Manas / Haber – M. Şener Bulut /Dr. Ercan Alkaya
10 Haziran 2008 tarihinde ebediyete uğurladığımız Türk
Dünyasının yetiştirmiş olduğu en büyük yazarlardan biri olan
Cengiz Aytmatov için Manas Yayıncılık olarak 3-4 Temmuz 2008
tarihlerinde bir anma toplantısı düzenledik.
Elazığ Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat
Üniversitesi Rektörlüğü, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu Atatürk Kültür Merkezi, Kırgızistan Cumhuriyeti
Cengiz Aytmatov Akademisi Başkanlığı, Pertek Kaymakamlığı,
Pertek Belediye Başkanlığı, Keban Belediye Başkanlığı,
Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı, Elazığ Ticaret
Borsası, Türk Edebiyatı Vakfı, Elazığ Kültür ve Turizm
Müdürlüğü, Elazığ Musiki Konservatuarı Derneği ve Necip
Güngör Kısaparmak Anadolu İletişim Meslek Lisesi ile
işbirliği yapılarak hazırladığımız programa Elazığ halkı
büyük ilgi gösterdi.
Türk Dünyasının Büyük Yazarı Aytmatov’u Kaybettik…
24-26 Ekim 2007 tarihlerinde onuruna düzenlediğimiz 15.
Hazar Şiir Akşamlarına katılmak üzere Elazığ’a gelerek
misafirimiz olan Türk dünyasının ünlü yazarı Cengiz Aytmatov,
10 Haziran 2008 tarihinde vefat ederek aramızdan ayrıldı.
Aytmatov’un vefatı münasebetiyle Elazığ Valisi Muammer
Muşmal, Elazığ Belediye Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu,
Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Hamdi Muz ile
Manas Yayıncılık tarafından başsağlığı mesajı yayınlandı.
T.C.
ELAZIĞ VALİLİĞİ
İl Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü
2007 Yılı içerisinde Elazığ’a davet ederek Türk Dünyası
Hizmet Ödülü’nü verdiğimiz ve adına 15. Uluslararası Hazar
Şiir Akşamlarını düzenlediğimiz, Kırgızistan’ın olduğu kadar
bütün Türk Dünyasının ve dünya edebiyatının yetiştirdiği en
büyük kalem olan, eserleri 157 dile çevrilen; tanımaktan
onur duyduğumuz büyük düşünür, yüce yürekli ve canımızdan
bir parça olarak gördüğümüz bilge insan Cengiz Aytmatov’un
vefatını büyük bir üzüntü ile öğrenmiş bulunmaktayım.
Kendisine Allah’tan rahmet, başta Kırgızistan halkı olmak
üzere şahsınızda bütün Türk Dünyası ve dünya edebiyat
camiasına başsağlığı dilerim.
Muammer MUŞMAL
Elazığ Valisi
ELAZIĞ BELEDİYE BAŞKANLIĞI
Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü
Elazığ/Türkiye
Konu: Başsağlığı Mesajı 12.06.2008
2007 yılının bir sonbahar günü “Hazar Şiir Akşamları”
dolayısıyla şarkın güzel şehri Elazığ’a gelerek gönülleri
fetheden Cengiz Aytmatov ismini bizler hem gönüllerimize
kazıdık hem de kendisini ebedi olarak yaşatmak ve ölümsüz
kılmak amacıyla en büyük ve en güzel parkımıza adını verdik.
Şimdi bizler gibi o parkta açan güller de Türk dünyasının
olduğu kadar tüm dünyanın gelmiş geçmiş en büyük yazarı için
gözyaşı döküyor. Ancak yine o parkta oynayan Elazığlı
çocuklar onun eserleriyle büyüyerek, her türlü
“mankurtlaştırma” çalışmalarına rağmen onun ülküsüne hizmet
etmenin onurlu mücadelesini verecekler.
Ey arkasında bir nesil bırakan büyük insan! Sen eserlerin
var oldukça ve Elazığ ayakta durdukça tüm dünyada olduğu
gibi ilimizde de yaşayacaksın. Mekânınız cennet, ruhunuz şad
olsun…
M.Süleyman SELMANOĞU
Elazığ Belediye Başkanı
FIRAT ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ
Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü
Elazığ/Türkiye
Konu: Başsağlığı Mesajı 12.06.2008
Türk Edebiyatının ölümsüz eserlerini yazarak Türk milli
kültürüne büyük hizmetler yapan Cengiz Aytmatov’un ölümü
karşısında duyduğum üzüntüyü ifade edemiyorum. Onun
romanlarının Türk düşünce hayatını uzun yıllar
besleyeceğinin tesellisi içerisinde kederli ailesine ve Türk
dünyasına baş sağlığı diliyorum.
Prof. Dr. Mehmet Hamdi MUZ
Fırat Üniversitesi Rektörü
Büyük Türk Milletinin siyasi, sosyal, kültürel, ahlaki,
edebi kısaca bütün maddi ve manevi zenginliğini eserlerine
yansıtan; doğup büyüdüğü Kırgızistan insanlarının duygu
dünyalarını, sevinçlerini, hüzünlerini, acılarını,
kahramanlıklarını, akıl dünyalarını ve tecrübelerini yazıya
dökerek ölümsüzleştiren, bir ulu çınar, Cengiz AYTMATOV da
Hakk’a yürüdü.
Cengiz AYTMATOV, insanı yaratıkların en akıllısı olduğu için
her şeyin üstünde görmekteydi. O, halkının olduğu kadar
insanlığın da içine düşürüldüğü zor durumları eserlerine
yansıtmakla kalmayıp onların çözümlerine dair ipuçları
gösterdi. Cengiz AYTMATOV, yalnız Türk Milletinin değil
bütün insanlığın ortak paydasıydı.
Elazığ; geçtiğimiz yıl, Türk Milleti adına “Türk Dünyası
Hizmet Ödülü” ile onurlandırdığı Manas yürekli şahsiyet,
Cengiz AYTMATOV’u, kaybetmenin derin hüznü içerisindedir.
Merhuma Allah’tan rahmet diliyoruz. Mekânı cennet olsun.
Saygılarımla…
M Şener BULUT
Manas Yayıncılık
Elazığ Aytmatov’u Unutmadı…
Kırgız yazar Cengiz Aytmatov için düzenlediğimiz Cengiz
Aytmatov’a Saygı programın hazırlık çalışmaları Elazığ Vali
Yardımcısı Kadir Balaban’ın başkanlığında oluşturulan bir
tertip heyeti tarafından yürütüldü. Kırgız bilim adamı Prof.
Dr. Abdıldacan Akmataliyev’in danışmanlık yaparak destek
verdiği bu heyette Elazığ Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin
Öztürk, Elazığ Belediyesi Kültür Müdürü Mustafa Ayık, Elazığ
Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Mehmet Karaaslan,
Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı Servet Kabaklı, Atatürk Kültür
Merkezi Genel Sekreteri İmran Baba, Fırat Üniversitesi
Devlet Konservatuarı Müdürü Yrd. Doç. Dr. Güldeniz Ekmen
Agiş, Fırat Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Ercan Alkaya,
Dr. Tamer Kavuran, Öğr. Gör. Recep Bağcı, Necip Güngör
Kısaparmak Anadolu İletişim Lisesi Müdürü Ali Canpolat,
Gazeteci yazar Günerkan Aydoğmuş, Bedrettin Keleştimur, Şair
R. Mithat Yılmaz, Şair Hadi Önal, Nedim Özdal ile birlikte
M. Şener Bulut görev aldı.
Genel koordinatörlüğünü M. Şener Bulut’un yürüttüğü
programın sunuculuklarını Fırat Üniversitesi Eğitim
Fakültesi öğrencisi Veysel Karaca, Necip Güngör Kısaparmak
Anadolu İletişim Meslek Lisesi öğrencisi Merve Can ve Pertek
Lisesi müdür yardımcısı Şengül Duran, tarafından başarıyla
yürütüldü.
Aytmatov İçin Geldiler…
“Cengiz Aytmatov’a Saygı” toplantısı kapsamında
düzenlediğimiz etkinliklere Kırgızistan başta olmak üzere
ülkemizden ve ilimizden çok sayıda bilim kültür ve sanat
adamı katıldı.
Programa, Kırgızistan’dan Cengiz Aytmatov Akademisi Başkanı
Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev, Türk Edebiyatı Vakfı
Başkanı Servet Kabaklı, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, Fırat Üniversitesi öğretim
üyeleri: Prof. Dr. Ahmet Buran, Prof. Dr. Ramazan Korkmaz,
Doç. Dr. Rahmi Doğanay, Yrd. Doç. Dr. Tarık Özcan, Yrd. Doç.
Dr. Sevim Birici, Yrd. Doç. Dr. Çimen Özçam, Okt. Hasan
Özçam, Yrd. Doç. Güldeniz Ekmen Agiş, Ahi Evran Üniversitesi
öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Salahattin Bekki, Tokat’tan
Tokat Kent Konseyi Kültür ve Sanat Çalışma Grubu Başkanı
Remzi Zengin, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı
Mehmet Emin Ulu, Tokat Kent Konseyi Genel Sekreteri Ali
Polatdemir, Tokatlı yazarlar: Hasan Akar, A.Turan Erdoğan,
Nihat Aymak, Burhan Kurdan; İstanbul’dan Serhat Kabaklı,
Malatya’dan Nurettin Gür Ozanoğlu, Pertek’ten Doğan Özdal,
Hüseyin Erdoğan, Haşim Şahin, Aydın Öztürk, Tuncer Sönmez,
Ahmet Vural, Gaziantep’ten Mehmet Kara konuğumuz olarak
Elazığ’a gelirken Elazığlı birçok şair ve yazar ve sanatçı
da program çerçevesinde düzenlenen faaliyetlere katılarak
destek verdi. Şükrü Kacar, Bedrettin Keleştimur, R. Mithat
Yılmaz, Hadi Önal, Günerkan Aydoğmuş, Saim Öztürk, Necati
Demir, Mahir Gürbüz, Hüseyin Poyraz, Muammer Aksoy, M. Faik
Güngör, Lütfü Parlak, Yücel Çakmak, Nazım Payam, Zekeriyya
Bican, Nusret Özgen, Karani Arda iki gün devam eden
etkinlikler süresince misafirimiz oldular.
Aytmatov 2007 Yılında Hazar’ın Konuğu Olmuştu…
Elazığ’da, 5 Aralık 1992 tarihinden itibaren
gerçekleştirilen Hazar Şiir Akşamlarının 15.sini 24–27 Ekim
tarihlerinde kardeş Kırgızistan’ın yetiştirdiği dünyaca ünlü
yazarı Cengiz Aytmatov onuruna düzenlemiştik.
Elazığ Valiliği’nin himayelerinde, Elazığ Belediye
Başkanlığı, Fırat Üniversitesi Rektörlüğü, Sivrice
Kaymakamlığı, Sivrice Belediyesi, Elazığ Musiki
Konservatuarınca hazırlanan etkinliklere; Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk
İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA), Türk
Edebiyatı Vakfı katkı sağlarken, bu büyük ve anlamlı
faaliyetin hazırlık çalışmaları Manas Yayıncılık tarafından
yürütüldü.
Kırgız yazar Cengiz Aytmatov onuruna düzenlediğimiz
Uluslararası 15. Hazar Şiir Akşamları’na Kırgızistan,
Kazakistan, Türkmenistan, Kosova, Makedonya, Bulgaristan,
Tataristan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Azerbaycan,
Kerkük ve Türkiye’den toplam 32 şair katılırken; kültür
dünyamızın seçkin birçok temsilcisi de etkinlikler
kapsamında düzenlenen programlara iştirak ederken
toplantının onur konuğu Elazığ halkının büyük bir coşkuyla
bağrına bastığı Kırgız yazar Cengiz Aytmatov oldu..
15. Hazar Şiir Akşamları’na Elazığ halkı büyük ilgi
gösterirken devlet protokolü de etkinlikleri yakından
izledi. Programa; Elazığ Valisi Muammer Muşmal, Elazığ
Belediye Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu, Cumhuriyet
Başsavcısı Behiç Şahin, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu Başkanı Prof. Dr. Sadık Tural, Fırat Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Mehmet Hamdi Muz, Vali Yardımcıları Kadir
Balaban, Kadir Okatan, Sivrice Kaymakamı Suat İlhan, İl
Millî Eğitim Müdürü Nihat Büyükbaş, İl Kültür ve Turizm
Müdürü Tahsin Öztürk ve çok sayıda daire müdürü katıldı.
15. Hazar Şiir Akşamlarına Türk Dünyasından toplam 32 şair
katıldı. Kırgızistan’dan Abdıldacan Akmataliyev, Fatima
Abdalova, Urkaşh Mambetaliyev, Kazakistan’dan Muhtar Şahanov,
Bavırjan Jakıp, Kosova’dan Mehmet Bütüç, Makedonya’dan Biba
İsmail, Bulgaristan’dan Sabri İbrahim Alagöz, Tataristan’dan
Zinnur Hösniyar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden Kubilay
Beliğ, Azerbaycan’dan Sabir Rüstemhanlı, Cengiz Alioğlu,
Türkmenistan’dan Oraz yağmur, Kerkük’ten Mehmet Ömer
Kazancı.
Türkiye’den katılanlar ise Bahaetin Karakoç, Yahya Akengin,
Tarık Özcan, Şeref Bilsel, Serhat Kabaklı, Ali Akbaş, Rıdvan
Çongur, Hadi Önal, Tamer Kavuran, Ali Ayçil, Abdullah
Satoğlu, Cenk Gündoğdu, Bahtiyar Aslan, İmdat Avşar, Bayram
Durbilmez, M. Faik Güngör, M. Şükrü Baş, Ömer Kazazoğlu
iştirak etti.
Kırgız yazar Cengiz Aytmatov onuruna düzenlediğimiz Hazar
Şiir Akşamları programına basın yayın kuruluşlarımızın
temsilcileri de ilgi gösterdi. Ali Çolak Zaman Gazetesi,
Hale Özkaplan Yeni Şafak Gazetesi, Bayram Akcan Ufukötesi
Gazetesi, Fadime Özkan Star Gazetesi, Tuncay Önür Türkiye
Gazetesi, İsa Kayacan Gazeteci-Yazar katılırken ülkemizin
önde gelen edebiyat dergilerinden Türk Edebiyatı Dergisi,
Kardeş Kalemler Dergisi, Erciyes Dergisi, Bizim Külliye
Dergisi, Ada Dergisi, Çemen Dergisi, Mavi Dergisi, Berceste
Dergisi, Akpınar Dergisi, Yeniden Diriliş Dergisi, Cümle
Dergisi, Bizim Ece Dergisi, Alkış Dergisi, Şehir Dergisi,
Yeni Ses Dergisi, Tay Dergisinin temsilcileri de katıldı.
Etkinlikler kapsamında sergilenen konserlerde Kültür ve
Turizm Bakanlığı Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Korosu,
Elazığ Musiki Konservatuarı Derneği, Fırat Üniversitesi
Devlet Konservatuarı, Elazığ Belediyesi Mehter Takımı
program yaptı. Yine bu kapsamda düzenlenen programlara Ünlü
sanatçı Esat Kabaklı ile birlikte mahalli sanatçılarımız;
Paşa Demirbağ ve Nihat Kazazoğlu davetli olarak katıldı.
Cengiz Aytmatov, 24–26 Ekim tarihleri arasında Elazığ’da
bulundu ve Elazığ tarihi günlerinden birini yaşadı.
Cengiz Aytmatov’un gelişi Elazığ’da büyük heyecan uyandırdı,
köklü bir tarihe ve geleneğe sahip olan kadirşinas Elazığ
halkı, Cengiz Aytmatov’u büyük bir coşkuyla karşıladı ve
muazzam bir konukseverlikle bağrına bastı. 24 Ekim Çarşamba
günü Elazığ’a gelen Cengiz Aytmatov, Harput’u gezdi ve aynı
gün Elazığ’da düzenlenen “Teröre Lanet Miting”ine katıldı.
Miting alanında toplanan yaklaşık 100 bin kişi, kendileriyle
aynı duyguları paylaşan Cengiz Aytmatov’a büyük sevgi
gösterisinde bulundu.
Cengiz Aytmatov, aynı gün Elazığ Valiliğine bulunduğu
ziyarette, Elazığ’da yaşadığı coşkuyu ve gördüğü ilgiyi şu
sözlerle dile getirdi:
“Ben şu an birçok duygu içerisinde, heyecan içerisindeyim.
Hepimiz bir zamanın insanıyız. Hepimiz Türk dünyasıyla bir
şekilde alakası olan insanlarız. Sabir Rüstemhanlı
kardeşimin de söylediği gibi Sovyetler zamanında birçok
ödüller aldım. Fakat o dönemlerin en acıklı durumu şuydu ki,
Türklerin gelişmesi mümkün değildi.
1975 yılında bir yayınevinde kitabım çıktığı için ancak o
vesile ile Türkiye’ye gelmiştim. İşte o dönemde
Kırgızistan’dan Türkiye’ye gelen ilk kişi olma mutluluğunu
yaşadım. Bu benim için özel bir olaydı. Kırgızlar etrafımda
dolanıp Türkiye hakkında, “nasıl bir yer, nasıl gittin” diye
merak içerisinde bana soruyorlardı. İşte o dönemde
birbirimizden kopmuş, uzaklaşmıştık. O dönem geride kaldı,
geçmişe gömüldü. Şimdi o dönemler geçti artık.
Birbirimizle sıkı ilişkiler içerisinde bir dönem
yaşamaktayız. Bugün olanlar bunun bir göstergesidir. Hepimiz
bir araya toplanmış durumdayız. Türkiye’nin ortasında ve ilk
Türk medeniyetinin kurulduğu bir yerde böyle bir maksatla
bir araya gelmiş bulunuyoruz. Çünkü bir araya gelmemiz bizim
için en gerekli şeydir. Şu anda tüm Türk dünyasının
medeniyetini, kültürünü geliştirmek için el birliği içinde
hareket etmemiz gerek. 21. yüzyılın gelişimi içerisinde
bizim de dünyada geri kalmamak için el birliği içerisinde
hareket etmemiz, birlik olmamız gerekmektedir. Bizlere bu
imkânı sağlayan Elazığ Valisi Sayın Muammer Muşmal Bey’e
teşekkürlerimi bildirmek istiyorum. Ben bugün meydanda
bulunan binlerce insanın size olan muhabbetini, inancını,
sevgisini kendi gözlerimle gördüm. Dayanamayıp ben de birkaç
söz söylemek zorunda kaldım. Ondan sonra hep birlikte
Harput’a gittik. Eski şehri gezdik. Ben kendimce
düşünüyordum. İstanbul’a saat 10 uçağıyla geliriz. Akşama
kadar da yatar uyuruz. Fakat beni bir saniye boş
bırakmadınız. Ve bu birbirimize olan bağlılığımızı,
ihtiyacımızı açık bir şekilde göstermekte. Bugün
yaşadıklarımdan sonra Elazığ’a geldiğim için duyduğum
sevinci bir kez daha söylemek istiyorum. Bunu Allah’ın bana
yazmış olduğu bir kader olarak görüyorum. Demek ki bir araya
gelmek, birbirimizle dostluğu, kardeşliği pekiştirmek için o
günün geldiğinin bir işareti olsa gerek.
Türk dünyasının medeniyet ve kültürünü geliştirmek adına
yapılan bu bayrama ben de katılmak istedim ve bu nedenle
buradayım. Sizlere bu organizasyonundan dolayı duyduğum
memnuniyeti dile getirmek istiyorum. Ben de elimden geldiği
kadar faydam dokunsun diye çalışacağım. 70. yaş günüm Sadık
Tural Bey’in katkılarıyla kutlanmıştı. Ondan oldukça memnun
kaldık. Ben 80. yaşımı sessiz sedasız geçirmek istiyordum.
Ama buna fırsat bırakmadan 80. yaşımın kutlanmasına
değindiler. Bu da Allah’ın yazmış olduğu kader. Dilerim
sizlerin bağlılığa sevginiz bir kat daha artsın. İnşallah
2008’de de bu vesileyle birlikte olmak nasip olur. Harput’ta
bir kanala röportaj vermiştim. Orada da söylediğim gibi
eserlerim ne kadar Türk diline çevrilip, o kadar okunursa
benim için hem büyük bir güç hem de bir kıvanç olacaktır.
Yeni romanım Türkçe olarak çıkmak üzere. Mümkün olsa da o
çıktığında bir görseniz. İçinde bulunduğumuz 21. asrı
anlatmaya, göstermeye çalıştım. Almanya’da çıktıktan sonra
bütün kentlerinde büyük bir tirajla satışı gerçekleşti. Ben
inanıyorum ki kendi kardeşlerim olan Türkler onlardan daha
fazla önem verecek, değer verecek ve kitaplarımı okuyacak.
Kitap çıktığında elinize geçerse bir okuyun, değerlendirin.
Bu benim için en büyük dilek. Şu anda Türk medeniyeti sadece
kendi içerisinde değil tüm dünyaya da tesirini göstermekte.
Bu açık bir şekilde görülmektedir. Bunu daha da
geliştirmemiz için hareket etmemiz gerekiyor. Yakında Elveda
Gülsarı Kazakistan’da filme çekilecek. Son zamanlarda
Kırgızistan’da dünya çapında film festivali düzenlendi.
Orada biz filmleri seyrettik, gördük. Ama henüz dünya
çapında bir gösterime çıkmış değil.
Yeni dünyada, yeni tarihte tekrar bir ayağa kalkma,
hareketlenme içerisindeyiz. En yakın komşumuz olan
Kazakistan gerek ekonomi, gerek de diğer yönlerden bayağı
gelişme gösterdi. Biz de onlara göre kendi yerimizi, kendi
medeniyetimizi, gelişmişliğimizi bulacağız diye ümit
ediyoruz. Bunların tümü kendi içinde olsa da genel anlamda
Türk dünyasının gelişmesi için yapılan hareketlerdir diye
düşünüyorum.
Yeni dünya oluşumunda Türk halkları kimlerdir. Öncelikle
bunları belirlememiz, netleştirmemiz gerekiyor. Bizim yeni
dünya gelişimi üzerinde her türlü imkâna sahip olduğumuz
açık bir şekilde belli. Geri kalan hiçbir yanımız yok. Bu
nedenle bugün burada bulunmamızdan dolayı heyecan duyuyorum.
Ve adını koyamadığım bir takım duygular içerisinde kendimi
hissediyorum. Düşüncemde var olan yeni bir eseri ortaya
koysam mı diye düşünmeye başladım. Onu da sinemalaştırsak mı
diye bir düşüncem de var. Şu an son çıkan romanımın
Kazakistan’da filmi yapılmak üzere. Bundan böyle el ele
tutuşup yeni dünya sistemine ayak uydurmaya ve öne çıkmaya
çalışmamız gerek. Birbirimize geliş gidişlerle kardeşliği
daha da kuvvetlendirmemiz gerekir.
Söyleyecek olsam söz çok. Daha fazla uzatmayayım. Elazığ
Valisi olarak yaptığınız bu organizasyondan dolayı da
memnuniyetimi belirtmek istiyorum. İnşallah sizinle beraber
daha fazla işler yaparız.”
15. Uluslararası Hazar Şiir Akşamları, 25 Ekim 2007 günü
saat 11.00’da eski belediye binasının önünde mehter
takımının eşliğindeki yürüyüşüyle başladı. Devlet
protokolünün, şair, yazar ve düşünürlerin, öğrencilerin,
halkın ve Cengiz Aytmatov’un katılımları ile gerçekleşen
yürüyüş, Elazığ Öğretmen Evinin önünde son buldu. Bu
yürüyüşten oldukça etkilenen Cengiz Aytmatov, dünyada pek
çok bayram gördüğünü ama hiçbirinin Elazığ'daki kadar içten
olmadığını ifade etmiştir.
Elazığ Öğretmen Evinin önünde yapılan törende 15. Hazar Şiir
Akşamları’na katılan Kırgız Şair Abdıldacan Akmataliyev,
Kazak Şair Muhtar Şahanov, Kerküklü şair Mehmet Ömer
Kazancı, Azerbaycanlı Sabir Rüstemhanlı ve şair Ali Akbaş
birer konuşma yaptılar. Elazığ Belediye Başkanı Süleyman
Selmanoğlu, Hazar Şiir Akşamları’na ev sahipliği yapmanın
mutluluğunu dile getirdi. Elazığ Belediyesi Mehter
Takımı'nın verdiği kısa konserin ardından kürsüye gelen Vali
Muammer Muşmal da Türk dünyasının ortak yazarı ve şairi
Cengiz Aytmatov'u, Elazığ'ın fahri hemşerisi ilan etti.
Törene damgasını Cengiz Aytmatov vurdu. Aytmatov: “Bugüne
kadar pek çok tören, kutlama, bayram gördüm. Ama hiçbirisi
Elazığ’daki kadar içten değildi. Burasını Türk halkının
manevi azığı olarak görüyorum. Şu anda mutluluğun zirvesini
yakaladım. Rabbim bana ömür verirse her yıl Elazığ'a gelmeyi
düşünüyorum" diyerek, Elazığ’da olmaktan dolayı yaşadığı
mutluluğu ifade etti. Elazığ Öğretmen Evinin önünde yapılan
törenden sonra Cengiz Aytmatov’un yaptığı ve âdeta bir “veda
konuşması” izlenimini veren konuşma metni tam olarak
şöyledir:
“Elazığ şehrinin burada toplanmış bulunan çok değerli halkı.
Ben dünyada böyle çok toplantılar, çok bayramlar gördüm
fakat böyle yüreğe sıcaklık veren, insanın maneviyatını bu
kadar yücelten bir bayram ve toplantı ilk defa görüyorum.
Bunu ve böyle güzel bir bayramın burada düzenlenmesi de çok
duyarlı ve değerli yöneticilerinin olmasına bağlıyorum.
Elazığ şehrini de isminden dolayı Türk halkının, Türk
milletinin, Türk illerinin manevi azığı olan bir şehir
olarak düşünüyorum. Bundan dolayı da bu memleketten bu
topraktan çok büyük insanlar çıkacak diye ümit ediyorum.
İşte karşımızda küçük çocuklar duruyor. Gençler, gelecek
sizin! Ben inanıyorum ki geleceğin büyükleri sizlerin
arasından çıkacaktır. Aranızdan çok büyük bilim adamları
çıkacak, inşallah uzaya sizler hâkim olacaksınız. İnanıyorum
ki bu saydıklarım Elazığ’dan çıkacaktır. Elazığ adı öylesine
konulmuş bir ad değildir. Burasını Türk halklarının manevi
azığı olan bir yer olarak düşünüyorum. Bunu fırsat bilip çok
uzun konuşmak isterdim. Sizlere söyleyecek sözlerim,
söyleyecek dileklerim var. Çok daha önce de söyledim burada
da tekrar edeyim; bugün buraya gelmekle ben kıvancın,
övüncün zirvesine ulaştım, mutluluğun zirvesini yakaladım.
Benim adıma düzenlediğiniz Hazar Şiir Akşamları ve bugünkü
yürüyüş ile büyük kıvanç duydum bundan dolayı hepinize
saygılar duyuyorum.
Bugün yürüyüşte yaşadığım duygularımı memleketime vardığımda
nasıl anlatacağımı hangi sözlerle dile getireceğimi
bilemiyorum ama anlatmak çok zor olacak. Bugünkü yürüyüş
hiçbir zaman aklımdan çıkmayacak bir yürüyüş olarak kalacak.
Benim için çok güzel dileklerde bulunuldu. İnşallah doksan
yaşına çıkar denildi. Eğer Rabbim bu ömrü verirse ben her
yıl Elazığ’a gelmeyi ve sizinle birlikte olmayı ümit
ediyorum.
Bu toplantıyı organize eden bu şehrin büyüklerine çok
derinden saygılarımı, sevgilerimi bildiriyorum. En büyük
dileğim yazmış olduğum kitaplarımın sizler tarafından değer
görmesi okunması ve anlaşılmamdır. Eğer bu olacak olursa hem
rabbimden razı olmuş olurum hem de sizlerden razı olmuş
olurum, buraya gelmemin de bir maksadı gerçekleşmiş olur.
Yakında son romanım Türkiye’de yayımlanacak. Sizlerden
dileğim onu da alıp okumanız, beni yeni yüzümle yeniden
tanımanız ve anlamaya çalışmanızdır. Yeni romanımın konusu
21. yüzyıl insanının şu an içine düşmüş olduğu durumları
yansıtmaktır.
Hazar Şiir Akşamları sonsuza kadar sürsün. Sizinle aynı
yüreği aynı duyguları paylaşıyorum. Bu toplantıda aldığım
manevi hazzı bir manevi mülk olarak kendime bir kazanç
olarak kabul edip buradan öyle ayrılacağım. Bu güzel
organizasyondan dolayı hepinizi alkışlıyorum.
Burada toplanmış olan çocuklara ve gençlere seslenmek
istiyorum. Gençler; dünyanın geleceği sizlerin omuzlarınızda
yükselecektir. Bunu iyi düşünün iyi anlayın ve bunu hiçbir
zaman aklınızdan çıkarmayın. Bugünü ve bu saati ömrüm
boyunca unutmayacağım. Bugünkü yaşadığım şeyler Türk
halkları arasında kardeşliği yakınlığı pekiştirmek için
yapılan çalışmalara güzel bir örnektir. Yeniden hepinizi
alkışlıyorum.”
Aynı gün öğleden sonra, Elazığ Belediyesi’nin Cumhuriyet
Mahallesi’nde düzenlediği ve yaşayan en büyük Türk yazarı
Cengiz Aytmatov adının verildiği parkın açılış töreni
yapıldı. Park açılışında protokol konuşmalarının ardından
ünlü Manasçı Urkaş Mambetaliyev, Manas destanından parçalar
okudu. Adına bir park yapılmasından dolayı oldukça duygulu
olduğu gözlenen Cengiz Aytmatov, sevincini ve coşkusunu şu
sözlerle dile getirdi:
“Ben bugün Elazığ’da bulunmamı kaderimin bana nimeti olarak
düşünüyorum ve bunun için Allah’ıma şükrediyorum. Bana böyle
bir imkânı sunduğunuz için sizlere de çok teşekkür ediyorum.
Adıma burada bir park açılmasından dolayı bana bu imkânı
sağlayan ve bu lütufta bulunanların cümlesinden memnun
olduğumu, razı olduğumu özellikle Allah’tan razı olduğumu
daha sonra da sizlerin cümlesinden razı olduğumu burada açık
açık bildirmek istiyorum.
Bundan sonra parkın durumu hakkında sizinle devamlı iletişim
içerisinde olacağımı parkın durumu hakkında sizleri
arayacağımı bilmenizi isterim. Günümüzün mimarî tarzıyla
yapılmış, bu güzel binaların ortasında bir ada gibi böyle
bir güzelliğin oluşturulmasından dolayı duyduğum
memnuniyetimi gittiğim her yerde, kendi ülkemde herkese
anlatacağım, sık sık dile getireceğim.
Parkın açılışı vesilesiyle Manas Destanı’ndan bir bölümü
Manasçımızın ağzından duymuş ve dinlemiş oldunuz. Eğer imkân
verilmiş olsaydı beş saat durmaksızın Manas’ı sizlere
okuyacaktı, ancak verilen imkân neticesinde 5 dakika
okuyabildi. Manasçımızın tarihe kazınmış olan
kahramanlıklarımızı sesiyle yüreğiyle dile getirdiği
inancındayım.
Manasçımızın Manas’a başlamadan önce söylemiş olduğu bir
atasözü vardı. Orada “Çırpı çınar olsun, küçük kuş büyük
kartal olsun” diye ifadede bulundu. Ben onu parkımız için
değiştireyim. Parkımız da küçük bir çırpıdan çınara; kuştan
kartala büyüme, gelişme göstersin. Bu dileğimi burada arz
etmek istiyorum.
Bu güzel parkı adımı vererek düzenleyen bana büyük değer
veren, bu parkı açan Elazığ Belediye Başkanı Süleyman
Selmanoğlu’na ve bu organizasyona büyük önem veren Valimiz
Muammer Muşmal’a minnet duygularımı sunuyorum.
Bu park iyiliklerin, güzelliklerin mekânı olsun. Bu parkta
dostluk adına güzel toplantılar olsun. Bu güzel duygularla
parkımızda bir araya gelmek hepimize nasip olsun. “PARKIMIZA GELİNİZ”
Park açılışının ardından, Fırat Üniversitesi Atatürk Kültür
Merkezi’nde "Yıldırım Sesli Manasçı: Aytmatov" başlıklı açık
oturum gerçekleştirildi. Oturum Başkanlığını: Türk Edebiyatı
Vakfı Başkanı Servet Kabaklı’nın yaptığı; Atatürk Dil Tarih
Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Sadık Tural, Muhtar Şahanov,
Sabir Rüstemhanlı, Prof. Dr. Ahmet Buran, Prof. Dr. Ramazan
Korkmaz, Yahya Akengin’in konuşmacı olarak katıldıkları
açıkoturumda Cengiz Aytmatov çeşitli yönleri ile
değerlendirildi.
Servet Kabaklı’nın heyecan dolu konuşmalarıyla başkanlık
yaptığı açık oturumda yapılan konuşmalarda Prof. Dr. Sadık
Kemal Tural ve Prof. Dr. Ramazan Korkmaz, Cengiz Aytmatov’un
romancılığını ve edebî kişiliğini değerlendirdiler. Muhtar
Şahanov ve Sabir Rüstemhanlı, Cengiz Aytmatov’un Kırgız ve
Kazak Türklüğü için ve yine dünya Türklüğü için önemini dile
getirdi. Yahya Akengin, Cengiz Aytmatov’la ilgili çeşitli
hatıralarına yer verdi. Prof. Dr. Ahmet Buran da kısaca
Cengiz Aytmatov’un hayat yolunu anlatarak Sovyetler Birliği
döneminde, bilhassa Stalin zamanında genel olarak Türklerin
ve özel olarak da Cengiz Aytmatov ve ailesinin yaşadığı
dramı anlattı. Ahmet Buran, 1937 yılında Stalin’in
öldürttüğü ve aralarında Cengiz Aytmatov’un babası Törekul
Aytmatov’un da bulunduğu 137 Kırgız aydının katledildiği Çon
Taş katliamını anlatırken Cengiz Aytmatov’un oldukça
duygulandığı ve gözyaşlarına hâkim olamadığı gözlendi.
Açık oturum sırasında oldukça duygulanan ve ardından
teşekkür konuşması için kürsüye gelen Cengiz Aytmatov,
duygularını şu şekilde ifade etti:
“Kıymetli Elazığ halkı, bende şimdi iki milliyet oluştu. Şu
anda kendimi hem Kırgız Türkü, hem de bir Türkiye Türkü
olarak hissediyorum. Benim zamandaşım olan sizler, buradaki
ilim adamlarının benim hakkımda sunmuş oldukları
bildirileri, yapmış oldukları konuşmaları sabırla
dinlediniz. Bunun bana olan sevgi ve muhabbetten
kaynaklandığına inanıyorum. Bundan dolayı hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Sizleri burada tutmakla da sizlere sıkıntı
verdiğimizi düşünüyorum, bunun için de hepinizden özür
diliyorum.
Elazığ halkının bugün benim için düzenlemiş olduğu program
benim alın yazım olsa gerek. İnanıyorum ki bu kaderin insana
bağışlayacağı en yüksek değerdir. Burada, bu bilim
adamlarının söylediklerini bir kitap olarak toplayacak olsak
inanıyorum ki bu büyük bir eser olur. Öncelikle burada
oturan bu büyük bilim adamlarına eserlerimi ele alıp
değerlendirdikleri için, ikinci olarak da Prof. Dr. Ahmet
Buran Bey’in anne ve babamın yaşamış olduğu trajediyi tekrar
burada dile getirip sizlere açıkça aktardıkları için
tebriklerimi ve teşekkürlerimi arz ediyorum. Elazığ şehrinde
o hissettiğim, gördüğüm manevi güç dilerim ki bana güç
kazandırsın. Buradan aldığım manevi güçle yeni bir kitap
yazsam mı düşüncesi de şu anda bende oluştu. Eğer az önce
bahsettiğim o ümidim, dileğim gerçekleşir de bu kitabım
ortaya çıkar, bir gün Türkçeye çevrilir ve sizlere ulaşırsa
bugünü hatırlayın.”
Açık oturumun ardından aynı gün (25 Ekim 2007) saat 19.30’da
ödül törenine geçildi. Türk dünyasının mümtaz şahsiyetlerine
bir şükran ifadesi olarak 2003 yılından bu yana
hizmetlerinin karşılığı “Türk Dünyası Hizmet Ödülü”
verilmektedir. Bu anlamlı ödül 2003 yılında Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a, 2004 yılında
İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga ile Gümülcine Müftüsü İbrahim
Şerif’e, 2005 yılında ise Kazakistan Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’e verilmişti. 2006 yılı
Türk Dünyası Hizmet Ödülü, Türk dünyasını uyandırma,
aydınlatma, ortak bir dil ve edebiyatta buluşturma
gayretlerinden dolayı Türk-Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’a
takdim edildi.
Türk Dünyası Hizmet Ödülü Cengiz Aytmatov’a takdim edilmeden
önce Prof. Dr. Ahmet Buran tarafından gerekçeli karar
okundu. Bu karar şöyleydi:
2006 Yılı Türk Dünyası Hizmet Ödülü Kararı
Elazığ Valiliği’nin öncülüğünde Elazığ Belediyesi, Fırat
Üniversitesi Rektörlüğü ve ilgili diğer kurum ve
kuruluşların katılımı ile Türk Dünyası’nda yaptığı
çalışmalarla ön plana çıkmış devlet, bilim ve sanat
adamlarımızın hizmetlerini anmak ve bunu ebedileştirmek
amacıyla 2003 yılından beri her yıl verilmekte olan Türk
Dünyası Hizmet Ödülü’nün; 2006 yılı için kime verileceği
hususunu görüşmek üzere seçici kurul 28 Haziran 2007
tarihinde Fırat Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Mehmet
Hamdi Muz’un başkanlığında toplanarak aşağıdaki kararı
almıştır.
Toplumları millet yapan ve geleceğe taşıyan en önemli
unsurlardan birisi sanattır. Mustafa Kemal Atatürk, sanatın
bu yaşatıcı yönüne: “Sanatsız kalan milletin hayat
damarlarından biri kopmuş demektir.” ifadesiyle dikkat
çekmektedir.
Cengiz Aytmatov, tüm zaman, mekân ve siyasi sınırlamaları
aşarak Türk Dünyası’nın ortak bir tarih ve kimlik bilinci
etrafından birleşmesini ve bu bilinç düzeyi ile geleceğe
yönelmesini amaçlamıştır. Eserleri Dünyanın 154 diline
çevrilen Kırgızistanlı yazar Cengiz Aytmatov, özelde Türk
Dünyası’nın kültürel birliğini savunurken: genelde de ortak
bir dünyalılık bilinci yaratarak, doğayı çevre felaketlerine
karşı korumayı da hedefler. “ Ötelileştirme/ mankurtlaştırma”.
“kendisi olma” ve “ çevre felaketleri” gibi çığımızın temel
sorunlarına, sanat dünyası içerisinde çözümler arayan ve bu
sorunlara dünyanın dikkatini çekmeyi başaran Cengiz Aytmatov,
Dünya’nın yaşayan en büyük yazarlarından biri olarak da
kabul edilmektedir.
Kurulumuz Türk Dünyası’nı uyandırma, aydınlatma, ortak bir
dil ve edebiyat ikliminde buluşturma gayretleri ve genel
anlamda Türk Edebiyatını uluslararası düzeyde başarıyla
temsil etmesi nedeniyle 2006 yılı Türk Dünyası Hizmet
Ödülünün Kırgızistanlı yazar Cengiz Aytmatov’a verilmesini
oybirliği ile kararlaştırmıştır.
Kamuoyunun bilgilerine arz olunur.
Fırat Üniversitesi’nin Atatürk Kültür Merkezi’ni tıklım
tıklım dolduran halkın huzurunda Elazığ tarihi günlerinden
birini yaşadı. Birincisi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a, ikincisi İskeçe Müftüsü Mehmet
Emin Aga ile Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif’e, üçüncüsü
Kazakistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’e
verilen Türk Dünyası Hizmet Ödülünün dördüncüsü Türk
dünyasını uyandırma, aydınlatma, ortak bir dil ve edebiyatta
buluşturma gayretlerinden dolayı Kırgız yazar Cengiz
Aytmatov’a verildi.
Heyecanın doruk noktasına ulaştığı bu muhteşem gecede
sahneye davet edilen Aytmatov ödülünü Elazığ valisi Muammer
Muşmal’dan aldı.
Dünyanın yaşayan bu en büyük yazarına Elazığ Belediye
başkanı Süleyman Selmanoğlu tarafından Cengiz Aytmatov
Parkı’nın belediye meclis kararı okunarak takdim edildi.
Ardından Fırat Üniversitesi tarafından Aytmatov’a fahri
doktora unvanı, Türk Edebiyatı Vakfı tarafından da şükran
plâketi verildi.
Hayatının en anlamlı ve en mutlu anlarından birini yaşayan
Cengiz Aytmatov, bu müthiş duygu ikliminde Türk Dünyası
Hizmet Ödülü’nü Elazığ Valisi Muammer Muşmal’dan aldıktan
sonra duygularını şu şekilde dile getirdi:
Cengiz Aytmatov: Kıymetli Elazığ Halkı, öncelikle bir
Elazığlı olduğumu belirtir, ikinci olarak da sizin gibi
güzide insanların arasında güzide bir şehir olan Elazığ’da
bugün bulunmaktan büyük bir şeref duyduğumu bildirmek ister,
hepinize saygılarımı sunarım.
Ben daha ne yapsam da sizlere tekrar kendimi böyle sevdirsem
diye düşünüyorum. Ama benim yapacağım âcizane tek şey, yeni
bir kitap yazmak ve onu elime alarak gelip sizin huzurunuzda
tazimle eğilmek olsa gerek. Eğer bu ümidime ve hayalime
ulaşabilirsem ben de kendimi Elazığlı olarak kabul edeceğim.
Ben sizin bu kadar hissi, bu kadar milli duyguları yüksek
bir halk olduğunuzu hiç tahmin etmiyordum. Ama buraya
geldiğimde, gerek şehirde yapılan yürüyüşte, gerekse program
esnasında burada sevginizi, saygınızı ve hürmetinizi
gördükten sonra değişik duygular içerisine girdim. Fakat ben
bunun sebebini Muammer Muşmal Bey gibi yöneticileri
tanıdıktan sonra anladım. Bu durumun sizlerin başında
bulunan milli duyguları yüksek insanlardan kaynaklandığını,
bu duyguları sizlere onların aşıladığına inanıyorum. Ve
bundan dolayı da kendilerine şükranlarımı arz ediyorum.
Servet Kabaklı Bey ile tanışalı üç gün oldu. Fakat bu kadar
enerjiyi, bu kadar düşünceleri nerden alıyor diye hayretler
içerisindeyim. Merak edip de kendisinden sordum. Verdiği tek
cevap: “Atamız olan Ahmet Kabaklı Beyden alıyorum.” oldu.
Elazığ’a gelen tüm insanların kalbi yeniden can bulsun,
yeniden ruh bulsun, yeniden hayata kavuşsun ve yeniden
edebiyata gönül versin. Tek dileğim budur.”
Ödül töreninden sonra Yrd. Doç. Güldeniz Ekmen Agiş
tarafından hazırlanan “Issık Göl’den Hazar’a Türk’üz Türkü
Çağırırız” adlı bir konser düzenlendi. Bu programa ünlü
Manasçı Urkaş Mambetaliyev Manas destanından parçalar
okuyarak renk kattı.
Elazığ’da hayatının en anlamlı ve mutlu günlerini yaşadığını
ve çok büyük bir kabul gördüğünü bizzat ifade eden Cengiz
Aytmatov, 26 Ekim 2007 tarihinde gönlünü bıraktığı
Elazığ’dan ayrılmıştı.
Elazığ-Tokat Kültür Buluşması
Cengiz Aytmatov’a Saygı toplantısı Elazığ-Tokat Kültür
Buluşması ile başladı. 03 Temmuz 2008 günü saat 09.30’da
Fırat Üniversitesi’nin Fırat TV salonunda gerçekleştirilen
programa Tokat’tan gelen şair, yazar ve bilim adamları ile
Elazığ’daki kültür adamları katıldılar. Her ne kadar
Tokat-Elazığ kültür buluşması olsa da her iki şehrin kültür
adamları yaptıkları konuşmalarında Aytmatov’u saygı ile
andılar.
Elazığ Valisi Muammer Muammer Muşmal, Elazığ Belediyesi
Başkan Yardımcısı İbrahim Özgen Erdoğmuş, Fırat Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Mehmet Hamdi Muz, Elazığ Ticaret ve Sanayi
Odası başkan yardımcısı Selahattin Pamukçu ve Fırat
Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erkin Oğur’un da
katıldığı Elazığ Tokat Kültür Buluşmasına Tokat’tan Tokat
Kent Konseyi Kültür ve Sanat Çalışma Grubu Başkanı, Remzi
Zengin, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı Mehmet
Emin Ulu, Tokat Kent Konseyi genel sekreteri Ali Polatdemir,
Tokatlı yazarlar: Hasan Akar A.Turan Erdoğan, Nihat Aymak,
Burhan Kurdan iştirak etti.
Elazığ heyetinde ise İl kültür ve Turizm Müdürü Tahsin
Öztürk, Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof.
Dr. Hasan Kürüm, Elazığ Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler
Müdürü Özcan Yalçın, Elazığ Belediyesi Basın ve Halkla
İlişkiler Müdürü Mehmet Karaaslan, İl Halk Kütüphanesi
Müdürü Ahmet Pirinççi, Elazığ Musiki Konservatuarı Derneği
Başkanı Feti Ahmet Deniz, Fırat Üniversitesi Devlet
Konservatuarı Müdürü Yrd. Doç. Güldeniz Ekmen Agiş, Kültür
ve Turizm Bakanlığı Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Korosu
Sanatçısı Naci Sönmez, Fırat Üniversitesi öğretim
üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Sevim Birici, Yrd. Doç. Çimen
Özçam, Hasan Özçam Av. Doğan Özdal, Tuncer Sönmez, Şükrü
Kacar, Bedrettin Keleştimur, R. Mithat Yılmaz, Hadi Önal,
Necati Demir, Mahir Gürbüz, Hüseyin Poyraz, Muammer Aksoy,
M. Faik Güngör, Zekeriyya Bican, Nusret Özgen ile
Gaziantep’ten Mavi Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Kara
katıldı. Fırat Televizyonunun canlı olarak yayınladığı
toplantıda ilk konuşma İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin
Öztürk tarafından yapıldı. Bu konuşmanın ardından Tokat Kent
Konseyi Kültür ve Sanat Çalışma Grubu Başkanı Remzi
Zengin’de kısa bir teşekkür konuşmasında bulundu.
Elazığ ve Tokat’ın Seferberlik Hikâyeleri toplantıyı hüzünlü
bir ortama taşıdı. Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı
Mehmet Emin Ulu, “Önbeşliler Türküsü”nün hikâyesini, Emekli
Albay Lokman Tasalı’da “Yemen Türküsü”nün hikâyelerini
anlatırken toplantıya katılanların oldukça duygulandıkları
gözlendi. Program Fırat Üniversitesi Devlet Konservatuarı
öğretim elemanı Mustafa Öztürk’ün her iki türküyü de
seslendirmesiyle sona erdi.
Programın son bölümünde ise katılım belgeleri ve hediyelerin
takdimi yapıldı Tokat Heyeti adına Remzi Zengin ile Mehmet
Emin Ulu getirdikleri hediyelerini Elazığ Valisi Muammer
Muşmal’a, Elazığ Belediyesi Başkan Yardımcısı İbrahim Özgen
Erdoğmuş’a, Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet
Hamdi Muz’a, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası Başkan
Yardımcısı Selahattin Pamukçu’ya, İl Kültür ve Turizm Müdürü
Tahsin Öztürk’e ve son olarak ta Manas Yayıncılık adına
gazeteci yazar Bedrettin Keleştimur’a takdim ederken
Elazığ’da gördükleri sıcak ilgiden dolayı teşekkür edildi.
Program Elazığ Valisi Muammer Muşmal tarafından Tokat kültür
heyeti için hazırlanan katılım belgelerinin verilmesiyle
sona erdi.
Hadi Önal
Sayın Valim, Sayın Belediye başkan yardımcım, Sayın
rektörüm, gizemini, gücünü ve coşkusunu aklın rüya âleminden
koparıp duygu suyunda yuduğu kelimelerden alan; yürekleri
sevgiyle sevdayla çarpan iç dünyamızın mimarları sevgili
gönül dostları, şair arkadaşlarım, merhaba.
Merhaba, düşlerdeki sevdaya, yüreklerdeki özleme, aşklara,
tutkulara mısraları ile can verenler merhaba.
Merhaba, paylaşmaksa sevinci, umudu; bölüşmekse kederi,
hüznü; hissetmekse sevgiyi içtenliği; aramaksa güzeli neden
güneşe dönük olmasın yüzümüz? Neden kucaklamayalım baharı?
Diyerek yolara düşer; eğilmeden bükülmeden yaşayan; yüzü ak,
gönlü kar suyundan ırmak, kış ortasında meltemi yaz
ortasında deli poyrazı insan için, insanlık için estirenler
merhaba
Merhaba, gülmek varken hüzün niye, ağlamak niye? Güzel
sözlerle kalpleri fethetmek varken, kırmak niye? Sevmek
varken öfke niye? Kin niye? Dostluk varken kavga niye?
Diyerek dağ doruklarından kalplere vuran güneşi
selamlayanlar merhaba.
Merhaba, sevgi ve hoşgörüyü temel alan, barışı, huzuru
insanların ve insanlığın vazgeçilmezleri olarak gören “Ben
gelmedim dava için/Benim işim sevi işi/Dostun evi
gönüldedir/Gönüller yapmaya geldim.” Diyerek Tokat’tan gelen
şiirin şehri Elazığ’ımızı şereflendiren gönül dostları
merhaba.
Sizleri şiirin şehri Elazığ’ımızda selamlamaktan büyük bir
mutluluk duymaktayız.
Amacı milli kültürümüzü yaşatmak, güzel Türkçemize hizmet
etmek olan bu güzide birlikteliğimizin “Elazığ-Tokat Kültür
Buluşması”nın başlatmanın derin mutluluğu içerisindeyiz.
Hepinize hoş geldiniz diyor saygılarımı arz ediyorum.
Geçen yıl, 24 Şubat 2007 tarihinde Elazığ-Malatya arasında
bir “kültür köprüsü” kurarak temelde kardeş olan bu iki canı
bu potada kaynaştırmak amacı ile her İki kardeş şehrin gönül
adamları, birlik meşalesini kültür ve sanat adına yakmak
için bir araya gelmiş ve Elazığ-Malatya kültür buluşmasını
gerçekleştirmişti.
Bu yıl düşünce, duygu ve kültür folkloru ile birbirini
tamamlayan iki ilin gönül gözlü insanları ile Tokat ile
Elazığ arasında var olan gönül köprülerinin ayaklarını
sağlamlaştırmaya çalışıyoruz. İnşallah illerimiz arasında
kurulan bu göz ve gönül köprüleri Anadolu coğrafyasının
birliği, dirliği, düzenliği ve diriliği için hayırlar
getirecektir. Ben bu birlikteliğe vesile olanları kutluyor
ve sözü Elazığ il Kültür Müdürü Sayın Tahsin Öztürk’e
bırakıyorum
Buyurun Tahsin Bey
Tahsin Öztürk
Sayın Valim, Sayın Rektörüm, Tokat’tan gelen kıymetli
misafirler, şehrimizin kültür ve sanat camiasının kıymetli
mensupları.
Tarihçi Heredot’un yer ile gök arasındaki en güzel coğrafya
Anadolu’dur, diye çok güzel bir sözü vardır. Gerçekten
ülkemiz her anda dört mevsimi yaşayan iklim şartlarına
sahiptir. Aynı zamanda tarihçiler Anadolu’yu bir kavimler
mezarlığı’na da benzetirler. Bu söz ibret vericidir. Elbette
korku senaryoları içerisinde olacak halimiz yok ama
kaynakları hızla tükenen dünyamızın şu andaki güçlü ülkeleri
bu kaynaklar için gözü dönmüş canavarlar haline
dönüşebileceğini hepimiz biliyoruz. Biz Türkler Anadolu’ya
gelince bu coğrafya da var olanı yok etmeden, ortaya
koyduğumuz maddi ve manevi güzellikler ile 3 kıtayı bezedik.
Bu güzellikler içerisinde Harput’umuz, Elazığ’ımız
Tokat’ımız, Malatya’mız yeşerdi. Bakın illerimizdeki gelenek
göreneklere, el sanatlarına, yetiştirmiş olduğumuz insan
potansiyeline, türkülerimize, Oyalı yazmalar, Onbeşli, Yemen
Türküsü, hepsi neredeyse biri birini anlatır. Bizim dosta ve
düşmana söyleyeceğimiz söz budur işte. Bir olmak, diri
olmak, işi kolay kılmak, tanışmak.
Sanatın ve özellikle şiirin yüreğimizde yarattığı kardeşlik
duyguları ile geçtiğimiz yıl Malatyalı dostlarımızla bir
araya geldik. Gönül sultanları şairlerimiz, yazarlarımız bir
gönül köprüsü kurdular; Sivas’a, Urfa’ya, Malatya’ya,
Simav’a, Tokat’a. Uluslararası Hazar Şiir Akşamları İle Türk
Dünyasına. İşte bu gönül köprüleri bu gün elimizde kalan bu
coğrafyayı geleceğe sarsılmaz bağlarla taşıyacak kalbimizin
ve geleceğimizin mührü olacaktır. Bu mühür Anadolu’nun
sonsuza kadar sahibi olacağımızın teminatı olacaktır.
Tokatlı dostlarımız şehrimize hoş geldiniz sizleri
tanımaktan yüksek bir şeref duyduğumuzu saygı ile arz
ediyorum.
Hadi Önal
Kıymetli misafirler, şimdide Tokatlı gönül dostları adına
Tokat Kent Konseyi Kültür ve Sanat Çalışma Grubu Başkanı
Sayın Remzi Zengin bir konuşma yapacaktır. Konuşmalarını
yapmak üzere Sayın Remzi Zengin’i kürsüye davet ediyorum.
Remzi Zengin
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, Sayın Rektörüm, uzak
ve yakından gelen kıymetli misafirler, sevgili Elazığlılar
ve değerli basın mensupları:
Hepinizi Tokat Kent Konseyi Kültür ve Sanat Grubu başkanı
olarak sevgiyle selamlıyor, Tokattan gönül dolusu sevgi ve
selamlar getiriyorum. Bu arada değerli valimiz Dr. Recai
Akyel’in ve Belediye Başkanımız Doç. Dr. Adnan Çiçek’in de
sevgi ve selamlarını iletiyorum.
Elazığ benim ikinci memleketim sayılır. Çünkü 30 sene önce
askerlik görevimi bu güzel ilde yapmış bulunuyorum.
Şimdi ise 10 Haziran 2008 de ebedi hayata intikal eden Türk
dünyasının kıymetli yazarı “Cengiz Aytmatov’a Saygı”
programı vesilesiyle yine Tokat ve Elazığ’ın kültür elçileri
olarak bir araya gelmiş bulunuyoruz. Ünlü yazarımız
sağlığında Türk Dünyasının birlik ve beraberliği uğrunda
gayret sarf ettiği gibi ölümünden sonrada yine bizim birlik
ve beraberlik içinde bir arada bulunmamıza, adına tertip
edilen bu program dolayısıyla vesile olmuştur. Kendisini
saygı ve rahmetle anıyoruz.
Daha önce Malatya ile birincisinin yapıldığını bildiğimiz
Kültür buluşmalarının ikincisini, “Elazığ-Tokat Kültür
Buluşması” olarak bugün burada gerçekleştireceğiz. Biliyoruz
ki bırakın Türkiye’nin bir ucundan bir ucuna olan kültür
benzerliklerini, bütün Türk Dünyasında Kültür
birlikteliğimizin halen devam ettiği yapılan araştırmalar
neticesinde ortaya çıkmaktadır.
1835 yılında Tokatta bakırcılığın önemine değinen ünlü
seyyah C. Texier şunları yazmaktadır.
“… Tokat, Keban bakır yataklarının ambarıdır. Maden ham
olarak bu kentte işlenmek üzere getirilir. Halkın büyük bir
çoğunluğu bakır eşyalar, büyük tencereler, mangallar, mutfak
kapları yapmakla uğraşır ve bu eşyalarını İstanbul’a kadar
ihraç ederler.” Buradan anlıyoruz ki bundan 170 sene
öncesinden Elazığ-Tokat arasında bir ticaret köprüsü
mevcuttu. Bu ticari ilişkiler aynı zamanda sosyal ve
kültürel ilişkilerin de bir vesilesidir.
Arkadaşlarım birazdan Tokat’ın kültür ve sanatı hakkında
kısa ve öz bilgiler verecekler. Ben sözü kısa keserek başta
sayın valimize, belediye başkanımıza ve hepinize saygılarımı
sunuyor bu programın hazırlanmasında emeği geçen herkese
teşekkür ediyor ve bu kültür-sanat buluşmalarının devamını
diliyorum.
Hadi Önal
Kıymetli misafirler, şüphesiz ki fertlerin ve milletlerin
vazgeçilmezleri, yani olmazsa olmaz değerleri vardır. İşte
bunların başında gelenlerde biri de vatandır. Vatan, her
şeyden önce bir milletin içerisinde yaşadığı coğrafya
parçası; bir devletin sınırları belli olan hâkimiyet
alanıdır. Ülkedir, yurttur.
Vatan: milletin maneviyat ve mukaddesatı, hatıra ve
idealleri, milli kültürü ile bütünleşmiş geçmişi, geleceği
ile birleşmiş coğrafyasıdır. Alınması ve korunması için
milletinin uğrunda kan akıttığı, seve seve canını verdiği
topraktır.
Vatan: hatıralar kadar hayallerin, hasretlerin ideallerin
mekânıdır.
Vatan: geçmişi, hali ve geleceği ile milli kültürün zarfı,
muhafazasıdır.
Vatan: Milleti yalnız geçmişinde değil geleceğinde de
birleştiren en önemli unsurdur. . İşte böyle tanımlıyor
sözlükler, vatanı.
Büyük düşünür Ziya Gökalp’a göre vatan: “Coğrafî sahadan
çok, millî kültürün oluştuğu yerdir. Burada coğrafya ile
millî kültür iç içedir. Buna göre her coğrafya vatan
olmadığı gibi; her millî kültür de coğrafya olmadan tam
olarak vatan olamaz. Ancak her iki unsur arasından birine
öncelik vermek gerekirse, elbette “millî kültür”e öncelik
vermek daha tutarlı olacaktır. O halde vatan fikri,
fertlerin bir bütünleşmesidir. Daha doğrusu, toplumun
toprağa anlam kazandırdığı yerdir.”İşte, vatanını tehlikede
gören vatanın aynı duygularla kavrulu iki ili biri Tokat,
diğeri Elazığ.
Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı
Gidiyom gidemiyom
Az doldur içemiyom
Sevdiğim pek gönüllü
Koyup da gidemiyom
Çanakkale’ye, Kafkasya’ya, Sarıkamış’a, Galiçya’ya ve
Yemen’e giden 1900 doğumlu, yani 15 yaşında askere giden
Tokatlı çocuklar için yazılan ve bestelenen bu şiir insanı
nerelere götürmüyor ki.
Bu güzel türkümüzün hikâyesini Mehmet Emin Ulu’dan
dinleyeceğiz
Mehmet Emin Ulu
Milli Kültürümüzün Ses bayrağını Gönül Burcuna Diken Aziz
Dostlar, Sayın Valim, Sayın belediye başkan yardımcım, Sayın
Rektörüm. Yazdığı eserlerle dilimizi ve kültürümüzü Tanrı
Dağlarının Nirengi noktasından semanın el değmeyen nadide
saraylarına taşıyan Cengiz Aytmatov’un hatırasına
düzenlediğiniz gönül ve kültür buluşması Kutlu Olsun!
Adı kadar aziz, gökkuşağı kadar sevecen, Resulullah yolunun
tozuna bulanmış; aşkı, heyecanı, birliği ve beraberliği,
Harput’un uhrevi havasıyla karıştırarak Türk Ülkelerine, nur
yağmurları gibi bereket bereket dağıtan, soylu dünyanın
güzel insanları! Sizlerle olmaktan, son derece bahtiyarım
Hikâye, 15 Mayıs 1914 Yılında Tokat’ta meydana gelen büyük
bir yangının izleriyle başlar….
Hikâyenin kahramanı Hüseyin, Tahtoba köyündendir. Bu köy,
halen Yörük Köyü olarak merkeze 18 km. mesafededir. Tokat
çevresi ve Yörüklere ait pek çok kültürü muhafaza etmekte
olup, köyde halen çalışır durumda olan su değirmenleri
vardır. Hüseyin, zengin bir köy ağasının oğludur. Çiftlikte
yapılan yarışmalardan birinde, köylüsü Sakar Ali’nin çok
basit bir sebepten dolayı düşmanlığını kazanır. Hüseyin,
bunun farkında değildir.
Tokat merkezde orta halli bir ailenin güzeller güzeli kızı
Hediye’yi, Hüseyin Tokat’ta bağ evinde görür. İlk görüşte
âşık olur. Şehit kızı, Hediye’yi, Beyoğlu Hüseyin annesinden
gelenekler çerçevesinde istetir. Nişan ve düğün bir yıl
sonra yapılacakken bir anda “Seferberlik” ilan edilir. Tokat
halkı, daha yangının yaralarını yeni sarmaya başlarken 1315
doğumlu gençler, askere çağırılır. Hüseyin’le Hediye’nin
nişanı erkene alınır. Tokat geleneklerine göre muhteşem bir
nişan olur. İki sevgili birbirlerine ölesiye âşıktır. Biri
dönmeye, biri beklemeye söz verir…
Hüseyin Yemen’e gider… Zamanla Yemen’e gidenlerin birçoğunun
kara haberi tez gelir. Osmanlı, cephelerde git gide kötü
duruma düşer…
Şehirde asker kaçakları çoğalır. Dağa çıkanlar olur. Asker
kaçakları, Ermeni çeteleriyle birleşip halkı soyarlar,
dağlara kız kaldırırlar. Şehrin içinde ve dışında pek çok
olay meydana gelir.
1.Cihan Harbinde Osmanlı yenilir…
Ermeniler, Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi Tokat’ta da
şımarırlar.
Hediye, yıllarca Hüseyin’den haber bekler. Hüseyin’in
aşkıyla yanıp tutuşmaktadır. Sık sık hayaller görür. Bu
sırada şehirlere bile baskın düzenleyen eşkıyalar,
gelinleri, kızları, kızanları dağa kaldırır. Hediye’nin
yakınları, onu ikna ederek altmış yaşındaki bir yazmacıyla
evlenmesini sağlarlar. Yazmacı Emin, Hediye’yi eşkıyadan
korumak amacıyla almıştır.
Bu sırada Yunanlılar, İzmir’e çıkar.
Atatürk’ün Samsun’a çıkışı halk arasında oldukça ilgi görür.
Yine bu sırada artan çete hareketleri nedeniyle, şehirde
yaşayan Ermeni ve Rumlar arasında ayrılık başlar. Hatta
azgın Ermenilerden bazıları kardeşlerini ölümle tehdit
ederler. Bu konuda kavga çıkar. Yağmalama ve öldürme
olaylarına bazı Ermeni ve Rum vatandaşlar karşı çıkar. Şehir
içindeki ve dışındaki olayları kolordu komutanı ve subaylar
yakın takibe alırlar. Siviller, olayları Yüksek Kahve
denilen bir kahvede takip ederler.
Hediye’nin kocası bir yıl sonra ölür. Vefatına Rum ve
Ermeniler dostları da gelir…
Hediye, dul kalır, oldukça zengindir. Eşkıyalar, bu
zenginliği elde etmek için gecelerce ve günlerce plan
yaparlar.
Eşkıyaların, saklandığı yer: Dünyada bir eşi daha bulunmayan
Ballıca Mağarasıdır.
Erbaa, Avlunlar, Akbelen, Topçam yaylalarında eşkıya ve
Ermeni hareketleri artar.
Bu olaylar, Yüksek kahvede bölük pörçük anlatılarak halka
duyurulur. Bu sırada, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK Tokat’a
gelir. Tokat’ta çeşitli ziyaretlerde ve konuşmalarda
bulunur. Sivas yolunda Gazi Mustafa Kemal’e pusu kurmak
isteyenler, kendi pusularıyla avlanırlar. Bu olayı onur
meselesi yapan eşkıyalar, her yerde azgınlaşır… Yağma
yaparlar, köyleri ateşe verirler.
Bu azgınlık Ermenileri cesaretlendirir. Daha büyük
taşkınlıkların içine girerler. Kendi içlerinde büyük
kavgalar olur. Birbirlerini ölümle tehdit ederler.
Hüseyin, Yemen’de, şehitlerin arasından yarı ölü olarak
kurtulur, savaş esiri olur… Devam eden savaşların getirdiği
fırsatlardan ve Hediye’ye verdiği sözün enerjisinden
faydalanarak, kaçar…
Yemen’den Arabistan’a, Filistin’den Suriye’ye varıncaya
kadar sayısız maceralar, geçirir. Küçük ve karşılık
vermediği aşklar yaşar…
Afganlı Bir Arap Şeyhi, Orta Asya Müslümanlarının Türk
devletine Yardım edeceği haberini ulaştırma görevini
Hüseyin’e verir…
Hüseyin, hareketleri, çabukluğu ve sabrıyla, kılıktan kılığa
girer… Bir zaman sonra yabancılar onun Ünlü Bir Türk Casusu
olduğuna inanırlar.
Beyoğlu Hüseyin, Yemen’le Tokat arasında, özellikle çöllerde
olağanüstü olaylar yaşar… Hayalleri ve rüyaları, Hediye’ye
kavuşma düşüncesi asla onu yalnız bırakmaz…
Tokat’a yakın bir beldede donma tehlikesi geçirir.
Hüseyin, yedi yıl sonra Kahramanmaraş’a, sekizinci yılın
baharında da Tokat’a gelir…
Beri tarafta, Tokat’ta Hediye’yi eşkıyalar kaçırmıştır.
Ermeni çeteleri toplu olarak köylere saldırmaya
başlamışlardır.
Halk perişandır. Buna rağmen şevk ve heyecanla Kurtuluş
Savaşına hazırlanır.
Eşkıyalar, Hediye’yi Ballıca Mağarasına götürmüşler,
hayvanca saldırarak onu hırpalamışlardır.
Uzun bir süre Hediye’yi kullandıktan sonra getirip eski
evinin önüne bırakırlar.
Hediye, bu olaydan sonra çıldırarak ortadan kaybolur.
Hakkında birçok rivayet dolaşır.
Çete kurup dağa çıkan Ermeni ve Rumların yanında; İstiklâl
Savaşına katılacak kadar, vatanı sahiplenip dostça ve
kardeşçe hayatlarını devam ettirmek için askere yazılan Rum
ve Ermeni vatandaşları, hikâyenin üzerinde durduğu önemli
bir motiftir.
Bu vatandaşlardan bazıları halen Tokat’a yaşamaktadırlar.
Hüseyin, Tokat’a geldiğinde Hediye’yi bulamaz. Durumu bütün
ayrıntılarıyla öğrenir…
Silahını aldığı gibi o da dağa çıkar. Hüseyin, eşkıyaları
uzun süre takip eder.
Bir gün eşkıyaları tuzağa düşüreyim derken; kendisi tuzağa
düşer. Ağır yaralanır…
Siyah pelerinli bir silahlı, Hüseyin’i kurtarır. Hüseyin,
ölümle pençeleşirken kurtarıcısının Hediye olduğunu anlar.
Eşkıyalar, yeniden saldırır. Hediye, atıyla uçuruma
yuvarlanır…
Hüseyin, vefat eder… İkisinin ruhları, gökyüzünde buluşur.
Hikâyede olaylar, yan belge ve hareketlerle desteklemiş,
baştan sona “ Ölümsüz Bir Aşk Hikâyesinin” motifleri, soyut
ve somut olaylarla, derinlemesine ifade edilmiştir.
Hey Onbeşli Onbeşli
Tokat yolları taşlı
On beşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı
Gidiyom gidemiyom
Seni terk edemiyom
Sevdiğim pek küçücük
Koyup da gidemiyom
Gidiyom işte ben de
Bir arzum kaldı sende
Ayva olup sarardım
Din iman yok mu sen de
Tokat yolu kaldırım
Düştüm bani kaldırın
Sevdiğimin uğruna
Vurun beni öldürün!
Gidiyom elinizden
Kurtulam dilinizden
Yeşilbaşlı ördek olsam
Su içmem gölünüzden!...”
Hadi Önal
Havada bulut yok, bu ne dumandır?
Mahlede ölü yok, bu ne şivandır?
Şu Yemen elleri ne de yamandır
Eli Yemen’dir, gülü çimendir
Giden gelmiyor, acep nedendir?
Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor, acep ne iştir?
Evet, Tokat’tan onbeşliler Çanakkale’de savaşa giderken
Elazığ’da körpecik evlatlarını Yemen’e gönderiyordu. Yemen
türküsü ve onun hazin hikâyesini bizlere Emekli Albay Elazığ
Lokman Tasalı anlatacak.
Lokman Tasalı
Sayın valim, sayın rektörüm, çok değerli dostlarım. Biraz
önce Tokatlı kardeşim Mehmet Emin Bey onbeşliler türküsünün
hikâyesini anlatırken duygulandık, hüzünlendik. Gözlerimiz
yaşardı. Değerli misafirler bu asil millet vatan sevgisini
ne de güzel yaşıyor bu duyguyu… Bilmiyorum dünyada bu
hislerini böylesine içten, yürekten yaşayan dünyada başka
millet var mıdır? Yüzyılın başlarında bu topraklarda ne
büyük acılar yaşandı, ne hüzünlü ayrılıklar yaşandı. Anneler
ne kadar gözyaşı döktü. Kaç milyon insanımız bu aziz vatan
için canını feda etti, şehit oldu. İşte bu yüzden vatan
bizim için kutsaldır, vatan bizim için değerlidir, vatan
bizim milletimiz için sevgilidir. Tokatlı kardeşlerimizin
Onbeşliler Türküsü, Harputlu kardeşlerinin Yemen Türküsü
aynı hissiyatla ses olup, nağme nağme bütün Anadolu’da nasıl
da yankılanmıştır. Muş’ta, Erzurum’da, Sivas’ta, Ankara’da,
İstanbul’da…
Havada bulut yok, bu ne dumandır?
Mahlede ölü yok, bu ne şivandır?
Şu Yemen elleri ne de yamandır
Eli Yemen’dir, gülü çimendir
Giden gelmiyor, acep nedendir?
Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor, acep ne iştir?
Kışlanın ardında üç ağaç incir;
Kolumda kelepçek, boynumda zincir!
Zincirin yerleri ne yaman sancır
Eli Yemen’dir, gülü çimendir
Giden gelmiyor, acep nedendir?
Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor, acep ne iştir?
Kışlanın ardında sıra söğütler,
Zabitler oturmuş asker öğütler
Yemen’e gidecek bu koç yiğitler
Eli Yemen’dir, gülü çimendir
Giden gelmiyor, acep nedendir?
Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor, acep ne iştir?
Kışlanın ardında redif sesi var
Bakın çantasına acep nesi var?
Bir çüt kondurası, bir al fesi var!
Eli Yemen’dir, gülü çimendir
Giden gelmiyor, acep nedendir?
Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor, acep ne iştir?
Eli Yemen’dir, gülü çimendir
Giden gelmiyor, acep nedendir?
Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor, acep ne iştir?
Kışlanın ardında bir kırık testi
Askerin üstüne sam yeli esti
Gelinlik tazeler umudu kesti
Eli Yemen’dir, gülü çimendir
Giden gelmiyor acep nedendir?
Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor, acep ne iştir?
Çok değerli misafirler, sizleri bu anlamlı türkümüzün işaret
ettiği noktalarda biraz düşünmeye davet ediyorum.
Saygılarımla efendim..
Tokat Kültür Heyeti Keban’da…
Cengiz Aytmatov’a Saygı faaliyeti kapsamında düzenlediğimiz
“Elazığ-Tokat Kültür Buluşması” programına katılmak üzere
Elazığ’a gelen konuklarımız için Fırat TV salonunda yapılan
toplantının ardından Keban’a bir gezi düzenledik. Gezi
programına Tokatlı misafirlerimizin yanı sıra Marmara
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali ve
Fırat Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Ahmet Buran,
Prof. Dr. Ramazan Korkmaz, Yrd. Doç. Dr. Ercan Alkaya.
Elazığlı yazarlar Bedrettin Keleştimur, R. Mithat Yılmaz,
Mahir Gürbüz, Şükrü Kacar, Necati Demir, Nusret Özgen,
Muammer Aksoy, Necati Demir, Av. Doğan Özdal, Tuncer Sönmez
katıldı.
Keban Belediye Başkanı Ramazan Çelik tarafından karşılanan
konuklara Keban Alabalık tesislerinde bir öğlen yemeği ikram
edildi.
Son yıllarda Fırat Nehri’nde yapılan su ürünleri
yatırımlarıyla dikkat çeken bu gelişmelere paralel olarak
ziyaretçi sayısında büyük artış gözlenen Keban ilçesinin
başarılı belediye başkanı Ramazan Çelik ilçede yaşanan bu
olumlu gelişmelerden dolayı oldukça memnun. Konukları
Keban’da ağırlamaktan dolayı büyük bir memnuniyet
duyduklarını ifade eden başkan Çelik yaptığı konuşmasında
şunları söyledi: Çok kıymetli misafirler, Kırgız Türklerinin
yetiştirdiği ünlü yazar Cengiz Aytmatov için düzenlenen bu
anlamlı toplantıya katılımlarınızdan dolayı sizlere teşekkür
ediyoruz. Cengiz Aytmatov edebiyat dünyamızın parlayan bir
yıldızı olarak önemli eserlere imza attı. Bütün dünya onu
yazdığı hikâyelerle, romanlarla tanıdı ve Türk kültür
hayatının gelişmesine katkı sağladı. Ruhu şad olsun. Değerli
konuklar ülkemizin ilk büyük barajı olan Keban Barajı
ilçemizde inşa edildi. Biraz sonra hep birlikte barajı
gezeceğiz. Kıymetli konuklar Fırat Nehri ilçemizin yanı
başından çağlayarak akmakta. Son yıllarda Kebanlı iş
adamlarımız Fırat’ın bu sularında son derece modern
balıkçılık tesisleri kurdular. Bu tesislerimize her geçen
gün bir yenisi eklenmekte bu yatırımlar sayesinde Keban’a
gelen ziyaretçilerin sayısı her geçen gün artmaktadır.
Belediye olarak ilçemizin ihtiyaç duyduğu hizmetleri
yapmanın gayreti içersindeyiz. Güzel hatıralarla Keban’dan
ayrılacağınızı ümit ediyoruz. Dedi. Konuşmaların ardından
Etkinliklere yaptığı katkılardan dolayı gazeteci yazar Şükrü
Kacar tarafından Keban Belediye Başkanı Ramazan Çelik’e bir
onurluk verildi. Heyete daha sonra Keban Barajı gezdirildi.
Yetkililerden baraj hakkında bilgi alan konuklar.
Yaşadıkları güzel hatıralarla Keban’dan ayrıldı.
Manas’tan Aytmatov Anısına Kitaplar
Cengiz Aytmatov’a Saygı etkinlikleri kapsamında Manas’tan
Aytmatov’a Kitaplar adlı toplantı ile devam etti.
Yayınevimiz tarafından basım işlemlerini tamamlanan eserler
için düzenlediğimiz program 3 Temmuz 2008 Perşembe günü
gerçekleştirildi.
Elazığ Öğretmenevi Konferans Salonu’nda Saat: 17.30’da
başlayan toplantıya Elazığ Vali Yardımcısı Kadir Balaban, İl
Milli Eğitim Müdürü Hasan Dal, İl Kültür ve Turizm Müdürü
Tahsin Öztürk, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Emine Gürsoy Naskali, Kırgızistan’dan Cengiz Aytmatov
Akademisi Başkanı Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev, Elazığ
Fırat Üniversitesi öğretim üyeleri: Prof. Dr. Ramazan
Korkmaz, Doç. Dr. Rahmi Doğanay, Yrd. Doç. Dr. Tarık Özcan,
Yrd. Doç. Dr. Sevim Birici, Yrd. Doç. Dr. Çimen Özçam, Öğr.
Gör. Hasan Özçam, Yrd. Doç. Güldeniz Ekmen Agiş, Ahi Evran
Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Salahattin Bekki,
Musa Coşkun İlköğretim Okulu Müdürü Cengiz Ergül;
Tokat’tan Tokat Kent Konseyi Kültür ve Sanat Çalışma Grubu
Başkanı Remzi Zengin, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği
Başkanı Mehmet Emin Ulu, Tokat Kent Konseyi Genel Sekreteri
Ali Polatdemir, Tokatlı yazarlar: Hasan Akar, A.Turan
Erdoğan, Nihat Aymak, Burhan Kurtdan Malatya’dan Nurettin
Gür Ozanoğlu, Gaziantep’ten Mavi Dergisi Genel Yayın
Yönetmeni Mehmet Kara; Elazığlı yazarlar: Şükrü Kacar,
Bedrettin Keleştimur, R. Mithat Yılmaz, Hadi Önal, Saim
Öztürk, Necati Demir, Mahir Gürbüz, Hüseyin Poyraz, Muammer
Aksoy, M. Faik Güngör, Lütfü Parlak, Yücel Çakmak, Nazım
Payam, Zekeriyya Bican, Nusret Özgen, Karani Arda ile
birlikte kalabalık bir davetli topluluğu katıldı.
Sunuculuğunu Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğrencisi
Veysel Karaca yaptığı program, saygı duruşu ve İstiklal
Marşı’nın okunması ile başladı, gazeteci yazar Bedrettin
Keleştimur’un yaptığı açılış konuşmasının ardından Manas
Yayıncılık’ın İnternet Erişim sayfasının tanıtımı yapıldı.
Yayınevimizin iki yılı aşkın bir süreden beri büyük bir
başarıyla gerçekleştirdiği faaliyetler Eğitimci Cengiz
Ergül’ün yürüttüğü titiz çalışmalar sonucunda internet
dünyasına açıldı..
manasyayincilik.com internet sitesinin açılışından sonra
yayınevimiz tarafından basım işlemleri tamamlanan eserlerin
tanıtımına geçildi. Kırgız yazar Prof. Dr. Abdıldacan
Akmataliyev “Yıldırım Sesli Manasçı Aytmatov”, Doç. Dr.
Rahmi Doğanay “Tealî-i İslam Cemiyeti”, Yrd. Doç. Dr. Tarık
Özcan “Tevfik Fikret’in Şiirlerinde Trajik Durum”, Yrd. Doç.
Dr. Selahattin Bekki “Maaday-Kara Destanı”, Yrd. Doç. Dr.
Çimen Özçam Türkiye Türkçesi Gramer Çalışmaları Yrd. Doç.
Dr. Sevim Birici “Bursalı Rahmi’nin Şah ü Geda’sı”, Hasan
Özçam “Milli Kültür Dergisi Dizin Çalışması” Dr. Ali
Albayrak “Cengiz Aytmatov’un Eserlerinde Eski Türk Dini”,
Zekeriyya Bican “Azap Günlerinde Harput-Yemen-Sarıkamış”,
Lütfü Parlak “Yemen”, Yücel Çakmak “Ahcik” Genel yayın
yönetmenliğini Nazım Payam’ın yaptığı Bizim Külliye Dergisi
“Cengiz Aytmatov Özel Sayısı” bu vesileyle tanıtıldı..
Kırgız bilim adamı ve yazar Prof. Dr. Abdıldacan
Akmataliyev’in “Yıldırım Sesli Manasçı Aytmatov” ve
Elazığ’da yaşayan bilim adamı Dr. Ali Albayrak’ın “Cengiz
Aytmatov’un Eserlerinde Eski Türk Dini” adlı eserlerin
Cengiz Aytmatov’la ilgili olması, onu anlatması toplantıya
ayrı bir renk kattı. Yayınevimizin Kırgızistan’dan Elazığ’a
uzanan çizgide Aytmatov’la, Türk kültürünün değişik
konularıyla ilgili eserler yayımlaması, Elazığ’da iki yıl
önce faaliyete başlayan bu güzide kuruluşumuzun Türk Dünyası
ve Türk kültürü için önemini ortaya koyması davetliler
tarafından memnunlukla karşılandı..
Programın son bölümünde onurluk takdimi yapıldı. Elazığ Vali
yardımcısı Kadir Balaban, Kırgız yazar Prof. Dr. Abdıldacan
Akmataliyev ile Doç. Dr. Rahmi Doğanay’a, Marmara
Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali,
Yrd. Doç. Dr. Tarık Özcan ile Yrd. Doç. Dr. Selahattin
Bekki’ye, İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk Yrd. Doç.
Dr. Sevim Birici ile Yrd. Doç. Dr. Çimen Özçam’a, Fırat
Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Ramazan korkmaz Hasan
Özçam, Dr. Ali Albayrak ile Nazım Payam’a, Tokat Şairler ve
Yazarlar Derneği başkanı Mehmet Emin Ulu Lütfü Parlak ile
Yücel Çakmak’a, İl Milli Eğitim Müdürü Hasan Dal, Cengiz
Ergül ile Zekeriyya Bican için hazırlanan belgeleri takdim
etti.
Onurluk belgelerinin verilmesinin ardından programa katılan
şair, yazar ve bilim adamlarının toplu fotoğraf çekiminden
sonra toplantı sona erdi.
Veysel Karaca
Sayın Vali yardımcım, değerli konuklar;
Büyük Türk milletinin siyasi, sosyal, kültürel, ahlaki,
edebi kısaca bütün maddi ve manevi zenginliğini eserlerine
yansıtan, yaşadığı Orta Asya coğrafyasının insanlarının
duygu dünyalarını-sevinçlerini, hüzünlerini, acılarını,
kahramanlıklarını- akıl dünyalarını- tecrübelerini- yazıya
dökerek ölümsüzleştiren; 25 Ekim 2007 tarihinde Elazığ’da,
Türk milleti adına “Türk Dünyası Hizmet Ödülü” ile
onurlandırılan Manas’ın güzel insanı Cengiz Aytmatov, 10
Haziran 2008 tarihinde aramızdan bedenen ayrılmıştır.
Yalnız Türk milletinin değil bütün insanlığın ortak paydası
olan bu kutup yıldızına olan vefa borcumuzu bir parça da
olsa yerine getirmek üzere düzenlediğimiz Cengiz Aytmatov’a
saygı çerçevesinde Manas Yayıncılık’ın düzenlemiş olduğu
“Manas’tan Aytmatov Anısına kitaplar” adlı programımıza hoş
geldiniz.
Programı arz ediyorum
Saygı duruşu
İstiklal Marşı
Açış konuşmaları
Manas Yayıncılık’ın erişim sayfasın tanıtımı
Yazarlar ve eserleri
Plaket töreni ve kapanış
Şimdi sizleri, yüce önder Mustafa Kemal Atatürk, silah
arkadaşları ve aziz şehitlerimiz için saygı duruşuna ve
ardından İstiklâl Marşı’na davet ediyorum.
Programın açılış konuşmasını yapmak üzere gazeteci yazar
sayın Bedrettin Keleştimur’u huzurlarınıza davet ediyorum.
Bedrettin Keleştimur
Sayın Vali yardımcım, Üniversitemizin çok kıymetli
mensupları, kardeş Kırgızistan’dan gelen Prof. Dr.
Akmataliyev, Marmara Üniversitesi öğretim üyesi çok kıymetli
Emine Gürsoy Hanımefendi ve sevgili dostlarımız. Sizleri
saygı ile selamlıyorum.
En büyük mutluluğum, ‘kendisini aşan bir şehirde’ yaşamış
olmamdır. Dün hayal dediklerimizin bugün ‘göz kamaştırıcı
güzellikte’ oluşlarıdır. 1990’lı yıllara doğru birlikte
yolculuk yapalım. Dile kolay, 18 yılın bıraktığı izler o
kadar derinlere işlemiş ki, bu şehrin gönlü büyük, yüreği
büyük, ufku ve gayesi on yıl, yirmi yıl sonrasını görecek
kadar bir büyük basirete sahip.
Şurada, şu daracık diyebileceğiniz salonda tarih dile
gelecek, Özge coğrafyam dile gelecek konuşacak!
Bu diyarın odunu aşktır beylerim. Ocağı gönüldür. Seyri
mekânı Anadolu’dur, balam! Yesevi dergâhındadır kökü.
Sadakat bayrağını asırlarca taşıyan Türk milletine gövdesini
bina etmiştir. Sen sevgi rahlesi Elâzığ’sın! Gönüllerin
fethine memur edilmiş bahtlı ve tahtlı şehrimsin. Şu salon,
ışıl ışıl yanan gözlerdeki parıltılar bizleri daha de
yüreklendiriyor.
Kim derdi ki, 1992 yılında ilk mayası çalınan Hazar Şiir
Akşamları, coğrafyanın ihtişamlı bir rüyası olacak! Tarih
ona konuk olacak. Vefa ve sadakat bayrağı yükseldikçe
yükselecek! Çeyrek asırda, bu şehir destanlarını yazacak.
Kim derdi ki, mütevazı bir kütüphanede yakılan kıvılcım,
gönüllerin kor ateşi olacak! Elâzığ’dan coğrafyamın dört bir
yanına yükselen ses olacak! Ve 2003 yılında, Günışığı
Gazetesinde başlatılarak, Elâzığ’a armağan edilen Türk
Dünyası Hizmet Ödülleri Elâzığ’ın ödülü olarak zirvelere
taşınacak!
Öğretmen Evinin önündeki bu meydan da Cengiz Aytmatov’u
büyük bir heyecanla nefeslerimizi keserek dinlemiştik.
Kükreyen bir Elâzığ vardı. Bağrına bastığı insan, Türk’ün
maşeri vicdanında yerini almıştı.
Buradan şuraya gelmek istiyorum; Şener Bulut kardeşim,
arkadaşlarıyla oluşturdukları edebi mahfile, ‘MANAS’ ismini
verirken bugünleri acaba düşünmüş müydü? Prof. Dr.
Abdıldacan Akmataliyev’in hazırladığı, “Yıldırım Sesli
Manasçı Aytmatov” eserini bir gün kendisinin yayınlayacağını
hesap etmiş miydi? Türk Dünyası Hizmet Ödülünün Cengiz
Aytmatov’a verileceği hiç hesap edilmiş miydi? Bizler buna
‘tesadüf’ veya ‘rastlantı’ demeyiz. Sebepleri halk eden Yüce
Allah’ın bu millete, bu coğrafya insanına en büyük ikramı,
bir ‘tevafuk eser’ deriz.
Kıssalar zincirinden bin bir hisse kendime alırım; Biz
insanoğlunun, “Eli kısa, ömrü kısa, iktidarı kısa, sabrı
kısa” deriz. Ama akıl ve bilgi hazinesiyle kâinat sarayının
efendisi insanoğlu öyle yüceliklere taşınabiliyor ki, en
yüksek dağlar, en derin vadiler, en taşkın dereler bile
karşısında sükût ediyor. Ona gıpta ile bakıyor. Cengiz
Aytmatov ismi, Türk’ü kalemiyle bütün cihana taşıyan bir
yürek, bir büyük bahadır. Asırlara fermanını 154 dilde
okuyacaktı; Geliniz, dinleyiniz. Türk’ün yüzündeki
tebessümü! Aşk parıltılarını!
Bugün bu salonda, Issık Göl’ün esintileri var. Bir büyük
destanın yüreğimizdeki yangınları hiçbir zaman eksilmeyen
mana yüklü hikmet sözleri var.
Tokat’tan gelen kardeşlerim, Malatya’dan gelen can
dostlarım, Gazinin ‘bir tek’ dediği Pertekli sevda
erenlerimiz, sizlerle bir daha birlikte tarihi paylaşacağız!
Aramızdaki, gönül köprüleri büyüyecek! Sevdalarımız, bizleri
bir asil yolculukta buluşturuyor.
Böylesine sıcak bir atmosferde, bütün yüreğini, bütün
sevdalarını sizlere hasreden Manas Yayıncılık, Allah’a
hamdolsun öyle diri, öyle köklü bir şekilde filizlerini
veriyor ki, bugünkü güzelliklerin Cengiz Aytmatov hatırasına
olması bizleri bir büyük gayeye fönlendiriyor!
Başta Abdıldacan Aytmataliyev’in “Yıldırım Sesli Manasçı,
Aytmatov” olmak üzere, Doç. Dr. Rahmi Doğanay’ın “Teali
İslam Cemiyeti”, Yrd. Doç. Dr. Tarık Özcan tarafından
hazırlanan, “Tevfik Fikret’in şiirinde Trajik Durum”, Yrd.
Doç. Selahattin Bekki’nin “Maaday Kara Destanı”, Dr. Çimen
Özçam’ın “Türkiye Türkçesi Gramer Çalışmaları”, Sevim
Birici’nin “Bursalı Rahminin Şah u Gedası”, Hasan Özçam’ın,
“Milli Kültür Dergisi Dizin Çalışması”, Zekeriya Bican’ın
“Azap Günlerinde Harput, Yemen, Sarıkamış”, Lütfü Parlak’ın
“Yemen”, Genel yayın yönetmenliğini Nazım Payam’ın yaptığı
“Bizim Külliye Cengiz Aytmatov Özel Sayısı”, Yücel Çakmak’ın
“Ahçik”
İsmine hayran olduğum, asırlara özümü okuyan destanım MANAS,
bugün Elâzığ’da kendi kökleri üzerinde sürgün veren
MANASÇILARIN var. Gayreti, bir büyük aşka, bir büyük özleme
dönen yüreklerin var. Bu eserler, Aytmatov’a armağandır! Bu
eserler, Yunus’a hediyedir! Bu eserler, Mevlana’ya ithaftır.
Öyle ki, bu eserlerin yazarlarında; ecdada duyulan derin
sadakat vardır. Coğrafyayı bağrına basacak kadar büyüyen
gönül yangını vardır.
Bir MANASÇI kardeşim, Cengiz Ergül, gecesini gündüzüne
katarak MANAS YAYINCILIĞIN ERİŞİM SAYFASINI HAZIRLADI!
Türkiye’de belki de hiçbir yayın evine nasip olmayacak
güzellikte bir tasarım! Şener Bulut kardeşim, elindeki bütün
malzemeleri didik didik etti. Manas Erişim Sayfası, Bu
Şehrin Sosyal Ve Kültürel Çalışmalarının Aynası, İz Düşümüne
Dönüştü!
Ağaç, çiçek ve yeşil! Çimlendirir huzuru, Sökün eder, hayata
gönlüm bir kilim deseninde, dokur sükûtu. Çiçek olur açılır,
Can üstüne, Gün üstüne! . Bugünler, “Dil’de, Fikir’de, İş’te
birlik” günüdür. Gaspıralı’da yanan ateştir. Asırların
nağmesidir. O nağmeler, Aytmatov’un kaleminde Türk’ün her
şeyden evla, âlemi hayranlıklarda bırakan, aşkıdır! Hasrete
susayan dudaklardan dökülen destanıdır!
Elâzığ, tarihin MANASÇILARINI başına tâc etmek için gayret
içerisindedir. Cengiz Aytmatovlara hasret, gönlümüze olan
bir hicretin adı olacak. Şurası bir gerçek ki, İnsanı
kâinata sığdıramazsınız ama kâinatı insanın gönlüne
rahatlıkla sığdırabilirsiniz! ‘Gönül Ereni’ olmak, böyle bir
hasletin ve hasretin ta kendisi değil mi?
Veysel Karaca
Sayın Bedrettin Keleştimur’a teşekkürler. değerli konuklar
bu güzide geceyi sizlerle buluşturan Manas Yayıncılık artık
sanal ortamda da sizlerin hizmetinde olacaktır. Şimdi
sizlere kısaca bu kültür otağının erişim sayfası
tanıtılacaktır. Sayın Cengiz Ergül’ü sizlere erişim
sayfasını tanıtmak üzere kürsüye davet ediyorum.
Cengiz Ergül
Sayın Valim, değerli misafirler,
Bundan tam 13 yıl önce Elazığ’a öğretmen olarak atandığımda
buraya yerleşeceğimi hiç hesap etmemiştim. Beni bu
topraklara bağlayan farklı özelliklere sahip bu şehirdir.
Örneğin Uluslar arası Hazar Şiir Akşamları... Hazar Şiir
Akşamlarının yansımaları o kadar farklı ki ta Karadeniz’den,
memleketim Samsun’dan dalga dalga sesi duyulmakta. Ya Türk
Dünyası Hizmet Ödülleri veya Elazığ Valiliğinin başlatmış
olduğu Elazığ Okuyor kampanyası… Bu tür etkinliklerin olduğu
kaç şehrimiz var ki?
Sizlere elimden geldiği kadar Manas yayıncılığın resmi web
sitesinin tanıtımını yapacağım. Web sitemiz Elazığ Kültürü
için bir mihmandar vazifesi görüyor ve Elazığ Kültürel
varlığını ülkemize ve bütün dünyaya tanıtmak için büyük bir
vazifeyi ifa ediyor. Manas Yayınevi web sitesi türünün ilk
örneğidir ve farklı bir konsepte hazırlanmıştır, hiçbir
ticari kaygı düşünülmeden sadece kültürel amaç
hedeflenmiştir. Sizlerden şunu rica ediyorum lütfen manas
yayınevinin web sayfasının tanıtımını yapınız. Önümüzdeki
yıllarda bu sitedeki haber ve fotoğrafların tarihi bir
vesika taşıyacağını bilmenizi isterim.
Manas Yayıncılığın kurumsal kimliğini yansıtan web sitesi
ondört ana bölümden oluşmaktadır. Yayınevinin kurumsal
kimliği ile ilgili bilgilere hakkımızda bölümünü ziyaret
ederek ulaşabilirsiniz. İletişim bilgilerinin yer aldığı
bölüm oluşturulduğu gibi kitap siparişinin online
yapılabileceği bir modül de oluşturulmuştur.
Ana sayfada yayınevinin tüm kitaplarına ulaşabilir, kitaplar
hakkında açıklamaları ve gerekli diğer bilgileri elde
edebilirsiniz. Yazarlar bölümüne özel bir önem verdik.
Sitemiz üzerinden yayınevimizden eserleri çıkan tüm
yazarlarımız tanıtma gayreti içerisinde olduk.
Zamanla geliştireceğimiz foto galeri bölümünde tüm
faaliyetlerimiz ile ilgili geniş bir fotoğraf arşivine
ulaşmış olacaksınız. Basında Manas bölümünde yayınevi ile
ilgili yerel ve ulusal basında çıkan tüm haberlere
ulaşabileceksiniz.
Manas yayınevi kültürel faaliyetlere özel önem veren bir
kuruluştur. Türkiye’de hiçbir yayınevinin yapmadığı kültürel
faaliyetleri yapmış, ülkemiz sınırları dışında bile ses
getiren faaliyetler düzenlemiştir. Tüm faaliyetler ile
ilgili bilgi ve fotoğraflara faaliyetler bölümünden
ulaşabilirsiniz.
Manas yayınevinin web sitesinin tanıtımını yapacağınıza
yürekten inanıyor, hepinize saygılarımı sunuyorum.
Veysel Karaca
Bugün bedenen aramızda olamayan Cengiz Aytmatov’un dünyaya
geldiği topraklardan bir misafirimiz var. Prof. Dr.
Abdıldacan Akmataliyev ilk tanıtacağımız kitap olan
“Yıldırım Sesli Manasçı Aytmatov” işte bu güzel insan Prof.
Dr. Abdıldacan Akmataliyev eseridir.
Yazar Akmataliyev; 1956 yılında Kırgızistan’da doğdu. 1977
yılında Kırgız Devlet Üniversitesi filoloji bölümünü
bitirdi. 1992’den bugüne kadar milli ilimler akademisi’nin
manas ve milli halk araştırmaları şubesinin başkanlığını
yapmaktadır.
1977-1978’de Oş Pedagoji Enstitüsü’nde çalışmıştır. 1979’dan
beri de Kırgız İlimler Akademisi’nde çalışmaktadır. Yirmi
dört monografisi, otuz beş kitabı, yedi broşürü, dört yüz
yirmi dört ilmi makalesi bulunmaktadır. Kitapları
İngilizceye, Almancaya, Fransızcaya, Türkçeye, Rusçaya,
Çinceye, Kazakçaya ve Japoncaya çevrilmiştir.
Manas destanı ve halk edebiyatı ile ilgili problemler,
şairler antolojisi, edebiyatın etkisi ile ilgili meseleler,
edebiyat-tarih ilişkisi, Kırgız geleneklerinin sözlü halk
edebiyatındaki yansımaları gibi konular çalışma alanını
oluşturmaktadır. Akmataliyev, Kırgızistan Gazeteciler ve
Yazarlar Derneğinin üyesidir. Akmataliyev, Cengiz Aytmatov
Akademisi başkanlığını yürütmektedir.
Kendilerini yazmış oldukları “Yıldırım Sesli Manasçı
Aytmatov” adlı eserini tanıtmak ve konuşmalarını yapmak
üzere kürsüye arz ediyorum.
Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev
Sayın arkadaşlar! Ben Kırgız halkı ve kendi adıma Elazığ’da
Cengiz Aytmatov adına düzenlediğiniz bu toplantı için
hepinize çok teşekkür ediyorum. Elbette, benim burada Cengiz
Aytmatov adına bir konuşma yapmam oldukça zor ve bana ağır
gelen bir durumdur. Onun burada kendisinin konuşmasını
isterdim. Ben uçakla gelirken 24-25 Ekim tarihinde Elazığ’da
geçirdiğim günleri hayal ederek geldim. Elazığ onun gönlünde
en önemli yeri edindi. Öncelikle halkın ilgisi,
misafirperverliği ve sevgisi onun ilgisini çekmişti.
İkincisi bu Elazığ’da onun adına bir güzel park düzenlendi.
Aytmatov’un ölüm kırkı henüz gelmeden onu sizin burada
toplanıp anmanız gerçekten güzel bir davranış. Sizler
Aytmatov’u çok seviyorsunuz.
Dünya edebiyatında birçok yıldız var. Bu yıldızlar arasında
Aytmatov çoban yıldızı gibi daima parlayacaktır. Onun
söylediği her söz gelecek için yol gösterici olacak, gelecek
nesilleri eğitecektir. Aytmatov, Türk Dünyasının bir
kimliğidir. Bu müşterek kimliğimizi saygıyla anıp gelecek
nesillere duyurmamız gerekir. Ben, buraya, Elazığ’a her yıl
gelmek isterim diyen Aytmatov’un o sözlerini hissediyor ve
ağlamak istiyorum.. Ruhu hepinizden razı olsun. Yattığı yer
rahat olsun. Mekânı Cennet olsun.
Manas Yayınevi tarafından basılan Yıldırım Sesli Manasçı
Aytmatov adlı bu kitapta Cengiz Aytmatov’la ilgili yazdığım
makalelerin bir araya topladık. “Cengiz Aytmatov” başlıklı
birinci makalede Cengiz Aytmatov’un babası Törekul Aytmatov,
annesi Nagime Hamzayevna Aytmatova ve kendisinin kısa bir
hayat hikâyesi bulunmaktadır. Yazının devamında Cengiz
Aytmatov’un çocukluğu, gençliği, yazarlığı, eserleri ve
eserlerini yazmasını hazırlayan şartlar hakkında bilgi
verilerek, edebî şahsiyeti değerlendirilmiştir.
“Tüm Dünya Cengiz Aytmatov Törenlerini Büyük Bir Coşkuyla
Kutluyor” başlıklı ikinci yazıda ulusaldan evrensele
yükselen Cengiz Aytmatov’un tüm dünyada gördüğü kabul
anlatılmakta ve dünyanın çeşitli yerlerinde adına düzenlenen
çeşitli tören ve anma programları anlatılmaktadır.
“Yıldırım Sesli Manasçı: Aytmatov” başlıklı üçüncü yazı,
Cengiz Aytmatov adına düzenlenen ve Elazığ’da
gerçekleştirilen 15. Hazar Şiir Akşamlarına ayrılmıştır.
Cengiz Aytmatov’un da bizzat iştirak ettiği bu toplantı
boyunca gerçekleştirilen etkinlikler etraflıca anlatılmış ve
Aytmatov’un Elazığ halkına karşı duyduğu samimî duygular ile
Türkiye ve Türk insanı hakkındaki olumlu izlenimleri dile
getirilmiştir.
Dördüncü bölüm “Aytmatov Uzayı – İnsan ve Alem...” başlığını
taşımaktadır., bu yazımda da Aytmatov’un “Kassandra Damgası”
adlı romanını inceledim ve bu romandan hareketle Aytmatov’un
fikri yapısını, evrensel düşünce biçimini, insanlığın
geleceği konusunda duyduğu endişeleri yazıya aktardım..
“Evren, İnsan Ve Pars” adlı beşinci bölümde Cengiz
Aytmatov’un eserlerinde hareketle düşünce yürütme
kapasitesinin genişliği ile derinliği, çok yönlü olması,
milli çerçeveyi bozmadan evrensele ulaşabilmesi “alem” ile
“insan”ı birleştirerek bir bütünlük haline getirmesi, onları
ayrılmaz birer parça olarak ele alması, dünya genelini
ilgilendiren sosyal-siyasi, felsefi, psikolojik, ahlaki,
ekolojik problemleri tam olarak estetik tipler yaratarak
bütünleştirebilmesi, ölümsüz konuları yeni düşüncelerle
anlatması ve bunları bir kapta yoğurması eserlerinin dünya
edebi sürecine cesaretle girerek “alem”i gezmesi
anlatılmıştır.
Aytmatov ile ilgili bu kitabımı Türkiye’de basılmasını
sağlayan Manas Yayınevine ve yöneticisi Şener Bulut’a
teşekkür ediyorum.
Aytmatov’un ölümü bana çok büyük bir üzüntü verdi onun için
daha yeni tamamladığım şiirimi sizlere okuyacağım.
AYTMATOV BAR AALAM
TOLUK KÖRÜNÇÜ…
Kuday beret, ar adamga tagdırdı,
Men da ötömün, Sen da ötösüng akırı.
Cer- Enenin kuçagında memirep,
Aalam Alpı Aytmatov da catırı…
Uktap catat, balkim, Erteng oygonoor,
Mifke aylanıp, Simvol bolup toktonoor.
Bir kılımda bir kırgızga meer tüşüp,
Kuday – Taalam elibizdi oylonoor…
Veysel Karaca
Sayın Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev ‘e teşekkür ediyoruz.
Sıradaki kitabımız sayın Doç. Dr. Rahmi Doğanay’ın kaleme
aldığı “Tealî-i İslâm cemiyeti” eseridir.
Yazar Doğanay; 1959 yılında Karaman ili Ermenek ilçesinde
dünyaya gelmiştir. İlköğretimini köyünde tamamladıktan
sonra, Konya-Ereğli-İvriz öğretmen okulu’nu bitirip, 1979
yılında Ankara Üniversitesi dil ve tarih-coğrafya
fakültesi’nde başladığı yükseköğrenimini 1983 yılında
bitirdi. 1985 yılında Fırat Üniversitesi Atatürk ilkeleri ve
inkılâp tarihi okutmanı olarak göreve başladı. Ankara
Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde yüksek lisans
ve doktorasını 1992 yılında tamamladı. 1993 yılında yardımcı
doçent, 2006 yılında doçent kadrosuna atandığı Fırat
Üniversitesi tarih bölümünde akademik hayatını
sürdürmektedir. Türkiye cumhuriyeti tarihi ve ermeni
meselesi üzerine çalışmaları ve milli mücadele, Türkiye
cumhuriyeti tarihi alanlarında kitapları bulunmaktadır.
Buyurun Sayın Doğanay
Doç. Dr. Rahmi Doğanay
Sayın Valim, Sayın Milli Eğitim Müdürüm, Kıymetli
meslektaşlarım, hoş geldiniz. Tarih, toplumların hafızası
olduğu gibi, geleceğe atılacak adımlara rehberlik eden bir
bilimdir. Tarihi tecrübelerinden yararlanmasını bilen
milletlerin geleceğe yönelik hamlelerinde hata yapma
ihtimali azaldığı gibi, tarihten ders çıkarmasını
bilmeyenler için aksi bir durum söz konusu olmaktadır. Türk
milletinin geçmişinde, bizi gururlandıran altın sayfalar
yanında, krizlerin yaşandığı, buhranlı, varlık yokluk
savaşlarının verildiği dönemler de yaşanmıştır. Bunlardan
birisi: Osmanlı Devleti’nin yıkılış sürecinin tamamlandığı
Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden birkaç yıllık dönemdir.
Avrupa Emperyalizmi, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlıyı
yenerek, “şark meselesi”ni çözdüğünü sanır ve bu yolda
planlarını hazırlarken, İstanbul Hükümeti’nin çaresizliği
kabul ederek, geleceğini bir anlamda İtilaf Devletlerinin
insaf ve merhametine bıraktığı bu zamanda, Türk milleti bu
ezilmişliğe karşı çıkarak, makûs talihini yenmek için
mücadele azmiyle ortaya çıkmıştır. Milletin bizatihi ve
bütün olarak giriştiği “Milli Mücadele”, İstanbul
mahfillerinden, bir avuç maceraperestin macerası olarak
tanımlanmıştı. Türk milletinin mevcut şartlarda böyle bir
mücadeleye girmesi, galiplerin daha çok öfke ve şiddetini
çekmekten başka bir şeye yaramayacaktı. Dahası, bunlar
maceralarına milleti de sürüklemek istiyorlardı. Sonuçsuz
bir maceraya girişmek yerine, büyük devletlerden birinin
himayesinde, “ehven-i şer” kabilinden bir çözüme razı olmak
daha gerçekçi bir yaklaşım olarak görülüyordu. Milli
Mücadele boyunca yaşanan Ankara-İstanbul çekişmesi ve
çatışmasının temel sebeplerinden birisi bu tercih
farklılığıydı.
Çatışmanın ikinci ve ideolojik sayılabilecek sebebi ise;
Osmanlı Devleti’nin yerine kurulan Türkiye’nin, cumhuriyet
temeli üzerine kurulu, demokratik sisteme dayanan bir devlet
olarak planlanmış olmasıydı. Çok uluslu, ümmetçi bir
yapıdan, “milli devlet ve milli topluma ” yönelik bir
yapılanma hedef alınmıştı. “Halifelik” makamını da
üstlenerek, hâkimiyetini daha da güçlendiren Osmanlı
Hanedanı ve Ümmetçi ideoloji taraftarları bu durumu
sindirememişlerdi. İşte İstiklal Harbi sıralarında Kuvay-ı
Milliye’ye karşı çıkanlar, hatta bazen taraf olanlar bile,
Halife Sultan’a bağlılık içinde hareket etmişlerdi.
Türk Kurtuluş Savaşı başlarken, Yakınçağ’da Osmanlı dini
çevrelerinde hortlayan ve bir yerde laikliğin
gerekçelerinden olan Ortaçağ Avrupasının ruhbanlık anlayışı,
İslam’ı ve Halifeliği propaganda aracı olarak Kuvay-ı
Milliyecilere karşı kullanmışlardı. Bu karşı çıkışta,
emperyalist ülkelerle işbirliği yapmak gibi bir yaklaşım da
inkâr edilemez ölçüde, açıkça ortaya konulmuştu. Bu
çevrelerce mesele, Türk milletinin varlık yokluk mücadelesi
olarak değil, Halife Sultan’ın hâkimiyet ve otoritesinin
sarsılması, ya da sağlanması meselesi olarak görülmüştü.
Bu cenahta öne çıkan ve kitabımıza konu olan cemiyet, Teali
İslam Cemiyeti idi. İngiliz Muhipleri Cemiyeti ile işbirliği
yapacak kadar Milli Mücadele’ye karşıydı. İttihatçı
düşmanlığıyla yanıp tutuşan ve onlardan rövanşı almak
histerisine tutulan, Hürriyet ve İtilaf Fırkası diğer
müttefikti. Kuvay-ı Milliyecileri İttihatçılıkla ve hatta
Bolşeviklikle suçluyorlardı. Bu çerçevede yaşanan mücadele,
Osmanlı son dönemi fikir akımları arasında yaşanan
çatışmaların uzantısıydı. Devletini ve saltanatını korumaya
çalışan Halife Sultan ile ümmetçi yaklaşımın savunucuları
İslamcılar ve kısmen Osmanlıcılar, dönemin moda akımı ve
yükselen değeri milliyetçiliği savunan Türkçülere karşı
işbirliği içindeydiler. Bu çatışmaların yadırgamamızın
sebebi ise, iç siyasi çekişmelerin milli meselelerin önüne
geçmesidir.
Teali İslam Cemiyeti ve İstanbul Hükümeti bildirilerinin yer
aldığı çalışmamızda, bildirilerin üslubu ve Milli
Mücadele’ye karşı tavırları, bütün açıklığıyla yer
almaktadır. Bu bildiriler yorumsuz olarak, Osmanlıca metni
ile birlikte verilmiştir. Dileğimiz, herkes tarafından
önyargısız, sağduyu içinde bu görüşlerin
değerlendirilmesidir.
Türkiye devleti, laik bir cumhuriyettir. Ancak Türk milleti
dinsiz bir toplum değildir. Herkesin ve özellikle
Müslümanların, Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti
arasında bu kabilden bir ayrım yapması ve kavgalarına İslam
dinini alet etmesi kabul edilemez bir durumdur. Müslüman
kimliğiyle yapılan hataların görmezden gelinmesi gibi bir
ayrıcalık da yoktur. Bu konuda en büyük sorumluluk, bizatihi
Müslümanlara düşmektedir. Duygusal yaklaşımlar ve saf
tutmalar yerine, öz eleştirimizi yapabilmeliyiz. Etiketler
üzerinden teslimiyetçilik ölçüsünde taraf olmamak, ön
yargılı tercihlerle karar vermemek mecburiyetindeyiz.
Bu çalışmanın, tarihten ders çıkarmak adına çabaları ve
niyetleri olanlara, karınca kararınca bir katkıda bulunması
dileğiyle.
Veysel Karaca
Sayın Rahmi Doğanay’a Teşekkür Ediyoruz.
Değerli Konuklar Bu Güzel Gecede Sizlerle Buluşturulacak
Olan Bir Diğer Kitabımız Sayın Yrd. Doç. Dr. Tarık Özcan’ın
“Tevfik Fikret’in Şiirlerinde Trajik Durum” Adlı Eseridir.
Yazar Özcan;
1955 Yılında Yeşilbayır’da (İstanbul/ Hadımköy) doğdu.
İlkokul ortaokul ve lise öğrenimini Elazığ’da tamamladı.
Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü bitirdi.
yurdun çeşitli yörelerinde Türkçe ve Türk Dili Ve Edebiyatı
öğretmenliklerinde bulundu.
1993 Yılında Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk
Dili Ve Edebiyatı Bölümü’ne Öğretim Görevlisi Olarak Atanan
Özcan “İlhan Berk, Hayatı, Sanatı, Eserleri, Şiirin Yapı Ve
Tema Bakımından İncelenmesi” isimli çalışmasıyla yüksek
lisansını 1995 Yılında Tamamladı. 1995 Yılından Beri Ayın
Enstitüde Sürdürdüğü “Oktay Rifat’ın Şiirlerinin Ve
Romanlarının İncelenmesi” isimli çalışmasını 1999 yılında
tamamlayarak doktor unvanını aldı.
2000 Yılından Beri Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü Yeni Türk Edebiyatı Anabilim
Dalı’nda yardımcı doçent doktor olarak çalışmaktadır.
“Şiirin Kıyısında Bir Ömür Nurullah Ataç” isimli eseri 2003
yılında yayınladı.
Buyurun Sayın Özcan
Yrd. Doç. Dr. Tarık Özcan
Sayın Valim, Sayın Milli Eğitim Müdürüm, Kıymetli
meslektaşlarım, bu güzel güne hoş geldiniz. Türk milli
hayatına karşı en büyük borcumuz, milli hayatın
sürekliliğini sağlayan eserler kazandırmaktır. Bugün bu
misyonu üstlenmiş önemli bir kurumumuzun faaliyetlerinin
güzelliğini yaşıyoruz. Ne mutlu bizlere.
Tevfik Fikret, Türk şiir geleneği içerisinde kendisine özgü
düşünce ve şiir iklimiyle dikkat çeken güçlü bir
sanatkârdır. Aynı zamanda çağına tanıklık yapmak bakımından
önemli bir görevi üstlenmiştir.
Biz, bu çalışmamızda insanlığın genel bir durumu olan trajik
durumu ele alarak, Tevfik Fikret’in şiirlerindeki gelişmesi
üzerinde durduk. Tevfik Fikret’in şiirlerindeki kaotik
yapılaşmanın temelinde trafik kırılmaların ağırlıklı bir
yeri vardır. Bunun için onun şiirleri kaosun doğurduğu
trajik bir eylemdir.
Fikret’in devrini aşan söz varlığının unutulmazlığında bu
çelişkilerindeki samimiyeti yatmaktadır. Onun sesinin
duyarlı olmasının temel sebebi de budur. Kısacası devrini
aşan hassasiyetinin temel sebebi de budur. Fikret’in bu
kırılmalarının gerek şahsından gerekse devrinden kaynaklanan
sebepleri bulunmaktadır. Bu nedenle araştırmamız Fikret’in
kişiliğine yönelik önemli sonuçlara ulaşmamızı sağladığı
gibi; devrine yönelik önemli tespitlere ulaşmamızı da
sağladı.
Bu eserin yayın aşamasında yardımcı olan Manas yayıncılığın
değerli yetkililerine teşekkürlerimi arz eder; saygılar
sunarım.
Veysel Karaca
Sayın Yrd. Doç. Tarık Özcan’a teşekkür ediyoruz
Şimdiki kitabımız Sayın Prof. Dr. Salahattin Bekki’nin
“Maaday-Kara Destanı” adlı eseridir.
Yazar Bekki; 13 Haziran 1967’de Sivas’ta doğdu. İlk ve orta
öğrenimini aynı şehirde tamamladı. Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü’nden
mezun oldu. Sivas Türküleri Üzerine Bir İnceleme adlı
çalışmasıyla yüksek lisansını, Altay-Türk Destanı Maaday-Kara,
İnceleme-Metin adlı teziyle doktorasını tamamladı. Gazi
Üniversitesi Kırşehir Fen-Edebiyat Fakültesi’ne Yardımcı
Doçent olarak atandı, 02 Nisan 2003–02 Ekim 2006 tarihleri
arasında Dekan Yardımcılığı görevini Yürüttü. 05 Ocak
2004–02 Ekim 2006 tarihleri arasında Fakülte Kurulu Ve
Fakülte Yönetim Kurulu Üyeliklerinde bulundu. Halen Ahi
Evran Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.
“Baş Yastıkta Göz Yolda-Sivas Türküleri” adlı bir kitabı
bulunan Dr. Selahaddin Bekki, İLESAM üyesi, evli ve üç çocuk
babasıdır.
Buyurun Sayın Bekki
Yrd. Doç. Dr. Salahattin Bekki
Sayın valim, değerli daire müdürleri, Kıymetli hocalarım,
sevgili konuklar. Böyle önemli bir toplantıda aranızda
olmaktan çok mutlu olduğumu söylemek isterim.
Sayın Konuklar,
1991 yılı hem Türk Dünyasındaki siyasi gelişmeler hem de
Türklük bilimi açısından çok önemli bir tarihtir. Bu tarihe
kadar gönülleri birbirine açık olan Türk dünyasının artık
sınırları da ortadan kalkıyordu. Bu gün, gelinen noktada
Türklük adına neleri başardık neleri yapamadık tartışmasına
girmek durumunda değilim. Fakat bu tarihten sonra özellikle
Türkiye’de bilimsel çalışmaların yeni bir boyut kazandığı ve
bu bağlamda destan araştırmalarında bir yoğunlaşmanın olduğu
görülmektedir.
Sınırların ortadan kalkmasıyla Türkiye’ye gelen birçok
değerli bilim adamı elleri boş gelmemişlerdi. Atatürk
üniversitesine davet edilen Doç. Dr. Rıza Halilov, eli dolu
gelenlerden biriydi. Hocam Prof. Dr. Bilge Seyidoğlu,
Müdiresi bulunduğu sosyal bilimler enstitüsünde,
yürütülmekte olan doktora programlarında Rıza Beye hemen
ders vermiş onun birikimini öğrencilerine aktarmasını
sağlamıştı.
Hocam Prof. Dr. Seyidoğlu, Rıza Beyle birlikte Türk Dünyası
Destanları üzerinde yüksek lisans ve doktora öğrencilerini
çalıştırmaya başlamışlardı. 1995 yılında doktora yapmak
üzere Erzurum’a geldiğimde Gülhan Atnur, Ural Batur
destanını Türkiye Türkçesine aktarmaya başlamıştı bile.
Arkasından Başkurt destanlarının devamı geldi. Akbuzat,
Akhak Kola, Kara Yorga, Konur Boğa, Manas’ın Sayakbey
Karaleyev Varyantının Birinci cildi ve Rüstem Han Destanı
üzerinde çalışmalar devam ediyordu. Kendisi de Prof. Babek
Kurbanov ile Yakutların Cangar destanı üzerinde çalışıyordu.
Bana da bugün karşınıza çıkmama vesile olan Maaday-Kara
destanını verdi. Öncelikli olarak Altay Türkçesi ile
yayımlanmış olan destan metninin Türkiye Türkçesine
aktarılması gerekiyordu. Bu konuda en büyük yardımı Doç. Dr.
Rıza Halilov’dan gördüm. Rıza Bey, sadece bana değil
yukarıda adlarını sıraladığım destanların metinlerinin
aktarılmasında da tüm arkadaşlarımıza yardımcı olmuştu.
Hazırlamış olduğumuz eser ortada olduğu için hakkında fazla
bir şey söylemek istemiyorum.
Burada çalışmamız esnasında yardımlarını bizden esirgemeyen
kişilerden bahsetmek istiyorum.
Başta bu eserin ortaya çıkmasında en büyük emeğin sahibi
olan hocam Prof. Dr. Bilge Seyidoğlu’na huzurunuzda teşekkür
ediyorum.
Destan metninin Türkiye Türkçesine aktarılmasında bizden
fazla emek veren ve kıymeti bilinmeyerek Bakû’ye dönmek
zorunda bırakılan çok kıymetli hocam Doç. Dr. Rıza Halilov’a
ne kadar teşekkür etsem azdır.
Ayrıca Doç. Dr. Ekrem Arıkoğlu, Yrd. Doç. Dr. Muharrem
Daşdemir, Yrd. Doç. Dr. Akın Bingöl ve Yrd. Doç. Dr. Cem
Tüysüz’ün de çalışmamıza önemli katkıları oldu kendilerine
de teşekkür ediyorum.
Sayın Valim,
Değerli Konuklar
Yukarıda kısaca değindiğim Erzurum’daki çalışmalara paralel
olarak diğer üniversitelerimizde de destanlar üzerinde ciddi
çalışmalar başlamıştı. Bu çalışmalar 1997’den itibaren
meyvesini vermeye başladı. Yanılmıyorsam Metin Ergun, Alıp
Manaş destanını yayımladı.
Aynı yıl Prof. Dr. Fikret Türkmen başkanlığında “Türk
Dünyası Destanlarının Tespiti, Türkiye Türkçesine
Aktarılması ve Yayımlanması Projesi” hayata geçirildi. Türk
Dil Kurumu bünyesinde devam eden projeden onlarca destan
metni yayınlandı.
Prof. Dr. Sadık Kemal Tural, başkanlığında “Atatürk Kültür
Merkezi” bünyesinde devam eden “Türk Dünyası Ortak Edebiyatı
Projesi” çerçevesinde “Türk Dünyası Edebiyat Metinleri
Antolojisi” adını taşıyan çalışmada da değişik Türk
boylarına ait onlarca destan metnine yer verildi.
Nevzat Kösoğlu’nun Proje yöneticisi olduğu ve Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından desteklenen “Başlangıcından
Günümüze Kadar Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları
Antolojisi adlı yayında da değişik Türk boylarının yine
onlarla ifade edebileceğimiz destanı yayınlandı.
Bu büyük projelerin dışında çeşitli özel yayınevleri
tarafından da hatırı sayılır destan yayınlarının yapıldığını
biliyoruz.
Artık ikinci aşamaya geçmenin zamanı geldi diye düşünüyorum.
İkinci aşamadan yayımlanan destan metinlerinin
edebiyatımızda, güzel sanatlarda kaynak olarak
kullanılmasını kastediyorum.
Öncelikle bu destan metinlerinin çocuk edebiyatı
çerçevesinde değerlendirilmesi geleceğimiz açısından çok
faydalı olacaktır.
Bu destanların çizgi veya animasyon tarzındaki filmlerinin
yanı sıra çocukların seviyesine uygun kitaplar
yayımlanmalıdır diye düşünüyorum.
Yayımlanan bu destan metinlerinin sinemamıza da kaynaklık
edebileceğini düşünüyorum.
Derslerimizde Maaday-Kara’yı okuyan öğrencilerimiz,
seyretmiş oldukları yabancı filmlerde Maaday-Kara’da geçen
birtakım motiflerin birebir geçtiğini söylüyorlar (özellikle
Yüzüklerin Efendisi).
Sinema konusunda yaklaşık iki yıl önce TRT tarafından dört
bölüm halinde Dede Korkut boyları televizyonda gösterildi.
Bu konuda ne kadar başarılı olundu bu tartışılır ama bir
adım olması bakımından önemsemek gerekir.
Biz Türkleri, dünyada yaşayan milletlerden ayıran en bariz
özelliğimiz sözlü kültürümüz. Yüz binlerce dizeden oluşan
Manasımız var. Masallarımız, türkülerimiz, efsanelerimiz
var.
Bizim bunları değerlendirmemiz gerekiyor.
Bu vesileyle hazırladığımız doktora tezini ve bugün burada
tanıtımı yapılan onlarca kitabı yayımlamak gibi çok önemli
bir görevi ifa eden güzel insan Şener Bulut Beyden
hazırlamakta olduğum yeni çalışmamın da basımını
üstleneceğini ümit ediyor, kendisine samimi teşekkürlerimi
sunuyorum.
Son olarak, Şener Beyle tanışmamıza rahmetli kayınvalidemin
rahatsızlığı vesile olmuştu. Bu kutlu kandil gecesinde
kendisine rahmet diliyorum. Bir rahmet de 10 Haziranda
aramızdan ayrılan Türk Dünyasının bilge kişisi Cengiz
Aytmatov’a diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Veysel Karaca
Sıradaki kitabımız Dr. Çimen Özçam hanımefendinin “Türkiye
Türkçesi Gramer Çalışmaları” adlı eseridir.
Yazar Özçam; 1969 yılında Elazığ’da doğdu. Elazığ’da, Şair
Hayri İlkokulu’nda başlayan eğitim-öğretim hayatına, Mehmet
Akif Ersoy Lisesi (ortaokul ve lise)’nde devam etti.
1986–1987 öğretim yılında Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. 1990
yılında mezun olduktan sonra aynı yıl Fırat üniversitesi
sosyal bilimler enstitüsü tarafından açılan yüksek lisans
sınavını kazanarak, Türk dili anabilim dalında yüksek lisans
öğrenimine başladı. 14 Ocak 1991’de, Elazığ İmam Hatip
Lisesinde edebiyat öğretmeni olarak göreve başladı. 5
Ağustos 1992’de ise Fırat Üniversitesi, Fen-Edebiyat
Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümü tarafından açılan
asistanlık sınavını kazanarak araştırma görevlisi oldu.
1994’de başlayan doktora eğitimini, 26 ağustos 1999’da
Şeyhülislam Yahya Efendi, “Nigâristân” tercümesi adlı
doktora tezi ile tamamladı. 2005 yılına kadar öğretim
görevlisi olarak çalışıp, 2005(Ekim) yılında eski Türk dili
anabilim dalında yardımcı doçentliğe atandı. Hâlen bu
görevine devam etmektedir. Evli ve iki çocuk annesidir.
Kaleme aldığı “Türkiye Türkçesi Gramer Çalışmalar” adlı
kitabını tanıtmak üzere Yrd. Doç. Dr. Çimen Özçam’ı
mikrofona davet ediyorum.
Dr. Çimen Özçam
Sayın vali yardımcım, değerli misafirler,
Sözlerime büyük yazar Cengiz Aytmatov’u rahmetle, minnetle,
saygıyla anarak ve kitaplarımızın basılmasında emeği geçen
Manas Yayıncılığa ve özellikle Şener Bulut Beye teşekkür
ederek başlamak istiyorum.
“Türkiye Türkçesi Gramer Çalışmaları” adlı kitabımızı kısaca
şöyle tanıtabiliriz:
Gramer kelimesi, Türk Dil Kurumu’nun 2005 yılında
yayımladığı Türkçe Sözlük’te dil bilgisi, dil bilgisi kitabı
olarak tanımlanır. Aynı sözlükte dil bilgisi ise “Bir dilin
ses, biçim ve cümle yapısını inceleyip kurallarını tespit
eden bilim, gramer” olarak tanımlanmıştır.
Gramer denilen bilimin kapsamı ve ayrıntılarıyla, dil
bilgisi sözcüğünün çerçevesine sığmadığını Agop Dilâçar TDAY-Belleten'de
yayımladığı "Gramer" adlı makalesinde anlatmaktadır.
Dilbilim’in grameri şu şekilde tanımladığını söylemektedir:
"1-Biçim, söyleniş, cümle yapısı, anlam ve sözcük tarihi
bakımından belirli bir düzenlilik gösteren sistemli sözcük
gruplanmalarından meydana gelen dilin, bu yönden
incelenmesi.
2-Belli bir çağda belli bir dilin bu bakımdan incelenmesinin
konusu olan görüngüler ve bunların sistemi.
3-Bu görüngüleri yöneten kurallar.
4-Bu kuralları öğreten ders kitabı.
5-Bir sözün yâda yazının bu kurallara uyup uymama derecesi."
Bu tanımlara göre gramerin yalnız dil bilgisi olmadığını
söyleyen yazar, gramerin bilgiye dayanmayan taraflarının da
olduğunu ifade eder.
1942 yılında toplanan Türk Dil Kurumu Gramer Komisyonunda
dil bilgisi kelimesinin yerine gramer kelimesinin
kullanılması gerektiği savunularak “1942'de yayımlanan
"Gramer Terimleri”nde, Yüksek Gramer Komisyonunun kararıyla,
dilbilgisi'nin yanına gramer terimi de konmuş ve ona öncelik
verilmiştir, 1949'daki "Dilbilim Terimleri Sözlüğü"nde
Dilbilgisi: bakınız Gramer denmiş ve bu konu ile ilgili
tanımlar hep Gramer, Gramer genliği, Gramer kuralı, Gramer
öncesi, Gramer ulamları maddelerinde yapılmıştır.”
Dilâçar, gramer ve dil bilgisi terimlerini aynı anlamda
kullandığımızı, ilkokul gramerlerine dil bilgisi
denilebileceğini, yüksek öğretimde ise gramer teriminin
kullanılması gerektiğini belirtmektedir.
Unutulmamalıdır ki gramer, eğitimde, kültürde, ana dilinin
ve millîliğin korunmasında son derece önemli bir rol oynar.
Ana dili, onu konuşanın dil bilincini belirttiği gibi, onda,
çocukluk çağından başlayarak bir dil duygusu da yaratır. Her
ana dilinde, şimdi olanı geçmişe ve millî geleneklere
bağlayan gizemli bir güç vardır.
Prof. Dr. Zeynep Korkmaz "Gramer Konularımızla İlgili Bazı
Sorunlar" adlı makalesinde gramer hakkında şöyle
der:"Bilindiği üzere bir dilin yazı ve edebiyat dili olarak
iki önemli dayanağı vardır. Bunlardan biri o dilin bütün söz
varlığını içinde toplayan sözlüğüdür. Öteki de dilin
kelimelerini söz haline getiren, o dilin yapı ve işleyiş
kurallarını bir sistem halinde içine alan grameridir. Sözlük
ve gramerler, dili kuşaklar arasında unutulmaktan kurtaran,
onları birbirine bağlayan bağlardır. Gramer aynı zamanda bir
dilin sağlıklı olarak gelişmesinin de anahtarıdır. Bu
bakımdan dil ve kültür varlığımızın korunmasında ve
devamında önemli bir etken durumundadır."
Dil, kültür ve millî varlığın başta gelen öğesi
durumundadır. Gramer de bu öğenin koruyucusu, besleyicisi ve
sağlıklı gelişmesinin temel dayanağıdır. Öyleyse bir dilin
grameri de kültür değerleri ve dil tarihi bakımından o dilin
önemli bir alanını temsil etmektedir. Dil bilgisi, bir dilin
doğru bir şekilde yazılıp okunması ve konuşulması için
gerekli bilgiler verir. Bunun için de en önemli rehber dil
bilgisi (gramer) kitaplarıdır.
İşte biz de bu çalışmamızda milletler için bu denli önemli
olan gramer kitaplarımızı Türk dili açısından değerlendirmek
istedik. Bergamalı Kadri Efendi'nin "Müyessiretü'l-Ulûm"
adlı eserinden başlayarak 2007 yılına kadar yayınlanan
gramer kitaplarımızdan tespit edebildiğimiz Türkiye Türkçesi
ile ilgili gramer çalışmalarını “Türkçe Gramer Çalışmaları”
ve “Yabancı Dillerle Yazılmış Gramer Çalışmaları” şeklinde
sınıflandırıp kronolojik sırayla verdik. Her iki
sınıflandırmada da gramer çalışmalarını, yazarlarının
soyadlarına göre alfabetik sırayla vermeyi uygun bulduk. Yer
verdiğimiz çalışmaların bir kısmı Türkiye Türkçesi dil
bilgisini bütünüyle inceleyen, bir kısmı da gramerimizin bir
yönünü ele alan çalışmalardır. Çalışmamızda gramer hakkında
az da olsa açıklama yapan bazı sözlüklere de yer verilirken,
makalelerden oluşan kitaplar bulunmamaktadır.
Gramer konularının sınıflandırma ve değerlendirilmesinde
Türkçenin kendi yapı ve işleyişine uygun bir yöntem
birliğine varılması dileğiyle, tarihi ve kültürel
değerlerimizi yeni nesillere aktarmayı millî bir görev
addederek bu eseri hazırladık. Böyle bir çalışmada bazı
eksikliklerimiz mutlaka vardır. Bu eksikliklerin, muhtemel
tenkitlerle ve ilerideki çalışmalarla giderilebileceğini
düşünüyoruz.
Bu çalışmanın oluşmasına, hocalarım Prof. Dr. Ahmet Buran ve
Doç. Dr. Ahat Üstüner’in önerileriyle, 1995 yılında doktora
semineri olarak hazırladığım Türkiye Türkçesi ile ilgili
gramer çalışmaları kaynaklık etmiştir. Doktora seminerinden
sonra konuyla ilgili çalışmalara devam edilerek, seminer
çalışması genişletilmiş, tespit edebildiğimiz kadarıyla, bir
araya getirilip-özellikle sahamızda çalışanlar için, toplu
bir bibliyografik çalışma olacağı düşüncesiyle- gayretimiz,
kabiliyetimiz ve bilgimiz nispetinde bu eser meydana
getirilmiştir.
Eserin yararlı olacağı ümidiyle, bu çalışma sırasında yol
gösteren hocalarım Prof. Dr. Ahmet Buran’a, Doç. Dr. Ahat
Üstüner’e, özellikle Rusça kitap isimlerinin Türkiye
Türkçesine çeviriminde yardımcı olan yüksek lisans
öğrencimiz Mehmet Özeren’e ve çalışmamın her aşamasında
yardımlarını esirgemeyen hayat arkadaşım, eşim Okt. Hasan
Özçam’a teşekkür ediyor, sözlerimi Turan Oflazoğlu’nun şu
dörtlüğüyle bitirmek istiyorum:
Zamana karşı seninle korunmaktayız Türkçem.
Senin potanda eriyip, arınmaktayız Türkçem.
En uzak ufuklara seninle kanatlanırken,
Sende soluk alıp sende barınmaktayız Türkçem.
Veysel Karaca
Sayın Yrd. Doç. Dr. Çimen Özçam’a teşekkür ediyoruz. Sizlere
sunulacak bir diğer değerli eser Sayın Yrd. Doç. Dr. Sevim
Birici’nin “Şâh u Gedâ Mesnevileri Ve Bursalı Rahmî’nin Şâh
u Gedâ Mesnevisi” adlı eseridir.
Yazar Birici; Elazığ doğumlu olup ilk ve orta öğrenimini
aynı şehirde Atatürk İlkokulu, Atatürk Ortaokulu ve Elazığ
Lisesi’nde tamamladı. 1979 Yılında Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi, Arap-Fars Dili Ve Edebiyatı Bölümü’nü
bitirdi. Daha sonra Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Türk Dili Ve Edebiyatı Ana Bilim dalında 1996
Yılında Yüksek Lisans, 2004 yılında doktora öğrenimini
tamamladı.
Halen Fırat Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi, Türk Dili
Ve Edebiyatı Bölümü Eski Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalında
Yrd. Doç. Dr. olarak görev yapmaktadır.
Buyurun Sayın Birici
Dr. Sevim Birici
Sayın vali yardımcım, sayın konuklar.
Geçmiş tarihimize baktığımız zaman, yüzyıllar boyunca
Osmanlı Türkçesi’nin ve Osmanlı alfabesinin kullanıldığını
görmekteyiz. Bu alfabeyle yazılmış birçok eserin mevcut
olduğu da muhakkaktır.
16. Yüzyıl Şairlerinden Bursalı Rahmî de, tanıtmaya
çalışacağımız Şâh u Gedâ adlı eserini Osmanlı alfabesiyle
yazmıştır. Bu Yüzyılda Şairlerin gazel ve kaside alanındaki
başarılı eserleri yanında, mesnevi alanındaki eserleri de
dikkat çekmektedir. Şairlerimiz İran Edebiyatından
yaptıkları tercümeler yanında İran Edebiyatından alınan şiir
malzemelerine Türk gelenek ve yaşam tarzına uygun duygu ve
düşüncelerini ekleyerek yeni eserler ortaya koymuşlardır.
Rahmî ise eserinde şunları söyleyerek,
Câme-i köhneden olup ârî
Geydi bir hoş-kabâ-yı zerkârį
( B.1714 )
Gül gibi geydi Rûmiyâne kabâ
Oldı bir dil-ber-i cihân-ârâ
( B.1715 )
...........
Gerçi yok halka-i zarr ile nef’im
Oldı her beyti zâde-i tab‘ım
( B.1729 )
H. 943-945 tarihleri arasında yazmış olduğu Şâh u Gedâ
mesnevisin kendi eseri olduğunu, ona şahsi damgasını
vurduğunu savunuyor.
Hilâlî-i Çağatâyî’nin Şâh u Gedâ Mesnevisinin konusu doğu
edebiyatında özellikle İran edebiyatında çok işlenmiş
konulardan olan “aşk”tır. Şâh u Gedâ arasındaki aşk mesnevî
nazım şekli içerisinde hikâye edilmiştir.
Bursalı Rahmî Şâh u Gedâ mesnevîsinin konusunu Hilâlî-i
Çağatâyî’nin Şâh u Gedâ mesnevisinden almıştır. Ancak
eserinde bayağılığa düşmeden, maddi zevklerin üzerine
çıkarılmış bir aşk macerasını olağanüstü tasvirlerle
süsleyerek ve mesnevîsine “aşk” la ilgili bir bölümü de
ekleyerek işlemiştir.
Eserin adı bazı kaynaklarda Şâh u Gedâ, bazı kaynaklarda ise
Şâh u Dervîş olarak geçmektedir. Bu da Rahmî’nin eserine ne
isim verdiğini açıkça belirtmemiş olmasındandır. Eserin bir
yerinde şair,
Bilmek istersen ‘aşk hâletini
Dinle Şâh u Gedâ hikāyetini
( B. 323 )
diyerek “Şâh u Gedâ” ismini kullanmış, ancak bütün
başlıklarda “Gedâ” dan “Dervîş” olarak bahsetmiştir.
Hikâyeye İsmini veren Kahramanlar Şâh Ve Gedâ’nın Kelime
Anlamları ise şöyledir:
Şâh ve Gedâ mesnevisinde birinci derecedeki kahramanlardan
birisi güzelliği ön planda tutulan Şâh’dır. Kelime anlamı
olarak Şâh: Hükümdar, padişah demektir. Kahramanlar
olağanüstü özelliklere sahiptirler. Şâh o kadar güzeldir ki
Gedâ onu görür görmez aşık olmuştur. Şâh’ın güzelliği
olağanüstü özellikleriyle tasvir edilmiştir.
Bursalı Rahmî Şâhı tasvir ederken bazı benzer fiziki
tasvirler yanında farklı yönlerden de tasvirler eklemiştir.
Şâh’dan bahsederken “öyle bir ay ki âlemi aydınlatan bir
güneş, boyu bahçe selvisi, elbisesi gül bahçesinin gülü
gibi. Başına şâhlık tacı giymiş yüzünün ışığı ayın şulesini
mahveder” demekle bir padişahın tacıyla, kıyafetiyle
görünüşünü, gücünü canlı bir şekilde tasvir etmiştir. Her
sözü, gizli sırrın rumuzu derken yine şâhlık için gerekli
olan özelliklerden birine daha sahip olduğunu
belirtmektedir. Kaleminin kudretinden, ehl-i niyaz yolu
üzerinde toprak oluşundan söz eder. Şâh’ın gerek idari gerek
sanat yönünden güçlülüğünü ve bu güçlülüğü yanında niyaz
ehli olduğunu dile getirir. Şirin ağzından, ışık saçan
yanağından, gülünce İsa gibi ölüyü diriltmesinden, ağzından,
inci dişlerinden ve parmaklarından bahseder. Ayrıca ok ve
yayı iyi kullandığını, birçok şāh ve melikzādenin onun
kölesi olduğunu söyler. Bunu söylerken de şāhlığının idari
gücünün büyüklüğünü dile getirmiştir.
Hikâyenin ikinci kahramanı Gedâ’dır. Mesnevilerin bazı
yerlerinde Gedâ, bazı yerlerinde Dervîş olarak geçmektedir.
Gedâ; dilenci, yoksul, köle anlamlarında kullanıldığı gibi
Dervîş de tarikat mensupları hakkında kullanılan bir
tabirdir, fakir yoksul hatta dilenci manalarında da
kullanılır. Tasavvufda “ﺵﻳﻭﺭﺩ” kelimesininin “ﺩ” harfinin
dünyayı, “ﺭ” harfinin riyayı, “ﻭ” harfinin varlığı, “ﻱ”
harfinin yalanı, “ﺵ” harfinin şehveti terk etmeyi remz etmek
olarak geçmektedir ( Çelebioğlu, 1998:601 ).
Rahmî Çelebi: Gedâ’yı “Çin ülkesinde hırkası yırtık, gönlü
yaralı bir dervîş vardı. Âlemin bütün bağından kurtulmuş,
fakat aşk bağına düşmüş. Gerçi aşk ile mukayyed idi, mutlaka
cevher-i mücerred idi. Yokluk ve dervîşlik yolunu seçmiş,
vücudu ayn-ı beka olmuş idi. İnsanlardan uzaklaşıp, vahşi
hayvanlarla ahbaplık ederdi. Görünüşte gerçi o gedâ idi,
mana mülküne padişah idi. Âlemin halkından istigna etmiş
olup, ona şâh ve gedâ aynı idi. Aşk hırkası onun alameti,
aşk acısı onun diyarı idi. Lale yanaklılar yolunda toprak
olmuş, hırkası gonca gibi yırtılmış. Bazen ayna gibi keçe
giymiş (örtünmüş) olurdu, aşka işaretlerin görünüşü olmuştu.
Aşk yoluna gidenin rehberi idi, mihnet yoluna yol kesmiş
idi. Meskeni dağ menzili sahra, bazen Ferhad olurdu bazen
Mecnun. Halkla işi aşk u meşk idi, sözü gönülde aşk olmuş
idi. Sinesi yaralı, sahra lalesi gibi âlemin halkından
ayrılmış. Sinesi aşk yarasına sahip, çehresi aşk lalezarı
idi. Selvi boylular yolunda gönül vermiş, gölge gibi güçsüz
ve düşkün. Sevgilinin kaşı gibi boyu hayal, hilal gibi zayıf
ve sarı idi ”. Diye tasvir etmektedir.
Rahmî görünüşte onun Gedâ olduğunu aslında mana mülkünün
padişahı olduğunu, bütün halktan istiğna ettiğini ve onun
nazarında şâh ve gedânın aynı olduğunu söyler. İşinin aşk
olduğunu vurgular, aşk yarasından vücudunun güçsüz olduğunu
söyler.
Çin ülkesi misk’in vatanıdır. Ahuların çok olduğu bu
ülkedir. Güzel kokulu olan bu madde Çin’de yetişen ahunun
göbeğinden elde edilmektedir. Hikâyede Gedâ ahularla dost
olmuştur, hatta onların içinde güzel yüzlü bir ahuya meyli
olmuş, daha sonraları onu Şâh onu avlamak isterken
kurtarmış, ahu da onların buluşmalarına vesile olmuştur.
Aynı zamanda uzaklığı sebebiyle de kullanılmıştır. Gedâ
halkın eziyetinden uzaklaşarak dağı mesken tutmuştur,
halktan kaçış, Allaha yakınlık görülmektedir. Menzilinin
sahra oluşunu söylemekle de bir bakıma ruhanî âlemi
kastetmiştir.
Şâh U Gedâ Mesnevisi’nin Özeti
Tevhîd bölümünde şair Allahın yüceliğinden ve bütün varlığın
onun kudreti dâhilinde olduğundan bahsederken, Allahın
sıfatlarını şerh etmeğe insan aklının aciz kaldığını
belirtir. Kıyamet günü rüsva olmamak için Resul’ün şefaatini
diler.
Münâcât bölümünde Allaha yalvarıp yardımını diler, her ne
kadar günahkar isem de rahmetin boldur diyerek affına
sığınır. Allahtan kendisine doğru yolu bulması için yol
göstermesini ister, mā-sivādan kurtulması için Allah’a
yalvarır.
Na‘t bölümüne Hz. Peygamberin övgüsüyle başlanmıştır. Onun
kâinatın yaratılış sebebi olduğu ifade edilmiş, sıfatları
sıralanmış ve şefaati dilenmiştir. Bu bölümün sonunda dört
halifeye övgü vardır. Onların irfan sahibi oldukları, dini
tam olarak yaşattıkları, islamın onlarla daha da yayılıp
şeref bulduğu söylenmiş onlara Allah’tan rahmet dilenmiştir.
Sebeb-i Nazm-ı Kitāb bölümünde gül bahçesinin uzun bir
tasviri yapılmıştır. Şair bütün dostlarının gül bahçesinde
zevk ve safada otururken kendisinin gözü yaşlı uzlet
köşesine çekilmek istediğinden bahseder. Dostları aşk
bezminin çerağını uyarması gerektiğini, aşk konusunu
işlemesini söylerken bir eser yazıp zamanın padişahına
sunmasını tavsiye ederler. Şair bunun üzerine mesnevisini
yazmaya başlar. Bu bölümün sonunda zamanın padişahı Kanûnî
Sultan Süleymân’ın övgüsüne yer verilmiş ve dua ile
bitirilmiştir.
Bu bölümden sonra “ Sıfat-ı ‘Aşk-ı Âlem-ârâ ki Zîver-i
Kainât ve Sebeb-i Zuhur-ı Mümkinât est ve Şahîd-i Hakâyık ki
Der Âlem-i Kevn Cilve-nümâyân est Serây-ı u Mî reft ”
başlığıyla aşkın özelliklerinin ve keyfiyetinin anlatıldığı
bir bölüm yer almıştır. Şair bu bölümde aşkın özelliklerini
sıralarken, aşkın keyfiyetini anlamak için eserinin okunması
gerektiğini söyler.
Şair hikâyeye Vasf-ı Hâl-i Dervîş başlığı ile Dervîş’i
vasfederek başlar. Gedâ gezerken güzel bir saray görür.
Sarayın tasvirinden sonra Gedâ’nın Şâh’ı görmesi ve Şâh’ın
tasviri vardır. Gedā Şāh’la karşılaştığı vakit onun
güzelliğine hayran kalır, Gedâ’nın aşk halini gören Şâh bu
kararsız durumunun sebebini sorar, her ne vasıtayla ona
hitap ederse de Gedâ hayretinden cevap veremez. Aşk Dervîş’i
şaşkın eder aşkın sırlarıyla hayran olup nice zaman saraya
bakar. Onun bu bakışını halk dedikodu eder. Şâh sarayına
azmedince sefil ve perişan olan Gedâ Şâhın oturduğu yerde
inleyerek şaşkın ve yalnız kalır.
Şâh eğlenirken Gedâ Şâh’ın manzarasına karşı yalnız ve
şaşkın Şâh’ın sarayına bakar, Şâh gecenin şarabını çekerken
Gedâ âşıklık ahı çeker. Şâh güzellerle eğlenirken Gedâ’nın
ahı kulağına ulaşır. Ahın geldiği tarafa bakınca Gedâ’yı
görür ve ona gamlanıp ıstırap etmemesini söyler “Sabah
olunca ben güvercinleri seyretmek için damın köşesinde iken
sen benim yüzümü seyret” diyerek Gedâ’nın ıstırabını teskin
eder. Şâh güvercinlerle oynarken Gedâ da dama bakıp gönül
derdini hafifletir.
Rakibe Şâh’ın Dervîşe meylettiğini söylerler, rakip bu hale
vakıf olunca kızgınlıktan Gedâ’yı Şehrin çocuklarına
taşlatır, Gedâ bir mağara köşesini mesken tutar.
Şâh’ın bir güvercini vardır, bir gün Dervîş’in başına iner,
Gedâ halini anlatan bir mektup yazıp güvercinin ayağın
bağlar. Güvercin mektubu Şâh’a ulaştırır, Şâh mektuba
bakınca Gedâ’nın haline vakıf olur, kendisini ona göstermek
ister. Şehirde genç, yaşlı herkesin meydanda toplanması için
duyuru yaptırır. Bunu duyan Gedâ gidip meydanda yer tutar.
Şâh âlemi seyrederken Dervîş tarafına bakar, ansızın bir
köşeyi vatan tutmuş olan Gedâ’yı görür. Gedâ Şâh’ın
güzelliğine bakınca ah edip yola düşer. Şâh Dervîş’in
inlemesine dönüp o tarafa bakar, hedefe ok atar gibi hemen o
tarafa meyleder. Gedâ Şâh’la yüz yüze gelince şevkten aklını
yağma eder.
Nice gün padişah Dervîş’e karşı cilve ve naz eder. Şâh atını
hangi tarafa salsa, Gedâ ah ve figân ederdi. Şâh’ın atı
gezince Gedâ meydanı devredip, gözyaşıyla meydanı tamamen
sular. Onun bu hallerini görenler acır. Şaşkınlığını kimi
sarhoş, kimi zayıf âşık, kimi deli diye yorumlarlar. Kimisi
Şâh bu kötü istekliye meyletti diye kınarlar, dedikodu
olunca rakip bu hale vakıf olur. Gedâ’yı öldürmek ister,
ancak Şâh bir daha yüzüne bakmaz diye korkar ve bir hile ile
Dervîş’ten ayırmayı düşünür ve Şâh’ı ava götürmeye ikna
eder. Gedâ sahraya düşer, ahularla karar kılar, nice zaman
Ferhad gibi dağlara düşer, rahatını tarumar edip dağı mesken
eder. Vahşi hayvanlarla arkadaşlık eder. Ahular içerisinde
narin güzelliğe sahip bir ahu vardır, Gedâ’yla çok iyi dost
olur.
Bir nevruz zamanı Şâh törenle ava gitmek ister, avlanırken
Gedâyla dost olan ahunun peşine düşer, ahu önde Şâh arkada
Dervîş’in makamına varırlar. Ahu gidip Gedâ’nın eteğinin
altına saklanarak Şâh’ın kılıcından kurtarılmasını ister.
Daha sonra Şâh Gedâ’nın halini sorar, Şāh ne sorarsa o
cevabını verir. Şâh ona duasının makbul olduğunu bildiğini
söyleyerek, padişah olması için dua etmesini ister. Gedâ da
Şâh’a eğer padişah olursa ihsanının ne olacağını sorar, Şâh
bunun üzerine parmağından bir yüzük çıkararak ona verir ve
padişah olduğu zaman yüzüğü işaret olarak getirmesinin
yeterli olacağını söyler. Asker ordusunun bu meseleden
haberdar olmaması için bu ulaşma süresini uzatmak istediği
halde uzatamaz. Gedâ’ya veda eder ve kendi grubuna ulaşır.
Gedâ yine yalnız kalır.
Gece Şâh’ın meclisi hazırlanır, herkes eğlenir, Gedâ Şâh’ın
çadırını seyreder sabaha kadar eğlence devam eder, meclis
ehli badeden mest ve harap olup uyuyunca Gedâ da inleyerek,
gamlı olarak eski makamına gider. Nice zaman Şâh’ı tepeden
seyreder.
Şâh ava azmedince babası hastalanır, onun emriyle Şâh’a bir
mektup yazıp ulaştırırlar. Şâh babasının mektubunu görünce
bütün yük ve çadırı toplayıp geri gelirler. Babası ona
nasihatte bulunur ve ölür. Şāh padişahlık tahtına oturur,
Dervîş bu hallere vakıf olunca saraya gelir ve yüzüğü Şâh’a
gönderir. Gedâ Şâh’ın sarayına ayak basınca, rakibin canı
vücudundan ayrılır.
Nice gün Şâh’la Dervîş birlikte yaşarlar, Şâh Dervîş’le
beraberken ülkeye düşman askeri ulaşır. Rakip bu hikâyeden
haberdar olur ve bu musibetin kendilerine Gedâ’dan dolayı
geldiğini söyleyerek Şâh’la Gedâ’yı ayırır.
Şâh düşmanla savaşırken Gedâ ellerini kaldırıp dua eder,
savaş kazanılır rakip helak olur. Şâh gece rüyasında arif
bir kişiyi görür, o kişi Şâh’a savaşı Gedâ’nın dualarından
dolayı kazandıklarını ve onu ayrılık derdinden kurtarmasını
söyler.
Şâh uyanınca Gedâyı has mahremi eder, ölünceye kadar
birlikte yaşarlar.
Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
Veysel Karaca
Sayın Yrd. Doç. Dr. Sevim Birici’ye teşekkür ediyoruz.
Değerli konuklar sıradaki tanıtımımız sayın hocamız Hasan
Özçam’ın “Milli Kültür Dergisi Dizin Çalışması” adlı
eseridir.
Yazar Özçam; 1968 Tarihinde Antalya’da doğdu.. İlk tahsilini
Mehmet Akif Ersoy İlk Okulu, ortaokulu Merkez Orta Okulu ve
lise tahsilini ise, yine Antalya’da Çağlayan Lisesinde
okuyarak tamamladı. 1986 yılında girdiği Fırat Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili Ve Edebiyatı bölümünden
1990 yılında mezun oldu. Aynı yılın aralık ayında, Artvin,
Borçka İlçesi Camili Kasabası’nda Türk Dili Ve Edebiyatı
öğretmeni olarak göreve başladı.
1991–2000 yılları arasında Elazığ Mehmet Akif Ersoy
Lisesinde Türk Dili Ve Edebiyatı öğretmeni olarak görev
yaptı.
1993 yılında başladığı yüksek lisans çalışmasını "Nahit
Sırrı Örik, Hayatı-Edebi Şahsiyeti Ve Eserleri " Adlı Tezle
Tamamladı.
2000 yılından beri Fırat Üniversitesi, Fen-Edebiyat
Fakültesi, Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümünde Türk Dili
okutmanı olarak görev yapmaktadır. Evli ve iki çocuk
babasıdır.
“Milli Kültür Dergisi Dizin Çalışması” adlı eserini tanıtmak
üzere kendilerini davet ediyorum. Buyurun Hasan Bey.
Okt. Hasan Özçam
Değerli misafirler ben de sözlerime Türk edebiyatının en
önemli yazarlarından biri olan Cengiz Aytmatov’u rahmetle
anarak başlamak istiyorum.
Cemil Meriç’in dediği gibi Hür düşüncelerin kalesi olan
dergilerin, kültürümüzün geliştirilerek yeni nesillere
aktarılması; bu vesile ile toplumun belli bir kültür birliği
etrafında yekvücut hale getirilmesindeki önemi inkâr
edilemez. Bu genel fonksiyonunun yanında dergiler, değişik
fikri ve edebi anlayışların hem teşekkül, hem de gelişip
seslerini kamuoyuna duyurdukları birer zemin olma özelliğine
de sahiptirler. Onlar, aynı zamanda, geniş okuyucu kitlesine
ulaşabilmenin -gazeteden sonraki- en önemli vasıtalarından
biridir.
"Servet-i Fünun”, “Genç Kalemler”, “Türk Yurdu”, “Varlık”,
“Hayat” "Dergah", "Hisar" gibi dergilerin çevresinde oluşan
fikri ve edebi hareketlerin kültür hayatımızdaki yeri
hatırlanacak olursa, vurgulamak istediğimiz husus daha iyi
anlaşılacaktır.
Söz konusu inanç, bizi, elinizdeki çalışmaya sevk etti.*
Çünkü büyük emeklerle okuyucuya sunulmuş olan dergilerimiz
ve bunların koleksiyonları, geçen zamanla birlikte
kütüphanelerin tozlu rafları arasında unutulmaya terk
edilmektedir. Her okuyucunun, hatta araştırmacının onlara
ulaşması zorlaşmaktadır. Bu açıdan, geçmiş yıllara ait
dergilerin incelenmesi, özellikle dizinlerinin yapılmasında
büyük faydalar vardır. Söz konusu çalışmalar, üzerinde
durulan dergileri değişik açılardan aydınlatacak, dünün
fikri ve edebi hareketlerini gün ışığına çıkaracak,
araştırıcılara büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Ayrıca,
dergilerde yer alan yazıların da unutulmasına engel
olabilecek bu tür çalışmalar, araştırıcılar için de birer
kılavuz niteliği gösterecektir.
İşte bu düşüncelerle eserimizde “Milli Kültür” dergisinin
konu ve yazar dizinini ortaya koymaya çalıştık. Çünkü ilk
çıktığından bu yana büyük bir alaka ile karşılanan derginin,
bu güne kadar toplu bir dizini yayınlanamamıştır. Bu durum
pek çok zorluğu da beraberinde getirmiştir.
Dergicilik tarihimizde önemli bir yere sahip olduğuna
inandığımız “Milli Kültür”, bir devlet dergisidir. Ocak
1977-Ocak 2004 arasında yayınlanan dergi, Ocak 1977- 1982
tarihleri arasında Kültür Bakanlığı, 1982- Ocak 1994
tarihleri arasında da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
yayımlanmıştır.
Elinizdeki eserde, derginin 1. cildinin (Ocak 1977- Aralık
1979); 2. cildinin (Haziran 1980- Mayıs 198l); 3. cildinin
(Haziran 1981- Şubat 1982) ve 34. sayıdan, 109. sayıya kadar
olan (Mayıs 1982- Ocak-Şubat 1994) sayılarının konularına ve
yazarlarına göre iki dizinini yapmaya çalıştık. Bir başka
ifadeyle çalışmamızı 1977- 1994 yılları arasındaki 17 yıllık
bir dönemde yayımlanarak 109. sayıyla son bulmuş bütün
sayıları gözden geçirerek tamamladık.
Çalışmamız üç ana bölümden meydana gelmektedir:
Giriş bölümünde -dergi kültür konularına ağırlık verdiği
için -kültür ve milli kültür kavramları, dergiciliğin önemi,
Milli Kültür’ün dergiciliğimizdeki yeri ve bu derginin
muhteva analizi üzerinde durmaya çalıştık.
İkinci ana bölümde 109 sayıdaki yazıları konularına göre
fişleyip tasnif ettik. Ana konu başlıklarını da alt
bölümlere ayırdık. Konularına göre tasnif ettiğimiz yazıları
kendi içinde yazar soyadlarına göre ve alfabetik olarak
verdik.
Konu başlıkları saptanırken de derginin ağırlığını teşkil
eden, kültürümüzün yaşatılması ve sonraki nesillere
aktarılmasındaki en büyük güç olan "Edebiyat” üzerinde çok
durduk. Onu kendi arasında alt bölümlere ve o alt bölümleri
de yine kendi aralarında kısımlara ayırdık.
Bunun sonucu olarak da konu başlıklarının sıralamasını şu
şekilde yaptık.
Edebiyat; Dil; Güzel Sanatlar; Atatürk; Tarih;
Sosyoloji-Felsefe; Din; Eğitim; Gençlik; Kütüphane ve
Kütüphanecilik İle Diğerleri.
Üçüncü ana bölümde ise, yazar adları dizini verilmiştir. Bu
bölümde derginin 109 sayısındaki yazıların yazarları, yine
soyadlarına göre alfabetik olarak sıralandı.
Dergide yer alan haberler, haber niteliğindeki yazılarla,
açılış, kutlama ve sunuş konuşmalarına yer vermediğimiz bu
çalışma bir deneme niteliğindedir. 'Mükemmellik iddiasında
değiliz . Türk kültür ve edebiyatına bir nebze katkıda
bulunabildikse kendimizi bahtiyar sayacağız.
Bu çalışmanın ortaya çıkmasında desteğini benden esirgemeyen
eşim Çimen Özçam’a teşekkür etmeyi bir borç addederim.
Beni sabırla dinlediğini için saygılarımı sunar teşekkür
ederdim.
Veysel Karaca
Sayın Hasan Özçam’a teşekkür ediyoruz.
Değerli kitapseverler sıradaki eser Dr. Ali Albayrak’ın
“Cengiz Aytmatov’un Eserlerinde Eski Türk Dini” adlı
eseridir.
Yazar Albayrak; 1968 yılında Antalya’nın Akseki İlçesinde
dünyaya geldi. Liseyi Tire İmam Hatip Lisesi’nde bitirdi.
Yüksek öğrenimini Erciyes Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi’nde yaptı. 1992–1993 yılında fakülteden mezun
oldu. 1995 yılında “Cengiz Aytmatov’un Eserlerinde Eski Türk
Dini İnançlarının Tespiti Ve Değerlendirilmesi” adlı tezi
tamamlayarak yüksek lisansı bitirdi. 1995- 1998 yılı
arasında Göynük Kuyupınar Ovaboyu İlköğretim Okulu’nda Din
Kültürü Ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni, Göynük İmam Hatip
Lisesi’nde Meslek Dersleri Öğretmeni olarak görev yaptı.
1998 yılında Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesine Din
Sosyolojisi Araştırma Görevlisi olarak girdi. “Caferilerde
Dini Ve Sosyal Hayat (Ankara Keçiören Örneği)” adlı konuyu
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Doktora Tezi
olarak hazırladı. Halen Fırat Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi’nde Din Sosyolojisi Bölümünde çalışmakta olan
yazar evli ve iki çocuk babasıdır
Yazmış oldukları “Cengiz Aytmatov’un Eserlerinde Eski Türk
Dini” adlı eserini tanıtmak üzere kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Ali Bey
Dr. Ali Albayrak
Sayın vali yardımcım, sayın konuklar.
Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e bağlı Şeker köyünde doğan
Cengiz Aytmatov’un eserlerinde işlediği önemli konulardan
biri de Kırgız halkının adet ve inanışlarıdır. O, kendi
hayatından izler taşıyan eserlerinde kahramanlarını halkın
içinden seçmiştir. Hikâye ve romanlarında anlattıklarıyla
kendi başından geçenler, benzer olaylardır. Küçük yaşta
babasız kalmış ve köyün işlerinde çalışmaya başlamıştır.
Bazı eserlerindeki kahramanlar da böyledir.
Aytmatov içinde yaşadığı toplumun problemleriyle çok erken
yaşta tanışmıştır. Ancak bu durum ona çok ağır bir
sorumluluk yüklemekle beraber, bu problemleri yaşayan
halkını daha yakından tanıma ve ileride bol bol kullanacağı
milli ve manevi bilgileri kazanacağı bir ortamda yetişme
şansını da vermiştir. Savaşın onun hayatında çok önemli bir
yeri vardır. Savaşın neden olduğu maddi sıkıntıları yaşamış,
babasını kaybederek en ağır darbeye maruz kalmıştır.
Dolayısıyla eserlerinde uzaklardan gelecek bir yolcuyu
beklemek ve sevenlerine özlem duymak gibi konular kendini
derinden hissettirir.
Aytmatov’un eserlerinde Kırgız halkına ait pek çok efsane ve
hikâye bulunmaktadır. O, çağdaş Kırgızların adet ve
inançlarını olduğu gibi, eski Kırgızların adet ve
inançlarını da aktarmaktadır. Böylece yazar, geleneksel
unsurlarla modern unsurları birbirine kaynaştırmakta, geçmiş
ile geleceği açıklamaya çalışmaktadır. Aytmatov özelde
Kırgız toplumuna, genelde de tüm insanlara birtakım mesajlar
vermektedir. İnsanların geçmişlerini unutmamaları, kendi
kültürlerine sahip çıkmaları gerektiği bu mesajların en
önemlilerini oluşturmaktadır.
Türklerin inanış, adet, gelenek ve göreneklerini en iyi
şekilde temsil eden Kırgız Türklerinin genel Türk tarihinde
önemli bir yeri vardır. Kırgız edebiyatçıları arasında
önemli bir yere sahip olan Aytmatov, eserlerinde Kırgız
Türklerinin adet ve inanışlarını oldukça başarılı bir
şekilde anlatmaktadır. O, geleneksel Türk adet ve
inanışlarını modern çağdaki gelişmeler ve değişmelerle uyum
içerisinde kaynaştırmada da aynı başarıyı tekrarlamıştır.
Aytmatov, Kırgız halkının sosyal, siyasi, ekonomik ve eğitim
konularıyla ilgili problemlerini sık sık dile getirmiş,
şimdi ve gelecekte öngördüğü tehlikeler karşı önemli
uyarılarda bulunmuştur. Özellikle kendi kültürünü, kimlik ve
kişiliğini unutan, yabancı kültürlerin etkisi altına giren
kişileri kendi tabiriyle “mankurt”lardan daha acınacak bir
durumda görmüştür.
Aytmatov, Kırgızların maddi ve manevi zenginliğini
eserlerine konu etmiş, içinde yetiştiği toplumun sahip
olduğu değerleri, eski ve yeniyi harmanlayarak uyum
içerisinde okuyucusuyla paylaşmıştır. İnsan, eserlerinin
merkezinde yer almış ve onun yüce bir değer olduğu
vurgulanmıştır. Aytmatov insanları bir takım tehlikelere
karşı uyarırken değişmenin ve gelişmenin karşısında da yer
almamıştır. Bilakis ona göre insan kendini sürekli
yenilemeli ve geliştirmelidir. O, sadece insanları özünü ve
değerlerini kaybetmeye davet etmektedir. Eserlerinde eski
adet ve inanışları, efsane ve masalları sıkla işlemesi de bu
davetin mamacını gerçekleştirmeye yöneliktir. Böylece o,
nesiller arası kültür aktarımının gerçekleşmesini sağlamaya
çalışmaktadır.
Anadolu Türklüğünün kökü Orta Asya’ya dayanmaktadır. Bizim
kendimizi tanıyabilmemiz Orta Asya Türk kültürünü iyi
bilmemizle mümkündür. İşte bu ve benzeri düşüncelerle Orta
Asya Türk kültürünü en iyi temsil yeteneği olan bir
araştırmacı-romancıyı seçip onun eserlerinden hareketle Orta
Asya Türk kültürünü tanımak istedik. Bu nedenle de Türk
kültürünün en büyük yazarlarından biri olan Cengiz
Aytmatov’un eserlerini incelemeye karar verdik
Bilindiği üzere din kültürün önemli bir parçasıdır. Eğer biz
insanları iyice tanımak istiyorsak öncelikle onların
yaşadığı coğrafyayı ve inanç dünyasını bilmemiz
gerekmektedir. Zira insanı hayata bağlayan ya da hayatını
anlamlandıran şey onun inançlarıdır.
İnsanların yaşamlarından kesitler sunan roman, hikâye ve
masallar bu inancın tespiti için oldukça önemli
kaynaklardır. Bu tespiti yapacak malzemenin de Aytmatov’un
eserlerinde yeterince var olduğu görülmektedir.
Kendi kültürel köklerimizin de bir anlatımı olan Aymatov’un
eserleri üzerinde böyle bir çalışmanın yapılması Orta
Asya’ya uzanan kültürel köklerimizin tanınması ve kültürel
devamlılığımızın kanıtı olması açısından da oldukça önemli
idi.
Cengiz Aytmatov’un eserlerinde geçen geleneksel Türk dinine
ait unsurların tespit edilip değerlendirilmesini konu edinen
ve Manas yayıncılık tarafından yayımlanan bu kitap, 1995
yılında Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde
yüksek lisans tezi olarak tamamlanmıştır. Araştırma yeniden
gözden geçirilmiş, yazarın son çıkan kitapları da
incelenerek bazı eklemeler ve değişikliklere gidilmiştir.
Araştırmanın giriş bölümünde araştırmanın konusu, problemi,
amacı, önemi, sınırlılıkları ve yöntemi belirtilmiş, birinci
bölümde Aytmatov’un eserlerinde geleneksel Türk dinine ait
unsurların önemli bir yer tutmasından hareketle, Türklerin
geleneksel inanışlarını konu edinen kaynaklar taranmış, bu
konudaki farklı görüşler ve tartışmalar ortaya konmuştur.
İkinci bölümde Aytmatov’un kendi eserleri ve yazarla ilgili
yapılan kitap, makale, sempozyum, doktora ve yüksek lisans
tezleri gibi çalışmalar taranarak hem yazarın hayatı hem de
eserleri hakkında bilgiler verilmiştir.
Üçüncü bölümde ise Aytmatov’un eserlerinde geleneksel Türk
dini inanışlarına ait olan unsurların tespiti ve
değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu çalışma sırasında yazarın
eserlerinde tespit edilen eski Türk dinine ait unsurlar
şunlardır: Tanrı-Gök Tanrı, kurban, Yer-su, kutsal mekan,
atalar kültü, Manas, ölüm ve cenaze merasimleri, şaman, kötü
ruhlar, veli kültü, kızıl elma, bozkurt ve at.
Aytmatov'un eserlerinde tespit edilen bu unsurları ifade
eden terminoloji ve konu ile ilgili olarak Aytmatov'un
kullanımı arasında hiç bir fark olmadı, eserlerde dini
unsurların yanında kültürel unsurların da önemli bir yer
tuttuğu görülmüştür.
Aytmatov'un eserlerinin çağdaş Kırgızların adetlerini olduğu
gibi, eski Kırgızların inançlarını aktarması açısından da
son derece önemli olduğu tespit edilmiştir. O, bu yolda
halkının öz benliğini unutmamasını, onların milli bilince
ulaşmasını arzu etmiştir. İşte eserlerinde vurgulamaya
çalıştığı düşüncelerin özünü de bu oluşturmaktadır. Yaptığı
tespitler de bu görüşlerimizi doğrulamıştır.
10 Haziran günü hayatını kaybeden yazar, arkasında çok
değerli eserler bırakmıştır. Kendisi hayatta olmasa bile
eserleriyle ve tüm insanlığa verdiği evrensel mesajlarıyla
aramızda yaşamaya devam edecektir. Kendisine Allah’tan
rahmet, yakınlarına ve tüm sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Ruhu şad olsun.
Veysel Karaca
Sayın Dr. Ali Albayrak’a teşekkür ediyoruz.
Bizim Külliye, İzzetpaşa Vakfı bünyesinde yayın hayatını
Elazığ’dan sürdüren bir kültür, edebiyat ve sanat
dergisidir.
Vakıf adına sahipliğini ve Yazı İşleri Müdürlüğünü Nihat
Eriş’in, Genel Yayın Yönetmenliğini Nazım Payam’ın
üstlendiği dergimiz, üç ayda bir yayımlanmaktadır.
dergimizin ilk sayısı 1999 yılının nisanında çıktı.
‘Zevkin işten, çabanın ödülden ayrılmayacağını’ düşünen,
yurdun her yöresinde okur ve yazar kadrosu oluşturmayı
başaran dergi mensuplarının amacı; kültürümüze, sanat ve
edebiyatımıza güzel ve temiz bir Türkçeyle hizmet etmek, bu
yolda bir kilometre taşı olmaktır.
tema dağılımını önlemek; araştırmaya, incelemeye zemin
hazırlamak ve okurlarını bilgilendirmek için Bizim
Külliye’nin her sayısı bir konu çerçevesinde
yoğunlaşmaktadır. bu anlayış doğrultusunda dergimizin 34.
sayısını Türk dünyasının büyük romancısı “Cengiz Aytmatov”
özel sayısı olarak gerçekleştirilmiştir.
Bizim Külliye hakkında bilgi vermek üzere Genel Yayın
Yönetmeni Sayın Nazım
Payam’ı davet ediyorum
Nazım Payam
Sayın Valim, çok kıymetli misafirler. Bizim Külliye
Dergisinin 34. sayısını Türk Dünyasının büyük bir yazarı
Cengiz Aytmatov özel sayısı olarak hazırladık. 24 -27 Ekim
2007 tarihlerinde Elazığ Valiliğimizin himayelerinde
ilimizdeki birçok kurum ve kuruluşun işbirliği ile
düzenlenen 15. Hazar Şiir Akşamları Cengiz Aytmatov’un
onuruna düzenlenmişti. Dergimizin yayın kurulu olarak bu
ziyareti fırsat kabul ederek bu özel sayıyı hazırladık.
Kendilerine de takdim etme fırsatını yakaladık. Cengiz
Aytmatov’un Elazığ’a yapmış olduğu ziyaret bizlere bu imkânı
kullanmak için güzel bir fırsat vermiştir. Konuşmamı çok
uzun tutmak niyetinde değilim. Biraz sonra dergimizin
Aytmatov özel sayısını salonda bulunan siz değerli
misafirlerimize dağıtacağız. Umuyorum ki Aytmatov hakkında
yazılanları ve değerlendirmeleri zevkle okuyacaksınız.
Böylesine anlamlı bir toplantıyı düzenledikleri için Manas
Yayıncılık’ın değerli yetkililerine teşekkürlerimi
sunuyorum.
. Veysel Karaca
Sayın Nazım Payam’a teşekkür ediyoruz.
Değerli konuklar sıradaki kitabımız Sayın Zekeriyya Bican’ın
“Azap Günlerinde Harput-Yemen-Sarıkamış” adlı eseridir.
Yazar Bican; Elazığ’da 1955 yılında dünyaya geldi. İlk ve
orta öğrenimini Elazığ’da tamamladı. Elazığ Devlet
Mühendislik Ve Mimarlık Akademisi’nin Makine Mühendisliği
Bölümü’nden 1979 yılında mezun oldu. 1974 yılında Elazığ
Bağımsız Tiyatro Grubunu kurdu. 1973’ten itibaren şiir ve
hikâyeleri yayınlandı.
Gençlik yıllarından itibaren yazdığı şiirlerini 2004
yılında, “Bir Evcilik Oynadın Sen Gelincik” ve “Yağmur
Çiselerken Ağlamak Daha Kolaydı” adlı kitaplarda topladı.
Buyurun Sayın Bican söz sizin
Zekeriyya Bican
Sayın vali yardımcım, şehrimizin çok kıymetli kültür ve
sanat insanları sizleri hürmetlerimle selamlıyorum.
Neden Yazdım!
Okuyacağınız bu roman, insanlık tarihinde kısa, biz insanlar
için uzun sayılabilecek bir zaman kesiti olan, geçtiğimiz
son yüzyılın başlarında yaşanmış ve milletimi yüz yıl
ağlatmış, hatırlandıkça hala ağlatan gerçek bir dramın
öyküsüdür.
Romanın kahramanları ve ilgili kişiler gerçek hayattan
alınmış kişilerdir. Konular bir roman örgüsü içinde
anlatılsa da, aslında 1905 ile 1915 yılları arasında
yaşanmış çok önemli ve ciddi olaylardır.
Bu elim olayları yaşayan ve 1970’li yıllarda hala hayatta
olan bir kısım gazi ile gazi ve şehit yakınının gözlerinden
yaşlar akıtarak anlattığı savaş anıları, bizleri de derinden
etkilemişti.
Bu savaş anılarını ilk dinlediğimde yazmak gibi bir amacım
yoktu. Sadece o gazilerin gözlerinden sıcak yaşlar akıtarak
anlatmaya çalıştığı dramın, bir hayatın, kırık dökük
anıların etkisinde kalmıştım. O günlerde acıklı bir hikâye
dinler gibi dinlediğim olayların; yıllar önce, Türk
insanının yüreğinde onarılmaz yaralar açan ve hâlâ kanayan
bir yara olduğunu sonraları idrak edecektim.
Zaman geçtikçe, çocukluk yıllarımda dinlediğim ve zihnimde
unutulmaz izler bırakan o anlatıların ne denli önemli
olaylar şimdi çok iyi anlıyorum..
1905–1915 yılları arasında o büyük dramı yaşayan binlerce
kahramandan birisi de, Hüseynikli Yüzbaşı Osman Nuri
Bey’dir. Osman Nuri Bey, 1905’te Yemen’e giderek uzunca bir
zaman görev yapar. 1914’te Yemen’den dönerek, yine bu aziz
vatanın bir başka parçası olan Sarıkamış’a gider.
Allahuekber Dağları’nda, Ruslarla savaşırken yanına düşen
bir top mermisinin çıkardığı şiddetli sesle bir kulağı sağır
olur. Aralık 1914’te Ruslara esir düşen Yüzbaşı Osman Nuri
Bey, acılarla dolu 7 yıllık esaret döneminin ardından iki
arkadaşı ile birlikte, Almanya üzerinden Türkiye’ye döner.
Ülkesine döndüğünde, ülke bir başka harbin içindedir.
Kendisi bir harp malulü olmasına karşın, vatan savunmasından
asla geri dönmez. İstiklâl Harbi’nin sonunda Elazığ Askerlik
Şubesi Başkanlığı’na atanır. Hayatın garip bir tesadüfüdür
ki büyük oğlu Suphi Albayrakoğlu da yıllar sonra, babasının
başkanlık yaptığı, Elazığ Askerlik Şubesi Başkanlığı’na
atanıp, 1960–1962 yılları arasında görev yapacak ve 1977
yılında yarbay rütbesindeyken vefat edecektir.
Onlar bu aziz vatanı canları pahasına savunmuş, geride şan
ve şeref dolu anılar bırakarak bu fani dünyadan
göçmüşlerdir.
Yaşadıklarını anlatanlar, anılarıyla birlikte ölüp
gitmişlerdir, ama bizler, bu dinlediklerimizi yazmalı ve
yaşatmalıyız. Eğer yazmazsak, o elim olayları yaşayan
binlerce can gibi, anıları da yok olup gidecek ve hep
birlikte unutulacaklardır. Unutulmalarına ise, asla gönlüm
elvermiyordu. Aslında yazmak bir bakıma vicdan borcumdu.
Çünkü o güzel insanlardan olası bir hikâye değil, gözyaşıyla
yoğrulmuş bir gerçeği dinlemiştim.
Ve yazmaya karar verdim.
Günler geceler boyunca hafızamın derinliklerinden çıkardığım
anlatıları, kaleme almadan önce, aynı konularda kaleme
alınmış eserleri de inceleyerek, etüt ettiğimde yazılanlar
ve bize anlatılan olaylar zinciri, birbirini teyit eder
mahiyetteydi. Buradan hareketle benim zihnimde kalan ve bu
konuda henüz yazılmamış olan ayrıntıları, yani bu konunun
özellerini yazmam gerektiği kanaatine vardım.
Anadolu’nun bütün şehirlerinde olduğu gibi, Harput’tan da,
gerek Yemen, gerekse Sarıkamış’a binlerce asker gitmiş, çoğu
da ne yazık ki geri gelememişti.
Harput, o yıllarda ordunun komutanlık merkezi durumunda
olduğu için, savaşa gönderilen asker sayısı itibariyle, yöre
illerine nazaran daha çok asker vermişti.
Bu, dönüşü olmayan yollara giden dedelerimizin, o kahraman
insanların, neden canları pahasına, gönüllü olarak savaşa
gittiklerini bilmek gerekiyordu.
Bunları yazarken, tarihî olayları yargılamak gibi bir
düşünce içerisine girmedim. Zira böyle bir iş benim vazifem
değildi. O, tarihçilerin işiydi. Benim görevim, sadece
yaşanan olayları ve gerçekleri dile getirmekten ibaretti.
Öyle de yapmaya çalıştım.
Vardığım netice ve kanaatim odur ki; binlerce cana mal olan
gerek Sarıkamış gerek Çanakkale gerekse Kurtuluş
savaşlarımız bugünkü modern Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluş
nedenidir. Akan kanlar ve feda edilen canlar, asla ziyan
olmamıştır. Bugün vatanımızda hür ve bağımsız yaşayabilmemiz
için bir bedel ödememiz gerekmiş ve bu bedel, atalarımızın
kan ve can bedeli olarak verilmiştir. Bu bedeli ödeyenler
ise, biz evlatlarının geleceği için canlarını feda ederken
asla yüksünmemiş, gönül rahatlılığıyla geriye bakmadan
gitmişlerdir. Yeter ki çocuklarımız hür ve bağımsız
yaşasınlar demişlerdir. Artık bu hissiyatı bizlere aktaran
gaziler de aramızda yoklar. Geçen yıllar içinde birer birer
ayrılıp Hakk’ın rahmetine ulaştılar. Oysa sonradan farkına
vardık ki, o gazilerin aramızda bulunması da ne büyük bir
nimetmiş. Hayatımızdaki bütün kıymetli şeyleri, ancak onları
kaybedince anlıyoruz.
Hepsini rahmet ve minnetle anıyorum.
Bu romanda adı geçen İzzet Paşalardan söz etmeden
geçemeyeceğim. Elazığ’ın tarihinde aynı adı taşıyan üç ayrı
İzzet Paşa’nın çok önemli yeri ve etkisi olmuştur.
Bu üç adaş İzzet Paşa’dan ilki, 1870’li yıllarda Harput Vali
Paşalığı yapan Hacı Ahmet İzzet Paşa’dır. Hacı Ahmet İzzet
Paşa, 93 Harbi sırasında uzunca bir zaman Harput’ta görev
yapmış, sonra Edirne Vali Paşalığına atanmıştır. Çok ciddi
bir devlet adamıdır. Elazığ’daki İzzet Paşa Camii’ni kendi
parası ile yaptırmıştır. Mezarı Edirne’dedir.
İkincisi, Harputlu Hoca İshak Efendi ailesine mensup olan
İzzet Paşa’dır ki, bu Harputlu Yemen şehidi İzzet Paşa’dır.
Harputlu İzzet Paşa, Halep’teki redif orduları komutanıyken,
1905’te toplanan Yemen Redif Orduları Komutanlığı’na
atanmıştır. 1905’ten itibaren “Yemen Redif Ordusu” grup
komutanıdır. Yemen’deki isyanların bastırılması sırasında,
kendisine bağlı iki yerli Arap redif alayı askerlerinin
ihanetine uğramış, bunun sonucunda Türk asker ve subayları
ile birlikte şehit edilmiştir. Naaşı ise hainlerce
paramparça edilmiştir.
Üçüncüsü ise, Hasan İzzet Paşa’dır. Hasan İzzet Paşa ise
Sarıkamış’a giden redif orduları (3. ordu) komutanıdır.
Sarıkamış harekâtından önce, Sadrazam Paşalık görevini ifa
etmektedir. Sarıkamış Savaşı sırasında, 9., 10. ve 11.
kolordu komutanları ile ters düşmesi üzerine, görevden
affını istemiş ve başkomutan vekili sıfatını taşıyan Enver
Paşa, Hasan İzzet Paşa’yı görevden alarak ordu komutanlığını
kendisi yüklenmiş, Sarıkamış Harekâtı’nı savaşın acı sonuna
kadar bizzat Enver Paşa, kendisi yürütmüştür.
Tekrar vurgulamak isterim ki, bütün acı sonuçlarına rağmen,
binlerce cana mal olan, Sarıkamış ve Çanakkale savaşları,
bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlık sebebidir. Bu
necip milletin asil şehitlerini minnet ve şükranla anarken,
aziz hatıraları önünde saygı ve hürmetle eğiliyorum.
Veysel Karaca
Sayın Zekeriyya Bican ’a teşekkür ediyoruz
Değerli kitapseverler Aytmatov anısına düzenlenen bu gecede
şimdi sizlerle Sayın Lütfi Parlak’ın kaleme aldığı “Yemen”
adlı kitap buluşturulacaktır.
Yazar Parlak; 1955 yılında Elazığ’a Bağlı Helezür Köyünde
doğdu. İlk, orta öğrenimini Elazığ ve Diyarbakır’da
tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk
Dili Ve Edebiyatı Bölümü’nü 1977’de bitirdikten sonra
edebiyat öğretmeni olarak Elazığ Lisesi’ne atandı.
Askerliğini müteakip Uşak Eşme Lisesi’nde görevlendirildi.
Bir buçuk yıl burada müdür vekili görevi yaptıktan sonra
asaleten Akçadağ Anadolu Öğretmen Lisesi’ne Müdür olarak
tayin edildi.
Bilahare müdürlük görevinden ayrılarak Elazığ-Fatih Lisesine
atandı. Merkez Endüstri Meslek Ve Mehmet Akif Ersoy
Liselerinde edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra Elazığ
Lisesi’ne müdür olarak tayin edildi. 2007 yılında emekliye
ayrılan Lütfi Parlak’ın yayınlanmış “Yukarı Fırat’ta Tarihî
Eserler” adlı bir inceleme-araştırma kitabı ile “Harput
Hükümdarı Behramoğlu Balak” adlı bir de romanı vardır.
Lütfi Parlak
Sayın Valim. Kıymetli konuklar
“Anadolu Fidanlarının Gidip Dönemediği Yer” olan YEMEN,
“Osmanlının da kara talihi, kara tarihidir.”
İşte YEMEN adlı eserimiz, gençliğini bu kara talihi ve kara
tarihi yenmeye adayan Elazığlı/ Helezürlü Mehmet Sait
Çavuşun hayatına ayırdık.
YEMEN; ciğerimizi dağlayacak kadar güçlü bir ağıt,
gönüllerimizi yakacak kadar içli bir destandır. Dilimizde
hazin bir türkü olarak söylenen YEMEN’i, biz de romana
dönüştürdük.
İsterseniz fikirlerini her zaman önemsediğim dostum Mithat
Yılmaz’ın bu eserle ilgili kaleminden dökülenleri okuyalım:
Yemen öyle bir yer ki; gidip de gelinemeyen, varıp da
dönülemeyen bir yer… Nice delikanlılar o çöllerde telef
oldu; nice eli kınalıların gözü yollarda kaldı ve saçına ak
düştü. Annelerin gözü yaş, babaların bağrı taş kesti.
Yavrular yuvalarda yetim, ümitler gönüllerde akim kaldı.
Sonra insanımız, bütün bu ağır acılarını, türkülerin
kanadına yükleyip Anadolu’nun dört bir yanına uçurdu.
Aynı arkadaşımız, roman kahramanı ile ilgili de:
Nihayet beş yıl sonra, öldürmeyen Allah öldürmez; Mehmet
Sait köylüsü Dursun’la köyüne döner. Ama öyle bir dönüş ki
ölmüşten beter! Yemen, Sait’in bacaklarından, kollarından
gözlerinden birerini almış; dalını budağını koparmış; kuşa
döndürerek yollara salmıştır. Üstelik Mütareke olmuş;
silahlar teslim, ordu terhis edilmiş, sadece Yemen değil,
nice Yemenler elden çıkmıştır. Açlık, yokluk diz boyu. Hayli
yorucu, sıkıntılı, uzun bir yolculuğun neticesinde hasta,
dermansız, yarı ölü bir halde köyüne gelir Mehmet Sait…
Gelmese bundan bin kerre evlâdır.
Peki bizim orada işimiz neydi?
Osmanlı oraya, İslâm’ın kalbi olan Hicaz bölgesini, Kâbe’yi
o Hıristiyan işgalcilerden, o emperyalistlerin şerrinden
muhafaza için gitti. Elbet orayı elinde tuttuğu 400 sene
zarfında hataları, yanlışlar oldu. Ama esas yanlışı
yapanlar, şahsî nüfuz ve menfaatleri uğruna Batı’nın
emperyalist güçleriyle işbirliği yapan, İngiliz ajanlarıyla
ortak çalışan Yemenli imamlardı: İmam Yahya’dı, İmam
İdris’ti…
Büyük olmanın, faturası da büyük olur. Biz bu büyük
faturayı; büyük Omsalının topraklarıyla, Anadolu
fidanlarının kanıyla ödedik. Hani Çanakkale’de araç lastiği
almaya giden er Muzaffer’in, para olamadığı için gayrı
müslim lastik tüccarına verdiği sahte senette: “Bu senedin
bedeli, Çanakkale de şehitlerimizin kanıyla ödenecektir.”
Diye yazmıştı ya… İşte biz de, Kâbe’yi korumak için Yemen’de
nöbet tutan Mehmetlerin çöle dökülen mübarek kanını yazdık.
YEMEN Romanını okurken söylediklerimi hem duyacaksınız hem
yaşayacaksınız. Kendi kendinize:
Ano Yemendir
Gülü çimendir
Giden gelmiyor
Acep nedendir
Diyeceksiniz.
İşte bu naçiz esrimi, Yemen şehitlerine ithaf ediyorum.
Saygılarımla……
Veysel Karaca
Sayın Lütfi Parlak’a teşekkür ediyoruz.
Değerli konuklar bu güzel gecenin son kitabı olarak sizlere
Sayın Yücel Çakmak’ın “Ahçik” adlı kitabı sunulacaktır
Yazar Yücel Çakmak; 1968 Yılında Elazığ’da doğdu. İlk, orta
ve lise tahsilini Elazığ’da tamamladı. Daha sonra Fırat
Üniversitesi Muş MYO İnşaat Bölümünden mezun oldu.
Gazetecilik hayatına lise yıllarında başlayan Yücel Çakmak
Elazığ’da birçok yerel gazetede çalıştı. Özel radyoların
kurulması ile FM 23 Radyosunun haber merkezini kurdu. Daha
sonra Kanal 23 Televizyonunun haber merkezini kurarak burada
hem haber müdürlüğü hem de program yapımcılığı yaptı. “Haber
Dosyası” ve “Mozaik” adlı 2 programın yapımına imza attı.
1997 yılında Günışığı Gazetesinin kuruluşunda bulundu. Hala
bu gazetenin haber koordinatörlüğünü yapmaktadır.
Kitap yazma çalışmalarına 2004 yılında başlayan Çakmak
“Elazığ Ve İlçeleri” ve “Türkülerimiz Ve Öykülerimiz” adlı
araştırma kitapları bulunmaktadır.
Evli ve iki çocuk babasıdır.
Yücel Çakmak
Sayın Valim, kıymetli misafirler. Uzunca bir toplantının son
konuşmacısı olarak bu kürsüye davet edildim Sizlere detaylı
bir konuşma yapmak niyetinde değilim. Ancak önemli gördüğüm
birkaç hususa değinmeden de geçemeyeceğim. Yazdığım bu
romanım İstanbul’da bulunan bir yayınevinde yayınlandı.
Elazığ’da birkaç yıl önce kurularak yayın hayatına başlayan
Manas Yayıncılık büyük bir kadirşinaslık göstererek büyük
yazar Aytmatov adına düzenledikleri bu anlamlı toplantıya
beni de davet ettiler. Huzurlarınızda Manas Yayıncılığın
değerli yetkililerine teşekkür etmek istiyorum. İnşallah
kısa bir süre önce yayınlanan bu ilk romanım okuyucular
tarafından beğenilir. Bu dileklerle konuşmamı burada
tamamlamak istiyorum. Sizlere hayırlı akşamlar diliyorum.
Cengiz Aytmatov Parkında Hüzünlü Toplantı
Cengiz Aytmatov’a Saygı etkinliklerinin 3 Temmuz Perşembe
günü yapılan son toplantısı Cumhuriyet mahallesinde bulunan
Cengiz Aytmatov Parkında saat 20.30’da düzenlendi..
Aytmatov’u Kucaklayan Şehir Elazığ adlı bu toplantıya Elazığ
Valisi Muammer Muşmal, Elazığ Belediye Başkanı M. Süleyman
Selmanoğlu İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Türk
Edebiyatı Vakfı başkanı Servet Kabaklı, Marmara Üniversitesi
öğretim üyesi Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali,
Kırgızistan’dan Cengiz Aytmatov Akademisi Başkanı Prof. Dr.
Abdıldacan Akmataliyev, Elazığ Fırat Üniversitesi öğretim
üyeleri: Prof. Dr. Ahmet Buran, Prof. Dr. Ramazan Korkmaz,
Yrd. Doç. Dr. Ercan Alkaya, Yrd. Doç. Dr. Çimen Özçam, Öğr.
Gör. Hasan Özçam, Yrd. Doç. Güldeniz Ekmen Agiş, Tokat’tan
Tokat Kent Konseyi Kültür ve Sanat Çalışma Grubu Başkanı
Remzi Zengin, Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı
Mehmet Emin Ulu, Tokat Kent Konseyi Genel Sekreteri Ali
Polatdemir, Tokatlı yazarlar: Hasan Akar, A.Turan Erdoğan,
Nihat Aymak, Burhan Kurtdan, Malatya’dan Nurettin Gür
Ozanoğlu, Gaziantep’ten Mavi Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Mehmet Kara, Elazığlı yazarlar: Şükrü Kacar, Bedrettin
Keleştimur, R. Mithat Yılmaz, Hadi Önal, Necati Demir, Mahir
Gürbüz, Muammer Aksoy, M. Faik Güngör, Günerkan Aydoğmuş,
Zekeriyya Bican ile birlikte kalabalık bir davetli topluluğu
katıldı.
Cengiz Aytmatov’un, 24-26 Ekim 2007 tarihlerinde Elazığ’a
yapmış olduğu ziyarette açılışı yapılan Cengiz Aytmatov
Parkında gerçekleşen program hüzünlü bir atmosferde başladı.
Elazığ Anadolu İletişim Meslek Lisesi’nin hazırladığı ve
Cengiz Aytmatov’un 24-26 Ekim 2007 tarihlerinde Elazığ’a
yaptığı ziyaret ve katıldığı toplantılardan oluşan
Sinevizyon gösterisi programa katılan davetlilere duygulu
dakikalar yaşattı.
Sinevizyon gösterisinin ardından konuşmalara geçildi.
Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı öğretim üyesi Emine Gürsoy Naskali’nin yaptığı
konuşmanın ardından Türk Edebiyatı Başkanı Servet Kabaklı,
Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ahmet Buran, Cengiz
Aytmatov Akademisi Başkanı Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev
tarafından Cengiz Aytmatov’un edebiyat dünyasındaki yeri ve
önemi hakkında kısa konuşmalar yapıldı.
Programın son konuşmalarını ise Elazığ Belediye Başkanı M.
Süleyman Selmanoğlu ve Elazığ Valisi Muammer Muşmal
tarafından yapıldı. Cengiz Aytmatov’un 2007 yılında Elazığ’a
yaptığı ziyaretin bıraktığı hatıralar yapılan bütün
konuşmalara yansıdı. Konuşmaların tamamlanmasından sonra
Elazığlı şair M. Faik Güngör ölümünün ardından Cengiz
Aytmatov için yazdığı şiiri davetliler tarafından
beğenilerek alkışlandı.
Türkistan’da duru akan pınardı.
Zulme karşı göğüs geren çınardı.
Kimliğinden kopanları kınardı.
İsterdi ki Manas çalsın sazları.
Âşıktı doğduğu Şeker iline.
Hayatında gem vurmadı diline.
Ölüm öldüremez böyle biline,
Karanlığa ışık tutan sözleri.
Tebessümün sürgün olduğu yerde,
Hüzün filizlenir büyür içerde.
Burada insanlar tutsaktır derde.
Onun için dilim dilim yüzleri.
Dikenler içinde bir gül misali,
Kendi öz rengiyle sümbül misali,
Dertli dertli öten bülbül misali,
Uyandırdı, uyuklayan gözleri.
Fırsat vermez felek bazı kullara.
Mahkûm eder çile yüklü yıllara.
Cengiz’ce seslenir bakar yollara,
“Selvi boylu al yazmalı” kızları
Elazığ’a geldi dört mevsim önce,
Hasret soluklandı, doydu gönlünce.
“Dilde birlik” dedi Başbuğ ölünce.
Ne yokuş tanıyın ne de düzleri.
Cengiz Aytmatov Parkı’nda yapılan toplantının son bölümüne
yine hüzün hakim oldu. Fırat Üniversitesi Devlet
Konservatuarı tarafından Yrd. Doç. Güldeniz Ekmen Agiş
yönetiminde Kırgız türkülerinin ağırlıklı olarak yer aldığı
bir konser verildi. Nurdan Ünal, Fatma Ünver, Bilge Kortun,
Mehtap Sarıkaya ve Serap Eşitmez’in solist olarak yer aldığı
topluluğun saz heyeti Ney’de Öğr. Gör. Bolkar Öztekin,
Cura’da, Mustafa Öztürk, Tanbur’da Melahat Yıldırım, Tar’da
Kemal Özavcı, Kemençe’de Cüneyt Öbek, Keman’da Nuri Ata,
Ud’da Ahmet Bayram, Bağlama’da M.Şahin Ekinci, Viyolonsel’de
Turgay Akdağoğlu ve Ritm’de Serkan İnan’dan oluştu.
Merve Can
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, gönlü güzellikler için
çarpan düşünce dünyamızın değerli insanları, Türk Dünyasının
büyük kalemi Cengiz Aytmatov için düzenlenen anma programına
hoş geldiniz.
“Ben bugün Elazığ’da bulunmamı kaderimin bana nimeti olarak
düşünüyorum ve bunun için Allah’ıma şükrediyorum. Bana böyle
bir imkânı sunduğunuz için sizlere de çok teşekkür ediyorum.
Adıma burada bir park açılmasından dolayı bana bu imkânı
sağlayan ve bu lütufta bulunanların cümlesinden memnun
olduğumu, razı olduğumu özellikle Allah’tan razı olduğumu
daha sonra da sizlerin cümlesinden razı olduğumu burada açık
açık bildirmek istiyorum.
Bundan sonra parkın durumu hakkında sizinle devamlı iletişim
içerisinde olacağımı parkın durumu hakkında sizleri
arayacağımı bilmenizi isterim. Günümüzün mimarî tarzıyla
yapılmış, bu güzel binaların ortasında bir ada gibi böyle
bir güzelliğin oluşturulmasından dolayı duyduğum
memnuniyetimi gittiğim her yerde, kendi ülkemde herkese
anlatacağım, sık sık dile getireceğim
Bu sözlerin sahibi olan Ünlü Kırgız Yazar Cengiz Aytmatov 25
Ekim Tarihinde bu parkta idi. Büyük bir memnuniyetle Elazığ
Belediye Başkanlığı’nın kendi adına düzenlediği bu parkın
açılışını yapmıştı. 10 Haziran 2008 tarihinde aramızdan
ebediyen ayrılan Cengiz Aytmatov’u saygıyla ve rahmetle
anıyoruz. Programımızı Elazığ Anadolu İletişim Meslek Lisesi
tarafından hazırlanan sinevizyon Gösterisi ile açıyoruz
Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, Sayın konuklar,
Cengiz Aytmatov'a gani gani rahmet diliyorum. Dünyamızdan
bir yıldız kaydı. Aytmatov gönüllerimizde bir ışık yakıp
aramızdan ayrıldı. Hikâye ve romanlarında Aytmatov tarihin
zalim yıllarını, İkinci Dünya Savaşını, Orta Asya bozkırını,
Sovyet dönemindeki kırsal yaşamı bize anlattı. İnsanı en
yalın ama en gerçek haliyle bize anlattı. Onu okumakla daha
duyarlı insanlar olduk belki de.
Bu parkın Aytmatov adını taşıması, Elazığ'ın Aytmatov'u
takdirinin bir ifadesidir. Bu gece burada bulunmaktan, bu
geceyi hep birlikte yaşıyor olmaktan heyecan duyuyorum.
Heyecan duyuyorum çünkü eserleriyle gurur duyduğumuz bir
insana saygılarımızı sunuyoruz. Heyecanlıyım çünkü bu
hisleri benim gibi hissedenlerle birlikteyim. Hüzün de
duyuyorum, çünkü Aytmatov'u kaybettik.
Aytmatov'u sevgiyle ve takdirle anacağız. Cengiz Aytmatov'a
gani gani rahmet diliyorum.
Saygılarımı sunuyorum.
Servet Kabaklı
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, değerli misafirlerimiz
sayın Akmataliyev, sayın Emine Gürsoy Naskali Hocamız,
değerli dostlar. Önce şu mübarek Regaip gecenizi tebrik ile
başlamalıyım. Evet, bu bir tevafuk. Tabi ki Aytmatov gibi
güzel bir insanı, güzel bir rastlantıyla bir Regaip
kandilinde anıyoruz Allah gani gani rahmet eylesin. Efendim
mücevherin kıymetinden elbette kuyumcu anlar.
Elazığ halkı, benim bu güzel memleketimin insanları, değerli
yöneticileriyle daha önce Türk Dünyasına gerçekten büyük
hizmetleri bulunmuş değerli insanları takdir ederek takdim
ettikleri üç ödülden sonra; Türk dünyasının ve dünyanın en
büyük yazarı diyebileceğimiz Cengiz Aytmatov’a geçen yıl
dördüncü Türk Dünyası Hizmet Ödülünü verirken yine burada
Elazığ Belediyemiz gerçekten büyük bir kadirşinaslıkla bu
güzel parkı - Aytmatov’u çok bahtiyar eden, çok sevindiren
bu güzel parkı - onun adına açmış oldu. Ramazan Korkmaz
Hocamızdan ve bir başka dostumuzdan da öğreniyoruz ki
rahmetli büyüğümüz hem Kırgızistan Cumhurbaşkanına hem de
Manas Üniversitesini ziyaretinde Manas Üniversitesi
Rektörüne büyük bir heyecanla “Dünyada iki büyük yazarın adı
yaşarken bir parka verildi. Birincisi Puşkin, ötekisi de ben
oldum. Benim adıma Türkiye’nin Elazığ şehrinde bir park
açıldı”, şeklinde anlatıyor. Efendim burada, bu mübarek
gecede o büyük şahsiyeti anıyoruz.
Değeli dostlar hani bir at örneği vardır bilirsiniz.
Kırgızların yılkı dediği. Hani “Kopar Zincirlerini
Gülsarı”daki gibi. Gülsarı bir atın ismidir biliyorsunuz. Bu
at örneğini hep hatırımda tutarım. Bir at bir kuyuya düşer
yaralanır ve feryat etmeye başlar. At feryat ettikçe onun
sesini duymamak için gelirler, kuyuya toprak atarlar. Kuyuyu
kapatalım, kuyuda ölsün eziyet çekmesin yahut sesi çıkmasın
diye. Ama atılan her toprağı çiğneyerek kuyunun seviyesine
yükseltir. Ve kuyudan tekrar çıkar. Aytmatov işte bu.
Sizlere yapabileceğim en kısa tarif. Evet, o Sovyet sistemi,
Stalinci kızıl dikta onun babasını alıyor. Onun töresini
alıyor. Onun milletini mankurt yapmaya çalışıyor. Ama öyle
bir Aytmatov çıkıyor ki; sanatla, edebiyatla büyük bir
şuurla babasını katleden, babasını şehit eden kendi
törelerini yok etmeye çalıştıran o Sovyet sisteminden damla
damla o demir perdeyi eriterek, edebiyatla, sanatla eriterek
intikamını alıyor. Aytmatov’a kadir kıymet bilenlere buradan
selam olsun. Benim sevgili memleketin Elaziz’e selam olsun.
Onun değerli yöneticilerine sayın Valimize, sayın Belediye
Başkanımıza, sayın Rektörümüze ve Aytmatov’a hürmet
töreninde emeği geçen bütün kardeşlerime şükranlarımı arz
ediyorum.
Prof. Dr. Ahmet Buran
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım. Kırgızistan’dan
şehrimize teşrif eden sayın Prof. Dr. Akmataliyev,
şehrimizin değerli yöneticileri, değerli hemşerilerim
hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum. Cengiz Aytmatov
bir büyük yazar, bir büyük devlet adamı ve düşünür. Cengiz
Aytmatov’u yaşadığı acılı trajik, dramatik hayatı içerisinde
değerlendirebileceğimiz birçok şey var. Ve uzun uzun
konuşmalar yaparak onu anlatabiliriz Ama burada konuşmamı
kısa tutacağım. Gerçekten her millete nasip olmayacak her
milletin tarihinde hayatında olamayan bir şahsiyete sahibiz.
Cengiz Aytmatov, sadece Kırgızistan devletinin ve Kırgız
halkının bir evladı değil, bütün Türk tarihinin ve bütün
Türklerin ortak bir kimliği, ortak bir şahsiyetidir. Bugün
burada onu anıyor olmamız ve burada ona gösterdiğiniz saygı
da bunun bir göstergesidir.
Türkiye’nin bir doğu şehrinde belki taşra kabul edilen bir
yerinde onun adına bir parkın düzenlenmiş olması ve burada
bu akşam bu insanların onun ruhaniyeti etrafında bir araya
gelmesi de yine bir göstergesidir. Aytmatov yazdığı
eserleriyle de önemlidir. Sovyetler Birliği ile Türk
halklarının Türk insanının tarihsel ilişkisi bakımından çok
önemli bir yere sahiptir. Ama en çok da son zamanlarda
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte üstlendiği Türk
Dünyasının ak sakalı olma, birleştirici, bütünleştirici rol
oynama bakımından çok önemliydi. Aşağı yukarı bütün Türk
Devletlerinin devlet başkanlarının yöneticilerinin hepsinin
büyük saygı duyduğu ve sözünü dinlediği bir aksakaldı. Türk
dünyasının birliği, bütünlüğü konusunda akılcı, bilime
dayalı tarihi sosyolojiyi çok iyi değerlendiren yaklaşımları
vardı. Belki Türk Dünyasının bundan sonraki birliği,
bütünlüğü ve geleceği açısından çok önemli işlevleri
olacakken ve çok önemli görevleri yerine getireceği bir
sırada aramızdan ayrıldı.
Her ölüm biraz erkendir derler. Ama bana göre Cengiz
Aytmatov çok çok erken bir ölümle aramızdan ayrıldı. Ancak
takdiri ilahi Tanrı ne kadar nefes, ne kadar ömür verdiyle
insan o kadar yaşayabilmektedir. Ben ona Tanrı’dan rahmet
diliyorum. Gerçekten ona yakışır bir değerle şehrimizde
Aytmatov’a verilen gerek ödülle gerekse birbiri ardında
yapılan programlarla emeği geçen herkese çok çok teşekkür
etmek istiyorum. Şehrimizin sayın Valisi, sayın Belediye
Başkanı, sayın Rektörümüz tabi burada özellikle Şener
kardeşim, Manas Yayıncılık bu konuların düzenlenmesinde,
fikirlerin oluşturulmasında önemli roller üstlendiler,
hepsine çok çok teşekkür ediyor, hayırlı akşamlar diliyorum.
Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, sayın arkadaşlar. Ben
Kırgız halkı ve kendi adıma bu akşam burada Cengiz Aytmatov
adına bir akşam düzenlediğiniz için hepinize çok teşekkür
ediyorum. Elbette, benim burada Cengiz Aytmatov adına bir
konuşma yapmam oldukça zor ve bana ağır gelen bir durumdur.
Onun burada kendisinin konuşmasını isterdim. Ben uçakla
gelirken 24-25 Ekim tarihinde Elazığ’da geçirdiğim günleri
hayal ederek geldim. Bugün buradaki sinevizyon gösterisinde
gördük ki o günler çok farklı ve çok güzel günlermiş.
Aytmatov, dünyanın birçok yerini gezen bir insandı. Birçok
yerini görmüştü. Ama Elazığ onun gönlünde en önemli yeri
edindi. Öncelikle halkın ilgisi, misafirperverliği ve
sevgisi onun ilgisini çekmişti. İkincisi bu mahallede onun
adına bir güzel park düzenlendi. Ben Aytmatov’la 30 yıl
beraber çalıştım. Avrupa’ya gittiğimde bana çeşitli
mektuplar yazmıştı. Eğer ileride bazı şeyler tekrar etmezse
unutulup kalır. Aytmatov’un ölüm kırkı henüz gelmeden onu
sizin burada toplanıp anmanız gerçekten güzel bir davranış.
Sizler Aytmatov’u çok seviyorsunuz.
Dünya edebiyatında birçok yıldız var. Bu yıldızlar arasında
Aytmatov çoban yıldızı gibi daima parlayacaktır. Onun
söylediği her söz gelecek için yol gösterici olacak, gelecek
nesilleri eğitecektir. Aytmatov, Türk Dünyasının bir
kimliğidir. Bu müşterek kimliğimizi saygıyla anıp gelecek
nesillere duyurmamız gerekir. Ben, buraya, Elazığ’a her yıl
gelmek isterim diyen Aytmatov’un o sözlerini hissediyor ve
ağlamak istiyorum. O, benim hayatımdaki en bahtlı günüm,
Elazığ’daki en mutlu günüm idi. Bu sözün her birimizin
yüreğinde korunması gerekir. Bu şehrin Valisine, Belediye
Başkanına, Üniversitesine, Manas Yayınevi’ne ve Servet
Kabaklı’ya çok teşekkür ederim. Aytmatov’u Kırgızistan’da
uluslar arası bir toplantı ile de anacağız ve inşallah bu
toplantıya Elazığlı kardeşlerimizi de davet edeceğiz. Ruhu
hepinizden razı olsun. Yattığı yer rahat olsun. Mekânı
Cennet olsun.
M. Süleyman Selmanoğlu
Sayın Valim, Sayın Emine Gürsoy hanımefendi, Türk edebiyatı
Vakfı başkanı Servet Kabaklı, Kırgızistan’dan gelen çok
kıymetli misafirimiz Prof. Dr. Akmataliyev, Tokat’tan gelen
çok değerli misafirler, kıymetli hanımefendiler, kıymetli
beyefendiler, değerli hemşerilerim sizleri sevgiyle ve
saygıyla selamlıyorum.
Değerli konuklar, sizlere Cengiz Aytmatov Parkı’ndan hitap
ettiğimden dolayı çok mutlu olduğumu ifade ederek sözlerime
başlamak istiyorum.. Bugün çok özel bir gece. Büyük yazar 10
Haziran tarihinde aramızdan ayrılarak ebediyete göçtü ve
Türk milletine çok önemli eserler bıraktı. Yüce Allah’tan
rahmet diliyorum.
Cengiz Aytmatov geçen yıl misafirimiz olmuştu. Onun adına
düzenlediğimiz bu parkın açılışında. “Parkımız da küçük bir
çırpıdan çınara; kuştan kartala büyüme, gelişme göstersin.”
şeklinde bir ifadede bulunmuşlardı. Aradan geçen bir yıla
yakın bir sürede ağaçlar büyüdü, çiçekler ve güller açtı.
Cengiz Aytmatov Parkı’nın Elazığ’ın görünümüne ayrı bir
güzellik kattığına hep birlikte tanık oluyoruz. Onun manevi
hatırasını bu parkta ebedi olarak yaşatacağız.
Değerli konuklar. Millî ve manevî değerlere karşı
duyarlılığı ile her zaman adından söz ettiren Elazığ’ımız
kültürel faaliyetlerle her zaman farkındalık yaratmasını
bilmiş ve bu alanda önder bir şehir olmayı başarmıştır.
Geçmişten getirdiği millî hasletleri koruyarak gelecek
kuşaklara aktarma konusunda hassas olan ilimiz, yaşayan
değerlere karşı da vefa borcunu ödeme âlicenaplığını
göstermesini bilmiştir.
Bizde genelde bir değerin kıymeti, öldükten sonra anlaşılır.
Bir sanatçı, edebiyatçı, yazar ya da şair, ne hikmetse
gerçek değerini yaşarken değil de bu dünyadan göçtükten
sonra bulmuştur. Birbirinden güzel eserler ortaya koyarken
pek de dikkate alınmayıp önemsenmeyen değerlerin, ne acıdır
ki gerçek kadir kıymeti öldükten sonra bilinmiştir.
İşte bu yanlış anlayış Elazığ’da Cengiz Aytmatov’la kırıldı.
Dünyayı etkileyen ve Türk dünyasının en büyük yazarı
unvanını alan Cengiz Aytmatov, şehrimizin devam eden en
kadim etkinliği “Hazar Şiir Akşamları” vesilesiyle bu kutlu
topraklarda bulunmuş; Elazığ’a dair en güzel duygularını
terennüm etmiş, son yazacağı romanında Elazığ’dan özellikle
bahsedeceğinin sözünü vermiş, şehir insanının teröre olan
öfke ve tepkisinin ortaya konduğu duygu seline bizzat
katılarak destek olmuş, şiirler okumuş, bizlerle birlikte
Manas Destanı dinlemiş; kısaca birkaç gün boyunca Elazığ’ı
Elazığlılar gibi yaşamış ve yudumlamıştı.
Bu dev çınar, sadece bu kadar önemli etkinliklerle
gönlümüzde iz bırakarak gitmemeliydi. O, eserleriyle bir
döneme damgasını vurmuş bir yazar olarak yeni kuşaklara da
tanıtılmalı ve ismi Elazığ’da hep yaşatılmalıydı. Elazığ
Belediye Meclisimiz tarihinin en önemli kararını ittifakla
alıyor ve Cumhuriyet Mahallesi’nde yapımını
gerçekleştirdiğimiz bu parka “Cengiz Aytmatov Parkı” ismini
veriyordu.
Yapılan bu duyarlı davranış, Aytmatov’u tüm gönüllerde
olduğu gibi Elazığ şehrinde de ölümsüz kılıyordu. O, hem 157
dile çevrilen o güzel eserleriyle var olacak, hem de mavi
gök kubbe üstümüzde durduğu sürece ismini taşıyan modern
parkta yaşayacaktır. Elazığ’ın bu anlamlı ve duyarlı tavrı
karşısında bir konuşma yapan Aytmatov;
“Ben bugün Elazığ’da bulunmamı kaderimin bana nimeti olarak
düşünüyorum ve bunun için Allah’ıma şükrediyorum. Bana böyle
bir imkânı sunduğunuz için sizlere de çok teşekkür ediyorum.
Adıma burada bir park açılmasından dolayı bana bu imkânı
sağlayan ve bu lütufta bulunanların cümlesinden memnun
olduğumu, razı olduğumu açık açık bildirmek istiyorum.
Bundan sonra parkın durumu hakkında sizinle devamlı iletişim
içerisinde olacağımı, parkın durumu hakkında sizleri
arayacağımı bilmenizi isterim. Günümüzün mimarî tarzıyla
yapılmış, bu güzel binaların ortasında bir ada gibi böyle
bir güzelliğin oluşturulmasından duyduğum memnuniyetimi
gittiğim her yerde, kendi ülkemde herkese anlatacağım, sık
sık dile getireceğim.” demiştir.
Bütün dünyada hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip
olmayı başarmış, yazdığı edebiyat harikası şaheserlerle
defalarca Nobel’e aday gösterilmesine rağmen kendi
değerlerine sırt dönmediği için olsa gerek bu ödülden mahrum
bırakılmış, millî bir duruş sergilemesi yanında en güzel aşk
romanlarını yazmış, yıllarca her okuduğumuzda bizleri büyülü
dünyasına çeken, “Selvi Boylum Al Yazmalım” demiş, dünyanın
en güzel aşk hikâyesi olarak kabul gören “Cemile”yi,
sonrasında “Yüzyüze”yi yazmış; en sonunda “Toprak Ana” diyen
Aytmatov, bu eserine isim olan toprağa dönmüştür.
Değerli konuklar, Çok değil sekiz ay geçti onun ilimize
gelişlerinin; bizleri kendisini görme mutluluğuna
eriştirmesinin ardından. Bir rüya gibi cereyan eden bu
buluşma ve kenetleşmenin mutluluğu hafızalarımızda hâlâ taze
iken kısa bir süre önce Aytmatov’un hastalandığına dair
haberler yayınlanmıştı gazetelerde. Birkaç gün sonrasında da
acı gerçekle yüzleştik. Evet, o bir yıldız gibi kaymıştı
dünyamızdan. En büyük tesellimiz, geride bıraktığı onlarca
eser ve hayatının son dönemlerinde doğunun incisi olduğu
gibi Türk dünyasının kültür başkenti olarak gördüğümüz
Elazığ’da kendisini ağırlamış olmamız ve üç günü birlikte
geçirme bahtiyarlığına erişmemizdir.
Ey ulu çınar! Gelişinle gönlümüzü fethettin; ancak gidişinle
hüzne boğdun bizi. Elazığ seninle daha bir anlam kazandı.
İsmini bu kentte yaşatmak, sana olan vefa borcumuzu ödemeye
yeter mi bilmiyoruz; ama sen, eserlerinle zaten hep var
olacak ve gönlümüzde yaşayacaksın.
Kırgız halkı ve bütün Türk Dünyasının başı sağ olsun.
. Muammer Muşmal
Kıymetli Belediye Başkanım, değerli bilim adamları, sanat
adamları ve yazarlarımız hepinizi sevgi ve saygı ile
selamlıyorum. Türk Dünyası ve Dünya Edebiyatının en büyük
yazarlarından olan, eserleri 157 dile çevrilen Kırgız Yazar
Cengiz Aytmatov hayattayken kıymetini bildiğimiz mümtaz
şahsiyetlerden biridir.
Değerli konuklar. Maddi ve manevi hassasiyetleri ile ön
plana çıkan Elazığ’ımızın, Türk Dünyasına hizmet etmiş
başarılı insanlara verdiği ve geleneksel hale getirdiği Türk
Dünyası Hizmet Ödülü kapsamında 2006 yılı Türk Dünyası
Hizmet Ödülü Cengiz Aytmatov’a verildi. Ve bu ödülü almak
üzere 2007 yılında Elazığ halkı adına Valiliğimiz tarafından
ilimize davet edilmişti. Cengiz Aytmatov’u 24–25 Ekim 2007
tarihinde Elazığ’da misafir ettik ve ağırladık. Değerli
yazarımızın Elazığ’a yapmış olduğu bu ziyaret ile adeta iki
kardeşin yıllar sonra buluşması gibi fevkalâde heyecanlı,
duygulu günler yaşadık. Uluslararası 15. Hazar Şiir
Akşamları’nı Cengiz Aytmatov’un onuruna gerçekleştirdik.
Fırat Üniversitesi Rektörlüğü’nce kendisine fahri doktora
unvanı takdim edildi., Belediye Başkanlığımızca da şu an
bulunduğumuz bu parka ismi verildi.
Kadirşinas ve vefakâr hemşerilerimiz bu önemli ziyarette
büyük yazarımızı coşkuyla karşıladı ve adeta bir sevgi
halkası oluşturdu. Katıldığı her toplantıda yoğun bir
ilgiyle karşılaştı. Elazığ halkının kendisine gösterdiği
yoğun sevgi karşısında oldukça duygulandığına şahit olduk.
Elazığ’dan ayrıldıktan sonra da bulunduğu ortamlarda
şehrimizde kendisine karşı gösterilen sevgiden
bahsetti.“Türkiye’de Elazığ diye bir kala var; işte o kala
benim kardeş kalamdır. Orada adımı bir park’a verdiler.
Rusya’da Puşkin’in adına park var ise benim de adıma Elazığ
Kalası’nda bir park var.” diyerek her vesile ile
memnuniyetini ifade etmiştir. Adına yapılacak olan belgesel
için bizzat Elazığ mutlaka bu belgeselin içerisinde olmalı,
diye talimat verdiğini biliyoruz. Değerli misafirler, Cengiz
Aytmatov kısa bir zaman önce vefat ederek aramızdan ayrıldı.
Bu vesileyle Kardeş Kırgız halkına ve bütün Türk Dünyasına
başsağlığı diliyorum.
Elazığ halkı onu ölümünden sonra da unutmadı ve “Cengiz
Aytmatov’a Saygı” adı altında ilimizdeki ilgili tüm
kurumlarla birlikte bu anlamlı toplantıyı düzenledik. Bu
güzel faaliyetin gerçekleştirilmesinde emeği geçen
arkadaşlarımıza bir kez daha teşekkür ederek sizlere hayırlı
akşamlar diliyorum.
Bilim Adamları Aytmatov’u Anlattı…
Cengiz Aytmatov’a Saygı etkinlikleri kapsamında 4 Temmuz
Cuma günü saat 14.00’te Elazığ Öğretmenevi konferans
salonunda Bir Bilgelik Durağı Aytmatov paneli düzenlendi
Toplantıya Elazığ Valisi Muammer Muşmal, Elazığ Belediye
Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu, Fırat Üniversitesi rektörü
Prof. Dr. Mehmet Hamdi Muz, Vali yardımcısı Kadir Balaban,
İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, daire müdürleri,
Fırat Üniversitesi öğretim üyeleri, Tokat Kültür heyeti,
Elazığlı şair ve yazarlar, sivil toplum kuruluşlarının
temsilcileri ve çok sayıda davetli katıldı.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunmasının ardından 2007
Yılı Türk Dünyası Hizmet Ödülünün gerekçeli kararı Elazığ
Valisi Muammer Muşmal tarafından okundu. Vali Muşmal 2007
Yılı Türk Dünyası ödülünün Kardeş Azerbaycan cumhurbaşkanı
İlham Aliyev’e verileceğini açıklamasıyla salonda büyük bir
alkış yükseldi. Türk Dünyası ödülünün açıklanmasının
ardından panele geçildi. Oturum başkanlığını Fırat
Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölüm başkanı Prof. Dr.
Ahmet Buran tarafından yönetilen oturuma Cengiz Aytmatov
Akademisi Başkanı Abdıldacan Akmataliyev, Marmara
Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali ve
Fırat Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ramazan Korkmaz
konuşmacı olarak katıldı.
Panelde yapılan konuşmalarda Cengiz Aytmatov’un bir romancı
olarak, bir sanatçı olarak ve bir insan olarak Türk ve Dünya
edebiyatındaki yeri yapılan konuşmalarda öne çıkan hususlar
oldu. Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev’in Aytmatov’un
ölümünden sonra yazmış olduğu şiir, salonda bulunan
davetlilerin duygularına tercüman olur nitelikteydi.
Toplantının son bölümünde Elazığlı şair Zekeriyya Bican
kürsüye davet edildi. Aytmatov’un ölümünün ardından yazdığı
şiirini okuyan şair Bican davetliler tarafından alkışlandı.
*Zekeriyya Bican
CENGİZ AYTMATOV’UN ANISINA
Cihana sığmayan bir büyük yürek yorulup durdu bugün.
Erişilmez bir zirvedeyken, bu dünyadan uçup da gitti bugün
Nadir gelir artık bu dünyaya Cengiz Aytmatov gibi biri,
Gelse de, yaşayan tüm dillerden söyler gibi yazar mı eli?
İnsan aciz, ölüm gerçek, Cengiz öldü, artık söylemez oldu
dili,
Zaman akıp gider, hiçbir kuvvet durduramaz ki o mutlak
eceli..
“Al yazmalım selvi boylum”, Cemilem!... Şimdi nerelerdesin
söyle,
Yazgı böyle yazılmış, kader bu, Türk Dünyası’nın makûs
talihi bu böyle,
Türkistan kalesinden bir burç düşmüş ve büyük yara almıştır
bugün
Matemlidir Türkistan, matemlidir Elazığ, bir büyük kalem
susmuştur bugün,
Ah ki ah!.. Igor Gouzenko’ya nazire “bir devin düşüşü”
yaşandı bugün…
Tatar - Kırgız ağlar, Harput ağlar, bir devin arkasından yas
tutar oldu bugün…
Oğuz Atam!.. Talas da Şeker Köy’ün bağında bir çiçek soldu
bugün…
Vakit erişmiş güze, yazık o büyük öksüze, Manasta bir kalem
durdu bugün…
Toplantının son bölümünde katılımcılara onurluk belgelerinin
takdimi yapıldı. Elazığ Valisi Muammer Muşmal Prof. Dr.
Abdıldacan Akmataliyev ile Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali’ye,
Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Hamdi Muz Prof.
Dr. Ahmet Buran ile Prof. Dr. Ramazan Korkmaz’a hazırlanan
belgeler takdim edildi.
Onurluk takdiminin ardından toplantı sona erdi.
Merve Can
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, Sayın Rektörüm ve
Değerli Konuklar;
İlhamını yüzyıllara meydan okuyan muhteşem şehir Harput’tan
alan Elazığ’ın fikir ve düşünce dünyasının mimarları 2003
yılında, Elazığ Valiliğinin öncülüğünde Elazığ Belediye
Başkanlığı, Fırat Üniversitesi Rektörlüğü, Elazığ Ticaret Ve
Sanayi Odası Başkanlığı ve Elazığ’ımızın bütün sivil toplum
kuruluşlarımızın katıldıkları yeni bir çalışma daha
başlatıldı. “Türk Dünyası Hizmet Ödülü”
Türk Dünyasını ortak kültür değerler etrafında buluşturmak,
kaynaştırmak; hızla gelişen ve değişen dünya dengeleri
karşısında ortak tarih, kültür ve birlik şuuru oluşturmak
gayesi ile Türk dünyasının mümtaz şahsiyetlerine 2003
yılından bu yana Elazığ’da bir şükran ifadesi olan “Türk
Dünyası Hizmet Ödülü” verilmektedir.
4. Türk Dünyası Hizmet Ödülü de Büyük Türk Milletinin
siyasi, sosyal, kültürel, ahlaki, edebi kısaca bütün maddi
ve manevi zenginliğini eserlerine yansıtan, yaşadığı Orta
Asya coğrafyasının insanlarının duygu
dünyalarını-sevinçlerini, hüzünlerini, acılarını,
kahramanlıklarını- akıl dünyalarını- tecrübelerini- yazıya
dökerek ölümsüzleştiren, mankurtlaşmanın insanı ve insanlığı
yok edeceğine inandığı için insanı ön plana çıkartan, Başta
çevre kirliliği olmak üzere insanlığın ortak problemlerine
dikkat çeken, Halkının olduğu kadar insanlığın da içine
düştüğü zor durumları eserlerinde anlatmakla kalmayıp
onların çözümlerine dair ipuçları gösteren, Bir ulu çınar
Cengiz AYTMATOV’A verilmişti.
Aramızdan 10 Haziran 2008 tarihinde ebediyen ayrılan büyük
insan Cengiz Aytmatov’a rahmet diliyoruz.
Programı arz ediyorum
Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı
2007 Yılı Türk Dünyası Hizmet Ödülü Gerekçeli Kararının
Açıklanması
Bir Bilgelik Durağı Cengiz Aytmatov Paneli
Ve Kapanış
Değerli konuklar şimdi sizleri, yüce önder Mustafa Kemal
Atatürk, silah arkadaşları ve aziz şehitlerimiz için saygı
duruşuna ve akabinde İstiklâl Marşı’nı okumaya davet
ediyorum.
Sırada Elazığ Valiliğinin öncülüğünde Elazığ Belediye
Başkanlığı, Fırat Üniversitesi Rektörlüğü, Elazığ Ticaret Ve
Sanayi Odası Başkanlığı ve sivil toplum kuruluşlarımızın
katıldıkları 2007 yılı Türk dünyası Hizmet Ödülünün
gerekçeli kararını açıklamak üzere Elazığ Valisi Sayın
Muammer Muşmal’ı kürsüye arz ediyorum.
Muammer Muşmal
Değerli konuklar.
Valiliğimizin öncülüğünde Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat
Üniversitesi Rektörlüğü ve ilgili diğer kurum ve
kuruluşların katılımı ile Türk Dünyasında yaptığı
çalışmalarla ön plana çıkmış devlet, bilim ve sanat
adamlarımızın hizmetlerini anmak ve bunu ebedîleştirmek
amacıyla 2003 yılından beri her yıl verilmekte olan “Türk
Dünyası Hizmet Ödülü”nün; 2007 yılı için kime verileceği
hususunu görüşmek üzere seçici kurul 04 Temmuz 2008
tarihinde Fırat Üniversitesi Rektörümüz Sayın Prof. Dr.
Mehmet Hamdi Muz’un başkanlığında toplanarak aşağıdaki
kararı almıştır:
Türk Dünyasında yaptığı çalışmalarla ön plana çıkmış devlet
adamlarımızın hizmetlerini anmak ve bunu ebedîleştirmek
amacıyla, her yıl verilen “Türk Dünyası Hizmet Ödülü”nün,
Azerbaycan Devlet Başkanı Sayın İlham Aliyev’e sunulmasını
oybirliği ile kararlaştırılmıştır.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte oluşan yeni
Avrasya konjonktüründe “İki Devlet Bir Millet” şiarını
benimseyerek Azerbaycan-Türkiye ilişkilerine derinlik
kazandıran merhum Haydar Aliyev’in stratejik petrol
politikalarını devam ettiren İlham Aliyev, yeni enerji
politikalarının belirlenmesinde, Kafkaslardaki huzur ve
barışın korunmasında, özellikle Azerbaycan’ın siyasi,
ekonomik, kültürel ve demokratik alanlardaki gelişiminde
öncülük etmiş; izlediği dengeli, duyarlı ve barıştan yana
politikalarıyla uluslararası platformların ilgi ve takdirini
kazanmıştır.
Türk Dünyasının oluşumu ve stratejik bir vizyona kavuşması
için; Türk ülkeleri arasındaki sosyal, kültürel, ekonomik
ilişkilerin gelişmesine; dostluk ve kardeşliğe bağlı
işbirliğinin sağlam temellere dayandırılarak sürdürülmesine
önemli katkılar sağlamıştır. Özelikle “XI. Türk Devlet ve
Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı”nın
17-19 Aralık 2007 tarihinde Bakü’de toplanmasını sağlayan ve
yaptığı konuşmayla Türk Dünyasının stratejik hedeflerini
belirleyen Sayın İlham Aliyev, Türk devletleri arasında
ekonomik, siyasi ve kültürel işbirliğinin geliştirilmesi
yönündeki çabaları dolayısıyla kurulumuz tarafından “2007
yılı Türk Dünyası Hizmet Ödülü”ne layık görülmüştür.
Kamuoyunun bilgilerine arz olunur.
Merve Can
Programımızın bu bölümünde Oturum Başkanlığını Prof. Dr.
Ahmet Buran’ın yapacağı, konuşmacı olarak Prof. Dr.
Abdıldacan Akmataliyev, Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali,
Prof. Dr. Ramazan Korkmaz’ın katılacakları ‘Bir Bilgelik
Durağı Cengiz Aytmatov’ adlı panel sunulacaktır. Paneli
yönetmek üzere Fırat Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölüm başkanı Prof. Dr. Ahmet Buran’ı arz ediyorum.
Prof. Dr. Ahmet Buran
Değerli konuklar, yaklaşık sekiz ay önce şehrimizde ve
aramızda bulunan, bugün ebediyete intikal etmiş olan, ancak
ardında saygıyla konuşabildiğimiz Türk Dünyasının mümtaz
yazarı Cengiz Aytmatov’u bir panelle anmak üzere toplanmış
bulunuyoruz. Müsaadenizle paneli açıyorum. Hepiniz hoş
geldiniz.
Sovyetler Birliği’nde Stalin döneminde bütün halklar,
Sovyetler Birliği sınırı içindeki bütün halklar, ama bu
arada özellikle Türkler, Türk soylu topluluklar, çok önemli
baskıya maruz kalmışlardı. Çok sayıda, milyonlarca,
milyonlara varan Türk soylu insan Sovyetler Birliğinde
Stalin döneminde katledilmişti. Özellikle de bu
katledilenlerin başında aydınlar geliyordu. Özellikle
aydınlar seçiliyordu. Çünkü aydınlar toplumun önderi,
toplumun ışığı, yol göstericisiydiler. Türk topluluklarının
Türk soylu insanların geleceklerini karartmak için,
aydınların ışığının söndürülmesi gerekliydi. Sovyetler
Birliği Stalin yönetimi de bunu yapmaya çalıştı ve başlıca
aydınları katletti. Onlardan biri de bugün artık merhum diye
bahsetmek zorunda kaldığımız Cengiz Aytmatov’un babası
Törekul Aytmatov’du. Törekul Aytmatov, Cengiz Aytmatov henüz
dokuz yaşındayken tutuklandı ve öldürüldü. Ancak Cengiz
Aytmatov babasının nerede olduğunu, akıbetinin ne olduğunu
elli üç sene sonra 1991 de öğrenebildi. O tarihe kadar
babasının sağ mı ölümü, ölüyse mezarının nerede, sağ ise
hala nerede yaşadığına dair hiçbir bilgisi olmamıştı. 1991
de ancak Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bir vesileyle
babasının katledilmiş olduğu öğrenilmiş oldu. Böylece hiç
değilse babasının mezarında ağlayabildi Cengiz Aytmatov.
Cengiz Aytmatov’un çocukluk yıllarında 2. Dünya Savaşı
vardı. Bildiğimiz gibi 2. Dünya Savaşı -konumuz itibariyle
söylüyorum- Sovyetler Birliği ile Almanlar arasındaydı.
Sovyetler Birliği sadece Ruslardan meydana gelmiyordu,
Sovyetler Birliği içindeki en büyük ikinci etnik grup
Türklerdi, Türk soylu insanlardı ve cepheye çok sayıda Türk
topluluklarından insanlar gönderildi. Almanlarla savaşmak
üzere Türk topluluklarından cepheye gönderilenler Ruslardan
daha önde ön saflarda savaştılar. Ruslar Alman tanklarının
önüne Türkleri göndererek bir şekilde onları yok ettiler.
Yani bir taşla iki kuş vurmak deyimi yerindeyse hem
Almanlara karşı savaştılar, hem Türkleri yok ettiler. Bu
dönemlerde Cengiz Aytmatov öğrenciyken, cepheden gelen
mektupları okuyarak; kocasını, eşini ya da babasını,
kardeşini cepheye gönderenlerin acılarını duyuyordu. Ve
Cengiz Aytmatov yıllarca çok sevdiği babasının acısıyla
birlikte çevresinde, köylerde, şehirlerde cepheye gitmiş
binlerce kişinin de acısını yaşayarak büyüdü. O tam
anlamıyla acılar yumağı haline gelmiş bir insandı. Ve çok
iyi bir gözlemciydi. Olup bitenleri beyninde eleştirel bir
şekilde tutarken bir yandan da yüreğinde anlamlandırmaya
duymaya çalıştı ve yıllar sonra zaman geldiğinde büyük bir
romancı, yazar olduğu bütün bu yaşadıkları, hayatında var
olan şeyler bir bir eserlerinde ortaya çıktı, büyük eserler
ortaya koydu.
Şimdi bu panelimiz Cengiz Aytmatov’un ardından onun edebi
kişiliği, Türk Dünyasındaki yeri, önemi ve kişiliği üzerine
bir sohbet yapacağız. Ben sözü fazla uzatmadan konuşmacıları
buraya davet etmek istiyorum.
Marmara Üniversitesi’nden Sayın Prof. Dr. Emine Gürsoy
Naskali.
Kırgızistan Bilimler Akademisi Cengiz Aytmatov Enstitüsü
Başkanı Sayın Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev.
Ve Fırat Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi
Sayın Prof. Dr. Ramazan Korkmaz.
Ben ilk sözü Prof. Dr. Ramazan Korkmaz’a vermek istiyorum.
“Cengiz Aytmatov’un Türk ve Dünya Edebiyatındaki Yeri”
konulu bir konuşma yapacaklar. Yalnız konuşmaları en fazla
15 dakika ile sınırlıyoruz. Süreye riayet edilmesini rica
ediyorum. Buyurun.
Prof. Dr. Ramazan Korkmaz
Sanatçı, insani tükenişlerimizi soylu bekleyişlere
dönüştüren insandır. Eğer insanlık için tek bir sözcükle
tanımlama yapılsaydı “ölümlüler” denirdi. Bu ölümlü
varlıkların, ölümsüz olana doğru yönelmesi ve ölümsüz olana
doğru yönelirken kendi trajik gerçeğini kavramış olması,
bizim için insan varlığını daha anlamlı kılan bir olgudur.
Sanatçı, her şeyden önce; kutsal yaşam serüveninin
alışkanlıkların kör bataklıklarında kaybolmasına karşı
çıkan, isyan eden insandır. Çünkü alışkanlıklarımız, belli
bir süre sonra yaşam serüvenini tekdüze haline getirir ve
bütün renklerin kaybolmasına zemin hazırlar. Böylece,
felsefi anlamda çevremizde ‘körleşme alanları’ oluşur ve
insanlar o körleşme alanlarına düşerek kaybolurlar. Sanatçı,
bu körleşme alanlarını gören ve insanları bu körleşme
alanlarına düşmekten kurtaran insandır. Hani Orhan Veli’nin
“Dalgacı Mahmut” diye bir şiiri vardır;
“İşim gücüm budur benim
Gökyüzünü boyarım her sabah
Hepiniz uykudayken
Uyanır bakarsınız ki mavi”
diye başlar. Şiirde; işi gücü olmayan sıradan bir insan,
günlük endişelerden farkına varamadığımız bir dünyayı ironik
bir dille bize göstermeye çalışır. Kimse Dalgacı Mahmut’un
bu kadar ciddi bir işe soyunacağını düşünemez. İşte sanatçı,
bizi hiç ummadığımız bir zamanda büyük gerçeklikle
yüzleştiren kişidir. Böylece bizi içten değiştirmeye,
dönüştürmeye çalışır.
Cengiz Aytmatov da, anlattığı varlıkların öyküleriyle bizi
büyük ve ebedi değişmez gerçeklerle yüzleştirmek ister.
Başımızın üstünde her gün asılı duran o muazzam maviliği,
yeniden göstermeye çalışır. Belki de çoğu gün gökyüzüne
bakmayız, orada asılı duran koskoca maviliği görmeyiz bile…
İşte sanatçılar, bize dünyayı, evreni ve kendi
gerçekliğimizi yeniden görmeyi öğreten insanlardır. Yeniden
görmek/göstermek, sanatın en büyük işlevidir.
Cengiz Aytmatov şüphesiz dünyanın en büyük yazarlarından
biriydi. Onun dünya edebiyatında yer edinmesini sağlayan en
önemli faktör, insani tükenişlerimizi sıradan olgular
içerisinde yakalayarak ebedi bekleyişlere dönüştürmekteki
başarısıdır. Aytmatov ile ilgili çalışma yaparken onun bütün
eserlerini ve hakkında yapılan çalışmaların büyük bir
bölümünü okudum. Aytmatov hiçbir eserinde olağanüstü bir
kahraman anlatmaz. Sıradan insanları, sıradan olayları
sıradan şeyleri/olguları anlatır. Sözgelimi Elveda Gülsarı
diye bir öyküsü var. Sıradan bir atla sıradan bir çobanın/Tanabay’ın
öyküsü. Tanabay ile Gülsarı’nın öyküsü paralel gelişir: Bir
toplantı dönüşü Tanabay ve Gülsarı dağ başında kalırlar.
Yıların taypalma yorgası yaşlanmış ve artık takati
kesilmiştir. Issız bir dağ başındadırlar ve gün kararmak
üzeredir. Tanabay, son nefesini vermek üzere olan atı
Gülsarı’yı o ıssız dağ başında yalnız bırakıp evine gitmez.
Tam o sırada yoldan kamyonla gençler geçmektedir. Bu ıssız
yerde böylesine geç saatte yapayalnız yaşlı bir adam ve
ölmek üzere bir atı görünce çok şaşırırlar. Tanabay’a;
“Bizimle gel ihtiyar bunak, yoksa ölüp gideceksin bu dağ
başında, kurda kuşa yem olacaksın” derler. Tanabay, pek çok
dünyalık zamanı birlikte geçirdiği ve güzel anılarının
olduğu Gülsarı’yı yalnız bırakamaz. Ölüme karşı dünyalık
zamanını geçirdiği bir atı bile dağ başında yalnız bırakmaz.
Böyle bir şeyi düşünmüş olmaktan korkarak atının gözlerine
bile bakamaz. Yüreği elvermez. Oysa gençler, onun bu
davranışını “saçmalık” ve “ahmaklık” olarak değerlendirip
onunla alay ederler. Her şeyin tükendiği, faydayla
ölçüldüğü, bütün mukaddeslerin çiğnendiği bir zamanda,
yazar, dağ başında atının gözlerine bakamayacak kadar içten,
samimi, gerçek anlamda erdemli bir insanın varlığını bize
gösterir. İşte Aytmatov, bu çekirdek insanı, erdemin
ölmediği /ölmeyeceği bir tohum gibi eserlerinde işleyerek
bütün zaman ve mekanlara ulaştırmak ister. Sıradan bir çoban
olan Tanabay, insanlığın içindeki bozulmayan özdür. Fakat
Aytmatov, bu öyküyü olağanüstü insanların sıra dışılığı ile
değil, bir çobanın sıradan varlığı ile anlatır. Erdem,
yalnızca padişahların, vezirlerin ve paşaların sahip olduğu
yüksek bir değer değildir. Erdem, hayata karşı soylu duruş
sergileyen insanların en temel niteliğidir. Hepimiz
ölümlüyüz ama hayata karşı duruşlarımız sonsuzluğa kadar
yankılanacaktır. İşte Aytmatov, sıradan insanın içindeki o
büyük ve soylu duruşu ve bu soylu duruşun ölmezliğini
vurgular.
Dişi Kurdun Rüyalarında Akbar diye bir kurdun öyküsünü
anlatır. Akbar’ın 4 batın yavrusu olmuş ve Akbar bunların
hiçbirini büyütememiştir. İnsanlar ve onların sebep olduğu
felaketler sonucu Akbar yavrularını yitirmiştir. Bir ana
olarak yüreği kan ağlamaktadır. Büyük bir ümitle avlanmayı
ve yaşamayı öğretmeye çalıştığı son batın yavrularını da
yine insanların başka varlık alanlarını yok sayan, ihlal ve
iğfal eden acımasızlığı sonucunda kaybeder; Bölge
komiserliği, merkeze taahhüt ettiği yıllık et üretimini
tutturamamış ve çöldeki saygaları katlederek bu açığı
kapamaya çalışmaktadırlar. Bölgeye helikopterler –Akbar’ın
gözüyle demirden kuşlar- gönderilerek keşifler yapılır. Bu
demir kuşların huzurunu kaçırdığı Akbar, bir felaketin
geldiğini sezinler ve analık içgüdüsü ile yavrularını oradan
uzaklaştırmak ister. Fakat tam helikopterle sürülen sayga
sürüsünün önüne düşerler. Akbar yavrularını olayın
vehametine inandırıncaya kadar epey zorlanır ama kaçmaya
başladıklarında da çok geç kalmışlardır. Kara bir bulut
gelen sayga sürüsünün önünde sıralı bir dizi halinde
kaçarlarken gözü hep arkadadır; acaba yavruları
kurtulabilecek mi? En arkada en küçük yavrusu olan topalak,
sevimli Gözde’si vardır ve tıslayarak koşmaktadır. Yaşamakla
ölmek arasında bir nefeslik bir duruş vardır, Akbar bu
çaresizliğe isyan eder ama az sonra da Gözde’nin inleyen
naif sesini duyar. Yavrusunu kaybeden bütün anneler gibi
yüreğinin bir parçasını koparmışlardır. Sonra o kara gölge
yaklaşır ve kendisi ve Taşçaynar dışında bütün yavrularını
yutar, yok eder. Çok kısa bir sürede ve bir hiç uğruna
yaşamı alt üst olmuştur.
O koca çölde sığınacak küçücük bir yer bile bulamamıştır.
Dünyanın bilinci olan insan bozulduğunda, dünyayı kolayca
zindana çevirebilmektedir. Oysa dünyanın bilinci, dünyadaki
tüm yaşamın sorumluluğunu üstlenmiştir.
Aytmatov genel olarak şunu anlatır: insanda iki farklı güç
vardır; yaşamın gücü ve yıkımın gücü. Bu iki muazzam gücün
çekim alanındaki insan, biyopsişik olarak içinde melek ve
canavarı birlikte taşımaktadır. İnsan içindeki bu güçlerin
hangisinin refakatiyle dünyayı biçimlendirmelidir?
Eğer insan erdemini ve anlamının kaybeder ise; sadece
insanlar için değil, sayga sürüleri, kurtlar, tilkiler ve
bütün varlıkları; ağaçları ormanları yok edebilir. Hata
bütün bir dünyayı yok edebilir. İnsan Mankurtlaştığı zaman,
yüksek yaratıcı değerleri simgeleyen annesini öldürebiliyor.
İşte Aytmatov, bu nedenlerle insanın Mankurtlaşmaması için,
kendisi olarak kalabilmesi ve gelişebilmesi için onun özgür
olarak kalması gerektiğini savunuyor. İnsan özgür olmalıdır.
Çünkü gelecekteki varlığımız özgürlüğümüzden kaynaklanır.
Eğer bir insan, bir çocuk, bir toplum özgür değilse
gelecekte de var olamaz.
Kendi değerlerimiz kendiliklerimiz bunun için önemlidir.
Kurtlar kuşlar da kendiliklerine sahip olmalı özgür
olmalıdırlar. Akbar, yavrularını kaybettikten sonra
kurtların tanrısı olan Umay’a yalvarır: “Ey Umay Ana, beni
duy, beni anla! Bu insanoğlu çıldırmış. Dört batındır
yavrularımı yok ediyorlar. Buna bir çare bul ya da beni bu
dünya cehenneminden kurtar, yanına al.” Dünya, insanın
bozulmasıyla yokluğa doğru gitmektedir. İşte Aytmatov
eserlerinde bu büyük varoluş sorunlarını işler. İnsanların
hegemonik yönelimler, iktidar, yükselme ve para hırsı
yüzünden başka varlık alanlarını ihlal ve iğfal etmekten
şiddetle kaçınmalı ve dünyayı korumalıdır.
Aytmatov ve eserlerinde ve sıradan basit olayları
anlatırken; asla ders vermek, bir şeyler enjekte etmek
istemez. O, eserlerinde asla taraf tutmaz. En kötü
kahramanların bile onları kötü yapan süreçleri üzerinde
durur. Böylece insanın içindeki iyilik ve erdem tohumlarını
geliştirmek ister. Bu bakımdan Aytmatov’un Türk ve Dünya
edebiyatında çok büyük bir önemi vardır.
O, sonsuzluğun dilini dilimize çevirmeye çalışan bozkırın
bilgesiydi… Evrenin gizli dilini okumaya ve okurlarına
anlatmaya çalıştı. Sıradan bir Kırgız köylüsünün hikâyesini
anlatırken, aslında global anlamda büyük insani
gerçekliklerimizi yakalaması bundandır.
Bu bakımdan Dünya edebiyatında bir Aytmatov fenomeni var.
Almanya’da, Fransa’da Aytmatov kulüpleri var. Sorbon
Üniversitesi’nde Aytmatov’u Anlamak diye bir ders var. Türk
üniversitelerine yeni yeni bu dersler konuluyor. Biz
maalesef dünyada Aytmatov’u en az tanıyan toplumlardan
biriyiz, ama kadirşinas Elazığ halkı, sayın valimiz,
rektörümüz başta olmak üzere çok değerli katkılarla onun
Elazığ’a gelmesini ve Elazığ’ın dünya kamuoyu gündemine
gelmesini sağladılar. Aslında bu kadirşinaslık kendi
kendiliğimize yaptığımız bir yatırımdır. Büyük insanları
anmakla biz onlara bir şey vermeyiz; büyük insanları anmakla
kendi geleceğimizi garanti altına alır ve içimizdeki
yaşatıcı gücü evrene hakim kılarız.
Aytmatov hakkında belki günlerce konuşsak yine de sonu
gelmez. Süremizi aşmadan, konuşmamızı sonlandırmış olalım.
Beni sabırla dinlediğiniz için, siz değerli dostlara
teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali
Sayın Valim, değerli Rektörüm, sevgili Elazığlılar.
10 Haziran 2008 günü vefat eden dünyaca tanınan yazar ve
devlet adamı Cengiz Aytmatov, dünya edebiyatının sayılı
isimleri arasındaydı. Türk Dünyası yazarları arasındaki yeri
ise belki ilk sıraydı. Orta Asya bozkırını ve o bozkır
insanını en yalın ve aynı zamanda en derin gerçeğiyle
kelimelere yansıtmış ve gönüllerimize seslenmişti.
Cengiz Aytmatov’un cenazesi devlet töreniyle 14 Haziran 2008
günü Bişkek’te toprağa verildi. Kırgız bayrağına sarılı
tabutu Kuran okumasından sonra evinden alındı, Bişkek Milli
Konser Salonuna getirildi, takım elbiseli ve yüzü açık
şekilde katafalka konuldu. Katafalkı ilk ziyaret eden Devlet
Başkanı Kurmanbek Bakiyev oldu. Ardından Başbakan, Meclis
Başkanı, bakanlar, milletvekilleri, yabancı misyon şefleri
katafalkı ziyaret etti. On binlerce Kırgız ellerinde
çiçekler ve Aytmatov’un kitaplarıyla Aytmatov’la vedalaşmak
için uzun süre sıra beklediler. Hoparlörden yayılan kopuz
sesi törene katılanların hüznünü daha da arttırdı.
Bir yanda kopuz sesi, bir yanda katafalk ritüeli, bir yanda
Kuran okunması ve hepsi bir törenin ayrılmaz parçası...
Aytmatov'un naaşı daha sonra Ala-Too meydanına götürüldü.
Buradaki saygı duruşunun ardından cenaze Çong Taş köyüne,
Kırgızistan için kutsal kabul edilen Ata Beyit Anıt
Mezarlığı'na nakledildi ve yerel saat ile 15.24'te Aytmatov
babasının mezarının yanına defnedildi.
Sovyet ansiklopedilerini karıştırdığınızda bir çok insanın
-20’li yaşlarda, 30’lu, 40’lı yaşlarda (ölmek için çok erken
yaşlarda)- 1937-1938 yılında öldüğünü görürsünüz. Ölüm
sebebi de açıklanmamıştır. Gerek Kırgız ansiklopedisinde,
gerek Kazak, Özbek, Azerbaycan vd. ansiklopedilerde bu
gerçek tekrar tekrar karşımıza çıkar. Kırgız
ansiklopedisinde Aytmatov’un babasının da 1938 yılında
öldüğü kaydedilmiştir. Ancak, mezarı yakın zamana kadar
bilinmemekteydi.
1937-38 katliamları Stalin’in temizlik harekatıydı. Stalin
döneminde birçok insan ortadan kaybolmuş, yargısız infaz
edilmişti, bazıları ise üç beş dakika süren göstermelik
mahkemeler sonrasında kurşuna dizilmişlerdi. Aytmatov’un
babası da Kırgızistan’da başlatılan sorgulama ve tasfiye
girişimi sırasında gözaltına alınmış, 137 Kırgız yönetici,
aydın, tanınmış isimle birlikte eski bir tuğla fabrikasına
götürülmüş ve kurşuna dizilmişti. Orada açılan bir çukura
topluca gömülmüşlerdi.
Olayı gören bekçi, uzun yıllar gördüklerini korkusundan
kimseye anlatamamış. Ölüm döşeğinde iken kızını çağırmış ve
kızının kulağına bu gördüklerini anlatmış ve bir gün zaman
değişir de şartlar el verirse bu anlattıklarımı birilerine
açıklarsın diye vasiyet etmiş.
1990’lı yılların başında Kırgızistan bağımsızlığına
kavuştuğunda, doğru zamanın geldiğini düşünerek, Bübüyra
Kıdıraliyeva bu olayı açıklamış. Tuğla fabrikası kazılmış,
137 insanın iskeleti bulunmuş, çoğunun elleri bağlıymış, DNA
testleri yapılmış ve cesetlerin kimlere ait olduğu
belirlenmiş. Aralarında dönemin başbakanının da olduğu
anlaşılmış. Kırgız Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin 3. adamı
olan Aytmatov’un babası Törekul, boynundaki künyeden teşhis
edilmiş.
Bu haberleri duyduğumuzda, Sovyet toplumunun bireylerinin
uzun yıllar sessiz yaşamış olduğunu idrak ettik. En gerçek
duygularını açığa vurmadığını anladık. Milyonlarca insanın
“halk düşmanı çocuğu” olma korkusuyla suskun hayatlara
mahkum olduğunu, yaşananları unutmadığını ama acıyı sessiz
yaşadığını anladık.
Cengiz Aytmatov, sadece bir hikâyesinde babasından söz
etmişti: Toprak Ana hikâyesine ithaf olarak “Baba sana mezar
yapamadım, senin nerede gömülü olduğunu bile bilmiyorum. Bu
eserimi sana, babam Törekul Aytmatov’a armağan ediyorum.”
demişti. O kadar.
Ata Beyit Mezarlığı, Cengiz Aytmatov’un önerisi ile
düzenlendi ve müze haline getirildi. Toplu mezarda bulunan
giysiler ve çeşitli özel eşya bu müzeye yerleştirildi.
Kırgız hükümeti, Cengiz Aytmatov’a bir saygı ifadesi olarak,
bu kutsal anıt mezarlığa babasının yanına defnedilmesini
uygun gördü.
Kırgız Türkçesinde adı Çıngız olarak telaffuz edilen Cengiz
Aytmatov’a sıkça sorulan sorulardan biri de eserlerini hangi
dilde yazdığı sorusuydu. Özellikle Türkiye’de yapılan
toplantılarda bu soru -Cengiz Aytmatov’un Rusça yazdığı
kulağına çalınanlar veya “Kırgızca yazıyorum, Türkçe
yazıyorum” demesini isteyenlerce- sorulurdu. Hâlbuki
Aytmatov romanlarını, hikâyelerini Rusça kaleme alıyordu.
Yazıları neredeyse eş zamanlı olarak Kırgızcaya çevrilip
basılıyordu. Aytmatov, bu konunun üzerinde durmuyordu. O dil
veya bu dil, önemli olan kendimi ifade etmek, diyordu. Ruh
birikimini hem Rusçanın hem Kırgızcanın yarattığını, Rusça
eğitim aldığını, Kırgızcanın yanı sıra Rus dilinin ve
edebiyatının zenginliğiyle yoğrulduğunu söylüyordu.
Eserlerini Rusça yazması, Aytmatov’un dünyaca tanınmasında
rolü olmuştur. Rusça sebebiyle kitapları on binlerce nüsha
basılmış ve batı dillerine çevrilmişti. Aytmatov’un eserleri
170 kadar farklı dile çevrilmiş. Kendisi de bunun tam
sayısını bilmiyor, hatta eserlerinin çevrildiği bazı dilleri
ilk defa duyduğunu söylüyordu. Yabancı dillere yapılan
çevirilerin Kırgızca üzerinden yapılması mümkün değildi.
Çeviriler tabii, Rusça üzerinden yapılıyordu.
Aytmatov’un batı dünyasında tanınması ve ün kazanması Cemile
isimli hikâyesinin 1958’de Novy Mir “Yeni Dünya” (Rusça)
dergisinde basılması ve Fransız şair Louis Aragon’un bu
hikâyeyi Fransızcaya tercüme etmesiyle başlar. Aragon,
önemli bir isimdir. Hikâyeye yazdığı önsözde Cemile hikâyesi
için "dünyanın en güzel aşk hikâyesi" ifadesini kullanır,
bir başka Fransız edebiyatçısı olan Alfred de Musset’ye
seslenerek, Kırgız bozkırındaki bu Ağustos gecesini de, bu
genci de kıskanmasını söyler.
Aragon’un Aytmatov’u beğenmesi ve övmesi, sizin veya benim
beğenmemden daha mı önemlidir?
Biz, Aytmatov’u gönlümüzün sesi olarak gördüğümüz için,
bizim ve bizden olduğu için onu anıyoruz ve anacağız; Aragon
beğendiği için ise dünya Aytmatov’u tanıyor.
Günümüz Türkçesinde mankurt kelimesi “kendi değerlerine
yabancılaşmış, yabancı odakların güdümüne girmiş insan”
anlamına gelir. Bu kelime dilimize Cengiz Aytmatov’un Gün
Olur Asra Bedel romanının çevrisiyle birlikte girmiştir.
Mankurt kelimesi mefhum olarak yepyeni bir kavram değildi
elbette ama bu kavramın bir tek kelimeyle karşılanabilir
olması, aynı zamanda Gün Olur Asra Bedel gibi etkileyici bir
romanın ana konusunu oluşturması, bir yandan acıklı bir
efsaneye bağlanması, diğer yandan da itici ve duyarsız insan
tipleriyle günümüze taşınmış olması o yıllarda mankurtluk
üzerinde bir hassasiyeti canlandırmıştı. Hatta, mankurt
kelimesi ve mefhumuyla aşina olan kimseler arasında, bu
bilgi ve duyarlılık sebebiyle, sanki özel bir iletişim
kurulmuştu. Gün Olur Asra Bedel romanının ilk sayfalarında,
vefat eden yaşlı babasını kutsal sayılan Ata Beyit
Mezarlığına götürmek istemeyen, bu yolculuğu bir angarya
kabul eden, babasını hemen yakındaki mezarlığa gömüp biran
önce Moskova’ya dönmek isteyen Sovyet ürünü mankurt oğul ile
tanışırız.
Elbette, bizde de benzeri olaylar yaşandı. Kendi yakın
tarihimize baktığımda, Atatürk’ün toprağa tevdi edilip
defnedilmesi ölümünden ancak 15 yıl sonra, 10 Kasım 1953’te
gerçekleşti. Bu 15 yıllık süre içinde naaş, Ankara’da
Etnoğrafya Müzesinde tahta bir masa üzerinde bekletilmişti
çünkü yapılması kararlaştırılan anıt mezarın inşaatı bir
türlü başlatılmamıştı. Atatürk sonrası CHP, anıt mezarın
yapımıyla ilgilenmemişti. Anıtkabir, DP’nin iktidara
gelmesiyle ve Anıtkabir inşaatını yapılacak ilk iş olarak
görmesiyle ortaya çıkmıştır; heykellerin, aslanlı yolun,
kabartmaların, mozaiklerin ihaleleri yapılmış ve üç yıl
içinde Anıtkabir tamamlanmıştı.
Son görevler önemlidir, çünkü bir duruşu, bir hassasiyeti
simgeler.
Aytmatov’a rahmet dileklerimle.
Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, sayın arkadaşlar. Ben
Kırgız halkı ve kendi adıma Elazığ’da Cengiz Aytmatov için
düzenlediğiniz toplantı için sizlere çok teşekkür ediyorum.
Elbette, benim burada Cengiz Aytmatov adına bir konuşma
yapmam oldukça zor ve bana ağır gelen bir durumdur. Onun
burada kendisinin konuşmasını isterdim. Ben uçakla gelirken
24-25 Ekim tarihinde Elazığ’da geçirdiğim günleri hayal
ederek geldim.
Aytmatov, dünyanın birçok yerini gezen bir insandı. Birçok
yerini görmüştü. Ama Elazığ onun gönlünde en önemli yeri
edindi. Öncelikle halkın ilgisi, misafirperverliği ve
sevgisi onun ilgisini çekmişti. İkincisi Elazığ’da onun
adına bir güzel park düzenlendi. Adına açılan bu parkın
açılışında çok mutlu olmuştu. Elazığ’dan ayrıldıktan sonra
gittiği her yerde Elazığ’da gördüklerini büyük bir heyecan
ile anlattı.
Ben Aytmatov’la 30 yıl beraber çalıştım. Avrupa’ya
gittiğimde bana çeşitli mektuplar yazmıştı. Eğer ileride
bazı şeyler tekrar etmezse unutulup kalır. Aytmatov’un ölüm
kırkı henüz gelmeden onu sizin burada toplanıp anmanız
gerçekten güzel bir davranış. Sizler Aytmatov’u çok
seviyorsunuz.
Dünya edebiyatında birçok yıldız var. Bu yıldızlar arasında
Aytmatov çoban yıldızı gibi daima parlayacaktır. Onun
söylediği her söz gelecek için yol gösterici olacak, gelecek
nesilleri eğitecektir. Aytmatov, Türk Dünyasının bir
kimliğidir. Bu müşterek kimliğimizi saygıyla anıp gelecek
nesillere duyurmamız gerekir. Ben, buraya, Elazığ’a her yıl
gelmek isterim diyen Aytmatov’un o sözlerini hissediyor ve
ağlamak istiyorum. O, benim hayatımdaki en bahtlı günüm,
Elazığ’daki en mutlu günüm idi. Bu sözün her birimizin
yüreğinde korunması gerekir. Çok değerli Muammer Muşmal,
Süleyman Selmanoğlu, Servet Kabaklı, Manas Yayınevi’ne ve
Şener Bulut’a çok teşekkür ederim.. Ruhu hepinizden razı
olsun. Yattığı yer rahat olsun. Mekânı Cennet olsun.
Prof. Dr. Ahmet Buran
Sayın Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev’e yapmış olduğu bu
konuşmasıyla panelimiz tamamlanmış oldu ben Cengiz
Aytmatov’un edebi ve düşünce dünyasında bir ufuk turu
yaparak bizlere önemli bilgiler veren çok değerli bilim
adamlarımıza teşekkür ediyorum.
Değerli konuklar Türkistan davasının önemli isimlerinden
Behudiy’nin öldürülmesi üzerine Sadriddin Ayni, Sovyet
yönetiminin ve Rusların hakimiyetleri boyunca yaptıklarını
anlatan şu şiiri yazmıştır: onun bu güzel şiiriyle
panelimizi tamamlamak istiyorum.
“Ey medfen-i insaniyet, ey maktel-i ahrar!
Ey merkez-i vahşaniyyet, ey mihman-ı eşrar!
Minglerçe yigitler başını tenden ayırding,
Minglerçe esaretzede oğlanları kırding.
Kan tök, yene kan tök, yene kan tök!
Kan seli bilen akıbetü’l-emr, yarıl, çök!
Kan tök de, çömül kanga! Yıkıl kanga! Boğul, öl!
Ta kanga bulganmasın azade birar kol!
Ey div-i cehalet üyi, ey kanla tolar gâr
Şad ol bu kün!
Amma bu küning ertesi hem bar!
Bir dest-i riya, dest-i cefa, dest-i hıyanet
Mümkin mi seni eylese kettikçe sıyanet?!...
Ey katile, ey facire, ey fitne-i Turan!
Turan eli fitneng ile bolsun mı perişan?!
Minglerçe yigit başını keltek bilen ezdin.
Minglerçe yigit naşını sarcin kibi tizding.
Zindanlarga minglerçe tiriklerini çirütting.
Kur’an’nı şeriatını ayağ astına basting
Behudiy kebi dahi-yi Turan’nı da asting!
Baş kes, yene baş kes, neçe kün keyf ü safa sür!
Lekin közingni aç, kelesi künleringi kör!
………………
Bir kün kelür elbet, kelür elbet, kelür elbet!
Ey haine, öç almağa acizlerge növbet!
………..
Bir kün kelür elbet acizlerge növbet
Öç almağa senden
Ey menba-ı nekbet,
Körsem oşa künni”
Pertek Şiir Günleri
Cengiz Aytmatov’a Saygı etkinlikleri kapsamında düzenlenen
etkinliklerin son programı olan Pertek Şiir Günleri 4 Temmuz
Cuma günü Tunceli’nin Pertek ilçesinde gerçekleştirildi.
Elazığ Belediye Başkanlığının tahsis etmiş olduğu bir araç
ile saat 16.30’da Pertek’e hareket edildi. Kırgız şair
Abdıldacan Akmataliyev, Marmara Üniversitesi öğretim üyesi
Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, Fırat Üniversitesi’nden Yrd.
Doç. Güldeniz Ekmen Agiş, Dr. Fazıl Agiş, Yrd. Doç. Dr.
Ercan Alkaya, Yrd. Doç. Dr. Çimen Özçam, Yrd. Doç. Dr. Sevim
Birici, Hasan Özçam, Tokat kültür heyetinden Tokat Şairler
ve Yazarlar Derneği Başkanı Mehmet Emin Ulu, Tokat Kent
Konseyi Genel Sekreteri Ali Polatdemir, Tokatlı yazarlar:
Hasan Akar, A.Turan Erdoğan, Nihat Aymak, Burhan Kurdan,
Malatya’dan Nurettin Gür Ozanoğlu, Gaziantep’ten Mehmet
Kara, Elazığlı şair, yazar ve sanatçılardan Serhat Kabaklı,
Doğan Özdal, Tuncer Sönmez, Ahmet Vural, Şükrü Kacar,
Bedrettin Keleştimur, R. Mithat Yılmaz, Hadi Önal, Saim
Öztürk, Necati Demir, Mahir Gürbüz, Hüseyin Poyraz, Muammer
Aksoy, M. Faik Güngör, Zekeriyya Bican, Nusret Özgen, Karani
Arda, Paşa Demirbağ ile beraber diğer konuklar İlçe
Kaymakamı Cihangir Güler, Belediye başkanı Kenan Çetin ve
İlçe protokolü tarafından Pertek feribot iskelesinde büyük
bir ilgiyle karşılandı
Keban Baraj Gölü kıyısında doğal güzelliğiyle keşfedilmeyi
bekleyen Tunceli’nin şirin ilçesi Pertek’teki program Keban
Baraj Gölü'nde gerçekleşen feribot gezisi ile başladı. Baraj
gölü ortasında ancak bir ada görünümünde büyük bir ihtişamla
varlığını sürdüren tarihi Pertek Kalesine misafirlerin büyük
ilgi gösterdiği gözlendi. İlçedeki tarihi eserlerin ziyaret
edilmesinin ardından Kaymakam Cihangir Güler tarafından
konuklara akşam yemeği ikram edildi.
Pertek Şiir Günleri Pertek Cumhuriyet meydanını dolduran çok
kalabalık bir davetli topluluğunun yoğun ilgisi ile başladı.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunmasının ardından
gazeteci yazar Bedrettin Keleştimur davetlilere hitaben bir
konuşma yaptı.
Sayın Kaymakam’ımım, Sayın Belediye Başkan’ım, Sayın Merkez
Komutan’ım, Şiiri ve Sanatı buluşturan Pertek’in güzel
insanları sizleri bu güzel toplantıda saygıyla selamlarım.
Pertek’te, yıldızlı bir gecenin efsunkâr havasında
şairlerin, yazarların, sanat dostlarının bir araya gelmesi
insana o kadar büyük yaz veriyor ki, ister istemez
duygulanıyorsunuz. Sevgili Pertekliler, bugün sizlerle tanış
olacağınız bu dostlar, her biri sahalarının yıldızlarıdır.
Her biri sizlere, gönüllerini açarak geldiler. Sevda dolu
yürekleriyle geldiler. Onlar, huzura kanat çırpan anka
kuşları! Onlar, hikmet dolu göğüsleriyle soluyan ilham
perileri!
Kırgızistan’dan, Issık Gölün tatlı esintilerini taşıyan bir
bahadır var içimizde, Abdılcan Akmataliyev! Ninnilerle
yürüdüler, Destanlarla büyüdüler, dağlar gibi metanetle
Cengiz Aytmatov yüreğiyle asrı selamladılar.
Tokat için Harput’un ikiz kardeşi derim. Yüreğim Anadolu
olur bir an, kâh ‘Yemen’i sayıklar, kâh Niksar’ın
fidanlarına ağıtlar yakarım. Şair gönlü Hakk der, bilir
misin ‘uyuklamaz’
Bu gece, bizim gecemiz. Bu gece, bütün sözlerim Fırat üstüne
olacak. Fırat; otağlı, sancaklı, tuğlu Alplerin çoban
yıldızıdır! Her zaman yoluma arkadaş oldu. Yol arkadaşına,
“Su gibi aziz ol” der! Şimdi, ışık olup Anadolu’nun bahtına
akıyor. Fırat’ı anlatmak, tarihe susamak gibi! Ne deriz,
Fırat boyunda yol alırken;
Dağları omuz omuza vermişler. Yürekli birer bahadırlar gibi.
Taşlar, aşılmaz bir kale duvarı! Metanet omuzlamış
sanırsınız. Sert iklimin sert kaburgası sanki!
Fırat, bu dağlara inat bir küheylan! Zincirlerini kıran
yağız attır. Asırların nağmesi üzerinde. Nice şairin dilinde
sevdadır. Toprağa candır, âşıklara yaren! Velhasıl, ‘efsane
nehir’ Fırat’sın.
Seninle yolculuk etmek o kadar güzel ki. Asırlara rağbetin,
heybetin var. Suyla gelen medeniyet derim adına!
Kur, Aras bende doğar. Bilirim, Hazar’a bir su kadar
yakınlığımı! Bingöl, Kars yaylasından selamım gider,
Azerbaycan’a! Bir şah damarı kadar yakınım sana Hazar!
Bir atlıdır, sanki Fırat! Dağlar aşmada, nasıl kanatlanır.
Bir kanadına, huyu güzel Murat derler. Aladağlardan süzülür,
nice yollardan gelirsin. Öte kanadın, Karasu’dur. Derin
vadilerde öykülerin vardır.
O vadiler, ecdadın geçtiği yollardır. Bir kan damarı
gibidir. O damarlar, uzar gider Anadolu’nun içlerine!
Dağlar, eğilmiş selam durmuş giden akıncıya! Bir kılavuz
gibi yol gösterir akan nehirler can içre, gönül içre giden
yolcuya!
Senin de kolların var, Ey soylu nehir! Murat, Karasu, Tohma,
Peri, Çaltı ve Munzur! Kollarınla büyür, kollarınla
kucaklarsın bir koca coğrafyayı! Işık sende raks eder!
Rüzgâr, seninle fısıldaşır! Dağ seninle dizginleşir! Güneş,
cemalin seninle seyreder! Yakamozlar oynaşır.
Taş duvarlar örülür, Fırat’ın önüne! Sular, yedi renk olur
ışığın raksıyla! Büyür Fırat’ın azameti; “yedi küpeli gelin”
derler adına!
Fırat, biz seni sevdik. Senin için ‘hazinesin’ dedik.
Gıptayla baktık yüzüne. Korktuk, sana değecek nazarlardan!
Korktuk, bu millete musallat olabilecek ezalardan!
Şiirimizde, Mazin kadar zindesin dedik ve devam ettik;
Gezdiniz mi Anadolu’yu. Özellikle de, bir sülün gibi uzanan
Fırat’ın boylarını. O zaman daha içten okursunuz, Türk’ün
tarihini! Tarihe ad olan efsaneleri, manileri, hoyratları,
deyişleri, her biri yanık türküleri!
Dalgalar, bin bir homurtuyla kıyılarına vurur. Işıkların
ürpertisini seyrederim! İçimdeki alevler aksediyor sanki o
dalgalara! Derler ki uzaydan, Fırat’ın ipince bir yay gibi
damar damar gerilişi vardır. Malazgirt burada doğmuş, tarih
burada netametini bulmuş, bütün öfkeler burada sağılmış,
burada Alpler, erenler Anadolu’nun içlerine dağılmış.
Fırat, Anadolu’dur. Şefkatin damlayan gözyaşlarıdır.
Fırat’ta, kana kana içtim zamanı. Fırat’ta dinledim, bin bir
cennet masalını! Fırat’ta sevdim hoyratı, maniyi, ninniyi!
Fırat’ta tanırsınız, şairin ruh güzelliğini, şiirin ilham
gücünü! Fırat’ta başlar Türk’ün Anadolu’ya sadakat
yolculuğu!
1937 tarihinin bir sonbahar mevsiminde, Pertek Gazi
Atatürk’ü konuk ediyordu!. Gazi, bu diyarı; “cennetten bir
köşe” olarak tasvir ediyorlardı. Hozat Çayı üzerinde yapılan
Singeç Köprüsünün açılışı büyüklerin hatıralarıyla
nakledilir. O hatıralar, bugün aramızda bulunan rahmetli 3.
Cumhurbaşkanımız Celal Bayar’ın torunları Prof. Dr. Emine
Gürsoy Naskali ile birlikte tekrar canlandı.
Pertek tarihi bir Türk şehridir. Oğuz ananelerinin Orta
Asya’dan taşıyarak getirdiği, ‘kuş heykeli’ şüphesiz bolluk
ve bereketi ve bunlarla birlikte, ‘hürriyeti’ temsil ediyor
olması dikkate şayandır. Ve Pertek ismini buradan almıştır.
Pertek’te, Selçuklu kültürünün derin izleri vardır. Kale,
han, hamam, cami, mescit, aş evi gibi birçok Anadolu şehrini
süsleyen kültür mirası, Pertek’e de ayrı bir zevk, estetik
katmıştır. Munzur’un heybeti ile kendisini gösteren dağların
nasıl omuz omuza verdiğini görmek ayrı bir çeşnidir. Biz
dağlar için ne demiştik; Yeryüzünün sağlam
kazıkları/yükselen sütunları ve soğuk su depoları!. Her
pınar başında, ‘çoban çeşmesinde’ mutlaka Ferhat’ın aşkı
dile gelir. Bu duygu ile yazdığım şiiri siz okurlarımla
paylaşmak istiyorum;
“Cennetin gölgesi düşmüş üstüne
En nazende güller aşmış göğsüne
Seçilmiş mısralar paymış dostuna
Kalemi boynuna dolanmış Pertek
Dağ, vadi ve nehir yedi renk açar
Işıl ışıl yıldız kayar, ahenk göçer
Tarihi sırlarını murat içer
Elemi koynuna bulanmış Pertek
Buzluk bağlarından uzat ellerin
Peri çaylarından gözet dillerin
Bahar aylarından söz et dalların
Dalında meyvesi balınmış Pertek
Kanat kanat ol, dert etme yârimi
Kuşkanadıyla aparmış yârimi
Köprüler gitmiş koparmış yârimi
Harput ötesine çalınmış Pertek
Tan vakti, kızaran yüzü al aldır
Ata’nın hatırası son bahardır
Ebed duamız hasretine güldür
Dertlerden azade olunmuş Pertek”
Bu konuşmanın ardından kürsüye bu kez şairler davet edildi.
Okunan şiirler Cumhuriyet Meydanını dolduran Perteklilerden
büyük alkış topladı.
Kürsüye ilk olarak Kırgızistanlı şair Abdıldacan Akmataliyev
davet edildi. Daha sonra sırasıyla Av. Doğan Özdal, Hüseyin
Erdoğan, Mehmet Kara, Mehmet Emin Ulu, Şükrü Kacar, R.
Mithat Yılmaz, Serhat Kabaklı, Hasan Akar, Nurettin Gür
Ozanoğlu, Güldeniz Ekmen Agiş, Nihat Aymak, Saim Öztürk,
Aydın Öztürk, Mahir Gürbüz, Tuncer Sönmez, Karani Arda,
Hüseyin Poyraz, Haşim Şahin, Ahmet Vural, Hasan Özçam, M.
Faik Güngör ve Zekeriyya Bican toplantıya katılarak
şiirlerini okudular. Programda Cengiz Aytmatov bir kez daha
anıldı. Abdıldacan Akmataliyev, Güldeniz Ekmen Agiş, M. Faik
Güngör, Mehmet Emin Ulu gibi şairler Aytmatov için
yazdıkları veya Aytmatov’a ithaf ettikleri şiirlerini
okuyarak Cengiz Aytmatov’u andılar.
Büyük heyecan yaşanan gecede ayrıca “Mustafa Kemal Lisesi
Halk Oyunları Topluluğu” ile “Tunceli Varvara Topluluğu”
yaptıkları gösterilerle geceye büyük renk katarken programın
son bölümlerinde Tunceli Cemevi'nden Besimi Öz deyiş okudu.
Son olarak sahneye davet edilen Elazığlı sanatçı Yalçın
Turhan seslendirdiği birbirinden güzel Harput türküleri
Süpürgeç Dağı’ndan esen ılık rüzgarlarla birlikte gecenin
sessizliğine karıştı.
Programının son bölümünde plaket ve hediyeler takdim edildi.
Kaymakam Cihangir Güler tarafından Pertek Şiir Günleri’nin
gerçekleşmesinde katkı sağlayan Manas Yayınevimizin genel
koordinatörü M. Şener Bulut’a bir plaket verildi.
Pertek kaymakamı Cihangir Güler “Cengiz Aytmatov’a Saygı”
etkinliklerine Pertek’in de dahil edilmesinden dolayı kısa
bir teşekkür konuşması yaptı.
“Kültür dünyamızın çok seçkin çok değerli topluluğu,
kıymetli konuklar. Çok değerli hanımefendiler, beyefendiler.
Öncelikle sizleri bu akşam Pertek’te ağırlamaktan duyduğumuz
mutluluğu ifade etmek isterim. Hepiniz hoş geldiniz. Pertek,
Elazığ ile bağlantısını sağlayan bir köprüye sahip değil.
Ama bizatihi kendisi bir köprü olduğunu bize gösterdi. Hem
de bir kültür köprüsü. Elazığ ile Tunceli’yi birbirine
bağlayan belki Türkiye’nin değişik bölgelerini birbirine
bağlayan bir köprü olduğunu bu akşam herkese gösterdi.
Uzaklardan yakınlardan gelen misafirlerimiz var. Bu akşam
bizleri şereflendirdiler. Son söz de bize düştü. Bu kadar
güzel sözden sonra, bu kadar güzel şiirden sonra bize fazla
söz kalmadı. Ama ben yine de hepinizi burada olmaktan,
burada bulunmaktan dolayı tertip komitesi adına, Pertekliler
adına sevgi ile selamlıyorum.
Pertek Belediye Başkanı Kenan Çetin, Pertek Şiir Günleri
kapsamında düzenlenen etkinliklere katılan 3.
Cumhurbaşkanımız Celal Bayar’ın Torunu Prof. Dr. Emine
Gürsoy Naskali'ye Atatürk'ün 17 Kasım 1937'de beraberinde
Celal Bayar’ın da bulunduğu bir heyet ile birlikte Pertek'e
gelerek açılışını yaptığı Singeç Köprüsü üzerinde çekilmiş
fotoğraf hediye etti. Başkan Kenan Çetin hediyesini takdim
ederken yaptığı konuşmasında özetle şunları söyledi: Değerli
misafirler. Değerli gönül dostları şairlerimiz, Pertek’e hoş
geldiniz. Singeç Köprüsü’nün açılışı münasebetiyle yapılan
törenden bir anı ve bir fotoğraf. 17 Kasım 1937 tarihinde
Pertek’te çekilmiş olan bu fotoğraf şimdi ilçemizin altın
sayfalarında yer alarak hatıralarımızı süslüyor. O tarihte
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve
Başbakan Celal Bayar Sabiha Gökçen’in de bulunduğu bir heyet
ile Pertek’i ziyaret etmişler ve köprümüzün açılışını
yapmışlar. Değerli misafirler, biz bu tarihi köprümüzü Keban
Barajı’nın faaliyete geçmesi nedeniyle 1974 yılında
kaybettik. Ben bu değerli fotoğrafı, bugün ilçemizi ziyaret
eden 3. Cumhurbaşkanımız Celal Bayar’ın torunu Prof. Dr.
Emine Gürsoy Naskali hanımefendiye takdim etmekten onur
duyacağım.
Pertek Belediye başkanının bu anlamlı hediyesini alan Prof.
Dr. Emine Gürsoy Naskali de duygularını, yaptığı
konuşmasında şöyle ifade etti.
Değerli ev sahiplerimiz, kıymetli dostlar. Bu akşam burada
olmaktan çok büyük bir mutluluk duyuyorum. Muhteşem bir
geceydi. Bu geceyi sizlerle paylaşmış olmak benim için
unutulmaz bir hatıra. Bu resim 71 yıl öncesine ait bir
kayıt. Büyükbabam Celal Bayar, Atatürk ile birlikte Pertek
köprüsünün açılışı için buradaydılar. Büyükbabam Celal
Bayar’ın, 1936 yılında tamamlayıp Ankara’ya sunmuş olduğu
bir Şark Raporu var. Doğu Anadolu’yu bütünüyle gezerek bu
bölgemizin ihtiyaçları hakkında hazırlamış olduğu bu
rapordan önce bu bölgemiz hakkında yazılmış olan birkaç
rapor daha var. Fakat Celal Bayar’ın hazırlamış olduğu bu
rapor, diğerlerinden pek çok yönüyle farklılıklar
gösteriyor. Bunlardan birincisi bölgenin coğrafi şartlarını
dikkate alarak neler yapılabileceği hakkında ve bölgenin
iktisadi açılımlar bakımından ne şekilde geliştirilebileceği
hakkında önerilerle dolu. Bu raporun belkide en önemli
özelliği insan sevgisini yansıtması. Belediye başkanımızın
vermiş olduğu bu değerli hediyeyi almaktan büyük bir onur
duyduğumu ifade etmek isterim. Bizleri misafir ettiğiniz
için hepinize çok teşekkür ediyorum.
Daha sonra Tokat Kent Konseyi başkanı Remzi Zengin ve Tokat
Şairler ve Yazarlar Derneği başkanı Mehmet Emin Ulu
tarafından Pertek’te gördükleri yakın ilgiden dolayı Pertek
kaymakamı Cihangir Güler ile Pertek Belediye başkanı Kenan
Çetin’e Tokat’a özgü bir hediye sandığı hediye edildi.
3-4 Temmuz 2008 tarihlerinde dolu dolu geçen iki gün boyunca
Türk Dünyasının ve dünya edebiyatının büyük yazarı, bilge
insan Cengiz Aytmatov saygıyla anıldı. Kadirbilir, vefalı
Elazığ halkı ve yöneticileri daha önce Elazığ’a gelerek
kendilerine büyük mutluluk yaşatan Cengiz Aytmatov’a olan
vefa borçlarını ödemeye çalıştılar.
Elazığ insanı, Türk Dünyasının bu büyük yazarını her zaman
saygıyla hatırlayacaktır.