Çin
hindinden Avrupa içlerine kadar uzanan bir büyük coğrafya! O
coğrafyada yeşeren tarihin en canlı medeniyeti!.
O
medeniyetin nur yüzlü simaları asırlar geçmesine rağmen hiç
eskimemiş!. Kültiğin, Bilge Kağan, Yusuf Has Hacip, Mahmut
Kaşgari, Ahmet Yesevi, Şahı Nakşibendî, İmam Buhari,
Aprınçur Tigin, Ali Şir Nevai, Fuzuli, Nesimi, Sabir, Evliya
Çelebi, Âşık Ömer, Yahya Kemal, Mevlana, Yunus Emre, Hacı
Bayram Veli vs.
14.
Hazar Şiir Akşamları bizleri bir tefekkür insanı ile, bir
milli kahraman ile buluşturuyordu, Mağcan Cumabay!. Kazak
Türk’ünün Anadolu bozkırlarına akseden yüzü!. Kazakistan’a
gittiğimizde, ‘bir söz ustası’ Ünlü yazar Cengiz Aymatov’un
Goethe, Tolstoylar ile kıyasladığı bir isim hafızalarımıza
kazınıyor, Abay(İbrahim Kunanbayoğlu)(1845-1904) Abay’ın
hizmetleri o kadar büyük ki, UNESCO 1995 yılını ‘Abay Yılı’
olarak ilan ediyor!.
Abay,
Türk-İslam kültürünü özünde yaşamış bir Alperen misalinde
kahraman!. Coğrafyanın kültürünü çok iyi biliyor ve bizlere
bütün berraklığı ile manzum ve nesir yazılarında aktarıyor!.
Abay bir şairdir, bir araştırmacıdır, bir hukukçudur, bir
devlet ve siyaset adamıdır. Asrın, Ahmet Cevdet Paşası
diyebiliriz!. Aynı zamanda bir Ziya Paşa gibi sözleri
Kazaklarda birer vecize haline gelmiştir.
Onlardan sadece bir kaçını birlikte paylaşalım;
“İnsanoğlu insanoğlundan akıl, ilim, ar, huy denen şeylerle
üstün olur” (Adam balası adam balasından akıl, gılım, ar,
minez, degen narselermen ozardı)
“Bütün
insanoğlunu rezil eden üç şey vardır. Onlardan kaçmak
gerekir; Evvela cahillik, ikincisi üşengeçlik, üçüncüsü
zalimlik” (Külli adam balasın kor kılatın üş narse bar.
Sonan kaşpak kerek: Aveli nadanlık, ekinşi erinşeklik,
üşinşi zulımdık.”
“Mal
tükenir, sanat tükenmez” (Mal cutaydı, öner cutamaydı)
***
*** **
Kazakistan’ın turizm beldesi Burabay’dayız. Göl kenarında
kaldığımız mekanın dört bir tarafında, ‘—at tasvirleriyle…’
değişik resimler!. Atı ilk ehlileştiren Türklerdir. Atın
evcilleştirilmesi ile birlikte çok geniş coğrafyalara hâkim
olmuşuz. Karşımıza, ‘—atlı bir medeniyet’ çıkıyor. At,
hayatımızın/kültürümüzün bir parçası oluyor. Destanlarımızın
vazgeçilmez motifi haline geliyor. Zigvatoruk Kalesinin
kuşatılmasında, 80 yaşının üzerindeki Kanuni’nin at üstünde
top atışları ile karışan son nefes alış verişini bir an
düşünüyorum; “Türk at sırtında doğar, at sırtında ölür” bir
dönemin, bir felsefenin izdüşümüdür!. Tasavvuf’ta; insana
doğru bir gelişme seyri anlatıldığında; Cansız ile bitki
arasında Mercanı, bitki ile hayvan arasında hurmayı, hayvan
ile insan arasında ise, atı gösterirler, Sahibine en fazla
sadık olan at, ‘rüya’ görürmüş. Bütün bu düşünceler arasında
Kazaklar arasında tatlı bir rivayeti burada sizlerle
paylaşmak istiyorum; Kazak, Anadolu’ya fütuhat için giden
soydaşları için,“Biz atları yedik, hala yemeğe devam
ediyoruz. Buralarda kaldık. Sizler oklarınızı sadaklarınıza
koyarak atlara binerek çok uzak diyarlara doğru at sürdünüz”
***
*** **
Kazakların çok zengin bir mutfak kültürü var. O kültürü
besleyen bir önemli husus ise, ‘—kazakların dillere destan
misafirperverliğidir’
1940
yıllarıdır. Savaş, kış ve kıtlık; açlıktan nice canlar alır.
Merkezi yönetimden bir kazak köyüne uğrayan yetkili,
iniltinin geldiği bir eve girer. ‘—bir yaşlı kadın açlıktan
can çekişmektedir. Yetkilinin gözüne köşede duran bir sandık
ilişir. Sandığı açar, içerisi erzak doludur. Sinirle kadına
yönelir; bak nerede ise açlıktan öleceksin, şu sandıktaki
yiyeceklere elini bile sürmemişsin. İhtiyar kadın derin ve
içten cevabı yapıştırır; o misafirin hakkıdır’
Böyle
bir kültür, bütün güzel hasletleriyle, bu milleti ayakta
tutmuştur. Soframızın aşırı zenginliği karşısında, ilgiliye
yöneliyoruz; ‘—yemekler israf olmuyor mu?’ Bizlere o kadar
manidar bir cevap veriyorlar ki, ‘—bizlerde misafirin artık
yemeği şifa olarak bilinir. Merak etmeyiniz, hiçbir şey
telef olmaz’
***
*** **
Türkistan/Yesi şehrinde, şehrin Valisini dinliyoruz.
Rehberliğimizi ve tercümanlığımızı Devlet ve Kültür
Bakanlıkları yapmış bulunan Namık Kemal Zeybek yapıyorlar.
Evet,
Vali Hazretleri espriyle anlatıyorlar; ‘—buralara her yıl
bir milyonun üzerinde insan ziyarete gelir. Birgün trafik
genel bir kontrol yapmaktadır. Bir arabayı durdurur,
şoförden evrakları ister. Şoför, kendinden emin sert bir
selam verir. Arkadaşı sorar, kim o? Kontrolü yapan
arkadaşına dönerek, “—şoförü general, arkada oturanı
tanıyamadım” Vali Hazretleri heyete, işte sizin rehberiniz
ülkenizde en üst görevlerde bulunmuş ve bugün Türkistan’da
büyük hizmetler veren kadirşinas bir dosttur. Böyle rehbere
can kurban!..
***
*** **
Kazakistan’a, Akmola Vilayetine vardığımızda, Kazak Basını
bu ziyarete çok geniş yer ayırmıştı. Akmola Vilayetinin,
“Arka acarı” isimli günlük gazetesi sekiz manşete attığı
haberinde; “Hoş Geldiniz Türk Kardeşler”
Ana
Vatanımıza, “Hoş geldiniz” Türk Kardeşler isimli bir de
makale yayınlanmış. Bu makalede, Akmola Eyaleti ile birlikte
coğrafyanın yeraltı ve yer üstü zenginlikleri
tanıtılmaktadır. İsterseniz bu makaleden birkaç cümle
alalım; Akmola vilayeti Türk kardeşlerimizi yürekten
karşılamaya hazır. Sarıarka vadisinin kuzey batısına
yerleşen vilayetimiz 1939 yılında kurulmuştur. Yer ölçümü,
146,2 bin km2’dir. Vilayetin yönetim merkezi, --Kökşetau
şehri” Elazığ’a kardeş olan ve yoğun olarak görüşmelerin;
Vilayet, Belediye, Rektörlük ve Ticaret Odası ile ikili
protokollerin imza altına alındığı şehir!..