Bahattin Karakoç, Kahramanmaraş’ın
yetiştirip Türk Edebiyatına armağan ettiği değerli
şairlerimizden birdir. O, bir
konuşması esnasında; “Yazmak bende, vazgeçilmez bir
tutku, bir aşk olduğu için; yeteneklerime saygı duyduğum ve
yetkimi bildiğim için yazarım. Türlü türlü konularda da olsa
‘konum’ her haliyle daima insandır.” der. Devamını
ise şöyle getirir:
“Eserlerimle vermek istediğim mesajlar
genellikle insanın insan yönlerini ortaya çıkarmak; ötelerin
sesini duyurmak; mutlu kılan bütün helâl güzellikleri
herkesle bölüşmektir. Kısacası insana, insan olduğunu
hatırlatmak ve ruhunu kanatlandırmaktır.”
Madem şairimizin şiir ekseninde
“insan” vardır; insanın da gönül ekseninde bazı değerler
vardır. Millî ve manevî değerler bütününden oluşan
insan, bu değerlerine sahip çıktıkça, onları korudukça
varlığını idame ettirir. Değerlerini kaybedenler, kendi öz
varlıklarını da kaybetmiş olurlar. Kısacası, kendileri de
kaybolurlar.
Sözün burasında,
Bahattin Karakoç’un “Yeniden Diriliş”
başlıklı şiirini sizlere okumak istiyorum.
Burada şair, bir bakıma hayat felsefesini dile getirmekte;
kişioğlunun sahip olması gerekli aslî varlıkları
sıralamaktadır. Hikemî bir tarzda kaleme aldığı şiir, Doğu
edebiyatlarında çokça örneklerini gördüğümüz bir muhtevada
ve yapıdadır:
Evi yanan adam
Yeniden kurabilir
evini
Yüreği yanmış adam
Yeniden diriltebilir
yüreğini
Yazgısına küsmüş bir şair
Yeniden sebil
edebilir sevgisini
Güzele âşık bir bahçıvan
Her gün yeniden
düzeltir, süsler bahçesini
Yeter ki gönlü zengin olsun
Kişi bir soğanla da
kurar sofrasını
Ama ahmaklığı yüzünden
Yurdunu, dilini,
dinini
Ve hürriyetini yitiren bir adam
Bir daha bulamaz
kendisini
Görüldüğü üzere şair burada insanı yahut
insan topluluğunu yani milleti dört ana sütun üzerine
oturtur; yurt (vatan), dil, din
ve hürriyet.
İnsanın evi yanarsa, çalışıp çabalayarak
yeniden bir ev kurulabilir. Büyük acılar yaşamış biri,
zamanla o acılarını unutarak normal hayata dönebilir;
kaderiyle başı dertte biri, yeni yeni felâketlere düşse
dahi günün birinde bunların hepsini atlatabilir. Bağı
bahçesi üst üste talan olsa da içindeki yaşama aşkıyla
kendisini tekrar hayata bağlayabilir. Yahut sevgisine
sığınarak bir insan acılarını hafifletebilir, aşkına
sığınarak ıstıraplarını unutabilir. Gönlü zengin olan
birinin maddî manada yoksulluğu bir şey ifade etmez; soğan
eklemekle de sofrasını toylaştırabilir. Yunus’un; “Bunca
varlık var iken gitmez gönül darlığı” dediği misal; kötü
olanı, görünmeyen gönül yoksulluğumuzdur.
Şiirin maktaında diyor ki Bahattin Karakoç;
“Ama yurdunu, dilini, dinini ve hürriyetini yitiren bir adam
bir daha kendini bulamaz.” Bu değerlerini yitirdikten sonra
onları yeniden kazanıp yerine koyması müşküldür. Bu şiir
bize Macarların millî şairi Şandor Petöfi’nin; “Su,
Rüzgâr ve Namus” şiirini hatırlattı. Şiirde, bu üçü
saklambaç oynamaya kalkışırlar ve önce su saklanır; çok
geçmeden de bulunur. Sonra rüzgâr saklanır; o da bulunur.
Sıra namusa gelince, o der ki;
“ Dinleyin bir kere
Ben kaybolursam
Bulunmam hiçbir yerde…”
Ve Petöfi şiirini;
“İşte, o günden beri namus kaybolunca,
Bulunmaz hiçbir yerde.”
diye bitirir. Bir kıyaslama yapacak olursak,
Karakoç’a göre de, vatan, dil ve hürriyet bir milletin
namusudur. Bir kere kaybolmaya görsünler, bulunmaları çok
çetindir. Mete Han yüzyıllar öncesinden bunun idrakinde
olan bir Türk hakanıdır; “Benden eyerimi isteyin
vereyim, atımı isteyin vereyim, çadırımı isteyin vereyim;
fakat vatanımdan hiç kimse bir karış toprak istemesin,
vermem.” diyen de odur.
Şu mısralar da Bahtiyar Vahapzâde’den:
“Vatan aşkından yücelsin bütün isteklerimiz,
Yaşasın arzuda, amaçta, temennada: Vatan.”
Dil konusundaki misalimizi de
Vahapzâde’den seçtik:
“Bu dil bizim ruhumuz, aşkımız, canımızdar,
Bu dil birbirimize ahd ü peymanımızdır.
Bu dil tanıtmış bize bu dünyada her şeyi,
Bu dil ecdâdımızın bize miras verdiği
Kıymetli hazinedir… onu gözlerimizdek
Koruyup, nesillere biz de hediye edek.”
dedikten sonra, şiirinin bir yerinde de;
“Benim adım, sanımsın,
Namusum, vicdanımsın.”
diyerek dilin ehemmiyetini namus yerine
koyarak onunla oyun oynanamayacağını Petöfivâri ima etmiş
oluyor. Dil bahsini kapatmadan, H. Suphi Tanrıöver’in şu
veciz cümlesini de aktarmak istiyorum; “Efendiler,
milliyetimiz her şeyden fazla dilimizin içindedir. Dilimiz
atalarımızın bize miras bıraktığı en büyük servet, en
değerli emanettir.”
Kişilerin veya milletlerin varlığında dinin
de yeri ve önemi inkâr edilemez. Nice kavimler, milletler ve
kişiler dinleri yolunda savaşmış, cihat etmiş ve o uğurda
ölümü seve seve göze almışlardır. M. Emin Yurdakul’un
“Cenge Giderken” şiirine kulak verelim:
“Ben bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur,
Sinem, özüm ateş ile doludur.
İnsan olan vatanının kuludur;
Türk evlâdı evde durmaz, giderim!”
İ.H. Bıçakçızâde’nin bu mevzudaki şu
cümlesini zikretmeden geçmeye gönlüm rıza göstermedi;
“İnsanlık din iledir. Din yoksa fazilete, ahlâka lüzum
kalmaz. Çünkü dinden başka hiç bir kanun vicdana hâkim
olamaz. Vicdanın hâkimi dindir.”
İsterseniz dinin insanoğlunun varlığındaki
yerine dair bir örnek de Bahattin Karakoç’un başka bir
şiirinden verelim, “Çekirdek”
şiirinden:
“Türk’üm. Elbistanlıyım. Adım Bahattin.
Dinim İslâm; imzam kan grubum gibi belli
benim.”
Hürriyete gelince, yukarıda
saydıklarımızın varlığı bir noktada hürriyetle mümkündür.
Hür olmayan, istiklâlini
kazanmamış kişi ve toplumların vatanları, dilleri ve dinleri
daima bir tehlike ve tehdit altındadır. “Hürriyet ve
İstiklâl benim karakterimdir.”diyen Atatürk’ün
asıl şu sözüne kafa yoralım;
“Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve
izmihlâl vardır. Her terakkinin ve kurtuluşun anası
hürriyettir.”
Ya Namık Kemal’in
Hürriyet Kasidesi’ndeki
şu beyte ne demeli;
“Ne efsunkâr imişsin ki ey didâr-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk
esâretten.”
Dediğimiz gibi, hürriyetin vatan, dil ve
din’den daha önemli olduğunu vurgulamak istercesine Bahattin
Karakoç, şiirinde onu en sona bırakmıştır. Biz de son
örneğimizi İstiklâl Marşı’mızın
son mısralarıyla vermek istiyoruz: