Güneşli bir havada oldukça neşeli bir otobüs
ve feribot yolculuğundan sonra Ağın’ın tek ilköğretim Okulu
olan Öğretmen Abdullah Lütfi namı diğer Tahtasız Hoca
İlköğretim Okulu 6/A sınıfındayız. Bu sıralarda oturmayalı
kaç yıl oldu bilmiyorum. Bu yüzden yılların içimizde
biriktirdiği öğrencilik yıllarının hasretini gideriyoruz.
Avukat dostum Doğan Özdal’la aynı sırada
oturuyoruz. Önümdeki sırada eğitimci yazar R.Mithat Yılmaz,
yan tarafımda Hadi Önal ve Ağınlının gururu yazar ve şair
Günerkan Aydoğmuş ile ilçe milli eğitim müdürü sınıfın
sıralarını dolduranlar arasında yer almaktalar.
Elimde bir kitap Feridettin Atatuğ’un yazdığı
ve imzalayıp tarafıma verdiği Manas Yayınlarından 254
sahifeden ibaret hakiki olaylarla anlatılmış ibret dolu bir
roman.
Roman’ın yazarı Feridettin Atatuğ yaşlı bir
çınar gibi öğretmen kürsüsünde hüzün ve gurur dolu
bakışlarıyla sınıfı dolduran 30-35 kişiyi izlemekte. Çünkü
biraz sonra romanına konu olan ve oturduğumuz bu okula adı
verilen dedesi halk arasında tahtasız lakabı ile anılan
Öğretmen Abdullah Lütfi’nin hayatını, eğitime verdiği önemi
ve halk arasında neden “Tahtasız” ismiyle anıldığını
anlatacak.
Yazar Feridettin Atatuğ başlıyor anlatmaya
ama güçlükle anlatıyor, anlatırken zorlanıyor. Çünkü
anlattığı kişi öz dedesi. Kolay değil bir torunun dünyaya
geldiği sene kaybettiği dedesinin hayatını anlatması. Yinede
kendisini topluyor sınıfı dolduranlara ve Ağınlılara
dedesinin hayatını anlatmaya başlıyor.
O anlattıkça ben bu ülkenin neden geri
kaldığını eğitim ve öğretimin neden bu kadar zafiyete
uğradığını kutsal bildiğimiz değerlerin neden
maddiyatlaştığını, eğitime önem vermenin neden tahtasızlıkla
adlandırıldığını daha net bir şekilde idrak ediyorum.
Ağın ilçesinde doğan Abdullah Lütfi
(1855–1931) yoksulluk ve imkânsızlıklar içerisinde kendi
kendini yetiştirmeye, ülkesine faydalı bir birey olmaya
yönelik gayretleri dur durak bilmezken, çevresinde bir
eğitimci gibi değil de halk arasında bir iki tahtası noksan
anlamına gelen tahtasız unvanı ile anılmaya başlıyor.
Yılmıyor Abdullah Lütfi!..
Öğreniyor, öğretiyor, her önüne geleni
“Kafadar okuyor musun” diyerek okumaya teşvik ediyor. Yeni
bir alfabe yazacak kadar kendisini yetiştiriyor. Ankara’da
meclise gidiyor, yabancı diller öğreniyor. Ağın’a öğretmen
olarak tayin edildiğinde göreve ilk başladığında kendisine
verilen o zamının büyük parası olan 500 lirayı “Çalışmadığım
süre için hak etmediğim parayı almam” deyip geri çeviriyor.
Böylelikle öğretmenliğin maddiyattan uzak ne kadar kutsal ve
mübarek bir görev olduğunu gözler önüne sererek bu
öğretmenler gününde öğretmenlerimize oldukça anlamlı bir
mesaj vermiş oluyor.
Onun bu alicenaplığı ve dürüstlüğü ne yazık
ki günümüze ayna tutacak bir şekilde tahtasızlıkla
değerlendiriliyor. Ve adı tahtasız hocaya çıkıyor.
Ağın ilçesinin okuryazarlık oranının yüzde
yüze ulaşmasında Abdullah Lütfi’nin ne kadar büyük bir payı
olduğunu burada daha net bir şekilde görüyoruz. Bir okulun
bir hapishaneyi kapattığına da canlı olarak şahit oluyoruz.
Zira “Okul olan yerde ceza evine ihtiyaç olmaz” ilkesi
içerisinde bu ilçede var olan hükümlü ve tutuklusuz tek ceza
evi de yıllar öncesinden kapatılmış oluyor. İşte bu ceza
evini kapatanda bu tahtasız hocalar ve Günerkan
Aydoğmuş’lardır.
Bugün Ağın’da uzun yıllar ötesinde dikilen
bir fidan meyvesini veriyordu. Tahtasız hocanın eseri olan
ilim irfan erbabı torunu Feridettin Atatuğ dedesine ithafen
yazdığı aynı isimli eserini kabri başında dedesine takdim
ediyor, adını şanını yaşatıyordu. Dünyada eşine az
rastlanılan görülmesi alkışlanması gereken bir oluşumdu.
Böylesine hayırlı bir hizmetin neferleri
olarak Ağın’a gelen edebiyatçılar, şairler ve yazarlar keşke
karşılarında bu ilçenin kaymakamını ve belediye başkanını da
görebilselerdi. Etkinliğin daha da tadı tuzu olur, Tahtasız
Hoca ziyaret ettiğimiz kabrinde daha rahat uyurdu.