kıyama kalkışında da, kıyametinde de
muallim vardır. Gönlümüzün bir tufan halini alan
alkışlarında da muallim vardır. Dün olduğu gibi, bugünde ve
yarınlarımızda da yazılan tarihin asıl tefekkür cephesinde
muallimler vardır. 24 Kasımların bu millete hayırlara vesile
olması dileklerimizle.
Büyük Türkçü Gaspıralı İsmail ile
aynı tarihlerde dünyaya gelmiş ve aynı fikirleri bütün
hayatı boyunca savunmuş bulunan, Muallim Abdullah Lütfü
Hoca’nın doğumunun 152. Yıldönümünü anma vesilesiyle tarihe
bir daha yolculuk ediyoruz.
Ağın ismi ile birlikte hiç
kuşkusuz, ‘—eğitim’ akla gelecektir. Ağın’ı tarihe taşıyan
ve dün ile bugün arasında köprüler kuran ‘—şahsiyetler’
akla gelecektir. Şu coğrafyada haklı olarak, ‘—bir bilgi
tabanı yapan’ sağlam bir doku akla gelecektir.
Ağın ismi ile birlikte ilk
hafızalarımıza, 4. Murat’ın Bağdat Seferi(1638) ve o seferle
asırlarca halkımız arasında anılan. ‘—Bağdat Yolu’ geliyor.
“--İptidâ Bağdat’a sefer olanda/Atladı hendeği geçti Genç
Osman/Vuruldu sancaktar kaptı sancağı/İletti bedene dikti
Genç Osman/Sultan Murat eydür gelsin göreyim/Nice
kahramandır ben de bileyim/Vezirlik isterse üç tuğ
vereyim/Kılıcından al kan saçtı Genç Osman!” kahramanlık
türküsü belki de bu seferde kendi evladını, ‘—Bağdat
Kapısı’nda şehit veren Ağın’ı ve Ağınlıyı efsaneleştirir.
Ağın’ın bağrından çıkan
edebiyatımızın, ‘—Destan Şairi’ Muallim, Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu bu milletin tarihini duru Türkçemizle
destanlaştıran bir şairimizdir. Harput Hükümdarı Belek Gazi
ve Genç Osman Destanını O’nun kaleminden okuduk!
Ağın denilince elbette akıllara,
‘Gemuhlu Köyü’ ve bu köyün ismini de asrın Yunus’u misali
bütün Türkiye’ye taşıyacak olan Fethi Gemuhluoğlu’nu
(1923–1997) çıkaracaktı. Sürekli okuyan, düşünen asrın
çilekeş insanıdır. Ne diyor asrın Yunus’u, Gemuhluoğlu;
“--“Ben nefsimi katlettim, hem şehidim, hem gazi”yim
diyebilmek... İslam milletinin insanı, yeniden bir “ba’sü
ba’de’l-mevt” sırrını yaşamak istiyorsa, onu ihya etmek
istiyorsa.. Uykuyu kaldırmalıdır. Uykuya düşman mı olalım?
Hayır! Uykuya dost olmayalım.... Politikaya dost
olmayalım... Hırs-ı mal ve hırs-ı caha dost olmayalım...
Paraya dost olmayalım.”
Muallim Abdullah Lütfü, 83 yılı
bulan ömrünü insana hasreden bir şahsiyet; Milli Mücadeleye
en ateşli desteğini verecekti. Gazinin Samsun’a çıktığı gün
Ağın’daki evinin en üst yerine Türk bayrağını asacaktı. Bir
büyük aşk ile ‘alfabeyi’ öğretecek ve güzel Türkçe’mizin
müdafaasını yapacaktı. Ondaki ibadet şuuru öyle derindi ki,
bir öğle namazında son rekâtta hakka ruhunu teslim
edecekti.
Evet, Abdullah Lütfü Hoca ise
sadece döneminde yaşayan sade bir eğitimci olarak değil,
‘—bir efsane kişilik’ olarak anılıyor. 1950’li yıllarda
dünyaya gelen Abdullah Lütfü; Abdülmecit (1839–1861),
Abdülaziz 1.(1861–1876), Murat 5. (1876), Abdulhamit 11.
(1876–1909), Mehmet V. Reşat ( 1909–1918), Mehmet V1.
Vahdettin (1918–1922) dönemlerini yaşıyordu.
Abdullah Lütfü dünyaya
geldiğinde, 1850’li yıllarda, Osmanlı Devleti; İngiltere
Krallığı, Fransa Cumhuriyeti, Rusya İmparatorluğu ile
birlikte dünyanın dördüncü devleti arasında yer alıyordu.
Büyük savaşlar yenilgiler koca imparatorluğu giderek içten
içe de kemirecekti. 1900’lü yıllarda, büyük
devletlerarasına; Almanya İmparatorluğu, A.B.D ve
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’da girecekti. 1914
yılında, 1.Cihan Harbine girildiği yıllarda, Osmanlı hala
‘----büyük devletler’ arasındadır.
Böyle bir geçiş döneminde,
‘—tarihin en acımasız sayfalarına’ ve en acı hatıralarına
şahadet eden bir şahsiyet, Abdullah Lütfü şüphesiz ki,
İstanbul’dan Anadolu’ya koşacaktı. Milli Mücadelenin o
mukaddes bildiğimiz tarihin altın neslini hazırlamanın
onurlu kavgasına bütün yüreği ile kendisini verecekti. 1885
tarihinde, İstanbul’da başladığı bu hizmet yolculuğu
hayatının özge can damarı olacaktı. 1887 tarihinden
itibaren; Diyarbakır Eğil Nahiyesi, Diyarbakır İdadi
Muallimliği, Mardin Rüştiyesi Muallimi Sanisiyesi,
Diyarbakır İdadi Muallimliği, Elazığ Mezreyi Marifet
Muallimliği, Pertek Rüştiyesi Muallim-i Evvelliği, Ağın
Muallim-i Evvelliği, Çemişgezek Muallim-i Evvelliği, Van
Dar'ül Muallim-i Evvelliği, Hakkâri Maarif Müfettişliği,
Elazığ İptidai Muallimliği, Keban Rüştiyesi Muallimliği,
Hekimhan İptidai Muallimliği ve Ağın İptidai Başmuallimliği…
Velhasılı, Ağın’ın küçük
coğrafyasına rağmen yüreği bir büyük tefekkür iklimiyle
asrın irfan sahiplerini bağrından çıkarmış ve Anadolu’yu
yücelere taşıma muradına ermiş bir kutlu beldemizdir.