Şu tabloyu görünce
gözlerim doluyor! İçin için ağlıyorum! Bir büyük
kahraman’ın, bir büyük tefekkür insanının hayatını birlikte
yâd ederken tarihe yolculuk yapacağız. Şair sözünde elbette,
‘—milletinin gönlü’ var! O gönül gözüyle, ‘—cihana destanlar
yazdı’ O gönül gözüyle bizlere, ‘—bugünleri muştuladı’
Elmas
Yıldırım’ın manevi şahsında, fedakârlığın kıyama kalktığı,
dürüstlüğün/vatanseverliğin hayatın bir parçası haline
geldiği; Bakü’den, Ankara’dan, Elazığ’dan güzel insanların
güzel ve hasret kokan duygularla büyük davaları birlikte
yüklendiği bir atmosferi yaşıyoruz.
Bu
öyle bir atmosfer ki, bir dönemi bütün yüzleri ile bizlere
hikâye etmekte! 1933–1952 Tarihleri arasında, Elazığ’ın dört
bir yanında görev yapan bir aşk, bir vecd, bir çile insanı
Elmas Yıldırım’ın bütün eserlerinde; ‘—cumhuriyet döneminin
bütün çizgileri’ birlikte akseder! Elmas Yıldırım, ‘—Bu
şehrin bağrında gül açan, gönlümüzün baharıdır’ O’nda,
duygularımızın seher vaktini yaşarım. ‘—Hazar’dan Hazar’a
Elmas Yıldırım’ derken, bir vefa sancağının dalgalandığını
görürüz!.. Burada, O’nun emaneti üzerine, ‘—sadakat yemini’
ediyoruz. Hazar’ın, ‘—gök bayrak’ süslü zemininde, Uluğ
Türkistan’ın heybetini bir daha yaşama zevkine eriyoruz.
Gaspıralı’nın, “—Dil’de, Fikir’de, İş’te birlik ateşinin’
her türlü zorluğa rağmen yandığına birlikte şahit oluyoruz.
Burada, Anadolu’yu fetheden ulu düşünceyi bir daha gönül
gözüyle, “—kol kola çağların nasıl yürüdüğünü” okumaya
çalışıyoruz. Bakü’nün, Anadolu’ya sürekli tebessüm eden bir
pencere olması ne kadar anlamlı değil mi? "Saf, saf dizilip,
ey sıradağlar, yürüyün!/ Boy boy obalar,altın
otağlar..yürüyün!/Gördüğüne "kıyamet" desin, isterse,
gören.../ Gün, ay, yıl, asır... kol kola çağlar, yürüyün!."
Öyle ki, Azerbaycan, Anadolu Türk’ünün İç Asya Türk’ü ile
yakınlaşmasını sağlayan ‘hasret duvağı..’ O duvak, nazlı
ceylan gibi ürkek bakışlı, göz alıcı elmas nakışlı!.
O
nakışlar, Elmas Yıldırım’ın şiirlerinde mahirane bir şekilde
işlendi ki, ‘—Kafkaslar’ denince bizlerde büyülendik. Kur,
Aras coştukça bizlerde yüreklendik. Gayet iyi biliyoruz ki,
Balkan savaşlarında, Çanakkale’de, daha nice çetin
cephelerde/ vatan savunmasında, ‘—Kafkaz Gönüllüler
Cemiyetinden…’ Azeri’nin genç Ziyalılarını/ Ceditçilerini
Mehmetçikle omuz omuza birlikte toprağı kanlarıyla
suladıklarına şahit oluyoruz!
Ahmet
Cevat’ı, Azerbaycan’ın Akif’i olarak tanıdık… “—Sen olasan
gülüstan/ Sana her an can kurban/ Sana birçok muhabbet/
Sinemde tutmuş mekan..” Bu sözler, Azeri’nin artık hürriyet
kasidesi olmuştur! O hürriyet nağmesinde; Ziya Gökalp’ın,
“—Türkleşmek/ İslamlaşmak/ Muasırlaşmak” felsefesinin artık,
‘—bayrak haline gelerek’ dalgalandığını görmek ne müthiş bir
özlem!
Elmas
Yıldırım, Hüseyin Cavit, Ahmet Cevatlar ve daha nicelerinin
hayatları dert örmüş, çile yoğurmuştur. Ama bu yürekli
insanlar, ‘—zindanları bile aydınlatacak’ kadar Yusuf’i
duruşa sahiptirler! 70 yıl boyunca, 'dil susmuş, gönüller
konuşmuş..' Hayat bahçelerinden kor ateşler yükselmiş,
yanmış yürekler...’ O yürek, aradan 70 yıl geçmesine rağmen
nasıl aynı sıcaklıkla bizleri tekrar bir araya
getirebiliyor. Bir büyük heyecan, bir büyük ruh veriyor.
“Bir
zaman koynunda ben de yaşadım,
Sokaktan sokağa seslendi adım,
Bilmem
sönecek mi sendeki yâdım,
Belki
de dönemem sana, elveda!
Elveda, ey güzel Bakü elveda!”
Ey Güzel insan,
biliyoruz ruhun aramızda bugün!.. ‘—Elveda, ey güzel Bakü
elveda!’ diyerek hasret kokan dudakların yakarışındaki,
‘—rahmani yüzü’ bugün doyasıya okuyabiliyoruz.
“Kazan, Başkurt
batmış, Kırım sürülmüş
Menim badam gözlü yarım sürülmüş
Konum komşum bütün varım sürülmüş
Bulunur mu Sibirya’da iman hey?
Koca
Türk’ün düştüğü dert yaman hey!..
Türk
elleri birbirine yadlanır
Kazak,
Kırgız, Türkmen, Özbek adlanır
Azeri
Türk yanar içten odlanır
Ana
Yurdun içten halı duman hey!
Koca
Türk’ün düştüğü dert yaman hey!..”
Bu
dil, Elmas Yıldırım’ın yürekleri yakan haykırışıdır. Sürgün
yaşayan bir milletin dayanılması mümkün olmayan/ tahammül
sınırlarını aşan hazin ve içli fotoğrafıdır!
Ahmet Cevat,
"Soranlara ben bu yurdun,/ Anlatayım nesiyem;/ Ben, çeynenen
bir ülkenin/ "Hak!" kışkıran sesiyem!."
Şimdi daha iyi
anlıyoruz ki, bu kahraman insanlar; birer 'abide
şahsiyet...' Onlar, söz sanatında birer 'Ulu çınar...'
Onlar, inancın 'kale duvarları...' Onlar, bir milletin 'ar
perdesi...' Onlar, edep yolunun sevda önderleri! Onlar,
Azerbaycan'ın ve Türkiye’mizin yanan istiklal
meşaleleri!.
'Gönlümüzün Kalası...' Elmas Yıldırım'ın doğduğu ve Hak'ka
yürüdüğü yerlerin ismine bakınız, 'Kala...' dır!. Onlar,
sürgünde bile bir milletin 'dağ gibi ayakta duran kalesi...'
olmuşlardır. Sürgün şiirlerinde bile, buram buram kokan
vatan sevgisi/ hicran ateşleri vardır!.
Türkçe’nin özge gönül coğrafyamın aynı irfan kaynağından
beslenen hatıralarla, aynı pınardan süzülerek gelen
‘bizleri tanış yapan’ dili bir, tarihi bir, dini bir,
kültürü bir; aynı soy ağacının kökü mazide ati olan
cümlesine meyve verecek; Hazar’ın suyuna akseden ses
zenginliğini/ söz berraklığını iliklerimize kadar bir daha
yaşama bahtiyarlığına ereceğiz!..
Rusya’nın 70 yıl boyunca, üç nesil bıraktığı ‘yaralar
büyüktü...’ Dini yok saymış, özümden ayırmış, hukukumdan
koparmaya çalışmış, aynı kaynaktan beslenen bütün suları
aklınca bulandırmış(!), gönülleri çoraklaştırmış, ayrı bir
dil, ayrı bir alfabe ile hafızalarla oynamış... Bütün
bunlara rağmen can Azerbaycan’ı ayakta tutan ve kendilerine
‘ziyalılar...’denilen aydınlar, öylesine kahramanca mücadele
etmişler ki, her biri bayrak olmuş!.. O bayrağın manevi
ihtiramı etrafında şuan birlikte pervaz olmuşuz
Rusya
dağılınca, Türkiye’ye ‘ağabey...’ olarak bakmışlar;
kendilerine model ülke görmek istemişler!.. Belki bizlerin
zaafları/ açmazları çalkantılı dönemlerin yaşanmasına vesile
olmuş...
İmanlı
ve aksiyon sahibi bir nesilden söz ediyoruz... Kendi
pazarına hâkim olan bir düşünce yetişiyor... Azeri Türk’ü,
‘kendi kimliği...’ ile ayağa kalkıyor!.. O direnci veren
kimdir; Şüphesiz ki, o ülkenin geleceğine sahip çıkacak
aydınları!.. Hazar Şiir Şöleni’nde, böylesine büyük bir
davanın zarif hatıralarını yaşadık, dersem yeridir.
Şunu
bir daha anlıyoruz, "Mecnunu olmayan şehre yazığdı/ Yunus'u
olmayan derya yazığdı/ İnsanı olmayan dünya yazığdı/
İnsanla, insanla güzeldi dünya" Elmas Yıldırım, bu
coğrafyanın hem Mecnun’u, hem Yunus’u ve hem de, ‘—asrın
Kürşad’ı diyebilirim.