MANAS HABER-M. Şener Bulut
Manas Yayıncılık’ın öncülüğünde, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin temellerinin atıldığı Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nde Birinci Dönem Milletvekili olarak görev yapan
Çemişgezekli şair, mutasavvıf; vatan ve millet muhibbi Ahmet
Nüzhet Saraçoğlu’nun aziz hatırasına ithafen düzenlediğimiz
“Doğumunun 160. Yılında Nüzhet Dede”toplantısı; 30 Ağustos
Zafer Bayramı’nın coşkusuyla,30 Ağustos 2019 Cuma günü
Tunceli’nin Çemişgezek ilçesinde gerçekleşti.Çemişgezek
Kaymakamlığı, Çemişgezek Belediyesi ve Munzur Üniversitesi
Tarih Bölümü Başkanlığı’nınkatkı sağladığı bu anlamlı
faaliyet,kültür ve sanat dünyasında büyük ilgi uyandırdı.
Programa Nüzhet Dede’nin vefakâr torunu: Erhan Saraçoğlu,
Çemişgezek Kaymakamı Harun Kazez, Çemişgezek Belediye
Başkanı Metin Yıldız, Elazığ Eski Milletvekili Tahir Öztürk,
Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi
Şahin Yedek, Munzur Üniversitesi Öğretim Üyesi Hüsamettin
Kaya, Elazığlı yazarlar: Dr. M. Naci Onur, Dr. Ahmet Tevfik
Ozan, R. Mithat Yılmaz, Bedrettin Keleştimur, Hadi Önal,
Günerkan Aydoğmuş, M. Şükrü Baş, Erhan Köroğlu, Hasan Özçam,
H. Ergün Yılmaz, İlhami Bulut, Murat Bilgin ve Mahir Gürbüz,
Elazığ’ın kıymetli sanatçıları: Nihat Kazazoğlu, Fethi
Açıkgöz, Harun Yıldırım, Osman Bedrettin Yapar, Onur
Açıkgöz, Anadolu Ajansı muhabiri Sezai Akınkatılım ve katkı
sağladı.
Toplantı münasebetiyle Manas Yayıncılık tarafından
yayınlanan; Birinci Dönem Büyük Millet Meclisi vekillerinden
merhum Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun hayatını kapsayan Dr. Öğr.
Üyesi Şahin Yedek’in Birinci Dönem Mebusu “Şark’ın Diyojeni”
Ahmet Nüzhet Saraçoğlu (Nüzhet Dede) adlı eseri okuyucusu
ile buluştu. Nüzhet Dede mezarı başında anıldı.
Çemişgezek’teki tarihi eserler ziyaret edildi. Program,
Tağar çayının kıyısında düzenlenenNüzhet Dede’ye Saygı
toplantısı ile sona erdi. Basın ve yayın kuruluşlarımızın
büyük ilgi gösterdiği bu toplantı,03 Eylül 2019 tarihinde
Kanal Fırat televizyonunda dört bölüm olarak yayınlandı.
BİRİNCİ DÖNEM MEBUSU “ŞARK’IN DİYOJENİ”
AHMET NÜZHET SARAÇOĞLU (NÜZHET DEDE)
Dr. Şahin Yedek
Manas Yayıncılık, 2019, s.166, Elazığ
Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisine, “Meclis’in Gülü” dediği,
Milli Mücadele’ye başından itibaren inanmış, destek veren,
Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Ergani
Milletvekili olarak katılan Ahmet Nüzhet Saraçoğlu,
Tunceli-Çemişgezek doğumludur. Nüzhet Bey, İmparatorluktan,
Milli Devlete geçiş sürecini, o sürecin bütün sıkıntılarını
duyan ve yaşayan bir şahsiyettir. Delici bir zekâya, çok
kuvvetli bir hafızaya ve bulucu bir görüşe sahip olan Nüzhet
Bey, yaşadığı dönemde halk arasında “Nüzhet Dede” veya “Dede
Nüzhet” olarak bilinir. Fıtratındaki şairlik yeteneğini,
tarikatın telkin ettiği ilahi aşkla ve derin hissedişle
birleştiren Nüzhet Dede, ilerlemiş yaşına rağmen Milli
Mücadele’ye genç bir inkılapçı gibi katılmış; sarıklı ve
sakallı olmasına rağmen, taassupla savaşmıştır. Dönemin
gazetecisi Celal Nuri İleri, Nüzhet Dede’yi Şarkın Diyojen’i
olarak tanıtmıştır. Hazırcevap, nüktedan ve tasavvufi
kişiliğinin yanında özellikle hiciv tarzı şiirleriyle
tanınan Nüzhet Dede, bulunduğu dönemde kişiler ve tarihi
olaylar hakkında en fazla şiir yazan şairler arasında yer
alır. Bu eser; Milli Mücadele’nin 100. Yılında, tarihi bir
şahsiyet olan, Birinci Dönem Büyük Millet Meclisi
vekillerinden adı pek gün yüzüne çıkmamış Ahmet Nüzhet
Saraçoğlu’nun hayatını tüm yönleriyle konu almıştır.
NÜZHET DEDE’NİN MEZARI ZİYARET EDİLDİ
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Birinci Dönem Milletvekili
olarak görev yapan Çemişgezekli şair, mutasavvıf, vatan ve
millet muhibbi Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun aziz hatırasına
ithafen düzenlediğimiz “Doğumunun 160. Yılında Nüzhet
Dede”programı30 Ağustos 2019 Cuma günü saat 10.30’da
Çemişgezek’te Nüzhet Dede’nin Mescit mezarlığındaki kabrini
ziyaretle başladı. İlçe müftüsü Sami Kencik, Munzur
Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şahin
Yedek, Nüzhet Dede’nin torunu: Erhan Saraçoğlu, Elazığlı
yazarlar: Dr. M. Naci Onur, Dr. Ahmet Tevfik Ozan, Hadi
Önal, R. Mithat Yılmaz, Bedrettin Keleştimur, Günerkan
Aydoğmuş, M. Şükrü Baş, Erhan Köroğlu, Hasan Özçam, H. Ergün
Yılmaz, İlhami Bulut, Murat Bilgin, Mahir Gürbüz ve Anadolu
Ajansı muhabiri Sezai Akın’ın katılımıyla gerçekleşen bu
ziyarette 1942 yılında ebediyete göçen Nüzhet Dede
içindualar edildi, Fatihalar okundu.
M. ŞENER BULUT
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerinin atıldığı
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Birinci Dönem Milletvekili
olarak görev yapan Çemişgezekli Şair, mutasavvıf, vatan ve
millet muhibbi Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun aziz hatırasına
ithafen düzenlediğimiz “Doğumunun 160. Yılında Nüzhet Dede”
programını gerçekleştirmek için Elazığ’ın kıymetli şair
yazar ve bilim adamlarıyla birlikte Çemişgezek’e geldik.
Çemişgezek Kaymakamlığı, Çemişgezek Belediyesi, Munzur
Üniversitesi Tarih Bölümü ve Manas Yayıncılık’ın düzenlemiş
olduğu çok önemli bir faaliyeti gerçekleştireceğiz. Yine bu
faaliyet münasebetiyle Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü
Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek tarafından kültür
dünyamıza kazandırılan hazırlanan “Birinci Dönem Mebusu
Şarkın Diyojeni Ahmet Nüzhet Saraçoğlu” adlı eserin
tanıtımını gerçekleştireceğiz. Çemişgezek’te ki programımız
1942 yılında ebediyete göçen Nüzhet Dede’nin Mescit
mezarlığındaki kabrini ziyaretle başlamış olacak. Sözü
burada gazeteci yazar Bedrettin Keleştimur’a veriyoruz.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Ben özellikle buraya kadar gelen akademisyenlere şair
ve yazar dostlarımıza çok teşekkür ediyorum Dede Nüzhet,
Çemişgezek’te ilk defa anılacak. Bugün aynı zamanda 30
Ağustos Zafer Bayramı’nı da idrak etmekteyiz. Ve Türk
tarihinin bu güzel gününde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
kuruluşunda yer alan bir şahsiyettir Dede Nüzhet. Türkiye
Büyük Millet Meclisi özellikle o dönemde İstiklal
mücadelesini idare eden yöneten bir meclis olmuştur. Ve
tarihi bir değeri vardır ve bu tarihi kimliğiylede çok
önemli görev almıştır mekânı cennet olsun.
Dr. M. NACİ ONUR
Efendim böyle küçük bir kasabadan, küçük bir ilçeden çok
büyük insanların yetiştiğini görüyoruz. Hakikaten bu sadece
Çemişgezek’e mahsus bir hadise değil bizim Türkiye
coğrafyasında olsun, Osmanlı coğrafyasında olsun, böylesine
küçük mekânlardan çok büyük insanların çıktığına şahit
oluyoruz. İringil nahiye müdürlüğünden tutunuz da efendim,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin birinci döneminde
milletvekili olan, hatta Ergani mebusu olan Nüzhet Dede’nin
Çemişgezek’e layık bir insan olduğuna şahidiz. Kendisi şair,
filozof aynı zamanda siyaset adamı, tarikat mensubu olan
böyle bir insanın hakikaten, Çemişgezek’e layık olması
bizleri son derece mutlu ediyor. Allah rahmet eylesin.
NÜZHET DEDE’NİN EVİNİN BULUNDUĞU CADDE
Nüzhet Dede’nin Mescit Mezarlığındaki kabri ziyaret
edildikten sonra, Anadolu Ajansı Sezai Akın’ın
mihmandarlığındaNüzhet Dede’nin Çemişgezek’te yaşadığı
mahalle ve evinin de yer aldığı tarihi mekânlar ziyaret
edildi.Nüzhet Dede’nin torunu Erhan Saraçoğlu, Nüzhet Dede
Caddesi’nde, İmam Efendi’nin Çemişgezek’te görev yaptığı
yıllarda yaşadığı ev, Nüzhet Dede’nin evi ve Hamidiye
Medresesinde Elazığlı şair ve yazarlara dikkat çekici
açıklamalarda bulundu. Çemişgezek gezisi, tarihi Yelmaniye
Camisi’nde kılınan cuma namazı ile noktalandı.
M. ŞENER BULUT
Biraz önce Elazığ’ın çok kıymetli şairleriyle yazarlarıyla
bilim adamlarıyla birlikte Nüzhet Dede’nin Mescit
Mezarlığındaki kabrini ziyaret ettik, şimdi de Çemişgezek’te
Nüzhet Dede Caddesi’ndeyiz. Bu cadde üzerinde Nüzhet
Dede’nin yaşadığı evi ve yine Çemişgezek’te 17 yıl görev
yapan Tabur İmamı İmam Efendi’nin yaşadığı evin önündeyiz ve
burada Nüzhet Dedenin torunu emekli edebiyat öğretmeni Erhan
Saraçoğlu’dan İmam Efendi ve Nüzhet Dede’nin dostluğunu
anlatmasını istiyoruz.
ERHAN SARAÇOĞLU
İmam Efendi Hazretleri buraya tabur imamı olarak tayin
edilir. 17 sene burada kalır, zaten kendisi aslen Erzurum
doğumlu olmakla birlikte nüfus kaydı da Çemişgezek nüfus
idaresindedir. Kendi ifadesiyle her ne kadar memleketim
Erzurum ise de vatanım yani ikinci vatanım Çemişgezek’tir
ifadesini kullanmıştır. Kendisi 17 sene kalmış burada 2
senesini Tepebaşı mahallesinde, Efo Dayı’nın evi vardı, taş
bina, kemer kapılı orada kalmış, yetişkin üç erkek evladını
bir salgın hastalıkta arka arkaya kaybediyor, fakat
tasavvufun telkin ettiği tevekkülle hiçbir teessür işareti
göstermeden onları kendi eliyle yıkar ve defneder. Daha
sonra dedem ve babaannem anlarlar ki eski bir dostu olarak
Nüzhet Dede anlar ki o evde kalmaları imkânsızdır artık.
Onların, çocukların, gençlerin hatıraları var. Hele bilhassa
hanımı Ayşe Hanım, biz burada kalamayız artık bir başka yere
tayinini iste veyahut bir başka eve taşınalım der. Dede,
bunu sezmiştir kalamayacaklarına da tabii inanıyor ki
bunların oturması pek münasebet almaz. Babaannemle beraber
giderler, akşam ziyaret ederler ve teklif eder evin selamlık
tarafını zaten hazırlatmıştır, oturacağı şekle getirmiştir.
Ertesi günü buraya naklederler Efendi Hazretleri’nin evini.
15 sene burada önemli eserleri intişar etmiştir Efendi
Hazretleri’nin, Mektubatı olsun efendim, Sohbetnamesi olsun
hepsini burada kaleme almışlar. Genelde bu 15 sene içersinde
zaten 1909’da emekliye ayrıldıktan sonra Harput’a gitmiştir.
Bu evde yani 15 sene kalmış, ama ben çocukluğumdan da
hatırlarım, üstte ve altta kapılar vardı, bu kapılar hiç
kapanmazdı, benim zamanımda da kapanmazdı, çünkü bir evdi ve
bu iki aile bir ev gibi bir arada yaşamışlar. Daha sonra
tayini çıkar ve Harput’a gider. “Ağlayan Duvar” buradadır,
burada idi. Şimdi yok belki de bina kendini intihar etti.
Ağlayan Duvar’ın hikâyesi, Harput’tan çok ziyarete gelenler
olurdu, bir gün böyle bir yaz mevsimi ama bugünkü gibi bir
yağış da yok. Aylardan beri fakat duvardan yaş geliyor.
Dedem diyor ki damadı Rıza Hoca’ya. hele molla Rıza git bak
bakalım, bu su nerden geliyor. Bu dam kupkuru, o zaman
toprak dam çivi çaksan gitmez, çıkıyor yok diyor. Her yer
kuru, ama duvardan şıpır şıpır yaşlar dökülüyor ve biz
anladık ki ondan sonra bu bina Efendi Hazretleri’nin
Harput’a gidişinden sonra şu veya bu alemlere tahsis
etmişler yemişler içmişler eğlenmişler çeşitli cümbüş
yaşamışlar efendim, duvar da hikmeti Cenabı Hakk’ın ne
diyeyim bilemiyorum yani bunlar hurafe değil bunlar yaşanmış
vakalar. Harput’tan defalarca buraya bildikleri için
arayanlar gelmişti ağlayan duvarı görmeye gelenler olmuştu,
artık çare kalmadı zannediyorum bina kendini intihar etti
şimdi de yaptırmak nasip olmuyor.
M. ŞENER BULUT
Erhan Bey, İmam Efendi’nin Çemişgezek’te yaşadığı evi ve bu
evde yaşanan hatıralardan söz ettiniz. Bu evde aynı zamanda
dedeniz Nüzhet Dede de yaşadı. Biraz da dedenizin buradaki
hayatından bahseder misiniz?
ERHAN SARAÇOĞLU
Efendim bildiğimiz doğum tarihleri verilir, ama üzerinde
karar kıldığımız tarih 1860 oluyor, vefatı olan 1942’ye
kadar 82 senelik ömrünü hayatı çoğu zaman dışarıda geçen bir
insan. Bilhassa Harput’ta Efendi Hazretleri’yle oraya
gittikten sonra irtibatı koparmamış, biran gecikse İmam
Efendi Hazretleri’nin mektubu gelir, “Nüzhet Efendi seni çok
özledim”, diye davet eder, hele hele sesini özledim,
ilahileri beraber okurlar, efendim Dede’nin sesi de
güzelmiş, hülasa bu evde yaşamış Dede, ama iki ev bir ev
gibi. Yani selamlıkta cemaat toplandığı zaman da hanımlar ve
çocuklar öbür tarafa geçiyorlar. Zaten kapılar kapanmıyor,
buradan çıkınca bu ebatta kanatlı bir kapı vardı tabii
hayvanlar af buyurun yükleriyle girdiği için ona göre
yapılmış, hemen yukarıya çıkan uzun bir merdiven vardı.
Tahta bir merdiven basamakları vardı, karşımıza ilk gelen
oda kahve odası idi, aşağı yukarı 10-12 metrekare ebadında
bir yerdi. Kahvelerin yapılacağı ocaklar vardı, duvara
gömülü bu tarafa doğru bir salon vardı. O salonda cemaat
toplanır, işte Efendi Hazretleri orda vaz eder, nasihatlerde
bulunur, sohbetlerini orda yapar, bunun arka tarafında
bahçelere doğru olan gene aynı büyüklükte bir oda vardı. Kış
aylarında ihtimal orda oturuyorlardı, çünkü oranın
hatırlıyorum bugünkü -bidonlar var ya hani benzin bidonları
falan, büyük çöp kutusu olarak da kullanılıyor, onun gibi de
bir soba vardı. Orası büyük bir yerdi, cemaat orda toplanır,
Efendi Hazretleri orda oturur sohbetlerini orda yapardı. Bir
de onun bitişiğinde kiler vardı, yani buradaki salona
bitişik öbür tarafa doğru alt kat girince, bir subaşı vardı.
Evvelce Çemişgezek’in suyunu bizim aile getirdiği için,
getirenlerden de biri olduğu için, efendim su devamlı
akardı, böyle su tesisatı yoktu. Su, üst katlara çıkmazdı.
Yol çeşmeleri vardı, caddelerde halka açık subaşıları vardı,
şakır şakır su akardı. Burada havuzlar vardı, ilerde ahır
vardı, gelenler hayvanlarını çeker, afbuyurun efendim,
hayvanlarını ahıra bağlar kendileri üst kata çıkar, sohbete
dâhil olurlardı. Enteresan bir vaka anlatayım mı bilmiyorum.
Anlatacağım İmam Efendi Hazretleri, rivayetlere göre hayat
hikayesinde de mevcuttur. O, Hazreti Hızır’ın gırbasından
şerbet içmiş, onun çantasından kendisine sunduğu azıktan bir
hurma almış yemiş, bunu nerde yemiş? Şeyh kendisine yeni bir
şeyh arama durumunda olduktan sonra… Erzurum’da Alvarlı
Hazretleri’nden sonra Hafız ben seni belli bir noktaya kadar
götürdüm, bundan sonrasına benim gücüm yetmez, bir adım daha
ileriye kalkarsak sen de sapıtırsın ben de sapıtırım
tasavvufi konuda. Sen kendine daha mütekâmil bir şeyh aramak
durumundasın, der. Cenabı Hakk’ın bir lütfu olarak Batı
Türkistan’dan Buhara’dan, Meram şehrinden, Ahmet Merami
ismindeki bir zat gelir Erzurum’a. 3 saat mesafede Bevel
Kasım köyünde ikamet eder. Orada ikamet ettikten sonra İmam
Efendi kendine bir şeyh, bir rehber arama, durumundadır.
Bunun haberini alınca, oturduğu mecliste durmaz ve hemen
hareket eder. Oraya gittiğinde Ahmet Merami Hazretleri’ni
camide vaaz ederken bulur. Ahmet Merami Hazretleri vaazını
kestikten sonra ya Osman Bedreddin hoş geldin ben de seni
bekliyordum ifadesiyle karşılaşır ki, tanıtan tanıştıran
yoktur o ana kadar, ama bu ilham meselesi bilemiyoruz. Bizim
ötemizde olan vakalar bunlar. o hali kal ile ifade etmeye
çalışıyorum, ama hal kal ile ifade edilemez. Ben ifade
etmeye çalışıyorum artık, dinleyenlerin takdirine sunuyorum.
Şu an hatırıma geldi. Oraya giderken bir gün tipiye
yakalanır, 3 saat mesafedir bu, geceden kalkar gider sabah
namazını şeyhiyle beraber Bevel Kasım köyünde eda ederler.
Gece tipiye yakalanır, bir taşın kovuğuna kendi canını atar
kurtarmak ister kendini, af buyurun kurt ulumaları tehdidi
altındadır, hayatı tehdit altındadır. Yağıştan, tipiden
fırtınadan dışarıya çıkmanın yürüyemez haldedir, baygın
haldedir, o arada bir atlı zuhur eder, beyaz bir atlı
beyazlar giymiş bir genç zuhur eder, bunu alır atının
terkisine atar efendim; yürür ve işte o gırbasından şerbet
sunması efendim çantasından bohçasından azık sunması o
esnada olur. Bir bakar ki kısa bir süre içersinde Bevel
Kasım köyünde şeyhinin kapısındadır. Kapıyı çalar, ama bu
tipide gelebileceğinden ümidi yoktur Ahmet Merami
Hazretleri’nin boğulur boğulmuştur belki de… Kapıyı açınca,
elbisesi kuru vaziyettedir ve bu durumu ona anlattığı
zamanda, Hafız, artık sen hiçbir şeyden çekinme, senin
azığın tükenmez, senin sofran yemekle içmekle tükenmez
bitmez müjdesini vermiştir. O gelen Hazreti Hızır’dır, sen
onun gırbasından şerbet, onun çantasından bohçasından azık
yedin. İşte o azığın şeyini burada anlatmak istiyorum nedir
o, iki tane Hasan efendi vardır, birisi Sığınek’te birisi de
Germili’de. Adaş ikisi de, bir gün derler ki yahu bu bir
tabur imamı konanın göçenin haddi var hesabı yok, bunun
sofrası yerden kalkmıyor. Bunun aldığı maaş belli, bari hiç
değilse giderken işte bulgurdan, dövmeden, mercimekten,
nohuttan ne lazımsa biraz yağdan, peynirden götürelim ve
ikisi de af buyurun eşeklerinin heybelerine doldururlar
getirirler. Buradan girerler; aşağıya bırakırlar, o günde
çocukların ve hanımların hamam günüymüş hepsi ordalar.
Efendi Hazretlerinin hanımı Ayşe Hanım demiş ki Efendi, bu
kiler tarafında sepetin altına öğlende yiyeceklerinizi
koydum oradan alırsınız. Şimdi bu iki Hasan Efendi buraya
getirdiklerini indirip hayvanlarını ahıra çekerler, yukarı
çıkarlar ve fakat kimse görmemiştir bunu, biraz sohbetten
sonra Efendi Hazretleri Hasan Efendilerin birine Hasan
Efendi hele git Hanım bir şeyler koymuştu sepetin altına, şu
kilere bakar mısın getir de Allah ne vermişse yiyelim. Hasan
Efendi, bir hayli gecikmeden sonra gelir ama rengi sararmış,
tuhaf bir halde şaşkın bir halde gelir. Ne oldu Hasan
Efendi, hani niye getirmedin, der. “Efendi kapıyı
açamıyorum. Allah Allah zaten bu Hasan beceriksizdir, öbür
Hasan’a döner Hasan Efendi sen git. O da gider aynı
vaziyette o da geri gelir. Allah Allah bu defa kalkar
kendisi ne var kapıyı açamayacak bizim şıkkırik dediğimiz
kapılar, bastın mı parmağını açılıyor şıkkıriki açıyor ve
haydi alın Sepetin altından. İki Hasan Efendi de gelir
yemeğe ama oturmazlar ta ilerde işte bizim evlerin devamı
oraya kadar giderler, ama Dede merak içersinde hemen
Efendi’nin yanından ayrılır. Peşlerine düşer bunların, ulan
kapı açılmıyor da ne demekti o ne haldi neydi çehreniz
değişmiş renginiz sararmış. Dede Bey sorma kapıyı açıyoruz
şu kadar aralıyoruz o aralıktan bir bakıyoruz ki ta tavana
kadar çuvallar dolusu erzak, tenekeler dolusu peynir yığılı,
yağ yığılı ama burayı başka çıkış yeri yok kim doldurdu
kendisi nasıl çıktı dışarıya şaşkınız dedi. Biz anladık ki
sizin getirdiğiniz bir avuç buğdaya mı benim ihtiyacım var
mercimeğe mi ihtiyacım var biz bunu anladık ve
hayvanlarımızı çektik yükledik gidiyoruz, hatırası da budur.
M. ŞENER BULUT
Erhan Abi, sohbetimizi son derece anlamlandıran bu
faaliyetimizi anlamlandıran çok güzel bir
ortamdayız,mekândayız çok teşekkür ediyoruz. İsterseniz
sohbetimize burada bir nokta koyup Çemişgezek’i gezmeye
devam edelim.
M. ŞENER BULUT
Nüzhet Dede’nin kıymetli torunu Erhan Saraçoğlu ile birlikte
Çemişgezek’i dolaşırken caddelerde sokaklarda yaşanmış güzel
hatıralar bizleri geçmiş zamana götürüyor. Biraz Önce İmam
Efendi’nin ve Nüzhet Dede’nin yaşadıkları evin ve sokağın
hikâyesini dinledikten sonra yürüyerek aynı caddenin biraz
ilerisindeki Hamidiye Medresesi’ne geldik. Burada sözü Erhan
Bey’e vermeden önce Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı
Dr. Öğretim Üyesi Şahin Yedek Hoca’mızdan Çemişgezek’in
tarihi hakkında bizleri bilgilendirmesini rica ediyoruz.
Dr. Öğr. Üyesi ŞAHİN YEDEK
Çemişgezek Anadolu’nun güzide yerlerinden biri olmuş
milattan önce 6000’li yıllardan itibaren insanlığa yurt ve
bağrını açarak kendi ürünlerini ve doğal güzelliklerini
sunarak bir yurt haline gelmiştir.M.Ö. 6000’li yıllardan
bugüne kadar 8000 yıl içerisinde binlerce insan bu bölgeye
hâkim olmak için mücadele etmiş, bu bölge en son Osmanlı
hâkimiyetine özellikle Türk hâkimiyetine geçmeden önce
Mengücek ve Saltuklu hâkimiyetinde kalmış ve1071 Malazgirt
Zaferiyle birlikte tamamen bir Türk yurdu haline gelmiştir.
Daha sonra beylikler dönemiyle birlikte buradaki otorite
boşluğunu Osmanlı Devleti 1514’te Yavuz Sultan Selim’in
Çaldıran zaferi sonucunda burada hâkimiyetini kurmuş ve
Osmanlı hâkimiyeti burada 400 yıl boyunca devam etmiştir.
Daha sonra Milli Mücadele Dönemi ve Cumhuriyet dönemiyle
birlikte Çemişgezek bir süre 1935 yılına kadar Elazığ
sınırları içine dâhil edilmiştir. 1935 yılından sonra da
şimdiki Tunceli ilimize bağlı bir ilçe haline getirilmiştir.
Tunceli’nin güneybatısında olan şirin doğal güzellikleri
bakımından eşsiz güzellikte gerçekten görenleri kendine
hayran bırakan bir ilçemizdir.
M. ŞENER BULUT
Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi
Şahin Yedek hocamıza çok teşekkür ediyoruz ve şu an önünde
bulunduğumuz Hamidiye Medresesi hakkında Erhan Saraçoğlu
Beyefendi’den bilgi almak istiyoruz
ERHAN SARAÇOĞLU
Efendim medrese burada, Hamidiye Medresesi ile faaliyete
geçen bir kurum değil biraz sonra gideceğimiz Yelmaniye
Camii’nin bitişiğinde bir medrese mevcut burada müderrisler
varmış. Harput gibi burası da bir ilim şehri efendim büyük
âlimlerin yetiştiği görev yaptığı bir şehir şimdi burası
bilahare Sultan Hamit zamanında yapılıyor onun için ismi
Hamidiye medresesidir. Elazığ’da Halkevi yapılacağı zamanda
devlet bu gibi binaları oraya para temin edebilmek amacıyla
satılığa çıkarıyor. Rahmetli babam taş binalara çok
meraklıydı, kendisi de köyde öğretmen, uzak bir köyde
Çemişgezek’in bir köyünde bacısının kızı da Haki Bey namında
bir şahısla evli, Haki Bey burada kaymakam vekili Haki Bey’e
veriyor görevi ben gelemeyeceğim diyor. Haki sen ihaleye gir
ve al, diyor.Haki, giriyor ihaleye. Haki Bey nihayet ne
kadar artırayım Dayı diyor, 1000 liraya kadar artır diyor,
herhalde altın para zamanı ve üç beş falan vuran vurana
derken 1000 lirayı geçmeye başlıyor, 1001-1003-1005 böyle
giderken nihayet Haki Bey 1035 diyor ve Haki Bey’de ihale
kalıyor. Yani babama kalıyor bu bina şimdi, Haki Bey
kendisinden dinledim kaymakam vekili, ama beni bir ateş
sardı daha 1000 lirayı o verecek ama ben bu 35 lirayı nasıl
temin edeyim, paranın çok kıymetli olduğu bir devir. Nihayet
dedim 1035, eyi etmişsin dedi ve ödedi. Bu bina o şekilde
bizim elimize geçiyor, intikal ediyor bize. Binayı babam
aldığı zaman, sadece taş binadan ibarettir, burası giriş
kapısıdır, ilerde bir başka bölme vardır, her iki tarafın
bahçesi vardı, geniş bir bahçe ve medrese olarak
kullanıldığı için dershaneler ta arkadan da dolanır.
M. ŞENER BULUT
Nüzhet Dede’nin burada bir hatırası var mı?
ERHAN SARAÇOĞLU
Dedemin burada bir hatırası yok Babam satın almış, Dede
Bey’in kendisi hayatta, buranın alınışında bir rolü de yok.
İşte bahçe vardı efendim, bir şadırvan vardı, şakır şakır
sular akardı orada halen de duruyordur herhalde. Çok
zamandır görmedim, girmedim. Biz şuradan itibaren olan kısmı
sattık, istimlakte bir vatandaş geniş para almıştı, getirdi
babama ödemiş, üst tarafını tamamen babam yaptırdı her halde
şimdi restore edileceği için yıkılacak, üst taraf yıkılacak
kaldırılacak, binanın ilk yapıldığı hali yeniden ortaya
çıkarılacak, işte buranın hikayesi de böyle.
M. ŞENER BULUT
Çemişgezek’teki ziyaretlerimize devam ediyoruz. Biraz önce
Yelmaniye Camisi’nde Cuma namazını kıldık, ilçe müftümüz Çok
değerli Sami Kencik Hoca’mızdan Allah razı olsun Cuma
namazını kıldırdı. Kendilerine şükranlarımızı sunuyoruz.
Diğer konuğumuz da Serkan Özer Hoca’mız; yurt dışı
görevinden yeni gelmiş, daha önce bu camide imam hatip
olarak görev yapmış. Serkan Hoca’mız da Çemişgezekli.
Hoca’mızdan Yelmaniye Camisi hakkında bizleri
bilgilendirmesini istiyoruz.
SERKAN ÖZER
Efendim, Yelmaniye Camisi’nin Emir Timur zamanında Taceddin
Yelman tarafından yaptırıldığını biliyoruz. Kitabesinde
1397-1406 yıllarında yaptırıldığı kaydedilmiş. Caminin
mimarı hakkında ne yazık ki her hangi bir bilgiye sahip
değiliz. Yelmaniye halk arasında eski cami olarak da
tanınmıştır. Değişik tarihlerde yapılan onarımlar ve yapılan
ilavelerle orijinalliğinden kısmen uzaklaşmıştır;ancak bu
yapının güneyindeki bazı temel kalıntıları bu caminin bir
külliye olarak inşa edildiğini göstermektedir. Caminin giriş
kapısında bir kitabesi bulunmaktadır.Türk İslam tarihinin
güzel bir örneği olan Yelmaniye Camisi Çemişgezek’in de en
güzel eserlerinden birisidir. Harput’un kültür havzasında
yer alan önemli merkezlerden birisi de Çemişgezek’tir.
Çemişgezek’te de sahabe kabirlerimiz var.Sağman ile
Çemişgezek arasında 200 civarında evliya yatıyor derlerdi
büyüklerimiz, onun için Harput’suz bir Çemişgezek,
Çemişgezek’siz bir Harput olmaz. İşte bugün
Çemişgezek’imizin yetiştirmiş olduğu çok kıymetli bir
büyüğümüzü Nüzhet Dede’yi bugün anacağız. Sizlere çok
teşekkür ediyoruz devamı da gelecek inşallah.
M. ŞENER BULUT
Yelmaniye Camisi hakkında bizleri bilgilendiren Serkan Özer
Bey’e çok teşekkür ediyoruz. Ve sözü İlçe müftüsü Sami
Kencik Hoca’mıza bırakıyoruz
SAMİ KENCİK
Evet, muhteşem bir camide bugün iki bayramı birlikte
kutladık. 30 Ağustos Zafer Bayramı ve yine bugün Cuma. Cuma
bizim için bayramdır. Tabi böyle tarihi kültürel izler
taşıyan bir camide ibadet etme hazzını bizlere yaşatan Yüce
Allah’a sonsuz hamd-ü senalar ediyoruz.Cumamız mübarek
olsun.
M. ŞENER BULUT
Yelmaniye Camisi’nde yaşadığımız bu manevi ortamda Kıymetli
şairimiz Ahmet Tevfik Hoca’mızın da duygularını öğrenmek
istiyoruz.
Dr. AHMET TEVFİK OZAN
Kuran’ı Azim-üş şanda bir ifade var…. (esteizü billah)….” Ve
in min şey’in illâ yüsebbihu bi hamdihi…” yani “ yer yüzünde
hiçbir zerre yoktur ki Allah’ı zikretmemiş olsun…!...”. Dün
böyleydi, bugün de böyle… Bizim ceddimiz bunu çok iyi
bildiği için vatanın her karışını bir ibadet hane… Bir
zikirhane olarak kabul etmiş ve bu gördüğümüz nadide
eserleri ortaya çıkarmıştır… Bunlar bizim geçmişten günümüze
kalan nişanelerdir… Kıymetli Hazirun, burada bulunan tertip
heyeti üyeleri de bu gönül ve kültür ışıklarını, bir alperen
gibi bir derviş gazi gibi ortaya koydukları için çok çok
teşekkür ediyoruz…
M. ŞENER BULUT
Ahmet Tevfik Hoca’mıza teşekkür ediyoruz. Elazığ Belediyesi
Kürsübaşı Topluluğunda sanatçı olarak görev yapan kıymetli
dostumuz Osmen Bedrettin Yapar’ın da söyleyecekleri var.
OSMAN BEDRETTİN YAPAR
Şimdi bu caminin Elazığ’la, Harput’la olan bağlantısını
Serkan Hoca’m hemşerimiz olarak gayet güzel anlattıancak
heyecanından olsa gerekİmam Efendi ile ilgili husus dile
getirilmedi. Bu camide İmam Efendi yani Osman Bedreddin
Erzurumi 17 yıl tabur imamlığı yapmıştır. Dolayısıyla bu
camide İmam Efendi’nin de unutulmaz hatıraları vardır.Bunun
da bilinmesini istedim teşekkür ediyorum.
NÜZHET DEDE’YE SAYGI
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerinin atıldığı
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Birinci Dönem Milletvekili
olarak görev yapan Çemişgezekli şair, mutasavvıf, vatan ve
millet muhibbi Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun aziz hatırasına
ithafen düzenlediğimiz “Nüzhet Dede’ye Saygı” toplantısı; 30
Ağustos 2019 Cuma günü öğlenden sonra saat: 15.00’te Tağar
çayı kıyısındaki Gürgür Tesisleri’nde gerçekleşti.
Çemişgezek’te gün buyunca 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın
coşkusuyla da adeta bir kültür şöleni olarak bütün ilçeyi
kuşatan etkinlikler, Çemişgezek halkında büyük bir heyecanın
oluşmasına neden olmuştu. Nüzhet Dede’nin Mescit
Mezarlığı’nda bulunan kabrine vefa ziyaretimiz. Nüzhet
Dede’nin Çemişgezek’te yaşadığı mahalle ve evinin de yer
aldığı tarihi mekânlara yaptığımız ziyaretlerve nihayet
Tağar çayının kıyısında gerçekleştireceğimiz “Nüzhet Dede’ye
Saygı”programıyla bu müstesna faaliyet nihayete erecekti.
Manas Yayıncılık tarafından yayınlanan; Kıymetli bilim adamı
Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek’in büyük emeklerle yazmış olduğu
“Birinci Dönem Mebusu “Şark’ın Diyojeni” Ahmet Nüzhet
Saraçoğlu (Nüzhet Dede)” adlı eseri bu toplantının
sonrasında okuyucularla buluşacaktı.Erhan Saraçoğlu
doyumsuzhitabetiyle Nüzhet Dede’nin şiirlerini
okuyacaktı.Çemişgezek Halk Kütüphanesi Müdürü Kağan Gökalp
veDr. M. Naci Onur’un Nüzhet Dede ile ilgili konuşmaları
olacaktı.Ve yine Çemişgezeklilerin büyük bir heyecanla
beklemiş olduğu Nihat Kazazoğlu yönetimindeki “Harput
TürküleriKonseri” de birazdan başlayacaktı.
Vadi boyunca kıvrılarak akıp giden Tağar çayının oluşturduğu
tablo şair, yazar ve sanatçı dostlarımızı büyülemişti.
ToplantıBedrettin Keleştimur’un sunumuyla Kanal Fırat
Televizyonu tarafından bütün Türkiye’ye yayınlanacaktı.
Bu müstesna toplantıyaNüzhet Dede’nin vefakâr torunu Erhan
Saraçoğlu, Çemişgezek Kaymakamı Harun Kazez, Çemişgezek
Belediye Başkanı Metin Yıldız, Elazığ Eski Milletvekili
Tahir Öztürk, Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr.
Öğr. Üyesi Şahin Yedek, Munzur Üniversitesi Öğretim Üyesi
Hüsamettin Kaya, Elazığlı yazarlar: Dr. M. Naci Onur, Dr.
Ahmet Tevfik Ozan, R. Mithat Yılmaz, Bedrettin Keleştimur,
Hadi Önal, Günerkan Aydoğmuş, M. Şükrü Baş, Erhan Köroğlu,
Hasan Özçam, H. Ergün Yılmaz, İlhami Bulut, Murat Bilgin ve
Mahir Gürbüz katıldılar. Elazığ’ın kıymetli sanatçıları:
Nihat Kazazoğlu, Fethi Açıkgöz, Harun Yıldırım, Osman
Bedrettin Yapar, Onur Açıkgöz. Anadolu Ajansı muhabiri Sezai
Akın’ın hazır bulundukları oldukça kalabalık bir davetli
topluluğu katılmıştı.
Program, sanat ve sanatçıya verdiği değerle Türk milletinin
gönlünde taht kuran, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa
Kemal Atatürk ve ebediyete intikal eden şehitlerimiz için
bir dakikalık saygı duruşu ve ardından okunan İstiklâl Marşı
ile başladı.
Toplantının açılış konuşmaları Çemişgezek Kaymakamı Harun
Kazez ile Çemişgezek Belediye Başkanı Metin Levent Yıldız
tarafından yapıldı.
Açılış konuşmalarının ardından Munzur Üniversitesi Tarih
Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek, kültür dünyamıza
kazandırdığı “Birinci Dönem Mebusu “Şark’ın Diyojeni” Ahmet
Nüzhet Saraçoğlu (Nüzhet Dede)” adlı kitabın serencamını
dikkat çeken yönleriyle anlattı.
Ardından da Mahalli sanatçımız Nihat Kazazoğlu sahneye davet
edildi. Nüzhet Dede’nin Sâki bu şeb yanağın döndü beyâz ü
âle. diye başlayan şiirinin ilk üç beytini Harput Türküsü
formunda ve yine bu şiirin “Kırmak murâd edersin mecmû-i
âşıkânı” diye devam eden son dört beytini de Harput Divanı
olarak seslendirildi.
Program, Çemişgezek Halk Kütüphanesi Müdürü Kağan Gökalp’in,
“Çemişgezek’in Kültür Hayatında Nüzhet Dede” ve Dr. M. Naci
Onur’un “Nüzhet Dede’de Şiir Tekniği” başlıklı
konuşmalarıyla devam etti.
Nüzhet Dede’nin vefakâr torunu Erhan Saraçoğlukürsüye davet
edildiğinde vadinin batısındaki Mırnahi tepesinden itibaren
birden bire havanın bulutlandığını şimşeklerin çaktığına ve
Tağar çayının renginin koyulaştığına şahit olmuştuk. Erhan
Saraçoğlu bu olumsuzluklara aldırmadan bir süre konuşmasına
devam etti. Ancak giderek şiddetlenen sağanak yağmur onun bu
konuşmasına daha fazlamüsaade etmemişti.
Davetlilerin ıslanmamakiçin birkaç adım ilerideki dinlenme
tesislerine sığınmaya çalıştığı o anlardayağmurun şiddetini
daha da artmıştı. Yaz yağmurudur çabuk geçer programa
kaldığımız yerden devam ederiz düşüncesiyle şair ve yazar
arkadaşlarımızla beklediğimiz o anlarda Erhan Saraçoğlu o
muhteşem hitabetiyle bizlere Nüzhet Dede’nin Vaskovan’da
Nahiye Müdürü iken yağmur yağdırma olayını anlatmıştı.
Nüzhet Dede, Çemişgezek’in Mescit Mahallesinden Saraçzade
Hakkı Bey’in oğludur. Şairdir, aşîktır, Bektaşidir, saçı
sakalla karma karışıktır. Bazen Alevidir omuz öptürür.
Kahveye gider dama, domino, kağıt oynar. Hazır cevaptır.
Nüktedanlığı meşhurdur, her telden çalar. Bütün bunlara
rağmen mazana-yı kiramdandır Nüzhet Dede, İmam Efendi’ye
müntesiptir. Ona hudus-i kalple bağlıdır. Hayatını, malını
mülkünü, çoluğunu çocuğunu İmam Efendi’nin uğruna fedadan
çekinmeyen ve bir müddet bir çatı altında beraber oturan bir
birlerinin iç hakikatlerine ve dış âlemlerine vakıf olmakla
beraber İmam Efendi’nin itimadını kazanmış teveccüh-i
kutsipenahilerine mazhar olmuş bir zattır. Ergani mebusu
olduğu zaman İmam Efendi’nin reyini istihsal etmeden
gitmemiştir.
Gittiği yerde siyaset âleminde de kendini tanıtmış
Atatürk’ün de teveccühlerini elde etmiş Ankara’da onu
tanımayan yoktur. Dede Bey, nahiye müdürlüklerinde, Ovacık
Kaymakamlığında bulunduğu gibi kendisini her yerde sevdirmiş
ve saydırmıştır. Onun valilerle, mutasarrıflarla arası
düzgün ve laubalidir. Amiri memuru onu severler. Hele
aleviler ona candan bağlılık gösterirler. Şekli şemaili
Bektaşi varidir. Sözleri daima cinaslıdır (Benim Allah’ım
Ali’dir), der alevi zümresini peşine takar, elini, eteğini,
omzunu öptürür. Bu durumu başka kimseler tarafından tenkit
edilir. Gayr-i meşru zan altında bulundururlar. Hal bu ki o
benim Allah’ım Ali’dir demesini manayı bilerek söyler, yani
beni Tanrım yücedir. Dediğini bilmeyen cahiller onu tekfir
etmeye gösterirler. Dede Bey, Çemişgezek’in Vaskuvan
nahiyesi bulunduğu zaman acizleride Eğin (Kemaliye)den
aldığım ot ve ekin oraklarını nahiye merkezinde satmaktayım.
Kazadan Çukur Mahallesinden Şahin ve Cemilin babası Hacı
Hasan oğullarından Mustafa’da Nüzhet Bey’in aşçısıdır. Yine
kazadan Dereli İmam Hafız Osman Efendi Vaskovan İmamlığı
görevindedir ve dedenin çocuklarını da okutmaktadır. Nüzhet
Bey’in burada gösterdiği bir hale yakinen şahidiz.
Akşamların Dede Bey’in yanına gideriz, hülasa olup
bitenlerden bu suretle malumatlar olduğunu zikrederek
keyfiyet-i halin takibine iktidar eylerim.
Memleket müthiş bir kuraklık tehdidi altındadır.
Yağmursuzluk yüzünden zahire günden güne fiyatını
arttırmakta, muhtekirleri sevindirmekte olduğu bir zamandı.
Her mahalle ve köy ahalisi yağmur duasına çıkmakta kurbanlar
kesmektedirler ve dua etmektedirler. Buna binaen Cenab-ı
Hakk dilediği yerlere bol yağmur ihsan etmekte, Vaskovan
nahiye merkezine bir katre olsun yağmur düşmemektedir.
Vaskovan halkının kısm-i azami ortakçı oldukları için bütün
ümitleri topraktadır, başka gelirleri yoktur. Bu sebepten bu
otlakçılar telaşta, düşünmekte, hiç yüzleri gülmemektedir.
Bu köy halkı da yağmur duasına çıkmaktadır, borç harç
kurbanlar kesilmektedir. Dua etmektedirler. Buna rağmen bir
damla yağmur düşmemektedir. Diğer beyler ortakçılarına
ambarlarını açmış harmanda verilmek üzere ödünç zahire
dağıtmaktadırlar. Yalnız bu beyler arasında Hacı Tahir
Beyzade Halil Bey ambarları dolu olduğu halde müracaat eden
ortakçılarını kovmakta ve yağmur yağmadığına da
sevinmektedir. Bu hal ve hareketi haber alan Nahiye Müdürü
Nüzhet Dede köylüleri çağırtır. “Beyhude yere ağlayıp
sızlanmayın bin bir kurban kesecek olsanız bu köye bir habbe
yağmur yağdırmayacağım. Gidiniz Halil Bey’de onu böyle
anlatınız ambarlarını açıp halka o da diğer beyler gibi
harmanda ödenmek üzere buğday tevzi altında bulunmadığı
takdirde bu köye bir damla yağmur yağdırmayacağım” der.
Köylü toplu bir halde keyfiyeti Halil Bey’e söylerler. Halil
Bey ağzına geleni sayar ve köylüyü kapısında kovar caminin
önünde orak satmaktayım. Köylü bu defa da köy imamına
meseleyi anlatır. İmam Hafız Osman Efendi de “birkaç kişi
şehre giderek Dede Bey’i vilayete şikayet edin de, o da
öğrensin halkın rızkı ile oynamayı. Muhakkak yağmuru
bağlamıştır” der. Bu söze inanan birkaç kişi Çemişgezek’e
giderler bu mealde arzu hal yazdırırlar vilayete
gönderirler.
Elaziz Valisi Kemahlı Sağıroğlu Sabit Bey’dir. Çemişgezek
Kaymakamı da bilahare Dersim Mutasarrıflığına giden Cemil
Beyzadelerden Yusuf Ziya Bey’dir. Vaskovan halkının vilayete
gönderdikleri arzu hal şu derkenarla doğrudan doğruya Nahiye
müdürüne havale edilir “Nafiye merkez halkı mağdur ve fakir
ortakçılardır. Onlar şayan-ı merhamettir tarlalarına yağmur
yağdırmanızı himet-i behimelerinden rica ederim.”
Nahiye Müdürü Nüzhet Dede muhavvel istidaya şu cevabı verir.
“Vali Beyefendi Hazretleri: ihtikârla ibab-i müslüminin
rızkını ambarlarında saklayan Halil Bey namındaki adam
ambarlarını açıp fakir ve şayan-ı merhamet olduklarını emr-ü
işar bulunduğunuz halka ödünç olarak buğday vermedikçe bu
köye yağmur değil inayet-i hakla ateş yağdıracağım.
Bendenizi mazur görünüz kendi halime bırakınız zihninin
böyle işlere aklı ermez arz-i tazimatla dileğimin kabulünü
rica ederim efendim.”
Bu evrakı alan Sabit Bey: “Vaziyeti vahim buldum. Keyfiyetim
Halil’e tebliğle alınacak cevabın telle işharını rica
ederim” resmi yazısını Çemişgezek Kaymakamlığına gönderir.
Kaymakam Yusuf Ziya Bey, derhal Halil Bey’i merkeze celp
ettirir. Vilayetin emrini tebliğ eder. Telle cevap
istendiğini öğrenen Halil Bey, işin ehemmiyet nezaketini
idrak eder ve ambarlarının cebren, belki de bila-bedel halka
tevziinden korkar, ödünç olarak harmanda alınmak üzere
köylüye tevziatta bulunacağına söz verir. Köye döner,
ambarını açıp isteklilere dağıtırken Vaskovan Köyü’nün
üstünde bulutlar oynaşmağa başlar, bu köyün hudutları
dâhilinden başka tarafa geçmemek üzere baran-ı rahmet
ortakçıların yüzünü güldürür.
Aynı gün ve yağmur yağdığı sırada nahiye müdürünün yanına
giren Vaskovan beylerinin en hatırlısı Koç Yusuf Bey, Dede
Bey’i ağlar görünce sual eder: “Niçin ağlıyorsunuz Müdür
Bey?” “Halime ağlıyorum” diyerek kısaca cevap vermiş.
Dede Bey’in bu ağlamasını Osman Bedreddin Erzurumi Efendi’ye
arz ettiklerinde şöyle demiştir: “İnsanlığını bilen bir
kimsenin gözyaşı hem yağmur yağdırır hem de ateş söndürür ve
idare buyurur. Nüzhet Efendi’yi hor görmeyelim. O her telden
çalar her sazın önünde oynar. Fakat tellerden sedanın ne
olduğunu sezer bu da bambaşka alemdir. Yılanda eğri büğrü
yürür lakin yuvaya girerken düzelerek süzülür. Biz ne kadar
züht-ü takva libasına bürünmüş olsak, haşa Cenab-ı Hakkı
aldatamayız o her şeyi bilir görür herkesin kalbini bilir.
Dede Nüzhet’i gören seni de görücüdür, beni de görücüdür.
Dede meyhanede, kahvehanede gezer fakat nefret sezer.
İbretle gezer Dede’nin kalbini kırmayalım”.
Erhan Saraçoğlu konuşmasını tamamladığında yarım saati
geçmesine rağmen maalesef yağmur aynı şiddetiyle devam
ediyordu. Ne yazık ki Tağar çayının kıyısında devam eden
program yağmur nedeniyle aksamıştı. Artık bir karar vermemiz
gerekiyordu.Nihayet bu güzel programın Çemişgezek
Öğretmenevi’nde devam etmesine karar verildi. Ancak vaktin
ilerlemesi nedeniyle şairlerimiz şiirlerini okumamışlardı.
Erhan Saraçoğlu, konuşmasını Çemişgezek Öğretmenevinde
tamamlamaya çalıştı. Elazığ’ın kıymetli şairlerini temsilen
R. Mithat Yılmaz kürsüye davet edildi. Ve Dr. Ahmet Tevfik
Ozan’ın yaptığı kısa bir değerlendirme konuşmasıyla toplantı
sona erdi.
Ve nihayet çok önemli bir faaliyeti daha yüzümüzün akıyla
tamamlamış olmanın mutluluğunu yaşıyorduk. Birinci Dönem
Mebusu “Şark’ın Diyojeni” Ahmet Nüzhet Saraçoğlu (Nüzhet
Dede) adlı eseri kültür dünyamıza kazandıran Dr. Öğr. Üyesi
Şahin Yedek Hoca’mızaÇemişgezek Kaymakamı Harun Kazez
tarafından plaket takdim edilirken ben bu anlamlı
toplantının gerçekleşmesine vesile olan Nüzhet Dede’nin
vefakar torunu Erhan Saraçoğlu’nun saygıyla eline eğilip
kucaklaşmıştım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Birinci Dönem Milletvekili
olarak görev yapan Çemişgezekli şair, mutasavvıf, vatan ve
millet muhibbi Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun kıymetli torunu
Erhan Saraçoğlu ağabeyimiz, Çemişgezek’in yetiştirmiş olduğu
münevver bir Harput beyefendisi, öğretmen, araştırmacı ve
yazardı.Çemişgezek Lisesi’nin kurucusuydu. Ülkemizin çeşitli
illerinde öğretmen ve yöneticilik yapmıştı. Manas’ınçok
kıymetli üyesiydi. Çok sevdiği öğretmenlik mesleğinden
emekli olduktan sonra kendisini tamamen araştırmaya
vermişti. TBMM’de, 1. Dönem Milletvekili olarak görev yapan
büyük mütefekkir Ahmet Nüzhet Saraçoğlu’nun, hayatı ve
şiirleri üzerinde çalışmalar yaptı. Manas Yayıncılık’ın
düzenlediği birçok önemli faaliyete katıldı ve katkı
sağladı. “İmam Efendi ve 93 Harbi”, “Mehmet Akif Ersoy’un
Dünyası”, “Fuzuli’nin Şiir Dünyası”, “Bağdat Fatihi Genç
Osman”, “Köy ve Öğretmen”, “Doğumunun 100. Yılında Fikret
Memişoğlu”, Atatürk ve Elazığ” gibi pek çok etkinliğe
konuşmacı olarak katıldı, aydınlatıcı fikir ve düşünceleri
ile yetişecek nesillere yol gösterdi. Tasavvuf gönüllüsü bu
güzel insan, Çemişgezek’te düzenlediğimiz “Doğumunun 160.
Yılında Nüzhet Dede” faaliyetine katıldıktan kısa bir süre
sonra çok sevdiği Elazığ’a ve Manas’a veda edip ayrılmıştı..
Ve 26 Ekim 2020 tarihinde İzmir’de Hakk’a yürüdü. 86 yıllık
ömrünü Çemişgezek’e ve Elazığ’a adayan bu güzel insan,
ardında bıraktığı kültür hizmetleriyle her zaman minnet ve
şükranla yâd edilecektir.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Sayın Kaymakamım, Sayın Belediye Başkanım, Sayın
Milletvekilim, Çemişgezekli muhterem hemşerilerimiz,
Elazığ’ın kıymetli şair, yazar ve sanatçıları, sizleri
saygıyla selamlıyorum.
Bugün tarihi bir gündeyiz… Çemişgezek Kaymakamlığı,
Çemişgezek Belediye Başkanlığı, Munzur Üniversitesi Tarih
Bölümü, Manas Yayıncılık İşbirliğiyle; “Ahde Vefa Örneği…”
gösteriyoruz… İnancımız, “ölülerinizi hayırla yâd ediniz”
buyuruyor.
Bugün yüzümüzü tarihe çeviriyoruz… Zaferlerle taçlanan bir
aydayız “Aylardan Ağustos Günlerden Cuma…” diyoruz.
Malazgirt-1071’den 30 Ağustos 1922 Büyük Taarruza… Gazi
Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, şehitlerimizi
ve gazilerimizi rahmetle, minnetle ve şükranla anıyoruz…
Yaşadığımız şu güzel coğrafyanın tarihi ve kültürel
zenginliğiyle buluşuyoruz… Bugün birlikte inşallah “Sıla-ı
Rahim Yapacağız…” Ecdat hatıralarını konuşacağız… Kimlerle
birlikte; Elazığ’dan bizlerle birlikte bu nezih toplantıyı
gerçekleştirmek için yüksek duygularla gelen şair, yazar,
sanatçı, akademisyen arkadaşlarımızla; televizyonlarımızla
birlikte… Bu arkadaşlarımızla; on bir yıl önce Malazgirt
Zaferinin 937. yıldönümünü birlikte idrak etmiştik. Şairimiz
ne diyorlar; “Tohum saç, bitmezse toprak utansın! Hedefe
varmayan mızrak utansın.”Bugün sizlerle birlikte “ilk
TBMM’de görev alan Çemişgezek ilçemizin bağrından çıkardığı
bir kahraman insanı konuşacağız… Yetiştiği asrın önemli
şairi, yazarı, vatan ve millet sevdalısı, Gazi Atatürk’ün en
yakınında yer alan bir isim; “Doğumunun 160. Yılında Nüzhet
Dede…”
Bugün burada nezih bir mekândayız… Tağar Çayı’nın hemen
kıyısında… Bu sohbete, “Kürsübaşı Sohbeti…” ismini vermek
istiyoruz… Bu sohbetlerin, ‘geleneksel olmasını…’ arzu
ediyoruz. Her toplantı, Çemişgezek ilçemizin yetiştirdiği
bir, “Bilge Kişi…” anısına veya önemli bir tema etrafında
yapılmasını arzu etmekteyiz. Tarihi şahsiyetler,
şehrin/coğrafyanın kimliğidir… Tarihi mekânlar, şehrin
hafızasını ve hatıralarını üzerinde taşırlar…Bugün sizlerle,
Nüzhet Dede’yi konuşacağız… Nüzhet Dede’yle birlikte tarihi
bir dönemi dile getireceğiz… Ve Diyap Ağa isimleri, Kurtuluş
Savaşı’nda önemli rol oynamış, Ferhatuşağı Aşireti ile
işgalcilere karşı mücadele vermiş yiğit insanlar… Dede
Nüzhet gibi Atatürk’ün yakınında olmuşlar…Çemişgezek’te, 17
yıl kalan bir büyük Veli; Harput’ta metfun İmam Efendi
Hazretleri’ni konuşacağız… Fırat Nehri, “ses ırmağıdır…” O
ırmağın incileri arasında; “Çemişgezek, Pertek, Ağın, Keban,
Kemaliye… Bu ilçelerimizin bağrından çıkan, ‘gönül
insanları…’ Onlar, bu coğrafyanın; “rol model
insanlarıdır…”Bu güzel ilçemizde belediye teşkilatının
kuruluşu, 1881 yılına kadar gitmektedir. Gazi Atatürk’ün
doğum yılı… Çemişgezek Belediyesi 138 yılı bulan kuruluşuyla
bu coğrafyanın kadimbir ilçesi… Programımızın açılış
konuşması için Çemişgezek Belediye Başkanı Metin Levent
Yıldız’ı kürsüye davet ediyorum.
METİN YILDIZ
Çok saygıdeğer kaymakamım, Saygıdeğer milletvekilim,
kendileri aynı zamanda Çemişgezek’in eniştesi. Elazığ’dan
ilçemize teşrif eden şair yazar sanatçı akademisyen
dostlarımız, Nüzhet Dede’nin kıymetli torunu Erhan Saraçoğlu
ağabeyimiz hürmetle ellerinden öpüyorum. Hepinizi saygıyla,
hürmetle, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli konuklar,sizleri bugün Çemişgezek’te evimizde
Selçuklu’nun sancak beyliğinde Fırat Havzası’nın bu kadim
coğrafyasındamisafir etmekten çok büyük onur duyuyoruz.
Bugün önemli bir gün bugün son devletimiz imparatorluktan
milli devlete geçişimizin Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşunun 97. Yıldönümü, bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı
idrak ettik. Bu devleti bizlere emanet eden, bu vatan
toprağında özgürce hür ve bağımsız yaşamamızı bizlere
sağlayan, emanet eden başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve
bütün silah arkadaşlarını, şehitlerimizi, gazilerimizi
rahmetle, minnetle ve şükranla anıyoruz. Mekânları cennet
olsun.
Kıymetli misafirler, bugünün anlamına binaen belki şahsım
veya nesiller itibariyle bunu ifade etmek isterim elbette bu
konuda çalışan arkadaşlarımız olmuştur.Ahmet Nüzhet
Saraçoğlu Allah rahmet eylesin,mekânı cennet olsun hem
edebi, hem de siyasi kimliği olan bu önemli şahsiyetin
aslında gecikmiş bir hatırasını anmasını burada yapıyoruz.
Gecikmiş olsak da ben şahsen böyle bir programda olmaktan
ilçemizin özellikle “Birinci Meclis” kurucu liderimizin
başkomutanımızın yanında yer alan bir şahsiyetin anılması
tabidir ki son derece kıymetli önemli ve değerlidir.
İnşallah bu bir başlangıç olur; bunu daha çok
zenginleştirerek Çemişgezek halkına öğreterek, öğrenerek
başlamış olmanın mutluluğunu hep birlikte yaşarız. Bu
programın hazırlanmasında emeği geçen herkese çok teşekkür
ediyorum. Evsahibi olarak Sayın Kaymakamımıza göstermiş
oldukları kadirşinaslıktan dolayı şükranlarımı ifade etmek
istiyorum. Nüzhet Dede’nin hayatını derleyen ve bu konuda
kıymetli bir eser ortaya koyan Munzur Üniversitesi Tarih
Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şahin Yedek Hoca’mızı tebrik
ediyorum. Huzurlarınızda kendilerine çok teşekkür
ediyorum,ben sözlerimi burada tamamlıyorum ve hepinize
saygılarımı sunuyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Fırat Vadisinde, tarihi ve kültürüyle sizlere tebessüm
eden,Gök kubbenin altında muhteşem bir dekorla sizlere buyur
eden;877 km’yi bulan yüzölçümüyle Çemişgezek İlçemizde;
Harput’u, Munzur’u birlikte soluklamaktayız.Fırat Vadisi,
gerçekte bir büyük; tarih ve kültür havzasının adıdır. Biz
ona coğrafyayı birleyen ses, söz, sohbet ve gönül soframız
diyebiliriz. O sofraya bizleri buyur eden Kaymakamımız Harun
Kazez…
Çemişgezek’in tabelasında ki üç bin nüfusa sizler
aldanmayın…Günümüzde, “nüfusa kayıtlı” 83 bin
Çemişgezekliden söz edebiliriz..Çemişgezek; İstanbul’da,
‘daha büyük…’ 40 bin Çemişgezekli İstanbul’da,10 bin
Çemişgezekli Elâzığ’da yaşıyor!Ve altını çizeceğimiz bir
örnek tablo,.. Çemişgezek’in insanıyla birlikte ‘sivil…’
olarak çok güçlü roller üstlenmeleri… Çemişgezek’in,
İstanbul’da, “İş Adamları Derneği” Elâzığ’da, Dernekleri
bulunuyor… Ve İstanbul’da, 40 Derneğin oluşturduğu, Bir
‘Federasyonları’ mevcut! Çemişgezekliler kendi ilçelerine
sevdalılar… Gönül bağlarını bırakmamışlar… Burada en önemli
aktörde şüphesiz İlçenin Kaymakamı Harun Kazez
Beyefendi’dir. Sözü kendilerine vermek istiyorum.
HARUN KAZEZ
Sayın milletvekilim, kıymetli başkanım, değerli hocalarım,
pek kıymetli Erhan Amcam, değerli hanımefendiler,
beyefendiler,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Birinci Dönem Milletvekili
olarak görev yapan Çemişgezekli Şair, mutasavvıf Nüzhet
Dede’nin aziz hatırasına hürmetle düzenlediğimiz “Doğumunun
160. Yılında Nüzhet Dede” programınınahoş geldiniz sefalar
getirdiniz. Bugün çok güzel bir gün, bugün 30 Ağustos Zafer
Bayramı. Ben tüm ilçemizin tüm milletimizin Zafer Bayramı’nı
en içten dileklerimle kutluyorum. Bu güzel vatan toprağını
kanıyla canıyla mücadele ederek bizlere emanet eden
şehitlerimizi, gazilerimizi en içten dileklerimle anıyorum.
Allah mekânlarını cennet etsin. Kabirlerini pürnur
eylesin.Bugün Nüzhet Dede’yi anacağız. Çemişgezek gerçekten
kadim bir belde… Tarihiyle, insanıyla, doğasıyla,
kültürüyle, medeniyetiyle çok köklü… Selçuklu’ya, Osmanlı’ya
sancak beyliği yapmış ve önemli şahsiyetler yetiştirmiş…
İşte bunun örneği Nüzhet Dede. Bugün bu değerli insanımızı
anacağız. Gerçekten önemli bir şahsiyet, ilk dönem mecliste
milletvekilliği yapmış ve şairliğiyle sanatıyla ön plana
çıkmış bir kişilik… Ben tabii ki burada Nüzhet Dede’yi
anlatmayacağım. Nüzhet Dede’yi biraz sonra uzmanlarından
dinleyeceğiz. Erhan amcamızdan dinleyeceğiz, kendisi
torunudur.Şahin Hoca’mızdan dinleyeceğiz. Çok kıymetli bir
eser meydana getirdi, muhakkak ki bugün bu toplantımızda
Nüzhet Dede bütün yönleriyle dile getirilecektir. Ben bugün
sizlere Çemişgezek hakkında bazı malumatlar vermek
istiyorum. Çemişgezek’e gelirken güzel bir feribot
yolculuğuyla başlıyorsunuz, özellikle ben Elazığ’daki
hemşerilerimize sesleniyorum. Gerçekten Çemişgezek görülesi
güzel bir yer… Bir feribot yolculuğuyla başlıyor ondan sonra
in deliklerinden tutun, kıyısında olduğumuz Tağar Çayı
gerçekten çok önemli yerler. Bunların görülmesi lazım, dağ
keçilerine her an rastlayabiliyorsunuz, su samurlarını
görebiliyorsunuz. Bunu çevrede başka çok yerde görme
imkânınız yok.O yüzden biz özellikle Elazığlı
hemşerilerimizi Çemişgezek’e davet ediyoruz. Bu programın
hazırlanmasında emeği geçen Şener Bey’e çok teşekkür
ediyorum, emekleri çok büyük, yine Nihat Kazazoğlu
Hoca’maçok teşekkür ediyorum. Şahin Hoca’ma çok teşekkür
ederim. Zekai Akılotu Bey’e de teşekkür ediyorum. Sayın
milletvekilimiz bugün burada bizi yalnız bırakmadı, Tahir
Öztürk Beyefendi’ye çok teşekkür ederim. Hepinizin
ayaklarına sağlık, ben tekrar söylüyorum Çemişgezek
tarihiyle, doğasıyla kültürüyle, misafirperver insanıyla
güzel bir belde. Bizler bütün Tuncelili hemşerilerimizi
Elazığlı hemşerilerimizi bu güzel ilçemize bekliyoruz. Bir
kez daha 30 Ağustos Zafer Bayramınızı kutluyorum, saygılar
sunuyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Çemişgezek Kaymakamı Sayın Harun Kazez Beyefendi’ye çok
teşekkür ediyorum. Ağustos günlerden Cuma, 30 Ağustos Zafer
Günü’nün anısına diyelim artık çok önemli bir kaynak eser
kazandırıldı… Milli Mücadele yıllarını hafızalara taşıyan
bir eser… O eserle bizler; Birinci dönem Türkiye Büyük
Millet Meclisi’ni daha yakından tanıyacağız…
“Şarkın Diyojeni” olarak isimlendirilen Ahmet Nüzhet
Saraçoğlu… Eseri okudukça heyecanlanıyorsunuz… Öyle ki, her
yönüyle mükemmel bir insan… Rahmet Mekân Nüzhet Saraçoğlu
Beyefendiler; Anadolu insanının; “sağduyusunu…” kimliğini
ilmiyle, irfanıyla, marifetiyle, bilgeliğiyle taşıyor… Bu
insanın şahsında; insanlık değerlerini öğreniyoruz… Onda
yüksek bir ahlakı, fazileti, insana ve çevresine olan
dostlukları yaşıyorsunuz… Dede Nüzhet’le ilgili çok önemli
eser Munzur Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Dr. Öğretim
Üyesi Şahin Yedek tarafından Manas Yayınları arasında
profesyonel bir anlayışla; Kapak Tasarımı ve dizgide Tamer
Kavuran ve Recep Bağcı’nın katkıları şüphesiz ki büyük…
Özellikle ‘Kaynak’ Erhan Saraçoğlu’nun katkıları çok
önemlidir. İlk Meclis; Kurucu Meclis Özelliğini
taşımaktadır… Olaganüstü yetkilere sahiptir… Milli
Mücadeleyi yürüten bir meclistir…
İlk Meclis; Tarihi bir iradeyle İstiklal Harbini Yöneten
Meclistir…İsyanlar bastırılır. Batı Anadolu’da düzenli ordu
kurulur.Doğu, Güney ve Batı cephelerindeki zaferlerle
Anadolu işgalden kurtarılır.1921 Anayasası ve İstiklal Marşı
kabul edilir.Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanır ve Lozan
görüşmelerine başlanır.Bu dönemin efsanevi şahsiyetini
bizlere Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü başkanı Dr. Öğr.
Üyesi Şahin Yedek anlatacaklar.
Dr. Öğr. Üyesi ŞAHİN YEDEK
Sayın Kaymakamım, Sayın Belediye Başkanım, Sayın
Milletvekilim, Sayın Müftüm, Milli Eğitim Müdürüm,
Çemişgezek’in güzide halkı, Elazığ’dan gelen sayın
hocalarım, değerli misafirler hepinizi saygıyla
selamlıyorum,
Çemişgezekli hocalarımın, Sayın Kaymakam’ımın, Belediye
Başkanı’mın ve Bedrettin Hoca’mın belirttiği gibi gerçekten
kadim bir toprak… Kadim bir toprak olduğunu çıkarmış olduğu
insanlardan yetiştirmiş olduğu kişilerle ispatlıyor. Bu
kişilerden biri de Ahmet Nüzhet Saraçoğlu. Ahmet Nüzhet
Saraçoğlu’na dair bu kitabı yazmama neden olan özellikle
başlamama neden olan Manas Yayınevinin yöneticisi Sayın
Şener Bulut’a özellikle teşekkür ediyorum. Geçen yıl Türk
Tarih Kurumu’nun uluslararası bir sempozyumu oldu. Türk
Tarih Sempozyumu buna uluslararası çapta 100’e yakın ülkeden
tarihçiler katılmıştı.Buraya bir bildiriyle katıldım. Bu
bildirim benim Ergani Madeni Vilayetiydi. Bu konu günyüzüne
çıkartılması gerekiyordu, çok şükür ki bu çalışmayı da yine
bu topraklarda doğan bir kişi olarak yaptım. Bu çalışmayı
yapıp Ankara’da sunduktan sonra, burada Ahmet Nüzhet
Saraçoğlu diye bir isim geçiyordu. Ergani milletvekiliydi;
fakat Çemişgezekliydi. Dikkatimi çekti bununla ilgili
araştırmalar yaptım.Kitabın işte özü buydu, başlangıç
noktasıydı. Şener Bulut ile görüştüm.“Şener Abi”, dedim“bu
kişiye dair bir çalışma yapabilirmiyim?” “Ya da senin
tanıdığın bana ön ayak olabilicek bir kaynak veya herhangi
bir doküman verecek kişi, şahsiyet tanıyormusunuz?” Tam
adamına başvurmuşum. Şener Abi, bana dedi ki, “ben onun
torununu tanıyorum”.Değerli Erhan Saraçoğlu… Erhan Saraçoğlu
Bey’inİzmir’de olduğunu öğrendim. İrtibata geçtim ve kendisi
10-15 gün sonra Elazığ’da olacağını söyledi. Geçen yıl,
Ramazan ayıydı geldi, mülakatımız o şekilde başladı. Erhan
Bey ile birlikte notlar tutmaya kendi tuttuğu notları
yazmaya ve aynı zamanda bu kaynakları değerlendirmeye
başladım. Bu şahsiyeti yani Ahmet Nüzhet Saraçoğlunu yazmış
olmak bana nasip oldu. Dediğim gibi bu benim için bir
şerefti. Benim için de çok değişik bir tecrübe oldu. Benim
bu dördüncü kitabım.Şimdi neden değişik bir tecrübe oldu.
Birinci Meclis, yani Atatürk’ün kurmuş olduğu Birinci
Meclis’e katılan bütün milletvekillerinin neredeyse hepsinin
biyografisi yapılmıştı. Nadir olanlardan birisi Ahmet Nüzhet
Saraçoğlu’ydu. Meclis arşivine, Cumhuriyet arşivine, Osmanlı
arşivine de girdiğimiz zaman yani kaynakların alınmış
alınmamış olduğu oradan tespit ediliyor, oradan Nüzhet
Dede’ye dair herhangi bir çalışma yapılıp yapılmadığını ve
bu kaynakların alınmadığı değerlendirilmediğini
görmüştüm.Bunun haricinde hazırladığım kitaba kaynak olarak
referans kaynaklarımdan biri Sayın Naci Onur Bey’in yazmış
olduğu kısa makaleler, Kaan Gökalp Bey’in yazmış olduğu bir
yüksek lisans tezi, aynı zamanda merhum Fikret Memişoğlu’nun
bir makalesi mevcuttu. Makaleler de benim mevcut çıkış
kaynağım oldu, referans kaynaklarım oldu. Şimdi Nüzhet
Dede’yi kısaca anlatmaya geçmeden zaten torunuyla tanışmış
olmamız benim için önemli bir şans. Erhan Bey gerekeni
anlatacak ben böyle genel hatlarıyla anlatayım. Nüzhet
Dede’ye Mustafa Kemal Atatürk “Meclisin Gülü” diyor ve
kendisine “Dede Bey” diye hitab ediyor. Nüzhet Dede
Meclis’te otururken Mustafa Kemal Atatürk kürsüye çıkarken
Dede Bey’in sakalını okşayıp kürsüye çıkıyor. Dede Bey’i tüm
sohbetlerine dahil ediyor, önemli kişilerle yaptığı
sohbetlerde Dede Bey’i yanına çağırıp Dede Bey’den fikir
alıyor, buna dair işte nüktelerin aynı zamanda bilgilerin
yer aldığı bir kitap bu. Dede Bey, Atatürk’ün deyimiyle
söylüyorum, Dede Bey gerçekten bir filozof şair ve aynı
zamanda önemli bir mutasavvıf. İşte az önce dediğimiz gibi
Osman Bedrettin Erzurumi Hazretleri, Dede Bey’in fikir
babalarından, hatta en önemlilerinden birisi. Ayrıca Palulu,
Palu’da yaşayan o dönem Mahmut Samini Hazretleri bağlı
olduğu şeyh ki, en önemli feyz aldığı kişilerden biri. Bunun
haricinde Ahmet Nüzhet Saraçoğlu 1860 doğumlu olması
nedeniyle, imparatorluğun son döneminin bütün sancılarının
içinde yaşamış, beş padişah döneminde, beş padişahın aynı
zamanda memuriyet dönemine de denk geldiği için devletin tüm
işleyişini devlete hakimiyetini ya da hakimiyetsizliğini
görmüş. İşte imparatorluğun o en sancılı dönemi Birinci
Meşrutiyet, İkinci Meşrutiyet dönemlerini en acı şekilde
yaşayanlardan… Daha sonraTrablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı
ve Birinci Dünya Savaşı’nı en içten yaşayanlar ve bu
dönemleri bu hazla alıp, Atatürk’ün çağrısı ile 16 Mart
1920’de İngilizlerin İstanbul’u işgalinden sonra
biliyorsunuz ki İstanbul Mebusan Meclisi kapatıldı.
Feshedildi. İstanbul Mebusan Meclisi 16 Mart’ta
kapatıldıktan sonra, Atatürk’ün 19 Mart’ta bir tebliği var,
kolordu komutanlıklarını ve müstakil liva sancak ve
vilayetlere bu tebliğde, Ankara da bir meclisin açılacağı,bu
meclise her livanın, vilayetin beşer mebus seçip
göndermesini istiyor. Bunun üzerine hazırlıklar başlıyor,
kimi yerlerde seçimler, kimi yerde de eşrafın öne çıkan
isimlerinin gönderilmesiyle oluşan bir meclis. Şimdi burada
Nüzhet Dede niye Ergani’den? Nüzhet Dede, tahsil hayatını
bitirdikten hemen sonra memuriyete başlıyor, nüfus
memurluğu,Ağnam kol memurluğu, yani o dönem vergi alınacak
kişilerin vergi tahsilâtı yapılacak miktarlarını hesaplayan
memurlar, aynı zamanda tahrirat kâtipliği ve bunun üzerine
de biliyorsunuz meclise katılışı… 60 yaşında, 60 yaşına
kadarki memuriyetinin çoğunu da kaymakam vekilliği yaparak
geçiriyor. Yani Nüzhet Dede o dönem adı Dersim olan bu
bölgenin herşeyine hâkim. Özellikle nüfus memurluğu yaptığı
dönemde burada doğan, ölen, yaşayan herkesi biliyor. İsmi
geçen herkesi tanıyor, yani hayret edici bir hafızaya sahip.
İşte bu memuriyetlerden sonra Ovacık’ta kaymakam vekilliği
yaptığı dönemde gelen tebliğ üzerine, Mustafa Kemal’in
tebliği üzerine, kaymakamlar özellikle il yöneticileri
burada ön plana çıkmıştır. İl ve ilçe yöneticileri
bulundukları bölgedeki yöneticiler, Erganimadeni
Vilayeti’nden milletvekili olmuştur. Şimdi Erganimadeni
Vilayeti nereden çıktı diyeceksiniz. Ergani var, bir de
Maden var. Şimdi Maden bildiğimiz Elazığ’a bağlı Maden
İlçesi, Ergani Diyarbakır’a bağlı Ergani ilçesi. 1918
Mondros Mütarekesi’nden sonra ilçe, yani o zamanki sancak
vilayet, liva, köy, kariye ve nahiyeler bir kaos
içerisindeydi. Hangi birimin ne olduğu tam olarak belli
değildi. İdarecilerde nasıl hareket edeceklerini
bilmiyorlardı. Bunun içerisinde işte mülhak liva olarak
geçen Ergani, o dönemde milletvekili olarak Ahmet Nüzhet
Saraçoğlu gibi katılan kişiler tarafından vilayet haline
getirilmiştir. Milletvekillerinin baskısıyla nasıl oldu,
Maden İlçesi vilayet merkezi haline getirildi. Vilayet
merkezi Maden oldu, Ergani Maden’e bağlı ilçe, aynı zamanda
Çermik’i de dâhil ederek bir vilayet oluşturuldu. Bu vilayet
1927 yılına kadar da bu idari yapısını sürdürdü. 1926
yılında çıkan bir kanunla vilayet umumi gelirlerinin
yetersizliği nedeniyle tekrardan ilçe haline getirildi ve
Maden Elazığ’a, Ergani ve Çermik tekrar Diyarbakır’a
bağlandı. İşte bu vilayetin milletvekiliydi Nüzhet Dede. 7
milletvekili çıkmıştı, iki dönem Erganimadeni Vilayeti
milletvekili gönderdi Meclise. Aynı zamanda belediye
başkanları ve kaymakamlıklar oluşturuldu, önemli
vilayetlerimizden biriydi ki, Ahmet Nühet Saraçoğlu da
önemli bir kişiydi. O kontenjandan yararlanıp Meclise
milletvekili olarak katıldı. Milli Mücadelenin sivil bir
neferi olarak çalıştı, sakallı sarıklı olmasına rağmen
taassupla savaştı. Kesinlikle gerici değildi, herkese hatta
bulunduğu dönemdeki imamlara, medrese hocalarına ders
verebilecek seviyede Arapça ve Farsçaya hâkimdi. Dini
bilgisi çok kuvvetliydi; ama ön plana çıkmaktan her zaman
çekinmişti. Şiirlerini bile yazar bir tarafa bırakırdı.
Şiirlerini, yanındaki arkadaşları ya da oğlu veya akrabaları
toplayıp bir araya getirmiştir. (Bu şiirler özellikle şiir
tahlillerini yapacak olan hocalarımız tarafından
anlatılacak) Bu şiirler gerçekten önemli şiirler, Sakarya
Meydan Savaşı sırasında ülkenin en zor olduğu sırada
Meclis’in Kayseri’ye taşınma durumunun gerçekleşeceği
sırada, Nüzhet Dede’nin şiiriyle, o anda bir şiir yazmıştır.
İçinden geldiği o şevkle Meclis’in tahtasına bir şiir
yazmıştır ki o şiir milletvekillerinin Ankara’da kalmasına
vesile olmuştur. Kesinlikle Ankara’dan taşınmayacağız, Ahmet
Nüzhet Saraçoğlu’nun bu şiiri kendilerine ilham kaynağı
olmuştur ve Kayseri’den vazgeçilmiştir. Ben; Ahmet Nüzhet
Saraçoğlu’nu şairlik bakımından Mehmet Akif Ersoy’a,
nüktedan tavrı, nükteli ve hiciv tarzındaki yazı ve
konuşmalarından dolayı da Nasrettin Hoca’ya benzetiyorum.
Celal Nuri İleri’deki; dönemin gazetecisi, siyasetçisi,
önemli bir yazarıdır. Neredeyse her gün yazar bu Celal Nuri
İleri, Atatürk tarafından da sözü sohbeti yapılan, değer
verilen bir kişidir. Celal Nuri İleri de Ahmet Nüzhet
Saraçoğlu’na, giyinişi, bakışı, duruşuve o keskin bakışları
nedeniyle “Şarkın Diyojeni” demiştir. Aynı zamanda Celal
Nuri İleri bunu Meclis’te anlatmıştır. Aynı zamanda o
nüktedan tavrı, o konuşma tavrı ve keskin zekâsı nedeniyle
de Alman filozofu Nitche’ye benzetmiştir kibunu Meclis’te
söylemiştir. Fakat bunu söylediğinden dolayı da Ahmet Nüzhet
Saraçoğlu’nun işte şöhret kazanacağından ya da Ahmet Nüzhet
Saraçoğluisminin ön plana çıkacağından dolayı Ahmet Nüzhet
Saraçoğlu da imtina etmiştir.Kendisi bile, ben böyle
söylüyorum ama Nüzhet Dede bana kırılacaktır, bana
darılacaktır demiştir. Böyle önemli bir şahsiyeti kitabımıza
konu ettik, yazın hayatına kazandırdık. Ben burada tekrar
Sayın Kaymakam’ıma böyle bir toplantıya vesile olduğu için,
bize nezaket gösterip Çemişgezek’in bu güzel mekânını bize
hazırlamış ve bu mekanda bize bu imkanı sunduğu için
özellikle çok teşekkür ediyorum,burada bulunan herkesi
saygıyla selamlıyorum, Allah’a emanet ediyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Ben yine burada Kürsübaşı sohbetlerinin devam etmesini arzu
ediyorum. Bu toplantıların geleneksel hale getirilerek her
yıl yapılmasını istiyorum. Bir de İmam Efendi Hazretleri ile
bizim aile İmam Efendi Hazretlerine bağlı. Ben ninemden,
babamdan özellikle İmam Efendi’nin hayatıyla ilgili çok
şeyler öğrendim. Biz onun terbiyesinden geçtik, onu
söyleyebilirim ve o sebeple Nüzhet Dede’yi de yakından
biliyorum. Bugün İmam Efendi’nin 15 yıl kaldığı evi ziyaret
ettik. Maalesef evin yıkılmış halini görünce gözlerim doldu.
Mutlaka o evin imar edilmesi lazım, mutlaka o evin bir
“irfan evi” olarak açılması lazım.Nüzhet Saraçoğlu,
döneminin çok önemli bir divan şairidir…
Bir eserinde;
“Aşkın şeraresi bu câne düştü.
Pertev-i cemâlim cihâne düştü.
Varlığımı Hak’la Pazar eyledim
Mîyancilik şâh-ı merdâne düştü.”, diyor.
Fırat Nehri için, “ses ırmağı…” diyoruz. Fırat Havzası,
bizim ses coğrafyamız.“Bu seste birleşir bütün
yürekler…”diyoruz.O ses kâh Fuzuli olur, o ses kâh
Çemişgezek’te Dede Nüzhet olur…”Sevda dolu yürekleriyle bir
büyük vatan olur…“Dede Nüzhet ve Gazelleri…” Sanat ustaları
bizlere seslendirecekler.Duayen isimler bizim de hocamız
olan Nihat KazazoğluBeyefendi’yi, Osman Bedrettin Yapar
kardeşimi ve yine Saz Heyetinde; Fethi Açıkgöz, Harun
Yıldırım ve Onur Açıkgöz’ü sahneye davet ediyorum.
NİHAT KAZAZOĞLU
Nüzhet Dede’nin aziz hatırasını yad ettiğimiz bu güzel
toplantı vesilesiyle ben de Nüzhet Dede’nin çok güzel bir
gazelini Harput müziği formunda okumaya çalışacağım.
Kıymetli misafirler şimdi okuyacağım bu gazelin ilk üç
beyitini rahmetli Enver Demirbağ, 25 yıl önce Nüzhet Dede
ile ilgili Fırat Televizyonunda düzenlenen;Günerkan Aydoğmuş
Ziya Çarsancaklı ve Erhan Saraçoğlu’nun da konuşmacı olarak
katıldıkları bir programda “Al Alma Türküsü’nün” kalıbıyla
sazsız olarak okumuş. Manas’ın arşivinde itinayla muhafaza
edilen o programı Şener Bey ile birlikte izlemiştim. Şimdi
bu eseri sizlere rahmetli Enver Demirbağ’ın okumuş olduğu
tavrıyla okumaya çalışacağım.
Sâki bu şeb yanağın döndü beyâz ü âle.
Sevdâ mıdır bırakmak kastın ser-i leyâle
Görseydi Cem cemâlin, elbet kırardı camın,
Bir dem senin hırâmın, değmez mi bin piyâle
Çeşmin gibi harâmi olupyeme harâmı.
Âdem yemek haramdır, gel düşme bu vebâle.
Şimdi de bu gazelin devamı olan beyitlerini de Harput Divanı
olarak ilk defa ben okumaya çalışacağım.
Kırmak murâd edersin mecmû-i âşıkânı ;
Kimler seninçün eyler âlemde âh ü nâle
Vâd-i vîsâl edeydin; Rüstem’le cenk ederdim.
Bir gürz-i âh atardım billâhi ibn-i Zâl’e.
Aklım bana mîsâfir olmaktan ar ederdi;
Ger ateş-i firâkın kalsaydı mâh ü sâle.
Nüzhet, düşüp ayağa rüsvâ-yı âlem olmuş:
Aldıkça mu-miyanın kehvare-yi hayale.
Ruhları şad olsun. Saygılarımla.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Nihat Kazazoğlu’na çok teşekkür ediyoruz.
Çemişgezek İlçemizi gezerken hayranlığımı gizleyemedim
diyebilirim… Dört bin yıllık kadim bir tarihe sahip…
Selçuklu ve Osmanlı eserleri iç içe bir farklı ruhaniyet
kazandırıyor… Çemişgezek Kalesi, camileri, mescitleri,
ceddin kokusunu aldığımız köprüsü… Artukluların mirası
Hamamı Atik; Selçukluların İlçeye hediyesi Hamidiye
Medresesi, dikkatleri en fazla çeken; “İn Delikleri” denilen
mağaralar… ‘tarihi, kültürü, edebi dünyası…’ Çemişgezek’te
zengin bir kültür iklimi olduğunu bilmekteyiz…Yetiştirmiş
olduğu çok önemli şahsiyetler var…Özellikle Ağın İlçemiz
gibi Çemişgezek İlçemizde; “Anadolu’nun
muallimidir!”Rahmetli Turgut Özal’ın anneleri Hafize
Hanımefendi Çemişgezek’lidir… Evet şimdi de Çemişgezek
Kütüphane memuru Kaan Gökalp bizlereÇemişgezek’in kültür
hayatında Nüzhet Dede başlıklı konuşmalarını yapacaklardır.
KAAN GÖKALP
Bu anlamlı organizasyonun yapılmasında emeği geçen, fikir
olarak bu süreci başlatan Manas Yayıncılık’ın yöneticisi
Şener Bey başta olmak üzere, emeği geçen herkese teşekkür
ederek sözlerime başlamak istiyorum.
Bu vesileyle; programa katılan herkesi ve bilhassa
Elazığ’dan gelen değerli misafirlerimizi saygıyla
selamlıyorum.
Ayrıca; bugün Türk milletinin tarihinde çok önemli bir gün,
30 Ağustos Zafer Bayramımız. Bu vesileyle kurucu ve ebedi
liderimiz Mustafa Kemal Atatürk, aziz şehitlerimiz ve bütün
silah arkadaşlarına buradan bir kez daha rahmet diliyoruz.
Bize güzel bir ülke bıraktılar. Bu ülkenin kültürel, sosyal,
siyasi ve ekonomik anlamda bekası bizler için esastır. Bu
yolda Allah’ın bizlere güç kuvvet vermesini diliyorum.
Biz Çemişgezek’i tarif ederken tarih, doğa ve kültürün
ahenkli bir bütünü olarak izah ediyoruz. Bu durum,
Türkiye’nin ender yerlerinde yaşanan bir güzelliktir.
Çemişgezek, M.Ö 6000 yılına dayanan tarihi ve farklı
medeniyetlerin bıraktığı izlerle Yukarı Fırat Havzası olarak
tanımladığımız Elazığ Tunceli ve Erzincan havalisinin en
eski yerleşim yerlerinden birisidir. Tabi bu tarihi süreç
Çemişgezek’in kültürüne büyük zenginlikler katmıştır. Bu
zenginliklere çıkmamızda bu gibi etkinliklerin önemi
büyüktür ve devamını temenni ediyorum.
Dede Nüzhet bir Çemişgezekli. Bizim insanımız ve bu kültür
havzasında yetişmiş. Çemişgezek’in havasını teneffüs etmiş,
suyunu içmiş, bu iklimde bu atmosferde yetişmiş bir insan
olarak buradan aldığı şeyler vardır. Hiç şüphesiz
Çemişgezek’e kattığı bir değer vardır Dede’nin. Bu
münasebetle, ben Çemişgezek’ten Dede Nüzhet’e bakmaya
çalışacağım.
Tabii ki, Dede Nüzhet’in tanınmıyor/az tanınıyor olması
bizler için çok büyük bir kayıp. Ben bu konuda biraz
şanslıydım. Ailemizde, evimizdeki kültür atmosferinden
dolayı Dede’yi erken tanıdım. Rahmetli dedem Ziya GÖKALP’ın
Çemişgezek ile ilgili yürüttüğü ve daha sonra babam
Mehmetşah GÖKALP’ın devam ettirdiği derleme çalışmalarını
lise çağlarımızda daktilo ederken tanıdım Dede Nüzhet’i.
Şiirlerin altında adını görüyor ve merak ediyordum hep.
Sorduğumda, -dönemin Belediye Başkanı- İlhan Amca’nın
(SARAÇOĞLU) dedesi olduğu söyleniyordu.
Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve
Edebiyatı bölümünü kazanıp ve üniversite hayatına
başladığımda, bölümde bir hocamla tanıştım. Çemişgezek’ten
geldiğimi söyleyince:”Nüzhet Dede’yi tanır mısın?” diye
sordu bana. ”Nasıl tanımam” dedim. Hoca’m bana “Sarhoş
Kasidesini” okumaya başladı. Hoca’mın sarhoş kasidesini
okumasından çok etkilendim ve gurur duydum bir Çemişgezek’li
olarak. Hocamla diyalogumuz uzun yıllar devam etti. Daha
sonra Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’ndeyüksek lisansa
başladım. Aynı Hoca’m orada öğretim görevlisiydi. Yüksek
lisans tez konumu belirlerken, ”kesinlikle Dede Nüzhet’i
çalışman gerekiyor.” dedi ve Dede Nüzhet’i çalışmaya karar
verdik.
Muhterem Hoca’m, değerli amcam Erhan SARAÇOĞLU Beyefendiyle
irtibat kurdum. İzmir’e gittim ve iki gün misafiri oldum.
Yani hayatımın en keyifli iki gününü yaşadım diyebilirim.
Erhan Hoca’mdan değerli fikirlerini ve materyalleri aldım ve
akademik bir çalışmaya başladım. Sonuçta Dede Nüzhet’i
yüksek lisans tezi olarak literatüre kazandırmış olduk.
Erhan Hoca’mla sohbetlerimizde bu konu çok dikkatimi çekti:
“Dede Nüzhet gibi bir değer, böylesine güçlü bir şair, büyük
bir mebus, Kurtuluş Savaşı’nın kahraman kadrosunun
içerisinde yer alan bir isim nasıl tanınmazdı.” Erhan
Hoca’ma bu durumu sorduğumda bana cevabı şu oldu: “Kendisi
tanınmak istemiyordu ki.” Tanınmak istemezdi çünkü tasavvuf
geleneğinde bir kural vardı ve şöyle diyordu: “şehvet şöhret
ve servet insanlığın üç büyük belasıdır.” Bu yüzden,
tasavvuf ehli insanlar bunlardan mümkün olduğu kadar
sakınmış, uzak durmaya çalışmışlardır. Dede’de bu geleneğin
mensubu, yani ehli tasavvuf bir insan olduğu için bu üç
beladan mümkün mertebe uzak durmuş ve tanınmak istememiştir.
Buradan diğer konuşmacı misafirlerimize de tamamlayıcı
olması bakımından bir iki ilave yapmak istiyorum. Birinci
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk oturumuna, Anadolu’nun
farklı yerlerinden 120 mebus çağrılmıştır. Bu noktada
Çemişgezek’in şöyle bir özelliği var: Bu mebusların iki
tanesi ( Dede Nüzhet ve Diyap Ağa) Çemişgezeklidir. Bu, şu
demektir: Biz Çemişgezek olarak; Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin kuruluşuna emek verdik, harç taşıdık su taşıdık,
taş taşıdık devletin kurucu felsefesine Diyap Ağa’nın Dede
Nüzhet’in düşünceleriyle katkı sağladık. Bazen sorulur:
“Çemişgezek’teki bu devletçi gelenek nereden geliyor?” diye.
İşte buradan gelir. Biz bu devletin biz kuruluşunda varız.
Çemişgezekliler olarak emek vermişiz ve “malımıza sahip
çıkıyoruz.” Bu devlet, Diyap Ağa ile bizim; bu devlet, Dede
Nüzhet ile bizim. Bu devletin kuruluşunda Dede Nüzhet’in
irfanı, ince zekâsı ve feraseti var. Bu devletin
kuruluşunda, Diyap Ağa’nın cesareti ve yürekliliği var.
Bunların bütünü, Çemişgezek’in tarihi müktesebatı olarak
devletimizin kuruluşuna yansımıştır. Biz bunu böyle
görüyoruz bu şekilde okuyoruz. Bu müktesebat, Mavera’ün-nehir’den,
Horasan’dan, Türkistan’dan, Kafkaslardan beslenir. Biz,
Bağdat’tan, Musul’dan, Kerkük’ten, Balkanlardan besleniriz.
Bizim bir yanımız Dersim, bir yanımız Harput olmuştur her
zaman. Biz, bütünüyle bu coğrafyanın, 2000 yıllık Türk
devlet geleneğinin ve “medeniyet iddiasının” parçası olarak
görürüz kendimizi.
Dede Nüzhet, bu kültürün bu birikimin, bu tarihi geri planın
bir ifadesidir. Dede Nüzhet’in yaşadığı dönem (19. Yüzyılın
ikinci, 20. Yüzyılın ilk yarısı) imparatorluktan milli
devlete geçiş dönemidir ve son derece buhranlıdır. O dönemi
doğru anlamayan, Osmanlı’yı da, Türkiye Cumhuriyetini de
doğru yorumlayamaz. Çemişgezek, ta Selçuklu’dan başlayan
tarihi bütünlüğü hiçbir zaman kaybetmemiştir.
Dede Nüzhet’in beslendiği en ciddi kaynaklardan bir tanesi
de Harput’taki tasavvuf iklimidir. Harput kültürünün
Çemişgezek’e kattığı çok şey vardır. Aynı şekilde
Çemişgezek’in de Harput’a verdiği bir şeyler vardır. Erhan
Hoca’m çok iyi bilir; eskiden bir tanımlama varmış. Buna
göre Çemişgezek’in adı “şeher”dir. Bütün Elazığ,Tunceli
havalisinde şeher olarak bilinir. Bizim köylülerimiz bile
halen daha “nerden geliyorsun, şeherden; nereye gidiyorsun
şehere” şeklinde ifade derler Çemişgezek’i. Bir de “yukarı
şeher” vardır. Yukarı Şeher ise Harput’tur. Buna bağlı
olarak, Çemişgezek’in bir yerleşik, şehirli kültürü ve bu
kültür atmosferinde şekillenmiş, yetişmiş değerleri vardır.
Hamidiye Medresesi’nin olduğu bir yerde, kültür ve
medeniyetin yokluğunu iddia edebilir misiniz? Medrese, yani
bir yüksek eğitim kurumu var Çemişgezek’te. Çemişgezek bu
yönüyle de bölge içerisinde önemlidir.
Bu bağlantı yönünden de Harput’la etkileşimimiz çok güçlü
olmuştur her zaman. Merhum İshak Sunguroğlu’nun “Harput
Yollarında” adlı eserine baktığımız zaman birçok ailenin adı
“Çemişgezeklizade” olarak geçer Harput’ta. Çemişgezek’ten
Harput’a doğru yaşanan nüfus hareketliliği, aynı zamanda bir
fikir hareketliliğini de doğurmuştur. Bu fikir
hareketliliğinin köşe taşlarından birisi de Dede Nüzhet’tir.
Yalnız burada bizler için üzüntü verici bir durum söz
konusudur. Dede Nüzhet’i yetiştiren Çemişgezek, bugün Dede
Nüzhet’i tanımaz hale gelmiştir.
Hani güzel bir söz vardır: “büyük şahsiyetleri anlamak,
anmaktan önemlidir.” ,der. Analım, sürekli analım. Bu
etkinlikleri devam ettirelim ama biraz da anlamaya
çalışalım. Yahya Kemal’in ifadesiyle: “Ne harabi, ne
harabatiyim. Kökleri mazide olan atiyim “Biz mazideki
köklerimizi kaybetmek üzereyiz. Biz, mazi ile olan
bağlarımızı Dede ile Diyap Ağa ile ve daha birçok şahsiyet
ile olan bağlarımızı kopardığımız zaman koruyabilir ve bir
gelecek tasavvuru oluşturabiliriz. Bu münasebetle buradan
bir öneride bulunma istiyorum: Dede Nüzhet ile birlikte
gelecek yıllarda buradan; Ethem Efendi’yi de, Aşık Mevali’yi
de, Pulurlu Şeyh Mustafa’yı da, Göktürk Mehmet Uytun’u,
Nurettin Uytun’u da Çemişgezek ile buluşturalım. Onların
adına bu anma törenlerini devam ettirelim. Bu saydığım
insanlar Çemişgezek’in bağrından yetişmiş büyük
şahsiyetlerdir ve mutlaka sahip çıkmalı ve gençlerimize
tanıtmalıyız.
Ve yine küçük bir öneri olarak yöneticilere sunuyorum:
Çemişgezek’in girişine Diyap Ağa ile Dede Nüzhet’in omuz
omuza bir heykelinin dikin. Bu çalışma, Çemişgezek’in genç
nesillerine çok büyük mesajlar verecektir.
Teşekkür ediyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Fırat Havzası ikliminde; müthiş bir güzellik… Bir edebi
zenginlik…Tunceli ve yöresinde, halk edebiyatını,
‘deyişlerle’ yaşıyorsunuz. Bu coğrafya da, “her bakımdan
mükemmel insan profili…”Bu yöre insanı için ne diyorlar;
“İstanbul Beyefendisi!” Nezih, kibar, ince ve sakin ruhlu,
mütevazı…Bütün bu erdem sıfatları bir araya
getirdiğinizde;Karşınıza, “söz ve sohbet ehli…” insan
çıkacaktır.Tarihi efsanevi şehir Harput’ta, “Divan
kültünün…” varlığı çok önemlidir!Bu bir, “elit…” veya
“musikiyi besleyen…” kültürdür!
Bu konuda, Dr. Naci Onur Beyefendi’nin çok önemli bir eseri
vardır…“Harputlu Divan Şairleri…” Bizlere “Dede Nüzhet’te
Şiir Tekniğini” en verimli şekilde anlatabilecek üstat bir
isim; Bizlerin de hocası Naci Onur Beyefendi’yi kürsüye
davet ediyorum.
Dr. M. NACİ ONUR
Muhterem Kaymakam Bey, değerli belediye başkanı, çok değerli
Milletvekilim ve bizim ağabeyimiz edebiyatımızın duayeni
Erhan Saraçoğlu Bey, hanımefendiler, beyefendiler,
Sizin şahsınızda bütün Çemişgezek halkına selam ve saygılar
sunuyorum.
Efendim, Dede Nüzhet, Çemişgezek’te genellikle Dede Nüzhet
diyorlar, ama biz edebiyatta Nüzhet Dede diyoruz. Çünkü
kendi şiirinde Nüzhet Dede diye geçmiş, onun için de bu bir
tescildir bence, onun için Dede Nüzhet yerine Nüzhet Dede
dersek daha doğru olur diye zannediyorum. Efendim, ben de
Çemişgezekliyim, daha doğrusu Harput’ta Çemişgezekli
zadelerdenim; çünkü geçmişte 1600’lü yıllarda Orta Asya’dan
göçen benim atalarım, Oğuz boyundan olan atalarım, önce
Bağdat’a gelmişler ondan sonra bir müddet sonra Çemişgezek’e
gelmişler. Çemişgezek’te Tetevvüz oğulları namı altında
hayat sürmüşler, ondan sonra da Harput’a geldikleri için
Harput’ta da Çemişgezeklizadeler diye de anılmışlar. O
bakımdan ben kendimi Çemişgezek’ten ayrı olarak
hissetmiyorum. Nüzhet Dede, 1862 yılında doğmuş 1942 yılında
ölmüş olduğuna göre benim hesaplarıma göre 80 yıl yaşamış.
Saraçzade İbrahim Efendi’nin oğlu olan Hakkı Efendi’nin üç
çocuğundan birisidir. 80 yıl yaşamış,muhtemelen medrese
tahsili de görmüş kendi kendisini yetiştirmiş arif bir
insandır. Bu yüzden de Arapçaya, Farsçaya dolayısıyla
Osmanlıcaya da son derece hâkim olduğunu görüyoruz. Kendi
döneminde memuriyete müracaatı sırasında hayat hikâyesi
kendisinden sorulmuş ve Nüzhet Dede şairane bir şekilde şu
cevabı vermiştir.
Okudum tuhfe-yi Vehbi’yi tamam ettim Gülistanı nidem ah!
Ki Hafız bitmedi nısf oldu eyvah!
Yani Vehbi’yi okudum Gülistan’ı da okudum Hafızı Şirazi’yi
de okumak üzereydim ama ne yazık ki bitiremedim. Efendim
Nüzhet Dede, İringil Nahiye Müdürü iken o zamanın valisi
biraz da hediyeye ve behiyeye meraklı bir insan bir vali,
onun huzuruna çıkarmışlar ve huzuruna çıkınca da şöyle demiş
Nüzhet Dede,
Ben Müdir-i Nahiye-i İringil
İşte çıktım huzuruna dal dingir
yani çırılçıplak, üzerinde herhangi bir hediye falan yok
manasında. Yaratılıştan şairlik yeteneğini önce beşeri
tarzda geliştirmiş,sonra bağlı olduğu tarikatının telkin
ettiği ilahi aşkla birleştiren Nüzhet Dede, belli aşamadan
sonra Tasavvufa ve tasavvufi şiire yönelmiştir. Cumhuriyetin
birinci meclisinde milletvekilliği yapmıştır. Şiirlerinde
nükte ve hiciv büyük bir yer işgal eden manzumelerinde
valilere, mebuslara kaymakamlara, belediye başkanlarına
küfre varacak tarzda ağır dil ve ifadeler kullanarak onları
taşlamıştır, hicvetmiştir. Sevmediği bir kaymakamın
Çemişgezek’e tayin edilmesi dolayısıyla yazdığı şiirin şu
beyti çok manalıdır,
“Ey murg-i kenef yeryüzüne mâye mi geldin
Bed-mâye olan zümreye sermâye mi geldin.”
Tabii bugünkü dille ifade edersek oldukça ağır bir ifade
var.
1890-1909 arasında İmam Efendi’ye bağlanması münasebetiyle
Harput’ta bulunmuştur. İmam Efendi’nin ölümü üzerine
üzüntüsünü şu beyitte görüyoruz.
Karalar giy, mâtem et, bu mâtem-i Bedr-i münir;
Ağla Allah aşkına, hep ağlasın nev’i beşer
Nüzhet Dede’nin şiirleri üzerinde devrin edebi tasavvufi
terbiyesi hissedildiği gibi Harput kültürünün derin izleri
de görülür. Dede kelimesinin kendi isminden önce mi sonra mı
geleceği konusu tereddüt yaratmışsa da kendi şiirine
baktığımızda bunu bir beyitinde şöyle kendisi yazmıştır.
“Nüzhet Dede’nin harfını, esvâtını sorma.
Dil âleminin haşmet ü darâatını sorma”
Derken, ismini lakabını ve mahlasını açıklamış oluyor.
Nüzhet Dede, tasavvufi terimleri ve ıstılahları şiirlerinde
yerli yerinde kullanırken, sarhoş redifli şiirinde bunu
örneklemiştir. Buradaki sarhoş kelimesi, ilahi aşka düşmüş
ilahi şarab içmiş ilahi aşkın derin izleriyle kaynaşmış
olmanın vermiş olduğu bir hareketin sonucunda kullanmış
olduğu terimdir. Ve bu Fuzuli’de de görülür, Nabi’de de
görülür yani tasavvufla meşgul olan şairlerin hemen hemen
hepsinde aynı şeyler vardır.
Hep nârı da, envârı da, esrârı da baygın
Mûsâ’sı da, Dâvûd’u da, İsâ’sı da sarhoş
Yanıp yakılıp durma hararetle şarab iç
Madem ki peygamber ü Mevla’sı da sarhoş
Nüzhet Dede rind yani kalender bir kişiliğe sahiptir ve o
yüzden de zahitleri hiç sevmez.
“Zâhidâ, sanma bizi Kâbe’de zemzem yutarız
Künc-i meyhânede biz nefhâ-yı Meryem yutarız
Bedel olmaz gam u endûhumuza dü âlem
Her nefeste iki âlem bedeli gam yutarız”
Nüzhet Dede’nin edebi kişiliğinde tasavvuf ve siyaset
ikilisi önemli etken olmuştur, şiirleri Divan geleneğine
uygundur, aruz veznini kullanmış klasik nazım şekilleriyle
edebi sanatları şiirlerinde ustalıkla uygulamıştır.
Devletin sosyal kurumlarının iflas eşiğine geldiği dönemde
yaşayan şair, bu sıkıntılarını hicviye türünü kullanarak
şiire dökmüş bir nevi tatmin olmuştur.
Nüzhet Dede, Muhiddini Arabi,Beyazid-i Bestami, Niyazi-i
Mısri,Mevlana, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, Şeyh
Sadi, Yunus, Fuzuli, Şeyh Galip, Nabi, Nef’i gibi şairlerin
tesiri altında kalmıştır. Nüzhet Dede, çok yönlüdür
siyasetçidir, şairdir, filozoftur. Birçok kimse onun
şiirlerindeki derin tasavvufu anlayamadıkları için dinsiz ve
inançsız gibi göstermeye çalışmışlardır. Hâlbuki o
Nakşibendi tarikatına mensup dini bilgileri mükemmel,
nüktedan inançlı ve mütedeyyin bir insandır, tasavvufi ve
İlahi şiirlerde hiciv yapmak zor olmakla beraber, Nüzhet
Dede bunu başarmıştır; çünkü o, tabiatındaki sertlik taşlama
ve hiciv unsurunu şiire kolaylıkla aksettirmiştir, buna şu
beyitleri örnek olarak gösterebiliriz.
“Sönmez mi güneşfırtınâ-yıâh-ıdilimden
Mahbubuma nisbetle o bir kirli fenerdir.
Nüzhet, ederim zübde-yi efkârımı yağma,
İhvan ile en doğru sözüm, Hakk’a firardır.”
Şöyle demek istiyor, gönlümün ahının çıkardığı fırtına o
kadar şiddetli ki Güneşi bile kapattı ve kararttı, bu
sebeple sevgilimin yüzünün ışığına göre güneş kirli bir
fener gibi görünmektedir
Ey Nüzhet, arkadaşlarınla beraber düşüncelerimin özünü yağma
ederim ve en doğru sözüm Allah’a kaçıp sığınmaktır.
Efendim, dikkat ederseniz çok değerli arkadaşımız tarihçi
Şahin Yedek Bey, Nüzhet Dede isimli eserini meydana
getirirken, büyük bir gayret sarf etmiş; hakikaten güzel
araştırma yapmış. Ben de bir akademisyen olarak kendisini bu
yönüyle takdir ediyorum. Eser, mükemmel bir araştırmanın
sonucu olarak ortaya çıkmış. O, hem Çemişgezek’i tanıtmış
hem Çemişgezek’in insanlarını tanıtmayı başarmış. Nüzhet
Dede’nin Çemişgezek’ten neşv ü nüma bulması münasebetiyle,
Çemişgezek’in kültürünü de kitabına aks ettirmiş; ama tabii
Şahin Yedek Bey’den evvel birçok kişi Nüzhet Dede ile ilgili
eserler meydana getirmişler. Bu eserler tabii küçük çapta
olmakla birlikte bazıları çok iyi… Mesela Kaan Gökalp Bey’in
yapmış olduğu yüksek lisans tezi takdire şayan. Bendenizin
de iki tane makalesi var. Fikret Memişoğlu’nun yeni Fırat
Dergisi’nde yayınlanmış olan bir makalesi var, daha sonra
efendim Erhan Saraçoğlu Bey son derece güzel mülakat vermiş.
O mülakatla birlikte bu eser kâmil bir vaziyet arz ediyor.
Erhan Bey’in şu an yaşamış olması, hem Çemişgezek için hem
de bu eserin meydana getirilmesinde çok büyük bir şans
bence. Efendim, şimdi şunu arz edeyim 19. Yüzyıl Harputlu
şairlerinden Rahmi-i Harputi, Hacı Hayri Bey, Çeribaşı-zade
Asım ve Ali Beyler, Sungur-zade Abdulkerim Efendi, Mustafa
Sabri gibi şahsiyetlerle beraber İstanbul’daki şairlerle boy
ölçüşecek bir donanıma, bir hayale sahiptirler. Bu bakımdan
bizler onlarla ne kadar iftihar etsek azdır. Nüzhet Dede de
bu meşhur İstanbul’daki şairlerle boy ölçüşebilecek tarzda
bir bilgiye ve donanıma sahip, o bakımdan kendisine
Allah’tan rahmet diliyorum sizlere de saygılar sunuyorum
Hürmetlerimle..
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Ve aramızda, “Hocaların Hocası…” Çemişgezek Lisesinin İlk
Kurucu Müdürü, Dede Nüzhet Efendi’nin torunu Erhan
Saraçoğlu…Bir ömrünü verdiği eser, “Nüzhet Dede’nin Şiir
Dünyası…”Zengin hafızasıyla tarihi bugünlere taşıyan ak
saçlımız... O dönemin dostluklarını bizlere anlatıyorlar…
Ailelerdeki bağlılıkları…Bu milletteki ahde vefa kültürünü…
Sayın Saraçoğlu; dün ile bugün arasında; tarihi ve edebi bir
köprü… İnşallah kendilerinden bir dönemi anlatan mükemmel
bir eser bekliyoruz… O müjdeyi bizlere Manas Yayıncılık
Koordinatörü Şener Bulut Bey verdiler…Erhan Saraçoğlu’nu;
kendilerini büyük bir zevkle dinleyeceğiz…
ERHAN SARAÇOĞLU
Sayın Kaymakamım, Belediye Başkanım, Sayın Milletvekilim,
Elazığ’dan gelip Çemişgezek’i teşrif eden Elazığ’ın güzide
şairleri, edipleri, fikir adamları, öğretim üyeleri ve
gözümün nuru gönlümün süruru sevgili Çemişgezekliler
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Efendim, dedem hakkında çok sitayişkar konuşmalar ifadeler
oldu, inanırmısınız ben bunları dinlerken bunun üzerine ne
ilave edebilirim ne anlatabilirim diye hissetim ki benim
nutkum tutuldu artık böylece kabul edersiniz beni. Nüzhet
Dede’nin doğum tarihini Naci Bey, 1862 olarak ifade ettiler.
Muhtelif tarihler verilir; 60 61 62 tarihleri… Bir kayıtta
1856’yı bulduk bir kayıtta her neyse hangisi doğru olursa
olsun 80 yıl civarında bir hayatı olmuş. Çok cilveli bir
hayat… Bu hayatı ve bilhassa Nüzhet Dede’nin şiir dünyasını
seyretmek bir başka alem, bir başka zevk, bir başka huzur.
Ben sizlere şimdi şu kısa süre içerisinde bir taraftan da
yağmur tehdidi altında ne anlatacağımı pek bilemiyorum, ama
şöyle onun şiir dünyasına açılan pencerenin perdesini biraz
aralayıp gördüklerimizden bir iki tane gözümüze ilişenlerden
bir iki konuyu ele alalım ifade etmeye çalışayım.
Nüzhet Dede’yi arkadaşlar anlattılar,fazla teferruata lüzum
yok ben bir sanatçıyı, bir edibi, bir mimarı faraza bir
Mimar Sinan’ı anasının babasının adıyla memleketiyle evet
merak ediyoruz ve tanımak isteriz, ama bu pek lüzumlu değil.
Bence bir eserin banisini, binasıyla tanımak lazım. Yani
Süleymaniye, Selimiye camileri olmasaydı Mimar Sinan’ı kim
bilirdi, babasıyla anasıyla mı tanıyacaktık biz, Nüzhet
Dede’yi de eseriyle tanımak lazım.
Nüzhet Dede, Dede Nüzhet ona da temas edeyim Naci Bey
anlattılar bu, bir vezin zaruretinden doğmuştur. Nüzhet Dede
dendiği zamanda Nüzhet bu iki hece de uzun hecedir aruzda,
Dede kısa hecedir yani açık hecedir öbürü kapalı hecedir,
vezne uygun olarak artık bu kesilmiş taşın o noktaya uyacak
şekilde o araya uyacak şekilde kullanılmasıdır. Şayet orda
iki uzun iki kısa hece gerekiyorsa Nüzhet Dede eğer iki kısa
iki uzun hece kullanılacaksa Dede Nüzhet tabirini kullanır,
birçok şiirinde öyle geçer mesela Mustafa Kemal’e yazdığı
methiyede
“Üç yıl oldu Dede Nüzhet yazalı hayrı dua” Orada da Dede
Nüzhet tabirini kullanır kendisi ayrı ayrı kullanmıştır.
Efendim, kendisi Kaymakam İsmail Hakkı Bey’in oğludur ondan
önceki dedesinin dedeleri molla ve hafız olarak anılan
zatlardır, bunların yazmış olduğu el yazması eserler de
vardı. Bunlar yakın tarihe kadar bizdeydi, lisan Arapça
olduğu için pek muhafaza da edemedik, anlayamadık,
değerlendiremedik hülasa. Daha öncekiler saraçlıkla iştigal
ediyorlar, evet onun için bizim aileye de Saraç-zadeler
denmiş, Saraçgil denmiş Saraçoğlu soyadı da soyadı kanunuyla
birlikte alınmıştır.
Nüzhet Dede, çok disiplinli bir baba olan Kaymakam İsmail
Hakkı Bey’in de oğlu olarak tahsilini yapmamıştır
zannetmiyorum, çünkü onun baskısı vardır onun üzerinde ve
burada da medrese vardır, Arapça ve Farsçaya da hâkim olduğu
için mutlaka medrese tahsilinden geçmiş kabul ediyorum, ama
kendisi güçlü zekası ve gene aynı şekilde o ölçüde güce
sahip olan hafızasıyla bir çok bilgiye, bilhassa tasavvufi
konularda gerekli bilgileri elde etmiş şiirlerinde
işlemiştir.
Bir şair diyor ki “Bu yağan yağmur değildir/asuman ağlar
bana” şimdi gökler benim için ağlıyor. Erhan, sıra sana
geldi bak, diyor. Aslında konuşmamın sonunda ben -neyse
gelip geçicidir ihtimal- konuşmamın sonunda Dede Nüzhet’in“İki
Zan Altında Tutulan Nüzhet Dede” isimli bir makale vardır
çeşitli eserlerde de yerini bulmuştur, yağmur yağdırma
kerameti vardır, bu resmi yazışmalara dahi intikal etmiştir.
Elazığ Valiliği ile kaymakamlık arasında ve nihayet kendisi
Vasvuhan Nahiye Müdürü olduğu zaman da resmiyete de bulunmuş
bir şeydir, aynı zamanda Sadık Perinçek isimli bir zat Doğu
Perinçek’in babası olur. O uzun müddet Adalet Partisinden
milletvekilliği ve Merkez Yönetim Kurulu üyesiydi, onun
yazmış olduğu “Folklor Defteri” isimli eserde Dede Nüzhet’in
bu kerametini ifade eder.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Sayın Kaymakamım, çok kıymetli sanat ve edebiyat dostları.
Tağar Çayı’nın kıyısında çok nezih bir ortamda, Erhan
Saraçoğlu Beyefendi’nin konuşmalarını dinliyorduk, ancak
birden bire bastıran sağanak yağmur müsaade etmedi.
Çemişgezek Öğretmenevi’nin salonunda toplantımıza kaldığımız
yerden devam edeceğiz ve sözü tekrar Erhan Saraçoğlu’na
veriyorum.
ERHAN SARAÇOĞLU
Yeniden mukaddimeye lüzum görmüyorum saygılarımı arz
etmiştim o saygılar halen devam ediyor ve edecektir de.
Şimdi kaldığımız yerden devam edersek, Dede Nüzhet’in
Saraç-zade diye anılan bir ailenin mensubu olduğundan
bahsetmiştik. Dede Nüzhet, nasıl yetişmiş tahsil durumu
hakkında geniş bilgimiz yok, yalnız burada medrese var
zannediyorum babası Kaymakam İsmail Hakkı Bey, çok otoriter
bir sima… E oğlunu herhalde aylak aylak gezdirmemiştir,
mutlaka medrese tahsili görmüştür. Zira Arapça ve Farsçaya
vakıf bu Arap ve Fars âlimlerini şairlerini kendi
eserlerinden- tercüme yok o zaman- okuyor inceliyor ve kendi
bilgi dağarcığına katıyor; bunu da şiirler halinde sunuyor
arz ediyor. Yalnız Çemişgezek’te benim yaptığım incelemelere
göre Mustafa Sabri isminde bir zat var. Bu zat aslen
Kastamonulu… İmam Efendi Hazretleri şeyhi Mahmud-ıSamini
Hazretleriyle beraber iken taburu Diyarbakır’dan
Çemişgezek’e nakleder. Onu orada oyalar birkaç gün çünkü ona
artık malum olmuştur. Mahmud-ı Samini Hazretlerine tabur
Çemişgezek’e geçecek onun için orda bir hayli bekletmiş,
bilahare gitmesine izin vermiştir. Zaten izin vermeden evvel
de Diyarbakır’dan telgraf gelmiş, Diyarbakır’a dönmenize
gerek yoktur, taburunuz hemen bugünlerde Çemişgezek’e
intikal edecektir siz de Palu’dan Çemişgezek’e geçersiniz.
Biz ailenizi, aile efradınızı ve eşyalarınızı getiriyoruz
telgrafı gelmiştir, orada Mahmud-iSamini Hazretleri’nin İmam
Efendi’ye tavsiyesi vardır, tavsiyesi içerisinde Çemişgezek
halkını kültürünü ona anlatır halkının cömertliğini,
cengâverliğini, kahramanlığını anlatır yalnız biraz hayın ve
hasutluğundan da bahseder. O tavsiyelerinde burada Mustafa
Sabri isminde Çemişgezek’te bir zat vardır, onunla istişare
edersiniz onunla bir ünsiyet tesis edersiniz ve beraber
olursunuz kıymetli bir zattır demiştir. Mahmud-i Samini
Hazretleri demek ki onu daha evvelden tanıyor. Dede’nin
üzerinde büyük etkisi olan bilhassa edebiyat konusunda öyle
görüyorum öyle anlıyorum yaptığım incelemelerden. Bu Mustafa
Sabri Efendi’nin büyük etkisi var ama bu arada Arapçaya ve
Farsçaya da vakıf olduğu için kendi el yazması eserler var.
O zaman gayet tabii biz de matbuattan bu kadar eserler
neşredilmiyor bu eserlerden başta İbni Arabi olmak üzere
Efendim, Beyazid-i Bestami’nin, Abdulkadir Geylani’nin,
Niyazi-i Mısri’nin, Ferüdüddin-i Attar’ın ve buna mümasil
birçok mutassavvıfın eserlerinden yararlanmış ve bunları
aslından okumuştur. Hatta şiirinde de ilk memuriyetine
manzum bir cevapla girer sorulara manzum olarak cevap verir
orada ifade eder bazı şeyleri
“Okudum tuhfe i Vehbi ile pendi tamam ettim gülistanı
nidem ah nidem ah ki Hafız bitmedi nısf oldu eyvah!”, buna
da acır Şirazlı Hafız’ı yarım okumuş daha onun meşhur
divanını hani Yahya Kemal’in de rintlerin temsilcisi olarak
gördüğü “Hafız’ın Kabri Olan Bahçede Bir Gül Varmış”,diye
başlayan şiirinde ifade ettiği rind meşrep şair Şirazlı
Hafız’dır. Şeyh Sadi Şirazi ise işte onlar Mevlana’nın
muasırı oluyorlar, onunla da görüşmeleri vardır. Gülistan ve
Bostan isimli çok meşhur eserleri vardır. Bunu da okumuş bu
eserleri okumuş ama Hafız’ın Divanı daha yarım kalmış o
gençlik günlerinde ilk memuriyet imtihanlarında manzum
olarak sorulara bu cevabı verir
Şair olarak bilhassa Fuzuli’den ve Yunus’tan yararlanmıştır,
zaten sohbetlerinde de söylermiş, ben Türk edebiyatında iki
şair tanırım birisi Yunus Emre diğeri Fuzuli’dir bunun
dışında pek de şair sayabileceğim bir başkası yoktur.
Evet, bunları elde etmede bu bilgileri bu kültürü bu
edebiyat kültürünü etmeye ve bunu da kuvveden fiile
çıkarabilmede muhakkak ki zekâsının ve çok güçlü olan
hafızasının rolü büyük okuduğunu hemen zihnine nakşediyor ve
bunları da şiirlerinde rahat rahat terennüm edebiliyor. Onun
zekâsını çeşitli kişiler dile getirmişlerdir. Mesela Mustafa
Kemal hicviye bölümünde okuyacağım ittihatçılara yazmış
olduğu hicviyeyi okuturken artık doğrudan doğruya şiiri orda
okuyayım da hikâyesini burada bu bölümde anlatayım. Mustafa
Kemal’i mecliste olduğu bir sırada birkaç milletvekili
arkadaşı ile birlikte ziyarete giderler, orada sohbet edilir
falan arkadaşlarından birisi ittihatçılar için yazdığı bu
şiiri önceden bildiğinden Mustafa Kemal’in bundan haberi
yok, Mustafa Kemal’e Paşam Dede Bey’in böyle bir şiiri var
bu mealde mevzu, çünkü İttihatçılardan açılmıştır.
İttihatçılarlarla ilgili bir şiiri var, onları hicveden bir
şiiri var emir buyurursanız okusun da dinleyelim, der. O da
oku Dede Bey der, onun hitabı devamlı Dede Bey şeklindedir.
Herkes Dede Bey diye hitap eder de bir tek İmam Efendi
Hazretleri, Nüzhet Efendi şeklinde ifade eder. Bu tabiri
kullanır. Efendim, Mustafa Kemal oku dinleyelim Dede Bey
der, e Dede nasıl okusun zamanında Mustafa Kemal de bu
grubun içersinde ama Dede pervasız bir insan hayatta hiçbir
şeyden korktuğu çekindiği yok. Öyle mevzular olmuştur ki
belli bir toplumda onlara muhalif ve onları gazaba getirecek
fikirler ortaya atmıştır. Linç edecekleri yerde dur
dinleyelim zaten bu adam öldü demişlerdir kurtaramaz zaten
canını burada, ama dinleyelim neden böyle söyledi bunu izah
etmek istemiyorum. Biraz siyasi ve dini yönleri olan bir
mevzu olduğu için dile getirmek istemiyorum ve dinlerler…
Öyle bir savunma yapar ki töreni idare eden şahıs yahu bu
adam doğru söylüyor demek mecburiyetinde kalır ve orda
kurtarır canını. Pervasız bir insan fakat nasıl desin ki
Paşa’m sen de buna dahilsin, çünkü Mustafa Kemal de
zamanında İttihatçılara dahil onun yüzüne bu hicviyeyi nasıl
okusun, onu nasıl hicvetsin, yalnız olsalar hadi neyse,
fakat diğerleri var onların yanında nasıl böyle bir duruma
düşürsün. “Paşa’m her ne kadar böyle bir şiirim varsa da şu
an yanımda değil, eğer izin verirseniz bir başka zaman
okuyayım size”, der. “Dede Bey, ben senin zekânı bilirim sen
bir şiiri yazarken ezberleyecek bir zekânın ve hafızanın
sahibisin, ama bana öyle geliyor ki okumak
istemiyorsun.”“Evet Paşam”. E,neden çekiniyo korkuyorsun,,
kimden çekiniyorsun?“E kimden çekineceğim canım
zatıalinizden çekiniyorum.” O bilhassa mecliste düşmanı
hicveden ve zaten o şiirin başında da Sakarya Harbi içinde
mebuslara teselli vermek ve kuvve-i maneviyeyi düzeltmek
için yazılan beyit şiir yani der ve o küfürlü şiiri düşmanı
hicveden şiiri başbakanlarını krallarını hicveden şiiri kara
tahtaya yazmıştır ve Mustafa kemal Kayseri’ye nakledilmek
üzere olan bu şiir üzerine meclisin sakinleştiğini, çünkü
teselli bulduklarını bir moral gücü kazandıklarını bilir
kendisi kürsüye çıkar ve durumu çok duygulu bir biçimde
ifade eder ve meclis hüngür hüngür ağlar. Mustafa Kemal’in
bu konuşmasında ve bir noktada der ki eğer bu işi bu gaileyi
bu milletin başına ben açtımsa, sonuna kadar da ben
götüreceğim bütün Türk yurdu işgal edilse bir ayağını
kaldırır şu ayağımı kaldırdığım yer de işgal edilse diğer
ayağımı bastığım yer ancak benim mezarım olacaktır.
İsteyenler evlerine dönebilirler, Dede Bey gibi benimle
birlikte mücadeleyi devam ettirecekler varsa onlarla
yürüteceğim ben bu işi, onlar da arzu ederlerse istedikleri
zaman ayrılabilme serbestiyetindedirler diye. Ama meclis
hüngür hüngür ağlamıştır, ağlamaktadır milletvekilleri
meclisin Kayseri’ye nakli mevzusu da kapanmıştır. O bakımdan
Mustafa Kemal, onu çok sever ve “Dede Bey şunu iyi bilesin
ki doğrudan doğruya şahsımı bile hicivlerinde hedef almış
olsan benden sana hiçbir zaman için zarar gelmeyecektir.” O
bakımdan zaten sevdiği için “Dede Bey meclisin gülüdür”, der
ve her zaman her geçişinde sırasına artık onu belki de bir
uğur saymış Mustafa Kemal sakalını okşamadan geçmezmiş.
Şimdi hülasa Mustafa Kemal, zekâsını takdir eder ve bunun
yanında çok takdir edenler vardır, ölümünü haber alan o
zamanki Akliye Hastanesi’nin başhekimi ismini hatırlayamadım
amcamla Elazığ’da karşılaşırlar da Dede’yi sorar, o da
vefatını haber verir sizlere ömür Dede Bey’i kaybettik der.
Adamcağız çok teessüre kapılır ve “Dede Bey öldü
demeyin”,“Dede bey öldü demeyin, deyin ki yeryüzünden zekayı
aldı götürdü.” Daha bir çok kişi takdir eder İshak
Sunguroğlu da Harput Yolları adlı eserinin üçüncü cildinde
Dede’den geniş bahseder şiirlerinden de oraya koymuştur. O
da aynı şekilde Nüzhet Dede’nin rengini sakalının
kızıllığını falan beni esmer kavminden geldiğini
zannederdiniz, fakat yüzüne gözlerine baktığınızda bayağı
onun gözlerinden zekânın fışkırdığını hissederdiniz. Bilgi
yolunda da bir derya idi hangi taşı kaldırsanız onun
altından size hazineler sunabilirdi şeklinde ve hocamız
Abdulhamit Hazmi Efendi’nin Dede hakkında bize bıraktığı bir
dörtlük vardır, der İshak Sunguroğlu. Dörtlük de şudur.
“Veçhi mutadı üzere tekellüm etmede
Cümleye faik olur Nüzhet Dede
Dürr ü lalin açsa bir kerre
Mest eder o samiyi birden bire”
Mealen kusurumu af edin, bağışlayın bazen izah
mecburiyetinde kalıyorum talebelerim de var başta İzzet
olmak üzere efendim, talebelerimin de en küçüğü 55 en büyüğü
80 oldu. Onlara anlatmak için izah edeceğim sizleri tenzih
ederim mealen şöyledir, alışkanlık halinde cümlesine
üstünlüğünü kabul ettirir ve herkes onu dinler. Ağzından
yağan inci yağmurları bir saçıldı mı dinleyicileri birden
bire kendinden geçirir mest eder sarhoş eder, huşu içersinde
dinlemeye başlarlar şeklinde ifade etmiştir. Yani zekâsının
takdiri budur.
Dede, şandan ve şöhretten kaçan bir insandır. Bana öyle
geldi ki bu yağmur yağdığı zamanda herkes rahat rahat
konuştu, sakin bir hava içersinde ama ben başladığım zamanda
torunu olarak bana öyle geliyor ki dedi ki Erhan, benim
şandan ve şöhretten tanıtılmamdan methedilmemden
anlatılmamdan hoşlanmadığımı belki onlar bilmiyorlar; ama
sen de mi bilmiyordun. Başladın bana şöhret temin etmeye
beni anlatmaya beni tanıtmaya onun için müsaade etmedi, ama
biz yine direniyoruz tanıtacağız buraya getirdik, bana öyle
geliyorki uhrevi âlemde artık onun göçüp gittiği o âlemde
şan ve şöhretin hiçbir önemi yoktur. Çünkü madde yoktur ki
şan ve şöhret peşinde koşsun. Bu âlemdedir o şan ve şöhret
peşinden koşuş. Evet, o şan ve şöhretten kaçış anlayışını
aynı devir milletvekillerinden olan Besim Atalay’a da
yazmıştır. Besim Atalay, şairlik taslayan fakat aslında
şiire ve şairliğe istidadı olmayan bir zattır. Profesördür.
Efendim, oradan buradan derlemeler yapar, o şiirden bu
şiirden mısralar karıştırır, kendi şiirine benim şiirim diye
piyasaya sürer onun için onun tavsiyesi vardır.
Besim AtalayBey, mirashor olma.
Kendi kazancına kanâ’at eyle.
Müteşâ’ir olup herkesi soyma,
Sen sana kerem kıl, hidâyet eyle.
Şeş cihetten sensin, seyreden seni.
Sen sana perdesin, çâk et bu teni.
Koltukla kelleyi, beyaz kefeni.
Kendini cihana melâmet eyle.
Menzil-i esrârın yıkma burcunu.
Herkese açılma, silkip hurcunu.
Sağken ver canını, def et borcunu.
Ölmeden, doğmadan berâ’et eyle.
Tasavvufta ölmeden evvel ölmek vardır bu âlemde. Hayattayken
ölmek tamamen yokluğa ermek fani olmak fenafillah makamını
idrak etmek şeklinde düşünülür.
Bırak bu âlemde şöhret ü şânı.
Hakikat ehlinin olmaz nişânı.
Göster bana kimdir Rabbü’lme’âni ?
Mantıku’t-tayr ile işâret eyle.
Kuş dili manasına gelen bu kelime Feridüddin-i Attar’ın da
eserinin ismidir. Evet şan ve şöhretten kaçışı budur.
Dede, genç yaşta tasavvufa merak sarar. İmam Efendi
Hazretleriyle daha henüz görüşmemiştir tanışmamıştır; ama
tasavvufa yönelmiştir. Hocalarının tesiriyle belki medresede
bulunan hocalarının tesiriyle. Daha sonra İmam Efendi’yle
onun evvelinde onun vasıtasıyla Mahmud-ı Samini Hazretlerine
ki şeyhi olur her ikisinin birden şeyhidir Mahmud-ı Samini
Hazretleri her ikisinin birden şeyhidir. Ez cümle şunu da
ifade edeyim ki Samini sekizinci demektir. Medeniyet
tekemmül ettikçe Kuran’ın daha daha mana verebilme
insanların mana verebilme gücü artıyor. Bu yeni yeni mana
verebilmek işi müceddidlere düşüyor. Bu müceddidler arasında
Samini Hazretleri sekizinci müceddiddir. Bunu da ez cümle
olarak şeyhi olan Mahmud-ı Samini Hazretlerini tanıtma
bakımından ifade etmek istedim.
Efendim şiirlerini neşr etmek istememiş gayet tabii demin
arz ettiğim gibi şandan ve şöhretten kaçış asıl en önemli
sebeptir bu; ama şiirlerini anlayan kişi de yok ben de
anlayamıyorum. Bir ömür boyu içerisinde onunla yattım onunla
kalktım onunla haşır neşir oldum, fakat inanın yazıyorum
çiziyorum çok yazdım ama gerçek bu mu çünkü mana alemine
müteallik konular bunlar. Maddeyle ifade edilmiyor, dille
ifade edilmiyor hal kalle ifade edilmez tabiri vardır, bizde
önemli bir sözdür o hali yaşayan bilir ancak onu ne yaşayan
anlatabilir dile dökebilir yaşadığını ne de hele onun
dışındaki bir başkası ifade edebilir. O hal sadece yaşanır.
Bu anlaşılmaz oluşu bakımından onun içinde zaten bir şiiri
şöyle başlar. Kendisi de ifade etmiş anlaşılmazlığını.
Mağz-i nazmım anlaşılmaz halka bir eğlencedir.
Mânevî her bir kelâmım, câhile işkencedir.
Âteş-i deryâ-yı gaflet boğmak ister âlemi;
Her kelâmım, âlemi tahlis için bir kancedir.
Mealen arz etmek istiyorum. Benim nazmımın manası
anlaşılmaz, halk okur sadece keyif çıkarır eğlenir, ama
manevi her bir kelamım cahile işkencedir anlamak isteyen
anlamak için kendisini zorlar ve işkence çeker. Bu anlamak
isteyip de anlamayan cahil kitlesinin bir numarasında ben
kayıtlıyım. 65 senedir bununla haşır neşir oldum cehaletimin
derecesini ona göre düşünün ki daha çözümleyemedim
anlayamadım anlatamadım. Bu anlaşılmaz oluşunun yanında bir
de yanlış manalandırma var. Şimdi tasavvufu bilmeyen insan
oradaki ifadeleri manayı bir başka yorumlar bizim tarihimiz
boyunca medrese ile tekke arasında büyük mücadeleler olmuş
ve bunun akabinde çok mutasavvıflar katledilmiştir. Hallacı
Mansur bunlardan bir tanesidir. Beyazıd-ıBestami hakeza
Nesimi hakeza efendim Muhiddin-i Arabi Şam’da katledildi bu
yüzden. Yani tasavvuf ehli ham softa, kendini Cenabı Hakk’ın
dışında bir başka varlık olarak telakki eden öyle gören öyle
düşünüp öyle manalandıran softa zümresi ki Cenabı Hak
dışında hiçbir başka varlık yoktur. Tasavvufa göre bu bir
şirktir. Ben varım demek tasavvufta yoktur, tasavvuf bir
felsefe de değildir. Zaman zaman anlatılıyor tasavvuf
felsefesi ifadesi kullanılıyor; tasavvuf felsefe değildir.
Felsefe ispata muhtaç bir takım fikirler vardır, teoriler
vardır, görüşler vardır, tezler vardır. Bunlar konur bunlar
ispat edildiği yerde ilim halini alır ama zaten Kuran ilmi
veya Allah’ın ilmi ilahi dediğimiz o ilmi ispata gerek
bırakmaz, onun neyini ispat edeceksin Allah doğru mu söyledi
eğri mi söyledi. Haşa, bunu mu düşüneceksin. Onun için
tasavvuf felsefe değildir. Zaten tasavvuf neden felsefe
değildir, çünkü ilhamın kaynağı ayet ve hadislerdir.
Bunların da acabası olmaz doğru muydu, eğri miydi, yanlış
mıydı bunu mütalaa edemezsin; bu ispatlanmıştır ve ilmidir.
İlmi ilahidir, Allah’ı ifadelerinde buyurduklarında ne
noksan vardır ne fazla vardır şurayı da noksan bıraktım,
demez. Nasıl kendisi ezeli ve ebediyse ilmi ilahi de ezeli
ve ebedidir. Onunla birlikte vardır onun için bunun
felsefeyle alakası yoktur ama ayet ve hadislere müstenit
olmayan gücünü bunlardan almayan kaynağı ayet ve hadis
olmayan bir takım tasavvufi ifadeler, tasavvufi değildir ve
bunu böyle mütalaa etmek lazımdır. Yanlış anlaşılacaktır
neden yanlış anlaşılacaktır çünkü Cenabı Hakk’ın dışında bir
başka varlık yok zaten hadisi şerifte buyuruyor ki o vardı
onunla birlikte olan bir başka şey yoktu. Bunu duyan Hz. Ali
“halen de öyledir, der. Ve biz “halen de öyledir”, deriz
onun dışında bir başka varlık olabilir mi? Ben kendimi
kendim mi yarattım, ben kendi varlığımı ben mi elde ettim
Canabı Hakk’ın ilmi ilahisinde ayanı sabitede bunların hepsi
mevcuttur yeri ve zamanı geldiğinde zuhur eder.
Evet, şimdi Dede’nin şiirini okuyan kişi onu kâfirlikle
itham eder
“Varsın, seni tevhidile isbâte ne hâcet
Varlık ki senin, türlü ibâdâte ne hâcet”
“Sen varsın, seni tevhitle ispat gerekir mi? Kim sana yoksun
diyor zaten senin dışında dünyada varlık mı var? O ki varlık
senin, senin dışında bir başka varlık yoksa ben sana
ibadetle kendi varlığımı ortaya koymuyor muyum? Sen varsın
ben de sana ibadet ediyorum.”, şeklinde; ama bu gayet tabii
benim seviyemde olan bir insan için ibadetten kaçmak
değildir. Ben kaçamam onunla vahdete ermiş kişi içindir; ama
bunu buraya bağlamayan insan bunu kâfirlikle itham eder ve
katli de vaciptir ona göre softa tarafından yahut bir başka
şiirinde,
Her varlığı var eyleyen, AllahMuhammed,bir de ben.
Her nârı gülzar eyleyen, Allah,Muhammed,bir de ben.
Her zerre de pervazeden, gah kış edip, gah yaz eden,
Âşıkları dem-saz eden, Allah, Muhammed, bir de ben.
En son dörtlüğünde bu şiir hecelidir. Üç beş tene vardır
Dede’nin heceli şiirleri diğerleri aruz vezniyle oluyor
divan tarzında haliyle
Nüzhet, zuhûrumla zuhur, etti bütün bu nâr ü nur.
Her yerde ber mest-i gurur, Allah, Muhammed, bir de ben.
Bu ne demek her varlığı var eyleyen Allah muhakkak ki her
varlığı var eyleyen Cenabı Hakka sebepleri var o varlığın
var oluşundaki sebepler var “lavlaki” hadisinde ifadesini
bulduğu gibi Cenabı Hak alemi ervahta yarattığı ruhlara
hitaben “elestübirabbiküm”, ben sizin rabbiniz değil miyim?
Sualini tevcih eder ilk cevap veren, beliğ evet diyen onun
için de ona söz demektir. Kalübela “evet” dedi, O dedi
onunun için Cenabı Hak ona sen olmasan bu âlemi halk
etmezdim. Şu halde bu varlığın halk edilişi gayet tabii
Cenabı Hak tarafından halk edildi; ama halk edilişine sebep,
Hz. Muhammet’in bu “evet” deyişidir. Sen olmasan bu âlemleri
halk etmezdim o zaman bu âlem olmazdı, her varlık olmazdı.
Her varlığı var eyleyen Allah, Muhammet’ e ben ne oluyorum.
Cenabı Hak buyurmuyor mu? Ben bütün bu âlemi kün emriyle
halk ettiğim bu âlemi insanlar ve cinler yani şuurlu ervah
şuurlu ruhlar beni tanısınlar bilsinler ve bana ibadet
etsinler diye halk ettim. Şu halde beni niçin halk etti bu
halk ediliş de benim rolüm. Ben olmasaydım niye halk
edecekti ki… Yani kâinat olmayacaktı, varlık olmayacaktı; şu
halde bunlarda sebep benim, benim de rolüm var diğer son
dörtlüğü ele alalım.
“Nüzhet, zuhûrumla zuhur, etti bütün bu nâr ü nur.
Nüzhet sen zuhur ettin ortaya çıktın ortaya çıkmasaydın,
bunların ve nurun ne manası olurdu? Yani cennet ve cehennem
niye yaratılacaktı ki o cennet ve cehennem senin için
yaratıldı. Cenabı Hak yalnız idrak sahibi olan akıl sahibi
olan yarattıklarına cennet ve cehennemi tahsis ediyor. Aklı
olmayan insan da olsa şeklen onları cehennem azabına
sokmuyor. Vermedi akıl, vermedi idrak, vermedi muhakeme,
vermedi muhayyile… Evet , sen zuhur ettin de cennet ve
cehennem senin için hazırlandı zuhur etti.
“Her yerde ber mest-i gurur, Allah, Muhammed, bir de ben.
Her yerde a benim için ben sebep oldum yaratıldı diye bu
gururu taşıyan ve bununla da gurur sarhoşluğuna giren ben
yarattım diyen Cenabı Hak bunu taşır onun yüzü suyu
hürmetine yaratıldığı için Peygamber Efendimiz taşır ve ben
bileyim tanıyayım ona ibadet edeyim diye bütün kainatı halk
etti. Onun için bu gururu ben de yaşıyorum. Der ama bunu
duyan softa katline cevaz verir onun için Dede Hallac’ı
Mansur’un “Enel Hak” ifadesini defalarca ben Hakk’ım dediği
yerde ben zaten ondan ayrı değilim, ondayım ona ulaşmışım
ona vasıl olmuşum, benden başka da Ben Allah’ım Allahtan
başka varlık yok. Zaten onunun varlığını ispat eder hatta
tövbe et ki seni af edelim diyenlere ben söylemedim ki
söyleyen af dilesin, der Hallac’ı Mansur; ama Dede bunu
kendisine de yorar
Aşkın şeraresi bu cana düştü
Pertev-I cemâlim cihane düştü.
Gizli yanratbu yabis ne kimvar
Aşkın etrafına pervane düştü.
Vaiz bana söyler zühd ü veraden
Benimçün bu sözler efsane düştü.
Ne gördü buMecnun Leyla yüzünden
Terki came edip yabane düştü.
Abdallar şehrinde melâmet oldum,
Çünkü meylimVeysel Karenedüştü.
Zahidlere verdim mescid ü deyri,
Bana şimden gerü meyhane düştü.
(Enelhak)sırrınıbenden duyanlar,
Berdar olup ahir kurbana düştü.
Nakşiyim ben ,Kadri,Bektaşi oldum,
Mevleviyim demim devrane düştü.
Bir gizli hanede pünhanidim ben,
Şimdi her dilbana birhane düştü.
Âdem’le cennette harâm-I aşkı
Ölçer iken bana bir dâne düştü.
Silindi sehâb-ı baht-I siyâhım
Nüzhet bir acâib seyrâne düştü.
Yüzüncü sensin doksan dokuzun
Zikredince kellem Meydâne düştü
İşte Cenabı Hakkâinata kendi Allah sıfatıyla tecelli
etmemiştir, o vasıfla tecelli etmemiştir. Kâinat, isim ve
sıfatlarının tecellisidir; ama 99 güzel isminin ötesinde
Allah isimi celili vardır. Ben bunu zikredip bunu anladığım
yerde işte ben o zaman ne olduğumu anladım, kellem o zaman
meydane düştü şeklinde ifade eder.
İşte şiirlerine yanlış mana verileceği hususunu da böylece
anlatmış olalım. Evet şandan şöhretten uzak düşüşü onu
arkadaşlarımız da ifade ettiler. Celal Nuri Bey’in ifadesi
İleri dergisini çıkarıyor orada bunu anlatmış.Mecliste bir
büyük şair vardır ki İsmi Nüzhet Bey Dede’dir. Gayet tabii
mecliste çok şair var Akif de aynı mecliste diğerleri de.
Ama onu büyük şair olarak tavsif eder. Neden Dede’nin
yazdığı şiirler tasavvufidir. Tasavvufi şiir yazmak
büyüklüktür. Necip Fazıl’ın da bir yerde şöyle bir ifadesi
vardır:“size kalsın cüce şairlik şimdi benim gözüm büyük
sanatkârlıkta”, diye mealen söyledim. Onun için Celal Nuri
İleri de mecliste büyük bir şair vardır ki ismi Nüzhet Bey
Dede’dir kendisi şöhret ve şan düşmanı olduğundan eserleri
matbu değildir. Bu makalemle kendisine şöhret temin
edeceğimden gazabına uğrayacağım endişesindeyim, şeklinde
ifade etmiştir onu.
Şimdi, Dede tasavvufi şiirler yazmış hakikaten benim
nazarımda belki de Dede’m olduğu için bana daha çok tatlı
geliyor bal tadında geliyor. Tasavvufi şiirleri fakat bir de
zehir tadında hicviyeleri var zaten işin enteresan tarafı
bir tasavvuf şairi olarak biz daha bilmiyoruz daha
edebiyatımızda ikincisini hem tasavvuf şairi olacak
tasavvufi konuları işleyecek hem de hicviye yazacak
küfürname yazacak böyle bir şeye pek rastladığımız yok;
belki var ben bilmiyorum. Ben bu haliyle Nüzhet Dede’yi bal
arısına benzetiyorum bunu da yeni düşündüm bu bir iki gün
içinde. Bal arısı aynı vücutta bir tarafından bal ifraz eder
diğer tarafından zehir… Nüzhet Dede, bal ile zehri kendi
bünyesinde toplamış bir şahsiyet yani bal tadında tasavvufi
şiirler zehir tadında acısında hicviyeler bir iki
hicviyesine de temas edelim. İttihatçılara yazmış olduğu
şiiri bilahare okurum demiştim onu okuyayım, ittihatçılar
bizim daha önce yanlış yolsuzlukları var falan ama asıl
büyük suçları bizi birinci dünya harbine sokmaları ve mağlup
olarak o savaştan çıkışımız. Onun için memleket genelinde
bir nefret uyandırmıştır. İttihatçılar ve zaten suçludurlar.
Bu bakımdan da Talat, Enver ve Cemal paşalar yurt dışına
kaçtılar. Talat Paşa Berlin’de bir Ermeni militan tarafından
Cemal Paşa Tiflis’te yine bir Ermeni militan tarafından
şehit edildi, Enver Paşa da Türkistan’da Ruslara karşı
Türkistan halkını ayaklandırdı ve onlarla mücadele esnasında
anlına isabet eden bir kurşunla şehit düştü. Ruslarla
çatışırken ama tabii onların bıraktıkları bir yıkık devlet
var, bundan dolayı nefret duyuluyor. Aslında büyük
vatanperverler bunlar yalnız sistem yanlış, gidiş yanlış
neticesi berbat oldu. Onun için Dede, onların hakkında
hicviye yazmıştır her bendi altışar mısradan terekküm etmiş
9 bent halindedir bu. Her bendin sonundaki mısra nakarattır.
Şikest olsun kalemler, hep kırılsın böyle parmaklar.
Niçin teşhir edip yazmaz nedir bunca fırıldaklar
Sataşmış canına halkın, bu dernekler, bu oymaklar.
Kenef etrafına sanki dizilmiş tâze bardaklar.
Bu mülkün sâhibi kimdir, düşünmez mi bu ahmaklar?
Çekil artık, yeter, ey kahpeler, kancıklar, alçaklar.
Bu hürriyyet midir, yâ kat’i zürriyyet midir bilmem?
Bu mülk ü milleti mahvetmeye niyyet midir bilmem?
Bu bir boktan mürekkep,yoksa cem’iyyet midir bilmem?
Bu nazmımla ölürsem canıma minnet midir bilmem?
Çalınsın başına Nemrûd-veş ateşli tokmaklar.
Çekil artık, yeter, ey kahpeler, kancıklar, alçaklar.
Bir başka bendinde.
Bırak Yârab bu zâlimler, deniler târ ü mâr olsun.
Dağılsın ebr-i zulmet, şems-i tevhîd âşikâr olsun.
Gebersin bu köpekler, yerleri dûzahta nâr olsun.
Bu nazmım ehl-i hâle âcizâne yâdigâr olsun.
Gider şimden geri durmaz bu çaylaklar, bu laklaklar.
Çekil artık, yeter, ey kahpeler, kancıklar alçaklar.
Diye bunu Mustafa Kemal’in huzunda okuduğu, Mustafa Kemal
zile basar yaver girer:
Mustafa Kemal’,“Dede Bey lütfen baştan alın oğlum lütfen sen
de Dede Bey’in okuduklarını yaz.” Dede Bey, “Okumuyorum
Paşam”Mustafa Kemal; “Neden? Dede Bey;“nedeni var mı, demin
siz dediniz ki benden size hiçbir zaman zarar gelmez şimdi
zapta geçiyorsunuz ne diye okuyayım hayır!”,der. Mustafa
Kemal;“Dede Bey çok hoşuma gitti istiyorum ki bir nüshası da
bende olsun.”
Edebiyat çevrelerinde rindiye diye tabir edilen ve “Sarhoş
Kasidesi” şiiri olarak bilinen bu şiiri Mustafa kemal, hep
cebinde taşırmış çok severmiş.
Mesela son zamanlarda bir ara İsmet paşa’ya da başbakanlık
yaptı cumhurbaşkanlığı döneminde bu meclisin kara tahtasına
yazdığı bir hicviyedir. Hocalara yazdığı hicviye vardır
böyle ham hocaları hurafe ehlini baştan itibaren sevmeyen
bir kişidir, İmam Efendi onu Mahmud-ı Samini Hazretlerine
götürdüğü zaman da aynı ifadeyi kullanır. Nüzhet Efendi ben
biliyorum sen hacıdan hocadan hazzetmezsin kendisi tasavvuf
ehli kendisi de aynı istikamette, fakat onlardan hoşlanmıyor
çünkü hurafeler boş laflar, safsata mevcut ama seni öyle
birine götüreceğim ki seveceksin diye Mahmud-ı Samini
Hazretlerine götürür. İmam Efendi, bak gelmiyorum demeyesin,
yol masrafların da bana ait diye de bağlıyor, mecbur ediyor
götürmeye görünce ben diyor aşık oldum o zata gözleri
çapaklı, mendille siliyor falan sigara içiyor. Dede de
içerdi günde yirmiden aşağı olmayan da kahvesi vardı, ben
hatırlıyorum dolu fincan verdin mi boşu alınırdı. Mustafa
Kemal’in de tiryakiliği var onunki de on beşten aşağı değil…
Nüzhet Dede, bizi Çay kenarından buraya gönderdi. Yağmurdan
kaçtık isterseniz Nüzhet Dede’nin şiir dünyasına burada bir
nokta koyalım. Vakit epeyce ilerledi beni sabırla
dinlediğiniz için tekrar teşekkür ediyorum. Hepinize hayırlı
akşamlar diliyorum.
R. MİTHAT YILMAZ
Efendim bugün Nüzhet Dede’yi konuştuk, Allah rahmet eylesin.
Ben iki Dedemi de görmedim, göremedim. Bir Dedem
seferberliğe gitmiş dönmemiş,bir Dedem de ben daha dünyaya
gelmeden dünyasını değişmiş. İki Ninemi de gördüm. Ancak
ikisinden biri için değil de genel anlamda Nineler için
yazdığım bir şiirimi okuyacağım size.
NİNELER BİR YOKMUŞ
Nineler masala benzer
Bir varmış bir yokmuş
Anka kuşu, peri kızı sözünde
İçirir bengisudan
Aşırır Kafdağı’nı
Kolay eder zoru.
Nineler türküye benzer
Gözü yolda, kulağı seste
Bir Yemen olur –yıkılası–
Bir seferberlik.
Söyleyen âh çeker
Dinleyen of! //
Nineler duaya benzer
Üzerimizdedir elleri beş vakit
Esirger bizi kem gözlerden
Ismarlar nur yüzlü yarınlara
Su gibi aziz kılar cümleyi.
Nineler ölüme benzer
En güzel ölüme benzer nineler
–Ve en çok çocuklar ağlar ölüme –
Alıp götürürler bir soğuk günde
Üşür odaların üst köşesi.
Nineler masala benzer
Dönülmez yola benzer
Bir varmış bir yokmuş…
Dr. AHMET TEVFİK OZAN
Sağ olsun… Erhan Saraçoğlu Ağabey… Tasavvufu çok geniş ve
çok güzel, nazik ve nazenin kelimelerle anlattı. Benim o
kadar kabiliyetim yok… Ben sizlere, kestirmeden anlatacağım…
Şöyle ki… Şimdi bir salonda oturuyoruz, tasavvufun özünü
anlatmak üzere bir fikir mütalaasında bulunalım… Sene kaç?
2019…. Şimdi, farz-ı muhal… 2019’dan 100 sene geriye
gidelim… Burda, bu salonda oturanların hepsi, biz de dahil..
hepimiz toz toprak değil midi? Yani henüz kimse dünyaya
gelmemiştir. Ve bu insanların bugün vücutlarını meydana
getiren zerreler toprağın içindedir. Gene farz-ı muhal… 100
sene sonrasına gitsek burada oturanların hepsi gene toz
toprak olmuş bir halette karşımıza çıkmış olacaklar! İşte
tasavvuf bunu... Esrarlı ve latif ve dahi nurani hakikat…
Bunu sadece tasavvuf anlatmıyor… Kabristanlar da anlatıyor!
Kabristana gidiniz… Hep aynı yazıyı göreceksiniz… eski
yazıyla “hüvel baki !” Yani “Baki olan Allah’tır !..” ben
kestirmeden anlattım…!
Erhan Saraçoğlu ağabeyimiz konuşmalarında “Tasavvuf”u çok
veciz bir şekilde resmetti. Zaten Nüzhet Dede’nin tasavvuf
şiirlerini şerh edecek kadar mevzuya vakıf olması bir
ihsan-ı ilahidir!
Şimdi diyeceksiniz ki Dede Nüzhet Hazretlerinin gönlünüzdeki
yeri nedir? Bunun için ben küçük bir hatıramı yad edeceğim…
Türk Edebiyatı’nda “İbibikler öter ötmez ordayım…!..” mısraı
geçen çok ünlü bir şiir vardır…İşte bu şiirin yazarı Merhum
Bekir Sıtkı Erdoğan ağabeyimiz geçen yıllarda Harput’a
gelmişti… Allah rahmet etsin. Rahmeti Rahmana kavuştu… Şener
Bulut Hoca ile ben bir de Bekir Sıtkı Erdoğan Harput
çevresinde epeyi gezdik… En son Şener Hoca ve Bekir Sıtkı
Erdoğan ile İmam Efendi Hazretleri’nin türbesine gittik.
İçeri girdik… Bekir Sıtkı Üstadımız, hiç unutmam, zaten çok
nazik bir “İstanbul Beyefendisi” idi. Cebinden çok güzel
katlanmış bir beyaz takke çıkardı başın özenle taktı,
içeriye girdi, çok samimi bir şekilde dua etti ve dışarı
çıktı…” Üstadım!” dedim “İmam Efendi Hazretleri gerçekten
çok mübarek bir zattır.” “Elbette!...” diye cevap
verdi…”..O’na şüphe yok! Şüphesiz, bizi çağırdığından
belli..!...”
Ne kadar güzel bir söz! Şimdi, sizler bu zaman diliminde
bana sorarsanız… “Dede Nüzhet Hazretlerini nasıl
bilirsiniz?..” Cevap hazır “Vallahi bu kadar Ehl-i Gönül’ü,
bu yağmurda, bu fırtınada, bu kadar samimiyetle buraya
toplamasından belli ki Dede Nüzhet.. sırların sırrına ermiş
bir Allah Dostu’dur..!.. Allah gani gani rahmet etsin…!...”
Muhterem Erhan Saraçoğlu Hoca’ma da Cenab-ı Allah uzun ve
hayırlı bir ömür versin… Naci Onur ağabeyimiz çok güzel
söyledi… Hoca’mızın sıhhatle yaşaması… vallahi, şu anda
Devlet için, Millet için hayırdır!
Hepinize, hürmetlerimi arz ediyorum!