KIBRIS
ŞEHİTLERİNİ ANMA VE ŞEHİT İLHANLAR ABİDESİ’NİN AÇILIŞ TÖRENİ
Tarih: 23-24-25 Aralık 2008
Yer: Elazığ/Türkiye
Manas/Haber- M. Şener Bulut / R.
Mithat Yılmaz
Manas Yayıncılık olarak 24 Aralık 1963 tarihinde Yavruvatan
Kıbrıs’ta Elazığlı hemşehrimiz Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın
eşi ve üç çocuğunun, Rumlar tarafından acımasızca
katledilmesinin 45.yıldönümü münasebetiyle 23–25 Aralık 2008
tarihlerinde bir anma toplantısı düzenledik. Elazığ
Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat Üniversitesi
Rektörlüğü, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı,
Muharip Gaziler Derneği, Şehit Aileleri Derneği ve Türk
Ocakları Elazığ Şubesi ile işbirliği yapılarak
hazırladığımız programa Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden
başta Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş olmak üzere Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Hasan
Erçakıca, Kıbrıs’tan, Ankara’dan, Elazığ’dan sivil kuruluş
temsilcileri ve bilim adamlarının yanı sıra acısını
yıllardır yüreğinde taşıyan değerli hemşerimiz E.Tuğgeneral
Nihat İlhan katıldı.
Elazığ’dan Türkiye’ye Işık Tutan
Faaliyetler…
Elazığ’ın iktisadi, sosyal ve kültürel bakımdan son
yüzyıllık dönemi henüz incelenemedi. Bu süreçte iktisadi
hareketler nasıl bir seyir takip etti, sosyal ve kültürel
alanlarda neler yapıldı ve yine bu hareketler toplum
hayatına nasıl yansıdı? Tabiî ki bu konularda bilimsel
araştırmalara ihtiyacımız var. Şehrimizin yarınlarını çok
iyi planlayabilmemiz için bu analizlerin mutlaka yapılması
gerekli…
Bu düşüncelerimizi zaman zaman Manas’ta bir araya geldiğimiz
dostlarımız ile birlikte dile getirir ve tartışırız..
Başarıyla gerçekleştirdiğimiz birçok kültür ve sanat
faaliyetinin fikri temelleri işte bu dost sohbetlerinde
şekillenir, kararlaştırılır.
1987’den 1995 yılına kadar şehrimizde adeta bir kültür
merkezi gibi hizmet veren Kültür Bakanlığı Elazığ Kitap
Satış Mağazası’nda başlattığımız bir kültür hareketi,
1995-2004 sürecinde Fırat Havzası Gazeteciler Cemiyeti ile
Elazığ Musiki Konservatuarı Derneği’nde aksamadan yürütüldü.
Ve nihayet kuruluşunu 2005 yılında tamamladığımız 4-6 Mayıs
2006 tarihinde hatıralarda iz bırakan bir tören ile yayın
hayatına başlayan Manas Yayıncılık’ta daha da kapsayıcı ve
etkili faaliyetlerle devam ediyor.
Elazığ’ın son yirmi yıllık döneminde büyük bir azim ve
kararlılıkla uygulamaya koyduğumuz bu çalışmaların birçoğu
ulusal ve uluslararası başarıya ulaştı. 1992 yılından
itibaren yapıla gelen Hazar Şiir Akşamları, 1993 yılında
yapılan Elazığ 1. Kitap Kültür ve Sanat Fuarı, 1997 yılında
gerçekleştirdiğimiz Çaydaçıra Bilim Kültür ve Sanat
Ödülleri, Elazığ 2001 Ekonomi Kurultayı, 2003 yılından
itibaren başlattığımız Türk Dünyası Hizmet Ödülü kapsamında
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş,
İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga, Gümülcine Müftüsü İbrahim
Şerif, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Kırgız
yazar Cengiz Aytmatov ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham
Aliyev’e takdim edilen ödüller… Elazığ-Muş Buluşmaları,
Elazığ-Malatya Buluşmaları, Azerbaycanlı şair Elmas
Yıldırım’ın 100. doğum yılı kutlamaları, Ölümünün 20.
Yılında Nimri Dede, Ölümünün 50. Yılında Harputlu Şair
Mustafa Sabri Efendi, Doğumunun 105. Yılında Mehmet Bedri
Yücesu, Yazı Hayatının 60. Yılında Şükrü Kacar gibi
şehrimizin kültür ve sanat hayatında büyük izler bırakan
birçok faaliyet, temelleri sağlam inşa edilmiş bir
düşünceden yola çıkılarak ortaya konuldu. Ve bu iradenin bir
araya getirdiği vefakâr arkadaşlarımız tarafından tasarlandı
ve gerçekleştirildi.
Hazar’ın Bahtiyar Sesi….
Kasım ayının üçüncü haftasındayız. Elazığ’da havalar
-sonbahardan kış mevsimine doğru- iyiden iyiye soğumaya
başladığı bir cumartesi günü; Manas’ta arkadaşlarımız ile
birlikteyiz.. 6-8 Kasım tarihlerinde Azerbaycanlı şair
Bahtiyar Vahapzade onuruna düzenlediğimiz 16. Hazar Şiir
Akşamları’nın tatlı yorgunluğu yaşanıyor. Edebiyat
dünyasından üst seviyede bir katılımın olduğu ve özellikle
kardeş Azerbaycan’da büyük yankı bulan bu faaliyetin
ardından değerlendirmeler yapıyoruz. Hazar Şiir
Akşamları’nın Türk Dünyasında gördüğü ilgiden söz açılıyor.,
artık bir marka olduğu görüşü dile getiriliyor. Katılan
şairler ve okunan şiirler üzerinde görüşler ifade ediliyor.
Devlet Konservatuarı tarafından öğretmenevi önünde verilen
muhteşem konser, Azerbaycanlı halk ozanı Ramin Karayev’in
sazıyla ve sözüyle yaptığı büyük çıkış, Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ın açılış konuşmasındaki övgü dolu
sözleri, Bahtiyar Vahapzade Caddesi’nin açılışı, ilk defa
şehrimizin bütün ilçelerinde gerçekleştirilen şiir
söyleşileri, Cengiz Alioğlu, Zelimhan Yakup, Yavuz Bülent
Bakiler, Ali Akbaş, Cemal Safi, Yahya Akengin, Servet
Kabaklı, Miraziz Ağzam gibi Türk Dünyasının önemli birçok
isminin Hazar’da bir araya gelmesi, Azerbaycanlı sanatçı
Sekine İsmail’in okuduğu mahnılar ve yine Esat Kabaklı’nın o
unutulmayan konseri… Bizimkilerin Hazar’ı dalgalandıran
heyecanlarıyla… Günerkan Aydoğmuş, Tarık Özcan, Şükrü Kacar,
Hadi Önal, R. Mithat Yılmaz, Bedrettin Keleştimur ile
birlikte son derece keyifli bir sohbet yapıyoruz…
Konuşmalarımız devam ederken bir ara Manas’ın telefonu
çalıyor. Bedrettin Bey, Kanal E televizyonunun haber müdürü
Zeki Akbıyık ve beraberinde iki misafiriyle birlikte
ziyaretimize gelmek istediklerini söylüyor.. Zeki Bey
Kayserili bir arkadaşımız. Kendisini hemşehrilerimize
sevdirmeyi başarmış ve yıllar önce gazeteci olarak çalışmaya
başladığı Elazığ’dan ayrılmayı düşünmemiş.
Misafirlerimizin gelmeleriyle birlikte sohbetimiz kaldığı
yerden devam edecek.
Hal hatır sorulduktan sonra konuklarımızla tanışıyoruz.
Onların da katılımlarıyla sohbetimiz kaldığı yerden devam
ediyor.. Yaşadığımız şehri Elazığlı olmayan dostlardan
duymak oldukça faydalı. Konuklarımızın Elazığ’a dair
tespitlerini dikkatle dinliyoruz… Yaşadığımız yılların
hatıralarıyla yeniden kucaklaşıyoruz; dünyasını değiştiren
arkadaşlarımıza, büyüklerimize rahmet çıkartıyoruz.
Zeki Bey bir ara söze giriyor ve bana; “Ağabey, Kıbrıs’ta
katledilen Şehit İlhanlar için bugüne kadar pek bir şey
yapılmadı. Belediye Başkanımız Süleyman Beyin o caddede bir
anıt yapılmasına dair sözü vardı. Ancak o da bir türlü
gerçekleştirilmedi, 24 Aralık 1963-24 Aralık 2008 aradan tam
45 yıl geçmiş; neredeyse yarım asırlık bir zaman…
Zeki Bey, gazeteciliğindeki ustalığını kullanarak bir anda
hepimizi bu elim hadiseye odaklıyor.
Elazığ’ın Kıbrıs Sevdası…
Hazar Şiir Akşamları’nın tatlı sarhoşluğunu yaşarken
sohbetimiz bir anda 24 Aralık 1963 tarihinde yaşanan Kanlı
Noel hadisesine dönüşüyor. 1963 hadiseleri, Yunanistan’ın
Rumlarla yaptığı işbirliği, Kıbrıslı mücahitlerin
efsaneleşen direnişi, Rauf R. Denktaş’ın diplomasideki
başarısı ve nihayet Türkiye’nin kararlılığı sonucunda 1974
Kıbrıs Barış Harekâtı… Arkadaşlarımız yakın tarihimizin bu
önemli olaylarını hararetle tartışırlarken, ben, sessizce
onları dinlemeyi tercih ediyorum.
Günışığı gazetesi bünyesinde gerçekleştirdiğimiz Türk
Dünyası Hizmet Ödülü’nü Cumhurbaşkanımız Sayın Rauf
Denktaş’a takdim etmek için Kıbrıs’a yaptığımız ziyaret bir
film şeridi gibi hafızamda yeniden canlanıyor.
Yıl 2003, 24 Kasım Pazartesi günü öğlen saatlerinde Günışığı
gazetesinin Gazi Caddesi’ndeki bürosunda değerli arkadaşım
A. Murat Kuşçubaşı ile sohbet ediyoruz. Murat kardeşim milli
meselelerde oldukça hassas bir arkadaşımız. O tarihlerde
Kıbrıs yine dünyanın gündeminde.. Rumların Avrupa Birliğine
tam üye olarak kabul edilmeleri ile birlikte adadaki Türk
varlığına karşı oldukça yoğun bir diplomatik baskı
yürütülüyor.. Ankara’nın siyasi gündemi tamamen bu meseleye
odaklanmış, siyasi parti temsilcilerinin konuyla ilgili
yaptıkları açıklamalar dikkatle izleniyor.. Murat kardeşim,
hadiseleri dikkatle takip ettiklerini, bu konuda gazete
olarak bir şeyler yapabilir miyiz, diyerek sorumluluğunu
ifada ediyor.
1963 Kanlı Noel baskınında Mürüvvet İlhan ve üç yavrusunun
Rumlar tarafından acımasızca katledilmesi Elazığ halkının
yüreğini sızlatmıştı. Türk Silahlı Kuvvetlerinin 20 Temmuz
1974’de adaya yaptığı harekât ile Kıbrıslı kardeşlerimiz
Anavatan Türkiye’nin koruması altına girmişti. Yapacağımız
faaliyet Elazığ insanının Kıbrıslı kardeşlerimize
sizinleyiz, yalnız değilsiniz mesajını vermeli idi…
Bu değerlendirmeler yapılırken Günışığı’nın genel yayın
yönetmeni Bedrettin Keleştimur da gazeteye geliyor,
konuşmalarımızı onunla da paylaşıyoruz. Düşüncelerimiz
Bedrettin Beyi heyecanlandırıyor. Ve hep birlikte
kararımızı veriyoruz. Günışığı olarak Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’a Türk Dünyası
Ödülü verilecek..
Ve çalışmalarımızı hemen başlatıyoruz…
Türk Dünyası Ödülü İçin Çalışmalar
Başlıyor…
1 Aralık Pazartesi saat 14.00. ETSO Başkanı Suat Öztürk,
Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Fırat Üniversitesi
öğretim üyeleri Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Prof. Dr. Muhammet
Beşir Aşan, Prof. Dr. Cemalettin Çopuroğlu, Prof. Dr.
Ramazan Korkmaz, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Çevik, Elazığ
Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Mehmet Karaaslan,
Mimarlar Odası Başkanı Mithat Coşkun, MÜSİAD Başkanı Celal
Arslanoğlu ve Günışığı yazarlarından A. Murat Kuşçubaşı,
Bedrettin Keleştimur, Muammer Aksoy, Ünal Akbay ve benim de
yer aldığım düzenleme kurulumuz Fırat Üniversitesi rektörü
Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl’ün başkanlığında üniversitede bir
araya geliyor.
Bu toplantıda Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün önerisiyle Türk
Dünyası Hizmet Ödülünün yönergesi hazırlanıyor..
Türkiye ve Türk Dünyası Yılın Devlet Adamı Hizmet Ödülünün
belirlenmesi için bir araya gelen komisyon, ‘ödül
yönergesini.’ belirliyor. Bu yönergeye göre;
1-Türkiye ve Türk Dünyası Yılın Devlet Adamı Hizmet Ödülü,
Günışığı gazetesi önderliğinde, Elazığ’ın sivil toplum
kuruluşlarının katılımlarıyla her yıl verilir.
2-Bu ödül, Türkiye ve Türk Dünyasında, Türk Devletlerinin ve
Topluluklarının tarihi, kültürel, iktisadi, sosyal ve
siyasal hedeflerine uygun çalışmalarda bulunan kişi ve
kurumlara verilir.
3-Ödül sahibi, Seçici Kurul tarafından yılda bir kez,
gerekçeleriyle birlikte, oy birliğiyle seçilir.
4-Seçici Kurul;Valilik, Belediye, Üniversite ve sivil toplum
kuruluşlarının belirleyeceği temsilcilerden oluşur.
5-Seçici Kurulun kararı, gerekçeleriyle birlikte, bütün
sivil toplum kuruluşlarına bildirilir. Karar ekinde, bu
ödüle destek veren bütün kurum ve kuruluşların adı
belirtilir.
6-Seçici Kurulun kararı Jüri Başkanı (Fırat Üniversitesi
Rektörü) tarafından basın açıklamasıyla ilan edilir.
6-Ödül, bir berat ve bir plaketten oluşur.
5 Aralık Cuma günü akşam saat 19.00’da Fırat Havzası
Gazeteciler Cemiyeti’nde Dünü ve Bugünüyle Kıbrıs panelini
gerçekleştiriyoruz. Cemiyetin mütevazı salonunda şehrimizin
idari ve sivil kadroları hep birlikte Prof. Dr. Mustafa
Öztürk, Prof. Dr. Ramazan Korkmaz ve Yrd. Doç. Dr. Mehmet
Çevik’in yaptığı konuşmaları dinliyoruz..
Karar Rektör Prof. Dr. A. Feyzi
Bingöl Tarafından Açıklanıyor..
9 Aralık Salı saat 11.30. Türk Dünyası Ödül Jürisi Fırat
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl’ün
başkanlığında üniversitede toplanıyor. Seçici kurulumuz bu
anlamlı ödülün oy birliğiyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’a verilmesini
kararlaştırıyor. Bu toplantının ardından Fırat Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl tarafından 2003 Yılı Türk
Dünyası Hizmet Ödülü’nün ‘gerekçeli kararı’ komuoyuna
açıklanıyor.
Elazığ’da yayınlanan günlük Günışığı gazetesinin öncülüğünde
Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat Üniversitesi Rektörlüğü,
Siyasi Parti İl Teşkilatları, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası
Başkanlığı, Fırat Havzası Gazeteciler Cemiyeti, Tabipler
Odası, Mühendis ve Mimarlar Odası, Türkiye ve Türk Dünyası
İktisadi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, Türk Kamu-Sen ve
Bağlı Sendikalar, Memur-Sen ve Bağlı Sendikalar, Türk
Ocakları, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği, Genç
İşadamları Derneği, Elazığ Sanayici ve İşadamları Derneği,
Eczacılar Odası, Esnaf ve Sanatkarlar Odası Temsilcileri,
Elazığ Musiki Konservatuarı; 9.Aralık 2003 Tarihinde Fırat
Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Ahmet Fevzi Bingöl’ün
başkanlığında toplanarak aşağıdaki kararı almıştır.
Türk Dünyasında yaptığı çalışmalarla ön plana çıkmış devlet
adamlarımızın hizmetlerini anmak ve bunu ebedileştirmek
amacıyla her yıl “Yılın Devlet Adamı Ödülü” verilmesinin
uygun olacağı değerlendirilmiş olup, “2003 Yılı, Yılın
Devlet Adamı Ödülü”nün aşağıda belirtilen gerekçeler
doğrultusunda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı
Sayın Rauf Denktaş’a sunulmasını oybirliği ile
kararlaştırmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Zât-ı âliniz, Kıbrıs davasının başından beri fiilen içinde
yer almış, yeri ve zamanına göre her türlü fedakârlığı
yapmış ve mücadeleyi hakkıyla yerine getirmiş bir devlet
adamısınız. Rumların Türklere uyguladıkları katliamlara
bütün olumsuz şartlara rağmen direnmiş, Kıbrıs Türklüğünün
sesini bütün dünyaya duyurmuş bulunmaktasınız. Bu bağlamda
belki de unutulan Kıbrıs Türklüğünün yeniden dirilişinin
sembolü haline geldiniz.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren de Türk
halkının siyasi, iktisadi ve sosyal haklarını demokratik
yollardan savundunuz. Ancak Rumların ve Yunanlıların
Kıbrıs’ı bir Yunan adası yapmak demek olan ENOSİS hayalleri
neticesinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sona erdiği kritik
durumda da Kıbrıs Türklüğünün yegâne kılavuzu oldunuz.
Rumların ve Yunanlıların ENOSİS hayalleri 20 Temmuz 1974
tarihinde Türk Ordusunun yaptığı Barış Harekâtı ile tarihe
karışmıştır. Bundan sonraki dönemde de Kıbrıs davasının
dünya siyasetindeki haklı yerini almasında olağanüstü
çabalar göstermiş ve Kıbrıs Türk halkının varlığının önüne
kurulan siyasi tuzakları büyük bir ferasetle aşmasını
bildiniz.
Kıbrıs Türk’ünün özgür ve egemenlik iradesinin sembolü olan
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulması, zât-ı âlinizin
büyük devlet adamlığının çok önemli bir göstergesidir.
Küresel hâkim güçlerin Kıbrıs’ı da kendi emperyalist
daireleri içine almak niyetiyle başlattıkları çok yönlü
seferberlik karşısında yılmadan, üstün bir diplomasi örneği
vererek, bu küresel hegemonya karşısında bir özgürlük
abidesi olarak durmayı başardınız.
Zât-ı âliniz, Kıbrıs Türkünün bağımsızlık, egemenlik ve
hayat hakkını savunduğu kadar, Türkiye Cumhuriyetinin de
stratejik bakımdan kuşatılmasını önleyen hayatî bir görevi
ifa ettiniz.
Bütün bu mülahazalarla Elazığ’da yukarıda adları zikredilen
kurum ve kuruluşların temsilcilerinden oluşan “Türk Dünyası
Yılın Devlet Adamı Ödülü Seçici Kurulu” 2003 Yılı Devlet
Adamı Ödülü’nü Zât-ı Âlinize takdim etmeyi kararlaştırmış
bulunmaktadır.
Elazığ halkının hissiyatının bir nişanesi olan bu ödülün
tarafınızdan kabulünü arz ederim..
Günışığı Gazetesinin Kıbrıs Özel
Sayısı…
Kararın açıklanmasının ardından 10 Aralık Çarşamba günü
Günışığı gazetesi Kıbrıs Özel Sayısı ile okuyucusuyla
buluşuyor. “Milletin Hislerine Tercüman Olduk” haber başlığı
ile gerekçeli karar manşetten Elazığ halkına duyuruluyor. A.
Murat Kuşçubaşı köşe yazısında; Bu Dava Yük Değil, Bu Dava
Büyük başlığıyla kalemine sarılmış,. Bedrettin Keleştimur,
tarihe Döneceğiz başlığıyla yazısına başlamış,.Günerkan
Aydoğmuş, Kıbrıs’ta Yeni Oyunlar başlığıyla değerlendirmeler
yapmış. .Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Türkiye-Kıbrıs ve AB
konusunu irdelemiş. Yrd. Doç. Dr. Mehmet Çevik, Hedefteki
Kıbrıs’a diikkatlerimizi çekmiş,. Muammer Aksoy, yazısında
Kıbrıslı Türklere yüreğimiz sizinle demiş, R. Mithat Yılmaz,
“Kıbrıs Türk Şiirinde” başlıklı yazısında Kıbrıs Türk
şiirinden bir seçki yapmış.... Suat Öztürk, Prof. Dr.
Cemalettin Çopuroğlu, Ünal Akbay, M. Zeki Fendoğlu, Vehbi
Coşkun, Prof. Dr. Asaf Varol, Yrd. Doç. Dr. Mustafa
Yağbasan, Lütfi Parlak, Dr. Ahmet Eren, Mustafa Öz, Bilal
Civelek, Mehmet Karaaslan, Mehtap Şamat, Mustafa Balaban,
Doç. Dr. Mehmet Ali Azman, Öğr. Gör. Öner Kova, İsa Bayrak,
Şerif Mehmet Arıca, Celal Arslanoğlu, Tahir Cevher ve
Yadigâr Çortay yavruvatan ile ilgili hislerini satır satır
yazıya dökmüşler, kendilerine ayrılan sütunlardan.. Günışığı
gazetesinin bu özel sayısında, Cumhurbaşkanı Rauf R.
Denktaş’ın büyük boy posteri de gazetenin ilavesi olarak
okuyucularına hediye olarak dağıtılmıştı.
Kıbrıs’a Gidiyoruz…
Sayın Cumhurbaşkanımıza takdim edeceğimiz ödül itina ile
hazırlanırken, Kıbrıslı dostlarımızı arayıp Günışığı
gazetesinin girişiminden haberdar ediyoruz. Sevilay
Sadıkoğlu, Mahmut İslamoğlu ve Harid Fedai, Hazar Şiir
Akşamları’na katılan Kıbrıslı şairlerimiz. Büyük bir sevinç
duyuyorlar. Sayın Cumhurbaşkanımızı onların aracılığıyla
haberdar ediyoruz.
Kısa bir süre sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanlığı ile irtibat kuruluyor. Cumhurbaşkanı Rauf
R. Denktaş’ın danışmanlığını yürüten Hilmi Özen ile bir
telefon görüşmemiz oluyor. Hazırlıklarımızı Hilmi Özen’e
danışarak yürütüyoruz. Ve nihayet beklediğimiz haber
Kıbrıs’tan geliyor. Hilmi Özen telefonun öbür ucunda; “Şener
Bey, 25-27 Şubat tarihlerinde heyetinizi Kıbrıs’a
bekliyoruz.” diyor.
Kıbrıs’taki programa A. Murat Kuşçubaşı ve Bedrettin
Keleştimur ile birlikte katılacağız. 24 Şubat Salı akşamı
saat 21.00’de Hazar Turizm’e ait bir araç ile Adana’ya
hareket ediyoruz, Şubat soğuğunda gece boyu yol aldıktan
sonra 25 Şubat Çarşamba sabahı 05.00’de otobüsümüz Adana
terminaline giriş yapıyor. Elazığ’da kışı yaşarken Adana’da
ilkbaharla kucaklaşmanın ferahlığını yaşıyoruz. Terminal
binasının karşı sokağındaki lokantada ocaktan yeni
indirilmiş taze çorbanın kokusu mis gibi içimize doluyor,
Adana’daki ilk durağımız bu küçük lokanta. Hemen yanı
başındaki kahvehanede sekiz saatlik bir yolculuğun ardından
sıcacık çaylarımızı yudumlarken yorgun bedenlerimizin
rahatladığını hissediyoruz. Kuşçubaşı keyifle sigarasını
yakıyor. Bir müddet dinleniyoruz bu küçük kahvehanede…
Seyahatimizi Kıbrıs Hava Yolları’yla yapacağız. Uçağımız
saat 10.00’da kalkacak..
Uçuş işlemlerimizi tamamladıktan sonra uçağa biniyoruz.
Yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuğun ardından Geçitkale
havaalanına ineceğimiz anons ediliyor. Kalkıştan kısa bir
süre sonra Akdeniz semalarındayız. Kıbrıs’a ilk gidişimizin
tarifsiz sevincini yaşıyoruz, heyecanlıyız. Bir müddet sonra
merhum şairimiz Şeref Tan’ın ‘Çaydaçıra’ şiirinde tarif
ettiği o efsunkâr ada uçağın penceresinden görülüyor.
O Efsunkâr Ada…
Rahat bir yolculuktan sonra uçağımız saat 10.45’te Geçitkale
Havaalanı’na iniyor.
Cumhurbaşkanımızın danışmanı Hilmi Özen alanda bizleri
karşılıyor. “Kıbrıs’a hoş geldiniz. Sayın cumhurbaşkanımızın
özel misafiri olarak sizleri ağırlamaya çalışacağız.” diyor.
Kucaklaşıyoruz bu değerli yöneticimiz ile.. VİP salonunda
program ile ilgili bilgi veriyor bizlere. Bugün saat
15.30’da Cumhurbaşkanımız tarafından kabul edileceksiniz.
Şimdi sizleri kalacağınız misafirhaneye götürecekler, bir
müddet dinlenmeniz uygun olur… Hilmi Bey ile
Cumhurbaşkanlığında tekrar görüşmek için sözleştikten sonra
bizlere tahsis edilen resmi bir araç ile Girne’ye doğru
hareket ediyoruz. Bindiğimiz aracın direksiyonunun sağ
tarafta olması dikkatimizi çekerken, hiç alışık olmadığımız
bir trafik düzeninde yolun sağında aracımız süratle
ilerliyor. Şoförümüz bir süre sonra alışırsınız, ilk defa
binenlerin garibine gidiyor. Yollarımız geniş ve bakımlı;
yarım saatte Girne’ye varırız.
Girne Öğretmen Evi’nde çok kısa bir dinlenmenin ardından
mihmandarımız tarafından Sevilay Sadıkoğlu’nun Kıbrıs
gazetesinde bizleri beklediği haber veriliyor.
Sevilay Sadıkoğlu İle…
Saatlerimiz 12.30, Yavruvatan’da ilk ziyaretimizi Kıbrıs
gazetesine yapacağız. Girne ile Lefkoşa arası 25 km
mesafede. 20 dakika sonra Kıbrıs gazetesindeyiz. Sevilay
Hanım gazetenin yazı kadrosunda, saygın bir kalem.
Ziyaretimizden memnuniyet duyduğunu ifade ediyor. Kıbrıs
gazetesinde, Annan Planı ile ilgili gelişmeler manşetten
verilmiş. Köşe yazılarında Kıbrıs dünyanın gündeminde ancak
dünya devletleri Kıbrıs Türkünü tanımıyor, serzenişleri
sıkça ele alınmış. Kıbrıs gündemi Annan Planına yoğunlaşmış,
Sevilay Hanım konuyu değiştiriyor. Elazığ’ı unutamadığını
söylüyor; Hazar Şiir Akşamları’nı soruyor. Harput’u, Hazar
Gölü’nü, Keban’ı özlediğini ifade ediyor…
Mihmandarımız, Harid Fedai’nin Mahmut İslamoğlu ile birlikte
Bayrak Radyo Televizyon Kurumu’nda bizleri beklediklerini
söylüyor. Sevilay Hanıma teşekkür edip Kıbrıs gazetesinden
ayrılıyoruz..
Kıbrıs Türklerinin Bayraklaşan
Sesi…
Harid Fedai ve Mahmut İslamoğlu ile birlikte BRT’’de bir
araya geliyoruz. Harid Fedai, Kıbrıs’ın ak saçlı bir şairi,
değerli bir kültür adamı; Bayrak Radyo Televizyon Kurumu’nda
genel müdürlük yapmış, sürekli koşturuyor, ilerleyen yaşına
aldırmadan. Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde öğretim üyesi
olarak Kıbrıs Türk toplumuna hizmet veriyor.
Haber dairesindeyiz, Bayrak Radyosunun kuruluş hikâyesi
anlatılıyor.
Bayrak Radyosu, 1963 yılında Rumların, Kıbrıs Türklerini
ortaklığa dayanan Kıbrıs Cumhuriyeti’nden dışlaması üzerine,
Kıbrıs Türkünün sesini dünyaya duyurmak amacıyla küçük bir
garajda yayına başlamış. Ancak bugün görkemli bir binada 24
saat yayın yaparak Kıbrıs Türk toplumuna hizmet veriyor.
Harid Beyin, “Hazırlıklı olun, birazdan sizleri canlı yayına
alacaklar.” uyarısını dikkate alıyoruz. Kısa bir hazırlığın
ardından Meltem Topal’ın yönettiği programa konuk oluyoruz.
Kıbrıslı kardeşlerimize Elazığ’ı, Harput’u anlatıyoruz,
Kıbrıs’a geliş nedenimiz ile ilgili açıklamalarımız oluyor,
arkadaşlarımız şiirlerini okuyorlar. 20 dakikalık söyleşi,
dolu dolu geçiyor.
Bayrak Radyo Televizyon Kurumu’ndan ayrılıyoruz; ancak basın
kuruluşlarına ziyaretlerimiz devam edecek. Volkan, Yeni
Düzen, Halkın Sesi, Kıbrıslı ve Vatan gazetelerine ard arda
ziyaretler gerçekleştiriyoruz. Hemen hepsinin gündeminde
Annan Planı ile ilgili gelişmeler birinci sırada,
gazetelerin bir kısmı Annan Planı’na şiddetle karşı
çıkarken, diğer gazeteler Annan Planı’nın Kıbrıs Türk
toplumunu içte ve dışta rahatlatacağını savunuyor.
Ziyaretlerimizi planlanan zaman dilimi içersinde
tamamlıyoruz.
Elazığ’dan Denktaş’a Kucak Kucak
Sevgi Taşıdık…
Cumhurbaşkanlığındaki programa gecikmeyelim, diyerek bizleri
sürekli uyarmaya çalışan mihmandarımız rahatlıyor. Saat
15.15’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı
köşkünde oluyoruz. Cumhurbaşkanlığı Danışmanı Hilmi Özen;
“Tam vaktinde geldiniz” diyor. Bu ziyarette Harid Fedai ile
Mahmut İslamoğlu da bizimle olacaklar. Birazdan hep birlikte
içeri alınacağız. Sayın Cumhurbaşkanımız için hazırladığımız
hediye paketlerini açıp yeniden kontrol ediyoruz. Her şey
tamam.
Hilmi Özen’in, “Sayın Cumhurbaşkanımız sizleri bekliyor,
buyurunuz” devetiyle kabul salonuna alınıyoruz. Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf R. Denktaş mutlu
bir yüz ifadesiyle, “Çocuklar,; gelin bakalım Kıbrıs’a hoş
geldiniz.” diyerek karşılıyor bizleri… Büyük bir saygıyla
uzattığı eline eğiliyoruz. Bedrettin Keleştimur ve A. Murat
Kuşçubaşı, Harid Fedai, Mahmut İslamoğlu ile birlikte
Cumhurbaşkanımızın huzurunda olmanın heyecanını yaşıyoruz.
Cumhurbaşkanımız tekrar hoş geldiniz diyerek söze giriyor…
Elazığ şehrimiz büyük bir kadirşinaslık, büyük bir vefa
örneği göstermiş. Anavatanımızın vefakâr insanlarının
bizlere, Kıbrıs Türklerine karşı duyduğu sevgi ve bağlılığın
bugün bir güzel örneğini daha yaşıyoruz diyor.. Hilmi Beye
dönüyor ve basın mensuplarını da içeriye alınız talimatını
veriyor, salon bir anda basın mensuplarıyla doluyor.
Cumhurbaşkanımızın Huzurundayız…
Bedrettin Beyle göz göze geliyoruz, tamam başlayabiliriz
diyorum. Bedrettin Bey ayağa kalkıyor ve Sayın
Cumhurbaşkanımıza sunulmak üzere hazırladığımız ve üzerinde
“Sayın Rauf. R. Denktaş’a” yazısı bulunan “2003 Yılı Türk
Dünyası Ödülü”nün gerekçeli kararını büyük bir heyecan
içersinde okumaya başlıyor:
Sayın Cumhurbaşkanım;
Elazığ’da yayınlanan günlük Günışığı gazetesinin öncülüğünde
Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat Üniversitesi Rektörlüğü,
Siyasi Parti İl Teşkilatları, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası
Başkanlığı, Elazığ-Fırat Havzası Gazeteciler Cemiyeti,
Tabipler Odası, Mühendis ve Mimarlar Odası, Türkiye ve Türk
Dünyası İktisadi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, Türk Kamu-Sen
ve Bağlı Sendikalar, Memur-Sen ve Bağlı Sendikalar, Türk
Ocakları, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği, Genç
İşadamları Derneği, Elazığ Sanayici ve İşadamları Derneği,
Eczacılar Odası, Esnaf ve Sanatkarlar Odası Temsilcileri,
Elazığ Musiki Konservatuarı; 9.Aralık 2003 Tarihinde Fırat
Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Ahmet Fevzi Bingöl’ün
başkanlığında toplanarak aşağıdaki kararı almıştır.
Türk Dünyasında yaptığı çalışmalarla ön plana çıkmış devlet
adamlarımızın hizmetlerini anmak ve bunu ebedileştirmek
amacıyla her yıl “Yılın Devlet Adamı Ödülü” verilmesinin
uygun olacağı değerlendirilmiş olup, “2003 Yılı, Yılın
Devlet Adamı Ödülü”nün aşağıda belirtilen gerekçeler
doğrultusunda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı
Sayın Rauf R. Denktaş’a sunulmasını oybirliği ile
kararlaştırmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Zât-ı âliniz, Kıbrıs davasının başından beri fiilen içinde
yer almış, yeri ve zamanına göre her türlü fedakârlığı
yapmış ve mücadeleyi hakkıyla yerine getirmiş bir devlet
adamısınız. Rumların Türklere uyguladıkları katliamlara
bütün olumsuz şartlara rağmen direnmiş, Kıbrıs Türklüğünün
sesini bütün dünyaya duyurmuş bulunmaktasınız. Bu bağlamda
belki de unutulan Kıbrıs Türklüğünün yeniden dirilişinin
sembolü haline geldiniz.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren de Türk
halkının siyasi, iktisadi ve sosyal haklarını demokratik
yollardan savundunuz. Ancak Rumların ve Yunanlıların
Kıbrıs’ı bir Yunan adası yapmak demek olan ENOSİS hayalleri
neticesinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sona erdiği kritik
durumda da Kıbrıs Türklüğünün yegane klavuzu oldunuz.
Rumların ve Yunanlıların ENOSİS hayalleri 20 Temmuz 1974
tarihinde Türk Ordusunun yaptığı Barış Harekâtı ile tarihe
karışmıştır. Bundan sonraki dönemde de Kıbrıs davasının
dünya siyasetindeki haklı yerini almasında olağanüstü
çabalar göstermiş ve Kıbrıs Türk halkının varlığının önüne
kurulan siyasi tuzakları büyük bir ferasetle aşmasını
bildiniz.
Kıbrıs Türk’ünün özgür ve egemenlik iradesinin sembolü olan
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulması, zât-ı âlinizin
büyük devlet adamlığının çok önemli bir göstergesidir.
Küresel hâkim güçlerin Kıbrıs’ı da kendi emperyalist
daireleri içine almak niyetiyle başlattıkları çok yönlü
seferberlik karşısında yılmadan, üstün bir diplomasi örneği
vererek, bu küresel hegemonya karşısında bir özgürlük
abidesi olarak durmayı başardınız.
Zât-ı âliniz, Kıbrıs Türkünün bağımsızlık, egemenlik ve
hayat hakkını savunduğu kadar, Türkiye Cumhuriyetinin de
stratejik bakımdan kuşatılmasını önleyen hayatî bir görevi
ifa ettiniz.
Bütün bu mülahazalarla Elazığ’da yukarıda adları zikredilen
kurum ve kuruluşların temsilcilerinden oluşan “Türk Dünyası
Yılın Devlet Adamı Ödülü Seçici Kurulu” 2003 Yılı Devlet
Adamı Ödülü’nü Zât-ı Âlinize takdim etmeyi kararlaştırmış
bulunmaktadır
Elazığ halkının hissiyatının bir nişanesi olan bu ödülün
tarafınızdan kabulünü arz ederim..”
Sayın Cumhurbaşkanımız, Bedrettin Beyin okuduğu gerekçeli
kararı büyük bir dikkatle dinliyor. Sonra da kendisine
sunulan bu belgeyi alıyor. Hepimiz heyecanlıyız, tarihi bir
anı yaşıyoruz arkadaşlarımız ile birlikte…
Cumhurbaşkanımız duygulanıyor, yaptığı kısa konuşmasında
Kıbrıs’ta zor günlerden geçiyoruz, diyor. Annan Planı’nda
halkımızın haklarını koruyacak tadilatları yapmak için
uğraşıyoruz, diyor. Kıbrıs davasının bu efsane şahsiyetini
dikkatle dinliyoruz:
“Çok teşekkür ederim. Ben Elazığ’a gelemedim, siz zahmet
ettiniz geldiniz. Bu ödül benim için, çocuklarım için çok
güzel bir hatıra olacaktır. Buna layık olmam için çok
uğraşmam lazımdır. Bütün bu söylediğiniz halkımızın
fedakârlığıdır, halkımızın anavatana bağlılığıdır. Hürriyete
bağlılığı, egemenliğine olan düşkünlüğü ve devletine olan
bağlılığıdır. Ben sırf onların oyuyla başlarında bulunmuş
bir kişiyim. İnşallah yapmış oldukları fedakârlık boşa
gitmez. Anavatanın bu ilgisi devam eden bu heyecanı bizim
için güç kaynağıdır. Çok zor günlerden geçiyoruz; inşallah
bu yakın ilgiyle ve olayları bütün olarak izlediğinde Türk
halkı da bizi nereye götürmek istediklerini anlar. Biz
halkımız için büyük bir tehlike olarak gördüğümüz Annan
Planı’ndan halkımızın haklarını koruyacak tadilatları yapmak
için uğraşıyoruz. Buraya kadar başardık, diyemeyiz; ama
sonuna kadar uğraşacağız. Ondan sonra karar halkımızın
olacaktır; kararını bilerek vermelidir. Egemenliğine,
devletine düşkün bir halk olarak bu kararı vereceklerine
inanıyorum. İnşallah hem bizim için, hem de anavatan için
hayırlı ve uğurlu olur. Çok teşekkür ederim.” diyerek
konuşmasını tamamlıyor.
Gerekçeli kararın takdim edilmesinden sonra, şimdi de sıra
bu anlamlı ödülün hikâyesini yansıtan belgelerin Sayın
Cumhurbaşkanımıza verilmesine geliyor.
A.Murat Kuşçubaşı, Günışığı adına bir büyük gururu yaşıyor.
Günışığı gazetesinin
Kıbrıs konusunda, Türk Dünyası Ödülü’nün Sayın Denktaş’a
verilmesi için ortaya koyduğu asil davranışın belgelerini
takdim ederken kısa bir açıklamada bulunuyor:
“Sayın Cumhurbaşkanım, Elazığ’da yayınlanan Günışığı
gazetesi zat-ı âliniz ile ilgili kararı aldığımız günün
ardından 10 Aralık tarihli özel sayısını 3000 adet basarak
bu kararı Elazığ halkına duyurdu ve ilan etti. Gördüğünüz
gibi gazetemizin orta sayfasında size ait bir de poster
yayınladık. Yine dünkü Günışığı gazetesi (24 Şubat 2004
tarihli) manşetini Kıbrıs’a ve size verilecek ödüle ayırdı.
Müsaade ederseniz Günışığı gazetesinin plaketini takdim
etmek istiyorum.
Sayın Cumhurbaşkanımız, Günışığı gazetesinin Kıbrıs Türkünün
haklı mücadelesine karşı gösterdiği hassasiyet karşısında
bize cesaret verdiniz, bize moral verdiniz, şeklinde
duygularını ifade ediyor. Elazığ’ın güzel halkına, belediye
reisine, valisine ve bütün kuruluşlarına en içten
teşekkürlerimi sunuyorum. Büyük zahmet ettiniz, beni onore
ettiniz; bize güç verdiniz. Bugün çok zor bir günümüz vardı,
bu zor günümüzde bize cesaret ve moral verdiniz; çok
teşekkür ediyorum.” diyor.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf R.
Denktaş’ın huzurunda olmak… Tarifsiz bir mutluluk yaşıyoruz.
Son hediyelerimizi de ben takdim edeceğim. Kısa bir
bilgilendirme yaptıktan sonra hediyelerimizi kendilerine
sunacağım…
“Sayın Cumhurbaşkanım, Elazığ’ın iğne oyası ile işlenmiş
olan bu yazmayı da hanımefendiye hediye etmek istiyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanım, huzurlarınızda bir konuyu daha
bilgilerinize arz etmek istiyorum. 12 yıldan beri Elazığ’da
Hazar Şiir Akşamları adlı bir etkinlik düzenliyoruz. Bütün
Türk dünyasını kucaklayan bu faaliyetimize Kıbrıslı
şairlerimiz de katılıyor. Harid Fedai ile Mahmut İslamoğlu
buradalar. Ayrıca Sevilay Sadıkoğlu, Mehmet Tahir Doluner,
Kubilay Beliğ, Hasibe Şahoğlu, Mehmet Kansu ve Dr. Arif
Albayrak da Hazar Şiir Akşamları’nda konuğumuz olarak
Elazığ’a geldiler. Arz ettiğim bu kitaplarda, onlara dair
bilgiler bulunmaktadır.”
Bütün ömrünü Kıbrıs Türklüğünün bağımsızlık mücadelesine
adayan bu efsane adam, Elazığ’dan kucak kucak getirilen
sevgi karşısında moral buluyor. Ve yeniden Annan Planı ile
ilgili açıklamalarda bulunuyor:
“Getirdiğiniz bu güzel hediyeler için sizlere teşekkür
ediyorum. Evet, zor günler yaşıyoruz. Bu zor günlerde
halkımızdan beklediğimiz, olayları yakından izlemesidir.
Uyumamasıdır, kanmamasıdır, kandırılmamasıdır. Gerçekleri
söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz. Ona göre karar
kendilerinin olacaktır. Sonradan kimseyi suçlamasınlar.
Doğru bir karar vermek için de bilinçli olmak lazımdır.
Hayal âleminde yaşamamak lazımdır. İnşallah istediğimiz
tadilatları yaptırabiliriz. Bugüne kadar başarılı olduk,
diyemem. Rum tarafı kendinden emin Avrupa Birliğinin
kapısından girmiş olmanın rahatlığı içersinde yoluna devam
ediyor. Yunanistan’ın kendileriyle ilgilenmesi lazım. Ben
buna inanıyorum. Türk Yunan dostluğu hakikaten Yunanistan
için de Türkiye’nin anladığı anlamda önemli ise
Yunanistan’ın Kıbrıs Rumlarına artık silahlanmadan vazgeçin,
bütün Kıbrıs’ın meşru hükümeti olduğunuz iddiasından
vazgeçin. Kıbrıs her iki milletin vatanıdır, her iki halkın
vatanıdır. Yeni bir ortaklık kuracaksanız; Türkiye ile
Yunanistan arasında dostluk köprüsü olacak şekilde kurunuz.
Türklerin haklarını gasp ederek, efendim, “tek Kıbrıs
olacak” iddiasıyla bir kenara sıkıştırarak değil Türklere
geçmişte yaptıklarınızın neticesi olan bu iki kesimliliği
değerlendirerek bir hal çaresi bulunuz. Bizim
garantörlüklerimiz devam etmelidir. Türklerin buna ihtiyacı
vardır. Bunlar size dokunmaz, gibi tavsiyelerde bulunması
lazımdır, diye düşünüyorum. Başka türlü Rum tarafının
hareket edeceğine inanmıyorum. Çünkü herhangi bir
motivasyonları yoktur. Bizimle yeni bir ortaklık kurmak için
bu motivasyonu kendilerine ancak Yunanistan verebilir. Onun
için Yunanistan, garantör bir devlet olarak bu hususta
üzerine düşeni yapmalıdır.”
Sayın Cumhurbaşkanımız, bu son değerlendirmesinde özellikle
Yunanistan’a göndermelerde bulunuyor. “Kıbrıs adası her iki
milletin de vatanıdır” diyerek sözlerine son noktayı
koyuyor.
Cumhurbaşkanlığı kabul salonundaki ödül töreni programı bu
çerçevede tamamlandıktan sonra salonda bulunan basın
mensupları dışarıya alınıyor. Sayın Cumhurbaşkanımız, Hilmi
Özen’e dönüyor ve “Konuklarımız için bugün bir akşam yemeği
verelim. Girne’de yeni açılan bir yer var.” diyerek talimat
verip sonra da bizlere dönüyor ve “Çocuklar bu yemeğe ben de
katılmak istiyorum; ama Avrupa Birliğinin genişlemeden
sorumlu komiseri Günther Verheugen bugün Kıbrıs’ta
bulunuyor. Programım çok yoğun. Bu nedenle yemeğe benim
adıma Hilmi Özen katılacak.” Diyor. Hep birlikte ayağa
kalkıyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanımıza artık veda etme zamanı geliyor;
“Hepinizi tek tek kucaklıyorum, Elazığ halkına lütfen
sevgilerimizi götürünüz.” Diyor. Böylece yarım saati aşan bu
tarihi ziyaretimiz tamamlanıyor.
Şimdi arkadaşlarımız ile büyük bir sevinç yaşıyoruz. Türk
Dünyası Ödülü’nü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’a takdim etmiştik. Bu tarifsiz
duygularla Cumhurbaşkanlığı köşkünden ayrılıyoruz.
Aracımıza binmeden önce kısa bir durum değerlendirmesi
yapıyoruz. Hilmi Bey, Harid Fedai’ye dönerek yemeği akşam
saat 20.00’de Girne’de Paradıse Restaurant’ta verelim diyor.
Ben, akşamki yemekte Kıbrıslı şairlerimiz ile birlikte
olmayı hatırlatıyorum.. Harid Bey, olur, diyor. O zaman ben
sizlerden ayrılacağım, şairlerimizi davetten haberdar
etmeliyim; diyerek bizlerden ayrılıyor.
Beşparmak Dağları’nda Türk Mührü…
Şimdi Mahmut İslamoğlu ile beraberiz; vakit erken diyor,
sizleri Beşparmak Dağları’na götüreceğiz. Memnuniyetle kabul
ediyoruz. Aracımız Beşparmak Dağları’na doğru hızla
ilerliyor.
Mahmut İslamoğlu, yol boyu bizleri bilgilendiriyor.
Beşparmak Dağları, Kıbrıs'ın kuzeyindeki sıradağların
adıdır. Batıda Koruçam ile doğuda Zafer Burnu arasında
uzayıp gidiyor. En yüksek noktası 1024.metreyi bulan Selvili
Tepe…
Kısa bir süre sonra Beşparmak’a tırmanıyoruz. İlkbahar ile
birlikte yemyeşil bir örtüye bürünmüş derin vadileri,
aşılması güç setlerle 1974 Barış Harekâtında önemli
çarpışmalar yaşanmış bu yüce dağlarda… Bir süre sonra
aracımızdan iniyoruz. Mahmut İslamoğlu karşıda gördüğümüz
tank hakkında bilgi veriyor. Buraya nasıl çıkmış, diye
şaşırıyoruz. Mahmut Bey anlatıyor. Bu tankı buraya Gürler
Erdağ, Abdulkadir Kurt ve Recep Doğan Yiğit adlı
askerlerimiz çıkarmış. Komutanları askerlere demiş ki,
“Evlâdım, bu tankı buraya nasıl çıkardınız?”
Tankı kullanan asker cevap vermiş; “Komutanım, o anda
gözlerimin önünde engelsiz, dümdüz bir yol görünmüştü.
Rumlar kaçıyordu, ateş ede ede buraya kadar çıkmışız..”
Mahmut Hocamızdan Beşparmak Dağları’nda 1974 barış
harekâtında birçok kahramanlık hikâyesinin yaşandığını
öğreniyoruz. Kıbrıslı kardeşlerimizin bağımsızlığı için bu
dağlarda kahramanca savaşan askerlerimize minnet ve
şükranlarımızı gönderiyoruz.
Beşparmak Dağları’ndaki bu güzel hatıralara veda ederek
Girne’ye dönüyoruz. Misafirhanede bir müddet dinlendikten
sonra akşam yemeğine katılacağız.
Kıbrıslı Şairlerle Girne’de Akşam…
Akşam saat 20.00’de Girne’de Paradıse Restaurant’ta
oluyoruz. Girne’de güzel bir akşam yaşayacağımız için
heyecanlıyız. Özel olarak hazırlanan bir masada bu defa
Kıbrıslı şair dostlarımız ile birlikteyiz. Hilmi Özen ev
sahibi olarak yemeğe katılan herkese hoş geldiniz diyor.
Harid Fedai, Mahmut İslamoğlu, Mehmet Tahir Doluner, Sevilay
Sadıkoğlu, Altay Burağan ve ayrıca Bedrettin Keleştimur, A.
Murat Kuşçubaşı ve M. Şener Bulut olarak bizler hep birlikte
Girne’de güzel bir akşam yemeğinde bir aradayız.
Cumhurbaşkanımızın danışmanı Hilmi Özen yaptığı kısa
konuşmasında bizleri onurlandırıyor. Tekrar hoş geldiniz
dedikten sonra yemek servisi başlıyor.
Hilmi Bey, Kıbrıs mutfağının çok zengin olduğunu anlatıyor.
Deniz ürünleri Kıbrıs mutfağında özel bir yere sahiptir,
diyor. “Bizim sofralarımızın zenginliğini mezeler oluşturur,
diye de ekliyor. Şu gördüğünüz humus, şu tabakta gördüğünüz
hellim peyniri, kızartıldığında bambaşka bir lezzet alıyor.
Şu tabaktaki de molehiya; nane kokusunda, reyhan otu
görüntüsünde ve bamya tadındaki bu ot Nil kıyılarında
yetişiyor. Kuzu ya da tavuk eti ile pişiriliyor. Şener Bey,
şeftali kebabını mutlaka denemelisiniz…”
Hilmi beyin önerileriyle ikram edilen yemeklerden tatmaya
başlıyoruz. Kıbrıs’ın yemekleri gerçekten de çok lezzetli.
Harid Fedai müdahale ediyor. Bu akşam Elazığ’dan gelen
dostlarımız ile birlikteyiz. Bu anı en güzel şekilde
değerlendirmeliyiz, diyerek bu müstesna akşamı okuduğu
şiiriyle taçlandırıyor. Ve ardından da bütün şairler ona
katılıyor. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar masamızda
sadece şiir konuşuluyor…
*Harid FEDAİ
SEVİ PINARI
Kış-kıyametti bir akşamüstü,
Oturur gördüm onu dalda
Pısmış halde
Baktım; yavru bir sakaydı
Boynu iyice çekilmiş, gagası düşük
Tam bir “teslimiyet” içindeydi,
Uzanıp alırken dalından
Avucumda titredi durdu
Kanatları düşük, mahzun bakarak
Severekten ısıttım, doyurdum onu.
Paşakonağı’nın en üst katındaydı artık
Tavanarası bir sandık odası,
Küçücük penceresi yaz-kış açık
Ve kapısı yok altın kafes içinde sakacık,
Yediği önünde, yemediği ardında
Cemreler peşpeşe düştü, ağaçlar giyiniverdi
Sığmaz oldu küçüğümün sesi odalara
Hayatın coşkusuydu duvarlarda yansıyan
Duyanlar geldi, duyanlar geldi,
Börtü-böcek, nice tür kuş…
Gündoğumundan günbatımına,
Düğün-dernekti bahçe sanki.
Ve mayıslardan bir mayıs
Bir başka saka gördüm iğde dalında
Ayaklarıyla iyice tutunmuş,
Ve uçuyormuş gibi kanat çırparaktan
Yüreciği durdu-duracak!
Cinsinin tüm güzelliği üstündeydi
Rengi parlak mı parlak
Şen-şatır, cıvıl cıvıl
Gözleri küçüğümün kafesine dikili
Ta ki biri bırakır, öteki başlar
Bilmem kaç sabah gözledim durdum,
Yüreğim kalka ine
En güzel şiiri yazmışlar sevi defterine,
Besbelli
Bir kuşluk- vakti süzülüp gitti küçüğüm
Can yoldaşı kaftan biçer doyumsuz
Baktım…. Bir dalda burun buruna
Ve bir anda yok oldular apansız
Koydunsa bul!
O gün bugündür kapısı açık, kafes bomboş
Her şey yerli yerinde… yerli yerinde ama,
Arkada buruk bir yürek
Benim yüreğim...
Cemreler düştü mü alıştım artık
Bahçeyi gözlerim elim şakağımda,
Cumbalı bir pencereden
Bir çift saka konar iğde dalına,
Öter de öter
Biri bırakır, öteki alır
Duvarları çınılar sandık odasının
Tavana asılı altın kafes
Sallanır durur, sallanır durur.
Sonra… çekip giderler bir yerlere…
Mayıslar bayram günlerim artık
Küçüğüm gelecek diye,
Odalara sığmaz olurum!
*A. Murat KUŞÇUBAŞI
BİR YILDIZ ÖMRÜMDEN ALDI ÖMRÜMÜ
Yağmur sonrası suskun bir gece
bulutlar bir yıldız doğurdu yine
bir yıldız ömrümden aldı ömrümü.
Sonbahar esiri yapraklar titrek
Sararmış bekliyor ölüm gününü
yapraklar her bahar bekler ölümü.
ve ben gece tutsağı
bulutlar tanır beni
yıldızlar bilir…
üşüyen yaprakları
okşayan benim
ağaçlar bilir…
hep bu vakit sevdim şiirlerimi
bu vakit özledim sırlı gülümü
korkuttuğum uykularımla
açar diye kaç şafak bekledim
gözlerim bilir…
ve hep aynı akrebin kıskacındayım
hep aynı ölüm.
öldüren bilir…
*Mahmut İSLAMOĞLU
HAZAR
Türk’ün gururusun canım Hazar’ım
Seni böyle bilir böyle yazarım
Hak saklasın dokunmasın nazarım
Onurusun ulusumun onuru
Yayılsın dünyâya Hazar’ın nuru.
Hazar kıyısında kurulmuş Bakû
Şehir değil sanki elmastan takı
Hilali var naziridir gökteki
Gururusun ulusumun gururu
Yayılsın dünyâya Hazar’ın nuru.
Konuşsun ozanlar susmasın diller
Şair şevke gelsin sussun bülbüller
Hazar’da bir olsun bütün gönüller
Gururusun ulusumun gururu
Yayılsın dünyâya Hazar’ın nuru.
Hazar’da cem olmuş akraba soylar
Salınıp durmakta bak fidan boylar
Şairler tatlı konuşur söyler
Onurusun ulusumun onuru
Cihana yayılsın Hazar’ın nuru.
İki Hazar ikisi de bizimdir
Biri canım bir diğeri gözümdür
Özüm Türk’tür şiir benim sözümdür
Onurusun ulusumun onuru
Yayılsın dünyâya Türklüğün nuru.
*Sevilay SADIKOĞLU
“katil kim” diye sorulmaz
—sıkıntı bitirmesin
—çoğaltsın bizi
önce
mahallenin gece bekçisini vurdular
kimsenin kılı kıpırdamadı
ortalık kan revan
ne bilen var katili
ne tanıyan…
yüreğimde zehir zıkkım bir sancı
karanlıkta öylece kalakaldım…
sessizlik kol gezer yine
o geceki kadar,
havada gurbet kokusu var
daha gelmeden gidiverdi özgürlük
nereye kadar bu özlem
söyle ayrılık nereye kadar
daha ne kadar bu karanlık
dünya ne zaman aydınlanacak
hangi sabah güneşle açılacak
özgürlüğe aç uykusuz gözlerimiz
bu gece sessizlik kol gezer yine
mahallede çıt yok
sokaklar karanlık
evler insansız
insanlar sessiz
dilsiz insanlar…
ve en acısı
yüreklerimizi çalmış birileri
ortalık kan revan
*Bedrettin KELEŞTİMUR
FIRAT’IN TÜRKÜSÜ
Boğum boğum kıvrılan dağlar omuz omuza
Ağrı’dan Toroslara taştan set oluşturmuş
Diz çökmüş eteğinde su gibi akan zaman
Malazgirt Ovasında tarihi buluşturmuş
Fırat Nil’in kardeşi, Tunaysa yay kirişi
Ok menzilinde takvim yapraklar tutuşturmuş
Afşin’i, Danişmend’i, Mengücek’i, Artuk’u
Edebi Devlet için dört yana at koşturmuş
Erzurum’dan Halep’e, Artukoğlu diyarı
Kartal Yuvası bize Belek’i çağrıştırmış
Coğrafyadan vatana bir kutlu ve uzun yol
Sade ok ve yay değil, güzel dil konuşturmuş
Asırların nağmesi Hayrilerin dilinde
Emrahlar, Zihnilerle ezgiler konuşturmuş
Fırat sen hazinesin, mazin kadar zindesin
“Yedi Küpeli Gelin” çehreler değiştirmiş
*Mehmet Tahir DOLUNER
AĞLA BİÇARE YURDUM AĞLA
Her kim seni gördüyse dolup dolup coşmuştur
Her görenin gönlüne düşmüşsün ateş gibi
Her gören âşık olup kucağına koşmuştur
Hep yaktın gönülleri sıcak bir güneş gibi...
Binbir çeşit milletin esiri olup çıktın
Yara yara üstüne sayısız yara sardın
Sayısız mezalime katlanıp, batıp, çıktın...
Biçare halini kimlere haykırayım
Kimlere sesleneyim "yeter be yeter" diye?
Kimlere rica edip, diz çöküp yalvarayım?
Belki sana acır da insafa gelir diye...
Sayısız afetlerden kararan dağlarınla
Sayısız analara kara yazmalar bağla
Beceriksiz ellerde kül olmuş bağlarınla
Ağla sonsuza kadar, biçare yurdum ağla...
*Altay BURAĞAN
ADIM KIBRIS
Adım Kıbrıs, soyadım Yeşilada.
Uzanırım Akdeniz’in engin koynuna,
Açarım yelkenlerimi esen tatlı rüzgâra.
Beşparmak ellerimi uzatmışım
Sonsuz maviye,
Yağmur duasındayım.
Adım Kıbrıs, ufacık bir adayım
Gelirim tarih denen sonsuz başlangıçtan.
Karanlık, uzun koridorlarında bu gelişin
Kâh ağlamışım, kâh gülmüşüm,
Yedi kez ölmüş, gömülmüşüm.
Adım Kıbrıs, kaç yaşındayım bilen yok
Nice uygarlıklar yaşadım sayan yok.
Her yeni çağ beni
Yükseltti bir basamak daha
Başım eriyor Senthilaryon’a.
Adım Kıbrıs, Akdeniz çocuğuyum
Yazın iyice bronzlaşırım
Yakıcı sıcağında Mesarya’nın
Özlemini duyarım, onlarca yıl boyunca
Islık sesinin, gökkuşağının.
Adım Kıbrıs, barışı arıyorum.
Önce taştı, sopaydı silâhlarım,
Uçan kartallardı
Gökyüzünün fâtihi
Top oldu, tank oldu dayanağım
Şimdi adı barış güvercinidir
Süzülen,
Beşparmaklar’dan
Mesarya Ovası’na.
Adım Kıbrıs portakal çiçeğiyim
Salarım kokularımı
Bir uçtan bir ucuma.
Bademim bazen beyaz çiçekli,
İri zeytin danesiyim
Yuvarlanırken Kantara eteklerinden.
Köpük köpük Akdeniz’im
Koşarken kıyılarına.
Bazen de bir Sarhoş Zeybeği’yim
Çıkınca oyun alana.
Saatler 23.00’ü gösterdiğinde Kıbrıslı şairler ile birlikte
yaşadığımız bu müstesna davetten ayrılmak için
dostlarımızdan müsaade istiyoruz.
Girne Kalesinde Şehit Düşen
Kahraman…
Bugün 26 Şubat, Perşembe. Gün boyu oldukça yoğun bir gezi
programına katılacağız. Sabah saat 09.30’da aracımız geliyor
mihmandarımız hazırsanız çıkabiliriz diyor.
İlk durağımız Girne Kalesi, Kıbrıs Eski Eserler Dairesi
tarafından yürütülen çalışmalarla çeşitli tarihsel
tiplemeleri ve mekân canlandırmaları ile adeta bir açık hava
müzesi haline getirilmiş. 7. yüzyılda Lüzinyanlar döneminde
Arap akınlarına karşı şehrin korunması için yaptırılmış.
1489’dan sonra Venedikliler, Osmanlı saldırılarını göz önüne
alarak kaleyi yeniden inşa etmişler. 1570 yılından itibaren
kale bu defa Osmanlı hâkimiyetine geçmiş. Bu fetih esnasında
şehit düşen Osmanlı donanmasının komutanı Cezayirli Sadık
Paşa da burada yatıyor; ziyaret edip dua ediyoruz bu değerli
komutanımıza.. Girne Kalesi’nde dikkatlerimiz geniş bir
mekânda sergilenen Batık Gemiye takılıyor, bugüne kadar ele
geçen gemi batıkları arasında en eskisi olduğu ifade
ediliyor. A. Murat Kuşçubaşı ile birlikte Girne Kalesi’nde
sıkça fotoğraf çekiyoruz, Kalenin surlarından Girne Limanı
ve Akdeniz’in güzel manzarası bir tablo güzelliğinde…
Boğaz Şehitliğinde Elazığlı Bir
Yiğit…
Mihmandarımız şimdi de Boğaz Şehitliğine gideceğimizi
söylüyor. Bu şehitlik Girne ile Lefkoşa arasında bulunuyor
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nda bölgede şehit olan subay,
astsubay, erbaş ve erler ile mücahitlerden bir kısmı burada
yatıyor.
326 şehidin mezarının bulunduğu Boğaz Şehitliği’ndeki mimari
düzenleme dikkatlerimizi çekiyor. Tuğgeneral Galip Mendi’nin
girişimleriyle inşa edilmiş olan bu şehitlikte Prof. Dr.
Tankut Öktem tarafından yapılan görkemli bir Mehmetçik
heykeli ve bir rölyef çalışması bulunuyor.
Girişte Tuğgeneral Galip Mendi’nin imzasıyla kaleme alınan
yazı dikkat çekici, içimiz ürpererek okuyoruz. Kıbrıs
Türkü’nün varlığını korumak, barış, huzur ve güven
içerisinde ayyıldızlı bayrak altında yaşamaları için
canlarını seve seve feda eden Mehmetçiğin, mücahitlerle
birlikte yan yana yattıkları ifade ediliyor.. Okurken
kelimeler boğazımıza düğümleniyor sessizce mezarları
dolaşıyoruz. Birkaç adımda bir durup Fatihalar gönderiyoruz
bu yiğit vatan evlatlarına… Erzurumlu, Bingöllü, Muşlu,
Tuncelili, Kayserili, Trabzonlu, Ankaralı, İstanbullu,
Konyalı, Adanalı, Samsunlu, Edirneli, İzmirli Girneli,
Güzelyurtlu yan yana, koyun koyuna vatan toprağında
yatıyorlar… Bir sıra ilerde Yedek Topçu Asteğmen Mustafa
Uygur’un mezarına rastlıyoruz.. Boks Milli takımımızın
çalıştırıcısı Ahmet Uygur’un ağabeyi de şehitler arasında.
Elazığ’ın yiğit evladı Mustafa Uygur, 27 yaşında Kıbrıs
Türkleri hürriyetlerine kavuşsunlar diye gencecik yaşında
canını toprağa vermiş. Arkadaşlarımız ile birlikte şimdi de
Elazığlı şehidimiz için dua ediyoruz..
Boğaz şehitliğinden Fatihalarla ayrılıyoruz. Biraz ileride
bu defa Karaoğlanoğlu Şehitliği’ndeyiz. Kıbrıs Harekâtı’nda
şehit olan askerlerimizin anısına Türkiye Cumhuriyeti
tarafından yaptırılmış. Bu şehitliğe de, Kıbrıs’a ilk çıkan
alayın komutanı olan Halil İbrahim Karaoğlanoğlu’nun ismi
verilmiş. Subay, astsubay, erbaş ve er olmak üzere toplam 70
şehidimiz de burada yatıyor. Yan taraftaki küçük tarih
müzesinde Kıbrıs Harekâtı ile ilgili bilgi alıyoruz.
Dünya devletlerinin ısrarla karşı çıkıp engellemeye
çalıştığı bir diplomatik kıskaçta Kıbrıslı kardeşlerimiz
için her şeyi göze alarak kararlı bir şekilde zafere ulaşan
kahraman Türk Ordusuna, Azerbaycanlı kardeşlerimizin
ifadesiyle “aşk olsun” diyoruz.
Bu Evde İnsanlık Yok Edilmiş....
Aracımız bu defa Lefkoşa’ya doğru hareket ediyor.
Mihmandarımız şimdi de Barbarlık Müzesi’ne gideceğiz, diyor.
Şehrin ana caddelerinden geçiyoruz; bir iki kavşak geçtikten
sonra durup aracımızdan iniyoruz. Nihat İlhan’ın eşi ve üç
yavrusunun katledildiği ev Kıbrıslı kardeşlerimiz tarafından
müze olarak düzenlenmiş.
Müze görevlisi Elazığlı olduğumuzu öğrenince daha fazla ilgi
gösteriyor. 24 Aralık 1963 tarihinde yaşanan elim hadiseyi
başlıyor anlatmaya.. Görevlinin anlattıkları kanımızı
donduruyor. Olay akşam saatlerinde yaşanmış. Binbaşı Nihat
İlhan birliğinde görevde iken olmuş. Mürüvvet Hanım, akşam
evde komşuları ile birlikteymiş. Dışarıdan silah sesleri
geliyormuş, çok geçmeden de kurşunlar eve isabet etmeye
başlamış. Mürüvvet Hanım korkudan evin elektriğini
kapatmış, daha sonra da eşinin sıkı sıkı tembihlediği sakın
ha silah sesi duyarsanız banyoya girin, banyo sizi korur;
uyarısını dikkate almış. Çocuklarını aldığı gibi banyoya
sığınmışlar. Kısa bir süre sonra Rum canileri ellerinde
otomatik silahlarla eve girmiş, etrafa kan kusuyorlarmış.
Koridoru geçip yatak odasına yönelmişler. Bu odada işleri
bitince hızla önlerindeki ara kapıdan geçip, soldaki ikinci
yatak odasını da taramışlar.. İçeride korkunç bir cehennem
yaşanırken banyodaki küvetin içinde Mürüvvet Hanım, üç
yavrusuna sıkı sıkıya sarılmış ve dua ediyormuş ki kapıya
yüklenen katiller küvetin içindeki anneye ve çocuklara
kurşun yağdırmaya başlamışlar… Bu korkunç katliamda evde
bulunan komşuları da kıyıma uğramışlar. Görevlinin
anlattıkları karşısında dehşete kapılıyoruz. “Allah’ım, bu
ne korkunç bir vahşet…” Barbarlık Müzesi’nde gördüğümüz
dehşet tablosu karşısında derin düşüncelere dalıyoruz..
Sözün bittiği bir an.. Kulaklarımızda sessiz bir çığlık
yankılanıyor; insanlık burada yok edilmiş.. Barbarlık
Müzesi’nde yaşadığımız bu dehşet tablosunu hafızamızın bir
köşesine kaydedip Barbarlık Müzesi’nden ayrılıyoruz
Kuzey Kıbrıs’ın Başkenti
Lefkoşa...
Şimdi de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin başkenti
Lefkoşa’dayız. Mihmandarımızın anlattıklarını dikkatle
dinliyoruz. Lefkoşa’nın oldukça eski bir tarihi olduğunu
anlatıyor. 1192′de Lüzinyan Kırallığının adadaki hâkimiyeti
ile başkent olmuş.. 300 yıla yakın bir süre Ortaçağ’ın
feodal şehir anlayışı ile yönetilen adanın idari başkenti
olarak kalmış. 100 yıla yakın bir süre Venediklilerin
idaresinde kalmış. 1570 yılında Osmanlı hâkimiyetine geçmiş,
Lefkoşa, Kıbrıs’ın ticaret ve kültür merkezidir. Yeşil hat
diye adlandırılan bir sınırla ikiye bölünmüştür. Kuzeyinde
biz Türkler, güneyinde ise Rumlar yaşamaktadır. Ara bölgede
ise Birleşmiş Milletler Barış Gücü bulunuyor…
Lefkoşa’daki tarihi eserleri geziyoruz. Şehrin etrafı 5 km
uzunluğunda surlarla çevrili. Sultanahmet Meydanı’nda
gördüğümüz dikilitaşın bir benzerini de burada görüyoruz. Arabahmet
Camii, Selimiye Camii, Büyük Han, Derviş Paşa Konağı,
Mevlevi Tekkesi, Taş Eserler Müzesi ve Haydarpaşa Camii’ni
yakından inceleme fırsatını buluyoruz.
Lefkoşa’daki gezimiz uzadıkça uzuyor. Uzun mesafelerde
araçla, kısa mesafelerde yürüyerek; neredeyse şehri bir
baştan bir başa dolaşıyoruz.. Arkadaşlarımız çok yorulduk
diye şikâyetlenince tamam diyoruz, bugünlük bu kadar olsun;
yarına devam ederiz.
Girne’ye dönüyoruz. Misafirhanede arkadaşlarımızla birlikte
günün yorgunluğunu atmaya çalışırken bir yandan da günün
değerlendirmesini yapıyoruz.. Akşam yemeğinden sonra kısa
bir süre Girne caddelerinde yürüyüşe çıkıyoruz. .
Kıbrıs Semalarında Yankılanan Ezan
Sesleri…
27 Şubat Cuma sabahı 0930’da valizlerimizi hazırlayıp,
kahvaltı yapmak için misafirhanenin lokanta bölümüne
iniyoruz. Akşama doğru Türkiye’ye döneceğiz; uçağımız
Geçitkale havaalanından kalkacak. Uçuş biletlerimizi
çantamdan çıkartıp kalkış saatini yeniden kontrol ediyorum.
Çok şükür, şimdiye kadar hiçbir aksilik yaşamadık, her şey
planlandığı gibi yürüyor. Girne Öğretmenevi yeni inşa
edilmiş, oldukça bakımlı; resmi misafirlerin burada konuk
edildiğini öğreniyoruz.
Saat 10.30’da Girne’den ayrılıyoruz. Cuma namazını
Lefkoşa’da kıldıktan sonra Gazi Magosa’ya geçeceğiz,
Girne-Gazi Magosa arasındaki mesafenin 70 km. olduğu
söyleniyor. Acelemiz yok, yavaş hareket ediyoruz. Bir gün
evvel büyük bir süratle geçtiğimiz yerlerden yavaşça
etrafımızı inceleyerek ilerliyoruz. Lefkoşa’da Cuma namazını
kılmak için Haydarpaşa Camii’inde bulunuyoruz. Namaza daha
vakit var. Kiliseden Camiye dönüştürülen bu ibadethane
içinde henüz cemaat gelmeden fotoğraf çekiyoruz. Minberde
Kuzey Kıbrıs bayrağı ile Türkiye Cumhuriyeti bayrakları
asılmış. Kıbrıslı kardeşlerimiz ard arda sessizce giriyorlar
kapıdan. Kürsüden yükselen dualara katılıyoruz. Boğaz
Şehitliğinde Karaoğlanoğlu şehitliğinde yatan kahraman
şehitlerimize, Mürüvvet anneye, Hakan’a, Murat’a, Kutsi’ye
ve yüzlerce mücahidimize dualarımızı gönderiyoruz. Kıbrıs
semalarında yankılanan ezan sesleri ve gururla dalgalanan
ayyıldızlı bayrağımız için yüce Mevla’ya şükranlarımızı
sunuyoruz…
Öğlen yemeği Lefkoşa’da yenilecek, arkasından da Gazi
Magosa’ya gideceğiz.
Namık Kemal’in Magosa Sürgünü…
Yaklaşık 45 dakika süren güzel bir yolculuktan sonra Gazi
Magosa’ya ulaşıyoruz. Şehrin hemen girişinde Doğu Akdeniz
Üniversitesi görülüyor. Mihmandarımıza üniversiteyi
soruyoruz. 1979 yılında Yüksek Teknoloji Enstitüsü olarak
kurulmuş, 1986’da KKTC meclisinin onayı ile Doğu Akdeniz
Üniversitesi olarak akademik eğitime başlamış. 7 fakültesi
ve ayrıca 2 yüksek okulunda 15.000 civarında öğrenci öğrenim
görüyor.
Gazi Magosa’nın, Mısır kıralı Ptolemy Phiadelphus tarafından
kurulduğunu öğreniyoruz. Oldukça eski bir tarihi geçmişe
sahip. Venedikliler yaşamış, 1571 tarihinde Osmanlılar
tarafından alınmış. Eski bir antik şehir olan Salamis
harabelerini geziyoruz. Kral mezarları, Lala Mustafa Paşa
Camii ve Venedik Sarayı; hepsini tek tek inceliyoruz.
Venedik Sarayı’nın avlusunda vatan şairimiz Namık Kemal’in
1873–1876 tarihlerinde kaldığı zindan bizleri oldukça
heyecanlandırıyor.
Namık Kemal’in üç yıl boyunca tutuklu olarak kaldığı bina
iki katlı. Alt katında tek kişilik bir hücre bulunuyor. Bina
müze olarak düzenlenmiş. Arkadaşlarımızın meraklı sorularını
görevli memur cevaplamaya çalışıyor. Namık Kemal, Mahmut
Nedim Paşa tarafından 1872 tarihinde Gelibolu’ya mutasarrıf
olarak tayin edilir. Ancak kısa bir süre sonra azledilerek
görevinden alınınca tekrar İstanbul’a döner ve Vatan Yahut
Silistre adlı tiyatro eserini yazmaya başlar. 1873’ün
başlarında eserini tamamlar. Bu oyun, Gedikpaşa
Tiyatrosu’nda sahneye konulur. Oyun, halkta büyük heyecan
uyandırır. Namık Kemal, emniyette sorgulanır.
Aynı yılın Nisan ayında bir posta vapuruna bindirilerek
Magosa’ya sürgün edilir. Magosa o yıllarda Osmanlının en
zorlu sürgün yerlerindenmiş. Bütün zorluklara katlanmış,
çeşitli yollardan temin ettiği kitaplar onun en yakın
arkadaşları olmuş. Yakın dostlarına yazdığı mektuplar,
üzerinde yoğunlaştığı edebi çalışmalar onu rahatlatmış.
Magosa sürgünü Namık Kemal’in edebi çalışmalara daha fazla
yoğunlaşmasına sebep olmuş; Gülnihal, Akif Bey, Zavallı
Çocuk ve daha birçok eserini Mağosa’da yazmış. İntibah ve
Cezmi romanlarına yine bu sürgünde iken başlamış…
Üç yıl boyunca kaldığı bu küçük mekânda değerli şairimiz
Namık Kemal ile ilgili anlatılan bu güzel hatıraları
dinlerken zaman su gibi akıp gidiyor.
Geçitkale havaalanındayız. Uçuş işlemlerimiz yapılıyor; saat
16.30’da kemerlerimizi bağlıyoruz ve uçağımız Adana’ya doğru
hareket etmek için havalanıyor.
Kıbrıslı dostlarımıza, kardeşlerimize veda edip ayrılırken,
önemli bir görevi daha başarmanın sevincini yaşıyoruz…
Elazığ Şehit İlhanlar İçin Ayağa
Kalkıyor…
Yavruvatan Kıbrıs’ta, 24 Aralık 1963’te yaşanan ve tarihe
Kanlı Noel olarak geçen katliamın 45. yıldönümü
münasebetiyle bir faaliyet düzenleyeceğiz. Bu kapsamda,
adada yaşayan Türklere karşı yapılan insanlık dışı
uygulamaların nedenlerini bilimsel toplantılarla kamuoyunun
gündemine taşımayı amaçlıyoruz. Kıbrıs şehitlerini anma ve
Şehit İlhanlar Abidesi’nin Açılış Töreni ile ilgili hazırlık
çalışmalarını 21 Kasım Cumartesi günü yaptığımız bir
görüşmenin ardından başlatıyoruz. Ciddi bir hazırlık için
sürenin az olduğunu düşünüyorum; ancak arkadaşlarımızın
heyecanlı yaklaşımları endişelerimi ortadan kaldırıyor. 24
Kasım Salı günü valilikte yapılacak olan Hazar Şiir
Akşamları değerlendirme toplantısında düşüncelerimizi bir
teklif olarak şehrimizin değerli yöneticilerine sunacağız.
Hafta sonunu sorumluluğu oldukça ağır olacak bir faaliyetin
yükünü taşımanın tedirginliği ile geçiriyorum. Salı günü
saat 16.00’da Bedrettin Keleştimur ve Hadi Önal ile birlikte
valilikte düzenlenen toplantıya katılıyoruz. Vali Muammer
Muşmal’ın başkanlığında yapılan bu toplantıya Belediye
Başkanımız M. Süleyman Selmanoğlu, Fırat Üniversitesi Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. Orhan Kılıç, Kültür ve Turizm Müdürümüz
Tahsin Öztürk, Milli Eğitim Müdürümüz Nihat Büyükbaş, Prof.
Dr. Ahmet Buran, Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan, Yrd. Doç.
Güldeniz Ekmen Agiş, Yrd. Doç. Dr. Tarık Özcan ile Yrd. Doç.
Dr. Ahmet Tevfik Ozan iştirak etmiş. Hazar Şiir
Akşamları’nın değerlendirme toplantısını Sayın Valimiz
başlatıyor. Faaliyete beklenenden daha büyük bir ilgi ve
katılımın olması yöneticilerimizi memnun etmiş. Böylesine
bir atmosferde başlayan görüşme de oldukça keyifli geçiyor.
Vali Bey, “Hazar Şiir Akşamları artık bütün Türk Dünyasında
kabul görüyor, bir marka oldu. Elazığ bunu başardı” diyor.
Belediye Başkanımız, “Bahtiyar Vahapzade Caddesi, Elazığ’a
çok yakıştı. Şehrimizin caddeleri, sokakları ve parkları
şiir dünyamızan mümtaz isimleriyle güzelleşiyor.” Rektör
Yardımcımız; “Üniversite olarak üzerimize düşen her şeyi
yaptık” diyor. Tahsin Bey, Azerbaycanlı halk ozanı Ramin
Karayev’in sahne performansından bahsediyor, konserlerin çok
başarılı olduğu görüşünü dile getiriyor. Prof. Dr. Ahmet
Buran, final gecesinden söz açarak katılan şairler ile
ilgili tespitlerde bulunuyor. Vali Bey, gördüğü bazı
eksikleri bana soruyor… Gönüllü bir harekette bazı
aksamaların olabileceğini izah etmeye çalışıyorum.
Toplantı bu şekilde sürüp giderken bir fırsatını bulup Şehit
İlhanlar ile ilgili düşüncelerimizi anlatmaya çalışacağım.
Ve nihayet Hazar Şiir Akşamları ile alakalı değerlendirmeler
tamamlanıyor. Müsaade isteyip konuyu açıyorum, Vali Bey,
Belediye Başkanımız, Rektör yardımcımız ve diğer
katılanlara, 1963 yılında bütün Türkiye’nin ve Elazığ’ın
yüreğini yakan elim hadisenin 45. yıldönümü münasebetiyle 24
Aralık Çarşamba günü bir anma programı düşündüğümüzü
açıklıyorum… Sayın Valimiz Muammer Muşmal, iyi düşünmüşsünüz
ifadeleriyle onaylıyor. Belediye Başkanımız Süleyman
Selmanoğlu imkânlarımızı seferber ederiz, diyerek desteğini
açıkça ortaya koyuyor. Prof. Dr. Orhan Kılıç da,
“Üniversitemiz adına bölüm başkanımız Beşir Hoca yetkilidir;
çalışmalarınızı onunla birlikte yürütebilirsiniz.”
Teklifimiz çok kısa bir zaman içersinde kabul görmüştü.
Toplantıdan sonra Kültür Müdürümüz Tahsin Öztürk’ün yanına
çıkıyoruz. Düzenleme Kurulunun teşkili ve onayı için bir
görüşme yapıyoruz.
Hazırlıklar Başlıyor…
Faaliyet; Elazığ Vali Yardımcısı Mehmet Ali Sağlam’ın
başkanlığında oluşturduğumuz bir tertip heyeti tarafından
yürütülecek. Bu kurulda Elazığ Belediyesi Başkan Yardımcısı
İbrahim Özgen Erdoğmuş, İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin
Öztürk, Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr.
Muhammet Beşir Aşan, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim
Kurulu Üyesi Selahattin Pamukçu, Elazığ Belediyesi Kültür
Müdürü Mustafa Ayık, Elazığ Valiliği Basın ve Halkla
İlişkiler Müdürü Özcan Yalçın, Fırat Üniversitesi Grafik
Bölümü Başkanı Dr. Tamer Kavuran, Fırat Üniversitesi
İletişim Fakültesi Öğretim görevlisi Recep Bağcı, Necip
Güngör Kısaparmak İletişim Meslek Lisesi Müdürü Ali Canpolat,
Mezre İlköğretim Okulu Müdürü Muammer Aksoy, Türkiye Muharip
Gaziler Derneği Elazığ Şubesi Başkanı Bilal Avcıoğlu,
Elazığ Şehit Aileleri ve Malûl Gazileri Derneği Başkanı
Mehmet Çete, Kıbrıs Şehidi Yedek Topçu Asteğmen Mustafa
Uygur’un kardeşi Ahmet Uygur, Türk Ocakları Elazığ Şubesi
Başkanı Ahmet Yurten, Kanal 23 Televizyonu Genel Yayın
Müdürü Murat Uyman, Kanal E Televizyonu Haber Müdürü Zeki
Akbıyık, Manas’ın vefalı üyeleri Bedrettin Keleştimur, Şükrü
Kacar, Günerkan Aydoğmuş, R. Mithat Yılmaz, Mehmet Şükrü Baş
ve Hadi Önal ile birlikte bu anlamlı faaliyetin
hazırlıklarını yürüteceğiz.
Değerli hemşerimiz E. Tuğgeneral Nihat İlhan, Fırat
Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Orhan Kılıç, Doğu
Akdeniz Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Harid Fedai,
Yakın Doğu Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ata Atun ile
8. Kolordu Komutanlığı’ndan Binbaşı Ayhan Cankut danışmanlık
yaparak bizlere destek verecek. Program sunuculuklarını ise
Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Mustafa
Demir ile Necip Güngör Kısaparmak Anadolu İletişim Meslek
Lisesi öğrencisi Merve Can yapacaklar.
Çalışmalar Manas’ta Yürütüldü…
Akşam Manas’ta bir grup arkadaşımız ile bir araya geliyoruz.
Hazırlık aşamasında izleyeceğimiz strateji üzerinde bir
çalışma toplantısı yapacağız. Belediye Başkan Yardımcısı
İbrahim Özgen Erdoğmuş, Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan,
Binbaşı Ayhan Cankut, Bedrettin Keleştimur ve Hadi Önal ile
toplantı halindeyiz. Beşir Hoca, ilk defa tanıştığımız
Binbaşı Ayhan Cankut’un Fırat Üniversitesi’nin Tarih
Bölümünde doktora yaptığını söylüyor. Tez konusu ise Kıbrıs.
Bu değerli subayımızın birikimlerinden faaliyet süresince
istifade edeceğiz, diyor.
O akşam oldukça faydalı bir görüşme yapmıştık. Hazırlık
aşamasının iyi değerlendirmesi, Kıbrıs ile bir an önce temas
sağlanması, Şehit İlhanlar Anıtı’nın tasarımı, programa
katılacak davetlilerin belirlenmesi, düzenleme kurulunun
acil olarak bir araya gelmesi, Elazığ halkının
bilgilendirilmesi gibi konular üzerinde görüşlerimizi ortaya
koyarak konuyu etraflıca değerlendirmiştik..
Ertesi günün sabahı Dr. Tamer Kavuran hocamızı grafik
bölümündeki odasında ziyaret ediyorum. Tasarım konusunda
kendisini iyi yetiştirmiş, grafik tasarımı konusundaki
anlayışını beğeniyorum. Faaliyet ile alakalı belgelerin
hazırlanması konusunu değerlendiriyoruz. Tamer hoca bir iki
gün içersinde Şehit İlhanlar Anıtı’nın tasarımını hazırlarım
diyor. Öğlen arası Manas’ta, Türkiye Muharip Gaziler Derneği
Elazığ Şubesi Başkanı Bilal Avcıoğlu ve Elazığ Şehit
Aileleri ve Malûl Gazileri Derneği Başkanı Mehmet Çete ile
bir araya geliyoruz. Her iki deneğimizin başkanı da
heyecanlanıyor. Bilal Bey, 300 civarında Kıbrıs gazimizin
olduğunu söylüyor. Kıbrıs şehitlerimiz hakkında bilgi
veriyor. Her iki başkanımızla yaptığımız bu görüşme benim
için oldukça faydalı geçiyor. Muharip Gaziler Derneği’nde
şehit yakınları ve gazilerimizle kapsamlı bir toplantı
yapmak için yeniden sözleşiyoruz. Öğleden sonra Kıbrıs
şehidi Mustafa Uygur’un kardeşi Ahmet Uygur ile bir araya
geliyoruz. Boks Milli Takımımızın teknik sorumluluğunu
yürüten Ahmet hoca bu güne kadarki ilgisizlikten dert
yanıyor, beklentilerini anlatıyor ve ilk defa böyle bir
faaliyet yapılacak diyerek memnuniyetini dile getiriyor.
Akşama doğru Kültür Müdürümüz Tahsin Öztürk ile Binbaşı
Ayhan Cankut’u haberdar edip Bedrettin Bey ve Hadi Bey ile
birlikte Elazığ Vali Yardımcısı Mehmet Ali Sağlam’ı ziyaret
ediyoruz. Çalışmalar hakkında Vali Yardımcımızı
bilgilendiriyoruz ve görüşlerini alıyoruz. Mehmet Ali Bey,
27 Kasım Cuma günü düzenleme kurulu olarak bir toplantı
yapalım, diyor. Düzenleme kurulu toplantını
gerçekleştirirsek faaliyetin gidişatı hemen hemen belli
olacak.
Harid Fedai ile Görüşüyoruz…
Akşam, Kıbrıslı şairimiz Harid Fedai ile bir telefon
görüşmemiz oluyor. Harid Bey Kıbrıs’ta saygı duyulan bir
büyüğümüz, yapmayı tasarladığımız faaliyet hakkında
kendilerini bilgilendiriyorum. Harid Beyden Kıbrıs’taki
devlet büyüklerimiz ile görüşmesini istiyorum, Şehit
İlhanlar Anıtı’nın açılış töreninde Sayın
Cumhurbaşkanlarımız Mehmet Ali Talat ile Rauf R.Denktaş’ı
Elazığ’da görmeyi arzu ettiğimizi anlatıyorum. Kıbrıslı
bilim adamlarını ve konuyla alakalı diğer yetkilileri
Elazığ’da misafir etmek istediğimizi bildiriyorum. Harid Bey
anlattıklarımı dikkatle dinledikten sonra, “Şener Bey,
evvela böylesine önemli bir konuda girişimde bulunduğunuz
için sizleri kutluyorum.” diyor ve ardından da ekliyor;
“Bana birkaç gün zaman verirseniz, bu görüşmeleri sizin
adınıza seve seve yapacağım.” diyor.
Düzenleme Kurulumuz Toplanıyor…
Düzenleme kurulumuz 27 Kasım Cuma günü sabah 10.00’da Elazığ
Vali Yardımcısı Mehmet Ali Sağlam’ın başkanlığında bir araya
gelerek toplanıyor. Taslak program üzerinde detaylı
değerlendirmeler yapıyoruz. Tamer Hocanın Şehit İlhanlar
Anıtı ile ilgili yaptığı tasarım arkadaşlarımız tarafından
beğeniliyor. Toplantının ardından da Vali Yardımcısı Mehmet
Ali Beyin teklifiyle 24 Aralıkta açılışı yapılacak olan
anıtın konulacağı Şehit İlhanlar Caddesi’nde belediye
yetkilileriyle birlikte teknik bir incelemede bulunuyoruz…
Ancak yer konusunda anıtı inşa edecek Mesta Mermer
Fabrikasının teknik ekibinin de onayını almamız gerekecek.
Bedrettin Bey ile birlikte Belediye Başkan Yardımcısı
İbrahim Özgen Erdoğmuş ve Binbaşı Ayhan Cankut’u da alarak
Mesta Mermer Fabrikasına gidiyoruz
2005 yılında Elazığ Organize Sanayi Bölgesinde Metin, Tahir
ve Suat Öztürk kardeşlerin girişimleriyle kurulan bu fabrika
60.000 m²’lik açık alanı, 12.500 m² kapalı alanda ileri bir
teknoloji kullanılarak üretim yapıyor. Fabrika Müdürü Mehmet
Akdoğdu ile bir görüşme yapıyoruz. Akdoğdu, Tamer Hocanın
yaptığı tasarımı beğeniyor, ancak zaman konusunda
tereddütleri olduğunu ifade ediyor. Fakat Mehmet Beyi ikna
etmekte zorluk yaşamıyoruz; yapılacak iş şehitlerimizle
alakalı olunca her şey biter, diyor…
İlerleyen günlerde Prof. Dr. Necip İlhan ile bir telefon
görüşmesi yapıyorum. Amcam kurban bayramında Elazığ’da
olacak, diyor. Necip Hocadan aldığım bu haberi
arkadaşlarımla paylaşıyorum; hep birlikte ziyaretine
gidelim, diyorlar. Hem bayram ziyareti, hem de yaptığımız
hazırlıklar konusunda kendilerini bilgilendirmiş olacağız.
Kuzey Kıbrıs’tan Gelen Haber…
Harid Fedai ile her gün düzenli olarak telefon görüşmesi
yapıyoruz. Bu konuşmalardan anlıyorum ki faaliyetimizin
heyecanı Kıbrıslı kardeşlerimize de yansımış, Son
görüşmemizde, Kıbrıs’tan gelecek heyette yer alacak
kişilerin kesinleştiği haberini alıyorum. “Elazığ programına
katılacak heyetimizin listesini e posta ile gönderdik;
birazdan alırsınız.” diyor ve devam ediyor. “Kurucu
Cumhurbaşkanımız Sayın Rauf R. Denktaş başta olmak üzere;
Cumhurbaşkanlığımızın sözcüsü Hasan Erçakıca, Doğu Akdeniz
Üniversitesi Rektörümüz Prof. Dr. Ufuk Taneri, Yakın Doğu
Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ata Atun, Kıbrıs
Mücahitler Derneği üyesi Metin Aybars, merkezi Ankara’da
bulunan Kıbrıs Türk Kültür Derneğimizin Başkanı Ahmet Göksan,
Atılım Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ulvi Keser’in
programa katılacağını” söylüyor. “Müsait bir zamanda Prof.
Dr. Ata Atun sizi arayacak, zannediyorum programla ilgili
bir isteği olacak. Eğer uygun görürseniz Kıbrıs Genç
Televizyonundan Artun Korudağ’ı da bu heyetimize dahil etmek
istiyorum.” Diye de ekliyor. Harid Beye, “Çok isabetli olur,
bu vesileyle Elazığ’daki toplantıları Kıbrıslı
kardeşlerimize de duyurmuş oluruz.” diye cevap veriyorum.
Bir süre sonra da Prof. Dr. Ata Atun ile görüşüyoruz. Ata
Bey diyor ki, “Şener Bey, benim babam Prof. Dr. Hakkı Atun,
1952 yılında Elazığ Veteriner Kontrol ve Araştırma
Enstitüsü’nde Kurucu Müdür olarak görev yaptı, biz ailece
yaklaşık bir yıl Elazığ’da bulunduk. Eğer mümkünse program
kapsamında o enstitüyü ziyaret etmek istiyorum.” diye bir
ricada bulunuyor. Ata Hocamızın bu ricası üzerine Şükrü
Kacar ve Muammer Aksoy ile birlikte Elazığ Veteriner Kontrol
ve Araştırma Enstitüsü müdürlüğüne bir ziyaret
gerçekleştiriyoruz. Enstitü Müdürü Ünal Kılınç, Şükrü
Hocamız ile Muammer Hocamızın yakından tanıdıkları genç bir
yönetici. Enstitünün kuruluşunda Prof. Dr. Hakkı Atun’un
kurucu müdür olarak görev yaptığını anlatıyor, eğer müsaitse
programa Elazığ Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü’ne
kısa bir ziyaretin ilave edilmesinin uygun olabileceğini
söylüyor. Kendisini Ata Atun ile görüştürüyoruz. Kıbrıs’la
kurulan bu telefon görüşmesinin sonrasında Elazığ Veteriner
Kontrol ve Araştırma Enstitüsü’nün ziyaret edilmesini
programa ekliyoruz.
Nihat Paşayı Kurban Bayramında
Bilgilendirdik…
Kıbrıs’tan gelen bilgiler doğrultusunda program netleşmeye
başlıyor. Kurban Bayramında Elazığ’a gelecek olan Emekli
Tuğgeneral Nihat İlhan’ın da görüşlerini aldıktın sonra
programa son şeklini vereceğiz.
8 Aralık Pazartesi günü kurban bayramı başlıyor. Bayramın
ikinci günü öğleden sonra Nihat Paşayı ziyarete gideceğiz.
Binbaşı Ayhan Cankut, Yurdal Demirel, Hadi Önal ve Bedrettin
Keleştimur ile birlikte Abdullahpaşa Mahallesindeki kız
kardeşlerinin oturduğu apartman dairesinde ziyaret ediyoruz.
Ev, bayram münasebetiyle bir hayli kalabalık, eş, dost ve
yakın akrabaları Nihat Paşayı görmeye ve bayram tebrikinde
bulunmaya geliyor. Naci Onur Hocamız ile de burada
bayramlaşıyoruz. Bayramlaşma faslı tamamlanıyor ve sıra,
yapacağımız faaliyet hakkında Nihat Paşaya bilgi vermeye
geliyor. Binbaşı Ayhan Cankut, müsaade isteyerek söze
giriyor. Kıbrıs Şehitlerini Anma ve Şehit İlhanlar
Abidesi’nin açılış töreni ile ilgili sürdürdüğümüz
hazırlıkları bütün safhalarıyla anlatıyoruz değerli
büyüğümüze. Haberim oldu, diyor. Hazırladığınız program
gayet teferruatlı olmuş, Belediye Başkanımız Süleyman Bey
ile konuştuk, Sayın Denktaş’ın geleceğine de çok sevindim,
inşallah birlikte bu anlamlı davetinize katılırız, diyerek
memnuniyetini ifade ediyor.
Kurban Bayramının ardından hazırlıklarımız kaldığı yerden
devam edecek…
Muharip Gaziler Derneği üyeleriyle önceden planladığımız
toplantıyı gerçekleştiriyoruz. Bu toplantıya şehit yakınları
da katılıyor. Kıbrıs gazileri uzun yıllar sonra büyük bir
heyecan yaşayacağız, diyorlar.
Şehit İlhanlar Anıtının yapımı hızla devam ediyor
Ve nihayet faaliyetin başlayacağı günleri sabırsızlıkla
bekleyen Elazığ kamuoyuna programı ilan ediyoruz.
Etkinliklere Basın ve Yayın
Kuruluşlarında Geniş Yer Verildi..
Kıbrıs Şehitlerini Anma ve Şehit İlhanlar Anıtı’nın Açılış
Töreni Programı münasebetiyle düzenlediğimiz programa basın
ve yayın kuruluşlarında geniş yer verildi. Etkinliklerin
büyük bir bölümü Fırat TV, Kanal 23 ve Kanal E tarafından
canlı olarak yayınlandı. TRT ve Kıbrıs Genç Televizyonu üç
gün devam eden etkinlikleri yakından takip ederek
programlarla ilgili yaptıkları çekimleri daha sonra geniş
olarak yayınladılar. Toplantı ile ilgili haberler
gazetelerde de geniş olarak yer aldı.
Program İzzetpaşa Camii’nde
Başladı...
Kıbrıs Şehitlerini Anma ve Şehit İlhanlar Anıtı’nın Açılış
Töreni Programı 23 Aralık Salı günü kılınan akşam namazının
ardından şehitlerimiz için okunan mevlit ile başladı.
İzzetpaşa Camii’nin muhteşem atmosferinde Ferhat Hocanın
okuduğu Kuran’ı Kerim’i derin bir huşu içersinde dinliyoruz.
Güzel sesli müezzinlerin okuduğu ilahilere hep birlikte
iştirak ediyoruz. Mürüvvet İlhan için, Hakan, Murat ve Kutsi
için, vatan için canlarını toprağa veren bütün aziz
şehitlerimiz için yüce Allah’a dua ve niyazlarda
bulunuyoruz. O akşam İzzetpaşa Camii’ni Kıbrıs gazileri ve
şehit yakınları saf saf doldurmuştu. Belediye Başkanımız M.
Süleyman Selmanoğlu da bu manevi iklimi onlarla birlikte
yaşıyordu. Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı Ahmet Göksan
ve Atılım Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ulvi Keser de
aramızdaydı. Türkiye Muharip Gaziler Derneği Elazığ Şubesi
Başkanı Bilal Avcıoğlu, Şehit Aileleri Derneği Başkanı
Mehmet Çete, Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan, Doç. Dr. Rahmi
Doğanay, Doç. Dr. Erdal Açıkses, Yrd. Doç. Dr. Ergünöz
Akçora, Yrd. Doç. Dr. Tarık Özcan, Öğr. Gör. Hasan Özçam,
Av. Doğan Özdal, Şükrü Kacar, Bedrettin Keleştimur, R.
Mithat Yılmaz, Hadi Önal, Günerkan Aydoğmuş, Öğr. Gör. Recep
Bağcı, Saim Öztürk, Necati Demir, Mahir Gürbüz, Fazıl Agiş,
Hüsamettin Septioğlu, Hüseyin Poyraz, Muammer Aksoy, M. Faik
Güngör, Doğan Sever, Zekeriyya Bican, Nusret Özgen, Karani
Arda, Özer Yıldırım, Zeki Akbıyık, Murat Uyman, A. Murat
Kuşçubaşı, Mustafa Demir, Selami Gedik, Arş. Gör.Yavuz
Haykır, Harun Taşdemir, Nihat Kazazoğlu, Naci Sönmez, Feti
Ahmet Deniz, Bünyamin Eroğlu, Paşa Demirbağ, Nihat Oğuz
gibi bilim adamı, şair, yazar ve sanatçılarımız da İzzetpaşa
Camii’nde düzenlediğimiz mevlit programına katılmışlardı.
Konuklarımız Geliyor…
24 Aralık Çarşamba günü saat 11.00’de Bedrettin Keleştimur,
R. Mithat Yılmaz, Mehmet Şükrü Baş ile birlikte Elazığ
Havaalanındayız; konuklarımızı bekliyoruz. Resmi karşılama
için Elazığ Valisi Muammer Muşmal, Elazığ Belediye Başkanı
M. Süleyman Selmanoğlu, 8. Kolordu Komutanı Korgeneral Eyüp
Kaptan, Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. A. Feyzi
Bingöl, Ticaret Odası Başkanı Suat Öztürk, Elazığ Emniyet
Müdürü Fahrettin Coşkun, İl Jandarma Alay Komutanı Albay
Abdullah Doğan, Türkiye Muharip Gaziler Derneği Elazığ
Şubesi Başkanı Bilal Avcıoğlu, Elazığ Şehit Aileleri ve
Malûl Gazileri Derneği Başkanı Mehmet Çete ile çok sayıda
daire müdürü karşılama için alana geliyorlar.
Saat: 11.35’de uçak alana iniyor. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş uçağın
merdivenlerinden iniyor. Hemen arkasında Emekli Tuğgeneral
Dr. Nihat İlhan ile kızı A. Şebnem İlhan, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Hasan Erçakıca, Doğu
Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ufuk Taneri, Yakın
Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ata Atun, Kıbrıs
Türk Mücahitleri Derneği üyesi Metin Aybars, Doğu Akdeniz
Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Harid Fedai en arkada da
Kıbrıs Genç TV’den Artun Korudağ’ı görüyoruz.
Kıbrıs Türklerinin büyük lideri Rauf R. Denktaş
Elazığ’daydı. İlerleyen yaşına rağmen, kar kış demeden,
sağlık sorunlarına aldırmadan gelmişti. Bu tablo karşılamaya
gelen herkesi duygulandırmıştı. Koca Denktaş alana serilen
kırmızı halıda yürürken Elazığlılarla bir kez daha
kucaklaşmanın mutluluğunu yaşıyordu.Vali, Belediye Başkanı,
Kolordu Komutanı, Rektör, Ticaret Odası Başkanı Emniyet
Müdürü, Jandarma Alay Komutanı ve diğer bürokratlarla tek
tek tokalaştı, gülen yüzüyle selamlaştı. Bizler de,
“Elazığ’a hoş geldiniz, Sayın Cumhurbaşkanım” diyerek
saygıyla eline eğildik. Bedrettin Bey ile birlikte. -2004
yılındaki Kıbrıs ziyaretimizin ardından Sayın
Cumhurbaşkanımız Harid Fedai’ye birkaç kez sormuş; “Elazığlı
genç arkadaşlar ne yapıyorlar?” diye… “Çocuklar nasılsınız?”
derken gözlerinin içi gülüyor… Karşılamaya gelen
arkadaşlarımız ile birlikte Rauf. R. Denktaş’ı Elazığ’da
görmenin sevincini yaşıyoruz…
Havaalanında İlk Açıklamasını Yapan
Denktaş,
Davetiniz Bizi Çok Memnun Etmiştir…
Konuklarımız VİP salonuna alınıyor. Gazeteci arkadaşlarımız
ilk açıklamaları almak için sabırsızlanıyor. Elazığ Valisi
Muammer Muşmal; “Sizleri Elazığ’da görmekten mutlu olduk ve
şeref duyduk. Sizlere saygılarımı ve teşekkürlerimi
sunuyorum.” diyor ve kısa tutuyor konuşmasını. Kameralar
aceleyle Denktaş’a dönüyor. “Teşekkür ediyorum Muammer Bey.
Davetiniz bizi çok memnun etmiştir. Bizim açımızdan bu
şehitlerimiz, bütün şehitlerimizi simgeleyen kişilerdir. En
büyük acıyı yaşadığımız günleri hatırlıyoruz. Şehitlerimizin
anıtlarının açılışına davet edildiğimiz haberi yayınlanmıştı
bizim Kıbrıs’ta. O günü herkes şehitler haftasında yeniden
yaşamaktadır. Şehitler hak, adalet, hürriyet, vatan için
canlarını feda eden kişilerdir. Bizim bütün garantimiz bu
şehitlerin kemiklerini sızlatmamak, uğruna öldükleri hak ve
hürriyetlerini korumaktır. Kıbrıs’ta bir uzlaşma olacaksa bu
yaşadıklarımızı bir daha yaşamayacağımızı sağlam ve kalıcı
bir anlaşmayla sağlamaktır. Bu da denenmiş olanı yeniden
denemekle değil, daha sağlam garantiye bağlamakla mümkündür.
Çünkü karşımızdakiler, siyasetlerine devam ediyorlar ve
değişen hiçbir şey yoktur. Yaptıkları siyasetten amaçları,
adadan Türk askerini çıkartmaktır, Kıbrıs’ı almaktır. Bunun
karşısında kalıcı engel Kıbrıs Türk Cumhuriyetidir,
egemenliğimizdir, Anavatanın garantörlüğünün devamıdır. Bu
düşüncelerle bu haftayı biz ‘anma haftası’ olarak tescil
etmeye varız. Burada geçirdiğimiz kısa zaman içerisinde
şimdiden gördüğümüz ilginin bize cesaret verdiğini, kuvvet
verdiğini bilmenizi isterim. Gittiğimiz her yerde gördüğümüz
Kıbrıs gazileri, şehit aileleri ve Atatürk ilkelerine bağlı
gençlik bize ümit ve cesaret vermektedir.” diyerek sözlerini
tamamlıyor.
Yapılan bu ilk açıklamaların ardından havaalanından
ayrılıyoruz. Misafirlerimiz iki gün boyunca kalacakları
Akgün Oteli’nde istirahat edecekler.
Kuzey Kıbrıs Heyeti Elazığ Valisi
Muammer Muşmal
Tarafından Kabul Edildi..
Kıbrıs Şehitlerini Anma ve Şehit İlhanlar Abidesi’nin Açılış
Töreni programı münasebetiyle Elazığ’a gelen konuklarımız,
program kapsamında ilk olarak saat 12.00’de Elazığ Valisi
Muammer Muşmal tarafından kabul ediliyor.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R.
Denktaş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı
Sözcüsü Hasan Erçakıca, Emekli Tuğgeneral Dr. Nihat İlhan,
Doğu Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ufuk Taneri,
Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ata Atun,
Kıbrıs Türk Mücahitleri Derneği Başkanı Metin Aybars, Doğu
Akdeniz Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Harid Fedai,
Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı Ahmet Göksan ve Atılım
Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ulvi Keser, valilik
girişinde Elazığ Valisi Muammer Muşmal tarafından
karşılanıyor. Vali Muşmal, ziyaret vesilesiyle yaptığı
konuşmasında, Elazığ’ın vefalı bir şehir olduğuna dikkat
çekiyor, kendine özgü tavrı ve samimi ifadeleriyle Denktaş’a
ve diğer konuklara Elazığ’ı anlatıyor…
Kadirşinas hemşerilerimiz 24 Aralık 1963 tarihinde yaşanan
acı olayın 45. yıldönümü münasebetiyle inşa edilen Şehit
İlhanlar Abidesi’nin açılışı münasebetiyle oldukça kapsamlı
bir toplantı düzenlediler. Bizler de destekledik, diyor.
Daha sonra da Rauf R. Denktaş’a bu ziyaretin anısına Elazığ
Valiliğinin hediyesini takdim ediyor. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ziyaret
anısına önce getirilen defteri imzalıyor, sonra da kısa bir
konuşma yapıyor. Muammer Bey. davetiniz bizi çok memnun
etmiştir. diyor. Kıbrıs konusunda sürüyor konuşmalar...
Konuklar bu ziyaretten memnun. En zor günlerimizde bizimle
birlikte oldunuz, şehitler verdiniz, diyorlar. Vali Beyin
makamında bu çerçevede devam eden bir tarih sohbeti
yapılıyor..
Konuklarımıza Fırat Üniversitesi tarafından Sosyal Merkezde
bir öğlen yemeği verilecek ve ardından da hep birlikte Şehit
İlhanlar Abidesi’nin açılış törenine katılacağız
Şehit İlhanlar Anıtı Açılıyor…
Şehit İlhanlar Anıtı’nın açılış töreni 24 Aralık 2008
Çarşamba günü saat 13.30 gerçekleştirilecek.
Şehit İlhanlar Caddesi tarihi günlerinden birini daha
yaşıyor. Birazdan bin bir emek ve itinayla inşa edilen Şehit
İlhanlar Anıtı’nın açılışı yapılacak. Yağışlı bir havada,
şiddetle esen rüzgâr havanın soğukluğunu içimize dolduruyor.
Tören alanı bu tarihi ana tanıklık etmek için gelen
heyecanlı insanlarla dolu hiç kimse yağmura ve soğuğa
aldırış etmiyor. Cadde baştan başa bayraklarla donatılmış,
dükkânlar, mağazalar bayraklarla süslenmiş. Tam 45 yıl önce,
24 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs’taki evlerinde insanlığını
yitirmiş Rum canileri tarafından katledilen masum insanların
arasında tabip binbaşı Dr. Nihat İlhan’ın eşi Mürüvvet Hanım
ve sevgili evlatları Murat, Hakan ve Kutsi de bulunuyordu.
Bu olay o yıllarda bütün Türkiye’yi derin bir yasa boğmuşti.
Elazığ halkı bu masum evlatlarını toprağa verirken yürekleri
dağlayan bu büyük acıyı Nihat İlhan Paşa ile birlikte yaşadı
ve kalbine gömdü. Aradan on yıl geçti. 1974 tarihinde Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin başlattığı Kıbrıs Barış Harekâtı’na
gönüllü olarak katılmak isteyen gençlerimiz Elazığ Askerlik
Şubesinin önünde uzun kuyruklar oluşturdu, Kıbrıslı
soydaşlarımıza kol kanat germek için. Kıbrıs Harekâtı’nı
gerçekleştiren ordumuzun başarısı için günlerce dualar
edildi. Bu harekâta Elazığ’dan onlarca mehmetçik katıldı,
gazilik unvanını elde ederek bizleri gururlandırdı Aldığımız
şehit haberleri yüreklerimizi sızlattı.. Bir şehit haberi de
bizim mahalleyi (Bahçelievler) yasa boğmuştu. Yakın
arkadaşımız Ahmet Uygur’un abisi Mustafa Uygur asteğmen
olarak katıldığı Kıbrıs Harekâtı’nın üçüncü gününde şehit
düşmüştü. Daha sonra bu harekâtta İdris Doğan, Adnan
Mavidemir, Mehmet Yavuz, Cuma Karadoğan adlı altı gencecik
evladımızın daha şehit düştüğünü öğrenmiştik…
Böylesine yoğunlaşan duygularla misafirler bekleniyor…
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R.
Denktaş, Elazığ Valisi Muammer Muşmal, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Hasan Erçakıca, Elazığ
Belediye Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu, 8. Kolordu Komutanı
Korgeneral Eyüp Kaptan, Emekli Tuğgeneral Dr. Nihat İlhan ve
kız kardeşleri Muhlise İlhan, Mefkure İlhan, Prof. Dr Necip
İlhan, Prof. Dr. Yavuz İlhan, Fırat Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl, Doğu Akdeniz Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Ufuk Taneri, Elazığ Vali Yardımcıları Kadir
Balaban, Mehmet Ali Sağlam, Elazığ Emniyet Müdürü Fahrettin
Coşkun, Kurmay Başkanı Nihayet Ünlü, Jandarma Alay Komutanı
Albay Abdullah Doğan, Elazığ Ticaret Odası Başkanı Suat
Öztürk, Fırat Üniversitesi rektör yardımcısı Prof. Dr. Orhan
Kılıç, Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ata
Atun, Kıbrıs Türk Mücahitleri Derneği Başkanı Metin Aybars,
Doğu Akdeniz Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Harid Fedai,
Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı Ahmet Göksan ve Atılım
Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ulvi Keser, İl Kültür ve
Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, İl Milli Eğitim Müdürü Nihat
Büyükbaş, İl Müftüsü Ömer Kocaoğul, Türkiye Muharip Gaziler
Derneği Elazığ Şubesi Başkanı Bilal Avcıoğlu, Şehit
Aileleri Derneği Başkanı Mehmet Çete, tören alanına kurulan
platformdaki yerlerini alıyorlar.
Konukların gelmesiyle birlikte Şehit İlhanlar Caddesindeki
tarihi tören başlıyor. İstiklal Marşı’nı 8. Kolordu
Komutanlığı Bando Takımı ile birlikte okuyoruz. Elazığ
Belediyesi Mehter Takımı’nin sunduğu kahramanlık türkülerine
katılıyoruz. Ardından da konuşmalara geçiliyor. Törende
sunuculuk yapan değerli hocamız Mustafa Demir bu tarihi
açılışta konuşmacıları tek tek anons ediyor. Ve Bilal
Avcıoğlu, Binbaşı Ediz Ekinci, E. Tümgeneral Nihat İlhan,
Prof. Dr. Ata Atun, Prof. Dr. Ufuk Taneri, Prof. Dr. A.
Feyzi Bingöl, M. Süleyman Selmanoğlu, Hasan Erçakıca,
Muammer Muşmal ve Kıbrıs Türklerinin büyük lideri Rauf R.
Denktaş’ın yaptığı konuşmaları dinliyoruz....
Mustafa Demir,
Elazığlı şairimiz A. Tevfik Ozan bu acı olayın ardından şu
dizeleri kaleme almış..
Değerli misafirler, 1963 yılında, tam 45 yıl önce üçü çocuk
olmak üzere dört kardeşimiz Rumlar tarafından hunharca
katledilmişti. Katledilen bu insanlarımızın üçü çocuktu. Bu
çocukların biri bir yaşında, biri dört yaşında ve biri yedi
yaşındaydı. Değerli hemşerimiz Doktor Nihat İlhan’ın ailesi
her ne kadar bir küvete sığınsa da çocuk katilleri
tarafından çocuk olup olmamaları gözetilmeden
öldürülmüşlerdi. Elazığlı askerî doktor Nihat İlhan’ın eşi
Mürüvvet Hanım, oğulları Murat, Kutsi ve Hakan; Rumlar
tarafından şehit edilmişlerdi.
Elazığlı şairimiz Ahmet Tevfik Ozan bu acı olayın ardından
şu dizeleri kaleme almış:
Paşam, ne ki; can dediğin dünyada..
Bir baharda yeşerecek dört çiçek!
Melekleri görmek olmaz, rüyada
Hakan, bulutları yalnız geçecek...
Denize kavuşmuş balıklar gibi
Çağırsan; gelecek, çıkmayacaklar!
Rüya diyeceksin, gözlerin yaşlı
Sırrını, denizin açmayacaklar...
Harput Kalesi’ni seyreden beyaz
Güvercin kanatlı, yalnız bulutlar..
Şehitler kervanı, içinden geçen
Rüzgarı rüyada, nurlu kanatlar...
Bir gün, dört güvercin; kapıyı çalar
Beş olur sevinçler, bulutlar akar..
Feza, derinlerde bir nokta olur
Harput sırtlarına o gün, nur yağar...
Paşam, ne ki, can dediğin dünyada
Bir baharda yeşerecek dört çiçek!
Melekleri görmek olmaz rüyada
Hakan, bulutları yalnız geçecek...
İşte o anı anlatmaya çalışıyor bu cümleler, kelimeler.
Kısa bir mehter konserinden sonra Kıbrıs’tan gelen
konuklarımız ve ülkemizin değişik bölgelerinden gelen
konuklarımız açılıştan önce kısa konuşmalar yapacaklar ve
huzurlarınızda Elazığ Belediyesi Mehter Topluluğumuz..
Değerli misafirler, Elazığ Belediyesi tarafından
yaptırılan, Kıbrıs Şehitleri ve Şehit İlhanlar Abidesi’nin
açılışı münasebetiyle Türkiye Muharip Gaziler Derneği Elazığ
Şubesi Başkanı Bilal Avcıoğlu beyefendiyi konuşmalarını
yapmak üzere huzurlarınıza davet ediyorum.
Bilal Avcıoğlu,
Bu anıtı inşa edenlere teşekkürlerimizi sunuyoruz…
Sayın misafirlerimiz, sayın konuklarımız, sayın şehit
aileleri, gazilerimiz ve Elazığlı hemşerilerimiz;
Ülkemizin bağımsızlığı, Türk vatanının bölünmez bütünlüğü,
milli birlik ve beraberliğimizin korunması uğrunda girişilen
mücadelelerde sergilediğiniz fedakârlık ve kahramanlıklar
hafızalarımızdan silinmeyecek ve Türk milleti sizlere olan
vefa borcunu hiçbir zaman unutmayacaktır. Bugün millet
olarak birlik ve beraberlik içinde bağımsız ve hür
yaşıyorsak, bunu aziz şehitlerimize ve siz kahraman
gazilerimize borçlu olduğumuz bilinciyle, başta ulu önder
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, aziz
şehitlerimizi ve ebediyete intikal eden gazilerimizi
rahmetle, hayatta olan gazilerimizi minnetle, şükranla anar,
değerli ailelerine ve yüce milletimize saygılarımızı
sunarım.
Çağın koşullarına, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak, ancak
tarih bilinciyle mümkündür. Türk milletinin her ferdi
yaşadığı hayatın, geçmişte edinilen tecrübelerin bir sonucu
olduğunu bilir. Bu bakış açısıyla gazilerimizin ve
şehitlerimizin hatırasını canlı tutar, onların yazdığı
destanı sonraki nesillere aktarır, böylece Türk olmanın
şuurunu çocuğuna da öğretir.
1963’ten 1973 yılına kadar ne olduğunu soracak olursak,
Akdeniz’in ortasındaki Kıbrıs adasında yakılan ve yanan
köyleri, şehirleri, yollarda serilmiş cesetleri, tecavüze
uğramış genç-yaşlı kadınları, küvetler içinde kurşunlanmış
çocukları ve bebekleri ve insan denemeyecek bir ulusun
gözünü bürümüş kan zerrelerini, adaya çıkan Türk
Mehmetçiğini ve Kıbrıs semalarında uçan Türk uçaklarını,
tanrının kurtarıcı melekleriymiş gibi bekleyen ve kucak açan
masum gözleri, asker postallarını ve 80’lik ihtiyarları
tarih acaba hangi köşesinde sakladı. Kıbrıs gerçeği bu
bakımdan Türk-Yunan münasebetlerinin küçük bir kesitidir. Bu
kesitte Kıbrıs Türk’ünün yaşama kavgası kadar Türkiye’nin
komşusu Yunanistan’ın emperyalist politikasına da dur demesi
yer almaktadır.
24 Aralık 1963 tarihinde üç masum çocuk ile onları şefkatle
bağrına basan bir anneye karşı Rum çeteleri tarafından
yapılan katliamın 45. yıldönümü münasebetiyle açılacak olan
bu anıtın yapılmasında emekleri geçen herkese, Türkiye
Muharip Gaziler Derneği Elazığ Şubesi olarak teşekkür eder,
şehitlerimize Allah’tan rahmet, İlhan ailesine başsağlığı
diler, hepinize saygılarımı sunarım.
Mustafa Demir
Türk Silahlı Kuvvetleri adına konuşmasını yapmak üzere
Piyade Binbaşı Ediz Ekinci’yi huzurlarınıza davet ediyorum.
Piyade Binbaşı Ediz Ekinci,
Bugün vatan uğruna şehit olanların önünde saygıyla eğilme
günü..
Sayın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 1. Cumhurbaşkanım, Sayın
Valim, Sayın Komutanım, Sayın Belediye Başkanım, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden gelen değerli konuklar ve
kıymetli Elazığlılar!
Bugün; Elazığlı hemşerimiz tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi
ve üç çocuğunun, Kıbrıs’ta Rumlar tarafından acımasızca
katledildiği günün yıl dönümü! Bugün toprağı vatan yapma
uğruna şehit olanların önünde saygıyla eğilme günü!
Kıbrıs Türklerinin var oluş mücadelesinde, 21 Aralık 1963’te
başlayan ve “Kanlı Noel” olarak anılan olaylar önemli bir
dönüm noktası teşkil etmektedir. Bu kanlı olaylar, Kıbrıslı
Rumlar tarafından Türkleri tümüyle yok ederek adayı
Yunanistan’a ilhak etmeyi öngören, “Akritas” soykırım planı
kapsamında gerçekleştirilmiştir. Bir soykırım planı olan ve
tüm Türkleri 24 saat içinde imha etmeyi öngören Akritas
planını uygulamaya koyan Rumlar, bütün yolları kesmiş,
Akritas Planı’nın öngördüğü biçimde caniler, gördükleri her
Türk’ün üzerine kurşun yağdırmışlar, yollarda
yakaladıklarını acımasızca öldürmüşler, 103 Türk köyünü, 117
camiyi yakıp yıkmış ve on binlerce Türk’ü göçe
zorlamışlardır. Yollardan toplanıp götürülen yüzlerce
Türk’ün mezarının bugün bile nerede olduğu bilinmemektedir.
Bu olayların meydana geldiği dönemde, Kıbrıs Türk kuvvetleri
Alayı’nda görev yapan Tabip Binbaşı Nihat İlhan, birliğinde
görevde bulunduğu esnada üç yavrusu ve eşi, 24 Aralık 1963
gecesi Lefkoşa’nın “Kumsal” bölgesine baskın yapan gözü
dönmüş barbar Rumlar tarafından sığındıkları banyoda şehit
edilmiştir. Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi, korunma içgüdüsüyle
saklanmak maksadıyla en emin yer olarak gördüğü banyoyu
seçmiş, yavrularını yanına alarak oraya saklanmış, ancak
bütün suçları Türk olmak olan masum bir anne, Mürüvvet hanım
ile günahsız yavruları 6 yaşındaki Murat, 4 yaşındaki Kutsi
ve henüz 6 aylık olan Hakan İlhan barbar Rumlar tarafından
otomatik silahlarla taranarak katledilmişlerdir. 1963
yılının 24 Aralık gecesi meydana gelen bu vahşi katliam ve
saldırı, tarihe kara bir leke ve insanlık adına bir utanç
vesilesi olmuştur.
Kıbrıs tarihinin en barbar cinayetlerinden birinin
yaşandığı, “24 Aralık 1963”, Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs’ta
yaşanan insanlık dışı olayların acısını yüreğinde hisseden
Türk halkı için önemli bir tarihtir. Bu katliamlar, hem
Türkiye hem de Yavru Vatan Kıbrıs tarafından asla
unutulmayacaktır.
Bu olay, aynı zamanda Rumların; Kıbrıs’ta kirli emellerini
ve hain hedeflerini gerçekleştirmek için, ne derece vahşi ve
barbarca cinayetler işleyebileceklerini göstermektedir. Bu
olayda Rumlar; insanın en temel hakkı olan yaşam hakkını
katlettikleri gibi, bir çatışma ortamında dahi, asla silahlı
veya başka türdeki bir saldırının hedefi olmaması gereken
silahsız ve masum bir anne ile henüz altı aylık olan
kundaktaki bir bebeği dahi katlederek, evrensel nitelikli
bütün insani ve hukuki değerleri canice ayaklar altına
alabileceklerini açık bir şekilde göstermişlerdir.
Kıbrıs’ta Türklere karşı uygulanan bu ve benzeri şiddet ve
saldırılar, ulusal ve uluslararası alanda gösterilen tüm
çabalara rağmen, 11 yıl daha devam etmiştir. Enosisi ilan
etme hayalleri uğruna uygulanan bu vahşetin devamında, 1974
yılında ‘‘İfestos 74 Katliam Planı’’ ile Kıbrıs Türklerine
son darbeyi indirmek amaçlanmıştır. Kendisini savunmaktan
başka seçeneği olmayan Kıbrıs Türk’ü, Anavatan Türkiye
Cumhuriyeti ile yürek yüreğe, el ele vererek Rumların bütün
entrikalarına ve insanlık dışı saldırılarına karşı
koymuştur. Türkiye, uluslararası anlaşmalardan doğan
garantörlük hakkına dayanarak 20 Temmuz 1974 günü barış
harekâtı icra etmiş ve adaya huzur getirmiştir. Bu sayede
Kıbrıs’ın tek taraflı olarak Yunanistan’a bağlanma çabaları,
biraz önce bahsedilen Kıbrıs Türklerini yok etmeye yönelik
plan ve niyetleri ile Megali İdea fikrini gerçekleştirmeye
yönelik girişimleri boşa çıkarılmıştır.
Kıbrıs’ta böylesine zor günler yaşanırken, bugün burada
bulunduğumuz caddeye, 6 Şubat 1964 tarihinde, “Şehit
İlhanlar” adını vererek şehitlerimizin ismini
ölümsüzleştiren Elazığ halkına şükranlarımızı sunarız. Dün
olduğu gibi bugün de, şehit ve gazilerine sahip çıkan
Elazığ, milli birlik ve beraberlikte, vatan sevgisinde bütün
Türkiye’ye örnek olmuştur. Elazığ’ımızın bundan tam 45 yıl
önce göstermiş olduğu hassasiyet ve dikkatin hala aynı
heyecanla devam etmesi, her türlü takdirin üzerindedir.
İşte; görmüş olduğunuz bu anıt, şehitlerimizin ölümsüzlüğünü
ebedileştirecek ve Elazığlı Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi
Mürüvvet, çocukları Murat, Kutsi ve Hakan İlhan’ın,
milletimizin bağrında sonsuza değin yaşayacağının göstergesi
olacaktır. Elazığ Valiliği başta olmak üzere; Elazığ
Belediyesi, sivil toplum örgütleri ve bu anıtın yapımında
emeği geçen herkese, kıymetli çalışmalarından dolayı
teşekkür ve şükranlarımızı sunarız.
Aziz şehitlerimiz, Şehit İlhanlar!... Bizlere emanet
ettiğiniz onur mücadelesi ve kutsal milli davanın
bilincindeyiz. Biliyoruz ki, kanla imtihan edilenler, neler
feda ettiklerini unutmazlarsa şanla yaşarlar. Özgürlüğün
sırrını sizlerden öğrenen, en büyük gayesi vatanına, yurduna
sahip çıkmak olan bizler; ne devletimizden, ne
toprağımızdan, ne de bayrağımızdan asla vazgeçmeyeceğiz.
Aziz hatıranız önünde saygı ile eğiliyoruz. Ruhunuz şad
olsun.
Arz ederim.
Mustafa Demir
Elazığ bugün tarihi günlerinden birini daha yaşıyor. Piyade
Binbaşı Ediz Ekinci, Türk Silahlı Kuvvetleri adına
konuşmasını gerçekleştirdi. Şimdi emekli Tuğgeneral Doktor
Nihat İlhan’ı alkışlarınızla huzurlarınıza davet ediyorum.
E. Tümgeneral Nihat İlhan,
Ben acılarımı bağrıma bastım, gözyaşlarımı içime akıttım…
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, Sayın Rektörüm, Sayın
Sivil Kuruluş mensupları, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu duygusal anda sizlere ne kadar teşekkür etsem az, çünkü
demin binbaşı arkadaşımın bahsettiği gibi şehitlik büyük bir
mertebe. Onların mekânları şimdi cennette; Allah’ın
şefaatine açık, içi nurla dolmuş. Tüm dünyadaki
şehitlerimizin, Türk şehitlerimizin ruhları şad olsun.
Binbaşı arkadaşım anlattılar. Rumlar 1960 yılında belki yola
gelirler diye bir hükümet kurulmuştu. Başında Makarios vardı
doktor Fazıl Küçük de onun yardımcısıydı. O hiç saymadı
Doktor Küçük’ü. Hemen o projeyi bozmak istedi ve Thasos
Papadopullos onun en baş yardımcısıydı. Türklerin de en baş
düşmanıydı.
Papadopullos, bir gün şöyle diyor; “Efendim, Türk gemileri
Kıbrıs’a geliyormuş. Gelsinler; Kıbrıs toprağında bir tek
Türk göremeyecekler”. Bu kadar hain, bu kadar düşman
davranan Thasos Papadopullos bugün kara topraklara gitti.
Orada hesabını versin. Kıbrıs Adamız denizde yüzen bir gemi
gibi. Etrafı petrol ve doğal gaz ile dolu. Şimdi Rumların
derdi, Akdeniz’i de Megalo İdea kapsamına sokmak.
Evim, Kumsal’da tek katlı bir evdi. O akşam iki tane bayan
misafir, bir de ev sahibim ve onun hanımı ile eşim ve
çocuklarım salonda çay içiyorlarmış. Aniden kapıyı
taramışlar, içeri girmişler. Rastgele ateş etmişler. Ev
sahibim Hasan Gudum kolundan yaralanmış, Feride hanım
tuvalette şehit olmuş. Ayşe Hanımla kardeşi banyoda
lavabonun altına sığınmışlar. Ayşe Hanımın 2 yaşındaki
kızını makineli tüfekle taramışlar, sağ bacağı dizinin
altından kopmuş. Kıbrıs’a gittiğim zaman gördüm. Bu kadar
haince. Demin arkadaşlarımın bahsettiği gibi eşim çocukları
kucaklamış banyodaki küvete yatırmış, üstlerine abanmış,
sırtını siper etmiş. Ev sahibim Hasan Gudum duymuş. Diyormuş
ki, “Benim eşim doktor, size bir kötülük yapmadı ki.
Hepiniz, Kıbrıslı Rumlar, çocuklarınız Akdeniz anemisine
sahip. Geliyorsunuz Türk askerinden kanı kocam vermiyor
mu?”.
Hemen taramışlar, 27 mermi ile katletmişler. Mutfaktaki
çamaşır makinesini, bulaşık makinesini ne varsa hepsini
taramışlar.
Şimdi Yavru Vatan Kıbrıs için dileğim şudur;
Devletimiz, o güzel Kıbrıs’ın daima yanında olsun.
Katkılarını esirgemesin, korusun ve kollasın. Onlar da hiç
acı görmesin.
Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım,
Sayın Komutanım, Sayın Kıbrıs Gazileri, Elazığlı
hemşerilerim, sizlere sesleniyorum. Ben acılarımı bağrıma
bastım, gözyaşlarımı içime akıttım. Bugün ne kadar güçlü ve
birbirimize bağlı olduğumuzu, bir defa daha gördüm.
Hepiniz sağ ve var olun.
Mustafa Demir
İşte şehit İlhanların babası değerli misafirler; Doktor
Nihat İlhan; emekli Tuğgeneral!
Kendisi o günleri bizlere çok iyi cümlelerle anlattı. Acısı
hâlâ içindeydi belki; ama umut ediyoruz bugün açılışını
yapacağımız bu abide onun acısını bir nebze olsun, aradan 45
yıl geçse bile hafifletecektir... Şehitlerimize Allah’tan
rahmet diliyoruz.
Prof. Dr. Ata Atun. Yakın Doğu Üniversitesi öğretim üyesi.
Konuşmalarını yapmak üzere huzurlarınıza davet ediyoruz.
Prof. Dr. Ata Atun,
Milli mücadelemize verdiğiniz katkıdan dolayı sizlere şükran
borçluyuz..
Sayın Cumhurbaşkanım, sayın Valimiz, sayın Belediye
reisimiz, sayın komutanlarım, sayın Rektörüm ve Sevgili
Elazığlılar. Sizlere Kıbrıs’tan sevgilerimizi getirdim.
Sizlere Kıbrıs’tan şükranlarımızı getirdim. Elazığ barış
harekâtında 6 tane şehit verdi. Gazisi var. Ve Mürüvvet
hanımımız ve Murat’ımız ve Kutsi’miz ve Hakan’ımız var. Biz
Milli mücadelemize verdiğiniz katkıdan dolayı sizlere şükran
borçluyuz., var olun ve sağ olun. Mürüvvet Hanım’a, Murat’a,
Hakan’a ve Kutsi’ye rahmet diliyoruz. Bütün Kıbrıs’tan
rahmet dileklerimi getirdim. Sevgili komutanımıza, İlhan
binbaşımıza, emekli generalimize ve Mürüvvet hanım’ın tüm
ailesine baş sağlığı diliyoruz. Ben size o gün ne oldu? O
gün nasıl geçti? An be an onu anlatacağım. Bilmenizi
istiyorum. Gerçek bir katliam gerçek bir insanlık dışı
olaydı. Hava biraz soğuk ama anlatmak istiyorum size.
Tarih 24 Aralık 1963, günlerden Salı. Yer Lefkoşa’nın kumsal
bölgesi, Mehmet Akif caddesi ve Mürüvvet İlhan Sokak (olay
günündekü ismi İrfan Bey Sokak). Saat akşamüstü 18.00
civarı. Hava kararmış, ısı yaklaşık 8ºc. Pazartesi gecesi,
yani bir gün evvelki 23 Aralık gecesi, ev sahibi Hasan
Yusuf Gudum, karısı Feride Hasan Gudum, Meriç’li (eski ismi
Mora) Ayşe (Cankan), kucağında iki yaşındaki kızı Işıl (Cankan)
ve Ayşe Hanım’ın kız kardeşi Növber İbrahimoğlu daha güvenli
olduğu düşüncesi ile Kıbrıs Türk Alayı’nda görevli tabip
binbaşı (emekli tuğgeneral) Nihat İlhan ile eşi Mürüvvet
Hanımın evine sığınmışlardı. Eoka milisleri ve Yunan
subaylarının komutasındaki küçük bir Rum birlik ise evin 120
m. Kuzeyindeki Severis un fabrikasına mevzilenmiş,
fabrikanın en üst katına da kum torbalarından yüzü Türk
bölgesine dönük küçük bir korugan yaparak içine 1 adet A4
tipi makineli tüfek yerleştirmişti. A4 tipi makineli tüfek
binanın damına, ellerinde 1959 yapımı cz vz.52/57 tipi
otomatik tüfek, 1936/57 yapımı m1 Grand tipi yarı otomatik
tüfek ve Stengun makineli tabanca olan Rum çetecilere, masum
Türk evlerine yaptıkları saldırılarda atış desteği vermek ve
düşman ateşinden korumak amacı ile kurulmuştu. Hasan Yusuf
Gudum dışarıda durup bir nevi gözcülük yaparken, Mürüvvet
hanım da çocuklarını pijamalarını giydirmiş, kahvaltı türü
bir şeyler yedirmiş ve onları yatırmaya hazırlanıyordu.
Evdeki komşu bayanlar ise hep birlikte yiyecek bir şeyler
hazırlayıp masaya oturmuşlardı. Evin batı tarafından geçen
Kanlı Dere’nin diğer kıyısından silah sesleri duyulmaya
başladığı vakit Hasan Bey büyük bir telaşla içeri girmiş ve
“Rumlar bizi basıyor” diyerek heyecanlı bir şekilde
bağırarak evdekileri uyarmıştı.
Çok geçmeden Kanlı Dere tarafından eve kurşun yağmaya
başladı. Kurşunlar yağmur gibi geliyordu. Mutfağın önündeki
yemek odasının tehlikeli olduğunu ve eve pencerelerden giren
kurşunlardan kendilerini koruyamayacağını hisseden masum ve
savunmasız dokuz insan, elektrikleri kapattılar ve evin
güvenli olduğunu düşündükleri yerlerine saklanmak çabası
içine girdiler.
Dr. İlhan’ın eşi Mürüvvet Hanım, eşi kendisine “eğer ateş
olursa duvardan duvara geçecek kurşunlara hedef olmazsınız,
banyo sizi korur” dediği için hemen daha 6 aylık olan
Hakan’ı kucaklar, 6 yaşındaki Murat ile 4 yaşındaki
Kutsi’yi de ellerinden sıkı sıkı tutarak evin sol arka
köşesinde yer alan banyoya doğru koşar. Arkasından Növber
Hanım ve kucağında kızı Işıl’ı sıkı sıkı tutan Ayşe Hanım ve
Hasan dede, hep birlikte banyoya girerler ve saklanmaya
çalışırlar. Kalın taş duvarları ve küçük de bir penceresi
olan banyo gerçekten de iyi bir korugan gibidir.
Üzerinde gri bir palto olan Mürüvvet Hanım, çizgili
pijamalarını giymiş olan çocuklarını kucaklar ve hep
birlikte banyo küvetinin içine uzanarak pencerelerden giren
mermilerden kendilerini korumaya çalışır. Ayşe Hanım,
kucağında kızı ışıl ile sağ köşeye, lavabonun sağ tarafına
çömelir. Növber Hanım ise kapıyı eli ile sıkı sıkıya
kapatabilmek için kapının hemen yanına sağ tarafa oturur. Ev
sahibi Hasan Efendi eşi Feride Nine'yi tuvalete kapının
arkasına saklar ve banyoya gelerek lavabonun sol tarafına
büzüşür.
Kumsal bölgesinde yıllarca Türklere kapı komşuluğu yapan
Ermeniler, bölgenin savunmadan yoksun olduğunu telsizle
Rumlara bildirdikten sonra, Akritas planı, genel harekat
planı bölümü, birinci kesim (Ayios Pavlos, Ayios Demetios
bölgeleri) bölge komutanı “Terezepilos” kod adlı Yunan
subayının komutasında sayıları 150 olan Eokacı milisler,
Severis un fabrikasındaki makineli tüfeğin koruması altında
önce içinde su seviyesi az olan Kanlı Dere’yi yürüyerek
geçmişler ve sonra da Akritas planında belirtildiği şekilde
bölgelere dağılmışlardı.
Mehmet Akif Caddesi, Mürüvvet İlhan sokak (eski ismi İrfan
Bey Sokak), Murat İlhan Sokak ve Güntekin Şengör Sokak,
Kıbrıs ordusunda teğmen olan (emekli binbaşı) Savvas Selis
ve Thisoas kod adlı Eokacının komutasındaki ekibin görev
alanı olarak belirlenmişti.
Savvas Selis’in grubu, “Enosis” naraları atarak ateş açmaya
başlar ve İrfan Bey Sokağı tarafından Türk bölgesine
saldırıya geçerler. Severis un fabrikası üzerindeki makineli
tüfeğin koruması altında evlere önce uzaktan ateş ederler.
Özellikle de köşedeki beyaz tek katlı evin kuzeye bakan,
kapının hemen yanındaki odasının pencerelerini ateş
yağmuruna tutarlar, olmaya ki eve yaklaşırken o odada olan
birisi kendilerine ateş edip vurabilir düşüncesi ile. Üç
kişi yolun solundaki eve doğru yönelirken, beş kişi de sağ
köşedeki beyaz tek katlı binaya yönelir. Ermenilerden gelen
bilgiye göre bu binada Türk alayında görevli bir Türk
subayı, eşi ve üç çocuğu yaşamaktadır. Bu aile yok
edilmelidir ki, Rumların, Kıbrıslı Türklerden ve Türkiye’den
korkmadıkları dünyaya gösterilsin.
Beyaz evden kendilerine karşı ateş açılmayınca daha da
cesaretlenen Rum caniler, giriş kapısının önüne gelip
kilidine ateş ederler ve sonra da tekmelere kapıyı kırarak
içeri girerler. Ellerinde otomatik tüfek tutan iki cani,
“taksim istersiniz ha!” Diye bağırarak her tarafa gelişi
güzel ateş eder ve soldaki odaya çabucak göz attıktan sonra
ileri seğirterek, önlerindeki kapıdan hole geçip soldaki
yatak odasına yönelirler ve tekrar ateş etmeye başlarlar.
İçlerindeki hınç önlerine çıkan her tür canlıyı
öldürmelerini emrediyordu. Bu odada işleri bitince hızla
önlerindeki ara kapıdan geçip, mutfağın önündeki hole
gelirler ve soldaki ikinci yatak odasına da ateş ederler.
Yataklara, yatak altlarına ve dolaplara. Arkadaki grup da
önce sağdaki misafir odasına dalar, sonra da ateş ederek
mutfağa geçer.
Ufacık banyo odasının içine sığınan masum ve savunmasız
Türkler ise birbirlerine sarılmış Rumların kendilerini
bulmaması için dualar ediyorlardı. Küvetin içinde Mürüvvet
hanım, üç çocuğuna sıkı sıkı sarılmış, bedenini siper
etmişti. Ayşe Hanım kızı Işıl’ı kolları ile sarmalamış,
sırtını köşeye dayamış, lavabo ile köşe arasına sokulmuştu,
Növber Hanım, kapının açılmasına mani olabilmek için kapının
dibine çökmüştü. Hasan Dede de, o küçücük banyonun içinde,
lavabonun sağ tarafı ile küvetin arasına büzüşmüştü. Nefes
bile almıyorlardı. Sadece Allah’a dua ediyorlardı.
Evin sol tarafındaki odaları boş bulan iki Rum cani, evin
arka sol tarafındaki kapıları sıkı sıkıya kapalı olan banyo
ve tuvalete yönelirler ve “Enosis” çığlıkları altında tüm
mermilerini kontrplak kapıların üzerinden içeriye
boşaltırlar.
Kapıyı eli ile sıkı sıkı kapalı tutmaya çalışan Növber
Hanım, elinden kötü bir yara alır ve yana kaykılarak kapının
önüne yığılır. Kapının tam karşısında yer alan banyo
küvetinin içindeki Mürüvvet Hanım ve üç çocuğu ise küvetin
içine yığılırlar. Kapıyı kırarcasına açmaya çalışan Rumlar,
Növber hanımın kapının önüne yığılması nedeni ile kapıyı
birazcık aralayabilirler ve o aralıktan sağa ve öne doğru
tekrar ateş ederler. Vefakâr anne ve çocukları o anda şehit
olurlar. Etraf bir anda kan gölüne döndüğü için Rum caniler
hepsini öldürdüklerini sanarak hemen yan taraftaki tuvalete
yönelirler. Kapıyı açamazlar ama kontrplak kapıdan içeriye
onlarca mermi sıkarlar. Kapının arkasına saklanmış olan
Feride Nine başına isabet eden kursunlar nedeni ile anında
şehit olur ve yere yıkılır. İçerdekilerin öldüğüne inanan
iki cani geri çekilir ve diğer üç cani de banyo kapısının
önüne gelip sıra ile aralıktan içeriye ateş ederler.
Acımasızca silahsız, korumasız ve masum insanlara ateş eden
Rumların silahından çıkan kurşunlardan birisi, önce kızı
Işıl’ın dizini parçalar sonra da Ayşe Hanımın bir bacağından
girip diğer bacağından çıkar. Ayşe Hanımın ayağında büyük
bir yara açılır. Feride Nine ile banyoya çocukları ile
saklanan Mürüvvet Hanım ve çocukları şehit olurken, Hasan
Yusuf Gudum ile birlikte Ayşe Hanım, kucağındaki kızı ışıl
ve Növber Hanım ağır yaralanırlar. Eve kimlerin ya da kaç
kişinin girdiğini tam olarak bilen yok. Baskın sırasında cz
vz.52/57 tipi otomatik tüfek ile 15 el, Stengun otomatik
tabanca ile 12 el ve 1936/57 yapımı m1 garand tipi yarı
otomatik tüfek ile de 6 olmak üzere toplam 33 el ateş
edildiği, şehitlerin vücutlarındaki yaralardan ve duvarlarda
hala yeri belli olan kurşunların izlerden anlaşılmaktadır.
Bilahare incelenen kovanlar, iğnenin vuruş yerlerindeki
farklılıklarından dolayı olayda 5 ayrı silahın
kullanıldığını göstermektedir. Kovanlar bilahare albay (Major)
Meysi tarafından eve ilk giren (GA kurucular kurulu bşk)
Memduh Erdal’dan alınmış ve kayda geçirilmiştir.
24 Aralık gecesi Lefkoşa’nın batı mahallesi Kumsal’a yapılan
baskın arkasında, Yunan Alayı’na mensup subayların ve
askerlerin de katliama bilfiil katıldıklarını belgeleyen
kanıtlar bıraktı. Saldırganların geri çekilirken terk
ettikleri malzeme arasında, özellikle de Severis un
fabrikası damında, Yunan subay şapkaları, Yunan ordusuna ait
çelik başlıklar ve NATO’ya ait bazuka mermileri ile mermi
kovanları vardı. Kumsal bölgesinde yıllarca Türklere kapı
komşuluğu yapan Ermenilerin bölgenin savunmadan yoksun
olduğunu telsizle Rumlara bildirdikleri, daha sonra TMT
tarafından belirlenmesi nedeni ile kumsal, Köşklüçiftlik ve
Arabahmet bölgelerinde oturan Ermeniler, bu hainliklerinin
ortaya çıkmasından sonra evlerini terk etmek ve Rum
bölgesine kaçmak zorunda kaldılar. Rum çeteciler, kumsal
bölgesinden çekilirken, kadın, erkek, yaşlı ve çocuk ayırımı
yapmaksızın yüzlerce Türk’ü de dipçik darbeleriyle önlerine
katıp götürdüler. Kaçırılan Türklerin bir bölümü kurşuna
dizildi.
Rumca gazetelerde son zamanlarda çıkan itiraflara göre,
beraberinde erkek, kadın çocuk ve yaşlı yaklaşık 200
Kıbrıslı Türk esir getiren Eokacı Tasos Marku, operasyonu
fiilen idare eden Rum bakana telefon eder ve ne yapması
gerektiğini sorar. Eli silah tutabilecek erkeklerin
öldürülmesi talimatını verir kendisine telefonun öbür
ucundaki Rum bakan.
Akritas planının mimarlarından o dönemde bakan olan sadece
Yorgadjis ve Papadopulos’dur. İtiraflar, Yorgadjis’in
öldürülmesinden çok seneler sonra yapıldığından, emri veren
bakanın Yorgadjis olması durumunda, dile getirilmesi sorun
yaratmaz, konuşanı sıkıntıya sokmazdı. Geriye “Kumsal
katliamı”nın mimarının Papadopulos olduğu varsayımı
kalmaktadır.
Katliamdan sonra eve ilk giren kişi ise 25 aralık 1963
çarşamba günü öğleden sonra Severis un fabrikasından açılan
makineli tüfek ateşine rağmen eve ulaşmayı başaran, TMT’nin
o dönem en gözü pek kişilerinden olan Memduh Erdal ve
fotoğrafçı Mustafa Mehmet özünlü olur. Resimleri Memduh
Erdal çeker.
Severis un fabrikasındaki Rum makineli tüfek yuvası da
ertesi gün, 26 aralık 1963, perşembe günü, Kıbrıs Türk
alayı’ndan gelen küçük bir ekip tarafından susturulur ve
fabrika Türklerin eline geçer. Aynı gün Türk jetleri Lefkoşa
üzerinde alçaktan uçarak Makarios’a ihtar verirler. Sevgili
Elazığlılar, işte olay bugün tam bu şekilde olmuştu.
Savunmasız insanlara aynen bu şekilde saldırılar yapılmıştı.
(Prof. Atun Kıbrıs’tan getirdiği hediyeleri halka
dağıtıyor..)
Ben size Kıbrıs’ımızdan hatıralar getirdim. Bugünün güzel
hatıralarını getirdim. Sizlere Kıbrıs’tan bunları atmak
isterim, vermek isterim. İçimde şükranlarımız, sevgilerimiz
ve rahmetlerimiz var. Çok teşekkür ediyorum
Mustafa Demir
Prof. Dr. Ufuk Taneri; Doğu Akdeniz Üniversitesi Rektörü.
Konuşmasını yapmak üzere huzurlarınıza geliyor.
Prof. Dr. Ufuk Taneri,
20 Temmuz 1974’ten sonra Kıbrıs Türk’ü hürriyetine
kavuşmuştur…
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanımız Sayın
Rauf Denktaş, binbaşım Nihat İlhan, Sayın Valimiz, Sayın
Komutanım, Sayın Rektörüm, sevgili Elazığlılar ve benimle
birlikte gelen sevgili Kıbrıslı kardeşlerim.
1963 yılını çok iyi hatırlayan bir Türk olarak, bu olay
yılda iki gün mutlaka ağlatır beni, 24 Aralık’ta ve 10
Kasım’da..
Tarih sayfalarında adı duyulmaya başladığı günden beri,
vatan uğruna canını verip can alan Türk milleti, Kıbrıs’ta
da 1974 Barış Harekâtı’na kadar verdiği şehitlerine şehitler
eklemiştir. 1571’de 70 bin şehidin kanıyla suladığımız,
yaptığımız eserlerle sakladığımız aziz Kıbrıs toprağı, 307
yıl sonra 1878’de Osmanlı-Rus harbinin bir sonucu
İngiltere’ye kiralanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1.
Dünya Savaşına girmesinin ardından 05 Kasım 1914’de
İngiltere Adayı tek taraflı olarak ilhak etmiştir.
Rumca birleşme demek olan Enosis, Rumların Kıbrıs adasını
anavatan saydıkları Yunanistan’a ilhak etme gayesidir.
İngilizlerin Rumlara gösterdiği bu desteğe 1931’de 31 İsyanı
adıyla tarihe geçen Rum, İngilizler isyanının ardından
1950’de Yunanistan’ın Rum Ortodoks Kilisesi’nin desteğini de
alıp, sahte referandumu gerekçe göstererek 1954 yılında
self-sevdetermintasyon kazanmak için Birleşmiş Milletler’e
başvurmuştur. 2 Temmuz 1952’de Enosis ile ilgili gizli
görüşmeler, Rum Ortodoks Kilisesi’nin de teşvikiyle
Roteyras’ın başkanlığında ve Atina’da gerçekleşmiştir.
Yunanistan’dan Adaya 1954 yılı başlarında kurulan İkmal
Konseyi vasıtasıyla gizli silâh sevkıyatı gerçekleştirilmiş,
bir bombalı ekibin 1955’de yaptığı ve kod adı Cento, azılı
bir EOKA, teröristi, 9 Kasım 1954’de gizlice Kıbrıs’a
girmiş: Başlangıçta hem İngiliz’i hem de Türkler’i Ada’dan
çıkarmayı hedef alan EOKA örgütü 1957 yılından itibaren
sadece Türkler’e karşı eylem yapmaya başlamıştır. Rumların
sistematik bir şekilde düzenli ordular ve yasal olmayan EOKA
gibi yeraltı terör örgütleri ve militanların yardımıyla
savunmasız, silâhsız ve çaresiz Türk halkını Kıbrıs’tan
atmak, direnişlerini kırma faaliyetleri ve insanlık dışı
muameleleri yıllarca devam etmiştir. 1958’de Türk Mukavemet
Teşkilâtı kurulmuş, Rumlar’ın Enosis’ine karşılık Ada
Türkleri Adanın taksimi gözetip hayata geçirilmişlerdir.
1959–60 Zürih-Londra antlaşmaları ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
kurulması, Adadaki Rumlar bakımından geçici sonuca ulaşma
anlamına gelmektedir. Nitekim Makarios’un da söylediği gibi,
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması Enosis’e giden yolda ileri
bir adımdır. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni doğuran 16 Ağustos 1960
Zürih-Londra antlaşmalarının önemli sonucu, 1878’de dönmemek
üzere Adadan ayrıldığına inanılan Türk askerinin Adaya geri
dönüşüdür.
Makarios Kıbrıs Türklerinin 1960 antlaşmalarıyla elde ettiği
hakları çok bulduğu için Türkler’e haklar tanıyan Kıbrıs
Anayasası’ndaki 13 maddede değişiklik yapmak isteğindeydi.
İsteğinin gerçekleşmesi halinde tek yanlı olarak Kıbrıs
Anayasası yok edilecek, Kıbrıs’ı tek başına yönetecekler ve
Cumhuriyet’in iki toplumlu yapısını ve iki toplumun
eşitliğini ortadan kaldırmak suretiyle Enosis yolunu
açacaklardı.
22 Kasım 1962’de Kıbrıs cumhurbaşkanı sıfatıyla Makarios
Ankara’ya gider ve Kıbrıs Anayasası’nın değiştirilmesi
gerektiğini belirtir. 16 Aralık 1963 tarihinde Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti Makarios’un teklifini reddeder.
Açıklamanın ardından Makarios, 1960 Antlaşmalarının geçersiz
olduğunu açıklar. Türk milletvekilleri meclise sokulmaz.
Kıbrıs Türkleri’nce Cumhuriyetin kurucusu eşit ve ortak hak
konumunda iken bir Rum Devleti’nde, etkisiz, basit bir
azınlık konumuna düşürmeyi amaçlayan Anayasa değişiklik
önerilerinin reddedilmesi üzerine, Yunan subaylarınca
eğitilerek silâhlandırılan 5 bin kişilik EOKA gücü, 950
kişilik Yunan Alayı mensuplarıyla beraber 21 Aralık 1963’de
Adanın tamamında Türklere karşı saldırıya geçer. Gözü dönmüş
azılı Rum-Yunan ikilisi, 1950–55-58’den sonra bu kez 1963’de
tarihimize Kanlı-Noel adıyla geçen saldırıları sonucu 103
Türk köyümüzü, 117 camimizi yakıp yıkarak, on binlerce
Türk’ü göçe zorlayarak, yüzlerce Türk’ü hunharca katlederek
yaşamamızda acı izler bırakırlar.
8 Ağustos 1964’te Erenköy’deki Rum saldırı ve mezalimi, 15
Kasım 1967’de Geçitkale ve Boğaziçi köylerinde
gerçekleştirdikleri kanlı saldırıları, 16 Ağustos 1974’e
kadar devam eden akıl almaz barbarlıkları sınırlı dakikalara
sığdırılamayacak kadar çok.
1974’e gelindiğinde tarih askerî darbeye şahitlik edecektir.
15 Temmuz 1974 günü Enosis’in gerçekleşmesine engel olarak
gördükleri Kıbrıs Türkleri’ni yok etmek amacıyla
hazırladıkları Akritas Planını uygulamaya koymuşlar ki bu,
24 saatte Kıbrıs Türkü’nü top yekûn imha planıdır ve eski
EOKA tetikçilerinden ve cinayetleriyle tanınmış Nikos
Sampson, Rum ünlü Muhafız Teşkilâtının desteğini de alarak
yaptığı darbeyle Makarios’u devirmiş ve Kıbrıs Helen
Cumhuriyeti’ni ilân etmiştir.-15 Temmuz1974
Batılıların ifade ve iddia ettiği gibi Kıbrıs sorunu
Türkiye’nin 1974’de garantörlük hakkını kullanmak suretiyle
müdahalesi sonucunda başlamamıştır kesinlikle. Kıbrıs sorunu
eğer varsa, Kıbrıs sorununun nedenlerini daha önceki
tarihlerde ve olaylarda aramak ve Rum-Yunan “Meğali İdea”
iddiasına dayandırmak âdil ve tarafsız bir bakış açısıdır.
1963 Kanlı-Noel’ini takip eden Rumların Erenköy saldırısı
Ağustos 1964, Rumların Geçitkale, Boğaziçi’ne saldırısı
1967, Geçici Türk Yönetiminin kurulması Aralık 1967,
Denktaş-Klerides yüz yüze görüşmelerinin başlaması Haziran
1968, Kıbrıs Türk Yönetimi’nin kurulması ise 1971 dir.
20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirilen 1. Mutlu Barış
Harekâtı’yla Kıbrıs Türkü topyekûn imhadan, soykırımdan
kurtularak özgürlüğüne kavuşmuştur. 1 Ağustos 1571’den 16
Ağustos 1974’e gerçekleşen 2. Mutlu Barış Harekâtı’na kadar
Kıbrıs’ı vatan yapma uğruna canını seve seve veren aziz
şehitlerimizin manevî huzurlarında, şahsım ve kahraman
Kıbrıs Türk halkı ile birlikte en samîmî minnet ve
saygılarımla eğiliyorum. Şehit ilhanlar Caddesi’nde anıtın
açılışında sizlerin arasında olmak benim onur ve gurur
kaynağım. Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhunuz
şâd olsun, rahat uyuyun aziz şehitlermiz!. Teşekkür
ediyorum!
Mustafa Demir
Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Feyzi Bingöl
Beyefendiyi konuşmalarını yapmak üzere huzurlarınıza davet
ediyoruz.
Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl,
Kıbrıs’ta nasıl bir mücadele verildiğini iyi anlamalıyız..
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanım, Sayın
Valim, protokolün değerli üyeleri, değerli katılımcılar,
sevgili Elazığlılar, basınımızın değerli temsilcileri.
45 yıl önce bugün Kıbrıs’ta EOKA’cılar tarafından şehit
edilen 4 Elazığlı hemşehrimizin, adlarına inşa edilen
abidenin açılışı nedeniyle bugün bir araya gelmiş
bulunuyoruz.
Elazığlı, her zaman vatanına bağlıdır; milletin bölünmez
bütünlüğünü savunan ve bu uğurda şehit olan insanlarına
daima sahip çıkmıştır. Bunun bir örneğini de, 45 yıl önce
bugün vuk’ubulan katliamdan hemen çok kısa süre sonra bu
sokağa “Şehit İlhanlar” adını vererek o vefa duygusunu
göstermiştir.
Bugün ise açılışı gerçekleştirilecek olan bu abide gelecek
nesillere Kıbrıs’ta neler olduğunu, Kıbrıs’ta nasıl bir
mücadele verildiğini anlatacak, insanların Kıbrıs’ta yaşanan
o acı günleri, o faciaları unutmayacağını belirtecek bir
abidedir. Ben bu arada, yaklaşık on yıl önce yine aramızda
bulunan ve bu yıl bu soğuk kışa rağmen, soğuğa rağmen, kışa
rağmen; hasta olabilir miyim veya acaba sıkıntım olabilir mi
diye düşünmeden aramıza katılan, bu abidenin açılışında
bizimle birlikte olan Sayın Cumhurbaşkanıma en büyük
teşekkürlerimi sunuyorum. Kendi adıma, üniversitem adına ve
ilimiz adına.
Yine Sayın Cumhurbaşkanımla birlikte gelen değerli konuklara
da saygılarımı sunuyorum. İnşallah Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti ilelebet Türkiye Cumhuriyeti gibi bağımsız
olarak yaşayacak ve bu mücadelede emeği geçen, şehit olan
veya hayattan ayrılmış olan bugün aramızda olmayan tüm
şehitlerimize, tüm vefat etmiş olanlara ben Allah’tan rahmet
diliyorum. Sayın Cumhurbaşkanıma sağlıklı nice yıllar
diliyorum. Bu abidenin Elazığ’ımıza hayırlı olmasın
diliyorum. Bu vatanın, bu milletin birliğine, bütünlüğüne
sahip çıkan, Kıbrıs’ına bir ülke olarak, bir cumhuriyet
olarak yaşaması için sahip çıkan ve yine nerede bir Türk
varsa oraya sahip çıkan Elazığlı tüm hemşerilerime
saygılarımı sunuyorum, iyi günler diliyorum. Şehitlerimize
Allah’tan rahmet diliyorum.
Mustafa Demir
Elazığ Belediye Başkanı Süleyman Selmanoğlu’nu davet
ediyoruz huzurlarınıza; alkışlarınızla.
M. Süleyman Selmanoğlu,
Tarih, bir eksiği yerine getirmemizi emrediyor.
Sayın Cumhurbaşkanım, sayın Valim, sayın Paşam, sayın
Komutanım, sayın Cumhuriyet Başsavcım, sayın Rektörüm, çok
kıymetli misafirlerimiz, değerli hemşehrilerim, basınımızın
çok güzide temsilcileri sizleri sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum.
Elazığ, tarih şeridine, şehitlik mertebesine, yüksek kültür
birliğine inanmış, bu konuda toprağın kara bağrında yatan
manevi şahsiyetleri asla üzmemiş bir şehirdir. Elazığ,
bağımsızlık mücahidi, Azerbaycanlı şair Elmas Yıldırım’ı
bağrına basarak bütün şer odaklarına inat, hayat boyunca
korumuş, kollamış, aş ve iş vererek onun heyecanlarına ortak
olmuş, ölümünden sonra da ismini sokaklarına vererek onu
yaşatmış bir şehirdir.
Azerbaycan’dan Kazakistan’a; Türkmenistan’dan Kırgızistan’a
kadar uzayan coğrafyaya Elazığ, kültür mührünü vurmuş; atası
Alpaslan’dan aldığı bereketli dualarını, ulu çınar Harput’un
cengâverlerinden Çubuk Bey, Çağrı Bey ve Belek Gazi’nin
gelecek ruhaniyetlerine üflemiş ve düşman ayaklarının bu
kutsal topraklara girmelerine mani olmuşlardır.
Bu şehir, mübarek bir şehirdir. Bu şehir, Beyzade
Hazretlerinin, Fetih Ahmet Babaların, İmam Efendilerin ve
daha nice manevi alperenlerin kurduğu bir şehirdir.
Bu şehir, Malazgirt ruhuyla Çanakkale’de, Yemen’de,
Galiçya’da ve Kurtuluş Savaşında binlerce neferiyle
destanlar yazmış ve yine bu kutlu belde, yavru vatan olarak
gördüğü Kıbrıs'a hep sahip çıkmış, devleti ve milletiyle her
zaman ve her durumda Kıbrıs Türkü'nün yanında yer almıştır.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtına katılanlar arasında bulunan
İdris Doğan, Adnan Mavidemir, Mehmet Yavuz, Mustafa Uygur,
Cuma Karadoğan şehitlik mertebesine erişirken, 250 civarında
Elazığlı hemşehrimiz de gazilik beratını hak etmiştir.
Bu aziz şehir için fedakârlık gerek alın teri gerek, hizmet,
gerek… Bu şehrin kültür eserlerine hizmet verdik, bu şehrin
derin kültür koridorlarından geçtik, şahadet ruhuyla ayakta
kalan tasavvuf kahramanlarına selâm durduk. Soylu Türk
tarihinin sahip çıkarak özümüzü abideleştirdik. Kazakistan
ismini Akmola Parkı ile ölümsüzleştirdik. Dünyanın en büyük
romancısı Cengiz Aytmatov’la Elazığ’da buluştuk. Onun
hatırasını da bir park ile anıtlaştırdık. Tarih ve kültür
mimarlarımıza karşı görevlerimizi yerine getirerek,
Azerbaycanlı şair Elmas Yıldırım, Bahtiyar Vahapzade;
ilimizin yetiştirdiği değerlerden Fethi Gemuhluoğlu,Ahmet
Kabaklı gibi kültür ve sanat adamlarının isimlerini
sokaklarımıza ve bulvarlarımıza vermek suretiyle onları
ebedileştirdik.
Şimdi yine tarih ayaklanıyor. Tarih, bir eksiği yerine
getirmemizi emrediyor.
1571 yılından itibaren Türk toprağı olan Kıbrıs’tan söz
ediyorum. 21 Aralık 1963 tarihinde Kanlı Noel’in, kanlı
tetikçileri olan Rumlar tarafından katledilen masum ve
mazlum Türklerden söz ediyorum.
Hemşehrimiz, büyüğümüz, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu, çok
değerli Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın üç yavrusu Murat, Kutsî
ve Hakan ile değerli eşleri Mürüvvet Hanım’ın, 24 Aralık
1963 tarihinde gözü dönmüş Rumlar tarafından sığındıkları
banyonda şehit edilişlerinden söz ediyorum.
Biz, İlhan Paşa’yı unutmadık. Eşleri Hanımefendiyi ve
yavrularını unutmadık. Yavru vatan Kıbrıs’ta yaşanan bu
vahşeti, bu insanlık ayıbını hem telin etmek, hem de o
insanlık suçuna maruz kalan anneyi, masum üç yavrusunu ve
bütün Kıbrıs şehitlerimizi anmak üzere düzenlediğimiz bu
toplantının gerçekleşmesine destek veren başta kadirşinas
Elazığ halkı olmak üzere düzenleme kuruluna şükranlarımı
sunuyorum.
Ben başta aziz Atatürk olmak üzere bütün şehitlerimize
Allah’tan rahmet diliyorum. Bütün gazilerimize sağlıklı,
sıhhatli mutlu günler, mutlu yarınlar diliyorum. Hepinize en
derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Abide burada durdukça
sizler yaşayacaksınız, sizler bu güzel Elazığ’a ses
vereceksiniz, sizler Elazığ’a sahip olacaksınız, sizler bize
sahip olacaksınız. En derin sevgi ve saygılarımla.
Mustafa Demir
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Hasan
Erçakıca huzurlarınıza konuşmalarını yapmak üzere geliyor.
Hasan Erçakıca,
Bu mücadeleye ters düşen herhangi bir şey yapılmayacaktır…
Sayın Vali, yurtsever Elazığ halkı, saygıdeğer Gaziler,
kahraman Gaziler hepinizi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı adına selamlıyorum, bununla gurur duyuyorum.
Bugün, tabii, heyecanlanmamak, gururlanmamak elde değil.
Gerçekten Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin var oluş
nedenini, Kıbrıs’ta Kıbrıs Türk halkının yaşamaya devam
ediyor olmasının nedenini bugün biraz daha içimizde
hissedebiliyoruz, Kıbrıs’tan gelen arkadaşlar olarak. Öyle
sanıyorum, onlar adına da konuşmuş oldum belki.
1963 yılının Aralık ayında ben 7 yaşında bir çocuk iken,
karanlık günler olarak hatırlıyorum. Bunu daha önce başka
yerlerde de ifade ettim, yazılarımda yazdım. Bizim için çok
uzun, karanlık günlerdi. Ama artık buradan bakılınca,
onların, o günlerin birer kahramanlık günü olduğunu, bugün
var oluşumuzu simgeleyen birer mücadele günü olduğunu çok
iyi anlayabiliyoruz.
Bu anlamlı günde, tabii kelimeler anlamsızlaşıyor. Fakat
şunu ısrarla söylemek istiyorum. Bugün Kıbrıs’ta bir
müzakere süreci var. Arkadaşlarım biraz önce söylediler.
Belki 1968’den başlayan bir süreç var. Ne yazık ki, biraz
önce de anlatılan nedenlerle, Kıbrıslı Rumlarla bir arada
yaşamak hâlâ daha mümkün olmadı. 1968’den bu yana geçen bu
görüşme süreci de bizi böyle bir noktaya taşımadı. Ama biz
buna rağmen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde varsak, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti varsa, Kuzey Kıbrıs’ta Kıbrıs Türk
halkı yaşayabiliyorsa bu mücadele sayesindedir. Bugün
müzakere masasında var olabiliyorsak bu mücadele
sayesindedir.
Cumhurbaşkanım adına şunu iletmek istiyorum. Bu müzakereleri
zaman zaman endişe ile izliyor olabilirsiniz. Ne olacağını
merak ediyor olabilirsiniz. Ama bilmeniz gerekir ki, Kıbrıs
Türk halkının var oluş mücadelesine ters düşecek herhangi
bir adım atılmayacaktır. Kıbrıs’ta Kıbrıs Türk halkı sonsuza
kadar yaşayacaktır. Çünkü bu, bu mücadeleden alınan gücle
sürdürülen bir müzakere sürecidir. Bu tarihe, bu mücadeleye
ters düşen herhangi birşey yapılmayacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle şehitlerimizin huzurunda saygıyla
eğiliyorum. Kahraman gazilerimizi bir kez daha saygıyla
selâmlıyorum.
Mustafa Demir
Elazığ Valisi Muammer Muşmal Beyefendiyi huzurlarınıza davet
ediyoruz.
Muammer Muşmal,
Tarih Boyunca Barıştan Kardeşlikten Yana Olduk…
Önce bu bana gösterdiğiniz teveccühe çok teşekkür ediyorum.
Sağ olun var olun. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin büyük
mücahidi, ilk Cumhurbaşkanım, Kıbrıs’tan gelen çok değerli
misafirler, aziz Elazığlılar, kıymetli basın mensupları;
hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Millet olarak, devlet olarak tarih boyunca hep barıştan
kardeşlikten yana olduk, bundan sonra da olmaya devam
edeceğiz. Ancak barıştan yana olmak, yetmiş iki milleti aynı
gözle görmek, insanı Yunusça kucaklamak, sevgi ile sarıp
sarmalamak, iyiyi, doğruyu ve güzeli göstermek: kötünün,
çirkinin vahşetin unutulması, hatırlanmaması anlamına
gelmemelidir. Vahşetin ve insanlık suçlarının hafızalarda
canlı tutulması, sergilenmesi, kınanması ve telin edilmesi
yaşadığımız dünyada bu ve benzeri olayların yeniden
yaşanmasını önler. O nedenle ortaya konulan tavır ve duruş
çok önemlidir.
Bugün burada -Anadolu’nun bağrı Elazığ’da- bundan tam 45 yıl
önce yavru vatan Kıbrıs’ta yaşanan bir vahşeti bir insanlık
ayıbını hem telin etmek, o insanlık suçuna maruz kalan bir
anneyi, masum üç yavrusunu ve şehitlerimizi anmak üzere bir
araya geldik. Ne idi bu insanlık suçu? Ne idi bu vahşet?
Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nda Doktor Binbaşı olarak görev
yapan Elazığlı Nihat İlhan, eşi ve üç çocuğu ile Lefkoşa’da
Türklerin yoğun olarak yaşadıkları “Kumsal” bölgesinde
oturuyorlardı. 21 Aralık olayları patlak verdiğinde Binbaşı
İlhan birliğinde görevde bulunuyordu. Binbaşının üç yavrusu
ve eşi, 24 Aralık gecesi “Kumsal” bölgesine baskın yapan
gözü dönmüş barbar Rumlar tarafından sığındıkları banyoda
şehit edilmişlerdi. Binbaşının eşi, korunma içgüdüsüyle
saklanmak maksadıyla en emin yer olarak gördüğü banyoyu
seçmiş ve yavrularını yanına alarak oraya saklanmıştı. Ama
ölüm onları saklandıkları yerde bulmuş ve bütün suçları Türk
olmak olan bir anne (Mürüvvet) ile günahsız yavruları
(İhsan, Kutsi ve Murat) Rumlar tarafından otomatik silahla
katledilmişti.
Tarihi ve siyasi hiçbir hakkı olmadığı halde 1571 yılından
beri Türk toprağı olan Kıbrıs’ta yaşayan bütün Türkleri yok
etmek ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek isteyen gözü
dönmüş EOKA mensuplarının Kanlı Noel olarak tarihteki yerini
alan bu vahşetle başlayan ve devam eden Akritas Planı
kapsamında Rumların yaptıkları katliamlar ve silahlı
saldırılar ve işlenen cinayetler ne ilkti ne de son
olacaktı. Nitekim 1963 yılında başlatılan bu kıyım ve adada
ENOSİS’i gerçekleştirme gayretleri Türkiye’nin garantörlük
hakkını kullanmaya karar verdiği ve bu haktan aldığı güçle
başlattığı 1974 Kıbrıs Barış Harekâtına kadar devam
edecekti.
Elazığ, 1963 yılında verdiği şehitlerine 1974 Kıbrıs Barış
Harekâtında yenilerini ekledi. Her Anadolu insanında olduğu
gibi Elazığlıların gönlünde de Kıbrıs sevgisi hiçbir zaman
azalmadı. Anadolu insanı, Kıbrıs’taki kardeşlerinin
geleceğinden emin olmaları, onların hür ve bağımsız bir
biçimde yaşamaları için gerekirse canını vermeye, kanını
dökmeye her zaman hazır olduğunu her vesile ile ifade etti.
Çünkü Kıbrıs Türkü bizim kardeşlerimizdir Kıbrıs ise
Türkiye'nin milli bir davasıdır. Kıbrıs Türkü, Türkiye'den
kopartıldığından bu yana Türkiye’yi anavatan olarak görmüş,
sürekli maruz kaldığı Rum tehdidine ve baskısına karşı
umudunu Türkiye'ye bağlamıştır. Türkiye de yavru vatan
olarak gördüğü Kıbrıs'a hep sahip çıkmış, devleti ve
milletiyle her zaman ve her durumda Kıbrıs Türkü'nün yanında
yer almıştır. Nitekim ilimizden Kıbrıs Barış Harekâtına
katılanlar arasında bulunan İdris Doğan, Adnan Mavidemir,
Mehmet Yavuz, Mustafa Uygur, Cuma Karadoğan şehitlik
mertebesine erişmişlerdir. Onları bir kez daha rahmetle
anıyorum.
Bütün dünya bilmelidir ki bu sevgi ebediyete kadar devam
edecektir.
Bugün burada Elazığ’ın bağrına gömülü şehit anne ve üç masum
yavruyu ifade eden bu anıtın “Kıbrıs Şehitleri ve Şehit
İlhanlar Anıtı’nın açılışında bulunmak üzere Kıbrıs’tan
gelen başta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu
Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’a ve diğer konuklarımıza
teşekkür ediyorum.
Bu anıtın yapılmasını sağlayan Elazığ Belediyesine, bu
organizasyonun gerçekleşmesinde aktif görev alan Fırat
Üniversitesine, Şehit ve Gazi Derneklerine, Manas
Yayıncılık’a ve yeni barbarlıklara, yeni insanlık suçlarına
engel olmak için yapılacak her çalışmayı ve alınacak her
kararı insanlık adına destekleyen kadirşinas Elazığ halkına
şükranlarımı sunuyorum.
Mustafa Demir
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Sayın Rauf
Denktaş’ı alkışlarınızla huzurunuza davet ediyorum..
Rauf R. Denktaş,
Allah bu güzel millete güzel, nurlu günler bahşetsin…
Sevgili Elazığlı kardeşlerim, kan kardeşlerim, can
kardeşlerim…
Milli dava dediğimiz Kıbrıs davasında, siz gelmeden 11 yıl
direndik. Bu direniş içerisinde bugün burada hatıraları
önünde eğildiğimiz masum insanları şehit olarak verdik.
Onlar gibi yüzlerce kardeşimiz Yavruvatan, Yunan olmasın
diye, Anavatan arkamdadır, Anavatan bizimledir, bizi yalnız
bırakmayacaktır, muhakkak gelecektir diye İstiklal
Savaşı’nda sizin gösterdiğiniz o milli direnişi, o
kahramanlığı gösterdi. Rum’un, Yunan’ın vahşeti karşısında
diz çökmedik.
Doktor Nihat Bey kardeşim gibi en acı günümde dahi vatan
aşkı ile ayakta durmasını, diz çökmemesini, teslim
olmamasını bildik… Ve gün geldi Barış Harekâtı’yla denizden
çıktınız, gökten yağmur gibi yağdınız, Kıbrıs Türkü’nü
mutlak ölümden, toplu mezarlardan kurtardınız. Şükran
duygularıyla doluyuz. Böyle bir vatanımız var diye,
Anadolu’da böyle kahraman kardeşlerimiz var diye gururluyuz
ve geleceğe ümitle bakmaktayız. Ama sadece ümitle bakmak
yetmez. Dün yapılanları yarın yapmak için hazırlıklı
olduklarını bilmemiz lazım. Görüşmeler devam ediyor. Maksat
Türk askerini adadan çıkartmak, Türkiye’nin garantisinden
kurtulmaktır. Ondan sonra yapacaklarını yine yapacaklardır.
Çünkü Girit modeldir. Girit’te yaptıklarını sonuna kadar
yapmak kararındadırlar. Onun için gücümüz, kuvvetimiz,
ümidimiz, geleceğimiz yine sizlersiniz.
Rahmetli Korutürk der ki, Türkiye Kıbrıs’tan elini ayağını
çekerse denizlere açık bir ülke olmaktan çıkar. Yunan
adaları ile çevrelerler sizi, denizlere açık ülke olmaktan
çıkarsınız. Böyle bir milli davadır. Onun içindir ki en acı
günleri yaşayan, sevdiklerinin tümünü kaybeden insanlar
bile, sayın paşam gibi milli bir dava için akıtılmış olan bu
kanların boşa gitmediğinin gururunu da aynı zamanda
yaşamakta ve onunla teselli olmaktadır.
Biraz evvel valimizin okuduğu şiir gibi toprak uğrunda ölen
varsa vatandır. Yavru Vatan için çok kan akmıştır. Bugün
burada aziz şehitlerimizin abidesini açmak için bulunuyoruz.
Sayın Valime ve diğerler bütün ilgililere bize bu fırsatı
verdiği için, sizinle bu tarihi günde bir arada olmak
fırsatını verdikleri için en içten duygularla teşekkür
ediyorum.
Hakikaten bunu uzaktan takip etseydim çok üzülürdüm. Nihat
Bey kardeşimle bir arada olmanın huzurunu yaşıyoruz. Onun
yanında olmanın huzurunu yaşıyoruz. Sayın Valimle yeniden
bir araya geldik. Sayın Belediye Başkanımızla bir araya
geldik. Sayın Rektörle bir araya geldik. Komutanla bir araya
geldik. Sizleri gördük. Allah sizleri Atatürk’ün yolundan
ayırmasın, bayrağınız daima gönderde dalgalansın. Allah bu
güzel millete güzel nurlu günler bahşetsin, diyerek sözüme
son veriyorum. Hepinize sevgiler, selamlar değerli
kardeşlerim.
Mustafa Demir
Değerli misafirler, şimdi Kıbrıs Şehitleri ve Şehit İlhanlar
Anıtı’nın açılışını yapacağız. Bu abideyi açmak üzere, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Sayın Rauf
Denktaş’ı, Elazığ Valisi Muammer Muşmal’ı, emekli Tuğgeneral
Nihat İlhan’ı ve protokolümüzün değerli mensuplarını anıtın
açılışına davet ediyoruz
Nihat Paşa’nın Hislerini Bilebilmek
İmkânsız..
Mustafa Demir kardeşimizin bu daveti ile Şehit İlhanlar
Anıtı’nın açılışı gerçekleştirilirken Elazığ halkı da 7’den
70’e oradaydı. .Anıtın üzerindeki bayrağı Denktaş ile
birlikte çözen Nihat Paşanın hislerini bilebilmek
imkânsızdı. Vali Muşmal, Başkan Selmanoğlu, Hasan Erçakıca,
Korgeneral Eyüp Kaptan, Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl, Prof. Dr.
Ufuk Taneri, Elazığ Vali Yardımcıları Kadir Balaban, Mehmet
Ali Sağlam, Emniyet Müdürü Fahrettin Coşkun, ETSO başkanı
Suat Öztürk, Prof. Dr. Orhan Kılıç, Muhlise İlhan, Mefkûre
İlhan, Prof. Dr. Necip İlhan, Prof. Dr. Yavuz İlhan, Prof.
Dr. Ata Atun, Metin Aybars, Harid Fedai, Ahmet Göksan, Doç.
Dr. Ulvi Keser, Tahsin Öztürk, Nihat Büyükbaş, Ömer Kocaoğul,
İbrahim Özgen Erdoğmuş, Binbaşı Ediz Erşen, Binbaşı Ayhan
Cankut, Mustafa Ayık, Dr. Tamer Kavuran, Yrd. Doç. Güldeniz
Ekmen Agiş, Fazıl Agiş, Ali Canpolat, Av. Doğan Özdal, Şükrü
Kacar, Bedrettin Keleştimur, Mehmet Ekici, Ahmet Uygur,
Bilal Avcıoğlu, Mehmet Çete, Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan,
Doç. Dr. Rahmi Doğanay, Doç. Dr. Erdal Açıkses, Yrd. Doç.
Dr. Ergünöz Akçora, Yrd. Doç. Dr. Tarık Özcan, Yrd. Doç. Dr.
Ahmet Tevfik Ozan, Hasan Özçam R. Mithat Yılmaz, Hadi Önal,
Günerkan Aydoğmuş, Recep Bağcı, Saim Öztürk, Necati Demir,
Mahir Gürbüz, Hüseyin Poyraz, Muammer Aksoy, M. Faik Güngör,
Hasan Ergün Yılmaz, Doğan Sever, Dursun Aksoy, Naci Sönmez,
Nihat Kazazoğlu, Feti Ahmet Deniz, Selami Gedik, Bünyamin
Eroğlu, Harun Taşdemir, Özer Yıldırım, Zekeriyya Bican,
Nusret Özgen, Karani Arda ve Mezre İlköğretim Okulu’nda
okuyan büyük oğlum Metehan Bulut, Şehit İlhanlar Anıtı’nın
açılışında görebildiğim yüzlerdi. Kamu kuruluşlarımızın
değerli yöneticileri, üniversite camiası, Kıbrıs gazileri,
şehit aileleri sivil toplum kuruluşlarımızın temsilcileri,
siyasi parti mensupları, esnaf örgütleri ve kadirşinas
hemşerilerimiz oradaydı…
24 Aralık 1963 tarihinde yavruvatan Kıbrıs’ta tabip Binbaşı
Nihat İlhan’ın eşi Mürüvvet İlhan ve çocukları Murat, Hakan
ve Kutsi, Rumlar tarafından acımasızca katledilmişti. Bu
vahşetin 45. yıldönümünde Şehit İlhanlar Anıtı’nın açılışını
gerçekleştiriyorduk. Masum insanlara karşı yapılan bu
insanlık dışı uygulamayı bir ibret vesikası olarak dünyaya
ilan ediyorduk. Ve Kıbrıs Türklerinin haklı davasını bir kez
daha yeniden dünyaya haykırıyorduk…
Şehit İlhanlar Anıtı’nın açılış töreninin ardından Askeri
Şehitlik ziyaret edilecek.
Bizler bu ziyaret için şehitliğe doğru hareket ederken
konuklarımızın bir kısmı da Fırat Üniversitesi Bahaeddin
Ögel Salonunda yapılacak olan Anadolu’nun Türk Dünyasına
Bakışı ve “Yavruvatan Kıbrıs” adlı panele katılmak için
üniversiteye gidiyorlar.
Şehitlikte Nihat Paşa ile Birlikte
Olduk…
Şehit İlhanlar Anıtı’nın açılış töreninin ardından bu kez de
Askeri Şehitliği ziyaret ediyoruz. Törenin uzaması nedeniyle
bu ziyaret yarım saatlik bir gecikme ile saat 15.00’te ancak
gerçekleşiyor. Mürüvvet Hanım ile çocukları Murat, Hakan ve
Kutsi’nin mezarları burada bulunuyor. Şehitlerini dönemin
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç’ın talimatı ile
Kıbrıs’a gönderilen bir uçakla Elazığ’a getiren Nihat Paşa,
Askeri Hastane’de yavrularının kanlı elbiselerini bizzat
kendisi çıkartmış, bayraklara sarılan şehitler için önce
Öğretmenevi önünde bir resmi tören düzenlenmiş, cenazeler
daha sonra İzzetpaşa Camii’ne getirilmiş, dönemin müftüsü
Ömer Bilginoğlu tarafından kıldırılan namazın ardından da
Askeri Şehitliğe getirilmiş ve burada defnedilmiş. Elazığ
halkı bu acı gününde Nihat Paşayı yalnız bırakmamış,.cenaze
törenine mahşeri bir kalabalık iştirak etmiş, şehrimizde
günlerce bu acı hadisenin yası tutulmuş.
O acı günlerin yaşandığı yıllarda Kıbrıs’ta büyük bir
mücadeleyi başlatan Rauf. R. Denktaş şehitlikte Nihat Paşa
ile birlikte ellerini açmış şimdi dua ediyor. Elazığ Valisi
Muammer Muşmal, Belediye Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu,
Hasan Erçakıca, Korgeneral Eyüp Kaptan, Prof. Dr. A. Feyzi
Bingöl, Prof. Dr. Ufuk Taneri, Emniyet Müdürü Fahrettin
Coşkun, ETSO Başkanı Suat Öztürk, İl Jandarma Alay Komutanı
Albay Abdullah Doğan, Muhlise İlhan, Mefkûre İlhan, Prof.
Dr. Necip İlhan, Prof. Dr. Yavuz İlhan, Prof. Dr. Ata Atun,
Metin Aybars, Ahmet Göksan, Doç. Dr. Ulvi Keser ile birlikte
bizler de o hüzünlü ana ortak oluyoruz.
Kıbrıs Heyeti Belediye ve
Üniversiteyi Ziyaret Etti…
Şehitlikteki programın ardından Rauf. R. Denktaş, Hasan
Erçakıca, Prof. Dr. Ufuk Taneri, Nihat Paşa, Prof. Dr. Ata
Atun, Metin Aybars, Doç. Dr. Ulvi Keser ve diğer konuklarla
birlikte Elazığ Belediye Başkanlığını ziyaret edeceğiz. Kısa
bir süre sonra belediyedeyiz. Başkanımız M. Süleyman
Selmanoğlu, gülen yüzü ile karşılıyor misafirleri. Kıbrıslı
kardeşlerimizi Elazığ’da misafir etmekten büyük bir
memnuniyet duyduklarını dile getiriyor ve onlara teşekkür
ediyor. İkram edilen çaylar ve devam eden konuşmalarda
Elazığ’ın iktisadi ve kültürel bakımdan bölgesinde önemli
bir şehir olduğuna dikkatlerimiz çekiliyor. Denktaş ve diğer
konuklar çok az insanın ancak şahit olacakları hatıralarını
anlatıyorlar. Zamanın ilerlediğini fark edince kalkıyoruz.
Konuklar Başkan Selmanoğlu’na teşekkür ediyorlar.
Belediyeden Ticaret Odası’na geçiyoruz. Başkan Suat Öztürk
ve oda yönetimi tarafından konuklara Elazığ’ın genel durumu
ile ilgili bir sunum yapılıyor. Organize Sanayideki
yatırımlar ve işletmelerin tanıtımı yapılıyor. Son yıllarda
artarak gelişen turizm sektörü, mermercilik ve su ürünleri
sahasındaki yatırımlar hakkında bilgi veriliyor.
Program Fırat Üniversitesi’ni ziyaret ile devam edecek.
Elazığ’da mesafeler oldukça kısa. Üniversitedeyiz. Fırat
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl, Rektör
yardımcıları Prof. Dr. Orhan Kılıç, Prof. Dr. Bülent Şen
tarafından karşılanan konuklarımız rektörlük makamında
ağırlanıyor. Rektör Prof. Dr. Bingöl, “Sayın Cumhurbaşkanım,
sizleri üniversitemizde misafir etmekten büyük bir mutluluk
duydu.” diyor. Elazığ’da yapılan kültür faaliyetlerine
sürekli katkı sağladıklarını ifade ederek üniversitenin
yaptığı çalışmaları anlatıyor. Daha sonra da özel olarak
hazırlanmış bir hediyeyi bu ziyaretin anısına Sayın
Denktaş’a sunuyor. Konuklarımız, yapılan ziyaretlerden
memnun ayrılıyorlar. Resmi kurum ve sivil kuruluşlarımız
arasındaki sıcak ilişkiler konuklarımızın dikkatlerini
çekiyor.
Fırat Üniversitesi’nden Akgün Oteli’ne geçiyoruz, yoğun bir
programın ardından konuklarımız kısa bir süre istirahat
edecekler.
Akşam yemeği için Harput’tayız. Kayabaşı’ndaki akşam
yemeğine katılan konuklarımız daha sonra Fırat Üniversitesi
Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılacak olan Kıbrıs Şehitleri
ve Şehit İlhanlar paneline katılacaklar.
Harid Hoca Öğrencilere Kıbrıs
Tarihini Anlattı...
Kıbrıs Şehitlerini Anma ve Şehit İlhanlar Abidesi’nin açılış
programı çerçevesinde yapılan ilmi toplantıların ilki 24
Aralık Çarşamba günü Fırat Üniversitesi Bahaeddin Ögel
Salonu’nda saat 15.00’te başladı.
Toplantıyı Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr.
Muhammet Beşir Aşan yönetecek. Harid Fedai, Bedrettin
Keleştimur, Mehmet Çete ve Ahmet Uygur dünden bugüne Kıbrıs
adlı panelde konuşmalarını yapacaklar. Kıbrıs adasında 400
yıldan beri varlığını sürdüren Türk toplumunun bağımsızlık
mücadelesi anlatılacak ve onlardan bu büyük mücadelesinin
kahramanlık hikâyelerini dinleyeceğiz..
Toplantıya üniversite öğrencilerinin ilgisi büyük. Kıbrıs
gazileri, şehit aileleri, Muhlise İlhan, Mefkûre İlhan,
Elazığlı yazarlar ve öğretim üyelerinden oluşan kalabalık
bir davetli topluluğu salonu dolduruyor.
Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan,
Tarih Tekrardan İbarettir….
Değerli misafirler bugün çok anlamlı bir toplantıyı
gerçekleştireceğiz. Yavru Vatan Kıbrıs’ı konuşacağız.
Kıbrıslı soydaşlarımızın vermiş olduğu büyük mücadeleyi bir
başka boyutu ile ele alacağız.
Tarih 24 Aralık 1963. Elazığlı hemşehrimiz Nihat İLHAN, o
gün binbaşı rütbesiyle Kıbrıs’ta Alay doktorudur, tabiptir.
Eşi ve çocuklarıyla beraber orada yaşamakta, sağlık hizmeti
gibi kutsal bir görev yapmaktaydı. Türk’ü, Rum’u dinini,
dilini ayırt etmeksizin insanlık hizmeti vermekteydi. İşte
bu hizmeti verirken çok vahim ve hunharca bir muameleye
maruz kaldı. Tarihe Kanlı Noel olarak geçen bu olayda
Binbaşı Nihat İLHAN’ın eşi ve üç çocuğu evleri basılarak
hunharca şehit edilmişti.
İşte bugün onların ruhaniyetlerinin ebedileştiği ve içimizde
kalbimizde ruhumuzda, tarihimizde hep beraber yaşatıp,
simgeleştireceğimiz Şehit İlhanlar ve Kıbrıs Şehitleri
Abidesi’nin açılış günü. İşte bu panel de o açılışın
faaliyetlerinin bir parçası, işte Şehit İlhanlar bunlar.
1963’de belki bu şehitlerimiz olmasaydı 1974’lerdeki hareket
belki aciliyet kazanmayabilirdi. Onun için anlamlıdır. Bu
simgeleri çok iyi idrak etmeliyiz. Çok iyi anlamalıyız ve
öğrenmeliyiz. Su uyur düşman uyumaz. Bizim hoşgörümüzden,
insanlığımızdan dolayı unutkanlığımız biraz fazla. Onun için
dış güçler ve yabancılar bundan çok istifade etmek yoluna
gidiyorlar. Hatta bırakın çevrenizi çatının altına girerek
kardeşi kardeşle vuruşmaya kadar götürüyorlar. Onun için
düşmanın niyetini çok iyi anlamalıyız. Ve tarih tekrardan
ibarettir. İbret alırsak bunlar bir daha tekrar
etmeyecektir. Onun için bu abidenin, bu Şehit İlhanların
ruhaniyetleri aramızdadır. Ama onlar hayatlarının en güzeli
olan diğer bir başlangıcı olan şahadet rütbesi ile bizleri
izlemektedirler. Bu dersleri haykırmaktadırlar.
(‘Geçmişten Günümüze Kıbrıs’ konulu sunudan görüntüler)
Şimdi Kıbrıs’ın doğal güzelliklerinden birkaç resim. İşte
Klasik bir Osmanlı şehri deriz ve denize açılan ticaret ve
onu çevreleyen savunma surları. Cıvıl cıvıl bir şehir Girne.
Orta Doğu olarak düşüneceksiniz. Anadolu’nun adeta
limanıdır. Burada çok anlamlı bir mesajı eklemek istiyorum.
Osmanlının son döneminde hep sorarlar.
-Bizim Yemen’de ne işimiz vardı. Binlerce insanımızı
Yemen’de niye bıraktık?.
-Kıymetli dinleyiciler, Osmanlı coğrafyasında, Osmanlı
ticaretinde, Osmanlı deniz münasebetlerinde Yemen çok
anlamlıydı. O haritayı gözünüzün önüne getirin. Yemen çok
stratejik bir değer taşıyordu. Osmanlı için Yemen ne ise
bugün Türkiye Cumhuriyeti için Kıbrıs’ta aynıdır. Kıbrıs’sız
bir Anadolu düşünülebilir mi? Bir Anavatan, bir Yavru vatan.
Tarih bunu ifade ediyor. Yavrusuz Anavatan olabilir mi ?
Hayali mümkün değil. Onun için anlamlıdır. Avrupa Birliği
çerçevesinde oluşturulan politikaları iyi test etmeliyiz.
Biz tarihçiler olarak, sosyal bilimciler olarak bir bütünlük
içerisinde bunları algılamalıyız.
(Başka bir görüntü)İşte Torosların uzantıları Beş Parmak
Dağları. Kıbrıs Barış Harekatında biraz sonra göstereceğimiz
tanklarla bu dağların tepesine çıktık. Ama nasıl çıktık. O
tarihten gelen şuurla çıktık. Tank tepeye çıktı ama bu tank
buraya nasıl çıkmış diye şaşkınlık yaşadık. İndirilemedi.
Orada kaldı. İşte Türk’ün ecdadından aldığı gücün tebarüz
ettiği ayrıntı. Beşparmak Dağları Rumların bir Çin Seddi
gibi algıladıkları hiçbir gücün burayı aşamayacaklarını
düşündükleri Beşparmak Dağları. Ama Türk askeri gidince
Beşparmak Dağları adeta bir kadife halı şeklinde bizim
kuvvetlerimizin önüne serilmiştir. Ve onun arkasında da
harekat devam etmiştir. İşte 19.yy’ın ortasından, bir asır
sonrasında dünyanın oyunlarını bozan şehitlerimizin
kanlarıyla yazdıkları dava.1974 yılında Türk askerinin
süngüsü ile yeniden icraata konuluyor.
Şu gerçeği hiçbir zaman unutmayalım. Kanla mücadele etmesini
bilmeyen şanlı olarak yaşayamazlar. ’’Şahadet’’ diye bizim
kültürümüzde bir kavram var. Bizim için ölüm mukadder, ne
zaman olsa gelebilir. Ama hayatı büyük idealler, vatan
aşkına, millet aşkına, insanlık aşkına dönüştürebilmek, çok
yüksek bir millete has bir duygudur. Bunu asla unutmayalım.
Onun için ruhaniyetleri aramızda bizimle beraber olan Yüce
Allah’ın ifade ettiği “ölümü temenni etmeyiniz” Efendimizin
hadisi şerifinde, “isterseniz şahadet isteyiniz” şeklindeki
düşüncelerine ve prensiplerine kulak verelim.
İşte 1974 harekâtının bizlere söylediği anlam budur. Aslında
bunlar bize yabancı değil. Biz Çanakkale de de bunların çok
güzel örneğini verdik. Bu katliamları, birçok benzerlerini
biz Çanakkale’de de milletimize karşı yaşadık. Burada çok
anlamlı bir boyut var. Tabii savaşta öldürmekte var,
öldürülmekte var. Savaşında bir hukuku var. Savaşın hukuku
diyor ki, ‘’Masum asla öldürülemez. Kadın asla öldürülemez.
Çocuk asla öldürülemez.’’ Bunlar Uluslar arası hukukun
kaideleridir. Ama Şehit İlhanlarda 6 aylık Hakan var, Kutsi
var, Murat var, ve birde Anavatan gibi çocuklarına sarılan
Mürüvvet Hanım var. Bununla beraber 1974 harekâtında Altı
tane Elazığlı şehidimiz var, yine 300 tane sadece
Elazığ’dan 1974 harekâtına katılan gazimiz var. O
gazilerimizden bazıları aramızdalar. Biraz sonra kendilerini
dinleme fırsatımız da olacak. Onlardan bazılarını birebir
dinleyebileceksiniz. Ben size sadece tarihin sayfalarından;
düşündüklerimi ve hissettiklerimi ifade ediyorum. Ama siz
birazdan panelistlerimizle yüz yüze birebir bu meseleyi
yaşayanlarla şereflenmiş olacaksınız. Misafirlerimize bir
kez daha hoş geldiniz diyorum.
Konuşmacıları sizlere takdim etmek istiyorum. Halit Fedai,
Kıbrıs’tan gelen bir misafirimiz. Diğer konuşmacı Elazığ
Şehit Aileleri Derneği Başkanı Mehmet Çete. Diğer bir
konuşmacı Günışığı Gazetesinden Yazar Bedrettin Keleştimur.
Dördüncü konuğumuzda 1974 yılında Kıbrıs’ta Şehit olan
Asteğmen Mustafa Uygur’un kardeşi Ahmet Uygur.
Öncelikle ilk sözü Kıbrıs’tan gelen Halit Fedai Beye
vereceğim, Bize Kıbrıs’la ilgili bilgiler aktaracak. Buyurun
Fedai Bey.
Dr. Harid Fedai,
Kıbrıs adasını biz nasıl aldık…
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Gazilerimizi, şehit
İlhanlar’ın akrabalarını ve sevgili öğrencileri gönülden
selamlıyorum. Bu Kıbrıs adasını biz nasıl aldık? 1571
yılında aldık. Sizlere yazılı kaynaklardan tespit ettiğim
bazı bilgileri bu vesileyle aktarmak istiyorum.
Kıbrıs’ın Dünü Bugünü:
XVI. yüzyılın ilk yarısında Osmanlılar güneyde kalan
ülkelere çok önem veriyorlardı. Bu bakımdan Mısır ve İran
zabt edildi, Yemen’e, Hindistan’a seferler açıldı. Mısır’ın
zabtından sonra, Venedik Cumhuriyeti’nin ödemekte olduğu
yıllık 8.000 Duka bundan böyle Osmanlılar’a verilecekti. Bu
vergi Kıbrıs’ın Venedikliler elinde kalmasının karşılığı
idi. 1517 yılında yapılan andlaşmaya göre Kıbrıs, hukuken
Osmanlılar’a ait olduğu halde Venedikli korsanların
elindeydi. Ada’nın etrafındaki hemen bütün ülkeler Osmanlı
İmparatorluğu’nun elinde bulunduğundan günün birinde
Kıbrıs’ı da fethe gelecekleri Venedikliler’in korkulu
rüyasıydı. Bu bakımdan Kıbrıs’ta savunmayı güclendirecek bir
dolu önlemlere girişildi. Kānûnî Sultan Süleyman, Avrupa’da
fetihler yapmanın en uygun bir ortamda bulunulduğunun
bilincinde olduğundan Kıbrıs seferini daha sonraki günlere
bırakacak ve kendisinden sonra II. Selim tahta oturacaktı.
Kıbrıs seferi artık kaçınılmaz olmuştu. Siyasî ve stratejik
sebepler gözler önünde idi. Venedikli korsanların Akdeniz’de
soygun yapmaları, Kıbrıs’ın üs olarak kullanılması yüzünden
gittikçe artış gösteriyordu. Bu da Akdeniz’deki ticaret
güvenliğinin sarsılması demekti ki ciddî bir iktisâdî sebep
sayılıyordu.
Arap Yarımadası’nda gelişen İslâmlık, Kıbrıs’ı da ele
geçirmeyi hedefledi ve daha Ebu Bekir zamanından (632)
Kıbrıs’a çıkarma yapıldı. Bu çıkarma, güçlü bir donanmanın
yokluğu yüzünden başarılı olamadı; ama Arap seferlerinin
ardı-arkası kesilmedi ve bunların sayısı 24’e kadar ulaştı.
Sonuçta bu topraklara sahâbe kanı dökülmüştü ve
Peygamberimizin süt-halası Ümmü Harâm da orada şehit
düşmüştü. Osmanlı padişahlarının halifelik unvanı olduğundan
bu toprağın Hıristiyanlar elinden behemehâl kurtarılması da
onlara düşüyordu. O halde Kıbrıs’ın alınması için
Osmanlı’nın önünde üç önemli sebep vardı: Siyasî-stratejik,
iktisâdî ve dîni sebepler. Zamanın Şeyhlü’l-İslâm’ı Ebu’s-Suûd
Efendi’nin fetvâsı da alındıktan sonra artık yola
çıkılabilirdi.
Ancak, Sadrâzam Sokollu Mehmed Paşa bu sefere karşı idi.
Çünkü bu sefer yüzünden Venedikliler’in, Avrupalılar’ı bir
bütün halinde Osmanlı’ya karşı ayaklandıracağını iyi
biliyordu. Ancak 1569’da Venedik tersanelerinde çıkan yangın
onları kendi dertleriyle başbaşa bırakırken Osmanlıların
fethe kalkışma cesaretini daha da artırmıştı. Artık,
beklemeğe kimsenin tahammülü yoktu.
Sefere Başkomutan olarak Lala Mustafa Paşa uygun görüldü.
Emrinde de 50.000 piyade, 2.500 süvari, 30 ağır ve 50 hafif
top vardı. Donanma komutanı ise Piyale Paşa idi. İdaresine
de türlü tipten 360 gemi verilmişti.
İlk gemiler Murat Reis kumandasında 01 Mart 1570 de yola
koyulur, onu diğerleri izler ve donanmanın güneydeki Finike
limanında toplanması kararlaştırılır. Burada 20 gün kadar
mola verilir. Yola koyulan bazı gemiler, 01 Temmuz’da
Leymosun (Limasol) önüne varır ve ilk ihtardan sonra Leftari
Kalesi teslim olur. Kalenin teslim olması Venedikliler’i çok
kızdırır ve bir gece kaleyi basarak halkın çoğunu öldürür,
kadınlar ile çocukları da dağlara kaldırırlar. Ama bu
baskın, Adada var olan Venedikliler’e karşı nefretin daha da
artmasına vesile teşkil edecekti.
Donanma, Leymosun’dan sonra 03 Temmuz günü Larnaka’da karaya
asker indirmeye başlar. Lala Mustafa Paşa, komutanları ile
yaptığı toplantıda ilkin Magosa’yı vurmayı kararlaştırır.
Ancak, harekete geçmeden önce oraya yakın Lefkara köyünün
papazı karargâha gelerek ısrarla Başkumandanı görmek
istediğini söyler. Yüksek sesle yapılan tartışmaların
duyulması üzerine Başkumandan bu olay hakkında bilgi
isteyince konu kendisine anlatılacak, o da bu Ortodoks
papazının gelmesini emredecekti. Papaz, Lefkoşa ile Magosa
kalelerinin karşılaştırmalarını yapar, komutanlar, askerler
ve hisarlar hakkında bilgiler verir, Magosa savunmasını
kırmanın uzun zaman alacağını gerekçeleriyle anlatır ve
içinde bulunulan şartlarda Lefkoşa kalesinin ancak 40-50 gün
dayanabileceğini belirtir. Hesabına göre Lefkoşa’nın
düşmesiyle Girne ve Baf kaleleri korkularından teslim olacak
ve Osmanlı ordusu kuşatma altında tutacağı Magosa kalesine
baharın gelmesiyle bütün gücünü kullanarak saldırıya
geçebilecekti. Papazın anlattıkları Lala Mustafa Paşa’ya
inandırıcı gelir ve ilkin Lefkoşa’nın vurulmasında karar
kılınır. Larnaka’dan yürüyen asker bütün gücüyle on bir
burçtan oluşmuş Lefkoşa kalesine saldırır ve elli günlük
çetin savaşlardan sonra 09 Eylül 1570 de kale teslim
bayrağını çeker. Ve Lefkaralı papazın da tahmin ettiği gibi
Girne ve Baf kaleleri de anahtarlarını getirip teslim
olduklarını bildireceklerdi. Lefkoşa’nın düşmesinden sonra
Venedik barış teklifinde bulundu; ancak Sokollu Mehmed Paşa
bunun ancak Magosa’nın fethinden sonra yapılabileceğini
ileri sürdü. Hıristiyan devletleri Osmanlılar’a karşı hepten
bir dayanışma içine girmişlerdi. Müttefik donanması ile
Kıbrıs’tan ayrılan Osmanlı donanması birbirlerine saldırı
için fırsat kolluyorlardı. Nihayet İnebahtı (Lepanto)’da
karşı karşıya gelindi. 07 Ekim 1571 de yapılan bu savaşta
kaptan Müezzin-zâde Ali Paşa ve birçok beyler şehit düşmüş
ve donanma da büyük kayıplara uğramıştı. Uluç Ali Paşa
kurtulan ve kaçan gemileri toplamayı başaracak ve
müttefiklerin sahillere saldırmalarını önlemek için bir süre
denizde dolaştıktan sonra da İstanbul’a varacaktı. Bu
başarısından dolayı Uluç, ya da diğer adıyla Kılıç Ali Paşa,
Kaptan Paşa olacak ve ertesi yıl yapılacak saldırıya karşı
güclü çıkabilmek için hızla ve çok miktarda gemi yapımına
girişilecekti.
Baharın gelişiyle savaş hazırlıkları da hızla yapılıyordu.
Muhasarada kalan ordu da surlar dışında istihkâm yapımına
gerek duymuş ve üç istihkâm yapılarak buralara ağır topçular
yerleştirilmişti. Kale 80.000 kişilik bir kuvvetle
kuşatılmıştı. Kuşatılanlar ise 4.000 piyade, 800 süvari, 200
Arnavut ve 3.000 de soylu ve köylüden ibaret toplam 8.000
kişi idiler. Ancak yiyecek sıkıntısı çekmemek için
köylülerden bir bölümü kale dışına çıkarılacaktı. Bu sağlam
kale duvarlarını yıkmanın yolunu lâğım patlatmada
bulmuşlardı. Bu yolu deneyerek yer yer delikler açılması
başarılacak, ama direnişçilerin önlemleriyle de bunlar
kapatılabilecekti. Nihayet 01 Ağustos 1571 günü şafak
sökerken lâğımlara hep birden ateş verildi ve askerler
saldırıya geçti. Çetin savaşlar sonucu içeridekilerin gücü
gittikçe azalıyordu. Bu durum karşısında halk ile subaylar
Komutan Antonio Bragadino’ya teslim olması dileğinde
bulundular. Fakat o, Venedik’ten gelecek yardıma güvenerek
direnişini sürdürüyordu. Nihayet gün batmadan kaleyi vire
ile teslime razı olacaktı.
Beş maddelik teslim şartlarından biri de kale kuşatmasından
önce alınan 50 Müslüman esirin teslimi idi. Antonio
Bragadino, komutanları ile birlikte veda etmek üzere Lala
Mustafa Paşa’nın çadırına geldiğinde sohbetlerden sonra
Paşa’nın esirleri sorması üzerine onların katledildiklerini
öğrenince yerinden fırlayarak Antonio Bragadino’nun iki
kulağını keser ve “Urun bre!” demesi üzerine yanındakiler de
Antonio Bragadino dışındakileri o ânda öldürürler.
Artık Antonio Bragadino ellerinde esirdi. Yaptıklarını
ödetmek için derisini yüzüp içine tuz basarlar. Sonra da bir
gemi direğine baş-aşağı bağlayarak birçok limanlarda
dolaştırırlar ve “Osmanlı’ya karşı gelenin sonu böyle olur;
biline!” diyerek İstanbul’a varırlar. Orada Venedikliler
büyük paralar ödeyip bu cesedi alacaklar ve Venedik’e
götüreceklerdi. Meraklıları onun Venedik’teki görkemli
mezarından haberdardırlar. Sonuç olarak, Adada yaşayan
insanların sayısında fazla; yani 70 binin üstünde şehit
vermiş; ancak Kıbrıs’ı da vatan yapmıştık.
Kıbrıs, Osmanlılar idaresinde 307 sene kaldı. Bu süre
zarfında Ada, oradaki konsolosların da teşvikleriyle birçok
isyanlara sahne oldu. “93 Harbi” diye bilinen 1878
Osmanlı-Rus savaşından yenik çıkmamız İmparatorluğun
durumunu daha da açmazlara sokacaktı. Kıbrıs’ta gözü
olanların bu olay üzerine iştahları daha da artmış olur.
Bunların başında İngilizler geliyordu. Kısa bir süre önce
(1869) Süveyiş Kanalı açılmış ve Afrika’nın güneyinden
dolaşılarak gidilen uzak-doğu yolu büyük ölçüde kısalmış
oluyordu. Oralarda sömürgesi olan İngilizler için Kıbrıs, bu
yol üzerinde bulunduğundan, büyük önem taşıyordu. Olağan Rus
saldırılarını bahane eden İngilizler, Osmanlılar’a yardım
talebinde bulunuyor ve gelecek tehlikenin vakit geçirmeden
önlenmesi için de Anadolu’ya yakın bir yerde bir üs teminine
çalışıyordu. Bunun için de en uygun yer Kıbrıs’tı ve
İngiliz, gûyâ, Rus tehlikesi atlatılana kadar, Kıbrıs’ı
Osmanlılar’dan yıllık 96 bin altın karşılığında i‘câr
edecekti. Hâlbuki onlar Kıbrıs’a hiç çıkmamak üzere
gelmişlerdi. Devlet-i Fahîme’nin, ya‘ni o günlerde
topraklarında güneşin batmadığı sömürgeci devlet
İngiltere’nin en büyük emeli, kendilerini sömürgelerine
ulaştıran bu kısa yolun güven altında tutulması idi.
İstanbul’a gönderilen İngiliz elçisi Layard’ın en önemli
görevi de Kıbrıs’ın elde edilmesi idi. Pâdişah II.
Abdülhamîd Hazretleri’nin Kıbrıs’ı vermemekte diretmesi en
büyük engeldi. Çevresi de, olduğu gibi, Kıbrıs’ın
İngiltere’ye devrini düşünüyorlardı. Usta ve Kurnaz diplomat
Layard oyun üzerine oyun düşünmeyi sürdürüyordu. Nihayet,
Padişahın evhamlı birisi olduğunu hatırlayarak onu heyecana
kaptıracak bir oyun düşündü ve bu oyuna da Jön-Türkler’i
âlet etmeği planladı. II. Abdülhamîd’in yerine geçtiği V.
Murad hâlen sağdı ve Çırağan Sarayı’nda kapalı kapılar
ardında yaşıyordu. Layard, bir baskınla onu kurtarıp tahta
geçirmeleri için Jön-Türkler’i teşvik eder. İşi başarmaları
halinde İngilizler’in kendilerine her türlü yardımda
bulunacaklarını da sözlerine eklemeyi unutmaz. Ama baskın
olumlu bir sonuca vardırılamaz ve Jön-Türkler’in önde gelen
kişilerinden Ali Suâvî de Yedi-Sekiz Hasan Paşa’nın bir
darbesiyle hayatını yitirir. Bu olaydan Pâdişâh büyük
heyecan duyar ve o bunalım içinde “Hukūk-ı Şâhâne’me halel
gelmemek şartıyle “ibâresini koyarak Kıbrıs’ın İngilizler’e
“îcârına” muvâfakat eder.
Kıbrıslılar bu olaydan dolayı çok üzüntü duyarlar. Bir kısmı
“Bizi küffâra teslîm ėtdiler, şimden geru bur’da durmak hîç
olmaz!” deyip 7 bin kadarı göç eder. İngilizler Türkler’e
karşı kemer sıkmayı ağır ağır artırıyorlardı. Ada’ya
gelişlerinden henüz 10 yıl geçmeden Baf kazasında 10 Türk
ilkokulunu kapatırlar. Kıbrıs, hâlâ bir Türk toprağı olduğu
için zamanın Maarif Vekili Fehîm Paşa bunun hesabını sorunca
“maddî müzâyaka...” cevâbını alır, bunun parasal kıymetini
sorar ve ardından da ekler: Okullar açılsın, istenilen bedel
gönderilecektir. Vakıf malları üzerinde yapılan oynamalar da
topluma çok ağıra mal olacaktır. Ancak, Türkiye, iki dünya
savaşı dışında, içinde bulunduğu zorluklara rağmen
orta-öğretime öğretmen akışını sürdürecek ve Ada’da Türk
dilinin korunmasında başlıca âmil olacaktı.
I. Dünya Savaşı (1914-18) günlerinin arefesinde Kıbrıs
Türkünü yine gaileler alır. Osmanlı’nın Almanlar’la birlikte
İngiliz’e karşı savaşa kalkma kararı bir dolu sorunu da
gündeme getirecekti. Evvel-emirde İngiliz, bizi,
Anadolu’daki kardeşlerimizle karşı kaşıya getirirse halimiz
nice olurdu? Yine bir kısım halk, “biz bu işi 1878 de
yapacaktık, olmadı; aradan 36 yıl geçmesine rağmen ‘geç
olsun da güç olmasın’ diyerek çözümü göç etmekte bulur.
Yanlış olduğunu bile bile İngilizler, 05 Kasım 1914 de
Kıbrıs’ı kendi topraklarına kattıklarını i‘lân ederler.
Savaş süresini Kıbrıs Türkleri gazetesiz geçirir. İngiliz
idaresinde gazete çıkarma yasağı var, Türkiye ile ilişkiler
de kesilmiştir. Savaştan yenik çıkmıştık. Mustafa Kemal
Paşa’nın Samsun’a çıkışı (19 Mayıs 1919) üzerinden henüz 4
ay geçmeden Doğru Yol (8 Eylül 1919) gazetesi yayın hayatına
atılır. Onu Söz gazetesi, İrşâd (1920) dergisi, Ankebut
(1920), Vatan (1920), Davul (1922), Hakikat (1923) Birlik
(1924) gazeteleri izler. İstiklâl Harbi Kıbrıs Türkleri için
en büyük umut kaynağı olur. Yabancı bir idare altında
olsalar dahi eldeki imkânları en iyi şekilde kullanarak
haberleri izlerler, müsamereler tertipleyerek elde edilen
geliri Çocuk Esirgeme Kurumu (Himâye-i Etfâl) aracılığı ile
Türkiye’ye gönderirler; sözün özü, Anadolu insanı ile
beraber gülerler, beraber ağlarlar.
İstiklâl Harbi zaferle neticelenir ve 24 Temmuz 1923’te
Türkiye, bağımsız bir devlet olarak dünya üzerindeki yerini
alır. Ama yine bu andlaşma ile Kıbrıs da resmen İngilizlere
bırakılacaktı. Ada Türkleri kurtuluş yolunu Anadolu’ya
geçmekde bulurlar ve Cumhuriyet (29 Ekim 1923) sonrasında
küme küme göçe başlarlar. Geriye kalanlar da en büyük
güvenceyi Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığında bulurlar ve
inkılâpları hızla ve kolaylıkla hayata geçirirler. Yeni
Cumhuriyet’in Kıbrıs’ta bir konsolosluk açması da en büyük
teselli kaynağı olur.
1930’lu yılların başlarına gelindiğinde Kıbrıs Türkleri,
topraklarının çoğunu elden çıkarmış, devlet
me’mûrluklarından büyük ölçüde dışlanmış, dünya ekonomik
krizinin de büyük ölçüde etkilediğinden dolayı, ekonomik
bakımdan çok zayıf bir duruma düşmüştür. İngiliz, Borçlular
Kanunu’nu hayata geçirecek ve çoğu Türk olan borçlu
çiftçilerin ayakta kalmalarını sağlayabilecekti.
Yunan İhtilâli’nden bu yana Rumlar’ın dillerine pelesenk
ettikleri Enosis terâneleri 31 İsyânı’nın (Ekim 1931)
doğmasına sebep olacak ve Ada’da sıkı-yönetim i‘lân
edilecekti. Bu şartlarda Türkiye’den de kitap akışı
durdurulacaktı. Liseye müdür gelen İsmail Hikmet [sonradan
Ord. Prof. Ertaylan] Bey’in ilkokullar için hazırladığı
alfabe ve okuma kitapları eğitime büyük ölçüde katkıda
bulunacaktı.
1942’de, savaşın lehlerine biteceğini anlayan İngilizler’in
sıkıyönetim kemerini gevşetmeleriyle gazete ve dergi
yayınlarında bir artış görülür. İkinci Dünya Savaşı
(1939-45) başladığı zaman birçok iş yerinin kapanması
üzerine Kıbrıs Türkleri’nin fakir tabakası için asker
yazılmak artık kaçınılmaz olmuştu. Savaş sonrası açılan
imkânlarla Kıbrıs Türkü bir derlenip toparlanma dönemine
girmişti ki 10 yıl geçmeden EOKA terörü etkinliğe (01 Nisan
1955) başlar, ortamı darmadağın eder. Ama 1950 yılının Mayıs
ayında Türkiye’de iktidara geçen Demokrat Parti hükûmetleri
Kıbrıs’a görülmedik bir ilgi gösterecek ve başka katkıların
yanısıra, terör karşısında Türk halkının korunması için
önlemler alınmasına da yardımcı olacaklardı. İngilizler’in
Ada’dan çekilip 16 Ağustos 1960 da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
kurulması iyi niyetli kimseler için bir gönül tesellisi
olmuştu. Ama bu tarihin üzerinden henüz 3 yıl 4 ay geçmişti
ki Kanlı Noel (1963) başgösterdi, halkımız soy-kırımlara
uğradı, ortaklık bitti, artık kendi yönetimimizi kurmak
durumunda bırakıldık. 11 yıl ayrı ayrı getto’larda yaşamak
durumunda kalan halkımız 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı’yle
özgürlüğüne kavuşur. İlkin kurduğumuz geçici yönetim;
Rumlar’ın anlaşmaya niyetleri olmadığının belirmesi üzerine,
13 Şubat 1975 de Kıbrıs Türk Federe Devleti’ne ve nihayet 15
Kasım 1983 de ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC.)ne
dönüştürülür. 1974 Barış Harekâtı’ndan bu yana 40 bin asker
kuzeyde sınır bekçiliği yapmakta, Anadolu’nun Akdeniz’deki
uzantısı olan Kıbrıs’ı korumaktadır.
Bu uğurda canlarını veren aziz şehitlerimizi saygı ve
rahmetle anıyorum. Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan
Harid Fedai ağabeyimize çok teşekkür ediyorum. Kıbrıs’ın
tarihini bizlere bir özet olarak sundular. Zamana da çok
güzel riayet ettiler, onun için de ayrıca teşekkür ediyorum.
Şimdi söz sırasını bir şehit babasına vermek istiyorum.
Elazığ Şehit Aileleri Derneği Başkanı Mehmet Çete bir
konuşma yapacaklardır. Buyurun Sayın Çete.
Mehmet Çete,
Iğdır’da şehit olan Fikret Çete’nin babasıyım...
Kıbrıs’tan gelen kıymetli misafirler, Nihat İlhan Beyin
değerli kardeşleri, çok değerli Kıbrıs gazileri ve sevgili
öğrenciler; hepinize, hoş geldiniz, diyor; saygılarımı
sunuyorum.
Ben, 14 Nisan 1993 tarihinde Iğdır vilayetimizin Aralık
ilçesinin Hasanhan mevkiinde şehit olan Fikret Çete’nin
babasıyım.
Perişanım oğlum, yazmak bana zor
Genç yaşına mezar kazmak bana zor
Yazın büyük yerden, bozmak bana zor
İlahi emir oğlum, sen şehit oldun.
Sabır dile bana ağlamayayım
Ak yüzüne kara bağlamayayım
Senin de yüzünü buğlamayayım
Rahat uyu oğlum, sen şehit oldun.
Şerefli ölümün muhteşem tören
Törene koşuyor bayrağı gören
Bayrağa sarılı canını veren
Ruhun şâd olsun, sen şehit oldun.
Salalar verildi, ezanlar okundu
İşitenin ciğerine dokundu
Silah arkadaşların birbirine bakındı
Güzel konuştular, sen şehit oldun.
Mısralar olmaz ki yazayım beyit
Dedem şehitti sen de oldun şehit
Atasının izindedir kahraman yiğit
Vatan sağ olsun, sen şehit oldun.
Bu şiiri, oğlumun şehit olmasından sonraki günlerde, evimin
penceresinden onun mezarını seyrederek yazdım. Bunun anlamı
şudur; içim kan ağlayarak, yüreğimi kor dağlayarak yazdım.
İnanıyorum ki, bütün şehit annelerinin, babalarının
duyguları da benimkinden farksızdır.
Türk yurdu kadar, milletler tarihinde, üzerinde yaşadığı
topraklara bu kadar göz dikilmiş, bütünlüğünü bozmak için
sayısız oyunlar olnanmış bir başka ülke yok gibidir.
Geçmişi insanlık tarihince eskilere uzanan Türk milletinin o
görkemli kültürü, yüzyılların karanlıklarına ışık getiren
medeniyet ve goşgörü her dönemde kıskanılmış; daha çok
büyümesinden, kuvvetlenmesinden korkulmuştur.
Varlığından rahatsız olanlar, bazen dışta, bazen de içte
harekete soktukları şer güçlerle onu sürekli mücadele
helinde bırakmaya, gelişmesini önlememeye çalışmışlardır.
Türk bütünlüğü karşısında dize gelen düşman milletler, yine
bu sarsılmaz birlik önünde; Çanakkale’de, Dumlupınar’da,
Sakarya’da almışlar boylarının ölçüsünü.
Mustafa Kemal Atatürk’ün bize emanet ettiği Cumhuriyetimizin
85. yılındayız ve tekrarlanan oyunlar geçmişten farksız;
ancak muhtaç olduğu kudret, damarlarındaki asil kanda olan
Türk insanı, vatanını, cumhuriyetini, sonsuza dek yaşatmak
için yemin etmiştir. Onu hiçbir güç yıldıramayacak, yolundan
döndüremeyecektir.
Onları unutmayacağımızın bir ifadesi olarak Elazığ
Belediyesi ve Sayın Süleyman Selmanoğlu’nun hazırladığı bu
anıtı, gelecek nesillerin de bu topraklarda nelerin pahasına
yaşadıklarının işareti olacak, milli ruhun canlı kalmasını
sağlayacaktır. Bu hayırlı ve kadirşinas çalışmada emeği
geçenlere teşekkür ediyorum.
Tıpkı ataları gibi vatan topraklarının bölünmezliğini, bu
topraklarda sadece ve sadece hür ve bağımsız Türk milletinin
sembolü olarak ay yıldızlı bayrağın dalgalanabileceğini
dünyaya haykırdınız.
Tıpkı tarihte olduğu gibi bu gün de bu topraklara uzanan
hain ellerin kırılacığını, kem gözlerin çıkarılacağını,
aramıza ayrılık tohumları ekmek isteyenlerin daima pişman
edileceğini gösterdiniz.
Bu uğurda sürdürdüğünüz erkekçe mücadelede Peygamberlikten
sonra en büyük rütbe olan şahadet mertebesine ulaştınız.
Sizler ölmediniz, tarihin altın sayfaları ile birlikte Türk
milletinin gönlünde yaşıyorsunuz ve hep yaşayacaksınız.
Bizleri, gökyüzünün engin mavilikleri arasından daima
izlediğinizi, hep bizimle beraber olduğunuzu biliyoruz.
Bu vatan, bu millet, bu bayrak için en değerli varlıklarını
canını seve seve veren siz aziz şehitlerimiz gibi bizler de
bu vatanın bütünlüğünü, bu milletin birliğini, bu bayrağın
tekliğini yaşatmak için her zaman canını vermeye hazır
kardeşleriniz olarak sizleri kendimize örnek aldık, sizlere
layık olmaya çalışıyoruz.
Yükseklerde tutarak bizlere emanet ettiğniz bu bayrak, daima
yükseklerde kalacaktır.
Tekrar vatan uğruna canlarını feda eden Elazığlı
şehitlerimizin ebediyete kadar yaşatılmasını sağlayacak bu
abidenin yapılmasında örnek olan Sayın Belediye Başkanımız
Süleyman Selmanoğlu’na teşekkür ederiz.
Aziz şehitlerimizi minnet, şükran ve rahmetle anar, “vatan
sağ olsun” diyebilecek kadar yurdunun âşığı olmuş
yakınlarına sabır diliyorum.
“Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe, desem sığmazsın.”
Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan,
Kıbrıs’ta şehit olan altı evladımız daha var…
Mehmet Çete beyi şehit babası olduğu için kutluyoruz. Bu
güzel ve duygusal konuşması için minnetlerimizi ifade
ediyoruz. Tabi Mehmet Çete Bey’in dile getirdiği gibi, o
şehitlerimizi anmaktan büyük gurur duyuyoruz, zaten bu
törenleri yapmaya vesile olan onların o kahramanlıklarını,
bir nebzede olsa bu toplantılarla dile getirerek
teşekkürlerimizi ifade etmek istiyoruz. İşte şehit ilhanları
ifade ettik. Ama bu beldeden Kıbrıs’ta şehit olan altı
evladımız daha var. Bu program vesilesiyle onların
isimlerini de okumak istiyorum. Piyade Asteğmen İdris Doğan,
Astsubay Çavuş Adnan Mavidemir, Kıdemli Başçavuş Mehmet
Yavuz, Topçu Asteğmen Mustafa Uygur. Biraz sonra panelimizin
son konuşmacısı olarak Mustafa Uygur’un kardeşine söz
vereceğiz. Komando Çavuş Cuma Karadoğan ile biraz önce
şehitlik hikayesini dinlediğimiz terör şehidimiz Fikret
Çete’nin ruhları şad olsun diyoruz. Onlarla beraber şahadet
için giden ama bugün aramızda olan yine Elazığ nüfusuna
kayıtlı 300 gazimiz var, onların temsilcileri şimdi
aramızdalar. Hepsine minnet ve şükran duygularımızı
bildiriyoruz.
Evet panelimizin üçüncü konuşmacısı Elacığımızın Günışığı
gazetesinde yazılarını zevkle okuduğumuz fikir dünyamızın
önemli bir kalemi, aziz kardeşimiz Bedrettin Keleştimur
bakalım bugünün anısına sizlerle neleri paylaşacak.
Bedrettin Keleştimur,
Dr. Nihat İlhan’ın acıları bir avaza çığlığa dönüşmüştü…
Teşekkür ediyorum. Kıbrıs’tan gelen değerli misafirler,
kıymetli şehit yakınları, gazilerimiz bugün gerçekten çok
hassas bir günü yaşıyoruz. Bu toplantıya biraz geç katılmak
zorunda kaldık. Bu gecikmenin sebebi de Şehit İlhanlar
Caddesinde çiseleyen yağmur altında saatlerce süren tarihi
toplantıya tanıklık etmekti. Fakat gönüllerimiz sıcaktı. Bu
toplantıda, kürsüde Sayın Denktaş’ı dinlerken, Nihat İlhan
Beyi dinlerken, Kıbrıs’tan gelen misafirlerimizi dinlerken
ve o anıtımızı açarken 1963 yılının o soğuk kış günlerine
gittik.
1963 yılının o soğuk kış günlerinde; vahşetin ölüm kokan bir
kâbusa döndüğü, merhametsizliğin kaskatı kesildiği, güneşin
yüzünün bile karardığı bir güne 45 yıl aradan sonra uyanır
gibiyim.
Şehitlerin kaldırıldığı gün, bundan 45 yıl önce, Elâzığ
topyekûn ayakta! Bu diyar diyoruz, Edep dairesinde pervane
gibi dönen Mevlana meşrepli şehrin üzerinde matem rüzgârları
esiyor! Dr. Nihat İlhan’ın acıları bir avaza çığlığa
dönüşmüştü! O çığlıkta, merhametin abideleştiği bir yüz
ifadesinden dökülen seste, “vatan sağ olsun” sedasında bütün
yürekler yıkanacaktı!
Bu diyar diyoruz, “Yazı kışa döndü/ aşı taş kesildi bu
diyarın/ Nazı siteme döndü/ Havası kurşun kesildi bu
diyarın/ Hevesi düşe döndü/ Zora nefesi kesildi bu diyarın/
Yüzü yasa döndü/ Yeryüzü tufan kesildi bu diyarın…”
Bir ağıt yükselir semaya, ellerim kelepçeli… Mizanda
dilekçeli, vicdanım lahavle çekiyor… Titriyor dudaklarım,
Titriyor ayaklarım. O gün canı yürekten aradım, sabır yüklü
serinliği! Bulutların üzerime kar taneleri savurmasını!
O günler, o karanlık günlerde Kıbrıs’ım diyordum, şehit
babası Gazi Nihat İlhan Paşa’m diyordum; “Bir asrın hicreti,
hasret odunu yaktı/ Ufuklar yıldız yıldız kesret yükünü
attı/ Kıbrıs’ım kin göleti, insaf tanımaz halde; / Sabır
kirişinde yay, nusret okunu taktı”
Türk’ün elbette bütün mazlumların hakkını soracağı şefkat
tokatı gelecekti… 1963 yılının üzerinden dayanılması zor
şartlar altında geçen on bir tam yıl sonra, 1974 yılının 20
Temmuz sabahı geldiğinde, ‘Ayşe tatile çıkacaktı’ Dalgalar,
Anadolu’dan esen dalgalar gönülleri okşayacaktı. Ne diyorduk
o günlerin heyecanı içerisinde; “Gün doğmuş Kıbrıs’ıma,
gözler hilali görür/ Dalga üstünde dağlar gibi gemiler
yürür/ Zamana aksediyor tarihin tecellisi/ Barbaroslarla
Türk’ün afakı büyür!”
24 Aralık 2008 Çarşamba günü Elâzığ tarihinin en sıcak bir
iklimiyle güne uyanacak. O gün, bu şehrin en aziz hatırası,
en veciz ibarelerle nakışlı abidesi, “Kıbrıs Şehitleri ve
Şehit İlhanlar Anıtı” bir gül bahçesi misalinde açılacak!
Kıbrıs’tan, Anadolu’nun muhabbet bağından aynı sevda, aynı
yürekle kopup gelen, başta KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı, bir
abide insan Rauf Denktaş başta olmak üzere Prof. Dr. Ata
Atun, Prof. Dr. Ufuk Taner, Dr. Harid Fedai, Metin Aybars,
Doç. Dr. Ulvi Keser, Ahmet Göksan, Dr. Memduh Erdal’a aziz
ve muhterem misafirlerimize hoş geldiniz selamlarımız
olacak;
“Vatanımdan esen rüzgâr gibisin/ Yemen türküsüne çağrı
gibisin/ Kıbrıs’ım Anadolu’nun bağrı gibisin/ Hüznümü
yıkayan pınarlar akar”
“ Akdeniz’de yol gösteren fenersin/ Deryalarda kılıç
sallayan nefersin/ Barbaroslarla belki son sefersin/
Hasretim koklayan çiçekler akar”
Evet, hüznümü yıkayan pınarlarda; cennet kokusunu getiren
gül endamlı çiçekler elbet, ‘ölümsüzlük şerbetini içen’
şehitlerimdir! Bu coğrafyaya şefaat edecek alp
yiğitlerimdir. Özellikle bugün öyle bir vecd ile ayağa
kalkacağız ki, Şehit İlhanları, Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın
eşi Mürüvvet İlhan ve evlatları, üç karanfil çiçeği Murat,
Kutsi ve Hakan’ı bu şehir isimleriyle bir daha tefekkür
edecek!
Kıbrıs’ı, en ala makamlara taşıyarak hürriyetin bir bakıma
bedelini ödeyen şehitlerimiz; Yedek Piyade Asteğmenim İdris
Doğan’ı, Makine kazan Astsubay Çavuş Adnan Mavidemir’i, Tank
Kıdemli Başçavuş Mehmet Yavuz’u, Komando Çavuş Cuma
Karadoğan’ı bu günde, şairin dediği gibi; “Üşütmez ısıtır
kar bu bahçede/Bir dağ bir ovaya yâr bu bahçede/ Gül yüzlü
simalar var bu bahçede/ Bahçe aziz olsun, gül aziz olsun.”
diyerek adlarını sürekli yâd ederek ihtiramla
selamlayacağız.
Duyunuz, kulaklarınızı bütünüyle vererek dinleyiniz;
“Toprağın örtüsü türbeler kadar yeşil/ Ona su veren dedemin
kanları eğil/ Seninle bayrak seninle hayat bulsun diye/ Şu
siperler rütbesiz, âlemsiz değil”
Evet, Anadolu’nun şu civan parene şehrine; tarihin kendi
nefsinde birleyen, derleyen, gönüllere hükmeden aziz
diyarına bir yürek insan geliyor! Kıbrıs’ın tarihi mahşeri
alın yazısına dönen kahraman bir yüz/ bir sima geliyor, KKTC
Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş!
Denktaş’la birlikte kimler hafızalara taşınmayacak ki,
Kıbrıs’ın serüveni bir daha gözler önünden su gibi akıp
gidecek! 1974 Temmuz’unda Nihat İlhan Paşa’ya gelen mektup
belki de yakın tarihimizde hafızalarda en canlı tutulacak
ifadelerle doluydu; “Nihat İlhan Paşa’ya, gelen mektubun
içinde bir de fotoğraf bulunuyordu.. Mektup, 'Sevgili
Kardeşim Nihat' diye başlıyordu. Mektubu gönderen ise Kıbrıs
çıkartmasında bulunan ünlü komutanlardan Bedrettin
Demirel'di. Sn Demirel mektubunda özetle, “Şehitlerin
kanlarının yerde kalmadığını, Kıbrıs Türkü'nün esaretten
kurtulduğunu bildiriyordu...” Zulüm elbet, gün gelecek kendi
ateşiyle, kendi sarayını yakacaktı!
Bugün Elâzığ hatıralarıyla birlikte kalbi bir buluşmanın
heyecan noktasındadır; gözler açılıyor, gönüller
deryalaşıyor. Her bir söz, o deryadan dökülen nur damlaları,
inci taneleri oluyor! Sözümüze Kabaklı Hoca’nın şiirinden
altın bir kemer takalım; “Karanlık çevrem dışıdır/ İrfan
ilen eğleşiriz/ Şairler sofran başıdır/ Sohbet ilen
bilişiriz/ Sevda padişah işidir/ Usul iken sevişiriz…”
“Nefer şehit, Ordu gazi” diyor, şairimiz! Sabrı, yudum yudum
içen; metaneti gönlüne iman boyasıyla nakışlayan bir başka
millet göremiyorum.
Hatırlayınız, bundan tam 45 yıl önce, tarihe ‘kanlı noel’
olarak geçen bir vahşet yaşanıyordu! 1963 yılının 24 Aralık
gecesinde; Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Doktoru Binbaşı Dr.
Nihat İlhan’ın eşi Mürüvvet Hanım ve üç çocuğunu Murat,
Kutsi ile Hakan’ı Lefkoşa’da Kumsal Mahallesi, İrfan Bey
Sokağı, 2 N0’lu tek katlı evlerinde, sığındıkları banyo
küvetinde şehit edeceklerdi!
Lefkoşe’nin, Kumsal Mahallesi, İrfan Bey Sokağı, 2 N0’lu tek
katlı ev, ‘Barbarlık Müzesi’ olarak tarihin belki de,
yaşanmış en kara sayfalarından birisini bizlere, bütün âleme
ifşa etmektedir.
Rahmet Mekân Şeref Tan’ın, Çaydaçıra şiirinde kaleme aldığı
mısralar bizleri tarihe, tarihin o efsunkâr havasına taşır;
“Eriyen damla damla, mum değil gözyaşıdır,
Harput akşamlarından kalan son hatıradan.
İbretle seyredin ki, nişandır bu şehrayin,
Fatih' in gemileri yüzüp geçer karadan.
Yahut da inanç yüklü kervanın geçişidir
Samsun'dan, Erzurum'dan, Sivas’tan, Ankara'dan.
Bu yay gerilişinin destanî izi vardır.
Seul'de, Kanuri'de Albay Celal Dora' dan.
Dinleyin; Şehit GÜÇLÜ ve Şehit İLHAN' ların
Sesini duyarsınız o efsunkâr adadan.
Kanımız Hakk yolunda "Vallah" sebildir bizim
Böyle halkeylemiştir Türk' ü, Yüce Yaradan.
Eller Gök'e yönelmiş sırra çanak tutmakta
Bu duruş yadigârdır semadan, Mevlana'dan.”
Şehitlerimiz, bu milletin coğrafyayı vatan yapan ‘inanç
yüklü kervanıdır!’ O sebepledir ki, inancımız en kutsi
makamları şehitlere vermiştir. Yüceliğe bakınız, ‘kanın
kurtarıyor tevhidi!’ Elbette, ‘kanımız Hakk yolunda sebil’
olacaktır!
Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan
Sayın Keleştimur’a çok teşekkür ediyoruz, Şimdi panelimizin
son konuşmacısı yine bir şehit yakını. Şehit asteğmen
Mustafa Uygur’un kardeşi Ahmet Uygur’a konuşmalarını yapmak
üzere söz veriyoruz. Buyurun Ahmet Bey.
Ahmet Uygur,
Kıbrıs şehidi Mustafa Uygur benim ağabeyimdi…
Çok değerli hocalarım, gazi kardeşlerimiz, Şehit İlhanların
yakınları ve çok değerli öğrenciler. Sizleri sevgi ve saygı
ile selamlıyorum. Değerli konuklar, ben 25 yıldan beri
Türkiye Boks Milli Takımının çalıştırıcıcılığını
yapmaktayım. Bu görevime 5 yıldan beri de baş antrenör
olarak devam etmekteyim
Ağabeyim Mustafa Uygur, 1947 yılında Elazığ’da doğdu.
Erzurum Atatürk Üniversitesi İktisat ve İşletme Bölümünden
1970 yılında mezun oldu. Mezuniyetinden kısa bir süre sonra
Elazığ Et ve Balık Kurumu Müdürlüğü’nde göreve başladı. Bu
kurumda satış şefliği görevinde bulundu. 1973 yılında
askerlik görevini yapmak için Ankara-Polatlı Topçu ve Füze
Okulu’ndaki birliğine katıldı. Yaklaşık altı aylık bir
eğitimin sonunda 1 Nisan 1974 tarihinde 39. Tümene bağlı 50.
Piyade Alayına görevlendirilerek Osmaniye’ye gitti. 20
Temmuz 1974 tarihinde birliği ile birlikte Kıbrıs Barış
Harekâtı’na katıldı. Harekât devam ederken rahmetli babam,
ağabeyimin Kıbrıs’ta görev yaptığı birliğine bir mektup
yazarak bilgi istedi. Aradan bir süre geçtikten sonra bu
mektuba karşılık olarak Topçu Binbaşı A. Metin Atay’dan bir
mektup geldi. Gelen bu mektubu aynen okuyorum:
Sayın Değerli Mehmet Bey;
Kıymetli silah arkadaşımız, değerli insan ve muhterem
oğlunuz Topçu Asteğmen Mustafa Uygur hakkında bilgi istirham
eden mektubunuzu aldım. Size iyi bir haber verebilmek için
birkaç gün yeni baştan soruşturma yapmak imkânı aradım.
Fakat müspet bir sonuç elde edemediğimi üzülerek söylemek
isterim. Birinci harekâtın üçüncü günü kendisine verilen
görevin ifası esnasında yanında bulunduğu piyade bölük
komutanının yanından ayrılarak karşısında bulunan tepelere
bayrağımızı dalgalandırmak üzere ayrılmıştır. Kendisine
yapılan ihtar ve ikazlara rağmen durdurmak mümkün
olamamıştır. Bilahare düşmanın bulunduğu yerler ve bölgeler
ele geçirildiğinde Asteğmen Mustafa Uygur şehit ve diri
olarak aranmış ise de bulmak mümkün olamamış. Müteakip
günler ve haftalar içinde de arama ve soruşturmalar bir
netice verememiştir. Aramalarımız Beşparmak Dağları’nda
devam etmektedir. Arama neticelerinin sonucu sizlere en kısa
zamanda bildirilecektir.
Topçu Binbaşı A. Metin Atay
Şimdi de 24 11 1974 tarihinde 2. topçu Tabur Komutanı Topçu
Binbaşı A. Metin Atay tarafından rahmetli babam Mehmet
Uygur’a 23 11 1974 tarihinde gönderilen resmi yazıyı sizlere
okumak istiyorum:
Sayın Mehmet UYGUR;
Taburumuzda asteğmen olarak kutsal görevini ifa ederken
şehit oğlunuz Mustafa Uygur 23 Kasım 1974 tarihinde Kıbrıs
Karmi (Karaman) köyünün 200 metre batısında mücahit üsteğmen
Mahmut Aksoy tarafından bulunmuş; Boğaz Şehitliğinde 223
nolu mezara defnedilmiştir.
Şehit oğlunuza Allah’tan rahmet diler; büyük acınızı
paylaşır; başsağlığı dilerim.
Topçu Binbaşı A. Metin Atay
Kıbrıs Şehidi Mustafa Uygur benim ağabeyimdi. Ancak sizlerin
de ağabeyidir; çünkü şehitler bütün milletin evlatlarıdır,
kardeşleridir, canıdır. Büyük Selçuklu Komutanı Sultan
Alparslan, 1071 tarihinde bu toprakları bizlere ebedi bir
yurt olarak hediye etmiştir. İşte o büyük zaferden sonra bu
mübarek toprakların her karışı şehitlerimizin kanlarıyla
sulanmıştır, sulanmaya devam etmektedir. Gençlerimize bir
hususu izah etmek istiyorum. 1974 yılında Kıbrıs’a iki
aşamalı bir harekât gerçekleştirildi. Birinci harekâttan
sonra katliamlar durmadı. Rumlar soykırıma ve katliamlara
devam edince Türkiye, Kıbrıs’a ikinci harekâtı yapmak
zorunda kaldı. Ağabeyim birinci harekâtta Beşparmak
Dağları’nda şehit düşmüştü. Şehit olduğu yerler o zaman
bizim topraklarımız değildi. O yerler ikinci harekâtta
alındı.
Ben ağabeyimin şehit olduğu yıl lise ikinci sınıf
öğrencisiydim. Çok yakın bir akrabamız vardı; Pilot Albay
Yılmaz Toros. Ona ricada bulunduk. O tarihte iki ağabeyim de
askerdi; Mahmut Celalettin Uygur Trakya’da, Süleyman Uygur
da Donanma Komutanlığı’nda binbaşı olarak görev yapıyordu..
Ağabeylerim asker olduğu için evde bir tek ben kalmıştım
Elazığlı hemşerimiz Orgeneral Bedrettin Demirel, Kıbrıs’ta
39. Tümen Komutanıydı. Ondan, şehit ağabeyimin bulunması
için ricada bulunduk. Demin ifade ettiğim gibi ben 16-17
yaşlarında bir gençtim. Değerli komutanımızın yardımlarıyla
1974 yılının Aralık ayında helikopterle 24 saatliğine
Kıbrıs’a gitmiştim Kıbrıs adım adım Türk izleri taşıyordu.
Ağabeyimin görev yaptığı birliği ziyaret ettim, Beşparmak
Dağları’nda şehit düştüğü alanı gezdim veBoğaz Şehitliği’ni
ziyaret edip mezarı başında ağlayarak dua ettim.
Bu ziyaretten tam 29 yıl sonra; 2004 Atina Olimpiyatları
için Kıbrıs’a kamp yapmaya gitmiştik. Bildiğiniz gibi Kıbrıs
Türkleri uygulanan ambargolar dolayısıyla uluslararası
yarışmalara katılamıyorlardı. Bu sebeple Türkiye Boks Milli
Takımı olarak Kıbrıslı kardeşlerimizin yurdunda bir kamp
yapma kararı aldık ve Kıbrıs’ta bir hazırlık müsabakası
tertip ettik. Azerbaycan ve Romanya milli takımları da davet
edilmişti. Ancak Romenler son anda gelmedi. Azerbaycan Boks
Milli Takımı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Boks Takımının
katılımlarıyla üçlü bir turnuva düzenledik. Olimpiyatların
yapılacağı yer Atina idi. Yunanistan’da yapılacak, denildiği
zaman duygulanmıştım. Boksörlerimizi Kıbrıs’a götürdüm ve
kampa girdik. Bir gün bütün sporcularımı şehitliğe götürdüm.
Kıbrıs Türklerine yapılan katliamları onlara anlattım. Bu
ziyaretimiz o kadar güzel bir tarihe denk gelmişti ki, 17
Kasım günüydü. Bu gün, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin
kuruluş yıldönümü idi. Boğaz Şehitliği’ni gezerken
sporcularımız, şehitlikte, ağabeyim Mustafa Uygur’un
mezarını da görmüşlerdi. Daha da duygulandılar ve bana dönüp
dediler ki, “Hocam, üzülme.” “Nasıl üzülmeyeyim” dedim, “o
benim ağabeyimdi… Sizlerden bir isteğim var” dedim.
“Atina’da şanlı bayrağımızı göndere çektirirseniz, benim
üzüntümü hafifletmiş olursunuz. Sizlerden Atina’da madalya
bekliyorum.” dedim. Ve iyi bir hazırlık yaptıktan sonra
Atina’ya gittik. Atagün Yalçınkaya isimli sporcumuz
müsabakalarda büyük bir başarı göstererek finale
yükselmişti. Çok şükür bayrağımız göndere çekilmişti.
Atina’dan mutlu bir şekilde ülkemize dönmüştük. Şimdi bütün
temennimiz şehitler vererek büyük bir mücadelenin sonucunda
15 Kasım 1983 tarihinde kurduğumuz Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin gelişmesi, bütün dünya tarafından tanınması
ve Türk askerinin Kıbrıslı kardeşlerimizin yanında olması.
Kıbrıs adasının bir bölümü Türk toprağıdır o toprakları
vatan yapmak için binlerce şehit verdik. Şehitlerimizin
hatıralarına her zaman sahip çıkacağız. Türk milletinin
birliğini ve dirliğini hiç kimse bozamaz. Ben şimdi bizleri
dinleyen öğrenci kardeşlerime bakıyorum; hepsinin gözleri
çakmak çakmak. Bu nezih ortamda Bilge Kağan’ın bir sözünü
tekrarlamak istiyorum; “Ey Türk milleti! Üstte gök
çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, senin ilini, töreni kim
bozabilir?” Kimse bozamayacak; biz tek vücuduz ve tek
milletiz.
Bizleri büyük bir dikkatle dinlediğiniz için çok teşekkür
ediyorum.
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”
Bütün şehitlerimize yüce Allah’tan rahmet diliyor ve
hepinize saygılarımı sunuyorum.
Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan
Ahmet Beye çok teşekkür ediyoruz. Mühim olan geçmişimizi iyi
anlamak, bu gibi programların yapılmasına vesile olan başta
şehit ailelerimizi rahmetle anıyor, gazilerimize
şükranlarımı sunuyorum.
Denktaş, Kıbrıs Şehitleri ve Şehit
İlhanlar Panelinde Konuştu…
Kıbrıs Şehitleri ve Şehit İlhanlar Paneli 24 Aralık Çarşamba
günü Fırat Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’nde saat
19.30’da düzenlendi.
Kıbrıs Şehitleri ve Şehit İlhanlar Paneline Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş,
Elazığ Valisi Muammer Muşmal, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Hasan Erçakıca, Elazığ Belediye
Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu, 8. Kolordu Komutanı
Korgeneral Eyüp Kaptan, Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman
Bağrıyanık, E. Tuğgeneral Nihat İlhan, Fırat Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl, Doğu Akdeniz Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Ufuk Taneri, Elazığ Emniyet Müdürü
Fahrettin Coşkun, Jandarma Alay Komutanı Albay Abdullah
Doğan, Elazığ Ticaret Odası Başkanı Suat Öztürk, Fırat
Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Orhan Kılıç, Yakın
Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ata Atun, Kıbrıs
Türk Mücahitleri Derneği üyesi Metin Aybars, Doğu Akdeniz
Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Harid Fedai, Kıbrıs Türk
Kültür Derneği Başkanı Ahmet Göksan ve Atılım Üniversitesi
öğretim üyesi Doç. Dr. Ulvi Keser, İl Kültür ve Turizm
Müdürü Tahsin Öztürk, İl Milli Eğitim Müdürü Nihat Büyükbaş,
Türkiye Muharip Gaziler Derneği Elazığ Şubesi Başkanı Bilal
Avcıoğlu, Şehit Aileleri Derneği Başkanı Mehmet Çete ve
kalabalık bir davetli topluluğu katıldı.
Atatürk Kültür Merkezi’nde adeta bir Kıbrıs zirvesi
gerçekleşiyordu. Programa Kıbrıs davasının büyük lideri
Denktaş’ın katılması, Nihat Paşanın katılması,
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Hasan Erçakıca’nın katılması ve
konuyla ilgili çok sayıda bilim adamının katılması salonda
büyük bir heyecan yaratmıştı.
Kıbrıs Şehitleri ve Şehit İlhanlar paneli saygı duruşu ve
İstiklâl Marşı’nın okunmasıyla başladı. Daha sonra açılış
konuşmalarına geçildi. İlk konuşma E. Tümgeneral Nihat İlhan
tarafından yapıldı. Daha sonra da kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Hasan Erçakıca’yı dinledik.
açılış bölümünün son konuşmacısı Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş oldu.
Denktaş kürsüye davet edildiğinde salondan büyük bir alkış
sağanağı yükseldi
E. Tümgeneral Nihat İlhan,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin her zaman yanında
olmalıyız…
Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım,
Kıbrıs’tan gelen değerli misafirler, benim vefalı
hemşerilerim, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Acı ama çok mühim bir olayın yıldönümünde hepimiz Elazığ’da
buluştuk. Bilhassa Sayın Cumhurbaşkanımın teşrif etmeleri,
Kıbrıs’tan akademisyenlerin teşrif etmeleri,
Üniversitemizden hocalarımızın katılması beni çok
sevindirdi. Şimdiye kadar gözyaşlarımı içime akıtıyor ve
acılarımı bağrıma basıyordum. Tabii bu acıların silinmesine
imkân yok ama sizlerin sayesinde hafifliyorlar.
Kısa bir özet arz etmek istiyorum.
Başlangıçta Kıbrıs bizimdi, savaş ile İngilizlere verdik;
gelip yerleştiler, giderken de Kıbrıs’ı Rumlara verdiler.
Rumlar, Kıbrıs’a sahip çıkarak Türk halkını ezmeye
çalıştılar. İngiliz, Türk ve Yunan heyetleri Zürih’te
toplanıp karar aldılar. Zürih Anlaşmasına göre Makarios,
Cumhurbaşkanı oldu. Rahmetli Dr. Fazıl Küçük de yardımcısı
olmuştu ama Makarios hiçbir zaman bu anlaşmayı kabullenmedi.
Arkadaşları İçişleri Bakanı Yorgacis. Çalışma Bakanı Tassos
Papadopullos, Sampson, Grivas ile bu işe bir çare bulalım
deyip çalışmaya başladılar. Onun gönlünde “MEGALO İDEA”
yatıyordu. Yani, Ege bir iç deniz olacak; adadaki bütün
Türkler, şiddet uygulanarak baskı altına alınarak
öldürülecek veya göçe zorlanarak gönüllerinde yatan ENOSİS’i
gerçekleştirip adayı Yunanistan’a bağlayacaklardı. Ama bunu
gerçekleştirmek onlara kısmet olmadı.
Bundan 45 yıl önce 24 Aralık 1963’te dünyayı ayağa kaldıran,
bizleri, bütün Türk halkını üzen akla hayale gelmeyen bir
olay gerçek oldu. Kumsal’daki tek katlı evimizin salonunda
akşam üzeri eşim ve üç oğlum, iki misafir hanım, ev
sahibimiz Hasan Gudum ve eşi Feride Hanım, Növber Hanım,
Ayşe Hanım, bir de iki buçuk yaşındaki kızı Işıl, oturmuş
çay içiyorlarmış. Bizim ev Kumsal’da Kanlı Dere’ye çok
yakındı. Bilhassa Papadopullos’un, Grivas’ın ve Sampson’un
yetiştirdikleri insan diyemeyeceğim, insan müsveddesi dahi
diyemeyeceğim yaratıklar Kanlı Dere’deki suyu geçmişler,
arada bir yol geçiyordu, evvela evin giriş pencerelerine
ateş etmişler. Evde kimse olmadığını nasıl öğrenmişler bunu
bende bilmiyordum Sayın Prof.Dr Ata Atun’dan öğrendim. Orada
yaşayan Ermeniler, bu evde doktor binbaşının eşi ve
çocukları oturuyor, evde onlar var kendisi yok diye haber
vermişler. Onlarda cesaret alarak gelip evin penceresinin
önüne, ses çıkmayınca kilitli kapıyı taramışlar ve içeri
girmişler. İçeride bulunanlar paniklemişler, hanım üç oğlumu
alıp evin sol köşesindeki banyonun küvetine koymuş ve
üzerlerine abanmış. Növber Hanım, Ayşe Hanım ve kızı
lavabonun altına sığınmışlar. Hasan Gudum, hemen yatak
odasındaki karyolanın altına, eşi Feride Hanım da tuvalete
sığınmış ama insafsız katiller her tarafa ateş etmişler.
Kapılar kontrplak olduğu için tuvalette bulunan Feride Hanım
başından yaralanmış ve orada şehit olmuş. Banyoya girmişler,
banyoda hanım sırtını siper etmiş yalvarıyormuş. Onu da
kurşunlamışlar; onlarda o arada 27 mermi ile şehit olmuşlar.
Ondan sonraki safhada Ayşe Hanım ve Növber Hanımı kol ve
bacaklarından yaralamışlar; açtıkları ateşle küçük
kızcağızın sağ ayağı dizinden kopmuş; şimdi protezle
yürüyor. Hasan Gudum de sağ kolundan yaralanmıştı.
Ben evde yoktum. 18 Aralık 1963’te Kaymaklı yolunda Girne
Kapısı’nda Yunanlıların bir un fabrikası vardı. Bu fabrikada
bize düşman olan, zaten hepsi bize düşmandı, çalışanlar veya
onların ayarladığı kişiler fabrikanın damından makineli
tüfeklerle o mahalleyi ateş altında tutuyorlardı. O
fabrikanın önünden geçerek evlerine giden iki erkek ve bir
hanımla Makarios’un kurduğu polis teşkilatından üç polis
atışmışlar. O gece alay teyakkuz durumuna geçti. Ben,
dâhiliye mütehassısı arkadaşım ile birlikte Alaya gittim.
Kısa bir hazırlıktan sonra Alayı Gönyeli’ye intikal
ettirdik. Bu arada o zaman üçlü karargah komutanı olan
Yunanlı Korgeneral, bir İngiliz subaya demiş ki “Git bak,
suları ekmekleri yoksa temin edeyim”. Bu söz çok ağırımıza
gitmişti. Bize ekmek de lazım değildi su da lazım değildi...
İngilizlerin oyununu gösteren bir şeye daha parmak
basacağım. Kıbrıs’taki suyu evvela İngiliz Kraliyet
Havalimanı’na getirmişler. Bilahare bize 100 metre
mesafedeki Yunan Alayına getirmişler, oraya koydukları bir
vana ile de bizim alaya bağlamışlardı. O zaman bizim alay
600 kişiydi. Yunan alayı da 930 kişi civarındaydı. İki alay
arasında da Yunan askerlerinin de bizim askerlerimizin de
alışveriş yaptığı bir Ermeni dükkanı vardı. Makara, iplik,
iğne, zarf, kalem gibi şeyler satardı. Öyle zannediyorum ki,
o adam bir nevi alayların hareketleri hakkında bilgi
topluyordu.
Gönyeli’de okulu hemen hastane haline çevirdik. Ben o zamana
kadar hiç otobüs kullanmamıştım. Tabii Alay intikal edince
bir otobüs kalmıştı, personel otobüsü, ona hastanenin
eşyalarını yükledim. Tarlalardan Gönyeli’ye kadar götürdüm.
O arada Kaymaklı’dan yaralıları, torunları sırtlarında
ihtiyar yaşlı kadınları getiriyorlardı. Girne boğazında
yaralananlar da Gönyeli’ye geliyordu. Aralık ayının yirmi
yedisinden sonra Üçlü Karargah’ta görevli Kurmay Albay Hasan
Sağlam zırhlı bir araç ile alaya geldi. Dedim ki “Komutanım,
ben ayın on sekizinden beri evime gidemedim, acaba bizim
çocuklar ne oldu?” Dedi ki “Hiç bir şey olmaz. Onlar
evlerinde oturuyorlar”. “Beni götürür müsünüz?” dedim.
Kendisi Kanlı Dere’nin yanından geçip elçiliğe gidiyordu.
Dedi ki “Ben götüremem sen ambulansa bin de gel”. Ambulans
şoförü eskiden alayın sancaktarıydı, uzun boylu cesur bir
çocuktu. O ambulansı kullandı, ben yanına oturdum. Arka
kapıyı açtık, bir astsubay arkadaş bindi. Bacağının arasına
silahını yerleştirdi. Ben de pencere camını açtım. Şoför
Erol’a da silah vermiştim. Dedim ki “Kılımıza
dokunamayacaklar. Bir şey olursa hemen ateş edeceğiz”. Kanlı
Dere’yi geçerken Kurmay Albay Hasan Sağlam dedi ki “Asker
sözü ver, eve uğramayacaksın”.
Ben evin önünden geçerken bir göz attım kilit yanmış. Bir
sessizlik, sokakta kimseler yok. Elçiliğe gittim Diş Hekimi
İlhan Bey beni karşıladı. Merdivenleri çıktık, ondan sonra
kayboldu. Sonra bir Hakim Yüzbaşı geldi. Ona dedim ki
“Süleymancığım kaç gündür toz toprak içersindeyim burada
banyo var mı? Bir sabun bir de traş makinesi varsa
istiyorum”. Dedi ki “Tabancanı ve silahını verirsen banyo
yapmana müsaade ederim”. “Niye? Ne oldu ki?” dedim. “Vallahi
bilmem ben öyle düşünüyorum…” dedi. Haberi duyunca intihar
edebileceğimi düşünmüş olmalı ki böyle bir tavır sergilemiş.
Neyse banyoya girdim çıktım Elçi Bey beni istemiş. Gittim
odasına, ayağa kalktı. Dedim ki “Sayın Büyükelçim benim
çocuklarım nerede? Ailem nerede?”. Dedi ki “Maalesef onlar
katledildi…”.
O zaman içime böyle bir ferahlık geldi. Sebebini izah
edeceğim. Rumlar daha evvel subayların, astsubayların
hanımlarını kaçırmaya teşebbüs etmişlerdi. Benim aklıma ilk
gelen “bizim hanımı, çocukları da kaçırdılar; şimdi
çocukları görmek bir daha nasip olmayacak çoban mı
olacaklar, yoksa kafaları beyinleri yıkanacak bize silah mı
çekecekler” diye düşünüyordum. Şehit edildiler deyince
“Vatan sağ olsun” dedim. Büyükelçiye “Yalnız benim
Türkiye’ye götürmem icap ediyor şehitlerimizi” dedim. Dedi
ki “Türkiye ile şu anda bir irtibatımız yok”. O zaman
İngiliz Kraliyet Havalimanı’nda tanıdığım bir İngiliz
Tuğgeneral vardı. Saygılı bir insandı. Ona telefon açtım
dedi ki “Sana nasıl yardım edebilirim”.” Bana yardımınız şu
olacak; bana bir uçak tahsis edebilirseniz ben şehitlerimi
Türkiye’ye götüreceğim”. Dedi ki “Üçlü Antlaşmaya göre ben
sana uçak tahsis edemem yalnız sana bir iyilik yaparım sana
bir zıhlı araç ve kamyon vereceğim şehitleri hemen
havalimanına getir. Buradan İngiltere’ye uçuracağım.
İngiltere’den Hava Kuvvetlerine telefon edeceğim onlar bugün
seni Türkiye’de istediğin yere götürecekler”. Benim cebimde
520 Kıbrıs Lirası vardı. “Ben bu parayla İngiltere’ye nasıl
gidebilirim, hayır” dedim. “Hemen Kızılhaç müdahale edecek,
bir kuruşun bile gitmeyecek. Bizim Kızılhaç’ımız bu işlerde
çok beceriklidir. Hemen seni götürecekler”. Tam
merdivenleri indim, araç gelmişti. Arkadaşlar, hemen bizim
eve gittiler. Marangoza alelacele tabut yaptırmışlar.
Şehitlerimi elbiseleriyle koymuşlar tabutlarının içersine
üzerlerine bayrak çekmişler, kamyona koymuşlar. Ben de
gönderilen zırhlı araca bindim. Aracı kullanan kişi ile
aramızda bir makineli tüfek vardı. Lefkoşa havalimanına
gidiyorduk.
Kraliyet Havalimanı’na gitmeden, elçiliğin merdivenlerden
inerken dediler ki “Genel kurmay Başkanı Cevdet Sunay seni
arıyor”. “Buyurun komutanım” dedim. “Evladım başın sağ olsun
şimdi iki uçak gönderiyorum birine kaç yaralı varsa onları
bindir, birine de kendi evlatlarını ve eşini koy hemen
Ankara’ya gelin”. Emri yerine getirdik, demin anlattığım
gibi havalandık. Beşparmak Dağları’nı geçtik, Toroslar’a
geldiğimiz zaman pilot dedi ki “Cevdet Sunay Paşa seni
arıyor”. “Hayrola” dedim. “Evladım, sen 6-7 Eylül
hadiselerini biliyorsun değil mi?”. “Evet biliyorum o zaman
üsteğmendim” dedim.” Buraya gelirsen Ankara yıkılır Esenboğa
yolu, Etimesgut yolu kapalı. Eğer Ankara’ya gelirseniz halk
buradaki gayrimüslimleri katleder. Senden rica ediyorum
şehitlerini Elazığ’a götür”. “Peki Elazığ’a nasıl
gideceğiz?” dedim. “Sana emir veriyorum, sen pilota emir
ver”. Böylece Elazığ’a gittik.
Elazığ’da iken sonradan orgeneralliğe kadar yükselip
emekliye ayrılan Adnan Ersöz Paşa Tümen Komutanı idi. Bizi
babam, kardeşlerim ve bütün Elazığ halkı sağ olsunlar
havalimanında karşıladılar. “Vatan sağ olsun” dedim.
Üzülüyoruz, üzülmemek imkansız… Cenazeleri, Elazığ Askeri
Hastanesi’ne götürdük. Çocuklarımın elbiselerini
çıkarttığımız zaman gördüklerim çok feciydi. Hanımın
sırtından giren mermiler kalbini parçalamış çıkmış.
Çocukların sırtından giren mermiler onların kalbini
parçalamış. Henüz 10 aylık olan oğlumda yara bere yoktu, o
da boğulmuş mu bilmiyorum. Hastanede yıkarken kanıyordu
yaraları sanki hiç ölmemişlerdi… Üzüntüm şuydu; ben çok iyi
bir cerrahtım niye yanlarında yoktum; niye yardım edemedim?
Şimdi hep onu düşündükçe ağlar dururum. Onları Elazığ’da
toprağa verdikten sonra kız kardeşim ile birlikte Erhaç’tan
uçakla Ankara’ya gittik.
Genelkurmay Başkanlığı’na gittim. Odada Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Cevdet Sunay ve yanında İkinci Başkanı Orgeneral
Memduh Tağmaç vardı. Bir de Genelkurmay İstihbarat Başkanı
vardı. Bir rapor yazmıştım bir gecede, o raporu kendilerine
arz ettim. Genelkurmay Başkanımıza da dedim ki “Komutanım
ben Kıbrıs’a gitmek istiyorum”. “Hayır” dedi. “Kıbrıs’a
gidemezsin”. “Gitmek istiyorum başka hiçbir görev kabul
etmem” dedim. Dedi ki “Kıbrıs’a haber verelim istiyorlarsa
git”. Kıbrıs’tan çok şaşırtıcı bir cevap geldi. “Efendim çok
cesur, iyi bir asker, iyi bir hekimdir ama Kıbrıs’a döndüğü
zaman Türk Kuvvetleri Alayı’na ve Rumlara reaksiyonunun
ölçemeyiz”. Kaderime razı oldum. Evvela dediler ki “Seni
kurye yapacağız”. “Benim kolumda altın bileziğim var. Ben
kurye olamam Benim için çok zor bir görev olur” gibi şeyler
söyleyerek istemediğimi söyledim. “O zaman doğup büyüdüğüm
ekmeğini suyunu içtiğim Elazığ’a gideyim” dedim, razı
oldular.
Elazığ’a geldim, 14 yıl çalıştım. Gücümün yettiği kadar
Elazığ halkına sağlık hizmeti verdim. Bingöl’den, Muş’tan
hatta Diyarbakır’dan hasta gelirdi. Senede 800 civarında
ameliyat yapardım. Boş zamanlarımda hastanenin bahçesine çam
ağaçları diktim. 14 yılın sonunda tuğgeneralliğe terfi
ettirildim. Ankara’da Mevki Asker Hastanesi’nde 2 yıl
başhekimlik yaptım. Daha sonra 3 yıl Kara Kuvvetleri
Komutanlığı’nda Sağlık Daire Başkanlığı yaptım ve nihayet
1982 yılında emekli oldum. Tekrar Elazığ’a döndüm, Elazığ’ı
çok severim, her şeyimi Elazığ’da kazandım.
Bir gün Cumhurbaşkanı Kenan Evren Paşa telefon etti “Derhal
Ankara’ya gel” dedi. Ankara’ya gittim “Buyurun komutanım”
dedim. “Seni Çocuk Esirgeme Kurumu’na Genel Müdür olarak
tayin ediyoruz” dedi. “Komutanım ben Kara Kuvvetleri’nde
Sağlık Daire Başkanıyken zatıaliniz beni göndermiştiniz.
Çocuk Esirgeme Kurumu’nun bazı birimlerini görmüştüm. Ben
oranın altından kalkamam; çok bakımsız, çok sıkıntılı bir
kurum” dedim. Dedi ki “Ben sana bizzat yardım edeceğim”. O
zaman kabullendim. Türkiye’deki mevcut çocuk yuvalarını, kız
ve erkek çocuk yetiştirme yurtlarını ve ayrıca huzur
evlerini en az beş defa gördüm. Bitlis’e gittim, çocuk
yuvasının duvarı yıkılmış, taşları yirmi metre dereye
yuvarlanmış. Çocuklar oradan bir düşse hayatını kaybedecek.
Bir defterim vardı her gittiğim yerde notlar alırdım; ara
sıra açar bakardım nerede neye ihtiyaç var diye.
Ağrı’ya gitmiştim bir gün, kurumun aracı yok. Denizli’de bir
fabrika kurduk, bütün yetiştirme yurtlarına yatak ve diğer
ihtiyaçlarını temin ettik. Evren Paşa bana hep destek oldu.
Birçok yere birlikte gittik. Çocuk Esirgeme Kurumu, benim
zamanımda çok kalkınmıştı
Sözlerimi tamamlamadan evvel bir hatıramı sizlere anlatmak
istiyorum.
Atatürk, 1937 senesinde hastalanmadan önce yanına Sabiha
Gökçen’i de alarak Elazığ’a geldi. Elazığ’dan Tunceli’ye
gitti. Bizim ev eski Devlet Hastanesi’nin yukarısında solda
bahçe içersindeydi. Rahmetli Müzeyyen Ablam ile caddeye
çıktık el kaldırdık. İndiği zaman gördüm ki çok ince keçi
derisinden bir iskarpini var, kahverengi ipek çorapları,
golf pantolonu. Ceketinin üstten cepleri var, arkası
yırtmaçlı fakat kemeri yok bitişik dikilmiş. Sabiha Gökçen,
her zamanki giydiği kıyafetini giymiş. Ablamla birlikte
elini öptük. Ablamın saçlarını eliyle okşadı “Kızım okuyor
musun? dedi. “Efendim, ben ilkokulu bitirdim, ortaokulu
bitirdim, lise olmadığı için liseyi okuyamıyorum”. Hemen
Sabiha Gökçen’e dedi ki “Adresini al yahut ta atlasın
arabaya götürelim Bursa Öğretmen Okulu’na verelim”. Ablam
başladı ağlamaya. Gitmek istemedi, arabaya binmedi. Atatürk
bana baktı, eliyle yanağımı sıktı, gülerek o güzel
gözleriyle, o güzel yüz ifadesiyle “Sen nerede okuyorsun?”
dedi. “İlkokulda” dedim. “Ne olacaksın?”. Bir doktor
akrabamız vardı. Küçüklüğümden itibaren doktor olacaksın
doktor olacaksın diye diye zihnime kazımışlardı “doktor
olacağım” dedim. Dedi ki “Doktor da olursun her şey olursun
evladım oku”. Bende şöyle bir his hasıl oldu; Atatürk’ü
görmek herkese nasip olmadı, yaşım itibariyle bunu arz etmek
istedim.
Efendim teşriflerinizden dolayı bugünkü anıt açılışında
Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Valimiz, Sayın Belediye
Başkanımız ve Elazığ halkının, Kıbrıs’a, bana, Sayın
Cumhurbaşkanıma gösterdikleri ilgi için ayrıca teşekkür
ederim. Sayın Cumhurbaşkanımın huzurunda şunu ifade etmek
istiyorum; Türkiye Cumhuriyeti’nin, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin her zaman yanında olmasını ve yavru
vatanımızı her zaman koruyup kollamasını istiyoruz ve
bekliyoruz. Kıbrıs Türklüğü’nün ilelebet bağımsız olarak,
bir daha hiçbir acı çekmeden, varlığını birlik ve beraberlik
içersinde sürdürmesini temenni ediyorum.
Hasan Erçakıca,
Kıbrıslı Türklerin hür ve özgür yaşaması hedefine bağlıyız..
Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım,
Sayın Rektörüm, yurtsever Elazığlılar ve değerli gençler.
Bugün öğleden sonra çok duygusal bir törene tanık olduk.
Sayın İlhan’ı dinlerken yeniden duygulandık. Kendisiyle
birlikte bizler de o günleri yeniden anımsadık. Bugün tören
alanında da söylemiştim. Bizim için önce karanlık günler
olarak yaşadık o günleri. Fakat bugün baktığımız zaman o
günlerin birer kahramanlık destanı yazılan günler olduğunu
öğreniyoruz, biliyoruz. Bilinmeyen günler de
araştırmacılarımızın sayesinde ortaya çıkıyor. Öğreniyoruz,
böylece de o günleri daha sağlıklı olarak değerlendirme
imkânı buluyoruz.
Kıbrıs Türk ulusunun millî davası, bu davanın en önemli yanı
herhalde. Sayın Cumhurbaşkanımızın huzurunda doğru
tanımlayabilecek miyim? Kıbrıs Türk halkının, Kıbrıs Rum
halkının idaresinde yaşamamak için ortaya koyduğu iradedir.
Bu iradenin somutlaştığı direniş hareketleridir, siyasî
mücadelelerdir. Bugün törende heyecandan yeteri kadar ifade
edemedim. Bu direniş yani Kıbrıs Türk halkının, Kıbrıs Rum
halkının idaresi altında yaşamama direnişi devam ediyor.
Aslında bu 1950 lerde bu direnişin şekli başkaydı. Sonra
1960 antlaşmalarıyla bir ortak cumhuriyet kuruldu. Bir iki
yıl bir tartışmalı ortaklıktan sonra 1963 yılının Aralık
ayında az önce Sayın Nihat İlhan’ın anlattığı acı dolu
günlerle beraber Sayın Cumhurbaşkanım bugün törende de
vurguladılar, pek çok şehit verdik. Bunun gibi çok acı
yaşayan insanlarımız oldu. Neredeyse her aileden kaybımız
vardır. Bu anlamda Kıbrıs Türk halkı bir direniş destanı
yazdı. 1974’te Barış Harekâtıyla Kıbrıs sorunu yeni bir
safhaya girdi. Aslında bizim dünyayla olan işlerimizi
düşündüğümüz zaman direnişimiz devam ediyor. Bugün Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne sahibiz. Tamamen ayrı bir
yönetime sahibiz. Yani bir anlamda kendi kendimizi
yönetiyoruz. Kıbrıs Rum halkının idaresi altında değiliz.
Ama başka gerçeklerle de yüz yüzeyiz. Bütün dünya Kıbrıs’ın
tek bir devlet olmasını istiyor. Bundan dolayı Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’ni tanımayı reddediyorlar. Bunun günlük
haber akışı içersinde yeni örneklerine sizler de tanık
olmaktasınız. Bu anlamda bu mücadelenin yani Kıbrıslı
Türklerin kendi kendini yönetme mücadelesinin yeni bir
evresinde olduğunu söylemek istiyorum. Çünkü dünyadan
gördüğümüz baskı, bir yerde Kıbrıs Rum halkının idaresini
kısmen de olsa kabul ederek buna yeni bir ortaklık
denilecek; ama daha fazla Kıbrıslı Rumların egemen olacağı
bir yeni anlaşma veya Kıbrıs Rum liderliğinin deyimiyle
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devam edeceği, ama biraz şekil
değiştireceği, yeni bir düzen yaratma baskıları altındayız.
İşte buna karşı da dediğim gibi direniş devam ediyor. Bir
anlamda bugün bir mücadele süreci içersindeyiz. 2004
yılındaki referanduma nasıl gelindiğini Annan Planı’nın
nasıl ortaya çıktığını anlatmayacağım, ama, 2004 Nisanındaki
referandumda bütün restlerine, aramızdaki bütün görüş
farklarımıza karşı evet dediğimiz Annan Planı, Kıbrıslı
Rumlar tarafından reddedildi. Buna rağmen hâlâ baskı gören
biziz. Bu şekilde Kıbrıs Rum tarafı Avrupa Birliği’ne üye
olmanın avantajlarından da faydalanarak Kıbrıs’ta kendi
istediği gibi bir çözümü dayatmanın gayreti içerisindedir.
Bu nedenle bu gün müzakere masası vardır. Ama biz müzakere
masasında görüyoruz ki Kıbrıs Rum tarafı bizim bütün
risklerine rağmen altını çize çize söylüyorum aramızdaki
görüş farklılıklarına rağmen referandumda “Evet” dediğimiz
Annan Planı çerçevesinde bir çözüme dahi yanaşmıyor. Masaya
koydukları öneriler şimdi bu günlerde devam eden
müzakerelerde Annan Planından çok uzak önerilerdir. Tabii,
buna karşı biz de mücadele ediyoruz. Biz de bütünüyle Sayın
Cumhurbaşkanımızın dediği gibi Sayın Talat’ın dediği gibi
biz de Annan Planına bağlı değiliz belki. Ama aslında hem
Rum tarafının hem bizim Annan Planından bu kadar
uzaklaşmamız müzakere masasındaki belirsizliğin bir
göstergesidir. Biribirimizden ne kadar uzak noktalarda
olduğumuzun bir göstergesidir. Ama ne olursa olsun burada
müzakereleri anlatmaya fırsatım yoktur. Çünkü daha
konuşmacılar yerlerini bile almadılar. Onlara fırsat
vermemiz gerekiyor. Benim anlatmaya çalıştığım bugün
müzakere masasında bile bu direnişin yani 1950’lerden
başlayın 1963’ten sonra yeniden devam ettiğidir. Çünkü
Kıbrıs Rum tarafı uluslar arası çevrelerden aldığı güc ile
dir ki bunu her gün yaşıyoruz. Güvenlik Konseyi Daimî
Üyelerinin en azından ekseriyeti katıksız bir şekilde Kıbrıs
Rum tarafının destekçisidir. Avrupa Birliği’ne zaten
üyedirler. Haksız yere üye olmuşlardır. Uluslararası hukukun
kuralları, Kıbrıs ile ilgili antlaşmaların hükümleri
çiğnenilerek üye olmuşlardır. Ama artık üyedirler. Burada
çok değerli hocalarımız vardır, Sayın Cumhurbaşkanım vardır,
uluslararası siyasetin gerçeklerini anlatacak durumda
değilim. Ama bu bir güc savaşıdır ve bu, kazanımları
Rumların lehine olan unsurlardır. Bu anlamda dediğim gibi
bizim bir direniş içerisinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Ne
olursa olsun, bugün törende de söylediğim bir hususu tekrar
etmek istiyorum. Kıbrıs Türk halkının kendi kendini
yönetmesi anlamını taşımayacak hiçbir anlaşma, bu müzakere
sürecinden çıkmayacaktır. Tamam, dünya Kıbrıs’ı bir bütün
olarak karşısında görmek istiyor, uluslar-arası
politikalarda bir tek muhatap olarak karşısına almak
istiyor. Biz buna evet dedik. Sayın Cumhurbaşkanı Sayın
Denktaş belki eleştireceklerdir, ama tek uluslararası
kimliğe tek egemenliğ tek vatandaşlığa “evet” dedik. Ama
Sayın Talat’ın Hiristofyas ile birlikte yaptığı ortak
açıklamalarda, ki bunlar bir anlamda şimdiki müzakere
çerçevesini de belirlemektedir, bunların prensip anlaşmaları
olduğu, aynı zamanda Kıbrıs Türk Halkının Kıbrıs Rum Halkı
ile siyasî eşitliğinin esas olduğu, iki kurucu devletin yeni
kurulacak bu yeni ortaklık devletinde iki kurucu devletin
olacağı ve bu iki kurucu devletin de eşit statüde olacağı bu
çerçevenin içinde vardır. Biz özellikle bu unsurlardan
faydalanarak bir ortaklık devleti kurmaya hazırız. Ama bu
ortak devletin kararlarının yani hangi kararlarla ulusal
alanda temsil edileceği inisiyatifinin ne olacağı Kıbrıs
Türk Halkının ve Kıbrıs Rum Halkının eşit kararları ile
belirlenecektir. Yani yeni bir ortaklık devleti
kurulacaktır. Bu devlet Kıbrıs’ı uluslararası alanda temsil
edecektir. Bu olmadığı sürece Kıbrıs’taki durum şimdiki gibi
devam edecektir. Kıbrıslı Türkler şimdiki şekli ile kendi
kendilerini yönetmeye devam edeceklerdir. Yani Kıbrıslı
Türkler’in kendi kendilerini yönetmeyeceği herhangi bir yeni
düzen kurulama, kurulmayacaktır. Bu durum sadece bizim
siyasî sorumluluğumuzda değildir. Cumhurbaşkanımız Sayın
Talat adına söylüyorum: Aslında bizim Kıbrıs tarihinde yer
alan, kanını canını veren, terini akıtan herkese karşı Türk
Ulusuna karşı Kıbrıs Türk Ulusuna karşı sorumluluğumuzdur.
Sayın Cumhurbaşkanımızın masada bu bilinçle olduğunun
bilinmesini istiyorum. Bu vesile ile şehitlerimizin
huzurundan bir kere daha saygıyla ayrılıyorum. Onlara
Tanrıdan rahmet diliyorum. Ama inanıyorum ki huzur
içerisindedirler. Çünkü biz bu mücadeledeki onların çizdiği
esas hedefe, yani Kıbrıslı Türkler’in hür ve özgür yaşaması
hedefine bağlıyız. Sonuna kadar da bağlı kalacağız. Teşekkür
ediyorum.
Rauf R. Denktaş,
Kıbrıs Şehitlerini konuşurken, Kıbrıs’ı konuşmamak mümkün
değil…
Sayın valim, askeri ve mülki idare temsilcileri, sayın
belediye reisim ve kalbimizin içersinde yer almış olan
değerli paşam.
Bu akşam bize Türk ulusunun gücünü gösterdiniz. 4 şehit
verdiniz. “Vatan sağ olsun” dediniz, acılarınızı yüreğinize
akıttınız ama yine de ayakta durarak vatana hizmet ettiniz,
burada Elazığ’da!
Elazığlıların verdiği şehit albümüne baktım. İçim yandı.
İçimiz yanıyor. Ama her acı bir kararlılık vurgulamaktadır;
o bakımdan bu bayraktan, bu hürriyetten vazgeçmeyeceğiz;
Atatürk’ün bize vermiş olduğu ne varsa koruyacağız, diyoruz.
Bir Fransız’ın geçen yılbaşı gönderdiği bir kartta şu sözler
vardı. “Türkiye! sana Atatürk’ü ihsan ettiği için Allah’a;
ondan sonra ne bulmuşsan Atatürk’e şükret!” Her genç bunu
kalbine yazsın; onun göstermiş olduğu yoldan ayrılmayalım; o
yol milli varoluş ve mukavemet yoludur, baskılara karşı
direniş yoludur! Uluslararası baskılar sizin menfaatiniz
için yapılmaz, kendi menfaatleri için yapılır, kendi
çıkarları için yapılır. Bunu değerlendirmek ve diri durmak
lazım.
Sayın Talat’ın; Cumhurbaşkanımızın sözcüsü sayın Erçakıca
bize güzel bir değerlendirme yapmıştır. Kendisine teşekkür
ediyoruz. Ona söylemek mecburiyetindeyim. Başlatılan
müzakerelerin temeli tek halk tek egemenlik tek devlet
olduğuna göre bizim için çıkış yolu yoktur! Bu bizi çok zor
durumlara getirir. Bazı noktalarda direneceğiz diyorsunuz;
tabiatıyla direneceğiz ama o direniş yapay bir direniş
olacak çünkü başlangıç noktamız sağlam değildir. Annan
planından bahsettiniz. Annan planı zaten yoktur; ret
edildiği için ben yokum, beni unutun diyen bir plandı; plan
ret edilince ortadan kalktı.
Bizim dayanacağımız gerçekler var: Türkiye Büyük Millet
Meclisinde (Annan planından önce geçmiş olan) iki
kırmızıçizgimiz var: Kıbrıs’ta iki halk, iki egemenlik
Türkiye’nin garantörlüğünün devamı! Annan planı ile bu milli
karar kenara itilmiş olmuştu, ama şimdi Türkiye bu
gerçekleri vurgulamaktadır. Dolayısıyla, bizim Kıbrıs’ta
Türkiye’nin elini güçlendirmek için Türkiye’nin de ötesinde
bir şeyler istememiz gerekmektedir ki Türkiye’nin pazarlık
gücü artsın. Bu, pazarlıkta çok önemlidir.
Bugün buraya Kıbrıs meselesini konuşmak için gelmedik ama
Kıbrıs şehitlerini konuşurken Kıbrıs’ı konuşmamak mümkün
değil. Bakınız niye şehitler verdik, niye direndik? Sayın
Erçakıca’nın da söylediği gibi ortaklık devleti vardı, bu
devletin içerisinde bizim söz hakkımız, veto hakkımız vardı.
Önemli konularda veto ile gidişatı durdurabilirdik. Şimdi
iki kurucu devlet diyorlar ya bu iki devlet değil, iki
kurucu eyalettir. 1960 Antlaşmasında kurucu ortaklık,
fonksiyonlar açısından iki hükümet, iki cemaat devleti
vardı. Bu eşit statüde Cemaat Meclislerinin kendi
alanlarında icra yetkileri, vergi koyma yetkileri vardı.
Rumların Enosis için başlattıkları olaylar nedeniyle
hükümetler ve ortaklar tamamen ayrıldı. Şimdi bunları
birleştireceğiz ve 1960’ta olduğu gibi Rum ile beraber
olacağız. Bu mümkün değildir. Üç yılda bu yeni anlaşmayı da
yok ederler.
Rumlar “Kıbrıs” olarak Kıbrıs’ı Avrupa üyesi yaptılar;
güçlüdürler bize baskı yapıyorlar; bizim cevabımız şu
olmalıdır: Siz Kıbrıs’ı üye yaptık diyorsunuz, çok
affedersiniz nah yaptınız, eli kanlı soykırıma teşebbüs
etmiş olan sizleri, biraz evvel işittiğiniz canavarlığın
asıl yapımcıları ve sorumluları demokrasiyi çiğneyen her
şeyi çiğneyen sizleri, yıktığınız ortaklık devletinin Rum
ortağını, “Kıbrıs” olarak üye yaptık diyorsunuz; hayır
yapmadınız, çünkü 1960 anlaşması diyor ki Türkiye’nin üye
olmadığı bir yere Kıbrıs giremez. Ortada Kıbrıs yoktur;
ortada tek bir Kıbrıs Rum idaresi var, Kıbrıs Türk idaresi
var! Kıbrıs Rum idaresini siz 100 sene daha bütün Kıbrıs’ın
idaresi ve hükümeti olarak tanısanız da biz kabul etmedikçe
meşru hükümet olamazsınız! Türkiye’yi Kıbrıs’tan söküp
atacak kuvvet yoktur! Türkiye olarak en haklı, en güçlü bir
davanız var. Bu hukuken öyledir, siyasi açıdan öyledir,
fiilen öyledir. O halde Avrupa birliğine söylenecek söz “sen
Türkiye’ye bu eli kanlı Rumları meşru hükümet olarak tanısın
diye baskı yapamazsın; buna hakkın yok; benim ülke olarak
tanıyacağım hükümet ortaklık hükümetiydi, bu 1963’te
yıkılmıştır, ortaklar ayrılmıştır, şimdi bir araya gelmeleri
için iki şey istiyoruz: birincisi, Rum liderliğinin Türklere
yaptıkları için özür dilemeleri! yaptıkları için tazminat
ödeyeceklerini kabul etmeleri! Dünyaya gidip de “Kıbrıs
meselesi 1974’te Türkiye’nin işgaliyle başladı” yalanından
vazgeçmeleri! Bu yalanı söyledikleri sürece masada hiçbir
şey olmaz. Tazminatları verecekler mi; suçlarını kabul
edecekler mi ki aynı yanlışı bir daha yapmayacaklarından
emin olalım.” İkincisi gerçekler üzerine hal çaresi!
ortaklığı yıkmak suretiyle meydana gelmiş olan gerçekler
üzerine barış olamaz. Statüko kabul edilemez. Görüşmelerden
maksat bu yıkımı meşrulaştırmak değildir. Türk ortak 20 yıl
sabrettikten sonra bugün müzakerelerde ele alınmış her şeyi
konuştuktan sonra ve Rumların her defasında görüşür gibi
yapıp Kıbrıs’a sahip çıkmanın ötesinde bir niyeti olmadığını
tespit ettikten sonra kurulmuş olan bir cumhuriyet var; 25
yaşında KKTC! Bu yokmuş gibi davranarak masaya oturulmaz!
Talat-Hristofyas görüşmelerinde maalesef bu yapıldı. KKTC
yokmuş ve olmayacakmış gibi davranıldı; bundan geri adım
atmamız lazım! Türkiye mademki iki devlet esasına dönmüştür,
bizim de buna dönmemiz lazımdır! Şehitleri niçin verdik?
Ortaklıktaki haklarımızın korunması için verdik! Ne idi o
ortaklığımızın esası? Kıbrıs’ın bağımsızlığında ve
egemenliğinde eşit hak! Sen bizi silah zoruyla ortaklıktan
atınca biz o hakları koruyarak ayrıldık. Türk Mukavemet
Teşkilatı bütün köylerde teşkilatlandı. Dr. Fazıl Küçük’ün
başkanlığındaki Türk idaresi kuruldu. Makarios’a bir gün
bile boyun eğilmedi. Niçin? Çünkü Kıbrıs’ın egemenliğinde ve
bağımsızlığında ortaktık. 20 yıl bekledik egemenliğimizi ve
bağımsızlığımızı en nihayet Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
ile somut hale getirdik. Bunu kabul edeceksiniz!
Birleşme isteyen dünyaya bunları anlatmak lazımdır. Birleşme
şöyle de olur: bir küpün içersinde yüzde seksen Rum, yüzde
yirmi Türk suyu dökersiniz; hepsi bir olur, Türk kaybolur!
Ne hak verilirse verilsin şimdi federasyon yoluna çıktık!
Kiminle? Yüzde 65 genç Rum, Türklerle bir arada yaşamak
istemiyor; Rumların genelde yüzde 45’i de Türklerle bir
arada yaşamak istemiyor. Bunlarla federasyon olur mu? İç içe
yaşam olur mu? Baş papaz, bütün olayların müsebbibi, biz
“Yunanistan’ın uzantısıyız Yunanlı olmaktan zerre kadar
taviz vermeyiz” diyor. Parti liderleri “iki halk iki din iki
dil esası üzerinden bir anlaşmayı asla kabul etmeyiz” diyor!
Neyi kabul ederlermiş? Hristofyas’ın beyanatı: Türk askerini
adadan çıkarmak için başka seçeneğimiz olmadığından
federasyonu kabul ediyoruz; tek hedef Türk askerini adadan
çıkarmak garantörlerden kurtulmaktır!
Bu düşünce barışa temel olabilir mi? Eğer biz, Türkiye
Avrupa birliğine üye olmadan Rum ile birleşip Avrupa
birliğine girersek Kıbrıs’ın bütününü Avrupa Birliği üyesi
yaparsak, o zaman Türkiye’nin en kadim haklarını ortadan
kaldırmış olacağız. “Türkiye yapılacak anlaşmalarda
garantilere devam edecek” dense de, biliniz ki bu sadece
kağıt üzerinde kalır! Avrupa birliği Türkiye’ye Kıbrıs’ı
dokundurmaz; mümkün değildir; kendi kendimizi kandırmayalım!
Hristofyas Federasyon Türk askerinden kurtulmak için tek
seçenektir; diyor. Daha ne desin? Enosis yapmak için savaş
açtılar Türkiye geldi ve bunu önledi. Rum liderlerine göre
bu savaşta ölenler özgürlük kahramanıymış, ruhlarının sükun
bulması için Hristofyas’ın partisi önde olacak ve çözüm
devleti, halkı, kurumları ve ekonomiyi devletin federal
yapısıyla birleştirecek, Kıbrıs’ı işgalden, her türlü
yabancı bağımlılığından, yerleşiklerden kurtaracak, geri
dönüş ve mülkiyet hakları da dahil olmak üzere insan hakları
ve temel özgürlükler tesis edilecek bir çözüm olmalıymış.
Bunu Sayın Talat da bilmektedir. Türk hükümetiyle sayın
Talat’ın arkadaşları oturmalı, sağlıklı bir değerlendirme
yapmalı, bizden bunları isteyenlere, Rum tarafına, bunların
asla verilmeyeceği açıkça söylenmeli ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ne sahip çıkılmalıdır.
Tekrar şehitlere dönelim. Kıbrıs’ın topraklarında 60-70 bin
Türk şehidi yatmaktadır; bunlara en son mücadelede
binlercesi daha eklenmiştir. Ben 5-6 yaşlarında iken dedem
bana şehitlikleri gösterirdi; her sokağın başında şehit
mezarları vardı; kadınlar gider mum yakarlardı ve Rum
belediyeleri yol genişletirken bunları yıkar, evlerde
bunların acısı yaşanırdı. Dedem İngilizlerin gelişini
yaşamış ve 17-18 yaşlarında bir genç olarak Türk bayrağının
gönderden indirilişini İngiliz bayrağının çekilişini
görmüştü. Bana bunları; çektikleri acıyı anlatır ve teselli
olarak da “gittiler ama yine gelecekler, ben görmeyeceğim
ama sen göreceksin” derdi. 1960 anlaşması yapılacağında
ısrarla Türk alayının gelmesini sağladık. 1878’de
İngilizlerin gelişini, Türk bayrağının gönderden
indirilişini hatırlayan 8-9 kişi buldum bütün Kıbrıs’ta ve
bunları Türk Alayının geleceği Mağusa limanına getirdim;
onları sandalyeye oturtturdum, rahmetli Turgut Sunalp Alay
komutanı ona rica ettim, böyle böyle bu hikaye şu sancağı
bunların önünde aç dedim. Sancak, bu ihtiyarların önünde
açıldı; bayrağa hasrettik; ihtiyarlar ağlayarak sancağı
öptüler. Allah’a şükrettiler.
Sevgili gençler Atatürk’ün nutkunu okuyunuz. Atatürk
olmasaydı bu ezan seslerini duymayacaktınız, bu bayrak
gönderde olmayacaktı, bunun acısı nedir biliniz, bunları
düşünerek tarihinizi, Atatürk’ün Nutkunu, Çılgın Türkleri
okuyunuz, okuyunuz ve yine okuyunuz! Bu vatanın sizin
olduğunu, daha doğrusu sizin emanetçiler olduğunuzu, bu
vatanın toprağı vatan yapmak için ölen şehitlerin olduğunu
bilerek her attığınız adımda bunu düşünerek yaşayınız; her
şeyimizi onlara borçluyuz; vatanın sahibi onlardır; onlara
ihanet edemezsiniz; onların kemiklerini sızlatamazsınız.
Eğer atılacak yanlış bir adımla Türk askeri boynu bükük
olarak adadan çıkmayacaksa (Allah o günü bize göstermesin)
Türkiye’nin stratejik açıdan güvenliği açısından
vazgeçemeyeceği bir ada olan Kıbrıs’ta yıllardır Türkiye
sayesinde var olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne sahip
çıkılmalıdır. Devlet kurmak sancılarla olur, kanla olur.
Devlet kurduk şerefimizdir, namusumuzdur bu devletten şu ya
da bu yazılı anlaşma için vazgeçmek doğru değildir. Teşekkür
ederim.
Paneli Prof. Dr. Orhan Kılıç
Yönetti..
Açılış konuşmalarının tamamlanmasından sonra hiç ara
verilmeden panele geçildi. Fırat Üniversitesi rektör
yardımcısı Prof. Dr. Orhan Kılıç’ın yönettiği toplantıya
Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ata Atun,
Atılım Üniversitesi öğretim Üyesi Doç. Dr. Ulvi Keser,
Kıbrıs Türk Kültür Derneği başkanı, Ahmet Göksan, Fırat
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü Müdürü Doç. Dr. Erdal
Açıkses ve yine Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim
üyesi Yrd. Doç. Dr. Ergünöz Akçora konuşmacı olarak katıldı.
Gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam eden bu bilgi
şöleninde Kıbrıs Türklerinin haklı mücadelesi bilim adamları
tarafında detaylı olarak ortaya konuldu.
Prof. Dr. Orhan Kılıç,
Nihat Paşamın şahsında metaneti, dirayeti, nezaketi ve
disiplini gördüm…
Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Valim;
Şu anda çok duygulu anlar yaşıyoruz. Sözün bittiği yer,
Sayın Cumhurbaşkanımızın konuşmalarından sonra oraya geldik
gibi; vahşeti, barbarlığı, kahpeliği dinledik. Elazığ’ın ve
Elazığlının şahsında vefayı gördük. Sayın Paşamın şahsında
metaneti, dirayeti, nezaketi ve disiplini gördüm. Sayın
Cumhurbaşkanımızın şahsında bilgeliği gördüm. Çok fazla bir
şey söylemeye gerek yok; bu işin duayenleri burada; fakat
bir tek şey söylemek istiyorum. Eminim ki şu an evlatlarınız
ve eşiniz de bizleri görüyor ve dinliyor Sayın Paşam.
Ben müsaadeniz ile panelistleri davet etmek istiyorum. Prof.
Dr. Ata Atun: Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi; Doç.
Dr. Ulvi Keser: Atılım Üniversitesi öğretim üyesi; Ahmet
Göksan: Kıbrıs Türk Kültür Derneği Genel Başkanı; Doç. Dr.
Erdal Açıkses: Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü
Müdürü ve Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi;
Yrd. Doç. Dr. Ergünöz Akçora. İlk sözü Sayın Açıkses’e
vermek istiyorum. Kıbrıs meselesinin tarihi gelişimini ve
altında yatan gerçekler konusunda bir konuşma yapacaklar.
Süreyi 15 dakika ile sınırlandırıyoruz. Buyurun, mikrofon
sizin.
Prof. Dr. Erdal Açıkses,
Kıbrıs Adası Rumlar tarafından sorun hâline getirilmiştir.
Teşekkür ediyorum. Sayın başkan, süreyi aşmadan konuşmamı
tamamlamaya çalışacağım. Tebliğimizin başlığı; Kıbrıs
Meselesini Doğuran Sebepler, Megali İdea ve Enosis
Prof. Dr. Erdal AÇIKSES[1]
Ayhan CANKUT[1] [1]
Kıbrıs sorununun temelleri, Kıbrıs’ı da “Büyük Yunanistan”ın
sınırları içerisinde gösteren “Megali İdea” haritasıyla
birlikte atılmıştır. Megali İdea doğrultusunda yükselen
Yunan milliyetçiliği Kıbrıslı Rumları da etkilemiştir.
Kıbrıs’ın 4 Haziran 1878 yılında geçici olarak İngilizlere
devredilmesini emellerini gerçekleştirmek için fırsat olarak
değerlendiren Kıbrıslı Rumlar, İngiliz yönetiminin
hoşgörüsünden de yararlanarak Enosis faaliyetlerini
yoğunlaştırmışlardır.
Kıbrıs’ta İngiliz sömürge yönetiminin 11 Ağustos 1931’de
yürürlüğe koyduğu “Yeni Gümrük Yasası”nı bahane eden Rumlar,
21 Ekim 1931 tarihinde Enosis için ayaklanmışlardır. Bu
tarihten sonra giderek şiddetlenen Enosis faaliyetleri
1950’li yıllarda doruk noktasına çıkmıştır. Aynı tarihlerde
Kıbrıslı Rumlar EOKA terör örgütünü kurarak İngiliz
yönetimine ve Türklere karşı saldırılara başlamışlardır.
Kıbrıs’ta 1958 yazında Türk-Rum çatışması iyice
alevlenmiştir. Uluslar arası girişimler sonucunda yapılan
Zürih (5-11 Şubat 1959) ve Londra (19 Şubat 1959)
antlaşmaları neticesinde, 16 Ağustos 1960’ta, Kıbrıs Türk ve
Rum halklarının kurucu olarak egemenliğinde ve yönetiminde
iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Ancak Rumlar
adada kurulan yeni devleti “Enosis için bir sıçrama tahtası”
olarak gördüğünden, Kıbrıs Cumhuriyeti ancak üç yıl
yaşayabilmiştir. Makarios, 1 Ocak 1964’te 1960
Antlaşmalarını tek yanlı olarak feshettiğini açıklamıştır.
Bu tarihten sonra ada fiilen ikiye bölünmüştür. Kıbrıs
meselesi uluslararası bir hal almış ve BM’de bu gün hala
kapanmayan yeni bir Kıbrıs Dosyası açılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kıbrıs, Megali İdea, Enosis, Makarios,
EOKA.
THE CAUSES, MEGALI IDEA AND ENOSİS WHİCH EXPOSE THE CYPRUS
PROBLEM
The origin of the Cyprus problem was based with the first
“Megali Idea” map, published in 1796 and showing the Cyprus
in “Great Greece” borders. Greek nationalism formed by the
“Megali Idea” opinion affected Greek Cypriots.
Cypriot Rums, seeing the temporarily transfer the Cyprus to
the English on 4th June 1878 as an opportunity to realize
their goals, intensified Enosis activities benefiting from
tolerance of the English management.
Rums, under the pretext of the “New Custom Laws” brought
into force by English colony management on 11th August 1931,
rebelled for Enosis on 21st October 1931. Enosis activities
becoming more violent after that period, made peak point at
1950’s. At the same period Rums had set up the terrorist
organization of EOKA and began to assault against English
management and Turks.
As a result of Zurich (5th-11th February 1959) and London
(19th February 1959)Treaties signed upon the attempts after
violent conflict in 1958 summer between Turks and Rums, on
16th August 1960 two-nation Cyprus Republic was established
under the sovereignty and management of these two nations.
However, Rums were seeing this new state as a springboard
for Enosis, Cyprus Republic lived only for three years. On
1st January 1964, Makarios declared abolition of the 1960
treaties unilaterally. After this date, actually the Island
was divided in two parts. Cyprus question came to a state
of an international issue and in UN, a new Cyprus file had
been opened which couldn’t be closed yet.
Key Words: Cyprus, Megali Idea, Enosis, Makarios, EOKA.
Giriş
Türk-Yunan sorunlarının başında yer alan Kıbrıs meselesi,
1950’li yıllardan itibaren Türkiye gündeminin başında yer
almaktadır. Bu sorunun çözülmesi yakın bir gelecekte mümkün
görünmemektedir. Çünkü Yunanistan Girit’i Osmanlı
Devleti’nden kopardığı zamanki siyasetini aynen uygulayarak,
Avrupalı büyük devletlerin desteğini alarak, aslen 1571
yılından itibaren Türk toprağı olan Kıbrıs’ı Yunanlaştırmak
gayesini gütmektedir. Bu yüzden Kıbrıs meselesi, Avrupalı
devletler nezdinde Avrupa Birliği (AB) ile yürütülen
müzakereler kapsamında yer aldığı ve Kıbrıs Rum Yönetimi ile
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) arasında müzakerelerin
sürdürüldüğü bu günlerde önemini korumaktadır.
Kıbrıs sorunu her ne kadar 1950’lerden itibaren Türk
kamuoyunu meşgul etmeye başlasa da kökenleri çok eskilere,
1800’lü yılların başı hatta 1700’lü yılların sonlarına
dayanmaktadır. Konu ile ilgili doğru bir kanaate varabilmek
ve günümüz olaylarını doğru değerlendirebilmek için, sorunun
neden ve nasıl kaynaklandığının bilinmesi ve ortaya konması
gerekmektedir. Ancak böylelikle olaylar doğru
değerlendirilebilir.
Kıbrıs sorununun temelleri, Kıbrıs’ı da “Büyük Yunanistan”ın
sınırları içerisinde gösteren ve 1791 yılında çizilip 1796
yılında yayınlanan ilk “Megali İdea” haritasıyla birlikte
atılmıştır. Megali İdea düşüncesi çerçevesinde şekillenen
Yunan milliyetçiliği Kıbrıslı Rumları da etkilemiştir.[ii]
Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında 4 Haziran 1878
yılında İstanbul’da imzalanan anlaşmayla adanın yönetimi
geçici olarak İngilizlere devredilmiştir.[iii] Kıbrıs’ta
asıl olaylar bu tarihten sonra başlamış ve giderek
tırmanmıştır.
Kıbrıs sorunu, Kıbrıs Rumlarının Enosis emellerine ulaşmak
maksadıyla giriştikleri eylemler ile Kıbrıs Türklerinin
kendilerini korumak maksadıyla ortaya koydukları karşı
mücadeleleri çerçevesinde gelişmiştir. Giderek tırmanan
Enosis hareketleri 1950’li yılların başında doruğa
çıkmıştır. 1-Kıbrıs’ın Stratejik Önemi
Kıbrıs, Doğu Akdeniz’in en büyük, Sicilya ve Sardunya’dan
sonra 3572 mil² yüzölçümüyle Akdeniz’in üçüncü büyük
adasıdır.[iv] Kıbrıs; Türkiye’ye 70 km, Suriye’ye 100 km,
Lübnan’a 200 km, İsrail’e 304 km, Mısır’a 384 km ve en uzak
komşusu olan Yunanistan’a 800 km uzaklıkta bulunmaktadır.[v]
İskenderun körfezine doğru uzanan Kıbrıs, jeolojik
devirlerde Anadolu’nun bir parçası iken “Pleistosene”
devrinde Anadolu’dan ayrılmıştır.[vi] Adaya adını veren
zengin bakır madeni yataklarından dolayı ekonomik, konumu
itibariyle de coğrafi açıdan, daha ilk çağlardan itibaren
büyük önem kazanmıştır. Jeopolitik durumundan dolayı Kıbrıs,
tarih boyunca, Anadolu için önemli bir yer niteliğinde
olmuştur.[vii] Bütün hâkimiyet teorileri içinde yer alan
Kıbrıs, stratejik bir hedeftir ve birçok stratejik hedefi
kontrol etmektedir. Kıbrıs’ın stratejik açıdan önemini şöyle
ifade edebiliriz:
1. Ortadoğu petrolünün ulaşım yollarına egemendir.
2. Ortadoğu’dan Afrika’ya uzanan ekseni kontrol eder.
Anadolu, Ortadoğu ve Süveyş Kanalı eksenini kontrol altında
tutabilir.
3. Süveyş Kanalı’ndan Hint Okyanusu’na uzanan deniz
yollarını kontrol edebilecek noktadadır.
4. Hava hâkimiyeti teorisine göre, hava gücünün her
istikamete yönlendirilmesinde stratejik bir öneme sahiptir.
5. Ortadoğu’da petrol nedeniyle çıkabilecek savaşta
depo görevini üstlenecek bir konumdadır.
6. Adaya sahip olan, Ortadoğu devletleri üzerinde
saygınlık sahibi olur. [viii]
Doğu Akdeniz’de doğal bir “uçak gemisi”[ix] olan Kıbrıs
adasının özellikle Türkiye için stratejik önemi ise şöyle
özetlenebilir:
1. Güneyden Türkiye’nin coğrafi güvenliğini sağlar.
Düşman eline geçerse Türkiye’nin güney kıyıları tehdit
altına girer.
2. Türkiye’nin derinliklerine tesir edebilecek hava ve
deniz üssü karakterindedir.
3. Türkiye’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleriyle
olan deniz ticaret yollarını kontrol altında bulundurur. Söz
konusu deniz ticaretini kolaylaştırır veya güçleştirir.
4. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de etkinliğini korur. [x]
Yukarıda belirtilen hususları iyi değerlendiren Yunanistan,
Kıbrıs’ta Enosis emelini gerçekleştirerek Kıbrıs’ı ele
geçirmeyi müteakip ülkemizi güneyden kuşatarak jeostratejik
bir üstünlük elde etmeye çalışmaktadır.[xi] Kıbrıs Anadolu
için atlama taşı ve güvenliği için çok önemlidir. Strateji
ve taktik ilmine göre Türkiye sahilleri Edremit Körfezin’den
Kaş Burnu’na kadar Yunanistan’ın stratejik işgali
altındadır. Ege Denizi’nde Yunanistan’a verilen adalarla
kuşatılmış bulunan Türkiye’nin, açık olan sahil kapısı
güneydedir. Bu sahillerin karşısında ise Kıbrıs
bulunmaktadır. KKTC fiilen ve hukuken sona ererse
Türkiye’nin açık denizlerle irtibatı kesilir ve kuşatma
tamamlanmış olur.[xii]
Görüldüğü üzere Kıbrıs’ın düşman bir ülkenin elinde
bulunması, ülkemizin bütün ikmal yollarının kapanması ve
güvenliğinin tehlikeye girmesi demektir. Ulu önderimiz
Mustafa Kemal Atatürk, güney sahillerinde bir tatbikatı
izlemekte olduğu esnada, çevresinde topladığı kurmaylarına;
“Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece, bu
bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz.
Bu ada bizim için çok önemlidir.” şeklinde düşüncesini ifade
ederek konunun önemine dikkat çekmiştir.[xiii]
Kafkasya, Orta Asya ve Hazar bölgesinde üretilen petrol ile
doğalgaz boru hatları vasıtasıyla İskenderun körfezine
getirilerek buradan dünyaya pazarlanmaktadır. Aynı şekilde
Irak petrolü de aynı noktadan dünyaya pazarlanmaktadır.
Diğer taraftan küresel ısınma nedeniyle giderek daha önemli
bir hal teşkil eden su kaynakları bakımından güney
sahillerimizden denize dökülen sularımızın yükleme
istasyonları aracılığıyla Orta Doğu ülkeleri ve Kıbrıs’a
aktarılma projeleri bu bölgenin önemini arttırmaktadır.
Ayrıca İskenderun ve Mersin limanları Türkiye’nin dış
ticaretinde oldukça önemli bir konuma sahiptir.
Kıbrıs’ın stratejik konumunun farkında olan İngiltere, ABD
ve AB de tüm politikalarını bölgede stratejik üstünlük
kurmak amacına yönelik olarak yürütmektedirler. İngiliz
Başbakanı Benjamin Disraeli’nin, “Kıbrıs, Ön Asya’nın
Anahtarıdır” [xiv] şeklindeki nitelendirmesi ve İngiliz İşçi
Partisi temsilcisi MacDonald’ın, “İngiltere Kıbrıs’ı
stratejik sebeplerle, doğu ticaret yolunu korumak için işgal
etmiştir…” [xv] değerlendirmesi, İngiltere’nin Kıbrıs’a
bakış açısının çarpıcı göstergeleridir.
Bütün bu anlatılanlar, kıyılarımızdan sadece 70 km uzakta
olan Kıbrıs’ın Türkiye için stratejik değerinin ne kadar
büyük olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sebeplerden dolayı
Türkiye’nin Enosis tehlikesi karşısında sessiz kalamayacağı
aşikârdır. 2. Osmanlı Yönetimi Döneminde Kıbrıs
Kıbrıs adasının Venedik korsanlarının denetiminde olması
Akdeniz’de üstünlüğünü ortaya koymaya başlayan Osmanlı
İmparatorluğu’nu rahatsız etmiştir. Bu şartlar altında
adanın fethinin zorunlu olduğuna inanan II. Sultan Selim’in
fermanıyla 1 Temmuz 1570’de başlayan ilk çıkarma, 1 Ağustos
1571’de kesin sonucunu vermiş ve ada Osmanlı hâkimiyetine
girmiştir.[xvi]
Bir korsan adası olan Kıbrıs; artık hukuki, ekonomik ve
kültürel olarak hem daha özgür, hem de daha düzenli bir
yapıya kavuşmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun ünlü
“vakıflar” yönetimi Kıbrıs’ta yerleştirilmiştir. Osmanlı
İmparatorluğu, adanın refahına ve imarına katkıda
bulunabilmek maksadıyla ilk aşamada birbirlerini
tamamlayacak bir biçimde seçilen, demirciler, marangoz1ar,
dericiler, kuyumcular, ayakkabıcılar, dokumacılar, hayvan,
tahıl ve meyve yetiştiricileri, taş ustaları gibi değişik
meslek guruplarına mensup 30.000 kişiyi Anadolu’dan
göndererek düzenli bir biçimde adaya yerleştirmiştir.[xvii]
Buradan da anlaşılacağı üzere ilk Kıbrıs Türkleri, Osmanlı
İmparatorluğu tarafından adaya gönderilen çiftçiler ve
zanaatkârlar olmuştur.[xviii]
Osmanlı İmparatorluğu 1571’de adayı aldığı zaman Hristiyan
dininin Katolik mezhebi egemendi. Diğer Hristiyan
mezheplerine de baskı uyguluyorlardı. Ortodoks
başpiskoposluğu feshedilmiş, geride kalan ve dağ başındaki
köylere gönderilen az sayıdaki Ortodoks piskopos da
yerlerine geçen Latin piskoposlara itaat etmeye
zorlanmışlardı. Bu yüzden Rumlar Türkleri bir kurtarıcı
olarak karşılamışlardı.
Osmanlı İmparatorluğu, yerli halka saygıyla davranmış ve
serfliği (insanların toprakla birlikte alınıp satıldığı
kölelik sistemi) kaldırarak halka ev ve toprak sahibi olma
hakkı tanımıştır. Kıbrıslılar, “millet sistemi” olarak
bilinen mükemmel düzenin bir parçası haline getirilmiştir.[xix]
Osmanlı İmparatorluğu, yönetimi altındaki çeşitli dini
topluluklara, takip ettiği “millet” politikası çerçevesinde
özerklik tanıyarak, bu toplulukların dinî otoritelerine
temsil hakkı tanımış, bu politika kapsamında Kıbrıs’taki
Ortodoks Kilisesi’ne de geniş yetkiler vermiştir.[xx]
Başpiskopos’a Rum halkının dini liderliği ve Etnark’ı, yani
Osmanlı nezdinde siyasi temsilcisi olma hakkı tanımıştır.
Etnark, şikâyetlerini doğrudan Padişah’a yapabilmiştir. Bu
durum, Başpiskopos’u Osmanlı Valisi’nden sonra adanın ikinci
politik ve nüfuzlu kişisi haline getirmiştir. Ayrıca
Ortodoks Kilisesi’ne evlenme boşanma gibi medeni kanun
konularında da yetki ve halktan vergi toplama hakkı
verilmiştir. Ancak bu hakkı kötüye kullanan Kilise fazla
vergi toplayarak zamanla adanın en büyük toprak sahibi
haline gelmiştir. Rumlar bir nevi özerklik olarak
nitelendirilecek şekilde, kurallarını kendileri koyma,
okullarını, kiliselerini, mezarlıklarını kendileri yönetme
haklarına sahip olmuşlardır. Divan’da Rumlara, Ermenilere,
Maronitlere temsil hakkı tanınmıştır. Verilen bu haklar
neticesinde Rumlar adanın yönetiminde ilk kez söz sahibi
duruma gelmişlerdir.[xxi] Türk idaresi döneminde ada Rumları
kendilerine tanınan geniş haklar neticesinde
mevcudiyetlerini korumanın yanında ekonomik, kültürel ve
siyasi bakımdan da oldukça büyük gelişme kaydetmişlerdir.[xxii]
Kıbrıs’ta halkın barış içinde bir arada yaşadığı tek dönem
Osmanlı’nın âdil yönetimi altında bulunduğu 307 yıllık
süreçtir. Ancak bu huzur ve barış ortamı Yunanistan’ın
bağımsızlığına kavuşmasından sonra uyguladığı yayılmacı ve
hegemonyacı politika sonucu bozulmuş, Mora isyanıyla eş
zamanlı olarak kilisenin öncülüğünde Kıbrıs’ta da isyan
hazırlığı başlamıştır.[xxiii] 3. Megali İdea’nın Ortaya Çıkışı ve Kıbrıs Rumların
Enosis Faaliyetlerine Etkisi
Kelime anlamı ile “Büyük Fikir” olan Megali İdea, Fatih
Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethederek patrikliği yeniden
kurması ile birlikte doğmuştur.[xxiv] Megali İdea, İstanbul
başkent olmak üzere Girit, Teselya, Epir, Makedonya, Trakya,
Ege Adaları, Batı Anadolu, Marmara ve çevresi, Kıbrıs,
Trabzon ve civarına sahip, büyük bir Yunanistan’ı
gerçekleştirme hayalidir.[xxv] Yunanistan, bağımsız bir
devlet olarak tarih sahnesine çıktığı ilk yıllardan itibaren
Megali İdea’yı yayılmacı dış politikasının nihaî hedefi
olarak belirlemiş ve bu hedefe yönelik olarak yoğun bir
propaganda faaliyeti başlatmıştır.[xxvi]
Yunan yayılmasının en büyük itici gücünü oluşturan Megali
İdea, Andreas C. Michalopoulos tarafından şöyle
tanımlanmıştır: “ Gelecekte bir gün tüm Yunanlılar
birleşecek ve büyük Yunanistan İmparatorluğu’nun İyonya’dan
(Batı Anadolu) Trakya’yı, Küçük Asya sahillerini ve
İstanbul’u da içine almak üzere Karadeniz’e kadar uzayacağı
ümididir. Bu mağrur bir aydın fantezisi değil, bir vahşi
ideal değil, bu yabancı bir ırkın hâkimiyetinden kurtularak
hür olmak isteyen insanların sesidir.” [xxvii]
Megali İdea ülküsü, Osmanlı Devleti içinde çok geniş
imtiyazlar elde eden Ortodoks kilisesi sayesinde örgütlü bir
şekilde yayılarak gelişmiştir. Kilise vasıtasıyla kuşaktan
kuşağa aktarılan fikirler ile yetişen Yunan aydınları,
Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak gayesini güden
İngiltere, Rusya ve Fransa’nın destekleriyle zaman içinde
etkili faaliyetlerde bulunma şansını yakalamışlardır. Bu
duruma en çarpıcı örnek olarak, 1714 doğumlu Yunan şairi
Kosmos O Etolios’un en etkili Megali İdea’cı örgüt olan
Filiki Eterya’dan 100 yıl önce bütün adaları dolaşarak
Megali İdea fikirlerini yayması ve geniş bir destek bulması
gösterilebilir.[xxviii]
İlk Megali İdea haritası Yunan tarihinin ünlü şairi ve
ulusal kahramanı Rigas Ferreros tarafından 1791-1796 yılları
arasında Bükreş’te bulunduğu sırada hazırlanmış ve 1796
yılında Viyana’da bastırılmıştır.[xxix] Yunanca konuşulan
tüm topraklarda dağıttırılan bu haritada Balkanların büyük
bölümü, Anadolu’nun yarıdan fazlası, Ege adaları ile Girit,
Rodos, Kıbrıs, Trakya ve İstanbul hep Yunan toprakları
olarak gösterilmiştir. Rigas Ferreros, bu haritadaki
hedeflere ulaşmak için bir ihtilal programı ve bir de
anayasa hazırlamış ve bunları da 1797 yılında yayımlamıştır.
Ona göre, Osmanlı topraklarını ve eskiden Yunanca konuşulan
tüm yerleri kapsayacak olan bu devletin adı, “Helen
Cumhuriyeti” olacaktı. Anayasanın 53’üncü maddesine göre de
resmi dili yine Yunanca olacaktı.
Gerçek şu ki Rigas Ferreros’un Cumhuriyet hayalleri kurduğu
1798’lerde Yunanlı nüfusu ancak 150 bin kadardı. Bu rakam
sadece İstanbul’da yaşayan Türk nüfusunun altındaydı. O
yıllarda sadece Balkanlarda yaşayan Türk nüfusu 5 milyonun
üzerinde idi.[xxx] Ancak Hümanizm ve Rönesans hareketleriyle
yaygınlaşan eski Yunanistan’ın Avrupa medeniyetlerine
beşiklik ettiği görüşü sebebiyle Avrupa kamuoyu Yunan
isyanının başarısını kendi idealleriyle özdeşleştirerek
Antik Greklerin halefi varsaydıkları Rumları var güçleriyle
desteklemekteydiler.[xxxi]
Bu desteğin ardında yatan diğer bir etkende İngiltere, Rusya
ve Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerindeki
emellerini gerçekleştirme gayesiydi. Böylelikle bir taraftan
Osmanlı İmparatorluğu yıpratılırken, diğer taraftan da kendi
istekleri doğrultusunda Osmanlı üzerinde bir baskı
oluşturuyorlardı. Yani kendi sömürgeci emelleri
doğrultusunda Yunanistan’ı bir araç olarak kullanıyorlardı.[xxxii]
Megali İdea hedeflerini gerçekleştirmek için Avrupa’nın
çeşitli kentlerinde değişik örgütler kurulmuştur. Bu
örgütlerden en etkili olanı, 1814 yılında kurulan Filiki
Eterya’dır.[xxxiii] Bu örgütün başına Rus Çarı’nın yaveri
Aleksandros İpsilantis getirilmiştir.[xxxiv] Odessa’da
kurulan Filiki Eterya’nın amacı, Megali İdea’yı uygulamak,
ilk aşamada Yunanistan’ın bağımsızlığını sağlamaktı. Filiki
Eterya, Yunan isyanını başlatması ve bağımsız Yunan
devletini kurarak ilk hedefine ulaşmasından sonra, 1876
yılında dağıtılmıştır. Filiki Eterya’nın dağıtılmasından
sonra 1894 yılında Atina’da Etniki Eterya örgütü
kurulmuştur. Bu derneğin amacı ise Girit’in ele geçirilmesi,
Trakya ve Batı Anadolu’nun istilasıydı.[xxxv]
Anadolu’da da Rumlar tarafından Megali İdea kapsamında
örgütler kurulmuştur. Bu örgütlerden bir tanesi, 1904
yılında kurulan ve Trabzon başkent olmak üzere bir Rum
devleti kurmak için çalışan Pontus Cemiyeti idi. Karadeniz
Bölgesi’nde Pontus Rum Devleti’ni canlandırmak için silahlı
mücadeleye girişmiş olan bu cemiyetin merkezi Merzifon
Amerikan Kolejliydi. Anadolu’da Birinci Dünya Savaşı’nı
müteakip mütareke şartlarından cesaret alarak kurulan diğer
bir Rum cemiyeti de Mavri Mira (Karagün) idi. Bu cemiyetin
merkezi Fener Rum Patrikhanesiydi. Bizans’ı canlandırma
hedefine yönelik çalışmalarında çeteler oluşturmuş, Rum
okullarını bu amaca yönelik olarak kullanmıştır.[xxxvi]
Kelime anlamı “ilhak” olan Enosis, Rumlar tarafından Megali
İdea hedefleri arasında olan Kıbrıs’ın Yunanistan’a
bağlanması gayesinin ifadesi maksadıyla kullanılmaktadır.
Rumlar bu hayallerini nesilden nesile aktararak
sürdürmektedirler.[xxxvii] Mora’da çıkan isyan Rumların
Enosis ümitlerini filizlendirmiştir. Bu kapsamda Filiki
Eterya’nın liderlerinden Konstantin Kanaris 19 Haziran
1821’de Kıbrıs’a gelmiş ve Kıbrıs Başpiskoposu Kiprianos
liderliğinde ayaklanma hazırlığına başlanmıştır. Ayanni
(Aydın) (Dağ Kazası) köyünden “Dimitri” adlı bir Rum
tarafından bu hazırlığın valiye ihbarı neticesinde isyan
başlamadan önlenmiştir.[xxxviii] Asi Başpiskopos Kiprianos
ve suç ortağı olan üç piskopos ile bazı Rum ileri gelenleri
Vali Küçük Mehmet Paşa tarafından 9 Temmuz 1821’de
Lefkoşa’da idam ettirilmiştir.[xxxix] Başpiskopos
Kiprianos’un başı örtülü büstü halen Lefkoşa’da Fenaromeni
Kilisesi’nde bulunmaktadır. Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı
gerçekleştiği takdirde Kiprianos’un heykelinin dikilmesi
planlanmıştır.[xl]
Dimitri’nin mektubunun içeriğinde şunlar belirtilmiştir:
“…Paskalya gecesi saat altıda Lefkoşa’da top atışı
olacaktır. Başpiskopos Kiprianos, Rumca yazılmış mektubunu
kendi adamına vererek adı geçen köyde (Ayanni) okutmuştur.
Bu mektuba göre, top atışı duyulduğu vakitte, bütün
Hıristiyanlar harp silahları ile Lefkoşa’ya hücum
edeceklerdir. Tüm adayı almak için birlikte hareket ederek
sözleşmelerini öneren Başpiskopos’a göre Hıristiyanlar
Lefkoşa’yı da ele geçirdikten sonra bütün Müslümanları
katledip ortadan kaldıracaklardır…” [xli] Kıbrıs’ta Türklüğü
yok etmeyi amaçlayan Enosis hayalinin özünü Dimitri’nin
ihbar mektubu çok iyi yansıtmaktadır. Bu mektupta geçen
satırlardan iyi ders almamız gerektiği aşikârdır.
İlk “Enosis Bildirisi” Vali Küçük Mehmet Paşa tarafından
ayaklanma girişimi nedeniyle sürgüne gönderilen bir kısım
Papaz tarafından, 1821 yılı sonlarında Roma’da
yayımlanmıştır. Bahse konu papazlar aynı zamanda Avrupalı
devletlerin Krallarına çağrıda bulunarak, Kıbrıs’ın
Yunanistan’a ilhakı için yardım talebinde bulunmuştur.[xlii]
Yunanistan, Enosis fikrini resmi olarak ilk kez 18 Ekim 1828
tarihinde İngiltere, Rusya ve Fransa’ya verdiği bir nota ile
ortaya atmış ve Kıbrıs’ın ilhakını talep etmiştir.[xliii]
Kıbrıs’ın Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1878 yılında
İngilizlere kiralanmasından sonra, Enosis faaliyetlerinin
giderek yoğunlaştığı görülmektedir. 4. Kıbrıs’ta İngiliz Yönetimi Döneminde Rumların Enosis
Faaliyetleri
Osmanlı İmparatorluğu 1877-1878 yıllarında Ruslarla yaptığı
savaş sonucunda yenilgiye uğrayınca 3 Mart 1878 tarihli
Ayastefanos Anlaşması’nı imzalamak zorunda kalmış ve büyük
toprak kayıplarına uğramıştır. Ayrıca bu anlaşma ile
Rusya’nın, Bulgaristan’ı etki altına alarak tam bir Akdeniz
devleti haline gelmesi İngiltere’yi korkutmuştur. Çünkü
İngiltere’nin kontrolündeki Süveyş Kanalı’nın denetimini ve
sömürgesi durumundaki Hindistan’a giden yolun kontrolünü
güçleştiriyor ve Ortadoğu’daki emellerini tehdit ediyordu.
İngiltere’nin bu anlaşmayı kabul etmesi beklenemezdi.[xliv]
Kıbrıs İngiltere için Cebeli Tarık ve Malta gibi önemli
kilit bir role sahipti. Çünkü adaya sahip olduğu müddetçe
bütün Akdeniz’i ve Orta Doğu’yu kontrol edebilecekti.[xlv]
Osmanlı İmparatorluğu’nun ise Rus tehdidi karşısında
İngiltere’nin desteğine ihtiyacı vardı. Bu şartlar altında 4
Haziran 1878 yılında İstanbul’da imzalanan “Kıbrıs
Antlaşması” gereği adanın yönetimi yıllık “92 bin altın”
kira karşılığı geçici olarak İngilizlere devredilmiştir.[xlvi]
Kıbrıs’ın öneminin farkında olan Osmanlı Sultan’ı kendi el
yazısıyla; “Hukuku şahaneme asla halel gelmemek şartı ile”
kaydını yazarak antlaşmayı imzalamış, bununla da
yetinmeyerek, İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Leyard’dan
teminat mektubu almıştır.[xlvii] Böylelikle ada üzerindeki
Osmanlı mülkiyet hakkı sürmekle birlikte idare tamamıyla
İngiltere’ye geçmiş ve 307 yıllık Osmanlı idaresi sona
ermiştir.
Kıbrıs’ta İngiliz yönetiminin başlaması başlangıçta Türk
toplumunda olumsuz bir tepki oluşturmamıştır. Çünkü Türk
toplumu, bu durumun geçici olduğunu, zamanı geldiğinde
yeniden Osmanlı idaresine geçeceğini düşünmekteydi. Kıbrıslı
Rumlar ise farklı bir psikoloji içerisine girmişlerdir.[xlviii]
Ada’nın İngiltere’nin eline geçmesini Enosis için bir aşama
olarak değerlendiren Kıbrıslı Rumlar, İngiliz yönetiminin
hoşgörüsünden de yararlanarak Enosis faaliyetlerini
yoğunlaştırmışlardır. Başpiskopos Sophoronios’un 22 Temmuz
1878’de, İngiliz Yüksek Komiseri Sir Garnet Wolseley’e
“Yönetimin değişmesine sevindik, inanıyoruz ki Büyük
Britanya Kıbrıs’ın anavatanı Yunanistan ile birleşmesine
yardım edecektir.” şeklinde bir ifadede bulunması bu durumun
bariz bir göstergesidir.[xlix]
Kıbrıs’ın yönetiminin İngilizlere devredildiği 1878
tarihinde, adadaki nüfusun çoğunluğunu Türkler ve Rumlar
oluşturuyordu. Diğer karışık gruplar ise oldukça
azınlıktaydılar. Dini açıdan da Müslümanlar ve Ortodokslar
çoğunluktaydı. Adadaki toplam nüfusun yüzde %44’ünü Türkler
teşkil ediyordu. Ayrıca Vakıflar İdaresinin mülkü olan
arazilerle birlikte, Türklerin adada sahip olduğu pay
%50’nin üzerindeydi.[l]
Ada’nın İngiliz Yönetimine girmesinin ardından Rum ve
İngiliz baskıları nedeniyle Kıbrıs’taki Türkler 1878’den
sonra, Anadolu’ya ve Londra başta olmak üzere diğer
bölgelere göç etmişlerdir. İngilizlerin adaya gelmesinden üç
yıl sonra 1881 yılında yapılan bir sayıma göre 45.458 Türk’e
karşılık, 137.631 Rum bulunmaktaydı. Yani Türk nüfusu
Rumların üçte birine düşmüştü. Diğer taraftan 1879 yılında
hazırlanan bir rapora göre, adada bulunan 140 okuldan
76’sının Rum, 64’ünün de Türk olduğu belirlenmesine rağmen
çok kısa bir süre sonra, 1881’de Rum okulları 94’e, 1901’de
ise 238’e yükselmişti. Rum okullarındaki öğretmenler
Yunanistan’dan gelmekte ve Enosis ile Megali-İdea fikri
doğrultusunda eğitim vermekteydiler. Bunun yanında, Rum
halkı içinde de Enosis maksatlı kışkırtmalar
yapmaktaydılar.[li]
Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na Almanya’nın
müttefiki olarak katılmasını bahane eden İngiltere, şartlı
olarak girdiği adayı 5 Kasım 1914’de tek taraflı olarak
ilhak etmiştir. Bu durum, Kıbrıslı Rumların Enosis
hayallerini daha da kamçılamıştır.[lii] Osmanlı
İmparatorluğu 30 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Ateşkes
Antlaşması ile I. Dünya Savaşı’ndan çekilmiştir. Rumlar,
kesin çözüm maksadıyla düzenlenecek Paris Barış
Konferansı’nı Enosis amaçları doğrultusunda bir fırsat
olarak görmüşlerdir. İngiltere’nin 1915’te Yunanistan’a
verdiği söze dayanarak Kıbrıs Başpiskoposu Cyril-III
başkanlığında bir heyet Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasın
talep etmek maksadıyla 5 Aralık 1918 tarihinde Londra’ya
hareket etmiştir.[liii] Ancak bu talepleri kabul
edilmemiştir.
Türk Kurtuluş Savaşı sonunda 24 Temmuz 1923’te imzalanan
Lozan Antlaşması’nın 16, 20 ve 21. maddeleri gereği Kıbrıs
İngiltere’ye resmen bırakılmıştır.[liv] Bu antlaşmanın 20.
maddesi gereği adadaki Türk halkının Türk veya İngiliz
vatandaşlıklarından birini seçmesi gerekiyordu. Türk
vatandaşlığını seçenler daha sonraki süreçte Türkiye’ye göç
etmişlerdir.[lv] Bu göç hareketi ve Kurtuluş Savaşı
esnasında Anadolu’dan kaçan bazı Rumlarla Ermenilerin
Kıbrıs’a yerleşmeleri nedeniyle adadaki nüfus dengesi
Türkler aleyhine bozulmuştur.[lvi] Daha sonra İngiltere
1925’te adanın İngiliz İmparatorluğu’na bağlı bir koloni
olduğunu bir bildiriyle duyurmuştur.[lvii] Rumlar bundan
sonra da adanın statüsünün değiştirilmesi ve Yunanistan’a
ilhak edilmesi yönündeki faaliyetlerine devam etmişlerdir.[lviii]
Kıbrıs’ta İngiliz sömürge yönetiminin 11 Ağustos 1931’de
yürürlüğe koyduğu “Yeni Gümrük Yasası” Rumlar arasında büyük
tepkiye yol açmıştır. Bu ortam, Enosis yanlısı bazı Rum
liderler tarafından kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak
görülmüştür. Bu liderlerin en fanatiği hem Kitium Piskoposu
hem de Yasama Konseyi üyesi olan Nikodimos Milonas’tır.[lix]
Kıbrıslı Rumlar Papaz Nikodimos ve Yunan Konsolosu Kiru’nun
tahrik ve teşvikleriyle 21 Ekim 1931 tarihinde Enosis için
ayaklanmışlardır. Yunan bayrağı açan ve Yunan Marşı söyleyen
beş bin kişilik bir isyancı grubu vali konağını ateşe
vermiştir. Diğer kazalarda da hükümet binaları yakılıp
yıkılmıştır. İsyan güçlükle bastırılabilmiştir.[lx]
Böylelikle Enosis fikrinin Yunanistan tarafından resmi
olarak ilk defa ortaya atıldığı 18 Ekim 1828’den tam 103 yıl
sonra ilk ciddi Rum ayaklanması gerçekleşmiştir. Bu
ayaklanma sebebiyle İngiliz idaresince Anayasa, Yasama
Meclisi, Belediye seçimleri, siyasi partiler askıya alınmış,
basına sansür uygulanmış, eğitime kısıtlamalar
getirilmiştir. Rumlar ayaklandığı halde kısıtlamalar daha
çok Türklere getirilmiştir. Okullara ve camilere Türk
bayrağı asılması, 19 Mayıs ve 29 Ekim’lerde bayram
yapılması, Türkiye’den kitap getirtilmesi yasaklanmıştır. Bu
girişimlerin arkasında İngiliz idaresinin özellikle Türkleri
sindirmeye yönelik plânlı girişimi söz konusudur.[lxi]
Rumların her sene okulları çoğaldığı halde Türk okulları
azaltılmış, Rumların okullarına müdahale edilmediği halde
Türk okullarına müdahale edilmiş, 1931 isyanına iştirak eden
Rum öğretmenler ancak mahkeme kararıyla işlerinden
çıkarıldıkları halde Türk öğretmenler sudan bahanelerle ve
idari kararlarla işlerinden çıkarılmıştır.[lxii] Lefkoşa’da
bulunan Türk liselerinin başına İngiliz müdürler getirilmiş,
Türk Lisesi ismi İslam Lisesi olarak değiştirilmiş, Türk
ismi taşıyan levha ve alâmetler ortadan kaldırılmıştır.[lxiii]
Yunan ve Rum ikilisinin 1931 yılından itibaren giderek artan
Enosis faaliyetleri neticesinde İngiltere’nin Kıbrıs
politikasında değişiklik meydana gelmiş ve ada yönetimine
kimin hâkim olacağı tartışmaları başlamıştır. Bütün bu
yaşananlara ve tartışmalara rağmen, Atatürk dönemi sonrası
dönemdeki basiretsiz dış politika uygulamaları Kıbrıs
meselesinde de kendisini göstermiştir. Bunun neticesinde,
1950’li yıllara gelindiğinde Türkiye’de hâkim olan politik
olarak İngiltere’nin Kıbrıs’ı terk etmeyeceği düşüncesi
nedeniyle dönemin Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak
kamuoyuna, “Kıbrıs meselesi diye mesele yoktur.” şeklinde
demeç vermiştir. Aynı yıl yapılan seçimlerden sonra iktidarı
devralan Demokrat Parti'nin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü
de, aynı tarzda Türkiye’nin bir Kıbrıs melesinin mevcut
olmadığını ifade etmiştir.[lxiv]
Rumlar ise Enosis’i gerçekleştirmek için var güçleriyle
çalışmaktaydılar. Kıbrıs Ortodoks Kilisesi ve Kitium
Piskoposu Makarios tarafından 15 Ocak 1950’de bir plebisit
yapılmıştır. Makarios’a göre neticesi önceden belli olan
plebisit sonucunda Rumlar % 96 oranında lehte oy
kullanmışlardır. Daha sonra Rumlar Enosis iddialarını
dünyaya ilân etmişlerdir. Plebisit ve akabinde Rumların
ayaklanma girişimlerinin meydana getirdiği gerginlikler
Kıbrıs meselesinin fiili olarak 1950 yılından itibaren
ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Başpiskopos Makarios Kıbrıs
Valisi Sir Andrew Wright’e bir mektup göndererek 1950’de
yapılan plebisitin resmen tanınmasını ya da İngiliz
yönetimince düzenlenecek ikinci bir plebisit yapılmasını
talep etmiştir. Ancak Kıbrıs Valisi cevaben yazdığı
mektupta; Rum tekliflerinin hiçbirinin, hiçbir surette kabul
edilemeyeceğini, İngiltere’nin Kıbrıs’ta asla bir hükümet
değişikliğini kabul etmediğini belirtmiştir.[lxv]
İngiliz yönetimi döneminde Türkler ekonomik, siyasal ve
kültürel olarak ezilen taraf olmuştur. Buna karşılık Rumlar
ve Ortodoks kilisesi, İngiltere’nin hoşgörüsü ile sürekli
gelişmiştir. 1878’den İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar geçen
süreçte; Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kıbrıs Türklerine
gereken desteğin verilmemesi ve Cumhuriyet döneminde de
yeterli etkin rolün oynanmaması, Kıbrıs Türklerinin,
İngilizlerin, Rumların ve Ortodoks kilisesinin baskısı
altında kalmalarına neden olmuştur. Türkler, bütün baskılara
ve desteksiz kalmalarına rağmen haklarını ve varlıklarını
koruma konusunda direnç göstermişlerdir. [lxvi] Atatürk
devrimlerini, hiçbir yasal zorlama olmadan yakından izlemiş,
günün koşulları içerisinde mümkün olan en iyi şekilde, en
içten duygularla uygulamışlardır.[lxvii] Öyle ki Atatürk
ilkelerini savunmak, yaymak ve gericilere karşı korumak
maksadıyla, Kıbrıs’ta Ahmet Gazioğlu ve birkaç arkadaşı 1958
yılında Lefkoşa’da “Mustafa Kemal Derneği”ni kurmuşlardır.[lxviii]
Kıbrıs Türklerinin sömürge yönetiminden gördükleri en büyük
baskı, milliyetlerinin tanınmasında milli kültürlerini
yaşatacak vasıtalardan birer birer mahrum edilmeleri
olmuştur. Kıbrıs Türkleri İngiliz yönetimince Türk değil,
İslâm cemaati olarak tanınmış, İslâm tanımlaması Türklerin
milli hislerinin öldürülmesi maksadıyla kullanılmıştır.[lxix]
EOKA’nın eylemlere başlayarak Türkleri hedef alması üzerine
Türkiye’nin Kıbrıs politikasında değişiklik olmuş, 23
Ağustos 1955’de İngiltere Büyükelçisine bir nota vererek,
Türklerin can ve mal güvenliklerinin korunmasını istemiştir.
Londra konferansları süreci bu notadan sonra başlamıştır.
Dönemin Başbakanı Menderes’in, Londra’ya yola çıkmalarından
önce beraberindeki heyete, “Türkiye’nin Kıbrıs statükosunda
bugün için ve hatta yarın için bu memleket aleyhine
olabilecek bir değişikliğe katiyen tahammülü yoktur. Kıbrıs
Anadolu’nun devamından ibarettir ve güvenliğinin esaslı
noktalarından biridir. Kıbrıs’ın bugünkü durumunda bir
değişiklik söz konusu olursa uygun bir çözüm bulunması
gerekecektir. Bu da Kıbrıs’ın Türkiye’ye iadesinden başka
bir şey değildir.” talimatını vermesi Türkiye’nin o
günlerdeki Kıbrıs’a bakış açısını yansıtmaktadır. Ayrıca
Londra Konferansı’nın toplandığı tarihte Kıbrıs
topraklarının yüzde 60’ının Türklere ait olduğunu
belirtmekte fayda vardır.[lxx]
Londra Konferansı’nda heyet başkanı Fatin Rüştü Zorlu 1
Eylül 1955’de yaptığı konuşmasında, Lozan Antlaşması’na
atıfta bulunarak, “Bu adanın mukadderatı ancak Türkiye ile
İngiltere arasında tayin edilebilir… Türkiye Lozan mucibince
hakkından İngiltere lehine feragat etmiştir… Türkiye
Kıbrıs’ta statükonun muhafazası lazım geldiği fikrindedir.
Bu bozulacaksa ada Türkiye’ye avdet etmelidir.” şeklinde
beyanda bulunmuştur.[lxxi] Bu ifadelerden de anlaşılacağı
üzere İngiltere, Kıbrıs üzerindeki egemenlik haklarından
vazgeçtiği takdirde, Kıbrıs asıl sahibine yani Türkiye’ye
iade edilmesi gerekmekteydi. Yani diğer bir deyişle
İngiltere’nin, Türkiye’den aldığı bu toprağı, Yunanistan’a
devretmesi mümkün değildi. Yunanistan’ın, Kıbrıs sorununda
Türkiye’nin muhatabı olması mümkün değildi. Ancak önceleri,
“adayı eski sahibine teslimden” bahseden İngiltere,
Kıbrıs’ın Türkiye ile Yunanistan arasında taksim edilmesi
tezini savunmaya başlamıştır.[lxxii]
Londra Konferansı her üç devletin farklı görüşlere sahip
olmaları nedeniyle uzlaştırıcı bir sonuca varamadan 7 Eylül
1955’te dağılmıştır. Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarının
Kıbrıs’ta yapmış olduğu kışkırtmalar, Türklere de yönelen
tedhiş hareketleri, Yunan basının Türkiye’ye karşı devamlı
aleyhtarlığı Türk halkı üzerinde olumsuz etki yapmış,
tansiyon oldukça yükselmişti. Bu gergin ortamda 6 Eylül
öğleden sonra, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve ve Türk
Konsolosluk binasına bomba atıldığı haberinin İstanbul’a
ulaşması 6-7 Eylül olaylarının başlamasına neden olmuştur.
Rumlar aleyhine yapılan gösteriler taşkınlığa dönüşmüş ve
Rumlara ait işyerleri saldırılara uğramıştır. Aynı mahiyette
olaylar İzmir’de de meydana gelmiştir.[lxxiii]
Kıbrıs uyuşmazlığı 1957 yılında iki defa BM’de
görüşülmüştür.[lxxiv] Bu tarihten itibaren Kıbrıs sorunu
uluslar arası bir konu haline gelmiş ve BM’nin gündemine
girmiştir. 5-EOKA’nın Kuruluşu ve Kıbrıs Türklerinin Tepkisi
Makarios ve Yunanistan, Enosis’i miting ve muhtıralarla
gerçekleştiremeyeceklerini anlayınca, terör yolu ile
hedeflerine ulaşmak amacıyla bir yeraltı örgütü kurmaya
karar verdiler. Kurulacak bu örgütün lideri olarak da
1919’da Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusunda teğmen olarak
işgale katılan, İkinci dünya savaşı yıllarında komünist
partizanları arkadan vuran kralcı “X” örgütünü kuran ve
gerilla savaşını bilen Grivas seçilmişti. Grivas, 1951 yılı
Temmuz ayında ve daha sonra 1952 Ekim ayında Kıbrıs’a
gelerek gerekli hazırlıklara başlamıştı.[lxxv] Rumlar
tarafından adayı Türklerden temizlemek ve Enosis’i
gerçekleştirmek maksadıyla kurulan terör örgütünün adı EOKA
idi. Bu eli kanlı örgüt 1 Nisan 1955 tarihinde resmen
sahneye çıkarak bir asker olan Grivas’ın başkanlığında
eylemlerine başlamıştır. Bu eylemlerde en önemli hedef ise
Kıbrıs Türkleri idi. Rumların saldırıları Türklerin adadaki
durumunu daha da zorlaştırmıştı. Rumların Enosis girişimleri
karşısında Türkiye tepkisiz kalamazdı. Bu yüzden tepkisel
olarak gençlik örgütleri başta olmak üzere kamuoyu Kıbrıs
Türklerine destek vermeye başlamıştı.[lxxvi]
EOKA 21 Haziran 1955’ten itibaren Türklere saldırılara
başlamış, Türkler ise bu saldırılar karşısında ilk toplu
tepkilerini 6-7 Haziran 1956 olayları ile göstermiş ve iki
halk arasındaki gerginlik oldukça tırmanmıştı. Bu arada
Türkiye’nin ilhaka kararlı karşı çıkışı neticesinde ABD ve
Yunanistan’ı başka seçenekler aramaya yönelmiş ve “Taksim”
fikri, bu arayışların bir sonucu olarak telaffuz edilmeye
başlanmıştı.[lxxvii]
Bu arada, 1956 yılının başından itibaren Kıbrıs’ta günden
güne şiddetini artıran Rum tedhişçiliği İngiltere’yi adaya
muhtariyet verilmesi fikrine yanaştırmıştı. Bunun için
İngiltere 1956 Temmuzunda Lord Radcliffe’i Kıbrıs için bir
anayasa hazırlamakla görevlendirmiştir. Lord Radcliffe,
Kıbrıs’taki incelemelerinden sonra hazırladığı muhtariyet
anayasası raporunu, 12 Kasım 1956’da İngiltere Sömürgeler
Bakanlığı’na sunmuştur. Bu rapor üzerine 19 Aralık 1956’da
Avam Kamarası’nda bir açıklama yapan İngiliz Sömürgeler
Bakanı Alan Lennox Boyd anayasa teklifinin İngiltere
Hükümetince aynen kabul edildiğini belirtmiştir. Müteakiben
şunları ifade etmiştir: “İngiliz Hükümeti, Kıbrıs’taki gibi
gayet karışık bir ahali için self-determinasyon hakkının
tatbiki için, muhtelif hal çareleri arasına adanın taksimi
hususunun da ithal edilmesi gerektiğini kabul etmektedir.”
İngiltere’nin adanın taksiminin de çözüm yolu olarak ele
alınabileceğini söylemesi, Türk Hükümeti’ni bundan sonra
taksim tezini ısrara götürmüştür.[lxxviii]
29 Aralık 1956’da TBMM’de bir konuşma yapan Menderes, taksim
tezine olumlu yaklaşarak, özetle “mevcut koşullarda Türk
halkı ile Türkiye’nin çıkarlarını koruyacak en iyi çözümün
Taksim olduğunu, Kıbrıs’ın Türkiye için herhangi bir tehdit
sahası olmaktan çıkacağını ” belirtmişti.[lxxix]
Kıbrıs’ta EOKA Türklere karşı saldırılarını
yoğunlaştırırken, Türk halkı kendi içindeki direnme hissini
küçük bölgesel direnme örgütleri meydana getirmekle
belirtmeye çalışıyordu. Volkan ve Kara Çete, 9 Eylül Cephesi
gibi isimler vererek oluşturduğu bu yerel direniş örgütleri
ile Rumların saldırılarına karşılık veriyordu.[lxxx] Bu
küçük direniş örgütlerinin, ada genelinde örgütlenen ve
Yunanistan tarafından maddi ve manevi her türlü desteği
gören EOKA’ya karşı Türk halkını gerektiği gibi
koruyamayacağı aşikârdı. Daha geniş ve ada çapında
örgütlenecek, bilimsel esaslara göre teşkilatlandırılacak
yeni bir direniş örgütüne ihtiyaç vardı. EOKA terörüne aynı
kararlılıkla cevap verecek Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) bu
gereklilik sonucu kurulmuştur. Temelleri 27 Kasım 1957’de
Rauf Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ve Kemal Tanrısevdi
tarafından atılan TMT Türkiye Cumhuriyeti’nin desteğiyle 1
Ağustos 1958 tarihinde resmen kurulmuştur.[lxxxi] TMT,
Rumların EOKA vasıtasıyla gerçekleştirdiği silahlı
saldırılarına karşı, ada Türklerini korumak ve Kıbrıs’ın
Yunanistan’a ilhakını engellemek amacı ile tamamıyla savunma
içgüdüsüyle kurulmuştur. TMT bu amaçla Türkiye’den silah
getirerek gençleri eğitmiş ve tüm köylerde savunma
gurupları oluşturmuştur.[lxxxii]
Rumların “Enosis” tezlerine ve girişimlerine karşılık
Kıbrıs Türkleri “taksim” tezini ortaya koymuşlardı. Adada
artık, Rumların arkasındaki Yunanistan’a karşılık ada
Türklerinin arkasında Türkiye kendisini göstermeye
başlamıştı.[lxxxiii] 6. Kıbrıs’ta 27–28 Ocak Olayları
Kıbrıs’ta 1958 yılına gelindiğinde gerilim iyice artmıştı.
Bu ortamda 27-28 Ocak 1958’de Kıbrıs Türk halkı ile İngiliz
sömürge yönetimi arasında üzücü olaylar cereyan etmiştir. Bu
tarihte yaşananlar Kıbrıs Türk’ünün var olma mücadelesinin
dönüm noktasını teşkil etmektedir. Bu olaylar Kıbrıs
Türklerinin milli mücadele tarihinde “27-28 Ocak Direnişi”
olarak nitelendirilmektedir.[lxxxiv]
Olaylar Kıbrıs’ta yayınlanan ve o günlerde yüksek bir baskı
sayısına sahip olan Bozkurt gazetesinde yayınlanan
haberlerin halkı yanlış yönlendirmesi nedeniyle meydana
gelmiştir.[lxxxv] Bozkurt gazetesinin Taksim’in şimdi
görüşülüp kabul edildiği izlenimini veren haberi tamamıyla
yanlış anlamanın sonucuydu. Gazetenin sürmanşeti şu
şekildeydi; “Dısişleri Bakanımız Fatin Rüstü Zorlu’nun Çok
Mühim Beyanatı: İngiltere Taksimi Kabul Etti. Haberin Burada
Duyulması Üzerine Geç Vakitlerde Binlerce Halk Taksim,
Taksim Nidalarıyla Lefkoşa Sokaklarında Dolaştı.” [lxxxvi]
Oysaki Zorlu’nun beyanatı, 19 Aralık 1956’da parlamentoda
yapılan taksimle ilgili bir açıklamaya ilişkindi.[lxxxvii]
Yıllardır süregelen Kıbrıs Rumlarının yaptığı benzer
mitinglere ses çıkarmayan sömürge yönetiminin, haklı
seslerini duyurmaya çalışan silahsız Türk halkına acımasız
bir şekilde saldırması, onun Türkler aleyhine takındığı
ayrımcı tutumunun da kanıtını oluşturmuştur. Bu durum Batılı
sömürgeci devletlerin halen uygulamakta oldukları çifte
standardına iyi bir örnek teşkil etmektedir. Biri kadın 8
Türk’ün katledildiği, birçoğunun yaralandığı 27-28 Ocak
olayları, Türk halkının Kıbrıs’ın geleceği üzerinde kesin
söz hakkı olduğunu ve Kıbrıs Türkü’nün dışlanması ile hiçbir
çözüme ulaşılmayacağını dünyaya bir kez daha ilan
etmiştir.[lxxxviii] Olayların etkisi hemen Türkiye’ye
yayılmış ve tüm Türkiye’yi kapsayacak şekilde milyonlarca
kişinin katıldığı mitingler yapılmaya başlamıştır. Bu
mitinglerde “Taksim” tezi ön plana çıkarılmıştır. Türkiye
gazeteleri ise, 3 Şubat 1958 tarihli sayılarını saldırıları
kınamak maksadıyla siyah başlıklarla yayınlamıştır.[lxxxix]
28 Ocak 1958 tarihli Hürriyet gazetesinin manşetleri şöyle
idi:
“Kıbrıs’ta Dün Yine Türk Kanı Döküldü.”,
“Gösteri Yapan Türklere İngilizlerin Hücumu Kanlı
Çarpışmalara Yol Açtı.”,
“İngilizler Cop ve Gaz Bombası Kullandılar, Bir Askeri
Otonun Halkın İçine Dalıp Bir Türk’ü Öldürmesi Halkı
Galeyana Getirdi.”,
“Bu Habere Göre Türklerden 3 Ölü, 150 de Yaralı Var.” [xc]
Kıbrıs’ta yaşanan trajedi ile ilgili 29 Ocak 1958 tarihli
Hürriyet gazetesinin manşetleri ise şöyle idi:
“İngiliz Askerleri Kıbrıs’ta Türklerin Üstüne Ateş Açtı,
Şehitlerimiz Dün 8’e Yükseldi.”
“Silahsız Türklerin Üzerine Makineli Tüfekle Ateş Açıldı.”,
“Irkdaşlarımız Büyük Matem İçinde. Türklerin Sokağa Çıkması
Da Yasak.”,
“Yeni Şehitlerimizin Üçü Lefkoşa’da, Üçü de Mağusa’da.” [xci]
30 Ocak 1958 tarihinde yayımlanan Hürriyet gazetesinin ilk
sayfasında olaylarda hayatını kaybeden şehitlere ait
fotoğraflar yayınlanmış sürmanşeti; “Kıbrıs Türkleri Büyük
Matem İçinde” şeklinde atılmıştı.[xcii]
Kadıköy Kız Meslek Lisesi IV. sınıf öğrencileri kanlarıyla
bir Kıbrıs haritası hazırlayarak Kıbrıs Cumhurbaşkanı
Muavini Dr. Fazıl Küçük’e gönderilmesini istemişlerdi.[xciii]
Bütün bu gelişmeler artık Kıbrıs Türklerinin yalnız
olmadığını ve Kıbrıs sorununun Türkiye’nin onayı olmadan,
Türk halkının beklentilerine cevap verilmeden
çözülemeyeceğini göstermekteydi. 7. Geçici Çözüm Kıbrıs Cumhuriyeti
Kıbrıs’ta 1958 yazında. Türk-Rum çatışmasının iyice
alevlenmesinden sonra yapılan girişimler sonunda meyvesini
vermiş, Kıbrıs sorununa bir çözüm üretilmesi maksadıyla
Yunanistan ve Türkiye Başbakanları 5-11 Şubat 1959 tarihleri
arasında Zürih’de görüşmeler yapmışlardır. Bu görüşmelerde
iki Başbakan Kıbrıs’ın milletlerarası statüsünün ve
anayasasının dayanacağı prensipler üzerinde anlaşmaya
varmışlardır.[xciv] Zürih’de iki devlet arasında varılan
anlaşmalar 19 Şubat 1959’da Londra’da, Türkiye, Yunanistan
ve İngiltere ile Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarının
temsilcileri tarafından imza edilmiştir.[xcv] Burada
vurgulanması gereken nokta, Kıbrıs Türk ve Rum
temsilcilerinin eşit statüde iki kurucu ortak olarak imza
atmış olmalarıdır.
Bu antlaşmalar neticesinde, 16 Ağustos 1960’ta, iki halkın
kurucu olarak egemenliğinde ve yönetiminde iki toplumlu
konfederal nitelikleri de olan fonksiyonel federatif Kıbrıs
Cumhuriyeti kurulmuştur. Kurulan Türk ve Rum ulusal
yönelimleri (Anayasa’daki tabiriyle Cemaat Meclisleri), din,
eğitim, kültür, sosyal hizmetler, kişi hukuku bakımından
yetkili ve egemen sayılıyordu. Parlamento, hükümet, kamu
yönetimi, polis ve jandarmanın yapılanmasında Rumlar %70 –
Türkler %30, orduda ise Rumlar %60 - Türkler %40 oranlarında
yer alıyordu.[xcvi]
Cumhuriyetin temel özelliklerine baktığımız zaman şunları
görüyoruz:
1. Rumlar Türklerin, Türkler de Rumların üzerinde bir
“baskı ve üstünlük” sağlayamayacaklardı. Bunlar, anayasanın
güvencesi altında idi. Anayasa Mahkemesi başkan ve
yardımcısı da, üçüncü ülke vatandaşlarından (Alman)
oluşuyordu.
2. “Cumhuriyet” dış ilişkilerinde “bağımsız değildi”.
Türkiye ve Yunanistan’ın içinde bulunmadıkları bir
birliğe, topluluğa katılamazdı.
3. Türk ve Rum toplumları kendi içişlerini bağımsız
olarak yürüteceklerdi. Vergiden harcamaya, polisten eğitime
kadar ayrılmıştı.
4. Türk Cumhurbaşkanı yardımcısının “veto hakkı” vardı.
5. Savunma, üç ülkenin güvencesi altında idi.
Cumhuriyet sınırlar içinde Türkiye’nin ve Yunanistan’ın
birlikleri (birer alay) bulunacaktı.
6. Zürih ve Londra antlaşmalarının ve Anayasa’nın
işlerliği konusunda Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin
“garantörlük” hakları konulmuştu. Örneğin Türkiye,
anlaşmaların hükümlerinin “ihlâl” edildiği kanısına
varırsa, tek başına “müdahale etme hakkına” sahipti.[xcvii]
Ancak Makarios ve Rumlar, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bizzat
Makarios’un defalarca dile getirdiği gibi “Enosis için bir
sıçrama tahtası” olarak gördüğünden Kıbrıs Cumhuriyeti ancak
3 yıl yaşayabilmiştir.[xcviii] Esasen Kıbrıs’ta, Zürih ve
Londra antlaşmalarıyla, Kıbrıs Anayasası’yla elde edilen
haklar Kıbrıs Türkleri açısından oldukça değerliydi. Ancak
bu antlaşmalar iki tarafta iyi niyet olduğu takdirde güzel
neticeler verecek antlaşmalardı. Yaşanan gelişmeler Rumlarda
iyi niyetten eser olmadığını göstermiştir.[xcix]
Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios, 30 Kasım 1963’te,
Anayasa’nın on üç temel maddesinin değiştirilmesi önerisini
ortaya atmıştır. Önerilen değişiklerin, Rumları Enosisi
kanuni yollardan gerçekleştirmekten tek başına alıkoyan veto
hakkını Türklerin elinden alması ve ayrıca Türklerin
güvenlikleri için dayanacakları tek teşkilat olan ayrı
belediyelerden de yoksun bırakılması nedeniyle değişiklik
önerisi Türkler tarafından kabul edilmemiştir. 21 Aralık
1963 tarihinde Rum “özel kolluk görevlileri” tarafından bir
Kıbrıslı Türk aile (1 kadın ve 1 erkek) otomatik silahlarla
katledildiler. Bu cinayet Rumların Türklere yönelik
saldırılarının başlangıcı olmuştur.[c] Türkler Rum
saldırıları neticesinde bulundukları yerleşim birimlerinden
göç etmiş ve büyük bir bölümü Lefkoşa’nın Türk kesimine
sığınarak güç koşullarda yaşamak zorunda kalmışlardır. Türk
milletvekilleri, kamu yöneticileri silâh zoru ile
görevlerinden uzaklaştırılmışlardır. Böylece Kıbrıs
Cumhuriyeti bir Kıbrıs Rumlar devletine dönüştürülmüştür.[ci]
Bu eylemler, önceden hazırlanmış olan ve adadaki Türk
varlığına son vermeyi öngören bir plan (Akritas Plânı)[cii]
dâhilinde yürütülmüştür. Makarios’un talimatıyla, Polikarpos
Yorgacis, Tassos Papadopoulos ve Glafkos Klerides tarafından
hazırlanan bu plân ilk defa 21 Nisan 1966’da, Yunan Patris
Gazetesi’nde yayınlanmıştır.[ciii]
Kıbrıs’taki bu gelişmeler üzerine Türkiye, 23 Aralık 1963’te
İngiltere ve Yunanistan hükümetleri nezdinde saldırıların
önlenmesi için harekete geçmiş ve bu girişim sonucu üç ülke
ortak bir bildiri yayınlamıştır. Ancak bu çağrıya rağmen
saldırılar durmamıştır. Kıbrıs Türklerini yok etmek amacıyla
başlatılan bu olaylar tarihe “Kanlı Noel Olayları” olarak
geçmiştir.[civ]
Lefkoşa’da 24-25 Aralık 1963 gecesi, “Kumsal” bölgesine
baskın yapan Rumlar, Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nda görev
yapan Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın üç çocuğunu ve eşini
saklandıkları banyo küvetinde katletmişlerdir. Ayrıca iki
Türk kadını ile bir kız çocuğunu öldürmüşlerdir. Türkiye
garantör ülke olarak İngiltere ve Yunanistan’a ortak
müdahale yapılması için başvurmuş, olumlu cevap alamaması
üzerine tek taraflı müdahaleye karar vermiştir. Katliamı
durdurmak amacıyla Türk jetleri 25 Aralık 1963 saat
14:00’ten sonra Lefkoşa üzerinde bir ihtar uçuşu yapmıştır.
Türk Alayı da karargâhından çıkarak Lefkoşa’nın Türk
kesimini korumaya almıştır. Birkaç günlük çatışmalar
sonucunda sadece Lefkoşa’da tespit edilen Türk şehitlerin
sayısı 92, yaralıların sayısı ise 475 olarak
belirlenmiştir.[cv]
Türkiye’nin müdahale kararı sonucunda, üç devlet önce ortak
bir kuvvetle Lefkoşa’daki çarpışmaları durdurmak maksadıyla
iki taraf arsına (Yeşil Hat) girmiştir. Ayrıca İngiltere’nin
teklifi üzerine Türkiye, Yunanistan ile Türk ve Rum
toplumlarının temsilcilerinin katılımıyla 15 Ocak 1964’te
Londra’da bir konferans toplanmış, düzenlenen konferans 21
Ocak 1964’te bir sonuç alınamadan dağılmıştır.[cvi]
Kıbrıs Cumhuriyeti fiilen son bulmuştu. Çünkü cumhuriyeti
oluşturan bütün yasal ve anayasal kurumlar ortadan
kalkmıştı. Rum yönetimi silâh zoru ile bu kurumları ya
ortadan kaldırmış, ya da işlemez duruma sokmuştu. Kıbrıs’ta
Rum saldırıları sürerken, Makarios 1960 Antlaşmalarını tek
yanlı olarak feshettiğini açıkladı.[cvii] BM Güvenlik
Konseyi’nin 4 Mart 1964’te aldığı bir kararla Kıbrıs’ta
barışın korunması maksadıyla BM Barış Gücü kurulması ve bir
arabulucu tayin edilmesi istenirken, Kıbrıs Hükümetinden de
şiddet ve kan dökülmesini önleyici her türlü önlemi alması
isteniyordu.[cviii] Bu kapsamda 27 Mart 1964’te BM Barış
Gücü Kıbrıs’ta görev yapmaya başladı.[cix] Ancak Barış
Gücü’nün adaya gelişi, eski yasal düzeyi sağlayamadı. Ada
fiilen Rum yönetiminin işgali altındaydı. Atina’ya göre ise,
Rumların Türklere saldırısı ve bütün cumhuriyet kurumlarını
ortadan kaldırmaları, “bir iç mesele” idi ve dışarıdan
müdahaleye gerek yoktu. Çünkü “Rumlar her şeye hâkimdiler.”[cx]
BM Güvenlik Konseyi tarafından alınan bu karar, Kıbrıs
Türklerini yönetimden zorla uzaklaştırarak Hükümet ve
Cumhuriyeti ele geçiren Rum Yönetiminin meşru Kıbrıs
Hükümeti olarak tanınmasının ve Kıbrıs Türk toplumunun da
asi bir topluluk olarak görülmesinin başlangıcı olmuştur.[cxi]
Bu “karar” Kıbrıs’ta günümüze kadar sürecek olan
yanlışlıkları ve uyumsuzlukları “başlatan” bir köşe taşı
olmuştur. Oysa Rum tarafı, aynen Türk tarafı gibi,
Cumhuriyet’in ortaklarından sadece bir tanesi idi.
Cumhuriyeti oluşturan ortaklardan sadece birisi olan Rumlar,
kâğıt üzerinde Cumhuriyetin meşru yönetimi olarak kabul
edilmiş oluyordu. Bu tarihi hata “bilinçli bir biçimde”
işlenmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nde bu bilinçli hata
işlenirken, Anakara’daki yönetim “zaaf göstererek”, hem
direnç gösterememiş, hem de bu bilinçli hatanın ileride yol
açacağı büyük sorunları görememiş ve Türkiye’nin ulusal
çıkarlarını koruyamamıştır. Cumhuriyet ortadan kalkmış,
Kıbrıs fiilen Rumların egemen olduğu bir ada durumuna
gelmiştir. Kıbrıs Türklerinin Türkiye ile ulaşım
bağlantıları kesilmiş, küçük bölgelere sıkışıp
kalmışlardır. Bu çok zor koşullar altında bile Kıbrıs
Türkleri kendi bağımsız yönetimleri olan Kıbrıs Türk
Yönetimini kurmuşlar ve sahip oldukları sınırlı imkânlarla
Rumlara karşı direnmişlerdir. BM’de bugün hâlâ kapanmayan
yeni bir Kıbrıs Dosyası açılmıştır.[cxii]
Kıbrıs’ta 1963’te başlayıp 1964’te de devam eden olaylarda
364 Türk Rumlar tarafından katledilmiştir.[cxiii] Makarios
1964’te saldırıların ardından Türk bölgelerine ambargo
uygulayarak ayakkabı bağından çiviye kadar 37 maddenin
girişini yasaklamıştır. Böylelikle Türkleri dize
getirebileceğini düşünüyordu. Türk bölgelerine karşı 1964’te
gerçekleştirilen Rum saldırılarından sonra 1965 ve 1966
yılları iki toplum arasında cereyan eden ufak çaptaki
çatışmalar dışında nispeten sakin geçmiştir. 1967 yılının
Haziran ayının ortalarında Türk toplumuna yönelik saldırılar
yeniden başlamıştır. Rum-Yunan ordusunun 600-700 kişilik bir
kuvvetle 14 Kasım 1967’de Türklerin yaşadığı, Geçitkale ve
Boğaziçi köylerine saldırması Türkiye’nin sert tepkisini
çekmiştir. Türkiye Yunanistan’a bir nota vermiş, Ege’ye,
Mersin’e asker kaydırmış ve Türk Donanması Kıbrıs’a doğru
hareket etmiştir.[cxiv]
Türkiye’nin sert tepkisiyle karşı karşıya kalan Yunanistan,
Grivas’ı ve Grivas’la birlikte, yasadışı yollardan Kıbrıs’a
soktuğu Yunan askerlerini geri çekmiştir. Yunan askerlerinin
çekilmesinden sonra Enosis’i silah zoruyla
çözümleyemeyeceğini anlayan Başpiskopos Makarios, saldırı
yöntemlerini değiştirerek, sosyo-ekonomik ve siyasal
baskılarla Türk halkına karşı eritme kampanyası
başlatmıştır. Kıbrıs’ta Türklere yaşama hakkı tanımayan
Makarios Yönetimi, göç etmeye karar veren Türklere her türlü
kolaylığı sağlamış, 1967’den 1974’e kadar Kıbrıs Türk halkı
yoğun bir şekilde ada dışına göç etmiştir. Binlerce Türk
İngiltere’ye, Kanada’ya, Avustralya’ya, Almanya’ya göç
etmiştir. Türk halkının erime süreci 1974 Türk Barış
Harekâtına kadar sürmüştür.[cxv] Enosis’in derhal
gerçekleştirilmesinden yana olan ve Atina’daki askerî cunta
tarafından desteklenen gruplar eski terör örgütü EOKA’yı
yeniden canlandırmak amacıyla EOKA-B’yi kurmuşlardır.[cxvi]
Makarios’un Enosis’i gerçekleştirme stratejisini yavaş ve
uzun süreli bulan Rum fanatik unsurlar tarafından Yunan
Cuntası’nın talimatı ve desteğiyle 15 Temmuz 1974’te Enosis
amaçlı bir darbe gerçekleştirilmiştir. Bunun üzerine
Türkiye, garantörlük hakkına dayanarak 20 Temmuz 1974’te
“Barış Harekâtı”nı gerçekleştirmiştir. Bu tarihten sonra 21
Aralık 1963’te başlayan Kanlı Noel süreci son bulmuş, Kıbrıs
sorunu yepyeni boyutlara girmiş ve Türk halkı kurtuluşuna,
bağımsızlığına ve güvenliğine kavuşmuştur.[cxvii] Sonuç
Kıbrıs Türklerinin ortaya koydukları mücadelenin
haklılığının anlaşılabilmesi ve tüm dünyaya haklı sesinin
duyurulabilmesi için sorunun asıl kaynağının iyi tespit
edilmesi gerekmektedir. Yaptığımız inceleme sonucunda
Kıbrıs’ta yaşanan trajedinin nedenlerinin 1700’lü yılların
sonlarına dayandığı görülmektedir.
Kıbrıs, Rumlar tarafından sorun hâline getirilmiştir.
Meselenin temelinde Rumların “Büyük Yunanistan” hayalleri,
diğer bir ifadeyle “Megali İdea” yatmaktadır. Bu hayalin
dayanağı Kıbrıs’ı da sınırları içerisinde gösteren ve 1791
yılında çizilip 1796 yılında yayınlanan Büyük Yunanistan
haritasıdır. Kıbrıslı Rumların Megali İdea düşüncesi
çerçevesinde şekillenen Enosis uğraşları Mora isyanıyla eş
zamanlı olarak 1821 yılında fiiliyata dönüşmeye başlamıştır.
Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandığı tarih olan 1829’dan
itibaren de ivme kazanmaya başlamıştır.
Kıbrıs’ta tarihin hiçbir döneminde Rumlar adaya hâkim
olamamışlardır. 1878 yılından itibaren Rumlar, İngiliz
yönetiminin hoşgörüsü altında uyguladıkları politikalarıyla
Kıbrıs Türklerini azınlık konumuna düşürmeye ve giderek
yönetimde söz sahibi olmaya başlamışlardır. Kıbrıs Türkleri
için ise asıl sorun 1878 yılında adanın yönetimini
İngilizlerin devralmasıyla başlamıştır. Bu tarihten itibaren
Türkler eşitlik, özgürlük ve gasp edilmek istenen haklarının
korunması mücadelesine mecbur edilmiştir.
Rumların amacı ise tüm adaya hâkim olmak, Türkleri etkisiz
bir azınlık haline getirmek ve adayı Yunanistan’a
bağlamaktı. Bu amaçlarına ulaşmak için de Girit’i
Yunanistan’a bağlarken başarıyla uyguladıkları oyunun
aynısını Kıbrıs içinde sergilemeye başlamışlardır. Rumlar
bir taraftan kendilerini dünya kamuoyunda haklı göstermek
için yoğun propaganda faaliyetlerine girişirken, bir
taraftan da Türklere yönelik olarak baskı, şiddet, yıldırma
hareketleri sergilemişlerdir.
1 Ocak 1964’te de Makarios 1960 Antlaşmalarını, tek yanlı
olarak feshettiğini açıklamıştır.[cxviii] Cumhuriyet ortadan
kalkmış, Kıbrıs adası fiili olarak Rumların hâkimiyetine
girmiştir. Bu tarihten sonra Kıbrıs Türk halkı zorlu bir
varoluş mücadelesi sergilemiş, Türkiye tarafından 20 Temmuz
1974’te gerçekleştirilen “Barış Harekâtı” neticesinde huzur
ve güvenliğe kavuşmuştur. Görüldüğü gibi barışı bozan ve
birlikte huzur içinde yaşamayı istemeyen Kıbrıslı Türkler
değil Rumlardı. Türkler ise mağdur olan hakları ellerinden
alınmak istenen hatta yok edilmek istenen taraftır. Hak ve
haklı varsa kimin haklı olduğu apaçık ortadadır.
Ayrıca tarihin tekerrür etmemesi için tarihten gerçek manada
ders çıkarılması gerekmektedir. Bunun için de Rum-Yunan
ikilisinin ne tür oyunlar oynadıklarının ve amaçlarına
ulaşmak için giriştikleri katliamların tüm çıplaklığıyla
gözler önüne serilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde
Kıbrıs’a ve Kıbrıs davasına sahip çıkılabilir.
KAYNAKÇA
I. ARŞİV BELGELERİ
KKTC Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi
T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi II. GAZETELER
Halkın Sesi
Bozkurt Gazetesi
Hürriyet Gazetesi III. ARAŞTIRMA VE İNCELEME ESERLER
1. KİTAPLAR VE TEZLER
AKAR, Reşat, Atatürkçü Kıbrıs Türkleri, İstanbul, 1981.
AKKURT, Aydın, Türk Mukavemet Teşkilatı 1957-1958
Mücadelesi, Seçil Ofset, İstanbul, 1999.
…………………., Kutsal Kavgaların Korkusuz Neferi Dr. Niyazi
Manyera, Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, Lefkoşa, 2000.
ALASYA H. Fikret, Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’ta Türk Eserleri,
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1977.
ARMAOĞLU, Fahir H., Kıbrıs Meselesi 1954-1959, A. Ü. Siyasal
Bilgiler Fak. Yayınları, Ankara, 1963.
…………………. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları: Ankara, 1987.
BERATLI, Nazım, Kıbrıs’ta Ulusal Sorun, Lefkoşa, 1991.
ÇAKMAK, Zafer, Kıbrıs’ta İsyan (Kıbrıs Rumlarının 1931
Enosis İsyanı ve Kıbrıs Türklerine Etkisi), IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, İstanbul, 2009.
ÇAY, Abdülhaluk M., Kıbrıs’ta Kanlı Noel-1963, Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1989.
DOĞANAY, Rahmi-AÇIKSES Erdal, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ve
Atatürk İlkeleri, Manas Yayıncılık, Elazığ, 2006.
ERİM, Nihat, Bildiğim ve Gördüğüm Ölçüler İçinde Kıbrıs,
Ankara.
FELLAHOĞLU, Esat, Baf’ta Direniş, Dilhan Ofset, Lefkoşa,
1995.
GAZİOĞLU, Ahmet C., Enosis Çemberinde Türkler, İstanbul,
1996.
GÜREL, Şükrü S., Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan İlişkileri
(1821-1993), Ankara, 1993.
HALİLOĞLU, Rüstem, Atina İle Lefkoşe Arasındaki Savaşın
İçyüzü (1960-1974), Ankara, 1990.
İSMAİL, Sabahattin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğuşu-Çöküşü ve
Unutulan Yıllar (1964-1974), KKTC Milli Eğitim ve Kültür
Bakanlığı Yayını, İstanbul, 1992.
…………………….., İngiliz Yönetiminde Türk-Rum İlişkileri ve İlk
Türk-Rum Kavgaları, Kıbrıs Türk Mücahitleri Derneği
Yayınları, Lefkoşa, 1997.
…………………….., Kıbrıs Sorununun Kökleri, Akdeniz Haber Ajansı
Yayınları, Lefkoşa, 2000.
……………………….., Kıbrıs’ta Yunan Sorunu (1821–2000), Akdeniz
Haber Ajansı Yayınları, Lefkoşa, 2000.
KESER, Ulvi, Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk
Mukavemet Teşkilatı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul,
2007.
MANİSALI, Erol, Dünden Bugüne Kıbrıs, Yeni Gün Haber Ajansı
Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul, 2000.
MANİZADE, Derviş, Kıbrıs Dün Bugün Yarın, İstanbul, 1975.
OBERLİNG, Pierre, Bellapais’e Giden Yol “Kıbrıs Türklerinin
Kuzey Kıbrıs’a Zorunlu Göçü”, (Türkçeye Çeviren: Em. İs. Alb.
Mehmet Erdoğan), Ankara, 1988.
……………………, Kıbrıs Facisası, (Türkçeye Çeviren: Fahir
Armaoğlu), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1990.
ÖNALP, Ertuğrul, Geçmişten Günümüze Kıbrıs, Ankara, 2007.
SOMUNCUOĞLU, Sadi, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm mü?
Çözülme mi?, Zembil Basım Yayın Limitet Şirketi, Ankara,
2003.
ŞAHİN, Güneş, Tarih Çalışmalarına Kaynak Olarak Tercüman,
Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet Gazetelerinde Kıbrıs Sorunu
(1954-1974), (Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sos. Bil. Ens.
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Van, 2006.
TAMÇELİK, Soyalp, Kıbrıs’ın İngiliz İdaresine Geçişi
(1878-1919), KKTC. Cumhurbaşkanlığı Basımevi, Lefkoşa, 1997.
TOLGAY, Ahmet, Fırtına ve Şafak, Kıbrıs Türk Mücahitler
Derneği Yayını, Lefkoşa, 1998.
TÜRSAN, Nurettin, Yunan Sorunu, Ankara, 1987.
YURDAKUL, Erdal, Kıbrıs Türkleri ve Atatürk İnkılâplarının
Kıbrıs’ta Uygulanması, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik
Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2002.
2. MAKALELER
AKÇORA, Ergünöz, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve
Rumların Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi, Sayı 179, İstanbul, 2009, s. 35-62.
ALASYA, H. Fikret, “Tarihi Perspektiften Kıbrıs Meselesi
(Dün-Bugün-Yarın)”, Tarihi Gelişmeler İçinde Türkiye’nin
Sorunları Sempozyumu (Dün-Bugün-Yarın), Ankara, 1990.
ALÇITEPE, Ali Galip, “Meclis-i Millî’nin Kıbrıs Türk Millî
Mücadele Tarihi’ndeki Yeri”, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal
Bilimler, Cilt 1, Sayı 1, Manisa, 2003, s.1-5.
BİLGE, A. Suat, “Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Türkiye Sovyetler
Birliği Münasebetleri”, Olaylarla Türk Dış Politikası,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları,
Cilt 1, Ankara, 1987.
BOZKURT, İsmail, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”, Avrupa
Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve Yarını),
Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Doğu Akdeniz Üniversitesi
Yayını, Kısım 2, Ankara, 2001, s. 9-15.
CİCİOĞLU, Hasan, “Türkiye ve KKTC’nin Coğrafi Bölge
Üzerindeki Tarihi Önemi ve Yeri”, Avrupa Birliği Kıskacında
Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve Yarını), Kıbrıs Araştırmaları
Merkezi Doğu Akdeniz Üniversitesi Yayını, Kısım 4, Ankara,
2001, s. 21-30.
CUMALIOĞLU, Yakan, “Kıbrıs Türklerinin Bağımsızlık ve
Özgürlük Mücadelesi”, Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs
Meselesi, Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Doğu Akdeniz
Üniversitesi Yayını, Kısım 3, Ankara, 2001, s. 16-20.
ÇAKMAK, Zafer, “Megali İdea’nın Ortaya Çıkışı ve
Yunanistan’ın Genişleme Siyasetine Etkisi”, IV. Türkiye’nin
Güvenliği Sempozyumu (Tarihten Günümüze Dış Tehditler),
(Elazığ, 16–17 Ekim 2003), Bildiriler, Elazığ, 2004.
ÖZFATURA, M. Necati, “KKTC’de Bizans Oyunu”, Yeni Kuvayı
Milliye, Sayı 7, İstanbul, 2003.
[1][1] Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü Öğretim Üyesi ELAZIĞ. eacikses@firat.edu.tr
[1] [1] Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora
Öğrencisi ELAZIĞ. a.cankut@hotmail.com
Not: Bu makalenin bir özeti daha önce Elazığ’da yapılan anma
töreninde tebliğ olarak sunulmuş ve bilahare Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi’nin 181 numaralı sayısında
yayınlanmıştır.
[ii] Sabahattin İsmail, Kıbrıs Sorununun Kökleri, Akdeniz
Haber Ajansı Yayınları, Lefkoşa, 2000, s. 1–2.
[iii] Soyalp Tamçelik, Kıbrıs’ın İngiliz İdaresine Geçişi
(1878–1919), KKTC. Cumhurbaşkanlığı Basımevi, Lefkoşa, 1997,
s. 17.
[iv] A. Suat Bilge, “Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Türkiye Sovyetler
Birliği Münasebetleri”, Olaylarla Türk Dış Politikası,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları,
Cilt 1, Ankara, 1987, s. 337.
[v] Erdal Yurdakul, Kıbrıs Türkleri ve Atatürk
İnkılâplarının Kıbrıs’ta Uygulanması, Genelkurmay Askeri
Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2002,
s. 3–4.
[vi] H. Fikret Alasya, Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’ta Türk
Eserleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 2.
Baskı, Ankara, 1977, s. 14.
[vii] Sadi Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm
mü? Çözülme mi?, Zembil Basım Yayın Limitet Şirketi, Ankara,
2003, s. 25.
[viii] İsmail Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Doğu Akdeniz
Üniversitesi Yayını, Kısım 2, Ankara, 2001, s. 9.
[ix] M. Necati Özfatura, “KKTC’de Bizans Oyunu”, Yeni Kuvayı
Milliye, Sayı 7, İstanbul, 2003, s. 22.
[x] E. Yurdakul, Kıbrıs Türkleri ve Atatürk İnkılâplarının
Kıbrıs’ta Uygulanması, s. 6.
[xi] E. Yurdakul, Kıbrıs Türkleri ve Atatürk İnkılâplarının
Kıbrıs’ta Uygulanması, s. 5.
[xii] M. Necati Özfatura, “KKTC’de Bizans Oyunu”, Yeni
Kuvayı Milliye, s. 22.
[xiii] Yakan Cumalıoğlu, “Kıbrıs Türklerinin Bağımsızlık ve
Özgürlük Mücadelesi”, Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs
Meselesi (Bugünü ve Yarını), Kıbrıs Araştırmaları Merkezi
Doğu Akdeniz Üniversitesi Yayını, Kısım 3, Ankara, 2001, s.
20. : Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık
Mücadelesi ve Rumların Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk
Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 179, İstanbul, 2009, s.
36.
[xiv] S. Tamçelik, Kıbrıs’ın İngiliz İdaresine Geçişi
(1878–1919), s. 5.
[xv] S. Tamçelik, Kıbrıs’ın İngiliz İdaresine Geçişi
(1878–1919), s. 15.
[xvi] Erol Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, Yeni Gün Haber
Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul, 2000, s. 12. :
Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve
Rumların Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi, Sayı 179, s. 38.
[xvii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 14. : Ergünöz
Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların
Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları
Dergisi, Sayı 179, s. 38.
[xviii] Pierre Oberling, Kıbrıs Facisası, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, 1990, s. 3.
[xix] Pierre Oberling, Bellapais’e Giden Yol: Kıbrıs
Türklerinin Kuzey Kıbrıs’a Zorunlu Göçü, Ankara, 1988, s.
2–3.
[xx] Zafer Çakmak, Kıbrıs’ta İsyan: Kıbrıs Rumlarının 1931
Enosis İsyanı ve Kıbrıs Türklerine Etkisi, IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, İstanbul, 2009, s. 15.
[xxi] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 9–10.
[xxii] Güneş Şahin, Tarih Çalışmalarına Kaynak Olarak
Tercüman, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet Gazetelerinde
Kıbrıs Sorunu (1954–1974), (Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Van,
2006, s. 4–5.
[xxiii] S. Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm
mü? Çözülme mi?, s. 25.
[xxiv] Sabahattin İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu (1821–2000)
, Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, Lefkoşa, 2000, s. 8.
[xxv] S. Tamçelik, Kıbrıs’ın İngiliz İdaresine Geçişi
(1878–1919), s. 67.
[xxvi] Z. Çakmak, Kıbrıs’ta İsyan…, s. 23.
[xxvii] Hasan Cicioğlu, “Türkiye ve KKTC’nin Coğrafi Bölge
Üzerindeki Tarihi Önemi ve Yeri”, Avrupa Birliği Kıskacında
Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve Yarını), Kıbrıs Araştırmaları
Merkezi Doğu Akdeniz Üniversitesi Yayını, Kısım 4, Ankara,
2001, s. 28.
[xxviii] S. İsmail, Kıbrıs Sorununun Kökleri, s. 5.
[xxix] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 10 :Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık
Mücadelesi ve Rumların Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk
Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 179, s. 39.
[xxx] S. İsmail, Kıbrıs Sorununun Kökleri, s. 6.
[xxxi] Zafer Çakmak, “Megali İdea’nın Ortaya Çıkışı ve
Yunanistan’ın Genişleme Siyaseti’ne Etkisi”, IV. Türkiye’nin
Güvenliği Sempozyumu (Tarihten Günümüze Dış Tehditler),
(Elazığ, 16–17 Ekim 2003), Bildiriler, Elazığ, 2004, s. 211.
[xxxii] S. Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm
mü? Çözülme mi?, s. 36.
[xxxiii] S. Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm
mü? Çözülme mi?, s. 36.
[xxxiv] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 10.
[xxxv] Nurettin Türsan, Yunan Sorunu, 3.baskı, Ankara 1987,
s. 35–36.
[xxxvi] Rahmi Doğanay-Erdal Açıkses, Türkiye Cumhuriyeti
Tarihi ve Atatürk İlkeleri, Manas Yayıncılık, Elazığ, 2006,
s. 70.
[xxxvii] Esat Fellahoğlu, Baf’ta Direniş, Dilhan Ofset,
Lefkoşa, 1995, s. 4.
[xxxviii] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 10.
[xxxix] Z. Çakmak, Kıbrıs’ta İsyan…, s. 23.
[xl] H. Fikret Alasya, “Tarihi Perspektiften Kıbrıs Meselesi
(Dün-Bugün-Yarın)”, Tarihi Gelişmeler İçinde Türkiye’nin
Sorunları Sempozyumu (Dün-Bugün-Yarın), Ankara, 1990, s.
231.
[xli] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 10–11.
[xlii] S. Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm mü?
Çözülme mi?, s. 28.
[xliii] Nazım Beratlı, Kıbrıs’ta Ulusal Sorun, Lefkoşa,
1991, s. 45.
[xliv] S. Tamçelik, Kıbrıs’ın İngiliz İdaresine Geçişi
(1878–1919), s. 6.
[xlv] Ertuğrul Önalp, Geçmişten Günümüze Kıbrıs, Ankara,
2007, s. 34.
[xlvi] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 11.
[xlvii] H. F. Alasya, Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’ta Türk
Eserleri, s. 231. : Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün
Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların Türklere Uyguladıkları
Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 179, s.
39.
[xlviii] Z. Çakmak, Kıbrıs’ta İsyan…, s. 26.
[xlix] S. İsmail, Kıbrıs Sorununun Kökleri, s. 23.
[l] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 15.
[li] S. İsmail, Kıbrıs Sorununun Kökleri, s. 23–24.
[lii] E. Önalp, Geçmişten Günümüze Kıbrıs, s. 43.
[liii] Ali Galip Alçıtepe, “Meclis-i Millî’nin Kıbrıs Türk
Millî Mücadele Tarihi’ndeki Yeri”, Celal Bayar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, Manisa,
2003, s. 3.
[liv] Ulvi Keser, Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk
Mukavemet Teşkilatı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul,
2007, s. 25.
[lv] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 16.
[lvi] Ahmet C. Gazioğlu, Enosis Çemberinde Türkler,
İstanbul, 1996, s. 192.
[lvii] E. Önalp, Geçmişten Günümüze Kıbrıs, s. 45.
[lviii] U. Keser, Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk
Mukavemet Teşkilatı, s. 27.
[lix] Z. Çakmak, Kıbrıs’ta İsyan…, s. 103.
[lx] S. İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu (1821–2000) , s.
44–45. : Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık
Mücadelesi ve Rumların Türklere Uyguladıkları Katliamlar”,
Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, s. 41.
[lxi] U. Keser, Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk
Mukavemet Teşkilatı, s. 27.
[lxii] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon Kodu:
30.10.0.0, Yer No: 124.886.14.
[lxiii] BCA, Fon Kodu: 30.10.0.0, Yer No: 124.886.18.
[lxiv] S. Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm mü?
Çözülme mi?, s. 27.
[lxv] U. Keser, Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk
Mukavemet Teşkilatı, s. 34–37. : Ergünöz Akçora, “Kıbrıs
Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların Türklere
Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,
Sayı 179, s. 42.
[lxvi] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 16–17.
[lxvii] A. C. Gazioğlu, Enosis Çemberinde Türkler, s. 192.
[lxviii] Reşat Akar, Atatürkçü Kıbrıs Türkleri, İstanbul,
1981, s. 42–43.
[lxix] BCA, Fon Kodu: 30.10.0.0, Yer No: 124.887.3.
[lxx] S. Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm mü?
Çözülme mi?, s. 27-29. : Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün
Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların Türklere Uyguladıkları
Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi , Sayı 179, s.
43.
[lxxi] A. S. Bilge, “Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Türkiye Sovyetler
Birliği Münasebetleri”, Olaylarla Türk Dış Politikası, s.
343–345.
[lxxii] S. Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm
mü? Çözülme mi?, s. 29.
[lxxiii] Fahir H. Armaoğlu, Kıbrıs Meselesi 1954–1959, A. Ü.
Siyasal Bilgiler Fak. Yayınları, Ankara, 1963, s. 152–158. :
Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve
Rumların Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi, Sayı 179, s. 41-42.
[lxxiv] A. S. Bilge, “Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Türkiye
Sovyetler Birliği Münasebetleri”, Olaylarla Türk Dış
Politikası, s. 353. : Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün
Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların Türklere Uyguladıkları
Katliamlar”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, s. 43-44.
[lxxv] S. İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu (1821–2000) , s.
69.
[lxxvi] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 25–26.
[lxxvii] Sabahattin İsmail, İngiliz Yönetiminde Türk-Rum
İlişkileri ve İlk Türk-Rum Kavgaları, Kıbrıs Türk
Mücahitleri Derneği Yayınları, Lefkoşa, 1997, s. 361.
[lxxviii] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi
1914–1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı,
Ankara, 1987, s. 532.
[lxxix] Halkın Sesi, 30 Aralık 1956. : Ergünöz Akçora,
“Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların Türklere
Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,
Sayı 179, s. 44.
[lxxx] E. Fellahoğlu, Baf’ta Direniş, s. 8.
[lxxxi] E. Fellahoğlu, Baf’ta Direniş, s. 9. : Ergünöz
Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık
Mücadelesi ve Rumların Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk
Dünyası Araştırmaları
Dergisi Sayı 179,, s. 45.
[lxxxii] S. İsmail, İngiliz Yönetiminde Türk-Rum İlişkileri
ve İlk Türk-Rum Kavgaları, s. 364.
[lxxxiii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 26.
[lxxxiv] Aydın Akkurt, Kutsal Kavgaların Korkusuz Neferi Dr.
Niyazi Manyera, Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, Lefkoşa,
2000, s. 37.
[lxxxv] Ahmet Tolgay, Fırtına ve Şafak, Kıbrıs Türk
Mücahitler Derneği Yayını, Lefkoşa, 1998, s. 55.
[lxxxvi] Bozkurt Gazetesi, 27 Ocak 1958.
[lxxxvii] Aydın Akkurt, Türk Mukavemet Teşkilatı 1957–1958
Mücadelesi, Seçil Ofset, İstanbul, 1999, s. 110.
[lxxxviii] Sebahattin İsmail, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
Doğuşu-Çöküşü ve Unutulan Yıllar (1964–1974), KKTC Milli
Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayını, Lefkoşa, 1992, s. 14–15.
[lxxxix] S. İsmail, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğuşu-Çöküşü ve
Unutulan Yıllar (1964–1974), s. 22.
[xc] Hürriyet, 28 Ocak 1958, s. 1.
[xci] Hürriyet, 29 Ocak 1958, s. 1.
[xcii] Hürriyet, 30 Ocak 1958, s. 1.
[xciii] Hürriyet, 1 Şubat 1958, s. 1.
[xciv] A. S. Bilge, “Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Türkiye Sovyetler
Birliği Münasebetleri”, Olaylarla Türk Dış Politikası, s.
366.
[xcv] F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914–1980, s.
533.
[xcvi] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 14.
[xcvii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 34–35.
[xcviii] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 15.
[xcix] Nihat Erim, Bildiğim ve Gördüğüm Ölçüler İçinde
Kıbrıs, Ankara, s. 174–175.
[c] P. Oberling, Bellapais’e Giden Yol…, s. 67–69.
[ci] Şükrü S. Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan
İlişkileri (1821–1993), Ankara, 1993, s. 57.
[cii] Akritas Planı; Cumhurbaşkanı Makarios’un direktifleri
ile “AKRİTAS” kod adlı İç İşleri Bakanı Yorgacis tarafından
uygulanan bu plan, EOKA tedhiş örgütü kullanılarak Türklerin
topluca imha edilmesi amacıyla yapılan tedhiş planıdır. Bkz.
KKTC Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi Belgeleri, Akritas
Örgütü ve Planları (Rumların Kıbrıs Türklerini Yok Etme
Girişimlerinin Ana Belgesi), KKTC Enformasyon Dairesi
Yayını, Referans No: 4179, Kutu No: 120.
[ciii] P. Oberling, Bellapais’e Giden Yol…, s. 64.
[civ] Rüstem Haliloğlu, Atina ile Lefkoşe Arasındaki Savaşın
İçyüzü (1960–1974), Ankara, 1990, s. 9.
[cv] Derviş Manizade, Kıbrıs Dün Bugün Yarın, İstanbul,
1975, s. 140–142. : Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün
Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların Türklere Uyguladıkları
Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 179, s.
47-48.
[cvi] F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914–1980, s.
786.
[cvii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 41.
[cviii] S. İsmail, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğuşu-Çöküşü ve
Unutulan Yıllar (1964–1974), s. 128.
[cix] Ş. S. Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan
İlişkileri (1821–1993), s. 58.
[cx] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 41.
[cxi] S. İsmail, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğuşu-Çöküşü ve
Unutulan Yıllar (1964–1974), s. 128.
[cxii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 41–42.
[cxiii] Abdülhaluk M. Çay, Kıbrıs’ta Kanlı Noel–1963, Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1989, s.
4.
[cxiv] E. Önalp, Geçmişten Günümüze Kıbrıs, s. 105–113.
[cxv] A. Tolgay, Fırtına ve Şafak, s. 109.
[cxvi] E. Önalp, Geçmişten Günümüze Kıbrıs, s. 117.
[cxvii] A. Tolgay, Fırtına ve Şafak, s. 109. : Ergünöz
Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların
Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları
Dergisi, Sayı 179, s. 50-51.
[cxviii] Ş. S. Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan
İlişkileri (1821–1993), s. 58.
[cxviii][cxviii] Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ELAZIĞ. eacikses@firat.edu.tr
[cxviii] [cxviii] Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Doktora Öğrencisi ELAZIĞ. a.cankut@hotmail.com
Not: Bu makalenin bir özeti daha önce Elazığ’da yapılan anma
töreninde tebliğ olarak sunulmuş ve bilahare Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi’nin 181 numaralı sayısında
yayınlanmıştır.
[cxviii] Sabahattin İsmail, Kıbrıs Sorununun Kökleri,
Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, Lefkoşa, 2000, s. 1–2.
[cxviii] Soyalp Tamçelik, Kıbrıs’ın İngiliz İdaresine Geçişi
(1878–1919), KKTC. Cumhurbaşkanlığı Basımevi, Lefkoşa, 1997,
s. 17.
[cxviii] A. Suat Bilge, “Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Türkiye
Sovyetler Birliği Münasebetleri”, Olaylarla Türk Dış
Politikası, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları, Cilt 1, Ankara, 1987, s. 337.
[cxviii] Erdal Yurdakul, Kıbrıs Türkleri ve Atatürk
İnkılâplarının Kıbrıs’ta Uygulanması, Genelkurmay Askeri
Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2002,
s. 3–4.
[cxviii] H. Fikret Alasya, Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’ta Türk
Eserleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 2.
Baskı, Ankara, 1977, s. 14.
[cxviii] Sadi Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm
mü? Çözülme mi?, Zembil Basım Yayın Limitet Şirketi, Ankara,
2003, s. 25.
[cxviii] İsmail Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir
Bakış”, Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Doğu Akdeniz
Üniversitesi Yayını, Kısım 2, Ankara, 2001, s. 9.
[cxviii] M. Necati Özfatura, “KKTC’de Bizans Oyunu”, Yeni
Kuvayı Milliye, Sayı 7, İstanbul, 2003, s. 22.
[cxviii] E. Yurdakul, Kıbrıs Türkleri ve Atatürk
İnkılâplarının Kıbrıs’ta Uygulanması, s. 6.
[cxviii] E. Yurdakul, Kıbrıs Türkleri ve Atatürk
İnkılâplarının Kıbrıs’ta Uygulanması, s. 5.
[cxviii] M. Necati Özfatura, “KKTC’de Bizans Oyunu”, Yeni
Kuvayı Milliye, s. 22.
[cxviii] Yakan Cumalıoğlu, “Kıbrıs Türklerinin Bağımsızlık
ve Özgürlük Mücadelesi”, Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs
Meselesi (Bugünü ve Yarını), Kıbrıs Araştırmaları Merkezi
Doğu Akdeniz Üniversitesi Yayını, Kısım 3, Ankara, 2001, s.
20. : Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık
Mücadelesi ve Rumların Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk
Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 179, İstanbul, 2009, s.
36.
[cxviii] S. Tamçelik, Kıbrıs’ın İngiliz İdaresine Geçişi
(1878–1919), s. 5.
[cxviii] S. Tamçelik, Kıbrıs’ın İngiliz İdaresine Geçişi
(1878–1919), s. 15.
[cxviii] Erol Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, Yeni Gün Haber
Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul, 2000, s. 12. :
Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve
Rumların Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi, Sayı 179, s. 38.
[cxviii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 14. : Ergünöz
Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların
Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları
Dergisi, Sayı 179, s. 38.
[cxviii] Pierre Oberling, Kıbrıs Facisası, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara, 1990, s. 3.
[cxviii] Pierre Oberling, Bellapais’e Giden Yol: Kıbrıs
Türklerinin Kuzey Kıbrıs’a Zorunlu Göçü, Ankara, 1988, s.
2–3.
[cxviii] Zafer Çakmak, Kıbrıs’ta İsyan: Kıbrıs Rumlarının
1931 Enosis İsyanı ve Kıbrıs Türklerine Etkisi, IQ Kültür
Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2009, s. 15.
[cxviii] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 9–10.
[cxviii] Güneş Şahin, Tarih Çalışmalarına Kaynak Olarak
Tercüman, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet Gazetelerinde
Kıbrıs Sorunu (1954–1974), (Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Van,
2006, s. 4–5.
[cxviii] S. Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm
mü? Çözülme mi?, s. 25.
[cxviii] Sabahattin İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu
(1821–2000) , Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, Lefkoşa, 2000,
s. 8.
[cxviii] S. Tamçelik, Kıbrıs’ın İngiliz İdaresine Geçişi
(1878–1919), s. 67.
[cxviii] Z. Çakmak, Kıbrıs’ta İsyan…, s. 23.
[cxviii] Hasan Cicioğlu, “Türkiye ve KKTC’nin Coğrafi Bölge
Üzerindeki Tarihi Önemi ve Yeri”, Avrupa Birliği Kıskacında
Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve Yarını), Kıbrıs Araştırmaları
Merkezi Doğu Akdeniz Üniversitesi Yayını, Kısım 4, Ankara,
2001, s. 28.
[cxviii] S. İsmail, Kıbrıs Sorununun Kökleri, s. 5.
[cxviii] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 10 :Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık
Mücadelesi ve Rumların Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk
Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 179, s. 39.
[cxviii] S. İsmail, Kıbrıs Sorununun Kökleri, s. 6.
[cxviii] Zafer Çakmak, “Megali İdea’nın Ortaya Çıkışı ve
Yunanistan’ın Genişleme Siyaseti’ne Etkisi”, IV. Türkiye’nin
Güvenliği Sempozyumu (Tarihten Günümüze Dış Tehditler),
(Elazığ, 16–17 Ekim 2003), Bildiriler, Elazığ, 2004, s. 211.
[cxviii] S. Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm
mü? Çözülme mi?, s. 36.
[cxviii] S. Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm
mü? Çözülme mi?, s. 36.
[cxviii] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 10.
[cxviii] Nurettin Türsan, Yunan Sorunu, 3.baskı, Ankara
1987, s. 35–36.
[cxviii] Rahmi Doğanay-Erdal Açıkses, Türkiye Cumhuriyeti
Tarihi ve Atatürk İlkeleri, Manas Yayıncılık, Elazığ, 2006,
s. 70.
[cxviii] Esat Fellahoğlu, Baf’ta Direniş, Dilhan Ofset,
Lefkoşa, 1995, s. 4.
[cxviii] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 10.
[cxviii] Z. Çakmak, Kıbrıs’ta İsyan…, s. 23.
[cxviii] H. Fikret Alasya, “Tarihi Perspektiften Kıbrıs
Meselesi (Dün-Bugün-Yarın)”, Tarihi Gelişmeler İçinde
Türkiye’nin Sorunları Sempozyumu (Dün-Bugün-Yarın), Ankara,
1990, s. 231.
[cxviii] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 10–11.
[cxviii] S. Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm
mü? Çözülme mi?, s. 28.
[cxviii] Nazım Beratlı, Kıbrıs’ta Ulusal Sorun, Lefkoşa,
1991, s. 45.
[cxviii] S. Tamçelik, Kıbrıs’ın İngiliz İdaresine Geçişi
(1878–1919), s. 6.
[cxviii] Ertuğrul Önalp, Geçmişten Günümüze Kıbrıs, Ankara,
2007, s. 34.
[cxviii] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 11.
[cxviii] H. F. Alasya, Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’ta Türk
Eserleri, s. 231. : Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün
Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların Türklere Uyguladıkları
Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 179, s.
39.
[cxviii] Z. Çakmak, Kıbrıs’ta İsyan…, s. 26.
[cxviii] S. İsmail, Kıbrıs Sorununun Kökleri, s. 23.
[cxviii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 15.
[cxviii] S. İsmail, Kıbrıs Sorununun Kökleri, s. 23–24.
[cxviii] E. Önalp, Geçmişten Günümüze Kıbrıs, s. 43.
[cxviii] Ali Galip Alçıtepe, “Meclis-i Millî’nin Kıbrıs Türk
Millî Mücadele Tarihi’ndeki Yeri”, Celal Bayar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, Manisa,
2003, s. 3.
[cxviii] Ulvi Keser, Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk
Mukavemet Teşkilatı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul,
2007, s. 25.
[cxviii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 16.
[cxviii] Ahmet C. Gazioğlu, Enosis Çemberinde Türkler,
İstanbul, 1996, s. 192.
[cxviii] E. Önalp, Geçmişten Günümüze Kıbrıs, s. 45.
[cxviii] U. Keser, Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk
Mukavemet Teşkilatı, s. 27.
[cxviii] Z. Çakmak, Kıbrıs’ta İsyan…, s. 103.
[cxviii] S. İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu (1821–2000) , s.
44–45. : Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık
Mücadelesi ve Rumların Türklere Uyguladıkları Katliamlar”,
Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, s. 41.
[cxviii] U. Keser, Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk
Mukavemet Teşkilatı, s. 27.
[cxviii] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon Kodu:
30.10.0.0, Yer No: 124.886.14.
[cxviii] BCA, Fon Kodu: 30.10.0.0, Yer No: 124.886.18.
[cxviii] S. Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm
mü? Çözülme mi?, s. 27.
[cxviii] U. Keser, Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk
Mukavemet Teşkilatı, s. 34–37. : Ergünöz Akçora, “Kıbrıs
Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların Türklere
Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,
Sayı 179, s. 42.
[cxviii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 16–17.
[cxviii] A. C. Gazioğlu, Enosis Çemberinde Türkler, s. 192.
[cxviii] Reşat Akar, Atatürkçü Kıbrıs Türkleri, İstanbul,
1981, s. 42–43.
[cxviii] BCA, Fon Kodu: 30.10.0.0, Yer No: 124.887.3.
[cxviii] S. Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm
mü? Çözülme mi?, s. 27-29. : Ergünöz Akçora, “Kıbrıs
Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların Türklere
Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi ,
Sayı 179, s. 43.
[cxviii] A. S. Bilge, “Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Türkiye
Sovyetler Birliği Münasebetleri”, Olaylarla Türk Dış
Politikası, s. 343–345.
[cxviii] S. Somuncuoğlu, Sorularla Belgelerle Kıbrıs-Çözüm
mü? Çözülme mi?, s. 29.
[cxviii] Fahir H. Armaoğlu, Kıbrıs Meselesi 1954–1959, A. Ü.
Siyasal Bilgiler Fak. Yayınları, Ankara, 1963, s. 152–158. :
Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve
Rumların Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi, Sayı 179, s. 41-42.
[cxviii] A. S. Bilge, “Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Türkiye
Sovyetler Birliği Münasebetleri”, Olaylarla Türk Dış
Politikası, s. 353. : Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün
Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların Türklere Uyguladıkları
Katliamlar”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, s. 43-44.
[cxviii] S. İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu (1821–2000) , s.
69.
[cxviii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 25–26.
[cxviii] Sabahattin İsmail, İngiliz Yönetiminde Türk-Rum
İlişkileri ve İlk Türk-Rum Kavgaları, Kıbrıs Türk
Mücahitleri Derneği Yayınları, Lefkoşa, 1997, s. 361.
[cxviii] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi
1914–1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı,
Ankara, 1987, s. 532.
[cxviii] Halkın Sesi, 30 Aralık 1956. : Ergünöz Akçora,
“Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların Türklere
Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,
Sayı 179, s. 44.
[cxviii] E. Fellahoğlu, Baf’ta Direniş, s. 8.
[cxviii] E. Fellahoğlu, Baf’ta Direniş, s. 9. : Ergünöz
Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların
Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları
Dergisi Sayı 179,, s. 45.
[cxviii] S. İsmail, İngiliz Yönetiminde Türk-Rum İlişkileri
ve İlk Türk-Rum Kavgaları, s. 364.
[cxviii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 26.
[cxviii] Aydın Akkurt, Kutsal Kavgaların Korkusuz Neferi Dr.
Niyazi Manyera, Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, Lefkoşa,
2000, s. 37.
[cxviii] Ahmet Tolgay, Fırtına ve Şafak, Kıbrıs Türk
Mücahitler Derneği Yayını, Lefkoşa, 1998, s. 55.
[cxviii] Bozkurt Gazetesi, 27 Ocak 1958.
[cxviii] Aydın Akkurt, Türk Mukavemet Teşkilatı 1957–1958
Mücadelesi, Seçil Ofset, İstanbul, 1999, s. 110.
[cxviii] Sebahattin İsmail, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
Doğuşu-Çöküşü ve Unutulan Yıllar (1964–1974), KKTC Milli
Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayını, Lefkoşa, 1992, s. 14–15.
[cxviii] S. İsmail, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğuşu-Çöküşü ve
Unutulan Yıllar (1964–1974), s. 22.
[cxviii] Hürriyet, 28 Ocak 1958, s. 1.
[cxviii] Hürriyet, 29 Ocak 1958, s. 1.
[cxviii] Hürriyet, 30 Ocak 1958, s. 1.
[cxviii] Hürriyet, 1 Şubat 1958, s. 1.
[cxviii] A. S. Bilge, “Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Türkiye
Sovyetler Birliği Münasebetleri”, Olaylarla Türk Dış
Politikası, s. 366.
[cxviii] F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914–1980, s.
533.
[cxviii] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 14.
[cxviii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 34–35.
[cxviii] İ. Bozkurt, “Kıbrıs’ın Tarihine Kısa Bir Bakış”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve
Yarını), s. 15.
[cxviii] Nihat Erim, Bildiğim ve Gördüğüm Ölçüler İçinde
Kıbrıs, Ankara, s. 174–175.
[cxviii] P. Oberling, Bellapais’e Giden Yol…, s. 67–69.
[cxviii] Şükrü S. Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan
İlişkileri (1821–1993), Ankara, 1993, s. 57.
[cxviii] Akritas Planı; Cumhurbaşkanı Makarios’un
direktifleri ile “AKRİTAS” kod adlı İç İşleri Bakanı
Yorgacis tarafından uygulanan bu plan, EOKA tedhiş örgütü
kullanılarak Türklerin topluca imha edilmesi amacıyla
yapılan tedhiş planıdır. Bkz. KKTC Milli Arşiv ve Araştırma
Dairesi Belgeleri, Akritas Örgütü ve Planları (Rumların
Kıbrıs Türklerini Yok Etme Girişimlerinin Ana Belgesi), KKTC
Enformasyon Dairesi Yayını, Referans No: 4179, Kutu No: 120.
[cxviii] P. Oberling, Bellapais’e Giden Yol…, s. 64.
[cxviii] Rüstem Haliloğlu, Atina ile Lefkoşe Arasındaki
Savaşın İçyüzü (1960–1974), Ankara, 1990, s. 9.
[cxviii] Derviş Manizade, Kıbrıs Dün Bugün Yarın, İstanbul,
1975, s. 140–142. : Ergünöz Akçora, “Kıbrıs Türkünün
Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların Türklere Uyguladıkları
Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 179, s.
47-48.
[cxviii] F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914–1980, s.
786.
[cxviii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 41.
[cxviii] S. İsmail, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğuşu-Çöküşü ve
Unutulan Yıllar (1964–1974), s. 128.
[cxviii] Ş. S. Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan
İlişkileri (1821–1993), s. 58.
[cxviii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 41.
[cxviii] S. İsmail, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğuşu-Çöküşü ve
Unutulan Yıllar (1964–1974), s. 128.
[cxviii] E. Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, s. 41–42.
[cxviii] Abdülhaluk M. Çay, Kıbrıs’ta Kanlı Noel–1963, Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1989, s.
4.
[cxviii] E. Önalp, Geçmişten Günümüze Kıbrıs, s. 105–113.
[cxviii] A. Tolgay, Fırtına ve Şafak, s. 109.
[cxviii] E. Önalp, Geçmişten Günümüze Kıbrıs, s. 117.
[cxviii] A. Tolgay, Fırtına ve Şafak, s. 109. : Ergünöz
Akçora, “Kıbrıs Türkünün Bağımsızlık Mücadelesi ve Rumların
Türklere Uyguladıkları Katliam”, Türk Dünyası Araştırmaları
Dergisi, Sayı 179, s. 50-51.
[cxviii] Ş. S. Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan
İlişkileri (1821–1993), s. 58.
Prof. Dr. Orhan Kılıç
Teşekkür ederim. Sayın Açıkses meselenin tarihi boyutu ile
ilgili bizlere güzel bir özet sundu. Evet, şimdi de Atılım
Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ulvi Keser bizlere
1955-1974 Kıbrıs’ta Türk mücadelesinin bilinmeyen yönleri
üzerinde konuşacak. Buyurun Sayın Keser.
Doç. Dr Ulvi Keser,
EOKA karşısında bütün Adaya yayılan bir örgütlenme söz
konusu olur.
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Valim, çok değerli Nihat İlhan,
Elazığ’ın saygıdeğer mülki erkânı, saygıdeğer katılımcılar
ve sevgili öğrenciler. Burada bulunan herkesi saygıyla
selamlıyorum
Kıbrıs Türklerinin Bilinmeyen Tarihinde Posta Faaliyetleri
ve Rum Engellemeleri ÖZET
Özellikle 1 Nisan 1955 tarihinden itibaren EOKA teşkilatının
Kıbrıs adasında faaliyete geçmesi ve önce İngilizlere, daha
sonra da kendisine destek vermeyen Rumlara ve Türklere
yönelik tedhiş hareketine başlaması adayı yaşanılması zor
bir yer haline getirir. Bu süreç her ne kadar 16 Ağustos
1960 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla
atlatılmağa çalışılsa da 21 Aralık 1963 tarihinde Kanlı Noel
denilen yeni ve kanlı bir dönemin başlamasıyla 15 Temmuz
1974 tarihinde Nikos Sampson tarafından yapılan bir darbe
girişimine kadar devam edecektir. Kıbrıslı Türklerin
göçlerle ve kurdukları teşkilatlarla kendilerini savunmağa
ve hayatta kalmağa çalıştıkları dönemde en çok sıkıntısı
çekilen hususlardan birisi de haberleşme hürriyetinin
olmayışıdır. Bu noktada Kıbrıslı Türkler tarafından
çaresizliğe bağlı olarak dünya tarihinde ilk defa farklı
yollarla bu sıkıntı aşılmağa çalışılmıştır.
Anahtar kelimeler: EOKA, TMT, Kıbrıs, Kızılay, Sosyal
Yardım, Erenköy GİRİŞ
Kıbrıs adası özellikle 1950’li yıllardan sonra Yunanistan’ın
Kıbrıs konusunu Birleşmiş Milletler’e taşımasıyla
uluslararası bir nitelik kazanır.1 Nisan 1955 tarihinde
Yarbay Grivas komutasındaki EOKA teşkilatının Megali İdea
doğrultusunda Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlamak için
başlattığı tedhiş hareketleriyle kan gölüne dönen ve 25
Temmuz 1974 Nikos Sampson darbesinden sonra gerçekleştirilen
20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı ile de ikiye bölünen ada
sosyal bilimlerin farklı disiplinleri açısından her zaman
araştırılmaya değer bir konumdadır. Bu araştırmada
irdelenecek olan konu ise Kıbrıs’ta posta tarihi, posta
haberleşmesinin geçirdiği evreler, özellikle 21 Aralık 1963
Kanlı Noel sonrasında ortaya çıkan Rum ambargoları ve
haberleşme sorununun ne şekilde çözüme kavuşturulmaya
çalışıldığı ve bugünkü duruma nasıl gelindiği konularıdır.
Bu bağlamda ağırlıklı olarak 1958–1963 sürecinde istifade
edilen ve Kıbrıslı Türklerin nasıl bir açmaza düştüklerini,
seslerini duyurabilmek ve en doğal insan haklarından olan
haberleşme hürriyeti konusunda yaşadıkları sıkıntıları
giderebilmek için hal çareleri aradıkları “Taksi Postası,
Kızılay Postası, Kıbrıs Türk Postaları Uygulaması, Erenköy
Uygulaması ve Sosyal Yardım Uygulaması” ele alınacaktır.
Elazığ Fırat Üniversitesi’nde 23 Aralık 2008 tarihinde
açılışı yapılan Şehit İlhanlar Anıtı nedeniyle yapılan bu
toplantıda sunulacak olan bu çalışma esasında Kıbrıs
Türklerinin özellikle 1955 sonrasında 1974 Kıbrıs Barış
Harekâtı’na gelinceye kadar yaşadıkları, ancak pek de
bilinmeyen sıkıntılı dönemi yansıtmayı amaçlamaktadır. İnsan
haklarının en basit ve en ilk kuralı olan haberleşme
hürriyetine bile tahammül edemeyen Kıbrıs Rumlarının
geçmişte Kıbrıs Türklerine yaşattıkları tarihe ışık tutmak
ve geleceğe daha iyi bakabilmek amacıyla önemlidir ve bu
araştırma da bu amaçla hazırlanmıştır. 1958–1963 DÖNEMİ VE TAKSİ POSTASI
Kıbrıs adasında 1 Nisan 1955 gününden başlayarak Yarbay
Grivas idaresinde adayı kan gölüne çeviren EOKA’nın
faaliyetleri zaman içerisinde bütün ada sathına yayılır ve
Kıbrıslı Türkleri de tehdit eder bir hal alır. Kıbrıslı
Türkler tarafından tamamen nefsi müdafaa amaçlı olarak
başlangıçta Karaçete, Volkan ve 9 Eylül gibi mahalli ve
düzensiz organizasyonlar teşkil edilmeğe çalışılsa da bunlar
profesyonel EOKA karşısında pek bir varlık gösteremezler.
Sonuçta 1957 yılından itibaren adada temeli Dr. Burhan
Nalbantoğlu, Kemal Tanrısevdi ve Rauf R. Denktaş tarafından
atılan Türk Mukavemet Teşkilatı kurulur ve 1 ağustos 1958
tarihinden itibaren Türkiye’nin devreye girmesiyle EOKA
karşısında profesyonel ve bütün adaya yayılan bir örgütlenme
söz konusu olur.
Özellikle 1958 yılından başlayarak 21 Aralık 1963 dönemine
kadar geçen süreçte ada tam manasıyla bir korku adası haline
gelmiştir ve bu safhada hayatın pek çok noktasında olduğu
üzere haberleşme konusunda da sıkıntılar yaşanmaktadır. 21
Aralık 1963 tarihinden itibaren başlayarak özellikle 1965
yılına kadar devam eden kanlı çatışmaların sonucunda
Kıbrıs’ın nispeten daha güvenli olan belli bölgelerinde
toplanmak zorunda kalan Kıbrıslı Türkler zorluklar, ambargo
uygulamaları, güvensiz bir ortam ve işsizlik sonucunda
adadan özellikle İngiltere, Avustralya ve Kanada’ya göç
etmeye başlar. Rumların baskı ve ambargosu neticesinde
Türklerin yaşamak zorunda kaldıkları bölgelere demir ve
demirden imal edilmiş araç ve gereçler, çelik ve çelik
ürünleri, kereste ve kereste çivisi, taş, kum, çakıl, tel,
gizleme ağı, kablo, tel kesiciler, mayın arayıcılar,
patlayıcılar, telsiz, radyo, telefon, saçma, TNT, dinamit,
kükürt, çelik, amonyum nitrat, akaryakıt, otomobil yedek
parçaları, otomobil lastiği, akü ve her türlü pil ve
batarya, dikenli tel çeşitleri, ölçüm aletleri, yangın
söndürücü, torba, çivi, çizme, deri mamulleri, lastik ökçe,
haki kumaş, eldiven, çorap, palto ve yağmurluk çeşitleri,
yünlü malzemeler ve maddeler, kömür, termos ve plastik boru
çeşitlerinin girişine Rumlar tarafından müsaade edilmez.
Ocak 1964 itibarıyla Kıbrıslı Türklerin adanın nispeten daha
güvenli bölgelerine göç etmek veya kaçmak zorunda
kalmalarının ardından Rumların uygulamaya başladıkları
ambargo ve kısıtlamalar hayatı iyiden iyiye çekilmez hale
getirir. Bu kısıtlamalar arasında en önemlilerinden birisi
ise haberleşme ile ilgili olandır. Bu noktada dünya savaş ve
siyaset tarihinde ilk defa olarak Kıbrıs adasının farklı
noktalarında ve özellikle de Mağusa ve Lefkoşa arasında
çalışmakta olan ve sahipleri Türk olan taksi ve otobüs
şirketleri devreye girer.
Esasında 1950’li yıllardan başlamak üzere Kıbrıs Türk posta
haberleşmesinin yükünü çekenler de hep Kıbrıslı Türklere ait
köy otobüsleriyle taksilerdir. Kombos Taksi ve Lozan Otobüs
Firması gibi şirketlerle hemen bütün köy otobüsleri ve
taksiler kasaba ve köyler arasında haberleşmeyi sağlayan en
önemli unsurlardır. Genellikle köy kahvesine, bölgedeki bir
bakkala veya sabit adres sahibi ve herkes tarafından tanınıp
bilinen bir kişiye ve genellikle de köy muhtarlarına
bırakılan mektuplar taksi ve otobüsler kanalıyla alıcılarına
ulaştırılır. Otobüs ve taksilerden azami istifadeyi
sağlayanlardan birisi de o dönemde Türk Mukavemet
Teşkilatı’dır. Bu şekilde yazılı mesajların kuryeler
aracılığıyla nakledilmesinde teşkilat açısından önemli
mesajların nakledilmesinde farklı kuryelerden istifade
edilir;[cxviii]
“...Lozan otobüsü her gün bir defa (Limasol’dan) Lefkoşa’ya
gider gelirdi. Sabah gider ve öğleden sonra gelirdi. Veysi
Cam’ın Lozan otobüsüyle işimizi görürdük. Bu adamların
gösterdikleri özveriyi şimdi etrafı görünce aklıma
getirmemeye çalışıyorum ve utanıyorum. Bu adamların
yaptıklarını aklıma getirince gözlerim yaşarır...”
Gerek Kıbrıslı Türklerin normal haberleşme faaliyetleri
gerekse Kıbrıs Türk toplumuna ait kurum ve kuruluşların ve
özellikle de Türk Mukavemet teşkilatı’na ait mektupların,
resmi evrakların ve askeri dokümanların adanın farklı
noktalarına ulaştırılmasında söz konusu taksi ve otobüs
yazıhaneleri devreye girmiştir. Bu bağlamda ilk etapta
hatırlanabilecek taksi yazıhaneleri ve otobüs firmaları
arasında Lefkoşa’da faaliyet gösteren “Kambylili’s Macar
Taxi Office /Kambililinin Macar Taksi Yazıhanesi” (Resim
1), Mağusa’da Surlariçi’nde faaliyet gösteren Huskin
Kardeşlere ait “Salamis Taksi Yazıhanesi”, yine Mağusa’da
faaliyet gösteren “Zafer Taksi Yazıhanesi” ile Lefkoşa’da
bulunan “NATO Taksi Yazıhanesi” ile Lefkoşa-Mağusa hattında
çalışmakta olan “Taksi Universal” olur.
Haberleşme ve Kıbrıslı Türklerin bölgeler arasında ulaşımını
ve posta haberleşmesini sağlayan o dönemin en önemli şirketi
öncelikle bir arabayla başlayan ve daha sonra da 18 arabalık
bir şirkete dönüşen Lozan Taksi’dir. 1955 yılında taksi
yazıhanesinin kurulma aşamasında yazıhanenin ismi konusunda
‘İnönü ve Lozan’ arasında kararsız kalan şirketin ortakları
Veysi Cam, Cemal Desoto ve Cemal Hamza daha sonra ‘Lozan’
üzerinde karar kılarlar.[cxviii] Lefkoşa’da bulunan Bel-Cola
fabrikasından bir kulübe, Komiser Muavini Ahmet Sami Bey’in
büyük desteğiyle telefon, elektrik ve diğer bürokratik
işlemler tamamlanır ve yazıhane işe başlar. Böylece önce
Lefkoşa, Limasol bölgesinde seyahat edenler ve daha sonra da
TMT’nin direktifleriyle Girne yolcuları da Rumların elinden
kurtarılır ve hem yolcu hem de kuryelik uzun zaman devam
eder.
Söz konusu bu taksi yazıhaneleri ve otobüs firmaları
aracılığıyla posta haberleşmesinin yapılması ise günümüzde
posta hizmetlerinin yürütülmesiyle neredeyse aynı şekilde
yapılır. Burada hassas nokta ise gönderilecek mektubun köy,
kasaba veya ilçe merkezlerinde gizlice taksi yazıhanesine
getirilmesi ve hiç kimseye hissettirilmeden işlemlerin
yürütülmesidir. Özellikle EOKA’nın faal olduğu dönemlerde ve
İngiliz idaresinin sıkıyönetim uygulamalarının söz konusu
olduğu 16 Ağustos 1960’a kadar geçen süreçte gizlilik ve
dikkat en önemli ve dikkat edilmesi gereken husus olarak
ortaya çıkar. Taksi yazıhaneleri veya otobüs işletmeleri
tarafından alınan bu mektuplar tıpkı günümüzde olduğu üzere
“Taahhütlü/Sigortalı (Registered)” olarak gönderilir. Doğal
olarak üzerlerine herhangi bir pul yapıştırılmayan ve ücret
ödenmeyen mektuplar taksi yazıhanesi tarafından bir deftere
kaydedilir ve mektubun üzerinde alındığı tarihle birlikte
kayıt numarası yazılır. Hemen ardından posta damgası yerine
geçecek şekilde yazıhanenin resmi kaşesi zarfların üzerine
vurulur. Götürülen mektubun hassasiyeti ve götürüleceği
bölgeye göre özen gösterilen mektup taksi veya otobüs şoförü
tarafından arabanın hiç kimsenin bulamayacağı ve tahmin
edemeyeceği yerlerine saklanır ve güvenle alıcısına teslim
edileceği ana kadar emniyete alınır ve yola çıkarılır.
Özellikle Lefkoşa-Mağusa ve Mağusa-Lefkoşa hattında
uygulanan bu yöntemle varış noktasına ulaşan taksi veya
otobüs yazıhanenin önüne park edildikten sonra mektubun
alıcısı tarafından yine aynı dikkat ve güvenlik tedbirlerini
elden bırakmadan teslim alınır. Bu aşamada tıpkı mektubun
teslim alındığı şekilde mektup zarfının üzerine bu sefer
varış noktasındaki taksi yazıhanesinin resmi kaşesi vurulur,
o günün tarihi atılır ve yine bir kayıt numarası verildikten
sonra alıcısına teslim edilir. Böylece iki merkez arasında
gönderilen mektup hem gönderildiği noktada ve hem de varış
noktasında kayıt altına alınmış ve çifte taahhüt (sigorta)
işleminden geçirilmiş olur.
Taksi ve otobüslerle posta haberleşmesi başta Lefkoşa ve
Mağusa olmak üzere adanın farklı yerlerinde de aynı şekilde
ve uzun yıllar devam eder; ancak Türk bölgeleri arasında
haberleşmeyi sağlayan otobüs şoförleri gönüllü olarak
yaptıkları bu hizmetten Rumlar tarafından hep alıkonulmak
istenirler ve çeşitli baskılara maruz kalırlar. Örneğin
üzerinde gideceği bölgeye ulaştırılmak üzere verilen
mektuplar bulunan bir Türk şoför 14 Haziran 1965 tarihinde
yasadışı bir iş yaptığı gerekçesiyle 120 Kıbrıs Lirası para
cezasına çarptırılır ve 12 gün tutuklu kalır. Çekilen bütün
bu sıkıntılara rağmen Kıbrıslı Türkler aynı şeyi Rumlara
yaşatmak istemez ve Lefkoşa’nın Rum kesiminden gönderilen
posta gönderileri ve Girne’ye gidecek olan Kıbrıslı Rumlarla
ilgili olarak Birleşmiş Milletler Kıbrıs Barış Gücü (United
Nations Forces in Cyprus) öncülüğünde Rumların Lefkoşa’nın
Türk bölgesinden ve Boğaz bölgesinden güvenle geçebilmeleri
için günde iki sefer konvoy oluşturulur.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla beraber ilk günlerde
İngiliz idaresinden kalan bazı pullar üzerine Türkçe ve
Rumca olarak sürşarj yapılır ve bunlar posta haberleşmesinde
kullanılır. Ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tesis edildiği 16
Ağustos 1960 tarihinde devletin ilk pulları da tedavüle
çıkartılır. Kıbrıs Cumhuriyeti anayasası Londra ve Zürih
anlaşmaları sonrasında yürürlüğe girmiştir ancak adada Türk
ve Rum toplumlarının adada eşit haklara sahip olmalarını
öngören anayasanın tam manasıyla hazır olduğunu ve
beklentileri karşıladığını belirtmek mümkün değildir. Öte
yandan her ne kadar adada Rumlar ve Türkler arasında bir
anlaşmaya varılarak yeni bir devlet kurulmuşsa da Dikelya,
Pergamos, Ayinos Nicholas, Episkopi, Paramali ve Xylophagou
bölgeleri de hala İngiliz kontrolü altındadır. Bugün bile
adanın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıs Rum Yönetimi
arasında ikiye ayrıldığı ileri sürülse de esasında ada 3
parçaya ayrılmış durumdadır ve İngiltere’nin adada iki özerk
bir hukuka sahip askeri üsleriyle ilgili olarak hatırı
sayılır bir ağırlığı söz konusudur. Yapılan anlaşmaya göre
Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından basılan bütün değerli
kâğıtların üzerinde (resmi pul, damga pulu, posta pulu,
para, vb) Türkçe, Rumca ve İngilizce olarak Kıbrıs ifadesi
yazılı olacaktır; ancak bütün bunlar sadece kâğıt üzerinde
kalır ve devlet idaresi sadece Rumlara hizmet eden bir kurum
haline dönüşür.
1960–1963 yılları arasındaki 3 yıl içinde Londra ve Zürich
anlaşmalarının isabetsiz ve kendi iradesinin dışında
imzalandığını tekrarlayıp duran Makarios, Enosis hedefine
ulaşabilmek için Kıbrıs Cumhuriyeti’ni atlama tahtası olarak
görür. EOKA’nın bütün ileri gelenleri kilit noktalarda
görevlere getirilir ve gizli silahlanmaya da hız verilir.
Makarios bunun için bu dönemde bütün gücünü Anayasanın ve
özellikle Türklerle ilgili olan 13. maddenin değiştirilmesi
yönünde yoğunlaştırır. Oluşturulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni
yıkmaya ve daha sonra ortaya çıkacak Akritas Planı ile
adadaki bütün Türkleri katletmeye yönelen Rumlar oluşturulan
Cumhuriyet’in korunmasına da müsaade etmezler.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra faaliyetlerine
son verdiği ve silahlarını teslim ettiği açıklanan EOKA’nın
ise bu silahları gerçekte teslim etmediği zaman içerisinde
pek çok vesileyle ortaya çıkacaktır.[cxviii] Adada kalıcı
barışı sağlama yönündeki girişimler devamlı olarak sekteye
uğrar ve adanın bir Yunan adası haline getirilmesi yönündeki
girişimler artarak devam eder. Posta idaresi tarafından
tedavüle çıkartılan her yeni pul serisinde Türkçe ibareler
devamlı olarak küçültülür ve bu durum 1963 yılına kadar bu
şekilde devam eder. Adadaki Türk toplumu üzerinde
baskılarını gittikçe arttıran Kıbrıslı Rumlar bir yandan da
uyguladıkları kurnazca taktiklerle uluslararası
platformlarda Türklerin hep oyunbozan ve kuralları hiçe
sayan bir davranış içinde oldukları mesajını verirler.
Örneğin Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından 5 Mayıs 1964 tarihinde
tedavüle çıkartılan pul serisi “Birleşmiş Milletler
Kararlarına Saygı” konuludur. ADADA İLK KIBRIS TÜK POSTA DAMGASI
Toplumlararası çatışmaların başladığı 21 Aralık 1963
tarihinden itibaren Kıbrıs Türk toplumu posta hizmetlerinden
tamamen mahrum kalır ve posta faaliyetleri tamamen durma
noktasına gelir. Haberleşme konusunda büyük sıkıntı çeken,
ada dışından önce adada kasabalar ve köyler arasında bile
haberleşme faaliyetlerinin Rum idareciler ve Rum yöneticiler
tarafından engellenmesi sonucunda Birleşmiş Milletler’e
yapılan müracaatlar bir çözüm olmaz. Bunun üzerine
Lefkoşa’nın Türk bölgesinde bulunan ve Merkez Postane olarak
bilinen Atatürk Meydanı’ndaki postane devreye girer. Bu
postanede görev yapan posta görevlileri 6 Ocak 1964
tarihinden itibaren Kıbrıs Cumhuriyeti pullarını özel bir
damga ile damgalamaya ve adanın Türk bölgeleri arasında bu
posta damgalarıyla iptal edilmiş mektupları göndermeye
başlarlar. Söz konusu bu damga iç içe iki daire arasında
“Kıbrıs Türk Postaları” ifadesini ve “6.1.64” tarihini
taşımaktadır. Bu damganın tam ortasında ise “Ay ve yıldız”
bulunmaktadır. Söz konusu bu uygulama ayrıca Mağusa, Larnaka,
Limasol, Baf, Girne, Lefke merkeziyle Kıbrıslı Türklerin
kontrolündeki diğer Türk köylerinde de devreye girer. Kıbrıs
Cumhuriyeti pulları üzerine Rumlardan gizli olarak bu
uygulamanın yapıldığı dönemde posta merkezlerindeki
stoklarda bol miktarda Kıbrıs Cumhuriyeti pulunun bulunması
büyük bir avantaj ve fırsat olarak değerlendirilir. Bu
dönemde postaya verilen istisnasız bütün mektupların
üzerinde “6.1.64” tarihli bu damga bulunmaktadır. Kıbrıs
Türk Posta İdaresi’nin ilk damga uygulamasının ve ilk posta
hizmetinin bu tarihte yapılması itibarıyla Kıbrıs Türk Posta
Tarihi’nin bütün dünya filatelistleri tarafından 6 Ocak 1964
tarihinde başladığı kabul edilir.
Ancak Lefkoşa merkez postanesinden Mağusa’ya gönderilen bir
posta paketinin yanlışlıkla Rum görevlilerin eline geçmesi
ve Rumların bu konuyu derhal Birleşmiş Milletler’e havale
etmesiyle beraber 6 Ocak 1964 tarihli damganın
kullanılmasına derhal son verilir. Rumların böylece tepki
göstermeleri ve sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin faal olduğu bir
dönemde Kıbrıslı Türklerin gayrı resmi ve kanunsuz olarak
böyle bir damga uygulamasına geçmelerinin hukuk dışı
olduğunu iddia etmeleri üzerine 7 Ocak 1964 tarihinde artık
bu Türk damgasının kullanılması söz konusu değildir. Türk
posta ulaşımını engelleyen, Türklerin ada içinde dahi posta
hizmetlerine gizli bir ambargo uygulayan Kıbrıslı Rumların
Birleşmiş Milletler tarafından da desteklenmesi sonrasında
Kıbrıslı Türk posta görevlileri yeni bir çözüm yolu aramaya
başlarlar. Daha sonra tarihli damga yerine onun yerine
üzerinde tarih yerine “yıldız” işareti bulunan damgalar yine
Rumlardan ve Birleşmiş Milletler’den gizli olarak yürürlüğe
girer ve Lefkoşa, Mağusa, Larnaka, Limasol, Baf ve Lefke’de
kullanılır. Lefkoşa postanesinde kullanılan damga yeşil,
Limasol postanesinde kullanılan damga ise mor renklidir.
Gerek 6 Ocak 1964 tarihli, gerekse tarihsiz damganın
taahhütlü postadan geçmiş herhangi bir örneği söz konusu
değildir. Bununla beraber Rumların uyguladığı baskı ve
sansür konusunda tek istisnai durum yine Mağusa’da ve bağlı
33 köyünde yaşanır. Mağusa limanına hâkim konumdaki Türkler
posta hizmetlerinin aksamadan devamını ve haberleşme
hürriyeti isterken Rumlar da limandan istifade etmeyi talep
eder.[cxviii] Böylece adanın dört bir yanında yaşanan
sıkıntılara rağmen Rumlarla Türkler liman bölgesinde beraber
çalışmaya ve posta hizmetlerini de kısıtlamaya uğramadan
devam ettirmeye çalışır. Bu dönemde Mağusa bölgesinden
gönderilen posta gönderilerinin üzerinde genellikle İngiliz
döneminde kullanılan “GR”, “ER” ve “VR” damgaları
kullanılır. Söz konusu bu uygulama 6 Ocak 1964 tarihinden
başlayarak 17 Nisan 1964 gününe kadar devam eder.
Uygulamanın Eylül 1964 tarihine kadar devam ettiği yönünde
iddialar da söz konusudur.
Öncelikle ada içinde haberleşmeyi sağlamak üzere planlanan
bu uygulama çerçevesinde bazı mektuplar ise Kızılay,
Kızılhaç, Birleşmiş Milletler Barışgücü (UNFICYP United
Nations Forces In Cyprus) mensupları ve bazı elçilikler
kanalıyla Kıbrıs dışına da ulaştırılır. Bu iki posta
uygulaması 17 Nisan 1964 tarihinde Rum idaresinin posta
hizmetlerinden Türklerin de istifade etmesi konusunda
Birleşmiş Milletler Barışgücü kanalıyla teminat vermeleri
üzerine son bulur. Olayların patlak verdiği bu dönemde
Kıbrıs Rum Posta İdaresi Türklere ait mektupların hangi
postane veya acente aracılığıyla olursa olsun dışarı
çıkmasına müsaade etmemiş, Türk bölgelerine gönderilen
mektuplar da Rumlar tarafından üzerlerine “Bilinmiyor”
damgası vurularak göndericiye iade edilmiştir. Bunun hemen
ardından 14 Ekim 1966 tarihinde Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı
Türkler arasında bir posta anlaşması imzalanır. Bu anlaşmaya
göre Kıbrıslı Türkler Lefkoşa’da Atatürk Meydanı’nda bulunan
postanedeki bütün pul stoklarıyla kırtasiye malzemelerini ve
bu ürünlerin satışlından elde edilen parayı Rumlara geri
vereceklerdir. Bunun karşılığında Rumlar da Kıbrıslı
Türklere ait ada içi ve ada dışından gönderilen mahalli ve
uluslar arası postalarıyla ada içine veya dışına
gönderecekleri posta üzerinde uyguladıkları ambargoyu
kaldıracaklardır. Yapılan bütün anlaşmalara rağmen verilen
sözler yerine getirilmez ve Kıbrıs Türk haberleşmesi
üzerindeki kısıtlamalar devam eder. Böylece Rumlar
tarafından Kıbrıs Türk posta haberleşmesi üzerindeki baskı
ve ambargolara 20 Temmuz 1974 tarihine kadar devam edilir ve
Türklere iletilmesi gereken binlerce mektup Rum postacılar
tarafından alıcılarına ulaştırılmak yerine imha edilir,
“Bilinmiyor, adres yetersiz, tanınmıyor, taşınmış, eksik
ücret” gibi sudan sebeplerle göndericiye iade edilir veya
yıllarca ambarlarda tutulduktan sonra alıcılarına
ulaştırılır. Bu araştırmanın yazarının özel arşivinde Rumlar
tarafından alıcılarına teslim edilmeyip göndericilere iade
edilen pek çok mektupla birlikte Kıbrıs’a sadece 70
kilometre mesafedeki Anamur’dan 1964 yılında Lefkoşa’ya
gönderilen ve Rumlar tarafından alıcısına teslim edilmeyip
1967 yılında Lefkoşa Merkez Postanesi’nde tesadüfen ortaya
çıkartılan bir mektup da mevcuttur.
Söz konusu bu dönemde uygulanan posta damgaları, uygulama
yerleri ve özellikleri ise şu şekildedir;
1- Tarih damgası (6.1.64) Lefkoşa Tarih iç daireye
yakındır.
2- Tarih damgası (6.1.64) Lefkoşa Tarih dairelerin tam
ortasındadır.
3- Tarih damgası (6.1.64) Baf “Postaları” kelimesinin
altındaki iç dairede kesiklik
4- Yıldız Lefkoşa “Postaları” kelimesinde “ı”
harfinin altında çizgi
5- Yıldız Lefkoşa Çizgi yok.
6- Yıldız Lefkoşa “Postaları” kelimsindeki “ı”
harfinin altında çizgi
7- Yıldız Mağusa “Kıbrıs” kelimesi ince ve küçük
8- Yıldız Mağusa Lefkoşa’da uygulanan damgadan
daha temiz ve daha küçük.
9- Yıldız Larnaka “Postaları” kelimesinden sonra
dış dairede bir girinti
10- Yıldız Larnaka Küçük, muntazam ve temiz harfler
11- Yıldız Lefke İnce damga
12- Yıldız Girne Bu damga hazırlanmakla beraber
hiç kullanılmamıştır.
Bu dönemde Girne’de uygulanmak üzere hazırlanan mühür Rum
polis komiserinin adada patlak veren çatışmaların yayılarak
Girne’ye de ulaşmasını önlemek maksadıyla Girne’de bulunan
Türk toplumunun önde gelenlerini bir anlaşma yapmak üzere
karakola davet etmesi ve aralarında Türk Posta Müdürü’nün de
bulunduğu grubu esir almasıyla uygulanamaz. Posta Müdürü
karakoldan çıkınca, bir tarlaya gömdüğü mührü bulamayınca bu
imkân tamamen ortadan kalkar ve damga böylece Girne’de
uygulanamaz. Öte yandan bir İngiliz subayı tarafından
hazırlanmış “Ay yıldızlı” ve “Larnaka” damgalı zarflar
Pergama (Pergamos) köyü posta acentesi tarafından savaşın
devam ettiği ve normal yollardan bu mektupların İngiltere’ye
gönderilemeyeceği düşüncesiyle reddedilir ve bu zarflar
Dikelya’da bulunan İngiliz üssü askeri postanesi FPO (Field
Post Office) kanalıyla ve taahhütlü gönderi için ek ücret
alınarak postadan geçirilir ve İngiltere’ye gönderilir. Söz
konusu bu zarfların tamamı “Varış/ Arrivé” damgalıdır ve
Kıbrıs Türk posta tarihi çalışması yapanlar tarafından
aranan en nadir materyallerdendir.
Kıbrıs Türk posta damgaları üzerinde en fazla tartışma
yaratılan ve vurgunculuk yapılan ise o günlerde postada
kullanıldığı ileri sürülen “Kıbrıs Tourk Postaları”
damgasıdır. Özellikle 1960 yılı 3 Mils değerli pulların
üzerine uygulanan bu damgada “TOURK” kelimesi özellikle
pulların üzerine okunmayacak şekilde vurulur ve bu damga
bütün dünya filatelistlerine “Girne” damgası olarak sunulur.
Ancak Dikelya askeri postanesinde bir İngiliz subayı
tarafından gönderilenler dışında bu şekilde gönderilmiş ve
Girne’den postalanmış herhangi bir mektup söz konusu
değildir. Bu durum bugün bile Türkiye dışında hiçbir ülke
tarafından resmen kabul edilmeyen, çıkardığı pullar Dünya
Postalar Birliği UPU tarafından kanunsuz ilan edilen ancak
bütün dünyada çok büyük rağbet gören Kıbrıs Türk pullarıyla
ilgili olarak yapılmış bir sahtekârlıktan başka bir şey
değildir. UPU’nun Rio de Janerio’da yaptığı 1979 yıllık
toplantısında Yunan ve Kıbrıs Rum delegasyonunun baskıları
sonucunda Kıbrıs Türk Federe Devleti bütün dünyada
“kanunsuz/ illegal” olarak nitelendirilir. İlginçtir ki
hemen bu toplantı sonrasında orada bulunan delegasyonun
büyük bir kısmı Kıbrıs Türk Federe Devleti Posta Dairesi’ne
veya posta acentelerine müracaat ederek yasaklayıp kanunsuz
ilan ettikleri devletin posta pullarına abone olmanın
yollarını ararlar. Bugün itibarıyla bütün dünyada
filatelistlerin ilgisini çeken ve koleksiyonlarda bulunması
istenen pullar arasında KKTC pulları başta gelmektedir. ERENKÖY BÖLGESİ VE PROPAGANDA FAALİYETLERİ
Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ın garantörlüğüyle 1960
yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Rumlarca yaratılan
siyasi anlaşmazlık konularının gittikçe artması, olumlu
düşüncelerin yerini huzursuzluğa terk etmesiyle, Rumların
Kıbrıs Cumhuriyeti'ni Enosis'e giden yolda bir atlama
tahtası olarak gördüklerini iyice su yüzüne çıkarır. Her ne
pahasına olursa olsun Türk halkının canını, malını ve
namusunu korumakla yükümlü Kıbrıslı Türkler göreve hazırdır;
ancak o güne kadar çok iyi silahlanmış Rumlara karşı
ellerinde etkili, vurucu gücü yüksek silahların olmaması
sıkıntı yaratır.[cxviii] Ancak EOKA’ya karşı kullanılacak
silahlar paslı, mermiler nemlidir ve çoğu da ateş
etmemektedir.[cxviii] Bütün olumsuzluklara rağmen Kıbrıslı
Türkler ender rastlanan bir direniş ve mukavemet
gösterirler.[cxviii] Olayların artarak devam etmesi
sonrasında Kıbrıs’ta 17 Mart 1964 tarihinde Birleşmiş
Milletler Barış Gücü göreve başlar.[cxviii] Bu dönemde
olaylar özellikle Erenköy bölgesinde yoğunlaşır ve Ağustos
1964 döneminden itibaren artarak devam eder.
21 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıslı Rumların EOKA lideri
Grivas’ın komutasında ve Yunanistan’ın desteğiyle adada
yaşayan bütün Kıbrıslı Türkleri topyekûn imhaya yönelik
olarak giriştikleri ve Kıbrıs tarihine “Kanlı Noel” olarak
giren dönem sonrasında ise Türkler üzerindeki baskılar ve
ambargolar gittikçe artar. Rumların Akritas Planı
çerçevesinde başlattıkları bu saldırılar adanın dört bir
yanına dağılırken 8 Ağustos 1964 günü Yüzbaşı Cengiz
Topel’in de içinde bulunduğu Türk Hava Kuvvetlerine bağlı
bir hava filosu tarafından Erenköy bölgesinde Rumlara
yönelik uyarı uçuşları ve uyarı atışları yapılır. Yaklaşık 3
yıl boyunca Erenköy bölgesinde sıkışıp kalan Kıbrıslı
Türkler ise Rum baskılarından kurtularak ada içi haberleşme
konusunda yeni yollar bulmaya çalışır.[cxviii] Erenköy
bölgesindeki Kıbrıslı Türklere yönelik kuşatmayı kırmak
maksadıyla 8 Ağustos 1964 tarihinde Yüzbaşı Cengiz Topel’in
de aralarında bulunduğu Türk Hava Kuvvetleri savaş
uçaklarıyla uyarı uçuşları yapılması üzerine Rumlar da karşı
propaganda faaliyetine başlarlar ve posta yoluyla özellikle
Kıbrıs dışına gönderilen her türlü mektup üzerine iki
tarafında Napalm bombası bulunan “Turkish Bombs on Cyprus
Endangered World Peace – Kıbrıs’ta Türk Bombaları Dünya
Barışını Tehdit Ediyor.” şeklinde bir damga vururlar.
Kıbrıs’ta neler olup bittiğini bilmeyen dünya kamuoyu ise
Rumlar tarafından gönderilen mektupların üzerinde Napalm
bombalarını görünce ne olup bittiğini anlamadan hemen ön
yargılı bir düşüncenin içerisine girerler. Rumların bu
damgayı ada içerisinde değil sadece ada dışına gönderilecek
mektup, kart, paket, kutu, gazete ve dergiler üzerine
vurmasıyla da istedikleri sonuç fazlasıyla elde edilir. Bu
damga uygulamasını Rumlar özellikle BM Barış Gücü’nün
mektupları başta olmak üzere İngiltere, Amerika Birleşik
Devletleri, Almanya, Fransa gibi Avrupa ve dünya
devletlerinde ve özellikle bu ülkelerdeki Rum ve
Yunanlıların destekleri ve propaganda faaliyetleri
aracılığıyla çok iyi uygularlar.
Dünya savaş tarihi ve askeri posta tarihi açısından bir eşi
daha görülmeyecek bir uygulama da bu döneme rast gelir.
Kelimenin tam manasıyla abluka altında yaşayan ve bütün
dünyadan neredeyse tecrit edilmiş durumda bulunan Erenköy
bölgesindeki yaklaşık 500 Kıbrıslı Türk öğrencinin özellikle
Lefkoşa’daki Bayraktarlıkla haberleşmeleri neredeyse
imkânsız durumdadır. 21 Aralık 1963 sonrası neredeyse üç
yıla yakın bir süre bu bölgede kalan ve bu dönem zarfında
Erenköy’de mücadele eden Kıbrıslı Türk öğrenciler
Lefkoşa’daki Türk Genel Karargâhı ile haberleşmelerini son
derece enteresan ve akıl dolu bir yolla
gerçekleştirmişlerdir. 1964 yılının Ağustos ayı ile 1966
yılının Ocak ayları arasında üç tarafı Rum kuşatması
altındaki Erenköy’de TMT’nin ilk Bayraktarı ve o dönemde Ali
Conan kod ismiyle İş Bankası’nda müfettiş olarak görev yapan
Albay Ali Rıza Vuruşkan’ın komutasında bölgeyi savunan
öğrenciler bölge dışıyla hiçbir şekilde haberleşme imkânı
bulamazlar. Erenköy’de Akıncı ismiyle görev yapmakta olan
Albay Vuruşkan idaresindeki bu öğrencilerin Lefkoşa’da
bulunan Genel Komutanlık ile görüşebilmek, ailelerine sağlık
haberleri iletebilmeleri ve Rum kuşatmasıyla Birleşmiş
Milletler Barış Gücü’ne bağlı olarak çalışan İngiliz
askerlerinin sansür ve kontrollerinden kurtulabilmeleri için
dâhiyane bir plan hazırlanır.
Haberleşmeyi sağlayabilmek için planlanan yol ise son derece
basittir ve Lefkoşa’daki Genel Komutanlık ile TMT
Bayraktarlığı tarafından özel bir damga uygulaması yapılır.
Buna göre “Lefkoşa/Kıbrıs” ibaresinin yanında iç içe iki
dairenin ortasında “H/M” ibaresi bulunan damgalarla askeri
mektuplar damgalanır. Bu damgaların yanında hemen bütün
mektuplara ayrıca bir de taahhüt (sigorta) numarası verilir.
Rum kuşatması altında ve Birleşmiş Milletler gözetimindeki
Erenköy’e Lefkoşa’dan gönderilecek olan askeri mektuplar bu
zarfların üzerine vurulan “H/M” damgaları sayesinde kolayca
Rum ablukasını aşar. “Hizmete Mahsustur.” anlamına gelen
“H/M” ifadesinin “Her Majesties” veya “His Majesties”
manasıyla İngiltere’ye ait resmi bir mektup olduğunu düşünen
İngiliz Barış Gücü askerleri bu mektupları Rumlara teslim
etmeden doğrudan Erenköy’deki Türklere teslim ederler.
Böylece Türklere ait mektuplar önce İngiliz askerlerinin
gözleri önünde ve hatta onların da bilmeden yardımlarıyla ve
Rumlar hiçbir şeyin farkına varmadan Erenköy’de sahiplerini
bulur. Bu şekilde sadece resmi mektuplar değil orada
yakınları bulunanlara da mektuplar gönderilir.
Aynı şekilde Erenköy’deki Türkler tarafından özellikle
Lefkoşa’ya ve çok nadir de olsa Türkiye’ye gönderilen
mektuplar da köyün İngilizce ismi olan Kokkına’nın bulunduğu
resmi “Kokkına Rural Service- Köy Postası” mühründeki “I”
harfinin silinmesi sonucu ortaya çıkan “Kokkna” damgasıyla
damgalanarak Barış Gücü askerlerine teslim edilir. İngiliz
idaresi dönemine ait damgayı gören Barış Gücü yetkilileri de
kendi resmi mühürlerini taşıyan bu mektupları daha önce
köyde yaşayan İngiliz vatandaşlarına ait olabilir
düşüncesiyle Rumlara teslim etmeden doğrudan Lefkoşa’nın
Türk kesimine getirirler. Buradan da söz konusu mektuplar
genel Komutanlık veya Emniyet Müdürlüğü’ne aktarılır. Resmi
damga üzerinde tahrifat yapılarak “I” harfinin kazınmasının
sebebi ise bu mektupların herhangi bir şekilde açılması ve
Türkler tarafından yazıldığının anlaşılması sonrası doğacak
karışıklığı önlemek maksadıyladır. Bu uygulamanın başladığı
ilk dönemlerde mektuplar üzerine numara vurulur ve “Destek
Kıtaları” yazılır. Yokluk ve sıkıntının had safhaya çıktığı
dönemlerde zarf bulunamayınca aynı uygulama küçük kâğıt
parçaları üzerine yapılır. Kokkna ve H/M damgaları
genellikle kırmızı mürekkep ile vurulmakta, çok nadiren de
olsa mavi renkli mürekkep kullanılmaktadır. Özellikle
Erenköy’de yokluklar içinde çırpınan Kıbrıslı Türkler bazen
yazacak kâğıt bile bulamadıklarından bu şekilde mesajlarını
gazete yapraklarından faturalara, sinema biletinden tapu
koçanına kadar çok farklı kâğıt örnekleri üzerine de
yazarlar.
Erenköy’de bulunan Kıbrıslı Türklere Türkiye’den
gönderilecek mektuplar için ise Türkiye’de özel bir uygulama
yapılır. Söz konusu bu tip mektuplar için ise adres “Posta
Kutusu 82, Bakanlıklar-Ankara”dır. Ankara’da bu posta
kutusuna gönderilen mektuplar PTT tarafından Kızılay’a
teslim edilir. Kızılay ise Kıbrıs’a gönderdiği insani yardım
malzemeleriyle beraber bu mektupları da gizlice Kıbrıs’a
getirerek Lefkoşa’daki Türk Genel Karargâhı’na teslim eder.
Mektuplar buradan da aynı şekilde Erenköy’e ulaştırılır.
Kıbrıs adasında Rum baskısının giderek artması ve hayatın
çekilmez ve katlanamaz hale gelmesinden hemen sonra PTT
Genel Müdürlüğü de Türkiye’de “Kıbrıs’a Yardım Pulu”
çıkartmaya karar verir. Söz konusu bu pullar otobüs, tren
biletlerinden maç biletlerine, fatura, diploma ve her türlü
resmi evrak üzerine yapıştırılmak üzere Kıbrıs’a yiyecek,
giyecek ve ilaç yardımı konusunda mali destek sağlanır. Bu
dönemde de Kıbrıs’ın Türk bölgelerine gönderilen veya
Kıbrıslı Türkler tarafından gönderilen mektuplar
“illegal/kanunsuz” damgası vurularak Rumlar tarafından
gönderilmeleri engellenmiş ve alıcılarına ulaştırılmamıştır.
Öte yandan olayların devam ettiği bu dönem içerisinde Mağusa
Posta idaresi denetimindeki 33 köyün posta idareleri
muhasara altında olmalarına rağmen, bu bölgedeki Türkler
tıpkı Rumlar gibi posta hizmetlerinden istifade edebilmişler
ve posta hizmetleri sağlıklı bir şekilde yerine
getirilmiştir. KIZILAY POSTASI
14 Ekim 1966 tarihinde Kıbrıs Türk toplumunu temsilen Ümit
Süleyman ve Rumları temsilen de Doktor R. George’un
imzaladığı bir posta anlaşması imzalanır. BM Barış Gücü’nün
denetim ve kontrolü altında yapılan bu anlaşmaya göre
Lefkoşa Atatürk Meydanı’nda bulunan Merkez Postane bu
tarihten itibaren acente olarak çalışmaya başlar. Bu
postanedeki stok pulların tamamıyla anlaşmanın
imzalanmasından önceki dönemde kullanılan pulların bütün
geliri de anlaşma şartları gereği Rumlara ödenir. Yapılan
anlaşmaya rağmen yine de Türk bölgelerindeki posta
faaliyetleri hiç de iç açıcı bir durumda değildir. Özellikle
küçük Türk köylerinin diğer yerleşim birimleri ve dış dünya
ile bağlantısı kesilmekte, özellikle de ada dışından gelen
mektuplar ise üzerlerine “Unknown/Bilinmiyor” damgası
vurularak geri gönderilmektedir. Bu durum özellikle Lefkoşa,
Lefke ve civar köylerde dayanılmaz boyutlardadır.
Özellikle 1963 sonrasında Türkiye ile Kıbrıs arasında Türk
Hava Yolları tarafından düzensiz de olsa uçak seferleri
yapılmaya başlanır ve adada çatışmalarda yaralanan Kıbrıslı
Türkler acilen Türkiye’ye getirilir. Düzensiz olarak ve Rum
baskıları arasında yapılmaya çalışılan bu seferlerde
Kıbrıslı Türklerin giyecek, yiyecek ve ilaç ihtiyaçları da
karşılanmaya çalışılır. Bu dönemde Kıbrıslı Türklerin
özellikle ada dışına göndermeye çalıştıkları mektuplarıyla
ilgili olarak yeni alternatifler üzerinde durulur. Bunun
sonucu olarak Türkiye Kızılay Cemiyeti tarafından koşulsuz
destek gelir. Bu dönemde Kıbrıs’a ilk yardım malzemesi Türk
Hava Kuvvetlerine ait 3 uçak vasıtasıyla 25 Aralık 1963
tarihinde adaya sevk edilir. Ankara’dan hareket eden bu
uçaklar Rumların engellemeleri yüzünden adada inecek
havaalanı bulamayınca adanın güneyindeki İngiliz üssü
Akrotiri’ye inmek zorunda kalır ve ilk etapta 500 şişe kan,
çadır, battaniye, yiyecek ve giyecek malzemelerinden oluşan
yardım BM gözetiminde Rum bölgelerinden geçirilerek
Lefkoşa’nın Türk tarafına getirilir.
Son derece çetin ve zorlu geçen kış şartlarında daha sonra
kurulması düşünülen 500 kişilik sahra hastanesi için de yer
sıkıntısı çekilir ve sonunda bu sahra hastanesi için en
uygun yer olarak Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliğinin
bulunduğu bölge seçilir. O günlerde Lefkoşa’da sadece Dr.
Necdet Ünel ve Adiloğlu Polikliniği’nin bulunduğu göz önüne
alınacak olursa bu yardımların önemi daha iyi anlaşılır.[cxviii]
Kıbrıslı Türklere ilaç, gıda, yiyecek, çadır, battaniye ve
doktor yardımında bulunan Kızılay Cemiyeti adadaki, askeri
personel ve sivil halkın Türkiye’deki yakınlarına,
Türkiye’dekilerin de adaya göndermek istedikleri mektupları
alıcılarına ulaştırmaya çalışır. Bu faaliyetler farklılıklar
göstermekle beraber şu şekilde uygulanır;
1- Pulsuz olarak Lefkoşa’daki Kızılay Cemiyeti’ne teslim
edilen mektuplar Kızılay görevlileri tarafından kayıt altına
alınıp torbalara konduktan sonra adaya yardım malzemeleri
getiren Türk uçakları vasıtasıyla Ankara’ya
gönderilmektedir. Ankara/Yenişehir Postanesinde sadece
Kıbrıs’tan gelen bu mektuplar için hizmete sokulan bölümde
bu mektupların zarflarına o günkü posta ücreti karşılığı
olan 50 veya 60 kuruşluk pullar yapıştırılmaktadır. Daha
sonra zarfların üzerine kırmızı mürekkep ile “Türkiye
Kızılay Derneği Genel Merkezi” kaşe damgası vurulmakta ve bu
mektuplar sanki yurtiçinden gönderilmiş gibi
Ankara/Yenişehir damgası ile damgalanarak alıcısına
ulaştırılmaktadır.
2- Aynı şekilde Türkiye’ye getirilen mektupların üzerine
“Türkiye Kızılay Cemiyeti Umumi Merkezi” kaşesi
vurulmaktadır.
3- Türkiye’den Kıbrıs’a gönderilen mektuplara ise adresle
beraber “Kızılay Genel Merkezi Kıbrıs Postaları Eli İle”
yazılmakta, Kızılay Genel Merkezi’nde toplanan bu
mektupların üzerine kırmızı mürekkep ile “Türkiye Kızılay
Cemiyeti Umumi Merkezi” kaşesi vurulmakta ve Kıbrıs’a
getirilen bu mektuplar yine Kızılay aracılığıyla alıcılarına
ulaştırılmaktadır.
4- Pulsuz olarak Türkiye’de Kızılay Genel Merkezi’ne
ulaştırılan mektuplar üzerine bazen pul yapıştırılmamakta,
sadece “Türkiye Kızılay Cemiyeti Umumi Merkezi” kaşesi
vurularak alıcılara ulaştırılmaktadır.
5- Pulsuz olarak Kızılay Genel Merkezi’nde toplanan
mektuplara pul yapıştırılmamakta ancak “Türkiye Kızılay
Derneği Genel Merkezi” kaşesi vurulmaktadır. (Resim 10)
6- Aynı şekilde Kızılay Genel Merkezi’ne teslim edilen
mektuplar Kızılay ile ilgili herhangi bir damga vurulmadan
alıcısına ulaştırılmaktadır.
Bütün bu mektupların Kıbrıs’ta toplanma noktası Kızılay
merkezi, Türkiye’de ise Ankara/Yenişehir postanesidir.
Rumların baskı, ambargo ve kısıtlamalarına bağlı olarak
Kıbrıslı Türklerin posta haberleşmesi için bulmaya
çalıştıkları alternatif yollar arasında zaman içinde çok
daha farklı yollar da bulunacaktır. Bu farklı usuller
hakkında bu araştırmanın ilerleyen bölümlerinde ayrıca bilgi
verilecektir. Kızılay kanalıyla sağlanan haberleşme
faaliyetlerinin 1964–1965 dönemiyle sınırlı olduğu yönünde
bazı iddialar söz konusu olsa da Kızılay 1967 yılı sonuna
kadar bu faaliyetlerine aksatmadan devam etmiştir. Öte
yandan Türkiye’den Erenköy bölgesinde Rum ve Yunan kuşatması
altında bulunan Kıbrıslı Türklere gönderilecek olan
mektuplarla ilgili olarak özel bir posta kodu
kullanılmaktadır. Bu posta kodu ve alıcısı yazılan mektuplar
aynı şekilde Kızılay yetkililerine ulaştırılmakta ve daha
sonra Kıbrıs’taki alıcısına ulaştırılmaktadır. Bu mektuplar
için adres ise aşağıdaki gibidir;
“Alıcı İsmi,
Posta Kutusu 82, Bakanlıklar/Ankara”[cxviii]
Kıbrıslı Türkler Kızılay uygulamasının dışında ayrıca
UNFICYP (United Nations Forces In Cyprus) BM Barış Gücü’ne
bağlı farklı askeri kontenjanlar vasıtasıyla da posta
ulaşımını sağlamaya çalışırlar. Ayrıca Kızılhaç, Episkopi ve
Akrotiri İngiliz askeri üsleri ve diplomatik kuryeler de
posta haberleşmesi için istifade edilen yollar arasındadır.
SOSYAL YARDIM PULLARI VE RUM AMBARGOSU
Kıbrıslı Rumların EOKA’nın direktifleri ve Megali İdea
çerçevesinde başlattıkları adadaki Türkleri imhaya yönelik
faaliyetleri dayanılmaz boyutlara ulaşarak devam ederken en
doğal insan haklarından birisi olarak kabul edilen
haberleşme hürriyeti de ortadan kaldırılır. Rumların ambargo
uyguladıkları bir başka alan ise haberleşmeyle ilgilidir ve
bunun sonucu olarak Kıbrıslı Türklerin sadece ada dışıyla
değil, ada içinde farklı bölgelerle haberleşmeleri de
imkânsız hale gelir. Çaresizlik içinde yeni yollar bulmaya
çalışan Kıbrıslı Türklerin 1970 yılının ilk aylarında
uygulamaya soktukları yeni yöntem ise “Sosyal Yardım Pulu”
adı verilen pulların kullanıma girmesidir.
Desenleri Türk Maarif Müdürlüğü Resim Müfettişi Fikri
Direkoğlu tarafından hazırlanan ve Halkın Sesi matbaasında
100’lük tabakalar halinde basılan bu pul serisi iki ayrı
puldan oluşmaktadır. 5 Mils ve 15 Mils değerinde olmak üzere
hazırlanan pulların baskı sayıları ise 5 Mils değerindeki
pul 500.000 ve 15 Mils değerindeki pul da 200.000
şeklindedir. Yabancı filatelistler ve araştırmacılar
tarafından “Muhasara Pulları” olarak adlandırılan pullar 3
Nisan 1970 tarihinden itibaren posta haberleşmesinde
kullanılmaya başlanır. Öte yandan söz konusu pullar anormal
şartlarda hazırlanmış, anormal bir dönemin sıkıntılarını
gidermeye yönelik olduğundan klasik manada postada
kullanılan normal pullardan bazı farklılıklar
göstermektedir. Rum kuşatması altındaki Türk bölgelerinde ve
Rumlardan habersiz olarak kullanılmaya başlanılan pulların
üzerinde fiyatını gösteren bir rakam söz konusu değildir.
Türkiye’de yardım amaçlı olarak Kızılay, Çocuk Esirgeme
Kurumu, Türk Hava Kurumu tarafından çıkartılan pullarda
olduğu üzere Sosyal Yardım pulları üzerinde herhangi bir
devletin ismi yazmamaktadır. Bunun yerine pulların üzerinde
“Türk Cemaat Meclisi” ibaresi yer alır. Pulların fiyatı ise
5 Mils değerinde olan pulun sağ üst köşesinde bulunan ve 5
yapraktan oluşan yonca sayesinde anlaşılmaktadır. 15 Mils
değerinde olan pulun sol üst, sağ üst ve sol köşesinde ise 5
yapraklı toplam üç tane yonca bulunmaktadır.
Rumların kamuoyunu yanıltmaya yönelik girişimlerinin önüne
geçmek üzere titizlikle hazırlanan pullar sanki gerçekten
sosyal yardım amaçlı olarak hazırlanmış gibi piyasaya
sürülür. Kamuoyuna verilen bilgiye göre ise pulların
basılmasının asıl gayesi sosyal yardıma muhtaç insanlar için
yapılacak olan düşkünler evi inşaatına mali destek
sağlamaktır. Sosyal Yardım Pulu olarak adlandırılan iki
pulluk serinin üzerinde yapılması planlanan düşkünler evinin
resmiyle tekerlekli sandalyede yaşlı bir insan figürü
bulunmaktadır. Böylece Rumların dikkatini ve tepkisini
çekmeden basılan bu pullardan elde edilecek gelirle yardıma
muhtaç kimselere, hastalara, evsiz barksız insanlara,
göçmenlere ve ayrıca yapılması planlanan öksüzler yurduna
mali kaynak aktarılacağı bildirilir. Kıbrıslı Türklere
yapılan duyurularla muhtaç kimselere destek olabilmek
amacıyla Kıbrıs Cumhuriyeti pulları yapıştırılmış olan
mektup zarflarına bu yardım pullarından da
yapıştırılabileceği belirtilmişse de uygulamada böyle bir
şey söz konusu olmaz.
Sosyal Yardım Pulu ismiyle piyasaya sürülen ve 3 Nisan 1970
ile Aralık 1972 döneminde son derece kısıtlı bir dönemde
tedavülde kalan bu iki pulluk seriden 5 Mils değerinde olanı
39x25 milimetre ölçülerinde, pembe ve siyah renklerden
oluşmaktadır. Söz konusu bu pulun üzerinde tekerlekli
sandalyede bakımı bekleyen yaşlı bir kadın figürü
bulunmaktadır. 15 Mils değerinde olan ikinci pul ise 25x32
milimetre ebadında olup sarımsı ve siyah renklidir. Pulun
üzerinde inşaat halinde olan Güçsüzler Yurdu resmedilmiştir.
Her iki pul üzerinde de Türk Cemaat Meclisi ve Sosyal Yardım
Pulu ifadeleri bulunmaktadır.
Kıbrıslı Türklerin öncelikle ada içinde haberleşmesini
sağlamak üzere tasarlanan söz konusu pullar Rumlardan ve dış
dünyadan gizli olarak Türk postanelerinde kullanılmaya
başlandıklarında farklı bir yol takip edilir. Bu uygulamaya
göre söz konusu bu pullar mektup zarfı üzerine
yapıştırıldığında pulların iptal edilmesi için üzerine
vurulması gereken posta damgası pulların üzerine
vurulmamıştır. Mektup zarflarının üzerine bu pullar
yapıştırılmış olmasına rağmen kullanılan posta damgaları
İngiliz döneminden kalma İngilizce damgalardır.
Bu pulların iptali düz veya zikzaklı metal çizgi şeklinde
bir damga vasıtasıyla yapılmış, tarih damgası isse pulların
üzerine değil zarfın boş bir yerine vurulmuştur. Bu dönemde
8 Kasım 1973 tarihinde Türkçe tarih damgaları kullanılıncaya
kadar Kıbrıs Cumhuriyeti döneminden kalma İngilizce damgalar
tarih damgası olarak kullanılır. Sosyal Yardım Pulu olarak
adlandırılan bu pullar ada içerisinde Kıbrıslı Türkler
tarafından damga pulu olarak da kullanılmıştır. Adadaki Türk
belediyeler tarafından verilmekte olan ruhsat gibi bazı
belgelerle resmi farklı işlerde de söz konusu bu pulların
kullanıldıkları görülmektedir. Örneğin Mağusa Türk Belediye
İdaresi; sinemalar, otobüs firmaları gibi işletmelerden
alacağı vergi ve harçlarla ilgili olarak verdiği belgelere
bu pullardan yapıştırır. Ada içindeki haberleşmede
kullanılan bu pullarla gönderilen bazı mektuplar ise çok
nadir olmakla beraber Türkiye’ye de gelir. Sosyal Yardım
pullarının ada içindeki kullanımında Lefkoşa (Nicosia),
Mağusa (Famagusta), Larnaka (Larnaca), Limasol (Limassol),
Baf (Paphos) ve Lefke (Lefka) postanelerinden istifade
edilmiştir. Ancak bugün Kıbrıs posta tarihi koleksiyonu
yapan koleksiyonerler ve araştırmacılar için en nadir olan
zarflar özellikle Larnaka, Limasol, Baf ve Lefke damgasıyla
gönderilmiş olan Sosyal Yardım pullu zarflardır. Mağusa ve
Lefkoşa’dan gönderilmiş Sosyal Yardım pullu adi postadan
geçmiş mektuplar bugün nispeten daha fazla bulunabilir
olmakla beraber diğer şehirlerin damgalarını taşıyan zarflar
son derece nadirdir ve bulunması da o oranda zordur. Öte
yandan Lefke, Mağusa ve Lefkoşa postanelerinde Kıbrıs
Cumhuriyeti döneminden kalma Lefka, Famagusta ve Nicosia
damgaları zarfın boş bir yerine vurulurken Kıbrıs
Cumhuriyeti postanelerinden bağımsız çalışan Larnaka,
Limasol ve Baf postanelerinde Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde
kullanılan posta damgaları zarfların üzerine vurulmaz.
Özellikle Larnaka, Limasol ve Baf’tan gönderilen mektupların
üzerinde posta damgasının bulunmaması bu zarfların son
derece nadir ve kıymetli olmasını sağlarken filateliyi
ticaret olarak algılayan bazı hilekârlar tarafından sahte
damgalar piyasaya sürülmek suretiyle çok yüksek meblağlar
karşılığında orijinal olmayan, sahte zarflar
koleksiyonerlere satılmaya çalışılır. Esasında bu durum
Sosyal Yardım pulları yapıştırılmış bütün zarflar için de
geçerlidir. Normal posta uygulamasında ada içi haberleşme
için normal veya adi posta olarak adlandırılan gönderiler
için zarfın üzerine 15 Mils değerinde tek bir pul
yapıştırılırken, taahhütlü posta uygulamasının yapıldığı
Lefkoşa ve Mağusa bölgesinde ise taahhütlü olarak
gönderilmesi istenen zarfların üzerine genellikle 4 tane 15
Mils değerinde ve 2 tane de 5 Mils değerinde pul
yapıştırılmıştır. Lefkoşa ve Mağusa’da taahhütlü olarak
gönderilen bu mektupların üzerine ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti
döneminden kalan İngilizce “Nicosia-Cyprus” ve
“Famagusta-Cyprus” yazılı taahhüt etiketleri
yapıştırılmıştır. Durum böyle olmakla beraber ticaret ve
kolay para kazanmak amaçlı olarak o dönemde ellerinde
bulunan onlarca Sosyal Yardım pulunu stoklayan bazı
karaborsacılar tarafından daha sonraki dönemde kanundışı
olarak sahte taahhütlü zarflar hazırlanır ve konudan
habersiz ve bu konuda yeterli bilgiye sahip olmayan
koleksiyonerlere pazarlanmaya çalışılır. Bu faaliyetler
bugün itibarıyla da maalesef devam etmektedir. Bugün
filateli dünyasına sürülmek istenen Sosyal Yardım pullu
zarfların büyük bir kısmı en azından otantik materyal değil,
filatelik amaçlı olarak koleksiyonerler tarafından
hazırlanmış zarflardır. Acı olan tarafı ise sadece Kıbrıs ve
Türkiye’de değil dünyanın dört bir tarafında Kıbrıs posta
tarihi konusunda çalışma ve araştırmalar yapan
koleksiyonerler tarafından çok aranan bu zarfların özellikle
taahhütlü olanlarının korsan üretiminin yapılması ve
astronomik fiyatlarla piyasaya sürülmesidir. Bu araştırmanın
yazarına kendi koleksiyonundaki bazı eksik materyalleri
temin maksadıyla görüştüğü ve kendisini pul tüccarı olarak
takdim eden bir kişi tarafından Kıbrıs posta tarihiyle
ilgili “H/M” ve “Kokkna” damgalarından oluşan bir deste zarf
ve onlarca taahhütlü olarak postadan geçmiş Sosyal Yardım
pullu zarfı teklif edilir. İstisnasız tamamı sahte ve
kanundışı olan bu materyallerin kendisini pulcu ve
filatelist olarak tanıtan birisinin elinde olması da ayrıca
düşündürücüdür.
Söz konusu pulların Lefkoşa, Mağusa, Larnaka, Lefke, Limasol
ve Baf’ta kullanılması sırasında zarfların üzerine vurulan
metal zikzak damgalarda bazı farklılıklar söz konusudur.
Buna göre Lefkoşa’da Nicosia damgasının yanında cetvel çizgi
ve dişli cetvel çizgi kullanılmıştır. Siyah renkte olan bu
iki çizgi 7 Kasım 1973 tarihine kadar devam eder. Lefkoşa’da
ayrıca taahhüt uygulaması da yapılmıştır. Mağusa’da ise
Famagusta Town damgası yanında siyah cetvel çizgi uygulaması
söz konusudur. 7 Kasım 1973 tarihine kadar devam eden bu
uygulamadan sonra 9 Kasım 1973 tarihinde Mağusa 1 Türkçe
tarih damgası uygulamaya geçer. Lefkoşa’nın yanında
Mağusa’da da Famagusta Town İngilizce etiketiyle taahhüt
uygulaması söz konusudur. Bu iki merkez dışında diğer
postanelerden Sosyal Yardım pullarıyla taahhütlü mektup
gönderilmemiştir. Lefke’de 7 Kasım 1973 tarihine kadar devam
eden uygulama sırasında siyah renkli cetvel çizgi
vurulmuştur. Aynı şekilde Larnaka’da da 7 Kasım 1973
tarihine kadar cetvel çizgi uygulaması söz konusudur.
Larnaka’da çok nadir de olsa mavi renkli çizgi uygulaması da
bulunmaktadır. Limasol’da siyah renkli dişli cetvel çizgi 8
Kasım 1973 tarihine kadar devam eder. Baf kasabasında da 8
Kasım 1973 tarihine kadar yapılan uygulamada mavi ve siyah
renkli dişli cetvel çizgi uygulaması söz konusudur. Bazı
köylerde ise köy mührü pulun veya pulların yanına
vurulmakta, mektup merkez postaneye geldiğinde o posta
merkezinin damgası ile damgalanmaktadır. Bazı köylerde ise
pullar doğrudan o köyün köy damgası ile
damgalanmaktadır.
1972 yılının Aralık ayının son haftasında Mağusa
postanesinin posta torbalarını karıştırması ve Sosyal Yardım
pulları ile postadan geçmiş adi ve taahhütlü mektupları
Mağusa’nın Rum tarafında bulunan Maraş bölgesine
göndermesiyle Maraş Postanesi Müdürü Stylianides durumu
derhal fark eder ve Rum Posta Genel Müdürlüğüne olup
bitenleri aktarmakta da gecikmez. Bunun sonucu olarak da
Sosyal Yardım pullarının posta haberleşmesinde kullanımı
sonsa erer. Rum Posta Genel Müdürü bu pulların posta
haberleşmesinde kullanıldığını haber alır almaz Mağusa Posta
Müdürü Mehmet Demirel’den bu uygulamanın derhal
durdurulmasını, aksi takdirde Mağusa’nın Türk bölgesi de
dâhil olmak üzere 33 Türk köyünün dış dünya ile bağlantısını
derhal keseceği tehdidinde bulunur. SONUÇ
Kıbrıs adasında özellikle EOKA’nın faaliyete geçtiği 1 Nisan
1955 sonrasında Kıbrıslı Türklerin hangi şartlar ve hangi
zorluklar ve sıkıntılar içerisinde hayatta kalmağa
çalıştıkları, nasıl mücadele ettikleri ve seslerini dünyaya
duyurabilmek için nasıl çabaladıklarının bilinmeyen
göstergesi onların haberleşme konusunda yaşadıkları
sıkıntılardır. Tamamen çaresizlikten ve hayatta kalma
mücadelesi vermenin yarattığı imkânsızlıklardan doğan böyle
bir süreç bugün dünya savaş tarihinde de, mücadele tarihinde
de benzeri olmayan çok farklı; ancak son derece ince,
mükemmel ve dâhiyane hazırlanmış farklı bir posta ve
haberleşme faaliyetinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Esasında Kıbrıslı Türklerin önce 1958–1963, hemen ardından
21 Aralık 1963 günü başlayan ve Kıbrıs tarihine Kanlı Noel
olarak giren günden 20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye’nin
garantör devlet olarak giriştiği Barış Harekâtı’na kadar
olan devreyi içine alan 1963–1974 sürecinde gerek ada içi
gerekse ada dışı haberleşmenin ne şekilde yapıldığına bir
göz atmak onların nasıl bir mücadele verdiklerinin en net
biçimde ortaya çıkmasına ve anlaşılmasına sebep olacaktır.
Bugün geçmişi unutmaya ve unutturmaya gayret gösteren
zihniyetin bu kadar basit insan haklarına bile tahammül
göstermeyen EOKA’nın ve Kıbrıs Rumlarının dün yaşattıklarını
yarın da yaşatmayacağını garanti edebilmesi mümkün müdür
acaba?
ABSTRACT
The fact that EOKA organization led by ex-Greek officer
Grivas started bloody actions firstly against the British
subjects on the island and then against Turkish and Grek
Cypriots who were not in favor of EOKA activities turned the
island to be an unbearable spot tol ive in. Despite the fact
that such a period seemed to be solved over, founding
Republic of Cyprus dated 16th August 1960 it was unworth
doing so since a new period started with the actions named
Bloody Christmas on the island, and continued up to 15th
July 1974 in whivh Nikos Sampson caused a de facto rebellion
against Archbishop and President Makarios. While Turkish
Cypriots were trying to defend and protect themselves by
migrating and establishing some organizations they also
suffered from having no means of communication. The problem
mentioned here was tried to be solved by Turkish Cypriots in
need by means of second-to none precautions throughout the
history.
Key Words: EOKA, TMT, Cyprus, Red Crescent, Social Aid,
Erenköy
· Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Uluslararası
İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
[cxviii] TMT Limasol kadrosundan merhum Macit Aydınova ile
13 Temmuz 2003’de Girne’de yapılan görüşme.
[cxviii] Kıbrıs, 20 Temmuz 1974.
[cxviii] Halkın Sesi, 28 Ekim 1959.
[cxviii] Jeff Ertughrul, The Postal Services of Cyprus,
London, June 1994, s. 4.
[cxviii] TMT Lefkoşa Sancağı Kovanbeyi Nevzat Uzunoğlu ile
13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme
[cxviii] TMT Limasol kadrosundan Macit Aydınova ile 13
Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme
[cxviii] TMT Derneği Başkanı Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003
tarihinde Girne’de yapılan görüşme
[cxviii] The United Nations, The Blue Helmets, New York,
1990, s. 85.
[cxviii] Ulvi Keser, “Askeri Posta; 1964 Erenköy”, Çizgi
Ötesi Dergisi, Kara Harp Okulu Yay., Sayı 2, Ankara, Ocak
1994, s. 25 ve Ulvi Keser, “Cyprus Covers Handled By Turkish
Postal Service In Turkey”, OPAL, No. 208, Londra, Nisan
2004, s. 12–15. Ulvi Keser, “Üç İnsan, Üç Anı”, Kıbrıs
Mektubu Dergisi, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yay., Cilt 16,
No.3, Ankara, Mayıs-Haziran 2003, s. 2.
[cxviii] Said Arif Terzioğlu, “Kıbrıs Türkleri ve Kızılay
Derneği”, Güvenlik Kuvvetleri Derneği, Kasım 1988, sayı 6,
Lefkoşa, s.17–20.
[cxviii] Mehmet Ertuğ, Birth of a State, Postal History of
The Turkish Cypriot Posts, Kasım 2001, Lefkoşa, s.28.
Prof. Dr. Orhan Kılıç
Sayın Doç. Dr. Ulvi Keser’e teşekkür ediyorum.
Şimdi de Yakın Doğu Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ata
Atun bizlere Kumsal katliamında neler oldu; bu hususta bir
konuşma yapacaklardır. Buyurun Sayın Atun.
Prof. Dr. Ata Atun,
Ben aslında bütün Elazığlılara teşekkürlerimi sunmak
istiyorum..
Teşekkür ediyorum sayın başkan.
Sevgili Belediye Reisi sayın protokol, saygı değer
Elazığlılar ve sevgili gençler. Gerçekten sizlere çok şey
borçluyuz. Bu akşam bu saatlere kadar kaldınız. Bizden
bilgiler istediniz. Ben aslında bütün Elazığlılara
teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Bugün benim için çok önemli
bir gündü. Hem Elazığlılarla tanışmak hem de anıtın
açılışında bulunmak. Bende sizleri şimdi Kıbrıs’taki anıta
götüreceğim. Sizde göreceksiniz bizdeki anıtı ve olayların
nerede geçtiğini Elazığ’ın altı tane şehidi var. Elinizdeki
kitapçıklarda Şener Beyin isteği üzerine bulabildiğim
şehitlerin beş tanesini sadece bulabildim. Altıncıyı daha
tespit edemedim. Program kitapçığına konulmuş altıncısı ise
kayıtlara göre Elazığlı fakat kim olduğu bilinmiyor.
Birliğinden izine çıkan ancak aynı gün harekât başladığı
için izinsiz olarak geri dönüp harekâta katılan Elazığlı bir
şehidimiz. Hepsini rahmetle anıyorum. Ve birazdan
göreceğimiz Mürvet Hanım’ın Hakan’ın, Murat’ın ve Kutsi’nin
onlarda Elazığ’ın şehitleri onlara da Tanrı’dan rahmet
diliyorum. Bugün birçok gazi ile tanıştım. Elazığ’ın 262
tane gazisi var. Kıbrıs Barış Harekâtında onların hepsine
teşekkürlerimi sunuyorum. Bugün tanıdıklarımın arasında
Özcan Köse vardı. İrfan Ekinci vardı. Şehit Mustafa Uygur’un
kardeşi Ahmet Uygur vardı. Onlarla tanışma fırsatı buldum.
Ve bu güzel anıtı hazırlayan Elazığ Valiliğine ve Elazığ
Belediyesine sevgili reisimize tekrar teşekkürlerimi ve
şükranlarımı sunuyorum. Sağolun var olun. Bizim anıtımız
Lefkoşa’da bizim Şehit İlhan’lar anıtımız gördüğünüz gibi üç
tane. Bir ana direği var iki tanede yan tarafta anıtları
var. Bu gördüğünüz resim anıtın olduğu yer anıt evin sağ
tarafında. En sağda Mehmet Akif Caddesi var. Evin önünde
Mürvet İlhan Sokak var. Dere daha sağ taraftaydı. Bugün anıt
açılırken ben olayın hikâyesini daha doğrusu olayın
gerçeklerini A’dan Z’ye kadar bütün teferruatları ile
anlatmıştım. Rumların nereden gelip nasıl saldırdıklarını
biraz sonra evi detaylı olarak göreceksiniz. Bu resimlerin
olduğu yerden anıta baktığınız yer şehitlerimizin resimleri
ortada en üst kısımda da bayrak var. Bu aynı slaytın biraz
daha önden bakılmış olanı.Ortada kumsal baskını yazıyor.Onu
göreceğiz şimdi. Bu slayt sol taraftan anıtın görülen
halidir. Olay 24 Aralık 1963 gecesi yaşanmıştı.Olay bu
slaytta sağ taraftaki panoyu görüyorsunuz üzerindeki yazıyı
görebiliyormusunuz? Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır
toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır. Vatanımız uğruna
şehitlerimiz oldu onlar Kıbrıs’ta canlarını toprağa verdiler
en üst soldaki o gün şehit olanlarınresimlerini
görüyorsunuz. O sokakta en üst soldaki küçük Hakan’dır,
Ortaki Kutsi’dir en sağdaki Murat’tır. İkinci sırada en üst
soldaki Mürvet hanımdır.Ortakaki Ayşe Hanımdır, en sağdakide
Erdoğan Rıfat’tır. Mürvet İlhan Hanım o gün şehiti edilen
hanım efendinin sevgili binbaşımızın eşi Mürvet hanım altı
yaşındaki Murat,gülümseyen yüzüyle dört yaşındaki kutsi ve
altı aylık Hakan dört kişilik bir aile açılışında
bulunduğumuz ve heykeltıraşın gayet güçzel tasvir ettiği üç
küçük filiz gibi tasarlanmış küçük yavruları annelerinide
sol tarafa koymuşlar. Bu gördüğünüz çok üzücü bir resim.
Olayın olduğu saatlerde eve giren arkadaş tarafından çekilen
bir resim ancak yrmi dört saat sonra gidebildiler yoğun
ateşten dolayı. Bu gördüğünüz banyodaki görüntüleri ev müze
haline getirilmiştir. Bakın ön kısmında ortada bir mermi
deliği var arkada üç dört tane daha var yakın çekim olduğu
için gözükmüyor. Bu gürdüğünüz iki tane banyo sol taraftaki
kazan sağ tarafta sabunluklar ve kan izleri bu slaytta Aşye
Budum’un öldürüldüğü tuvalat.Tuvaletin kapısı müzede açık
olarak duruyor ama önünde bir cam var. Ayşe Hanım kapının
sağ tarafında duruyor ama kapıda iki duvarın genişliği
kadar. Yani saklanma olasılığı yok. Sadece kapının arkasında
gözükmüyordu. Kapı olmasına rağmen şehit ettiler Ayşe
hanımı.Bu gördüğünüz banyo ve tuvalet demin gördüğünüz resmi
hatırlayın Mürvet hanım çouğu kucağında arkada lavabo var
lavabonun sağ tarafında Ayşe Hanım ve kızı Işıl sol
tarafında Hasan Budum oraya büzüşmüş hemen kapının sağ
tarafında Növber Hanım onaya çökmüş elleri ile kapıyı
tutuyor.Bu görüntüde evi genel olarak görüyorsunuz. Ön
taraftan merdivenlerle giriliyor oturma odası solda yine
solda giriş holü sonra mutfak holüne geçiş var misafir odası
sağda yatak odası solda sonra iki tane yatak odası sağlı
sollu mutfak ve şehitlerimizin saklandığı banyo ve tuvalet
Rum’lar size göre sağ alt köşeden saldırıya geçtiler ve ilk
ateş ettikleri oda oturma odası oradan kendilerine ateş
edilebileceğini düşündüler. Misafir odasına her ne kadar
sağdan gelmiş olsalar da oraya pek ateş etmediler. Oturma
odasına doğru ateş ettiler. Bu slayt evin dere tarafından
görülüşü biraz sonra kapıyı göreceğiz bakın bu biraz daha
önden çekilmiş bir resimdir.1983 yılında devlet tarafından
satın alınarak müze haline getirildi. Ön kapı aynen o günkü
gibi durmaktadır. Kırıkları da üzerindedir. Sağ tarafında
bir tabela var. Şimdi de tabelamızı göreceğiz. Bakın
barbarlık müzesi yazıyor kapının pencereleri takılmıştır ama
geri kalan tüm izler kapı kırıkları kilit kırıkları mermi
izleri hepsi üstünde durmaktadır. Bu girer girmez demin
giriş holü dediğimiz plandaki odamızın sağ tarafında Le
figaro Gazetesinde, The Times Gazetesinde, Daily Ekspres
Gazetesinde o gün ile ilgili çıkan yazılar var. Her üçünün
de muhabiri ertesi gün eve geldiklerinde ve gördükleri
vahşeti gazetelerinde dile getirmişler. Gördüğünüz
gazetelerin orijinal kupürleri yine ortada Mürvet hanımın
elbiseleri evdeki giyindikleri, masa örtüsü o günün
şartlarında koruma altında sergilenmektedir. Bu gördüğünüzde
hatırlarsanız eve girer girmez sol tarafta bir oda vardı. 21
Aralık 1963’ün kanlı 63’ün bir panosu yan tarafta evde şehit
edilenlerin isimleri yazılmaktadır. Planı hatırlarsanız
sağdaki yatak odasına girdiğimiz vakit duvarda üç tane büyük
pano vardır. Bu yuvada Hürriyetin bedeli ve Türk olmanın
diyeti ödenmiş. Kıbrıs’ın ikinci bir Girit olması
önlenmiştir. Megali idea sevdalıları utansın. Şehitlerimizin
ruhları şad olsun panodaki ifadelerde bu satırlar yazılı
buluyor. Banyo ile birinci oda arasında üçüncü bir yatak
odası daha bulunuyor. Burada da yukarı doğru yakaran
yalvaran bir el vardır. O gün çekilen resimler vardır. O gün
saldırıya uğrayan diğer bölgelerin resimleri vardır. Küçük
Kaymaklı’da yakılan ve yıkılan Türk evlerinin fotoğraflarını
görüyorsunuz. Hemen yanandaki panoda o olayları
anlatmaktadır. Bu slaytta önden çekilen evin sol tarafı
arkada küçük bir oda ve yedek bir su deposu bulunmaktadır.
Bu slayttada evin sağ tarafını görüyorsunuz. Anıta gitmek
için buradan geçip gidilmektedir. Ev sol tarafta anıt sağ
tarafta bulunmaktadır. Evin savunmasız olduğunu bildikleri
için saldırıyı evin ön tarafından yaptılar. Şimdi sizlere
Memduh Erdal Beyefendinin bu hadisenin olduğu gün eve ilk
giren kişinin anlattıklarını sizler seyrederken bende
özetlemek istiyorum. 24 Aralık gecesi katliam yapılar
içiride sağ kalan Ayşe Hanım Növber Hanım, Işıl kız ve Hasan
Dede Hasan Dede’nin yarası çok ağır değildir. Yan tarafından
almıştır kurşunları askerler gittikten sonra hiç kıpırdamaz
birkaç saat sonra kalkar mutfağa gider bir sürahi su alır
gelir Növber hanıma Ayşe Hanıma Işıl’a su verir Mürvet
hanıma ve çocuklarına bakar şehit olduklarını anlar ve hiç
sesini çıkarmadan sabaha kadar beklerler çok korkarlar Rum
askerler geri gelecek diye. Sonra Növber Hanım yavaş yavaş
kalkar artık elini kaybetmiştir. Eli çok kötü
parçalanmıştır. Elini bir havlu ile sarar Hasan Dedi ile el
ele tutuşarak tam sabah tan ağarırken dörtyüz elli beş yüz
metre yürürler Münür isimli bir Türk Bakkal dükkanı vardır
oraya gelirler oradaki adamı uyandırırlar ve kendisilerine
karşı saldırı yapıldığını söylerler. Hemen oradan Türk
Mukavemet teşkilatına bildirilir. Karargahtan Kemal Çoygun
Paşa ve Memduh Erdal Beyefendi o dönemin gözü pek
insanlarıdır. O dönemin kahramanlarındandırlar.
Şimdi aramızda bulunan Metin Aybars ağabeyimizde o dönemin
kahramanlarındandır. Galip Bey, Necdet Bey bunlar hep vurucu
ekiplerdir. Ve Memduh Erdal yanına bir kamareman ve birde
koruma alır, arabaya giderler fakat yarı yolda koruma bir
gün evvel pusuya düştüğü için benden buraya kadar der iner
arabadan. Onlar tekrar devam ederler arabayı bir yerde
bırakırlar yürüyerek giderler eve girerler gördükleri
manzara o kadar korkunçtur ki fotoğrafçı fotoğraf çekemez
kendini bırakır. Memduh bey banyodaki fotoğrafları çeken ilk
kişidir. Sonra yaralılara der ki “Lütfen siz bekleyin ben
sizi alamam arabam yok yanımda hiçbir şey yok ben koşarak
gideceğim hemen size bir araba göndereceğim” der ve koşarak
geri dönerler. Hemen bir ekip gelir. Bir doktor bir hemşire
yaralıları alıp götürürler.
Türk alayı o resimleri gördükten sonra Lefkoşa’yı Girne’ye
bağlayan yolun bir yerine konuşlanır o yolu kontrol altına
alırlar. Alaydan on kişilik bir manga çıkar anıtın
açılışında bahsettiğim un fabrikasını o yedi sekiz katlı
binayı içinde Rum birliği olmasına rağmen saldırırlar zayiat
vermeden o binayı teslim alırlar. Rumlar kaçarlar ve
giderler ondan sonrada o yol Lefkoşa’dan boğaza kadar
Türklerin kontrolü altına girer. Bunların hepsi 24, 25, 26
Aralık 1963 tarihlerinde olur. Memduh bey bunları
anlatıyordu.Teşekkür ediyorum ve tekrar Aziz Şehitlerimize
Tanrı’dan rahmet diliyor bizleri yalnız bırakmamış olan
Elazığ halkına gönülden teşekkürlerimi sunuyorum.
Prof. Dr. Orhan Kılıç
Prof. Dr. Ata Atun’a teşekkür ediyorum. Ergünöz Bey de yine
Kıbrıs katliamı üzerinde duracak. Buyurun Sayın Hocam.
Yrd. Doç. Dr. Ergünöz Akçora,
Kıbrıs Türk halkı, Türkiye'nin bir parçasıdır…
Sayın belediye başkanım sayın rektörüm değerli misafirler bu
geç saatte sizleri daha fazla yormamak için elimden geldiği
kadar konuşmamı toparlamaya çalışacağım tebliğimin başlığı
Rumların Türklere Uyguladıkları Katliam Ve Kıbrıs Türk’ünün
Bitmez Mücadelesi
Emperyalist devletler çıkarları doğrultusunda güçlü bir Türk
Devletinin bölgede yaşamaması için, çıkarılan suni
meselelerden daima medet ummaya devam etmişlerdir. Diğer
önemli bir tarafı ise, bu oyunlar zaman zaman tekrarlanırken
başarılı olamadıkları anda yeni bir meseleyi raflardan
indirip harekete geçirebilmeleri olmuştur. Türk Milleti
tarihin her döneminde bu tür oyunlar ile meşgul edilmiş ve
menfaatleri doğrultusunda Türk Devletlerini yıkma projeleri
uygulamaya çalışmışlardır.
İşte bu tuzaklardan birisi olan Kıbrıs meselesinin bir bütün
olarak anlaşılması ve anlatılması büyük önem arz etmektedir.
Çünkü adalarla kuşatılmış bulunan Türkiye’nin, açık olan
sahil kapısının güneyinde Kıbrıs bulunmaktadır. Stratejik
konumundan dolayı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti( KKTC )
fiilen ve hukuken sona erdiği takdirde Türkiye’nin açık
denizlerle irtibatı kesilmiş ve kuşatma tamamlanmış
olacaktır. Nitekim Atatürk’ün şu sözlerinde bunu görmek
mümkündür “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece,
bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs'a dikkat
ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir”
Kıbrıs konumu itibariyle daha ilk çağlardan itibaren büyük
önem kazanmıştır. Jeopolitik durumundan dolayı Kıbrıs, tarih
boyunca Anadolu, Suriye ile Mısır arasında askeri ve ticari
bir üs olarak kullanılmıştır. Kıbrıs Adası, siyasi olduğu
kadar, Cebelitarık, Süveyş ve Karadeniz üzerinden işleyen
deniz ticaretini kontrol edebilen önemli bir coğrafyadır.
Kıbrıs Adası, Doğu Akdeniz'i kontrol etmektedir. Bu
kontrollerin ekonomik, politik ve güvenlik açılarından
oldukça önemli bir değeri vardır. KIBRIS’IN DÜNÜ-BUGÜNÜ
Kıbrıs’ın bilinen tarihi, M.Ö 2000’e kadar uzanır.: Ada M.Ö.
15'inci yüzyılda Hitit egemenliğinde, M.Ö. 350’de.
Finikeliler ve Asurlular da farklı dönemlerde adanın
hakimleri arasına girmişlerdir. M.Ö. 58’de Romalılar adayı
fethetmişlerdir. Daha sonra sırası ile; Finike, Asur, tekrar
Mısır, Persler, Photomeler, Roma ve Bizans Ada üzerinde
egemenlik kurmuşlardır. M.S.395 yılında Roma'nın doğu ve
batı olarak ikiye ayrılmasıyla birlikte Ada tekrar Bizans
egemenliğine girmiştir.
Kıbrıs İslamiyet ile birlikte Anadolu, Mezopotamya, Afrika
gibi geniş bir alana yayılma çerçevesinde nasibini
almıştır..M.S. 638 yılında İslam ordularının Kıbrıs'a
çıkmasıyla Ada'nın önemli yerleri Müslümanların eline
geçmiştir. M.S. 647'de Halife Osman zamanında da bütün Ada
da İslam egemenliği devam etmiştir.. Ancak Kıbrıs'taki İslam
egemenliği, Bizans İmparatoru Nikepheros Phossas'ın 964
yılında Ada'yı yeniden ele geçirmesiyle sona ermiştir. kısa
süre, Templer Şövalyeleri Ada'da egemen olmuşlardır..
1192-1489 yılları arasında da Lusignan'ların yönetimi
altında kalan Ada, 1425 ve 1426 yıllarında Memluk’ların
saldırısına uğramıştır. Kısa bir süre de Ceneviz
egemenliğine girmiş, sürekli Memluk saldırıları sonunda
yıkılan Lusignan'ların yerine Venedikliler geçmiştir.
Osmanlı dönemi önemli olaylarından birisi olarak Kıbrıs’ın
fethini gösterebiliriz..1 Temmuz 1570 tarihinde, 50 bin
asker ve 80 top taşıyan Osmanlı Filosu, Kıbrıs'a çıkarma
yapmış, çetin savaşlardan sonra ancak bir yılda
alınabilmiştir 1 Ağustos 1571'de Kıbrıs'ın en kuvvetli
kalesi olan Magosa'nın teslim olmasıyla bütün Ada Osmanlı
İmparatorluğu’nun eline geçmiş ve 1878 yılına kadar Osmanlı
egemenliğinde kalmıştır.
Kıbrıs’ın Üzerinde oyunların başlaması İngilizlerin Eline
Geçmesi ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda yenilgiye
uğraması sonucu, büyük toprak kayıplarına sebep olan
Ayastafenos Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalması ile
olmuştur.
Nitekim 4 Haziran 1878 yılında Osmanlı Devleti ile İngiltere
arasında İstanbul’da imzalanan “Kıbrıs Anlaşması” ile adanın
yönetimi yıllık “92 bin altın” kira karşılığı İngilizlere
devredilmiş ancak İngiltere’nin de Kıbrıs’ı Osmanlı’ya geri
vereceği kayıt altına alınmıştı
Şüphesiz Adanın İngilizlere kiralanmasının en önemli
fonksiyonu, “Enosis” yolunda önemli bir safhanın başlaması
olmuştu. Rumlar, Ada’yı ziyaret eden İngiliz yetkililer ve
devlet adamlarına “Enosis Meselesini” ve taleplerini
bıkmadan, usanmadan tekrarlayıp, onları baskı altına almaya
başarmışlardı.
18 Ekim 1828 tarihinde İngiltere, Rusya ve Fransa'ya bir
nota veren Yunanistan, resmen ilk kez Enosis fikrini ortaya
atmış ve adanın kendisine bağlanmasını istemiştir.
1912 yıllarında Balkan ülkelerinin saldırısına uğrayan
Osmanlı İmparatorluğu, Kıbrıs'la ilgilenememiş durumda
değildi I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında yer alınca
İngiltere, şartlı olarak girdiği adayı 29 Ekim 1914’de tek
taraflı olarak ilhak etmiştir.
1923’de Kıbrıs adası Lozan Antlaşması ile de İngiltere’ye
resmen bırakılmıştı. Antlaşma sonrası adadaki Türk halkı
yıllarca baskı altında kaldıktan sonra göç etmek zorunda
kalmış ve sonunda yalnız Türkiye’ye 230.000 kişi göç
etmiştir.
1931 yılına gelindiğinde Yunanistan’ın, tahrikleri sonucu
Rumların Enosis heyecanı üst seviyeye çıkmıştır. 21 Ekim
1931 tarihinde bir miting yapan Nikodimus, Enosis’i ilan
ederek adanın Yunanistan’a bağlandığını açıklamıştır
1947 yılında Ege Türk karasularının yanı başında bulunan On
iki Ada, İtalyanlardan alınıp Yunanistan’a verilmişti.
Türkiye, bu karara tepki göstermemişti. Bu durum Kıbrıs’ta
Rumların Enosis konusunda ki girişimlerin arttırmalarına yol
açmıştı.
1951 yılına kadar Yunan hükümeti Kıbrıs meselesini
benimsemiş olmakla birlikte Paris’te toplanan Birleşmiş
Milletler toplantısında Başpiskopos Makarios’un talepleriyle
16 Şubat 1951 tarihinde Yunanistan Başvekili Venizelos’un
açıklamalarında Kıbrısın Yunanistan’a ilhakı ileri
sürülmüştür.
15.01 1952 yılında Başpiskopos Makarios yine adanın çeşitli
yerlerinde yasa dışı ilhak için gösteriler yapılmasını
istemiş ve olaylar çıkartılmıştır. bu arada Enosis
Yunanistan’ın resmi politikası haline gelmiştir. 1954’te
Yunanistan, Kıbrıs sorununu Birleşmiş Milletler örgütüne
götürmeyi başarmış ve Rum Ortodoks Kilisesi ve Eoka’nın
Enosis’i gerçekleştirmek için ortaklaşa sürdürdükleri şiddet
hareketlerini, dünya kamuoyuna “bağımsızlık” için verilen
bir “kurtuluş mücadelesi” olarak takdim etmeye çalışmıştır.
1954’te Mart ayında Yunanistan İngiltere’ye bir nota vererek
Kıbrıs’ın kendisine devredilmesini resmen istemişse de bu
talebi İngilizler reddetmiştir. Bunun üzerine Yunanistan,
Kıbrıslı Rumlara “self - determinasyon” (kendi geleceğini
belirleme) hakkı verilmesini Birleşmiş Milletlerden resmen
talep etmiştir.
1955’te Londra da toplanan Konferansta Türkiye, Kıbrıs
konusunda ilgili bir taraf olduğunu kabul ettirmeyi
başarmıştır... Ancak adadaki Türklerin saldırıya uğramaları
üzerine Türkiye, 23 Ağustos 1955’de İngiltere Büyükelçisine
bir nota vererek, Türklerin can ve mal güvenliklerinin
korunmasını istemiştir.
27 Mart 1955'te Grivas'ı çağıran Makarios, Nisan 1955en
itibaren eylemlere başlamıştır. Bu eylemlerde en önemli
hedef ise Kıbrıs Türkleri olmuştur. Nitekim Türklere yönelik
saldırılar 21 Haziran 1955 ayından itibaren şiddetlenmeye
başlamıştı. bu tarihte 14 Türk yaralanmış ve halk arasında
büyük korku ve panik yaratmıştır.
27-28 Ocak olayları, Kıbrıs Türk halkının İngiliz yöntemine
karşı beslediği nefret duygularını açığa vurduğu bir dönüm
noktası olmuştur..
Bu arada 1 Nisan 1958 yılında Eoka’nın Kıbrıs Türk Halkına
yönelttiği şiddet ve saldırıların artarak devam etmesi
üzerine, Kıbrıs Türk Halkı kendilerini bu saldırılara karşı
korumak maksadı ile Temelleri 27 Kasım 1957’de Rauf Denktaş,
tarafından atılan Türk Mukavemet Teşkilatı( TMT ) bir
direniş örgütü olarak 1 Ağustos 1958 tarihinde resmen
kurulmuştur
6 Ağustos 1958’de Rum saldırıları sona ermişti. Dört yıllık
faaliyet döneminde 30 Türk köyüne saldırılar düzenleyen ve
bu köylerin Türk halkını göçe zorlayan EOKA, 200 civarında
Türkü katletmiş, yüzlercesini yaralamıştı. Bu faaliyetler
süresi içinde 4750 Bombalı saldırıda bulunulmuş 2976 sabotaj
eylemi gerçekleştirmişti.
11 Şubat 1958'de Zürih anlaşması ve 19 Şubat I959’da
Londra’da, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile Kıbrıs Türk
ve Rum toplumlarının temsilcileri tarafından imza
edilmiştir. İki uluslu, Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti
1959 Londra ve Zürih Anlaşmalarına uygun olarak hazırlanan
Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile 16 Ağustos 1960’da
yürürlüğe girmesi ile iki uluslu, bağımsız Kıbrıs
Cumhuriyeti doğmuş oldu.
Bu antlaşma Lefkoşe’de imzalanmıştır. Böylece İttifak
Antlaşması gereğince Türk ve Yunan Kuvvetleri adaya çıkmış
İngiltere ise kendisine bırakılan egemen üslere çekilmiştir.
Böylece Türk ve Rum toplumları, adayı oluşturan eşit hak ve
statüye sahip iki toplum olarak kabul edilmişti. Kıbrıs
Cumhuriyeti, konfederal nitelikleri de olan fonksiyonel
federatif bir cumhuriyet olarak kurulmuştu. Egemenlik ve
bağımsızlık iki ulusal topluma ortaklaşa verilmişti.
Anayasadaki esas olan fikir, bir ulusal toplumun diğerine
hükmedemeyeceği olmuştu. Fakat şunu söylemek gerekirse
antlaşmalar Enosise giden ilk adım olmuş ve Makarios 1 Nisan
1960 tarihinde yaptığı konuşmasında bunu açıkça ortaya
koymuştur
Rumlar 25 Nisan 1961 de bildiriler dağıtılarak OPEK adlı bir
gizli örgütün kurulduğunu açıklamışlardır. Buna karşı
Türklerde 17 Mayıs 1961 de “PAN KIBRIS MÜCAHİTLERİ “ adıyla
bir örgüt kurmuşlardır.
Böylece 1 Ocak 1963’ten itibaren ada kısa sürede iki toplum
arasında çıkacak bir iç savaşın eşiğine gelmişti. Nitekim
Kıbrıs Rumları, 21 Aralık 1963’te Kıbrıs Türklerine karşı
ada çapında saldırıya geçmiş, önceden Yunanistan’la
işbirliği içerisinde hazırlanmış olan Rumlar, ada Türklerini
24 saat içerisinde yok etmeyi amaçlayan “Akritas Plânı”nı
yürürlüğe koymuşlardır. Akratis Planı: Filiki Eteryanın
temel teşkil ettiği ve Megali İdeanın gerçekleştirilmesi
yönünden Rum Ortodoks Kilisesi önceliğinde Kıbrıs’ın
Yunanistana ilhakını ve Kıbrıs Türk toplumunun imhasını
amaçlayan Yunanistan ile Makarios tarafından hazırlanmış bir
plandır. İnsanlık dışı olaylar “Kanlı Noel” ve Türklere yapılan
diğer katliamlar
Kıbrıs için 4 Aralık 1963 günü Lefkoşa’da EOKA’cı Markos
Drakos’un heykelinin kaidesine bomba konulmuş ve bu olay
Türklere mal edilmişti. Türkler bunu reddetse de bir alarm
olmuştu.
21 Aralık günü bu saldırıyı kınamak için Lefkoşa Türk Lisesi
bahçesinde toplanan Türk öğrencileri Eoka çetesi mensupları
tarafından kurşunlanmış, aynı gün Lefkoşa’daki Atatürk
büstüne de saldırılmıştı. 22 Aralık 1963 günü de Türkiye
Büyükelçiliği binası ile Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Fazıl
Küçük’ün ikametgâhına ateş açılmış ve artık, Kıbrıs Türkünü
tamamen imha ederek adayı Yunanistan’a bağlamayı öngören
Akritas Planı fiilen yürürlüğe girmişti.
“ Kanlı Noel” adı verilen bu haftada Rumlar, yüzlerce Türk’ü
öldürmüş, binlercesini yaralamışlardır. Ellerinde yeterli
ölçüde silah bulunmamasına karşın Türk Mukavemet Teşkilatı,
yiğitçe bir direnme sergilenmiştir. Beş gün beş gece devam
eden Kanlı Noel çarpışmalarında, Türk direnmesinin
kırılmasının kolay olmayacağı Rumlara da, dünyaya da
gösterilmiştir.
Bu gelişmeler üzerine Türkiye, 23 Aralık 1963’te İngiltere
ve Yunanistan hükümetleri nezdinde harekete geçti. Rum
saldırılarının önlenmesi için birlikte harekete geçilmesini
istedi. Türkiye’nin bu girişimi üzerine, 24 Aralık 1963’te
Lefkoşa’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere adına bir ortak
bildiri yayınlandı. Ancak Rum çeteleri 24 Aralık günü
Lefkoşa ve diğer Türk bölgelerine saldırıya devam ettiler.
Ayvasıl’da Tahatakale, ve Küçükkaymaklı’dan kaçırılan 700
Türk’ün yarısı Rum çeteleri tarafından öldürülmüş, boşalan
ve savunmasız kalan Türk evleri ve mahalleleri, talan edilip
yakılmış ve yıkılmıştı.
Rum çeteleri katliama başka bölgelerde diğer bölgelerdeki
gibi Gazi Magusa’da devam etmişler. Ancak en acı olay aynı
gün Kumsal bölgesine yapılan saldırıda gerçekleşmiştir.
Rumlar, Kıbrıs’taki Türk Alayı’nda doktor olarak görev
yapmakta olan Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi Mürvet İlhan ile üç
çocuğu Murat, Kutsi, Hakan ve birlikte saklanan dört kişi ve
ev sahibesi çevredeki insanlardan ise o gece 24 Türk’ü şehit
etmiş ve 40 Türk’ü de yaralamışlardır.
Rumlar katliamlara devamla o gün adanın her tarafında
Türklere yönelik saldırılara girişmiş ve Türkleri kendi
bölgelerine hapsetmiştir. Bunun üzerine 25 Aralık günü
Katliamı durdurmak amacıyla Türk jetleri Lefkoşa üzerinde
uçmaya başlarken 650 kişilik Türk Alayı da karargâhından
çıkmış, Lefkoşa’nın Türk kesimini korumaya almıştır. Böylece
Türkiye garantör ülke olarak İngiltere ve Yunanistan’a çözüm
için yol göstermiştir.
26 Aralık 1963’te ateşkes anlaşmasının yürürlüğe girmesine
rağmen Rumlar saldırılarını tüm ada sathına yayarak Arpalık,
Limasol, Baf ve Erenköy’e saldırmış ve bu saldırılar
sonucu 30 bin Kıbrıs Türkü 103 köyü terk etmek zorunda
kalmıştı.
Yüzlerce Kıbrıslı Türk, Rum Muhafızlarca rehine alınmış,
Türk kadınlarının ırzına geçilmiş, çocuklar cadde ortasında
öldürülmüş ve Limasol’daki Türk mahalleri tamamen
yakılmıştı. 500 civarında Türk’ün şehit olduğu, okulların,
camilerin tahrip edildiği kanlı saldırılar sonucu Kıbrıs
Türkleri, acı dolu günler yaşamaya başlamıştı.
Şayet Türkiye Cumhuriyeti müdahale girişiminde bulunmamış,
Kıbrıs Türk’ünün mukavemeti bir anda kırılmış, yardımına
koşmamış, büyük bir titizlik ve soğukkanlılıkla
uygulanmamış. ve direniş örgütlememiş olsaydı, çoktan Enosis
ilan edilmiş olacaktı.1963 yılında Rum saldırılarının hedefi
1960 yılı anlaşmalarını yok etmek, Kıbrıs Türklerini azınlık
durumuna indirmek ve Enosisin yolunu açmaktı. Kıbrıs Cumhuriyeti fiilen son bulması ve 1964 -1974
Olayları
15 Ocak 1964’te İngiltere’nin teklifi üzerine Türkiye,
Yunanistan ile Türk ve Rum toplumlarının temsilcileriyle
Londra’da bir konferans toplanmış., düzenlenen konferans 21
Ocak 1964’de bir sonuç alınamadan dağılmıştı.
Makarios 1960 Antlaşmalarını, tek yanlı olarak feshettiğini
açıklamış ve artık her şey bitmişti. Kıbrıs Cumhuriyeti
fiilen son bulmuştu. Çünkü cumhuriyeti oluşturan bütün yasal
ve anayasal kurumlar ortadan kalkmıştı
Adada cumhuriyet ortadan kalkarken yine 6 Şubat 1964 Arpalık
: 4 Mart Kazafana : 7 Mart Malya(Bağlarbaşı) : 19 Mart
Gaziveren, Erenköy, Çamlıca Köy: 11 Nisan Bozdağ: 23 Nisan
Boğaziçi : 26 Nisan, Kocatepe, 27 Nisan,Yeşilırmak : 3
Haziran, Günebakan :7 Eylül Terazi köylerinde yaklaşık 136
Türk’ü çoluk çocuk demeden hunharca katletmişlerdi..
Kıbrıs, 1965-1966 yıllarında, EOKA’nın küçük eylemleri
dışında kısmen de olsa sakindi. Ancak konu uluslararası
alanda güncelliğini korudu ve yoğun diplomatik temaslar
sürdü. Adaya BM Güvenlik Konseyi’nin Mart 1964 kararıyla
gönderilmiş bulunan BM Barış Gücü, maalesef etkisiz kalmış
bu çileli hayat 1967 yılına kadar devam etmişti.
1967’de meydana gelen olaylar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
çöküşüne ve adada özerk bir Türk yönetiminin kurulmasına yol
açmıştı. Nihayet Nisan 1967’de askeri darbe yapan ve
yönetime el koyan Yunan Cuntası, Türkiye ile Kıbrıs
konusunda görüşme ve pazarlık yapmak istemişti. Ancak bir
uzlaşma sağlanamamıştı.
15 Kasım 1967 de Grivas yönetiminde binlerce silahlı Rum,
Kıbrıs’ta bulunan tüm Türklerin imhasını amaçlıyan ‘Akritas
planını’ tatbik etmek için Geçitkale ve Boğaziçi köylerine
saldırmış ve.. Boğaziçi ve Geçitkale köylerine karşı yapılan
saldırılarda pekçok Türk hayatını kaybetmiştir Kıbrıs
Rumları, giriştikleri katliamlarda masum Kıbrıs Türklerini
hunharca öldürmekle kalmayıp kazdıkları çukurlara yarı canlı
insanları da doldurmuşlardır.
Adada 28 Aralık 1967 günü “Geçici Türk Yönetimi” ilan eden
Türkler; Başkanlığa Doktor Fazıl Küçük ve Yardımcılığına da
Rauf Denktaş’ı getirdiler.
Bu arada 5 Temmuz 1970 tarihinde yapılan seçimlerden sonra,
bu yönetim “Kıbrıs Türk Yönetimi” ismini aldı Ancak Fazıl
Küçük’ün Türk Yönetimi Başkanlığı ve Cumhurbaşkanı
Yardımcılığı görevlerinden çekilmesi üzerine, 16 Şubat
1973’te, yerine Rauf Denktaş seçildi.
1974’te Grivas’ın ölümü ile rahatlayan Makarios, bu kez
karşısında tekrar örgütlenmiş EOKA’yı EOKA-B olarak buldu 15 Temmuz 1974 Darbesi ve diğer olaylar
Yunan Cuntası’nın 15 Temmuz’da başlattığı darbe ile pek çok
Rum ve Yunanlının hayatını kaybetmesine neden olmuştu.
Geçici bir süre için Türk kasabı olarak bilinen Nicos Samson
ise Cumhurbaşkanlığı’na getirilmişti. Bu arada Makarios,
İngilizlerin yardımı ile 16 Temmuz’da ada dışına kaçmış,
canını zor kurtarabilmişti. Ancak pek çok taraftarı
darbeciler tarafından öldürülmüştü. Darbe sonrası ise Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin ismi, “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti” olarak
değiştirilmiştir.
Türkiye, darbe yönetimini kesinlikle tanımayacağını Başbakan
Ecevit’in ağzından açıkladı ve arkasından mümkün olabilen
tüm diplomatik ve barışçı girişimleri kullanarak önceki
statüyü korumak istedi
Kıbrıs’a askeri müdahale etmemesi için yapılan baskılara
karşı Türkiye, Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit, 17 Temmuz
tarihinde yapılan görüşmede Başbakan Harold Wilson ve
Dışişleri Bakanı Callaghan'dan hiç olmazsa daha az kan
dökülmesi için İngiliz üs bölgelerinden çıkartma yapma izni
istedi. Bu teklif de reddedildi.
Türkiye hükümeti 1960 Garanti Antlaşması’ndan kaynaklanan
tek yanlı müdahale hakkını kullanmaya karar verdi. Bu durum
üzerine Türk birlikleri 20 Temmuz sabahı Girne bölgesinde
Pladini Plajı, (Yavuz Çıkarma Plajı) denen bölgede adaya
çıktı.
Nihayet 20 Temmuz 1974’te Türk Barış Harekâtı gerçekleşti.
Aynı anda da Türk Hava Kuvvetlerine mensup uçak ve
helikopterler Boğaz ve Ortaköy bölgelerine indirme harekatı
başlattı.
Harekatın ilk gecesi Türk Alayına doğru saldırıya geçen
Yunan alayı ile yapılan göğüs göğüse çarpışmalar, Türk
Alayının üstün mukavemeti ile karşılaşıyor ve başarısızlıkla
sonuçlanıyordu.
20-23 Temmuz günleri devam eden I. Barış Harekâtı sonucunda,
Kıbrıs’ın kuzeyindeki çıkarma plajı ile Girne arasındaki
kıyı şeridi ve Girne’den Lefkoşe’ye uzanan yolun her iki
yanı Türk birliklerinin eline geçmiştir.
Türkiye, BM Güvenlik Konseyinin çağrısına uyarak 22 Temmuz
1974’te saat 19.00’da ateşkes ilan etmiştir. Ancak Rumlar,
varılan anlaşmaya sadık kalmayarak; bazı Türk köylerine
saldırarak büyük katliamlar yapmışlar, adaya Yunanistan’dan
sürekli asker ve silah nakletmeye devam etmişlerdir.
Ateşkesle birlikte Kıbrıs’ta darbeci Sampson yerini Glofkos
Klerides’e; Yunanistan’da ise Başbakan Adrocopulos yerini
Karamanlis’e bırakmıştır.
Ateşkesten sonra 25-30 Temmuz arası, I. Cenevre görüşmeleri
Türk, İngiliz ve Yunan Dışişleri Bakanları arasında yapıldı.
30 Temmuzda imzalanan anlaşma ile, “adada iki otonom
yönetimin varlığı kabul edilmiştir. 14 Ağustos 1974 sabahı
Türk müdahalesinin ikinci aşaması başlamış ve İkinci Kıbrıs
Barış Harekâtı düzenlenmişti. Türk Ordusu iki gün sonra
adanın kuzey batısında Güzelyurt Körfezi’nden, Doğuda
Magosa’ya kadar uzanan ve Türklerin “Atilla Hattı” olarak
adlandırdıkları adanın %37’sini alan bir hatta ulaşmıştı.
Ancak adanın yarısı çok kısa bir zamanda ele geçirilmesine
rağmen Avrupa ve Amerika’nın baskısıyla çıkarma harekâtına
son verilmek zorunda kalınmıştır.
Türk ordusunun bu hareketle katliamı durdurmuş ancak XX.
yüzyılın eli-kanlı canileri aynı gün, 88 Türk'ü vahşice
öldürerek topluca çukura gömmüşlerdi.
Yine 15 Ağustos 1974 günü kurşuna dizilen kadın-erkek,
çoluk-çocuk 57 Türk çukura üst üste atılmış ve üzerleri
buldozerlerle kapatılmıştı.
Bütün acılara rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri, BM Güvenlik
Konseyi’nin çağrısına uyarak 16 Ağustos saat 16.00’dan
itibaren ateşkes ilan etmişti.
1 Eylül 1974 tarihinde bir çobanın toprak üzerinde fark
ettiği bir el Türklerin akıbetlerinin ne olduğunu acı bir
şekilde ortaya çıkardı. Magosa'nın 15 km uzağında, tamamen
Türklerle meskun olan Atlılar’da 27 Türk katledilmiştir.
Neticede: 20 Temmuz'un en önemli sonucu bir asırdan fazladır
sürdürülen Enosis kampanyasının amacına ulaşmasını ve
Enosis'in gerçekleşmesini ebediyen önlemiş olması ve Kuzeyde
toplanan Türklerin, Türkiye Cumhuriyeti ile işbirliği içinde
Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin ardından Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti'ni kurmaları olmuştur.
Barış Harekatı sonrası Türk toplumunun sosyal hayatında bir
canlanma olmuş ve her meslek dalında birçok mesleki örgüt,
birlik, dernek, sendika ve cemiyetler kurulmuştur. sosyal
yaşantı, demokratik içeriğe tüm kurumları ile kavuşmuş
ada'da yaşayan bütün Türkler Kuzeyde toplanarak can
güvenlikleri sağlanmıştır.
Tüm bu gelişmeler üzerine toplanan otonom Kıbrıs Türk
Yönetimi Meclisi, 13 Şubat 1975’te, oybirliği ile aldığı bir
kararla “Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin (KTFD) kurulduğunu
ilan etmiştir.
50 üyeli bir Kurucu Meclis oluşturulup anayasa hazırlanmış
ve 8 Haziran 1975’te halkoyuna sunumlu, nihayet 17 Haziran
1975’te Resmi Gazetede yayınlanmış yürürlüğe konulmuştur. Bu
olayları izleyen aylarda Cenevre Konferansı yapılmış ve bu
Konferans’ta Kıbrıs’ta fiilen iki ayrı özerk idarenin
bulunduğunu üç garantör ülke olan Türkiye, Yunanistan ve
İngiltere tarafından kabul edilmiştir.
KKTC Meclisi ise 23 Ağustos 1989 kararlarını aldı. Kararda;
Rum tarafının adaya silah ve askeri yığınak yaptığı, Enosis
hevesini yeniden canlandırdığı, saldırılarla ara bölgeyi
ihlal ettiği, ada içinde ve dışında Türk düşmanlığı yaparak
Kuzey Kıbrıs Türk halkına her türlü ambargo uygulattığı
belirtilerek; temel hakları içermeyen bir anlaşmanın
imzalanmayacağı vurgulandı.
BM Güvenlik Konseyi 12 Mart 1990’da. alınan kararların ortak
noktası;: bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü güvence altına
alınmış, tek egemenliği bulunan, tek vatandaşlılık
temellerine dayalı, siyasi olarak eşit, iki toplumlu, iki
kesimli bir federasyon ve Türkiye’nin etkin ve fiili
garantisi olan bir çözümden başka bir şey kabul
edilemeyeceğinin öngörülmesi olmuştu.. Sonuç
Bilindiği gibi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkiye
açısından çok önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti en kötü
şartlarda olduğu zamanlarda bile “Yavruvatan” dediği
Kıbrıs’a maddi ve manevi olarak her zaman destek olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin hemen her vatandaşı Kıbrıs’ı kendi
vatanından ayrı düşünmez ve her zaman destekçisi olmuştur.
Kıbrıs Türkü'nü hem sosyo-ekonomik yönden kalkındırmak hem
de milli ve manevi değerlerini güçlendirerek Türkiye'ye ve
Müslüman-Türk kimliğine olan bağlılığını perçinlemek
gerekmektedir
Bu nedenle Kıbrıs Türkü, adadaki varlığını canı gönülden
destekleyen, milli ve dini bir kardeşlik duygusu içinde
kendisiyle tek yürek olup haklarını var gücüyle savunan bir
anavatan görmeye devam etmelidir.
Bunun için Kıbrıs'taki insanlarımızın, özellikle de genç
neslin Türk Milleti'nin ideallerini ve değerlerini öğrenmesi
ve benimsemesi için de yoğun bir kültürel kampanya
yürütülmelidir. Türkiye ise bu kültürel harekete öncülük
etmelidir.
Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumların Yunanistan tarafından
körüklenen bu Enosis taleplerine karşı daima haklarını
müdafaa etmiş ve Yunanistan tarafından ilhaka karşı
çıkmıştır. Bu nedenle Rumlar, Kıbrıs Türklerini daima
Enosis’i engelleyen en büyük nedenlerden birisi olarak kabul
etmiş, çeşitli yollarla bu engeli bertaraf etmeye
çalışmışlardır.
Bu durum Kıbrıs’ta Rumların silah ve sayıca üstün olmaları
nedeniyle Enosis konusunda ki girişimlerin arttırmalarına
yol açmıştı. Böylece Türk halkını yok edip, adayı
Yunanistan'a bağlamak için kurulmuş olan “Eoka ” isimli
terör örgütüne havale edilmesi gündeme getirilmiştir.
Rumların Enosis talebine karşı bir antitez olarak “Taksim”
fikri ortaya atılmış ancak barış ve uzlaşma adına Türkiye ve
Kıbrıs Türk liderliği bunu kabul etmiş, fakat Rumlar
Kıbrıs’ı bir Yunan adası olarak görmüş ve Enosis üzerinde
ısrarla durmuşlardır..
21 Aralık 1963 gecesi Girne’den Lefkoşa’ya giden ve içinde
Türklerin bulunduğu bir otomobilin Rum polisler tarafından
sebepsiz aranması ve bu yüzden çıkan olayda bir Türk kadının
ölmesi, Türkler arasında heyecan uyandırmıştı
22 Aralık günü de Türkiye Büyükelçiliği binası ile
Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Fazıl Küçük’ün ikametgâhına ateş
açılmış ve artık, Kıbrıs Türkünü tamamen imha ederek adayı
Yunanistan’a bağlamayı öngören Akritas Planı fiilen
yürürlüğe girmişti.
Kıbrıs Türk halkı, Türkiye'nin bir parçası olduğu, Kıbrıs
davasının milli bir dava olduğu Türk Ordusunun, 1974'teki
Kıbrıs Barış Harekatı ile adadaki soydaşlarımızı Rumların
soykırım emellerinden koruduğu unutulmamalı ve bu konuda
Kıbrıs Türkü oyunlara gelmemelidir..
Adada Türk tarafını dezavantajlı duruma düşüren ve dahası
güvenliğini riske eden çözümlere itibar edilemez. Açıkçası
Şehitlerin kanlarının boşa akmadığı ve Yunan hakimiyetinin
tekrar adaya gelebileceğinin unutulmaması, şeref, haysiyet
ve namuslarının Rumlara teslim edilemeyeceği gerçeği
akıllardan asla çıkarılmamalıdır.
Diğer önemli sonuç, ekonomik ve kültürel alanlarda da
Kıbrıs'ın Türk halkını kalkındıracak, güçlendirecek, motive
edecek atılımlar gerekmektedir.
Kıbrıs Türk halkı, Türkiye'nin bir parçasıdır. Kıbrıs
davası, milli davadır. Kahraman Türk Ordusu, 1974'teki
Kıbrıs Barış Harekatı ile adadaki soydaşlarımızı radikal
Rumların soykırım emellerinden korumuştur. Kıbrıs
Türklerinin çağdaş, modern, kalkınmış ve aynı zamanda milli
ve dini kimliği çok güçlü bir model görmeli, bu modeli
benimsemelidir
Ancak son söz olarak Kıbrıs meselesi Türkiye ile Yunanistan
arasında çözülmeden, Yunanistan’ın Megali İdea’ın ve ENOSİS
fikri kafasından atılmadan, Kıbrıs Türkleri yeniden
birleştirilerek Rumların insafına terk edilmesi intihar
girişiminden başka bir şey olmayacaktır.
Prof. Dr. Orhan Kılıç,
Sayın Akçora’ya teşekkür ediyorum.
Son konuşmacımız Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı Ahmet
Göksan. Sayın Göksan da bizlere Kıbrıs Türklerinin adadaki
varlığının genel bir değerlendirmesini yapacaklardır.
Buyurun Sayın Başkan.
Ahmet Göksan,
Ortak Kıbrıs Cumhuriyeti Rumlar tarafından ortadan
kaldırılmıştır…
Sayın Konuklar;
Kıbrıs’ta tarihe Kanlı Noel olarak geçen acı bir günün
yıldönümünde sizlerle birlikteyiz. Acısını içimize
gömdüğümüz Kıbrıs Şehitlerini ve Şehit İlhanları da aradan
geçen sürede unutmadık. Sizin de bu çalışmalarınızla aziz
şehitlerimizi unutmadığınızı kanıtladınız. Bu toplantıyı
düzenleyen başta valimiz olmak üzere katkı veren tüm kurum
ve kuruluşlara da teşekkür etmeyi yerine getirilmesi gereken
bir görev olarak bildiğimi söylemek istiyorum. Zamanınızı
ayırıp bu anlamlı toplantıya geldiğiniz için sizleri Kıbrıs
Türklerinin ada dışında kurulu olan en büyük demokratik
kitle örgütü olan Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nin Genel
Başkanı olarak en içten saygı ve selamlarımızla selamlamak
istiyorum. Kıbrıs Türkleri adanın İngilizlere kiralandığı
1878 yılından bu yana varlıklarını korumak ve kabul
ettirebilmek için yüz otuz yıldır mücadele etmektedirler. Bu
mücadelelerinin tüm olumsuz koşullara karşı sürdürmüşlerdir.
Sonrasında da Zürih ve Londra anlaşmaları ile 1960 yılında
eşitliklerini ve egemenliklerini tüm dünyaya kabul ettirmeyi
başardılar.
Ada Rumları ile birlikte kurdukları bu ortak Kıbrıs
Cumhuriyeti yine Rumların saldırıları ile ortadan
kaldırılmıştır. Yunanistan ve İngiltere’den aldıkları
destekle hükümet ortağı olan Türkleri hükümetten attılar.
Bunu yeterli görmeyerek Türkleri soykırımdan geçirmek üzere
21 Aralık 1963 günü harekete geçtiler. Savunmasız kalan
kadın-çocuk-yaşlı demeden kırıma giriştiler. Hazırladıkları
Akritas planı ile ada Türklerini kırk sekiz saat içinde
kırımdan geçirmeyi planlamışlardı. Hiç beklemedikleri bir
direnişle karşılaştılar. Buna karşın yukarıda da belirttiğim
gibi savunmasız olan Mürüvvet İlhan ve çocuklarına
acımasızca saldırarak şehit ettiler. Mürüvvet İlhan ve
çocukları ile diğer tüm şehitlerimizin anıları önünde saygı
ile eğiliyorum. Yüce Allah’ın rahmetlerinin üzerlerinde
olmalarını diliyorum.
Şimdi burada bir hususa da dikkatinizi çekmek istiyorum. Bir
devlet düşünün ki kendi yurttaşlarının bir bölümünü hiçbir
suçları olmadığı halde kırımdan geçirmek için planlar
yapıyor. Bununla da yetinmiyor tek suçları Türk olmanın
bedelini ödetmek istiyor. Dünya üzerinde Kıbrıs dışında bir
başka devletin olduğunu düşünemiyorum. Varsa bile ilkel
toplumların devletleri olabilir diye düşünüyorum. Kendi
ırkından olmayan Türkleri soy kırımdan geçiren böyle bir
çete devletini çağdaş olduğunu iddia edenler Avrupa
Birliğine aldılar. Böyle katil ve çete devleti onlara
mübarek olsun.
Mendil büyüklüğünde olan bu devlet şu anda Türkiye’nin
Avrupa Birliği üyeliğini engelleyebilmek için her türlü
tuzağı kurmaktadır. Bu arada bir hususa da dikkatlerinizi
çekmek istiyorum. Ada İngilizlere kiralandığı 1878 yılında
Türkler çoğunlukta idi. İngilizlerin uyguladığı bilinçli
politika ile azınlığa düştüler. Bu nedenle Türklere sürekli
olarak azınlık muamelesi yapılmaktadır. Sayısal olarak bunu
söylemek olasıdır. Buna karşın toprak esas alındığında
Türklerle Rumlar eşittir.
Diğer yandan adada çözüm için görüşmeler yapılmaktadır. Bu
görüşmelerde yalnızca siyasi konuların konuşulmakta olduğunu
belirtmek istiyorum. Toprak ve mülkiyet konusu çözülmeden
ulaşılacak bir çözümün uzun ömürlü olamayacağının da altını
çizmek istiyorum. Bu güne değin yapılan sayısı belirsiz
görüşmelerden de bu nedenle sonuç alınamamıştır. Çözüm için
sürekli Kıbrıs Türklerini suçlayan yabancı ülkelerin biraz
olsun Rumlara da baskı yapmaları gerekiyor. Aksi halde
görüşmeler havanda su dövmenin ötesine geçemez. Kafalarında
Kıbrıs Türklerinin unutulmaz lideri olan Dr. Fazıl Küçük’ün
dediği gibi kafalarında Enosis çivisi çakılı olanlarla
çözüme ulaşmanın olanaklı olmadığını vurgulamak istiyorum.
Bunun yanı sıra Yunanistan ve İngiltere’den sonra AB’nin de
desteğini alan mendil büyüklüğündeki ülkenin yöneticileri
ile uzlaşma ve çözümün olamayacağının da bilinmesi
gerekiyor. Zaman kazanmak için masaya oturan mendil
büyüklüğündeki ülkenin yöneticilerinin orta oyununu
oynadıklarının görüleceğini de ummak istiyorum.
Bu nedenle yapılması gerekenin Kuzey Kıbrıs Cumhuriyetinin
tüm dünyaya ya tanıtılmasından geçtiğinin bilinmesi bir
zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik yönden de
güçlendirilecek olan bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Türk
Ulusunun onuru olarak dünyada hak ettiği yeri alacağına
inanıyorum.
Kıbrıs 1571 yılında seksen bin şehit verilerek alındığının
da unutulmaması gerekiyor. Uslanmaz ve arlanmaz Rumların
kurdukları EOKA terörü ile şehit olanların da kemiklerini
sızlatmaya hiçbir kimsenin hakkının olmadığını söylemek
istiyorum. Bu toplantı vesilesi ile aziz şehitlerimizi bir
kez daha rahmet ve minnetle anıyorum. Onlar şehit olmasa idi
biz de bu ülkede olamazdık. Bu alanlarda da konuşamazdık.
Daha da önemlisi toprağımız olamayacağından devletimiz de
olamayacaktı. Kazandığımız bu değerlerimizi sonuna kadar
koruyacağımıza ve şehitlerimizin kemiklerini
sızlatmayacağımıza manevi huzurlarında söz veriyorum.
Allah’ın rahmetinin tüm şehitlerimizin üzerinde olmasını bir
kez daha yineliyorum.
Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize saygı ve sevgilerimi
sunuyorum.
Prof. Dr. Orhan Kılıç
Sayın Göksan’a teşekkür ediyorum. Ben de bütün şehitlerimizi
saygıyla ve rahmetle anıyorum. Ve oturumu kapatıyorum.
Teşekkür ederim.
Hasan Erçakıca Kıbrıs’a Dönüyor..
Akşam Kıbrıs’tan gelen haberin ardından Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Hasan Erçakıca, “Annem
yoğun bakıma alınmış, bir an evvel Kıbrıs’a dönmeliyim.”
diyor. Sabah erken saatlerde Malatya’dan İstanbul’a uçak
olduğunu söylüyoruz, rahatlıyor. Harput’u görmek istiyordum,
Keban Barajı’nı merak ediyordum, kısmette yokmuş, diyor.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bu genç ve başarılı
diplomatı Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ı temsilen
katıldığı Şehit İlhanlar Anıtı’nın Açılış Töreninde mütevazı
kişiliğiyle Elazığ halkının sevgisini kazanıyor. Yaptığı
konuşmalarda Kıbrıs Türk halkının var oluş mücadelesine ters
düşecek herhangi bir adım atılmayacaktır. Kıbrıs, Türk halkı
sonsuza kadar yaşayacaktır, şeklindeki ifadeleriyle
Denktaş’tan sonra da Kıbrıs Türklerinin siyasi ve diplomatik
alanda mücadeleye devam edeceğini kararlılıkla ortaya
koyuyordu.
Bu güzel duygularla Cumhurbaşkanımızın Sözcüsü Hasan
Erçakıca’yı Perşembe sabahı saat 09.30’da Malatya’dan
uğurluyoruz…
Prof. Dr. Ata Atun’u Duygulandıran
Ziyaret...
25 Aralık Perşembe sabahı saat 08.00’de Akgün Oteli’ndeyiz.
Misafirlerimiz otelin kahvaltı salonuna inmişler. Günaydın,
diyerek selamlıyoruz onları, Sayın Denktaş tebessümle
karşılık veriyor ve bizleri masaya davet ediyor; gelin
çocuklar, birlikte kahvaltı yapalım, diyor. Masada
Cumhurbaşkanı Denktaş, Ufuk Hoca, Ata Atun, Harid Bey, Ulvi
Hoca, Metin Aybars ve diğer konuklarımız kahvaltılarını
yapıyorlar. Bir sandalye alıp bu güzel insanların sofrasına
dahil oluyoruz. Masamızda oldukça sıcak bir sohbet
yapılıyor. Sayın Cumhurbaşkanımızı dinliyoruz. Rum tarafıyla
yürütülen diplomatik görüşmelere dair değerlendirmelerde
bulunuyor. Harid Bey sözü bir önceki gün katıldıkları
programa getiriyor ve Şener Bey, “Dünkü toplantılar çok
güzel geçti” diyor. Şehit İlhanlar Anıtı Elazığ’a yakıştı,
Elazığ vefalı şehir, gazilerimizle gurur duyduk, Elazığ
halkı milli meselelere karşı çok duyarlı, diyerek
memnuniyetini ifade ediyor. Denktaş ve diğer konuklarımız
Harid Beyi onaylıyor.
Karşımda oturan bu değerli şahsiyetlerin övgü dolu sözlerine
karşı Elazığ bu konularda oldukça deneyimli bir şehir,
diyorum, Türk Dünyası ile ilgili önemli toplantılar
gerçekleştiriyoruz, Hazar Şiir Akşamları’nı anlatıyorum.
2004 yılının Şubat ayında Kıbrıs’a yaptığımız ziyareti
unutamadığımızı ifade ediyorum ve Türk Dünyası ödülünün
birincisini Sayın Denktaş’a verdiğimizi hatırlatıyorum...
Kıbrıs Türklerinin büyük önderi Denktaş bu gücümüzü
Türkiye’den alıyoruz, Anadolu’nun verdiği destekten
alıyoruz, diye cevaplıyor.
Saat 09.00’a geldiğinde Kıbrıslı bilim adamı ve yönetici
Prof. Dr. Hakkı Atun’un çalışmalarıyla 1952 yılında hizmete
giren Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü’nü ziyaret
edeceğimizi hatırlatıyorum. Sayın Cumhurbaşkanım bugünkü
gezi programında Harput ve Keban’da bulunuyor. Biz hazırız,
gecikmeyelim, diyorlar. Hep birlikte Veteriner Kontrol ve
Araştırma Enstitüsü’ne gidiyoruz.
Prof. Ata Atun oldukça heyecanlı, bir yandan bu güzide
kurumumuzun Müdürü Ünal Beyin verdiği bilgileri dikkatle
dinliyor, diğer yandan gördüğü her şeyin fotoğrafını
çekiyor. Kıbrıs’a döndüğümüzde babama anlatacağım diyor.
Prof. Dr. Hakkı Atun’un 90’lı yaşlarında olduğunu
öğreniyoruz. Ünal Bey bizleri kurumun içinde gezdiriyor..
Bu odada gördüğünüz eşyaları yıllar önce Hakkı Atun Bey
kullanmıştı, diyor. Şu gördüğünüz Hakkı Beyin kullandığı
çalışma masası… Yakın zamana kadar yine müdür masası olarak
kullanılmış şimdi de müdür yardımcımız tarafından
kullanıyor. Ata Hocamız ile birlikte önemli bir çok kararın
imzalandığı bu çalışma masasının önünde fotoğraf
çektiriyoruz.
Ünal Bey bizleri üst kattaki toplantı salonuna davet ediyor.
Elazığ Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü hakkında bir
sunum yapılacak.
Ünal Beyi dinliyoruz. Değerli konuklar, Enstitümüze hoş
geldiniz. Biraz sonra kısaca bahsetmeye çalışacağım. Elazığ
Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü’nün Kurucu Müdürü
Kıbrıslı bilim adamı Prof. Dr. Hakkı Atun’dur.. Az önce
gördünüz, Kurucu Müdürümüz Hakkı Beyin o tarihlerde
kullandığı çalışma masası ve kullandığı diğer eşyaları halen
müdür yardımcımız tarafından kullanılıyor. Ve yine o
tarihlerde alınarak kullanılan laboratuar malzemeleri
salonda düzenlediğimiz camekânlı dolaplarda sergileniyor.
Bahçemizde ki çam ağaçlarının Hakkı Bey tarafından
diktirildiğini hatta bu ağaçların birçoğunun da bizzat
kendisi tarafından dikildiğini biliyoruz. Karşı duvardaki
panoda Enstitümüzde görev yapan müdürlerimizin
fotoğraflarını görüyorsunuz, en baştaki fotoğraf Hakkı Atun
beydir.
Şimdi sizlere kurumumuz hakkında kısa bir sunum
gerçekleştireceğiz. Elazığ Veteriner Kontrol ve Araştırma
Enstitüsü; Türkiye'nin Doğu illerinin kalkınması kapsamında
hayvan sağlığının korunması, hayvancılığın gelişmesini
garanti altına alacak sağlık tedbirlerinin alınması, yeni ve
bilinmeyen hastalıklar üzerinde araştırmalar yapılması,
amacıyla 6 Kasım 1952 tarihinde fiilen hizmetlerine başladı.
Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde toplam 13 vilayetimize
hizmet götürmekteyiz. Başta Elazığ olmak üzere Malatya,
Bingöl, Tunceli, Muş, Bitlis, Diyarbakır, Batman, Mardin,
Siirt, Şırnak, Van, Hakkâri hizmet verdiğimiz şehirler
arasındadır.. Saydığım bu şehirlerimizin aşı ve biyolojik
madde ihtiyaçlarını karşılamaktayız.
1960 yılında Irak'ta çıkarak ülkemize sıçrama eğilimi
gösteren “at vebası” hastalığı salgını üzerine enstitümüzde
“At Vebası Laboratuarı” açılmış, gerekli malzemenin temini
ve eleman bakımından laboratuarlarımızın takviye edilmesiyle
1961 yılından itibaren “at vebası” aşısının üretimine
başlanmış. Bu gelişmeyi takiben kurumumuz Elazığ
Bakteriyoloji ve Seroloji Enstitüsü olan adı 29.03.1961
tarihinde Elazığ Veteriner Viroloji Enstitüsü olarak
değiştirilmiş;
At Vebası ve benzeri viraj hastalıkların araştırmalarına
öncelik verilerek Enstitü'deki Teşhis, Gıda Kontrol,
Parazitoloji ve Patoloji dışında kalan laboratuarlarımız
kapatılmıştır. 1965 yılında komşu ülkelerdeki insanlarda
“kolera epidemisi”nin baş göstermesi üzerine Sağlık ve
Sosyal Yardım Bakanlığı'nın isteği ile Tarım Bakanlığı
gerekli aşı üretim görevini Enstitümüze vermiş, bu nedenle
kurulan Kolera Laboratuarı’nda 2 yıl içerisinde 6 milyon doz
Kolera Aşısı üretilmiştir.
10 Kasım 1967 tarihinde Elazığ Veteriner Viroloji Enstitüsü
170 sayılı kanun uyarınca Elazığ Veteriner Mikrobiyoloji
Enstitüsü adı ile Döner Sermayeli kurum haline getirilmiş ve
aynı enstitü bünyesinde Elazığ Veteriner Kontrol ve
Araştırma Enstitüsü adıyla genel bütçe ile idare edilir yeni
bir kurum oluşturulmuştur.
1968 yılında hastalık teşhisi ve canlı virüs Newcastle Aşısı
yapmak üzere Tavuk Hastalıkları Laboratuarı, 1971 yılı
başlarında Biyokimya, 1972 yıl içerisinde de Doku Kültürü
Laboratuarı kurularak faaliyete geçmiş, Newcastle Aşısı
üretimi 1987 yılına kadar sürdürülerek yörenin kanatlı
hayvan sağlığına önemli katkılarda bulunmuştur.
Enstitü Müdürü Ünal Kılınç’ın verdiği bilgilerden
öğreniyoruz ki Elazığ Veteriner Kontrol ve Araştırma
Enstitüsü, Kıbrıslı bilim adamı Prof. Dr. Hakkı Atun
tarafından kurulmuş. Salonda duygulu anlar yaşanıyor. Ata
Hocamız kısa bir teşekkür konuşması yapıyor..
Burada bulunmaktan gurur duymaktayım. Babam Prof. Dr. Hakkı
Atun, Amerika'da eğitimini tamamladıktan sonra o dönemki
ismi ile Ziraat Bakanlığı babamı, Bakan Nedim Öktem Beyin de
kişisel görevlendirmesi ile Doğu Anadolu'da bir Veteriner
Laboratuarı kurulması için görevlendirmişti. Babam, yaptığı
araştırmaya göre bölgeye en uygun yerin Elazığ olduğunu
saptanmış ve laboratuar da burada kurulmuştur.
Ailecek Elazığ’a geldiğimiz vakit ben 3 yaşındaydım ve bu
bölge de şehirden epeyi uzaktaydı. Binalar yapılırken çamlar
da dikmiştik. Bu çamların içinde bir tanesini de ben diktim.
Koyunlar da vardı.
Babam bu katın girişindeki dolapta görülen o dönemin en son
teknoloji ürünü olan mikroskopları, fotoğraf makinelerini ve
diğer araştırma aparatlarını bizzat Amerika'dan ve
Almanya'dan getirterek o döneme göre en çağdaş laboratuarı
burada kurmuştu. Babamın o dönemdeki müdür odasındaki masayı
hâlâ daha yerinde görmek beni çok mutlu etti. Babam Prof.
Dr. Hakkı Atun, Elazığ'da bulunduğu dönemde bölgede şap
hastalığının varlığını tespit ederek bu laboratuarda ilk
aşılarını üretip yaygın tedaviye başlamıştı. Bu laboratuarda
çalışırken de bir pense icat etmiş ve onun da patentini
almıştı.
Sevgili Müdürüm, siz bu laboratuarı çok ileri götürmüş ve
bölgenin merkezi haline getirmişsiniz. Sizleri kutluyorum.
Böylesi genç ve çalışkan insanları burada görmek gerçekten
de gurur verici.
Hepinize teşekkür eder, babamın selam ve sevgilerini
iletirim.
Elazığ Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü’nün ardından
konuklarımızla birlikte Saat: 10.00’da Harput’a hareket
ediyoruz
Harput’a Kar Yağmıştı...
Harput’tayız. Mihmandarımız İl Kültür ve Turizm Müdürü
Tahsin Öztürk olacak. Sarahatun Camii’nin önünde araçlardan
iniyoruz. Hava oldukça soğuk, yerde 3 -5 cm. civarında kar
birikmiş. Şehit İlhanlar Anıtı’nın açılışında yağmur
yağmıştı. O yağmur Harput’a kar olarak yağmış.
Konuklarımızı Harput’ta karlı bir kış günü gezdireceğiz.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R.
Denktaş, E.Tuğgeneral Nihat İlhan, Doğu Akdeniz Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Ufuk Taneri, Yakın Doğu Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ata Atun, Kıbrıs Türk Mücahitleri
Derneği üyesi Metin Aybars, Doğu Akdeniz Üniversitesi
Öğretim Görevlisi Dr. Harid Fedai, Kıbrıs Türk Kültür
Derneği Başkanı Ahmet Göksan ve Atılım Üniversitesi öğretim
üyesi Doç. Dr. Ulvi Keser. İşte bu soğuk havada Tahsin Beyin
Harput hakkında yaptığı açıklamalara kulak kabartıyorlar.
Tahsin Bey, Alacalı Mescit, Kurşunlu, Sarahatun ve Ulu Cami
hakkında bilgi veriyor. Harput Kalesi ile ilgili yapılan
kazı çalışmalarını anlatıyor... Konuklarımızı daha fazla
üşütmeden Şefik Gül Kültür Evi’ne götürüyoruz. Burada ikram
edilen çedene kahvesini yudumlarken içimizin ısındığını fark
ediyoruz. Günerkan Bay Sayın Cumhurbaşkanımıza Harput’un
kültür hayatı ile ilgili bilgi veriyor.
Sayın Cumhurbaşkanımız, Harput’u daha önce gördüğünü ve çok
etkilendiğini ifade ediyor. Harput’un, Türk kültürü
bakımından oldukça zengin bir geçmişe sahip olduğunu, Çubuk
Bey’in ve Belek Gazi’nin fethettiği bu topraklarda bulunmak
ve bu hatıraları yaşamak bizleri bahtiyar kılmıştır, diyor.
Harput’ta zaman çabuk geçiyor. 1000 yıllık Türk kültürünün
geride bıraktığı muhteşem bir tarihin tanıklığını yapan bu
kadim beldemizden misafirlerimizle birlikte ayrılıyoruz.
Araçlarımız şimdi de Keban ilçemize doğru hızla ilerliyor..
Konuklarımız Keban’da..
Saatlerimiz 12.45’i gösterdiğinde Keban’a varıyoruz. Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R.
Denktaş, E.Tuğgeneral Nihat İlhan, Doğu Akdeniz Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Ufuk Taneri, Yakın Doğu Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ata Atun, Kıbrıs Türk Mücahitleri
Derneği Başkanı Metin Aybars, Doğu Akdeniz Üniversitesi
Öğretim Görevlisi Dr. Harid Fedai, Kıbrıs Türk Kültür
Derneği Başkanı Ahmet Göksan ve Atılım Üniversitesi öğretim
üyesi Doç. Dr. Ulvi Keser’in yer aldığı konuklarımız Keban
Kaymakamı Hüseyin Çakırlaş ile Belediye Başkanı Ramazan
Çelik tarafından karşılanıyor. Keban Kaymakamı Hüseyin
Çakırlaş tarafından konuklarımıza Fırat Nehrinin kıyısında
bulunan Keban Alabalık Tesislerinde bir öğlen yemeği
veriliyor.
Keban ilçemizin başarılı Kaymakamı Hüseyin Çakırlaş, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kurucu Cumhurbaşkanı Sayın Rauf
R. Denktaş’ı Keban’da ağırlamaktan dolayı büyük bir onur
duyuyoruz. Güzel hatıralarla Keban’dan ayrılacağınızı ümit
ediyoruz, diyor.
Cumhurbaşkanımız Keban’da gördüğü ilgi karşısında kısa bir
açıklama yapıyor. Bizlere karşı gösterdiğiniz bu sıcak
karşılamadan dolayı teşekkür ediyorum davetiniz bizi çok
mutlu etmiştir. diyerek ilçe yöneticilerine Keban gezisinden
duyduğu memnuniyeti ifade ediyor..
Nazlı Fırat, Yavru Vatan Kıbrıs’tan gelen konuklarını
ağırlıyor.
Yemeğin ardından konuklarımıza Kaymakam Hüseyin Çakırlaş
tarafından Keban Barajı hakkında bilgi veriliyor.Ancak Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurucu cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş
programı gereği Saat: 16.25’te Elazığ ayrılarak İstanbul’a
hareket edecek.saat 14.45’te Keban’dan ayrılıyoruz.
Denktaş’ı Uğurluyoruz…
Bedrettin Keleştimur ile birlikte Elazığ havaalanındayız.
Kıbrıs Şehitleri ve Şehit İlhanlar Anıtı’nın Açılış Töreni
münasebetiyle 24 Aralık Çarşamba günü şehrimizi
şereflendiren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu
Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş 25 Aralık Perşembe günü saat
16.25’te kalkacak Türk Hava Yolları’na ait bir uçak ile
Elazığ’dan ayrılacak..
Elazığ Valisi Muammer Muşmal, Elazığ Belediye Başkanı M.
Süleyman Selmanoğlu, 8. Kolordu Komutanı Korgeneral Eyüp
Kaptan, Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. A. Feyzi
Bingöl, Ticaret Odası Başkanı Suat Öztürk, Elazığ Emniyet
Müdürü Fahrettin Coşkun, İl Jandarma Alay Komutanı Albay
Abdullah Doğan, Türkiye Muharip Gaziler Derneği Elazığ
Şubesi Başkanı Bilal Avcıoğlu, Elazığ Şehit Aileleri ve
Malûl Gazileri Derneği Başkanı Mehmet Çete ile çok sayıda
daire müdürü resmi uğurlama için alana geliyorlar.
Kıbrıs Türklerinin büyük lideri Rauf R. Denktaş kendisini
uğurlamaya gelenlerle tek tek tokalaşıyor, teşekkür ediyor
ve uçağın merdivenlerine doğru ilerliyor.
Kıbrıs Türk toplumunun bilge lideri Rauf R. Denktaş, Şehit
İlhanların Anıtı’nın açılış töreni münasebetiyle onur
konuğumuz olarak Elazığ’a geldi. Kıbrıs gazileriyle buluştu,
hasret giderdi. Elazığ halkı ona sevgi gösterisinde bulundu
ve bağrına bastı,
Zor günlerimizde hep yanımızda oldunuz. Şehitler verdiniz
diyerek bulunduğu her ortamda Türkiye’ye minnet ve şükran
duygularını dile getiren Denktaş, uçağı havalanırken
arkasından saygıyla el sallıyoruz.
Manas’ı Ziyaret Ettiler...
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R.
Denktaş’ı Kıbrıs’a uğurladıktan sonra konuklarımızı Manas’a
davet ediyoruz. Doğu Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Ufuk Taneri, Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Ata Atun, Kıbrıs Türk Mücahitleri Derneği Başkanı Metin
Aybars, Doğu Akdeniz Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr.
Harid Fedai, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı Ahmet Göksan
ve Atılım Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ulvi Keser
saat 18.00’de hep birlikte yayınevimizi ziyaret ediyorlar.
Konuklarımızı Değerli şairimiz Mahir Gürbüz’ün okuduğu bir
şiir ile karşılıyoruz:
KIBRIS’IN AZİZ TÜRK’Ü
Kıbrıs’ta yandı canlar
Acımızı kim anlar?
Dünyalı anlamadı
Şehit oldu İlhanlar
Kaderini paylaştık
Beşparmakları aştık
Özgürlük vuslatına
Sizler için ulaştık.
Adaya doğan güneş
Bir daha batmayacak.
Denktaş Baba Kıbrıs’ı
Rumlara katmayacak.
Misafirlerimize hoşgeldiniz diyerek yayınevimiz hakkında
onlara kısa bilgiler veriyorum. Manas’ı 2006 yılında
kurduğumuzu kısa zaman içerisinde 30 aşkın kitap
yayınladığımızı ulusal ve uluslararası birçok önemli
faaliyeti gerçekleştirdiğimizi, Kırgız yazar Cengiz
Aytmatov’u Elazığ’da misafir etiğimizi anlatıyorum.
Konuklarımız Manas’ta ortaya koymuş olduğumuz çalışmaları
takdirle karşılıyorlar.
Harid Fedai Elazığ’da yapılan faaliyetlere yabancı değil..
Şener Beyin davetiyle birkaç kez Hazar Şiir Akşamları’na
katıldım diyor. Elazığ halkı edebiyata büyük önem veriyor,
Harput türkülerini yörenin sanatçılarından dinlemenizi
isterim diyor.
Manas’ta çaylar yudumlanırken Kıbrıslı misafirlerimiz ile
Türk dünyasının aydınlık geleceği üzrinde bir ufuk turu
yapıyoruz. Kıbrıs’ta ortaya konulan büyük başarı, can
Azerbaycan’da hürriyyet bayrağının dalgalanması,
Törkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Manas’ın diyarı
Kırgızistan’daki Türk varlığının başarıya ulaşan bağımsızlık
mücadeleleri.. Balkan Türklerinin yeniden ayağa kalkma
çabaları…
Kıbrıslı kardeşlerimiz Türk dünyasının aydınlık geleceğinden
ümitliyiz, diyorlar.
Siyasi ve diplomatik alanda Türk birliğinin yeniden inşa
edilmesi için çok çalışmalıyız… Konuklarımız ile bu güzel
temennilerin ardından daha nice başarılara, diyerek
ayrılıyorlar Manas’tan…
MİSLAND’ın Konuğuyuz..
Akşam saat 19.00’da Manas’tan ayrılarak Misland’a hareket
ediyoruz.
2001 yılında gerçekleştirdiğimiz Elazığ 1. Ekonomi
Kurultayı’nın ardından kapsamlı bir turizm yatırımı olarak
Nihat Demirbağ’ın öncülüğünde bir grup Elazığlı müteşebbis
tarafından başlatılan MİSLAND projesi konuklarımız
tarafından beğeniliyor.
Akşam yemeği Misland’ın Osmanlı Sofrası’nda yenilecek.
Yemeğe E. Tuğgeneral Nihat İlhan, kardeşleri Muhlise İlhan,
Mefkûre İlhan ve kızı A. Şebnem İlhan ile birlikte
katılıyor. Prof. Dr. Ufuk Taneri, Prof. Dr. Ata Atun, Metin
Aybars,, Harid Fedai, Ahmet Göksan, Doç. Dr. Ulvi Keser,
İbrahim Özgen Erdoğmuş, Mustafa Ayık, Dr. Tamer Kavuran,
Yrd. Doç. Güldeniz Ekmen Agiş, Fazıl Agiş, Ali Canpolat, Av.
Doğan Özdal, Şükrü Kacar, Bedrettin Keleştimur, Ahmet Uygur,
Bilal Avcıoğlu, Mehmet Çete, Yrd. Doç. Dr. Tarık Özcan, R.
Mithat Yılmaz, Hadi Önal, Günerkan Aydoğmuş, Necati Demir,
Mahir Gürbüz, Hüseyin Poyraz, Muammer Aksoy, M. Faik Güngör,
Hasan Ergün Yılmaz, Doğan Sever, Naci Sönmez, Nihat
Kazazoğlu, Harun Taşdemir, Nusret Özgen, Karani Arda
katılıyor.
Elazığlı şair, yazar ve sanatçılar Kıbrıslı misafirlerimiz
ile yemek boyunca sohbet ediyorlar. Başarıyla neticelenen
faaliyetin ardından büyük bir coşku yaşanıyor. Nihat Paşa
kardeşleriyle birlikte katıldığı yemekte herkesle yakından
ilgileniyor, Elazığ insanının vefakâr olduğunu söylüyor.
Elazığlı yazarlara bilimadamlarına ve sanatçılara
teşekkürlerini ifade ediyor. Vali Muşmal’ın, Başkan
Selmanoğlu’nun, Rektör Bingöl’ün ortaya koyduğu olumlu
yaklaşımları unutmayacağını söylüyor.
Harput Türküleriyle Ağırladık..
Nihat Paşa, faaliyetten duyduğu memnuniyeti anlatırken,
değerli sanatçımız Naci Sönmez araya girip konuklarımızı
Fasıl Kültür Evi’ne davet ediyor. Sizleri Kıbrıs’a Harput
türküleriyle uğurlamak istiyoruz, diyerek anlamlı bir
davette bulunuyor.
Fasıl Kültür Evi’nde Kıbrıslı konuklarımız ile birlikteyiz.
Paşa Demirbağ, Nihat Kazazoğlu ve Naci Sönmez’den Harput
türküleri dinleyeceğiz.…
Harid Fedai, bu güzel akşamı Rıfat Dede’nin şiirini okuyarak
başlatıyor.
Ben şehid-i badeyim dostlar demim yâd eyleyin
Türbemi meyhane enkazıyle bünyâd eyleyin
Gasl olunmaz mâ ile gerçi şehidan-ı vega
Yıkayın meyle beni bir mezheb icad eyleyin
Neyle meyle bir alay mahbûb ile her dem gelin
Bezm-i cem âyinini kabrimde mutad eyleyin
Her gelen mestan-ü rindan ise gelsin türbeme
Gelmesin sofuyu zâhid tard-ı ibad eyleyin
Yadigâr olsun bu nazmım evliya-yı sagare
Per açup uçtu Rıfat ardınca feryad eyleyin
Konuklarımızla geçirdiğimiz bu son akşamda duygularımız
Harput ahengiyle bütünleşiyor. Ard arda seslendirilen Harput
türkülerinin içli nağmeleri dost yürekleri kucaklıyor. Paşa
Demirbağ, Nihat Kazazoğlu ve Naci Sönmez Kıbrıslı
konuklarımıza en güzel türkülerimizi sunuyorlar.
Kar mı yağmış şu Harput’un Başına?
Kurban olam toprağına taşına
………………………
…………………… ..
Odasına vardım namaza durmuş
Kaşları gözleri kendine uymuş
Sandım ki karşımda bir aydır doğmuş
………………………
…………………… ..
Havada bulut yok, bu ne dumandır?
Mahlede ölü yok, bu ne şivandır?
Şu Yemen elleri ne de yamandır
………………………
………………………
Ne feryad edersin divane bülbül
Senin bu feryadın gülşene kalsın
………………………
………………………
Yeşil yaprak arasında kırmızı gül goncası
Nerelerde mesken tutmuş gönlümün eğlencesi
Gidin deyin nazlı yâre ayrılık son gecesi
………………………
……………………
Vakit biraz ilerleyince Harid Fedai beni uyarıyor. Şener Bey
yarın sabah erken kalkacağız. Otele dönüp hazırlıklarımızı
yapalım, diyor.. Naci Sönmez Beye teşekkür edip Fasıl Kültür
Evi’nden ayrılıyoruruz.
Elazığ’dan Güzel Hatıralarla
Ayrılıyorlar…
26 Aralık Cuma günü sabah 06.30’da Mehmet Şükrü Baş ağabeyim
ile birlikte Akgün Oteli’ne gidiyoruz. Prof. Dr. Ufuk Taneri,
Prof. Dr. Ata Atun, Harid Fedai, Metin Aybars ve Artun
Korudağ kahvaltılarını yaptıktan sonra valizlerini
hazırlıyorlar. Uçak saat 09.45’te Malatya’dan kalkacak. Ulvi
Hoca ile Ahmet Göksan öğlen uçağıyla Elazığ’dan
ayrılacakları. için onlarla vedalaşmak durumundayız.
Konuklarımızla birlikte Malatya’ya hareket ediyoruz.
Elazığ-Malatya arası 100 km mesafede, Malatya merkezinden
havaalanına olan uzaklık ise 20 km. Duraklamaları da hesaba
katarsak yaklaşık iki saatlik bir yolcululuğun sonunda
havaalanına ulaşacağız.
Hankendi beldesini geçtikten sonra yüksek tepelerde yer yer
kar serpintilerine rastlıyoruz. Kış mevsiminin şehrimizi
iyiden iyiye kuşattığını gözlemliyoruz.
Harid Hocamızın anlattıklarını dinlerken bir aylık
koşturmacanın yorgunlugundan olsa gerek tabiatın güzelliğini
de bahane ederek dalıp gidiyorum. Hazar Şiir Akşamları’nda
da böyle bir yorgunluk hissettiğimi hatırlıyorum. Bir yıllık
bir hazırlık sürecinin ardından gerçekleştirdiğimiz Kitap
Fuarı’nda da, Ekonomi Kurultayında da böyle hissetmiştim.
Azerbaycanlı şair Elmas Yıldırım’ın 100. doğum yılı
kutlamalarının ardından da böylesine yorulduğumuzu
hatırlıyorum…
Şükrü Ağabeyin misafirlerimize Kömürhan Köprüsü’nde çay
ikram edelim önerisiyle kısa bir süre sonra mola veriyoruz.
Çaylarımızı içtikten sonra yeniden yola koyuluyoruz…
Şimdi Malatya havaalanındayız, uçuş işlemleri yapılıyor.
Şehitlerimizin aziz hatırasını yaşamak ve yaşatmak amacıyla
vefakâr arkadaşlarımız ile birlikte ortaya koyduğumuz bir
faaliyet geride güzel hatıralar yaşanarak tamamlanıyor. Kısa
bir süre sonra uçak havalanacak. Prof. Dr. Ufuk Taneri,
Prof. Dr. Ata Atun, Harid Bey, Metin Aybars ve Artun
Korudağ ile vedalaşıyoruz. Elazığ’ı unutmayacağız diyorlar..
Kıbrıslı kardeşlerimiz, havaalanında oldukça
duygulanmışlardı. Ata Hocamız, Elazığ’da yaşadıklarını
özetliyordu.
. Prof. Dr. Ata Atun,
Elazığ’ın Kıbrıs’la, Kıbrıslı Türklerle çok yakın bağları
var.
24 Aralık’ta Elazığ’da görkemli bir tören yapıldı ve “Şehit
İlhanlar Anıtı” açıldı.
Ben de oradaydım. Daha doğrusu biz de oradaydık.
Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş, Cumhurbaşkanlığı
sözcüsü Hasan Erçakıca, Doğu Akdeniz Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Ufuk Taneri, Kıymetli Hocamız Türkolog Harid
Fedai, Türk Mukavemet Teşkilatı Derneği Temsilcisi Metin
Aybars, Doç. Dr. Ulvi Keser, Ahmet Göksan ve Genç TV’den
Artun Korudağ.
1963 Kumsal Katliamında kahpece şehit edilen Elazığlı
Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi Mürüvvet İlhan ve oğulları Murat
İlhan, Kutsi İlhan ve Hakan İlhan anısına şehrin ana caddesi
olan “Şehit İlhanlar Caddesi”ne Elazığlılar çok anlamlı ve
gurur duydukları bir anıt diktiler.
Anıtın gövdesi Elazığ mermerinden, figürler ise Elazığ’ın
kendine has dünyaca ünlü bordo renkli Alacakaya mermerinden
yapılmış idi..
Sağ üst kısımdaki yan yana, birbirine yaslanmış üç su
damlası, Murat’ı, Kutsi’yi ve Hakan’ı temsil ediyor. Solda
ve daha yukarıdaki dairesel figür ise anne Mürüvvet İlhan’ı
simgeliyordu.
Anıt, daha ilk karşılaşmamızda bana konuşmuştu.
Bana hiç kimsenin, anıttaki figürlerin ne manaya geldiğini
açıklamasına gerek kalmamıştı.
Damlalardan en küçüğü ben Hakan’ım demişti. Ortadaki ben
Kutsi’yim diye seslenmişti. En sağdaki de, ben de abi
Murat’ım diyerek bana gülümsemişti.
Yavrularını korumak isteyen bir kartal gibi yukarıda duran,
onları kanatları altına alıp, bağrına basmış olan sol
üstteki dairesel figür ise “Ben anne Mürüvvet’im. Kıbrıs’tan
hoş geldiniz kahraman mücahitler. Biz hep burada, sevgili
Elazığlılarla olacağız ama kalbimiz de sizinle olacak.”
demişti bana.
Bizim de kalbimiz hep onlarla oldu. Onları hiç, ama hiç
unutmadık.
Şehitlerin babası, şehide Mürüvvet İlhan hanımın eşi,
sevgili komutanımız E.Tuğgeneral Nihat İlhan ile ona kol
kanat germiş kızı Dr. Şebnem Hanımla da tanıştık, görüştük
ve hasret giderdik. Hem geçmişi konuştuk, hem de geleceği.
Kalpleri hep bizimle birlikte atıyor. Kıbrıs onlar için bir
vatan olmuş sanki. Bizimle ağlayıp, bizimle seviniyorlar.
Kıbrıs’la ilgili her olay onları çok yakından
ilgilendiriyor. Dr. Şebnem İlhan ise bizden daha da
Kıbrıslı. Binbaşı İlhan bana hep Kıbrıs ile ilgili
hatırlarını anlattı. Bazen güldük, bazen de gözlerimiz
yaşardı.
Elazığ’ın Kıbrıs’la, Kıbrıslı Türklerle çok yakın bağları
var.
Kıbrıs’ta kullanılan birçok kelime halen Elazığ’ın kendine
has yerel Türkçesinde de kullanılıyor.. Hiç yabancılık
çekmedik.
Elazığ’ın bir başka gururu da 20 Temmuz 1974 Barış
Harekâtı’nda verdiği 6 şehidi ve iki yüzün üzerindeki
gazileri. Önümüzdeki yıllarda “Barış Harekâtı Şehitleri”ni
temsil eden bir anıt dikmenin hazırlığına da başlamışlar.
Elazığlılar çok sıcak, güler yüzlü, sevecen ve çalışkan
insanlar.
Benim için de büyük bir sürpriz hazırlamışlardı. Törenin
ertesi günü, Babam Prof. Dr. Hakkı Atun’un, 1953 yılında
kurduğu ve “Kurucu Müdürlüğünü” yaptığı “Veteriner Kontrol
ve Araştırma Enstitüsü”ne götürdüler bizi. Kapıda bizleri
Müdür Ünal Bey ve enstitünün tüm çalışanları karşıladı.
Büyük bir gururla babamın elleriyle kurduğu, Doğu
Anadolu’nun en gelişmiş ve bir numaralı araştırma merkezi
olan enstitüyü gezdim, babamın masasına oturdum ve minicik
bir çocukken diktiğim çam ağacını ziyaret ettim. Boyu benim
boyumu çoktan geçmişti. Enstitü şimdi araştırmalarıyla ve
çalışmalarıyla Türkiye’de nam yapmış bir yer. Çalışanları,
genç ve pırıl pırıl bilim adamları.
Elazığ’ın kültür adamlarının, yazarlarının ve şairlerinin
toplandığı Manas Yayınevi veya benim tabirimle “Elazığ’ın
Kültür Fabrikası” ise bir başka gurur duyulan yer. Anıtın
yapılması ve dikilmesinde onların payı büyük..
Elazığ Valisi Muammer Muşmal, Belediye Başkanı Süleyman
Selmanoğlu, Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Feyzi
Bingöl ve Ticaret Odası Başkanı Suat Öztürk bu güzel
düşünceye ve girişime gerekli olan tüm desteği vermişlerdi.
Elazığ’ın vefakâr insanları Şehit İlhanlarına sahip çıkmış
ve onları bağırlarına basmışlardı.