Maraş’ın akbaşlı bilge şairi
Bahattin Karakoç geldi Elazığ’a.
“Sesli
konuşmaktan utanıyorum
Sükût bir sevdadır, edeble ikiz,”
diyen bu Maraşlıyı geçen hafta içerisinde üç
gün misafir ettik ilimizde. Sade ilimizde mi; gönlümüzde,
ruhumuzda….
Geldi de iyi etti. Şiiri kıpırdattı bu
şehirde. Şiir dostlarını, rüya kuşlarını bir araya getirdi.
Bir sabah, bir öğle, bir akşam “Anadolu Türkçesiyle Bir
Ulu Çınar Konuştu.” Kulak verip dinledik pür- dikkat;
“Ben eskiden böyle kuru bir ağaç değildim” dedi evvelâ.
Baktık ki, dedikleri tarihin arşivlerinde birer altın
varaktır… Tozunu alıp alıp uzatıyor ha bire:
“Yokluk kılıç kuşanmazdı benim toprağımda
Tuttuğum altın olurdu ellerimde çil çil
Ve her selâmım bir ülkeyi beslerdi tekmil
Gözüm tok, gönlüm tok, hiç aç değildim.”
(İlkyazda,
s.63)
Karakoç, işini bilen biridir. İşini; yani
şiiri!... Kelimeyi bir sarraf
ustalığıyla alır, işler, haddeden geçirir ve bakarsınız
sizin hiç de önemsemediğiniz kelimeler onda şiir olmuş.
Çiçek açmış, koku saçmış, tat vermiş, renge dönüşmüş.
Önce şu dediklerine bakalım:
“Bellidir yeryüzünde herkesin işi
Ben şairim şiir yazarım
Bal arısı petek petek bal yapar
…………………………………….
Madem ki gündemde bal ve şiir var
Ben de bu gündemde bir bey arıyım”
(İlkyazda, s.84)
Bey arı bal yapar mı, demeyin. Deyin ki, arı
nedir, ne iş yapar? Deyin ki bal nedir, neye benzer?
Cevabını Karakoç versin size;
“Çiçeği bal yapan
arı güzel bir böcektir
Güzelin kadrini
bilir
Zamanın kadrini
bilir
Ve işi de öylesine
güzeldir
Çiçek alır, bal
verir
Bal, bende gerçek
şiirdir.”
(İlkyazda, s.84)
“Ballar balını buldum, kovanın yağma olsun.” demişti
Yunus asırlar öncesinde. O Koca Yunus bizimdi, bizim
sesimizdi de bu Karakoç biz değil midir; bizim sesimiz
değil mi? Bir kez dinleyin hele;
“Bal yoksa
kovanda, aşk ve hareket yoksa,
Madenini iskeleti
mezardır bey arıya.”
(Menzil, s.34)
Asırlar sonrasının bir yeni yetmesi kalkıp da bir gün
edesine, ağasına sorsa; dese ki; -Bu Bahattin Karakoç
neyin peşindedir? Ereği nedir, dileği nedir, durağı nedir?
Ağası o yeni yetmeye Karakoç’un mısralarıyla cevap verse
acep midir;
“Bütün tüneller
karanlık, köprülerse çürük ve dar;
Sana kavuşmak
aşkıyla her çağrıya gittim, Leyla!”
(Aşk Mektupları, s.8)
Belli ki Karakoç da aşk kitabından Mecnun’dan ileri
gidememiş; o da “Ve’l-leyli”de kalmış!
“Şu kâinat
atlasında lâle, sümbül, güldür Leylâ,
Ya dirilik aşısı
vur, ya da hepten öldür, Leylâ!”
dediğine bakılırsa… Zaten onun bu bapta
onca bir iddiası yoktur. Uzaklara
Türkü’nün bir şiirinde, “Aşkın a harfindeyim…”
yazarak yerini göstermekten çekinmez. Leylâ’sına yolladığı
mektuplarının birinde de ne der bakın;
“Aşk kitabımın
bütün sayfalarını sen kaplamışsın
Ne bir virgül ne
de bir nokta koyacak yer kalmış.”
(Aşk Mektupları, s.82)
diyen birinin aşkı etten-kemikten bir
Leylâ için olamaz!
Laylâ’sını içinde taşıyan bu mecnun Karakoç geldi işte geçen
hafta Elazığ’a. “Yüreğim Allah’la hemhâl…” diyen kara
sevdalı… “Maraş’tan bir haber geldi” diyen o türkü
gibi geldi de geçti. O toprakların yanık “barak havası”
gibi; bu toprakların aydınlık “çaydaçıra”sı gibi.
Özel Harput Okulları
çağırdı Bahattin Karakoç’u; “Değerlere
Saygı” diyerek. Saygıya değer bir çağrıydı bu. Okulu
adına Hadi Önal, ilimiz kültür camiası adına Şener
Bulut gölge gibi takip ettiler şairi üç gün. Mustafa
öz, hafızasının Bahattin Karakoç sitesini açtı
şaire ve bizlere. Belediye Başkanı Süleyman Selmanoğlu,
“hemşehrilik beratı” sözü verdi akşam. Ali Akbaş
gibi, Sadık Tural gibi kütüğünüze kaydolacak Karakoç
da.
Şiirinde yazar; “Ver elini Elazığ dedim” diyerek
gelmişti bir zamanlar bu şehre. Elazığ onu çok sevdi,
Elazığlı onu bağrına bastı. Şimdi git; ama fazla gecikme,
yine gel, dedi. Dedi ki o da;