Beyelması Köyünde Şair H. Ergün
Yılmaz’ın Gürdür Sesim Adlı Şiir Kitabının Tanıtım
Toplantısını Gerçekleştirdik..
Tarih:
24 Temmuz 2009
Yer: Beyelması Köyü / Ağın
Manas / Haber –M. Şener Bulut
Manas Yayıncılık olarak; Elazığ Valiliği, Elazığ Belediye
Başkanlığı, Fırat Üniversitesi Rektörlüğü, İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü ve Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası’nın
desteğini alarak sivil toplum kuruluşlarımız ile birlikte
yürüttüğümüz ilçe ve beldelerimiz ile sosyal ve kültürel
ilişkilerin geliştirmesi programı çerçevesinde Ağınlı şair
H.Ergün Yılmaz’ın “Gürdür Sesim” adlı şiir kitabı için 24
Temmuz Cuma günü Ağın ilçemizin Beyelması (Hozakpur) köyünde
bir toplantı gerçekleştirdik..
Programa Necip Güngör Kısaparmak Anadolu İletişim Meslek
Lisesi Müdürü Ali Canpolat, Elazığlı şair, yazar ve
sanatçılar Şükrü Kacar, R. Mithat Yılmaz, Hasan Özçam,
Mehmet Şükrü Baş, Hadi Önal, Mahir Gürbüz, Murat Suiçer,
Reşat Gündüz, Doğan Sever, Fethi Açıkgöz ,Kanal 23
Televizyonundan Fatih Çakar İletişim Lisesi öğrencilerinden
Ali Dağtekin ve Başak Şimşek’ten oluşan bir heyet ile
katıldık.
Hasan Ergün Yılmaz…
H. Ergün Yılmaz’ı Kültür Bakanlığı Elazığ Kitap Satış
mağazasında görev yaptığım yıllarda tanımıştım. Mesai
arkadaşım Sema Özpek, Ergün Beyin yakın akrabası idi, Sema
Hanımı her ziyarete geldiğinde kendisiyle güzel sohbetler
ederdik. Kültür Bakanlığı’ndaki görevimden istifa edip
ayrıldıktan sonra da zaman zaman uğradığım Devlet Kitapları
Bölge Şefliği’nde görüşmelerimiz devam etmişti. H. Ergün
Yılmaz, o yıllarda Ağın’da Meteoroloji müdürü olarak görev
yapıyordu. Ağın’dan her gelişinde mutlaka Devlet
Kitapları’na uğrar, Ağın ile ilgili haberleri sıcağı
sıcağına Günerkan Bey ile paylaşırlardı. Tesadüf edip bizim
de bulunduğumuz bu dost sohbetlerinde Günerkan Beyin çoğu
kere ona “Dayıhan” diyerek hitap etmesi dikkatlerimizi
çekerdi... Nihayet Manas’ı kurup faaliyetlere başladıktan
sonra görüşmelerimiz daha da sıklaştı ve ilerleyen
zamanlarda bu değerli ağabeyimiz ile birçok faaliyette omuz
omuza yürümeye başladık. Ergün Ağabeyi yakından tanıyanlar
onun dost bilip tanıdığı kişilere karşı oldukça cömert ve
bir o kadar da fedakâr olduğunu bilirler. Bu özellikleri
nedeniyle Elazığ’ın kültür ve sanat camiasında, sevilir,
sayılır ve takdir edilir
Bu değerli ağabeyimiz, Dayıhan mahlasını kullanarak yazdığı
şiirlerini 2007 yılında kendi imkânlarıyla “Gürdür Sesim”
adını verdiği bir kitapta bir araya getirerek yayınladı.
Sevincini şair dostlarıyla paylaştı. Bizler de onun bu
heyecanına ortak olduk, imzalayıp hediye ettiği kitaplarını
aldık ve özellikle de Beyelması (Hozakpur) için yazmış
olduğu şiirlerini severek okuduk.
H. Ergün Yılmaz, 1948 yılında Ağın’a 4 km mesafede bulunan
Beyelması (Hozakpur) köyünde dünyaya gelmiş. Ailesi yörede
Köseoğlu lakabıyla biliniyor, ancak zaman içersinde bu
adlandırma büyük dedesinden dolayı Emirgil olarak söylenmeye
başlanmış. Emiroğlu ailesi uzun yıllardan itibaren
Beyelması’nda (Hozakpur) yaşıyor. Ziraat ve hayvancılıkla
geçimlerini sağlayan bir aile olarak bez dokumacılığı
yapmışlar, Kilim, kikirt çuval üretimini yapmışlar. Dedesi
Emiroğlu Hasan Efendi, Ağın’da medrese tahsilinde bulunmuş,
Müderris Hüseyin Efendi’nin gözde talebeleri arasında yer
almış. Birinci Dünya Savaşına katılmış ancak bir daha da
kendisinden haber alınamamış…
Babası Kadir Yılmaz cumhuriyetin ilk yıllarında henüz 14
yaşında iken bölgede yaşanan iktisadi zorluklara karşı
ailesine destek olmak amacıyla yine o dönemin şartlarında
yaya olarak İstanbul’a çalışmaya gitmiş. İki yıl kaldıktan
sonra tekrar köyüne geri dönmüş, 1952-1953 yıllarında Dicle
Öğretmen Okulu’nda aşçı olarak çalışmış, geçirdiği bir iş
kazasının ardından bu görevinden de ayrılarak yeniden Ağın’a
dönmüş. Mollaoğullarından Osman Yorulmaz’ın kızı Hatice
Hanım ile evlenip köyüne yerleşmiş. İkisi erkek olmak üzere
beş evlat sahibi olmuşlar. Ailenin en büyüğü olan Mehmet
Yılmaz, uzun yıllar Ankara’da ticaretle meşgul olmuş,
geçirdiği bir rahatsızlığın sonucunda 2008 yılında vefat
etmiş. Diğer evlatları Emine, Ayşe ve Fatma hanım evlenip
kendilerine mutlu bir yuva kurduktan sonra köyden
ayrılmışlar.
Ergün ağabey ilkokula Beyelması köyünde başlamış. 1959
yılında Ağın Ortaokuluna kayıt olmuş, 1963 yılında ortaokulu
başarıyla tamamlamış. O tarihlerde Ağın’da lise olmadığı
için eğitimine ara vermiş. İmkânları olmadığı için Elazığ’a
gidememiş. 1966 yılında aile bütçesine destek olmak amacıyla
Ankara’da ticaretle uğraşan ağabeyi Mehmet Yılmaz’ın yanına
gitmiş. Askerlik çağı gelinceye kadar Ankara’da çalışmış. 24
Mayıs 1968 tarihinde Sivas Er Eğitim Alayı’nda vatani
görevine başlamış. İki aylık bir eğitimin ardından önce
Bursa’ya daha sonrada Erzurum’a gönderilmiş ve 1970 yılının
Nisan ayında terhis olduktan sonra yeniden köyüne dönmüş.
Kısa bir dönem köyde kaldıktan sonra çalışmak için yeniden
Ankara’ya gitmiş. Bir süre eski işyerinde çalıştıktan sonra.
1970 yılının Eylül ayından itibaren Devlet Meteoroloji
İşleri Genel Müdürlüğü’nde memuriyet hayatına başlamış..
Mardin Meteoroloji Müdürlüğü’nde görev yaparken Ağınlı
Abdurrahman Ağagilden öğretmen Latif Yurtçu’nun kızı Nesrin
hanımefendi ile evlenip mutlu bir yuva kurmuş. Bu evlilikten
Osman ve Meryem adını verdikleri iki evlatları dünyaya
gelmiş. Ergün Bey, Mardin’de iki yıl kaldıktan sonra
Gümüşhane Meteoroloji Müdürlüğü’ne tayin olmuş. İki yıl da
bu vilayetimizde görev yaptıktan sonra 1974 yılının Ağustos
ayında Elazığ’a tayin olmuş ve üç buçuk yıl da Elazığ
Metroloji Müdürlüğü’nde görev yaptıktan sonra Malatya
Meteoroloji Bölge Müdürlüğü’ne atanmış. Bir buçuk yıl da
Malatya’da kaldıktan sonra 26 Şubat 1979 tarihinde Ağın’a
Meteoroloji İstasyon Müdürü olarak ataması yapılmış, 1997
yılının Temmuz ayına kadar bu görevini başarıyla devam
ettirdikten sonra, otuz yıllık memuriyet hayatına son
noktayı koyup, kendi isteğiyle emekli olmuş.
Ergün ağabey emekli olduktan sonra zamanının büyük bölümünü
Beyelması’nda bağ-bahçe işleriyle uğraşarak geçirirken
sonbaharın gelmesiyle birlikte köyünden ayrılarak geldiği
Elazığ’da Ağın Kültür Derneği ile Manas Yayıncılık’ta
yapılan faaliyetlere katılarak şehrimizin kültür ve sanat
hayatına hizmet vermeye çalışmaktadır.
Ağın’a Gidiyoruz.
Beyelması köyündeki toplantıya katılacak Elazığlı şair ve
yazarlar ile birlikte 24 Temmuz Cuma günü sabah saat
09.00’da Manas’ta bir araya geliyoruz. Yaz mevsimini köyünde
geçiren Şükrü Kacar hocamız da H. Ergün Yılmaz’ın davetini
kırmayarak bu faaliyete bizimle birlikte katılıyor. İletişim
Lisesi müdürümüz Ali Canpolat bilgi ve deneyimlerini
geliştirmek amacıyla iki öğrencisi ile bizimle birlikte
olacak. Ali Dağtekin kamerasıyla, Başak Şimşek de fotoğraf
makinesiyle faaliyeti kayda alacaklar. Fatih Çakar, Kanal 23
Televizyonu adına bu geziye katılıyor. R. Mithat Yılmaz,
Hasan Özçam, Mehmet Şükrü Baş, Hadi Önal, Mahir Gürbüz,
Murat Suiçer, Reşat Gündüz, Doğan Sever ve Fethi Açıkgöz ile
birlikte Elazığ Belediye Başkanlığı’nın tahsis etmiş olduğu
bir araç ile Fırat vadisi boyunca Ağın’a doğru hareket
ediyoruz. Önce Nimri köyüne uğrayıp Naki Dehmen’i de aramıza
alınca eksiğimiz kalmayacak.
Arkadaşlarımız ile güzel bir günü birlikte yaşayacak olmanın
memnuniyetiyle Keban’a varıncaya kadar oldukça rahat bir
yolculuk geçiriyoruz. Ancak Keban’a ulaştıktan sonra artık
iyiden iyiye yükselen güneşin verdiği sıcaklığı hissetmeye
başlıyoruz. Etrafı dağlarla çevrili bu şirin ilçemiz yaz
sıcaklarıyla adeta kavruluyor. Yanı başında gürül gürül akıp
giden “Fırat da olmasa burada yaşayan insanların hali ne
olurdu” diye düşünüyoruz. Köprüyü geçip nehrin öte yakasına
geçtikten sonra aracımız uzunca bir yokuşu tırmanmaya
çalışıyor. Sol tarafımızda Sarımağara tepesi, Karaçar komu,
Şıhlık, Ağapınarı, Taşbaşı mevkilerini geride bırakıyoruz.
Arkadaşlarımız şoförü uyarıyor Nimri köyüne uğrayıp Naki
beyi de aramıza alacağız.
Nimri Köyündeyiz…
Nimri, Keban ilçemize 13 kilometre mesafede şirin bir köy.
Denizli, Bayındır, Saraycık, Hörenek, Begilli köyleriyle
komşu. Köyün hemen girişinde Kaş düzü olarak adlandırılan
mevkide bulunan Nimri Dede’nin mezarını ziyaret ettikten
sonra oğlu Naki Dehmen’in ısrarlı daveti ile köyde bir çay
içimi mola vermek mecburiyetinde kalıyoruz. 'Naki Ağabey,
halk şairimiz Nimri Dede’nin büyük oğlu. Uzun yıllar
İstanbul’da ticaret yaparak hayatını sürdüren Naki ağabey,
sağlıklı bir hayat sürdürebilmek için her yıl ilk bahar ile
birlikte köyüne yerleşip soğuklar başlayıncaya kadar bağ
bahçe işleriyle meşgul olmaya çalışıyor.
Naki Dehmen, bizleri Nimri Dede’nin uzun yıllar yaşadığı
baba ocağına götürüyor. Eşi Ayşe hanımefendi ile birlikte
yaz boyunca kaldığı o mütevazı köy evinde bizlere çeşitli
ikramlarda bulunuyorlar. Naki ağabey, “Çok şükür
çocuklarımızı yetiştirdik” diyor. Dehmen ailesinin altı
çocuğunun olduğunu öğreniyoruz. Şehnaz, Şeyda, Serhan,
Bedirhan, Müyesser ve İsmail, yaz boyunca ancak kısa süreli
olarak köye gelebiliyorlar. Ayşe Hanım “Köyde her şey çok
güzel, ama çocuklardan uzak kalıyoruz” şeklinde bir sitemde
bulunuyor. Bu kısa ziyaretimizde köyünün mezarlığını
yaptırmak için Nimri’de bulunan köyün sakinlerinden
hayırsever işadamı Musa Coşkun ile de tanışıyoruz.
Arkadaşlarımız ile birlikte, Nimri Dede’nin uzun yıllar
yaşadığı evin iç mekânlarını incelerken ilk defa 2006
yılında havaların henüz soğuk olduğu günlerde Prof. Dr.
Ahmet Buran, Arş. Gör. Süleyman Kaan Yalçın ve şair dostumuz
R. Mithat Yılmaz ile birlikte Nimri köyüne yaptığımız
ziyareti hatırlayıp o günlere dalıp gidiyorum,
Naki Ağabey köye henüz yeni taşınmıştı. Ahmet Buran hoca
bizleri Naki Ağabey ile tanıştırırken “Şener Bey, Elazığ’da
henüz yeni kurulan Manas Yayıncılık’ın yöneticisidir”
demişti. “Rahmetli babanız Nimri Dede ile ilgili yayına
hazırladığım kitap, Manas Yayınevi tarafından basılacaktır.”
diyerek sürdürmüştü konuşmasını… Değerli hocamız Prof. Dr.
Ahmet Buran, yıllar önce bir araştırma için geldiği Nimri
köyünde, asıl ismi İsmail Dehmen olan şair Nimri Dede ile
tanışmış, onunla sohbet etmiş. Nimri Dede o güne kadar
hiçbir yerde yayınlamadığı şiirlerini Ahmet Buran hocaya
okumuş. Bu ilk görüşmeden oldukça etkilenerek Nimri Köyünden
ayrılan Prof. Dr. Ahmet Buran, yıllar sonra Nimri’ye yeniden
gittiğinde Nimri Dede’nin vefat haberiyle karşılaşmış ve çok
üzülmüş. Büyük oğlu Naki Dehmen ile bir görüşmede bulunarak,
Nimri Dede’nin şiir defterlerini inceledikten sonra Naki
Beye dönüp “Bu şiirleri yayınlamak istiyorum, Nimri Dede’yi
Türk edebiyatına kazandırmak istiyorum” dedikten sonra da
Nimri Dede’nin şiir defterlerini alıp köyden ayrılmış… O gün
bu küçük köy evinde görüp yaşadıklarım beni oldukça
duygulandırmıştı. Manas Yayıncılık olarak “Nimri Dede-Hayatı
ve Şiirleri” adlı eseri yayınladıktan sonra da Keban
Kaymakamlığı ve Keban Belediyesi’nin desteğini alarak 5
Mayıs 2006 tarihinde Ölümünün 20. Yılında Nimri Dede adlı
bir toplantı düzenlemiştik. Keban ilçe kapalı spor salonunda
gerçekleşen o muhteşem faaliyete Azerbaycan Yazarlar Birliği
başkanı Anar’da katılmış ve bir konuşma yapmıştı ..
O tarihten sonra artık Nimri Köyü’nü unutmamız mümkün
olmadı. Nimri Dede’nin ailesi ile olan dostluğumuz daha da
pekişti. 2-3 Mayıs 2008 tarihlerinde Fethi Gemuhluoğlu için
düzenlediğimiz anma toplantısı kapsamında da Prof. Dr. Sadık
Tural, Ali Gemuhluoğlu, Prof. Dr. Ahmet Buran, Rıdvan
Çongur’un bulunduğu oldukça kalabalık bir kültür heyeti ile
Nimri Dede’nin mezarını ziyaret ettiğimizde de çok güzel
duygular yaşanmıştı.
Naki Ağabey, babasının mütevazı köy evindeki hatıralarına
sahip çıkarak büyük bir vefa örneği gösteriyor.
Arkadaşlarımız ile birlikte bu güzel aileye teşekkür edip
Nimri’den ayrılıyoruz.
Karamağara Köprüsü…
Şoförümüzün büyük bir ustalıkla kullandığı aracımız bu defa
Ağın’a doğru yol alıyor, yolun bir bölümü dar ve virajlı…
Nihayet Ağın feribot iskelesine vardığımızda feribotu bir
iki dakikalık gecikmeyle kaçırdığımızı fark ediyoruz.
İnşaatı ağır aksak devam eden Karamağara köprüsünün hemen
yanı başında bir süre feribotun gelmesini beklemek
durumundayız. Vaktin öğlene doğru hızla ilerlediğini fark
edince bazı arkadaşlarımız Ah, vah deyip hayıflanıyorlar.
Karşı kıyıdan H. Ergün Yılmaz’ın gür sesi duyuluyor. “Merak
etmeyin,, merak etmeyin az sonra feribot gelip sizleri
alacak..” Kısa bir süre sonra Ağın feribot iskelesinde bu
değerli dostumuz ile kucaklaşıyoruz..
Beyelması’ndayız…
Beyelması, Ağın’a dört kilometre mesafede, bakımlı, temiz
bir yazlıkçı köyü. Kışın birkaç ihtiyarın dışında köyde pek
kimse kalmıyor. Yazdan yaza fnerede olsalar da; ne kadar
kalacaksalar da ille köylerine geliyorlar. Elazığ başta
olmak üzere Malatya, İstanbul ve İzmir gibi şehirlerimizde
yaşıyorlar.. Beyelması, 150 hanelik bir köyümüz, nüfus
olarak Saraycık’tan sonra Ağın’ın en büyük köyü konumunda.
Köydeki okuma oranı yüzde yüz seviyelerinde, başta öğretmen
olmak üzere Hakim, savcı, subay, doktor, Mühendis, ve
işadamı olarak hayatlarını daha çok şehir kültürüne bağlı
olarak sürdürüyorlar. Bugün için köyün arazisinde Tarla
ziraatı yapan insan yok denecek kadar az. Ancak köyde
bulundukları süre zarfında; bağ-bahçe işleriyle, sebze
ziraatıyla uğraşıyorlar. Nohut, üzüm, nar ve badem gibi
bitki ve meyvelerden kendi ihtiyaçlarını karşılayacak kadar
üretim yapabiliyorlar. Hayvancılık yapılmıyor. Başıboş gezen
bir eşeğin dışında inek, koyun, keçi, tavuk türünden
herhangi bir hayvana maalesef rastlayamıyoruz. Sadece bir
evde inek besleniyormuş. Köyün sakinleri süt ve süt
ürünlerini bu evden veya ilçeden satın alarak ihtiyaçlarını
karşılayabiliyor. Keza ekmek de yine ilçeden temin ediliyor.
O nefis kokulu sac ekmekleri, yufkalar, patileler ancak özel
günlerde yenilebiliyor.
Beyelması gibi köylerimizde. tarım ve hayvancılık
faaliyetlerinin yeniden canlandırılması, gerekli tedbirlerin
alınması ve bu hususta çok ciddi çalışmaların başlatılması
en büyük dileğimiz..
Beyelması’na vardığımızda cuma namazı için camii önüne
toplanan köyün sakinleri tarafından karşılanıyoruz. En büyük
ilgi Şükrü Kacar hocamıza gösteriliyor. Karşısında bir anda
Akçadağ Köy Enstitüsü’nde birlikte olduğu arkadaşlarını ve
öğrencilerini gören Kacar hocamızın yaptığı konuşmayı
sessizce dinliyoruz
Şükrü Kacar:
Bakıyorum, burada da beni birazcık olsun kıskanmaya
başladınız. Ne yapalım, öğretmeniz, öğretmenin sınıf
arkadaşı da olur, öğrencisi de... Bu köyde benim sınıf
arkadaşım olarak Mehmet Erol, Salih Ünal vardı. Salih Ünal
yıllar önce rahmete kavuştu. Mehmet Erol ise yıllardır
hastalıklarla savaşıyor. Şurada karşımda bulunan Vedat
Atalay ve Nurettin Atalay’ın dışındaki meslektaşlar hepside
öğrencim. Bunlarla iftihar etmeyecek, heyecanlanmayacak da
ne yapacağım. İşte öğretmenliğin en güzel yanı budur.
Öğretmenler bu taraflarıyla hayatta kalır, yaşama devam
ederler. Nurettin Atalay kardeşime gelince, onu da 1960’lı
yıllarda tanımıştım. Sevgili Vedat Atalay’ın ağabeyi olur.
Ağın Ortaokulu’nda müdür olarak çalıştığı günlerde, ben de
Akçadağ İlköğretmen Okulu’nda meslek dersleri öğretmeni
idim. Öğrencilerimiz ile birlikte “Söğütlü Köyün Öğretmeni”
adlı oyunu sahneye koymuş ve sayın Atalay’ın isteği üzerine
Ağın’da ortaokulun toplantı salonunda gösteride bulunmuştuk.
Ağın’ı öteden beri duyar, güzel bir yöremiz olduğunu
bilirdim. Hemen her köyünden okul arkadaşımız ve
öğrencilerimiz vardı. Ancak yeni görüyor, yeni de
tanıyordum. O kadar okur-yazarı, yetişmiş insanı bulunan
Ağın, hiç de kalkınmış, gelişmiş bir yöremize benzemiyordu.
Nitekim Ağın’dan ayrılıp Akçadağ’a döndüğümüzde Ağın’ın
gözden kaybolduğu bir noktada öğrencilerime dönüp bakın
çocuklar Ağın çok insan yetiştirmiş, yukarılara kadar çok
kimseleri göndermiş, ancak gidenler dönüp bir daha
arkalarına bakmamışlar. Ben böyle gördüm. Sakın sizlerde
onlardan olmayın şu suyu bol, yeşili bol, doğası oldukça
güzel yöreye belirli hizmetler verin, demiştim. Bu kanaatimi
halen daha sürdürmekteyim. Tıpkı bizim Aksaray ve Kızılay
mahalleleri gibi..
Dayıhan kardeşimizi, farklı sevmemizin bir başka nedeni de
Akçadağ Köy Enstitüsü’nde yıllarca bize öğretmenlik yapan
değerli insan Latif Yurtçu’nun damadı olmasıdır. Okul
yaşamımda üzerimde en çok etkisi kalan ilkokulda Mustafa
Yıran, Köy Enstitüsü’nde de Latif Yurtçu olmuşlardı. Latif
Yurtçu iyi bir öğretmen, iyi bir yapıcı insan olarak
belleklerimizde yer almıştı. Bu yüzden Dicle Köy
Enstitüsü’nün kuruluşunda Akçadağ’dan gönderilen 40 kişilik
grubun başında bulunmuş, sonra da Dicle Köy Enstitüsü’nün
kurucu yöneticisi olmuştu. Gazi Eğitim Enstitüsü bölümünden
mezun olup ilköğretim müfettişi olarak Mardin iline
atandığımda, Elazığ’a ayak bastığım tarıhte ilk işim, Harput
Yetiştirme Yurdu Müdürü olarak görev yapan rahmetli Latif
Yurtçu’yu ziyaret etmek olmuştu. Meslekte böylesine tanınan
ve öğrencilerinin gönlünde yer alan eğitimcileri, Şükrü
Kacar olarak her zaman saygı ve minnet duygularımla anmaya
çalışmışımdır. Mazarlarında rahat uyumaları Tanrı’dan en
büyük dileğimdir. Bu güzel hasletleri kardeşim sevgili
Dayıhan’da da förmekte, ona da başarı ve sağlık dileklerimi
sunmaktayım.
Burada tanıdığım Ağınlı okul arkadaşlarımı da bir başka
biçimde yad etmek ve de anmak istiyorum. Hüsnü Baba diye
andığımız şair ve yazar Hüsnü Aydoğmuş, Kemal Gündoğdu,
Nurettin Karadağ, Fuat Erben, Kemal Niksar, Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu, kemal Polat, Asım Beydemir ve şu anda
hatırlayamadığım rahmete erişmiş birçok Ağınlı meslektaşımı
rahmetle anıyor, şu anda Elazığ Huzur Evi’nde kalmakta olan
sınıf arkadaşım yine Ağınlı Mehmet Kara kardeşime de sağlık
ve mutluluklar diliyorum. Bugün iki ayrı duyguyu birlikte
yaşıyorum. Keşke rahmete erişmiş Ağınlı o değerli
arkadaşlarımız da şu anda aramızda olsalardı. Selami
Yapıcıoğlu, Ahmet Ercan, Mehmet Bilir ve diğerleri de bu
güzel törenimizde bulunsalardı. Tıpkı sevgili Nurettin
Atalay kardeşimiz gibi.
Şükrü Hocamızın yaptığı bu konuşmanın ardından
arkadaşlarımız namaz vakti yaklaştığı için caminin hemen
yanı başında gürül gürül akan çeşmeye doğru yönelip
salavatlarla abdestlerini tazeliyorlar.
Kitabesinde yapım tarihi 1111 olarak belirtilen Beyelması
camii 1311 tarihinde büyük bir onarımdan geçirilmiş. Namaz
büyük bir huşu içersinde kılınıyor.. Namaz sonrası bir kaç
gün önce kardeşi Hakkı Topaloğlu’nu toprağa veren öğretmen
Necmettin Topaloğlu’nun evine uğrayıp başsağlığı
dileklerimizi paylaştıktan sonra Yenipınar mevkiinde Vedat
Atalay’ın adeta bir açık hava köy müzesine dönüştürdüğü
güzel bahçesinde ikram edilen öğlen yemeğine katılıyoruz.
Son zamanlarda adını ve tadını unuttuğumuz geleneksel
yemekler soframızı bir lezzet durağına dönüştürüyor. Ev
sahibimiz H. Ergün Yılmaz misafirlerini ağırlamaktan dolayı
memnuniyetini ifade eden bir konuşma yaparken, köyün
gençleri büyük bir itina ile sofradaki eksiklikleri
tamamlamaya çalışıyorlar.. Yemek sonrası bahçelerin
bulunduğu patika yolda kısa bir yürüyüşe çıkıyoruz. Yol
boyunca rastladığımız dut ağaçlarının dallarına uzanarak
topladığımız meyveleri avuç avuç yemeye çalışırken, şair
dostlarımızın biri birlerine laf gönderip şakalaşmaları
Beyelması’daki anlarımızı renklendiriyor. Hayrat Hatun
çeşmesinin buz gibi suyunu içip biraz olsun serinledikten
sonra toplantının yapılacağı Möhkem’in Yeri’ne gidiyoruz.
Möhkem’in Yeri’nde….
H. Ergün Yılmaz’ın Gürdür Sesim adlı şiir kitabının tanıtımı
Möhkem’in Yeri’nde yapılacak. Köy halkından Murat Cumurcu
işletiyor bu şirin kahvehaneyi. Murat Cumurcu’nun bir
vakitler Elazığ’da taş ressamı diye ün yapan; şimdi ise
İzmir’de sanat hayatını sürdüren Bünyamin Cumurcu’nun
ağabeyi olduğunu öğreniyoruz. Yılın sekiz ayında bu şirin
kahveyi işleten Murat Bey, kalan dört aylık zaman dilimini
de İstanbul’da geçiriyormuş.
Beyelmalıların, yaz boyunca bilhassa öğlenden sonraları bir
araya gelerek oyun oynayıp, sohbet ettikleri Möhkem’in Yeri
belki de ilk defa bir kültür faaliyetine ev sahipliği
yapacak.
Başta muhtar Harun Aksoy olmak üzere komşuları Ergün ağabeyi
bu güzel gününde yalnız bırakmamışlar. Hoca İbrahim, Samet
Akbaş, Mustafa Naci Emiroğlu, Vedat Atalay, Fikret Özpek,
Nurettin Atalay, Mehmet Korkmaz, Mehmet Cumurcu, Saadettin
Akbaş, Osman Cumurcu, Mehmet Özdemir, Naim Akbaş, Mehmet
Aksoy, Vecdi Karadağ, Mustafa Özdemir, Sıtkı Akbayır, Osman
Edip Şener, Mustafa Güler, Ahmet Özdemir, Hüseyin Karadağ,
Nevzat Ateş, Sait Atalay, Mehmet Oğuz, İbrahim Bilir ve
ayrıca İstanbul’da yaşayan Ağınlı yazar Şerif Aydemir
dostumuz da etkinliğe katılarak kahvehanedeki yerlerini
alıyorlar..
Şair Hadi Önal’ın yönettiği programın ilk bölümünde H. Ergün
Yılmaz’ın yayınladığı “Gürdür Sesim” adlı şiir kitabının
tanıtımı yapılacak. İkinci bölümde ise Beyelması köyü ile
ilgili köy sakinlerinin katılacakları bir sohbet yapılacak.
Programda ilk söz şair R. Mithat Yılmaz’a veriliyor.Mithat
Bey Gürdür Sesim adlı eserini kültür dünyamıza kazandıran H.
Ergün Yılmaz’ı kutlayarak başladığı konuşmasını değerli
şairimizin şiirlerinden örnekler vererek sürdürüyor.
R. Mithat Yılmaz
Elazığ, ne kadar bir kültür şehri ise, Ağın ilçemiz de o
kadar mümbit bir kültür-sanat beldesidir. Ülkemizin ücra
yörelerine ışık taşıyan sayısız öğretmenin yetiştiği Ağın,
aynı zamanda yurdumuzun sayılı şairlerinin de
biyografilerinde “doğum yeri” olarak yer alma bahtiyarlığına
ermiştir. Bu şairlerden biri de Hasan Ergün Yılmaz’dır; namı
diğer Dayıhan. “Dayıhan”, Hasan Ergün Yılmaz’ın şiirlerinde
kullandığı mahlası olup, dost-arkadaş meclislerinde ismi
yerine geçecek kadar şöhret bulmuştur.
Hasan Ergün Yılmaz, 1948 yılında Ağın’ın Beyelması; eski
adıyla Hozakpur köyünde dünyaya gelmiştir. Devlet
Meteoroloji İşleri Müdürlüğü’nün muhtelif illerdeki muhtelif
kademelerinde görev yapan Yılmaz, 1997 yılında Ağın
Meteoroloji Müdürü iken emekli olmuştur. Birçok dergi ve
gazetede şiirleri basılan şair, 2007’de şiirlerini “Gürdür
Sesim” isimli bir kitapta toplamıştır.
Elazığ’da Çağ Ofset tesislerinde basılan Gürdür Sesim 170
sayfa olup içerisinde Dayıhan’ın irili ufaklı 137 şiiri
bulunmaktadır. Bu kitaptan aldığımız şu dörtlük onun “4.
Beyelması Şenliği” dolayısıyla yazdığı şiirinin son
kıtasıdır:
Şairler şakırlar bülbül misali
Bu hoş sedalara sefa geldiniz
Ağın, bu şenliğin yoktur emsali
Derim, misafirler, hep hoş geldiniz.
Şu iki dörtlük ise şairimizin Ağın’da tertip edilen “Bir
Bahar Akşamı” şiir şöleni dolayısıyla duyup
hissettikleridir;
Yirmi yedi Mayıs neşeli günde
Şairler coşmuştu nağmelerinde
Bülbül eşlik etti bahçelerinde
Şairin duygusu bir pınar oldu.
Bir bahar akşamı şiir sel oldu
Yapmadı taşkınlık, durdu göl oldu
Şiir denen tohum düştü bu göle
Filiz ile bir tomurcuk gül oldu.
Ergün Yılmaz’ın şiiri hakkında soracak olursanız;
diyebiliriz ki o, bu vadide asla iddialı biri değildir. Onun
şiiri de kendisi kadar mütevazıdır. Hasan Ergün Yılmaz,
asla, “Ben büyük şairim; var mı benim gibisi” tafrasına
kapılmaz. Çünkü o, kılı kırk yararcasına sanat yapmaya geniş
vakit ayıran biri değildir. İçinden geldiği halkın hayat
tarzına, yaşayış felsefesine, duygu dünyasına uygun bir
çizgide ve içinden geldiği gibi söyler şiirlerini. Şiirinin
omurgasını vasat düzeydeki; çoğu kere vasatın altındaki Türk
insanının duygu ve düşünceleri oluşturur. Bazı şiirlerinde
olup bitenlere bir aydın zaviyesinden bakar, bazen de
mısralarında didaktik bir ifadeyi seçer. Onun şiirlerini
okurken yadırgayacağınız bir iniş-çıkışla karşılaşmazsınız;
hep tanıdık simalar, bildik insanlar, adeta kendi
hayatınızdan kesitler görürsünüz.
Köyü Hozakpur veya Beyelması, Hasan Ergün Yılmaz’a en çok
şiir yazdıran konulardan biridir. Onun bu kitabındaki ondan
fazla şiir köyüyle alakalıdır. Beşinin başlığında köyü
Hozakpur’un adı geçmektedir:
Hozakpur’da Bir Kış
Doğduğum Köy Hozakpur
Hozakpur Sevilmez mi?
Hozakpur’da Bir Güzeldir Ağaçlar
Hozakpur’da Şenlik Var
Şiirlerini okuduğunuzda görürsünüz ki şair, toprağı vatan
bilmiş ve ona aşkla bağlanmıştır. Bir şiirinde, “Mayamın
hamuru benim toprağım” mısraıyla toprağa apayrı bir önem
izafe eden Yılmaz, aynı şiirin devamında ise;
Sevdalıyım sana yabana vermem
Bütün Türk elleri benim toprağım
demek suretiyle dar günde bütün ecdat coğrafyasına sahip
çıkma milliyetperverliğini gösterir.
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı!” diyen şair
gibi Dayıhan da bastığı yerleri “toprak” diyerek geçmemiş;
hem tanımış, hem de derinden sevmiştir. Mesela, kaçımız onun
gibi, doğduğu köyüne şöylesine içli bir söyleyişle teşekkür
etmeyi akıl edebilmişizdir;
Tarihim sorarlar Malazgirt derim
Soyumu sorarlar Oğuz’dur derim
Ben kendi başıma bir nefer erim
Toprağında yeşerdiğim Hozakpur.
Bizim nesil, -tabir caizse- o meşhur Elazığ söylemiyle
“höllük çağası”yızdır. Bebeklik dönemimizde, sevgili
annelerimiz, eleyip hazırladıkları toprağı sac üzerinde
kavurup ısıtır; canımızı yakmayacak dereceye kadar
soğuttuktan sonra kundağımıza yayar ve bizi onun üzerine
yatırarak belerlerdi. İşte o toprağa “höllük” denirdi. Son
zamanlarda tıp bilim adamlarından höllüğün bebekler için ne
kadar yararlı olduğuna dair beyanatlar gelmeye başladı.
Dayıhan ise bir ilaç mesabesine yücelttiği höllüğün şiirini
yazmış;
Bayır toprağımız ak
Anne sütü gibi pak
Elenmiş, çok yumuşak
Kavrulmuş höllük ilaç.
Bayır toprak elenmiş
Çocuklar hep belenmiş
Altımıza serilmiş
Toprağımız bir ilaç.
“Höllük” temasını şairin, “Anne” başlıklı şiirinde de görmek
mümkündür.
Uykunu bölerdin en tatlı yerde
Höllüğe belerdin, karanlık yerde
Kurduğun salıncak, ip kiseklerde
Çininde taşıdın, yoruldun anne.
İnsanı meydana getiren toprak, su, hava ve ateşe “dört
unsur” anlamında “anasır-ı erbaa” denir. Şairimiz Ergün
Yılmaz, anasır-ı erbaadan en ziyade toprağı önemsemiş ve
fırsat buldukça, annesinin, çocukken altına serdiği höllük
misali şiirlerinin dibine o da toprak sermeyi ihmal
etmemiştir. “Anne” şiirinde höllük toprağına parmak basan
sanatçı, “Baba” şiirinde de tarla toprağına ayak basmadan
geçmemiştir;
Toprak bulgur bulgur, hava kokulu
Ağaçlar çiçekli, kuşlar coşkulu
Yeşile bürünür her canlı kulu
Can verir toprağa, şu gelen bahar.
Hasan Ergün Yılmaz’ın şiirlerinde konu yelpazesi geniştir ve
renklidir. Kişisel bazda temalardan tutun da çoğu ülke
meselesine, kimi dünya meselelerine, birçok sosyal hadiseye
dair şiirleri vardır. Yılmaz şiirinde bu tema incelemesi
başlıbaşına bir araştırma konusudur. Biz yazımızı, “Gürdür
Sesim” diye gürleyen şairin bizleri dünden bugünlere,
bugünden yarınlara ışık tedarikine çağıran “gür sesli” bir
dörtlüğüyle bitirmek istiyoruz;
Dayıhan’ın sözüyle
Ağınlının özüyle
Beyelması közüyle
Meşaleyi yak bugün.
R. Mithat Yılmaz’ın yaptığı bu değerlendirmenin ardından
büyük bir heyecan ile ayağa kalkan H. Ergün Yılmaz
konuşmasını yapıyor.
H. Ergün Yılmaz
Değerli dostlarım Beyelması’na hoş geldiniz. Bu gün 24
Temmuz Cuma. Ben yaşadığım bu müstesna anı unutmam mümkün
değil. Sizlere dünyaya gözlerimi açtığım köyüm için yazdığım
bir şiirimle merhaba demek istiyorum.
HOZAKPUR’A SESLENİŞİM
Aşılmaz dağ idim çabuk aşındım
Çileyi yük tutup çile taşıdım
Terledikçe tutup tere karıştım
Meşakkati güzel olan Hozakpur
Toprağında kavruldukça can bitti
Susadıkça yudum yudum su içti
Şu ellerim ekin biçti dert biçti
Harmanında harman oldum Hozakpur
bir başka şiirimde ise zaman zaman uzak kaldığım köyüme olan
özlemimi dile getirmiştim.
HOZAKPUR’DA BİR KIŞ
Gezdim Hozakpur’u örtmeler geçtim
Perdeler çekili, haneler bomboş
Tokmağı vurdum kapılar çaldım
Derinden bir ses, kimdir o dedi
Kürtüğü atlayıp buzundan kaydım
Geçmişi anıp çok duygulandım
Ne kadar dolaştım kaç adım attım
Merhametli bir ses yoruldun dedi
Böğrüceli çorba nane kokulu
Mıhaşerli pilav, börtmüş isotu
Bir kepçe ayran, bir tas yoğurdu
Ekmeğim hılada alda ye dedi.
Köylülerimiz şiirden de anlaşılacağı üzere misafirperver,
hoş görülü ve sevecendir. Toprağına bağlı eleriyle toprağı
eşeleyen geçimini sağlamak için çalışmaktan gurur duyan
insanlardır. işte ben köylüyüm şiirimle köyüme tercüman
olmaya çalıştım.
BEN KÖYLÜYÜM
Kazma kürek omzunda
Sabah öten horozunda
İşe koşar yük boynunda
Sağlığıma şükür derim
Köy sofrasını özlerim
Bağdaş kurup diz çökerim
Ne var ise onu yerim
Yârabbi çok şükür derim
Tabiata düşkünlüğüm fazlasıyla kendini şiirde de gösterir
Çedeneni sakız diye çiğnerim
Dibek yapıp menevucun döverim
Çok tatlısın, her dem seni överim
Kıtmik kıtmik yesem seni doyamam
Keven balım,bıyam kökü çedenem
Ağız tadım leblebisiz edemem.
Kara sevdam, gerçek aşkım diyemem
Köpük köpük içsem suyun doyamam.
Köyüme ve doğaya olan sevgim o kadar yoğundur ki ilham
geldikçe şiirler yazarım.
İnek, dana, koyun, keçi ve oğlak
Karışarak gelir bayırdan solak
Böğürdü, meleşme dolarsa kulak
Koşuyor hayvanlar kurca sulak
Gerdan kırıp yürüyen inekleri
Anırarak kaçışan eşekleri
At üstünde cirit atan beyleri
Ben bu köyde gurdoyuda özlerim
Süt sağıyor şalvar giymiş nineler
Suya gider bakraç elde gelinler
Dut sallayan delikanlı ve beyler
Çeşmelerden akan suyu özlerim
Dam üstüne pestil pekmez sererler
Duvarlara lor çökelek asarlar
Torba ile peynir süzer keserler
Göz göz olan peynirini özlerim
Yarpuz toplar o kınalı ellerle
Ayranlı çorbası kokan gülerle
İkramı vardır ki! Güzel dilerle
Ak örtülü bacıları özlerim.
Gürdür sesim isimli kitabımda şiirlerimle anne, baba vatan
millet ve toprak sevgisini genellikle işledim bu konuda bir
iki kıta müsaadelerinizle okuyayım
Al bayrakta şehidimin al kanı
Şu toprakta hala diridir canı
Üç kıtada okunuyor destanı
Kitabede kalmaz, Oğuzun adı
Tarih şahit, namus, onur, şöhret şan
Kanlısırt’tan ırmak gibi aktı kan
Kuklaya dönmüştü süngümde düşman
Türk’ten görülmemiş, savaştan kaçan
Al bayrakta ecdadımın kanı var
Sancağımda Muhammed’in adı var
Aptesimde tehemümün tozu var
Kurşunlara karşı koymuş, canım var
Tekrar şahsım ve Beyelması köylülerim adına siz güzide
misafirlerimi saygıyla selamlıyor. Sizleri tekrar tekrar
köyümde ağırlamaktan büyük gurur duyacağımı belirtmek
isterim saygılarımla.