Elazığ
Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat Üniversitesi
Rektörlüğü ve Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası’nın desteğini
alan Manas Yayıncılık, Türk dünyasıyla sosyal ve kültürel
ilişkilerin geliştirmesi konusunda bir büyük başarıya daha
imza attı. Ankara’da faaliyet gösteren Toplumsal Gelişim
Derneği ile birlikte 5-6 Ekim 2012 tarihlerinde
gerçekleştirdiği “Bulgaristan Kovancılar’dan Elazığ
Kovancılar’a” adlı proje ile Türkiye’de öğrenim gören
Bulgaristan, Kosova, Makedonya ve Gagauz Yeri’nden oluşan
bir öğrenci heyetini Elazığ’da misafir ederek Balkan
Türkleri ile olan ilişkileri geliştirme yolunda yeni bir
adım daha attı.
Manas Yayıncılık, Toplumsal Gelişim Derneği
Başkanı Abdullah Uluyurt ile birlikte programa katılan
Hüseyin Hüseyin (Bulgaristan), Erol Bütüç (Kosova), Kail
Halil (Makedonya) ve Dmitri Kirçiu (Gagauz Yeri)
Cumhuriyetin ilk yıllarında zorunlu göç ile birlikte
Elazığ’a yerleşen Balkan göçmenlerini bir araya getirdi.
Yer: Manas Yayıncılık / Konuşmacı: Abdullah
Uluyurt
Saat: 16.05 / Elazığ’dan Ayrılış
“Kovancılar’da 8 Mart 2010 günü deprem
olmuştu. Haber buydu; ancak deprem Türkiye’de olmuştu. Oysa
benim bildiğim Kovancılar Bulgaristan’daydı. Biraz daha
kulak kabartınca anladım ki bu Kovancılar Elazığ’ın bir
ilçesiymiş. İlgilendim; araştırmaya başladım. Meğer
Türkiye’de Elazığ’daki Kovancılar, Cumhuriyetin ilk
yıllarında zorunlu göç ile Türkiye’ye gelmiş; Elazığ’da,
Tunceli, Bingöl yol çatına yerleştirilmiş göçmenlerin
ilçesiydi.
Nereden mi getirilmişler bu ilçenin
insanları? Romanya’dan Hamdullah Suphi Bey’in Bükreş
Büyükelçisi olduğu dönemde Balkanlarda kalan soydaşlardan
bir kısmı Anadolu’ya göçertilmişti. Önce serbest göç olarak
başlayan bu göç, daha sonra Romanya ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin kontrolünde zorunlu göçe dönüşmüş. Serbest
göç, göçenin malını mülkünü satarak göçtüğü ülkeye gelmesi
ve kendi hayatını kurması olarak değerlendirilirken zorunlu
göç, devletlerin anlaşması sonucu göçülen yerde mal ve
mülkünü bırakmaları buna mukabil göçülen ülkede kendilerine
iskân ve iş imkânı sağlanması olarak ifade edilmektedir.
Bırakılan mal ve verilen mal arasındaki iş ve işlemleri
ülkeler kendileri halledermiş. Göçmenle bir alakası yokmuş.
Soydaşlar işte bu çerçevede Romanya’nın Silistre Kasabası
olan Kovancılar’dan gelmişler Elazığ’ın Kovancıları’na. Bir
düzeltme yapalım İkinci Dünya Savaşında Silistre
Bulgaristan’a bağlandı. Yani bugünkü Bulgaristan
Dobrucası’nın yiğit insanlarıdır Kovancılar göçmenleri. Bizi
2010 yılında titreten ve kimmiş bunlar dedirten de budur.
Peşlerine düşüşümüz de bundandır.
Azel Mavi isminde bir kardeşimiz vardı. Bu
kardeşimiz Köstenceli idi. Bir de Aysun Süleyman O’da
Dobruca’nın köylerindendi. Köyleri gördüm. Arada bir askeri
araç geçermiş tam Romanya-Bulgaristan sınırının Bulgaristan
tarafında. Hayvanlar kaçınca çevirip getirirlermiş. Bunlar
Ankara’da Türk Tarih Kurumu Salonunda yapılan toplantıda bir
tartışma başlattılar… Dobruca kimindir tartışmasını…
Romanya’nındı, Bulgaristan’ındı… Derken tartışmayı sessizce
izleyen bir kardeşimiz söz istedi “buyur” dedik… “Valla
Dobruca’yı burada işittim. Kimindir bilmem ama benim
tanıdığım Dobrucalılar Türktür… Vatan denen toprakta orada
yaşayanındır” demez mi. Kurşun gibi aranan cevap hedefini
vurmuştu.
İşte Kovancılar bizi öyle heyecanlandırdı.
Evvela Bulgaristan tarafındaki Kovancıları araştırdık ve
bulduk. Sıra Elazığ Kovancılar hakkında bilgiler toplamaktı.
Resmi sitelere başvurduk. Kitaplar karıştırdık. Dayanışma
ruhu inanılmaz olan Elazığlı tanıdıklara ulaştık.
Heyecanımız bir kat daha arttı. Herkesin de kabul ettiği bir
gerçekle karşılaştık ve Elazığ’a çalışmaya giden, yaşamaya
giden göçmenler vardı. Hatta sadece Elazığlı olduğunu
bildiğimiz insanlardan bir kısmı da kendilerinin “Romanya
göçmeni” olduğunu ifade etmeye başladılar. Balkanlardan
gelerek Türkiye’de öğrenim gören gençlerle heyecanla proje
hazırladık. Yeni bir başkanlık kurulmuştu ve görevi
soydaşlarla ilgilenmek olan bu başkanlığa sunduk projemizi.
Bulgaristan ile tarihi bağları olan ve yüz yılı bulmayan
ters göçün ardından Eski Cuma (Silistre) Kovancılar’dan
Elazığ Kovancılar’a göç edenler arasında benzerlikler ortaya
çıkarmak ve bir iletişim kurmak istiyorduk. Ortağımız
tarafından belirlenen 20 Bulgaristan Türkü gence Kovancılar
merkezli olmakla beraber Türkiye tanıtılacaktı. Elazığ
Kovancılar’dan ilave olacak 20 gençle beraber ortak paydalar
bulunacak ve kültürel birliktelik sağlanacaktı. Türkiye’ye
Elazığ Kovancılar’a gidenlerle bağları kopan Eski Cuma (eski
il merkezi Silistre) Kovancılar gençleri arasında bağ
kuracaktık. Hedef kitle olarak 16-22 yaş grubu 40 genç
tespit edilecektik. Bu gençlerin 20 si Bulgaristan’dan
(Kovancılar), 20 si Türkiye’den (Elazığ- Kovancılar)
olacaktı. Kısıtlı imkâna sahip Bulgaristanlı gençler ile
Bulgaristan (Romanya) göçmeni olduğunu söyleyen ailelerin
aynı yaş grubu olan gençleri hedef alınacaktı. Sadece bilgi
olarak bilinen bu göçten hareketle sonunda yakın işbirliği
başlayacaktı. Bulgaristan’dan katılan gençlere Türk kültür
hayatı tanıtılacak ve benzerlikler ortaya çıkarılacaktı.
Türkiye’deki gençlere de Bulgaristan’dan gelen gençler
tanıtılacak ve kendilerinin Bulgaristan’dan göç eden
muhacirler olarak Bulgaristan Türkleri ile ilgilenmeleri
sağlanacaktı. Gençler program uygulaması sırasında Rumeli
ile Anadolu’da yaşayan gelenekleri birlikte
canlandıracaklardı. Neler düşünülmemişti ki… Bulunan ortakla
Haziran 2012 de çalışmalara başlanacaktı. Gençler
belirlenecekti. Temmuz ayında Bulgaristan’dan hareket
edilecekti. İstanbul’da bir gün konaklanacak ardından Bolu
üzerinden Ankara’ya ulaşılacaktı. Nevşehir üzerinden
Kayseri’ye varılacak buradan da Malatya üzerinden Elazığ’a
ulaşılacaktı. Elazığ’da konferanslar, paneller, ev
ziyaretleri, fener alayları, beyin fırtınaları, ağaç dikme,
elişleri denemeleri, mektup yazılması, işbirliği zinciri
oluşturulması gibi faaliyetler gerçekleştirilecekti.
Bulgaristan’dan gelen gençler daha sonra Kahramanmaraş,
Adana, Konya, Bursa, Çanakkale ve Edirne üzerinden
ülkelerine yollanacaktı. Heyecanla çalışmalara başladık.
Projenin hazırlıkları içinde farklı Balkan ülkelerinden
gelen gençler de vardı.
Sonra günler yaklaştı. Olumlu olacağını
beklerken soğuk bir duş aldık. Verilen cevapta “proje
kriteri formatına” uymadığından bahsediliyordu. Daha birçok
gerekçe vardı, “etki sürdürülebilirlik, vs.” Sürdürülebilen
projelerin bile sokakta kaldığı günlerden geçtiğimizi
düşünerek kâinatın yaratıcısına ve onun sevgili peygamberine
inancımızı yitirmedik. Canımız sağ olsun. E be ya
“Balkan”ın kendisi zaten“kriter formatına” uygun olmadığı
için “Güneydoğu Avrupa” demiyorlar mı?
Tamam deyip bırakmadık. Bismillah dedik
sarıldık. Şekil değiştirdi yapacağımız faaliyet. Makedonyalı
bir arkadaşımız fırladı yerinden; “ağabey biz yapalım; biz
gidelim.” “Tamam, iyi de….” “Ne yani Bulgaristan Balkan’ın
parçası değil mi? Biz de oradan değil miyiz? Kosovalısı,
Romanyalısı, Bulgaristanlısı sahip çıktılar işe, bize ise
“tamam” demek düştü. Kararlılıkla arkadaşlarımız
imkânlarımız ölçüsünde belki arzumuzun altında ama yine de
gerçekleştiririz dedik. Nedir maliyeti… Bir memurun beş
günlük yurt dışı harcırahı! “Tamam…” Elazığ’dan tanıdıklar
arandı… Bedrettin Keleştimur… Şener Bulut… Yıllar önce
Balkanlı müftüleri ağırlamışlardı… Elazığ’ın kültür
adamları… Düşüncemizi açıkladık… “Beş Balkan ülkesinden beş
arkadaşımızla dört günlüğüne Elazığ’a gitmek istiyoruz.”,
dedik. Heyecanla bağlantılar kuruluyor…
Amacımız Elazığ’da Balkan duyarlılığını
artırmak. Evlere gitmek istiyoruz. Köylere gitmek istiyoruz.
Tabii ki Kovancılar’a gitmek istiyoruz. Romanya’dan gelen
arkadaşımızın yokluğunda 4 Ekim 2012 tarihinde Ankara
Esenboğa’dan hareket ettik nereye gittiğimizi biliyoruz ama
ne ile karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Bulgaristan’dan
Hüseyin, Kosova’dan Erol, Makedonya’dan Kail, Gagauz
Yeri’nden Dmitri ile Elazığ yolcusuyuz.
Elazığ’a vardığımızda Şener Bey sevecen ve
gülecen yüzü ile “hoş geldiniz”, diyor. Parmakları ve
gözleri hemen eksikliği fark ediyor. Romanyalı arkadaşımız
Önder’in mazeretini söylüyoruz. Gönlü pek razı olmasa da
kabulleniyor. Tamam diyor. Buradaki Balkan göçmenlerinin
birçoğunun Romanya göçmeni olduğundan bahsediyor. Araçtaki
tanışma faslından sonra konaklama yerine varıyoruz. Güzel
bir yer temiz. Sabah kahvaltısında buluşmak üzere dinlenmeye
çekiliyoruz.
Her gecenin bir sabahı; her sıkıntının bir
ferahı vardır. En uzun gece 21 Aralık olsa da 4 Ekim
gecesinin de ne kadar uzun olduğunu orada anladım.
Gözlerimin önünde Tuna’da Karadeniz Marşı söylerken mutluluk
rüzgârları saçlarını okşayan Oğuzhan geliyor. Oradan
Kosova’da sarı kola içen Orhan’a uzanıyorum. Sonra
“Manastır’ın içinde varmış havuz” şarkısı… Ankara’da
noktalanıyor. Vallahi Billahi… Sabah kahvaltısı bize özel…
Yokluğu varlık etmesini, ırağı yakın etmesini bilen Anadolu
insanının hoşgörüsü ile işler yolunda. Aracımıza biniyoruz.
Beş kişi biz, Şener Bey... Yolda Bedrettin Bey’i alıyoruz.
Katılacağımız faaliyetleri kayıt altına almak için Elazığ
Anadolu İletişim Meslek Lisesi’nden Yakup Taşdemir ile Orkun
Ercan’ı da alınca ekip tamamlanıyor… En son binenler biraz
suskun kalıp daha sonra sanki Prizren pazarında aynı tezgâh
işportacısıymış gibi bağıra bağıra konuşuyorlar. Kaynaşma
süresi on beş saniye. Var mı? Bilmem. Vilayete gidiyoruz.
Elazığ Valiliğine vardığımızda 8.30. Vali
makamına çoktan gelmiş. Makamına giren çıkan dosyalar işler…
Bir çay içme fırsatı buluyoruz. Vali Muammer Erol cana
yakın. Ayakta ve kapıda bizi karşıladı. Gençlerin
memleketlerini sordu. Hatıralarından bahsetti. Elazığ’da
bizi görmekten mutlu olduğunu ifade etti. Samimiyeti ve bize
ayırdığı zaman dilimi bize değil yüz yıldır yüzü gülmeyen
Balkan’aydı. Her duyarlı insanda olduğu gibi onda da Balkan
hassasiyeti oluşmuştu. Program hakkında bilgi verdik. Sonra
“ya Allah Bismillah…”, İzin istedik. “Allah’a ısmarladık…”
Belediye Başkanını ziyaret ediyoruz. Öyle
Reis Süleyman Selmanoğlu’ndan destursuz “Mamurat ül Aziz”e
girmek olmaz ya. Süleyman Bey Kosova’ya gitmiş ortak
arkadaşlarımızdan bahsettik… Vakit nasıl geçti bilemedik
lakin yolumuz uzun amacımız kutlu. Heyecan adamı, görev
adamı Süleyman Bey’e yayınlarımızdan verdik. O da bize sekiz
köşeli şapka hediye etti; yakışmadı desek yanlış olur.
Öğle yaklaşmaya başladı. Heyecanlanıyoruz
aracımız yol almaya başladığında… Altınçevre (Erpinik)’ye
hareket ettik. Altınçevre göçmen köyü. Planlı bir köy…
Yolları düz. Ağaçlıklı. Bir evin önünde duruyoruz. Bize
Elazığ Valiliği ve Elazığ Belediyesi ziyaretlerimizde de
eşlik eden Muharrem Karataş rehberlik ediyor. Merkezi bir
okulda okul müdürlüğü yapan Muharrem Bey hemşerilerini
görmekten memnun ve heyecanlı… Daha doğrusu doğup büyüdüğü
eve götürüyor. Yüksek dış bahçe duvarları tabiî ki her
göçmen evinde olduğu gibi kireçle boyanmış. Esasında
küçüklüğümde biz de toprak duvarlarımızı kireçle
badanalardık. Muharrem Bey, Kosova göçmeni… Gilanlı olduğunu
söylüyor. Evden kapıya ev sahipleri çıkıyor. Geniş avlulu
köy evi… Bahçede hazırlık yapılmış. Ocaktan börek kokusu
geliyor. Mübarek sanki Ramazan ayında iftara beş kala kokusu
yayıyor etrafa. Kim ne diyor ne konuşuyor; bilmiyorum.
Bildiğim tek şey tanıdık bir kokunun burnumun direklerindeki
tahribatı. Fulya… Oda nesi Kosova’dan kilometrelerce uzakta
ve yıllarca sonra Elazığ’da fulya/filiya ile karşılaşacağımı
söyleselerdi sadece söyleyenin mutlaka Mazhar Osman
Efendiyle tanışmasını isterdim. Su böreğini andıran fakat
çok zahmetli bir yapım süreci olan bu hamur işini burada
gördükten sonra Kosovalı Erol kardeşimizin oturuşu, duruşu
değişti. Allahın bu kulu da şöyle üç parmak arası taama
başladı. Ayranı ve üzümü ile tam mükellef sofra idi
vesselam. Muhacir muhacirden kız alırmış, derdini bilir
diye. Konuk olduğumuz ev sahibi amcamız Üsküp-Kosova göçmeni
olsa da rahmetli olan eşi Tutrakanlı. Nevzat Amca ve Fahri
Amca Rumeliyi Altınçevre’de yaşıyorlar. Buraya geldiklerinde
çok kalabalık olduklarını ama zamanla göçmenlerin bir
kısmının Ankara’ya ve Bursa’ya göç ettiklerini söylediler.
Sivrice ilçesi de dâhil birçok ilçenin temellerini
göçmenlerin attığını ifade ettiler. Ama kesin bahsederken
söyledikleri Kosova ve Romanya göçmeni olduklarıydı. Oysa
gerçek şuydu ki kuzey Bulgaristan’dan, Güney Dobruca’dan
göçtükleriydi. Fahri Amca Yugoslavya’da Gilan’da
ilköğretimini yaparken çıkmış gelmiş ve bir daha gitmemiş.
Aslında bunu bile derken, fulyayı yerken bile derin bir
nefes alıyor. Özlem, tabiî ki var. Lakin o kahredici acı
hatıralar ve itilmişlikler doğrudan bakmasına engel
oluyordu. O ancak gözaltından bakıyordu. Özlem duyduğu
belliydi. Gerçi kaybedeli yüz yıl olan vatanına dönmek kolay
değildi. Hasretle kucaklaşarak köyden ayrıldık.
“Allahaısmarladık. “
Yolumuz Kovancılar’a… Burası çekmedi miydi
bizi. Kovancılar’a, Keban Baraj gölünün kenarından asfalt
yollardan ulaştık. Her ne kadar baraj olsa da iklimi
değiştiğini ifade etseler de doğrusu bozkır özelliğini henüz
atmamış üzerinden. Kovancılar, ilk bakışta karmakarışık
geldi bana. Açıkçası deprem kuşağında olan bu yere bu kadar
yüksek katlı inşaat ruhsatları nasıl verilmiş anlayamadım.
Bu kasaba 1930 lu yıllarda yukarıda bahsettiğim şekilde o
günkü Romanya’dan bugünkü Bulgaristan’dan Silistre-Tutrakan
civarından gelenlerin yerleştiği ilk planlı ilçemizi bu
şekilde bulacağımızı doğrusu düşünmezdim. Cuma namazını
merkez camisinde kıldık. Camide cemaat kalabalık ve hınca
hınçtı. Ama dediğim gibi ilk planlı ama şu anda nefes
almakta zorluk çeken bir ilçe havasını burada da
anlayabiliyordunuz. Yemeğe geçtik. Çok kısa süre önce
Kaymakamlığa atanan Esengül Korkmaz Çiçekli ile bir araya
geldik. Amacımızı ve yapmak istediklerimizi dikkatlice
dinledi. Sonra göçmen kardeşlerimizle bir araya geldik. En
yaşlı Hacı Recep Gündüz Amca bildiği kadar anlatmaya
başladı. “Yüce Atatürk Kurtuluş Savaşı’nı tamamladıktan
sonra Balkanlara bir genelge yolladı. Genelgeyi bize getiren
Atatürk “sizi anavatana davet ediyor”, dedi. Bunun üzerine
babalarımız karar verdi madem böyle bir genelge var bizim
burada durmamız azap olur dediler. Köstence’den vapura
binildi. İstanbul Tuzla’da indik. Oradan da Elazığ’a kadar
trenle geldik. Oradan da buranın çevre köylerine at
arabalarıyla geldik. Çevre köylere yerleştirildik. 280
hanelik Kovancıların temelleri 1934’de atıldı…” Hacı Recep
Gündüz Amca, anlatırken o günleri yaşıyordu. Devlet vatandaş
işbirliği ile yapılan köyün ilçe olasına geçen sürede nasıl
çalıştıklarını ifade etti. Fakat yaşadığı yeri Kovancılar
ilçesi olarak adlandırırken Hacı Recep Gündüz Amca hala
geldikleri toprakları memleket olarak adlandırıyor.
Kovancılar Esnaf Odası başkanı Bedri Beyle
beraber eski bir göçmen evini ziyaret ettik. Ev, Hacı Recep
Gündüz’ündü. Olabildiği kadar bakımlıydı. Girişte avluya
giriyorsunuz. Sağ tarafta ahır var. Yanında samanlık,
devamında örtme… Yine kapının girişinde solda ev… Avluyu
ikiye ayıran bir tahta çit var. Bu tahta çit ile ev duvarı
arasından hayata geçiyorsunuz. Hayat evin avlusu içindeki
küçük avlu diyelim. Burayı diğer yerlerden ayıran hayvanlar
dışarıda avluda kalıyor. Hala tertemiz. Yapılan evler
altında izbe olan tek katlı evler. Bir dönüme oturmuş.
Gözünüzü kapatıp Vetova’ya götürüp bıraksam burası
Kovancılar dersiniz. Aynı. Ama zamanla imar bozulmuş. Yollar
daralmış.
Bedri Bey kültürü özlediklerini ama
yaşayamadıklarını söylüyor. Yere bakıyor. Yadırgıyorlar “be
ya!”, diyor. Kovancılar göçmen kasabası olmaktan çıkmış.
Şimdi azınlık kalmışlar. Sözleri geçmez olmuş. Bir Türkü
tutturmuşuz ta oralardan bir türkü. Hayallerimiz geçmişe
uzanan mızrak gibi Şar Dağı’ndan kalkan kazların su içmek
üzere durduğu Keban’a fırlattığı gibi bir gün Harput’tan
okunan hoyrata Ohri’den kulak vereceğine eminiz.
Akşamüzeri Muharrem Karataş’ın evine misafir
olduk. Elazığ kültürünün içinde Rumeli göçmenleri… Necati
Çelik’e göçmen kimdir diye sorduk. “Göçmen bir kat yatağı
olmayan, vatanı, bayrağı, dinini, imanını, Kuran’ını seven
kişidir” cevabını aldık. Elazığ Balkan göçmenlerinin hepsi
geldiklerinde sahiplenildiğini ifade ettiler. Biz burada
zorluk çekmedik ötelenmedik diyorlar. Akşam muhabbeti ile
bir vuslatla sonuçlanıyor. İnşallah devamı gelecek.
Hedefimiz yeniden gönül seferberliği başlatmak. Yeniden
bağlar kurmak. Zor değil Edirne’nin kapsı açık artık…
Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Kutbettin Demirdağ ile akşam yemeğinde beraber olduk. Rektör
Bey de karşılıklı işbirliğinin başlatılması için çaba sarf
edenlerden. İkinci günü Harput kalesini ziyaret ettik. Türk
kültür kaynağımızın bir pınarını Balkanlı gençlerle
keşfettik. Sultan Murad’ın Priştine’deki Meşhed-i
Hüdavendigar Makamında bulunan dut ağacının aynısı
Harput’ta. Türklüğün geçmişini görmek için mutlaka buraların
görülmesi gerekir.
Şahinkaya Köyü Elazığ’ın merkez köylerinden;
göçmen köyü… Harput sonrası yolumuz o yana. Caminin yanı
başında bir göçmen evinin avlusundayız. İdris Altın Bey
kendisi Manastır göçmeni, Ramiz Bey kardeşi. Akrabaları
Rahmi Yazır Senice’den Boşnak. Celal Cengiz Bulgaristan
göçmeni bir aileden… Hepsinde bir özlem var içlerinden
birisi Ali BAL, oğlunu Üsküp’e okumaya göndermiş. Oğlanın
okuması bir yana yol olsun istiyor. Yemekler hazırlamışlar.
Şekerli hamurla yapılan Elazığ peynirlisi, Elazığ’a has
patila, Boşnak çarşaf böreği, dizmana, Kosova’dan yoğurt ve
yumurta ile yapılan kırma böreği, Balkanlara has içine
kabak, lahana, çökelek konan kol böreği, biber dolma hepsi
masamızda… Yemek bahane muhabbet şahane derler ya tam öyle.
Oradan Bedrettin Bey ve Şener Bey’in
rehberliğinde ayrılıyoruz. Elazığ’da kısa bir şehir turundan
sonra hakikaten Türk Dünyasının aziz hatıralarının duvarları
kapladığı Manas Yayıncılık’ın merkezine gidiyoruz. Elazığlı
şair yazar ve sanatçıların bir araya geldiği bu nezih
mekânda Balkanları konuşuyoruz. Bedrettin Keleştimur’un
sunuşu ile bizim, Prof Dr. Mustafa Öztürk, Prof. Dr. Beşir
Aşan, Doç. Dr. Ercan Alkaya’nın Balkanlarla sunuşları ile
genç arkadaşlarımızın intibalarını anlattığı güzel bir
toplantı yapılıyor.
Hava alanına giderken gönlümüzün yarısı
Elazığ’da kalıyor Terazilerle ölçülmeyen sevgilerle gittik
ama misli ile karşılık bulduk. Gönül bağlarından köprü
kurduk. Akraba dedik, dost dedik, gönüldaş dedik. Türklük
davasının ateşini avuçlarında saklayanları gördük.
“Elazığ’da göçmen var mıdır?” dedik. Ama yaşayan kültürü ile
Balkanlar’ı bulduk. Hani göçmenler Ankara’nın batısındaydı.
Razgrat’ın Çukurovasına ait dizmanayı Şahinkaya’da yedik.
Geç bulduk ama çabuk kaybetmeyeceğiz. Mutlaka bir şeyler
yapmamız lazım. Mutlaka… İçinde iman olan, içinde Türklük
olan bir şeyler. Yeniden silkinerek ve belki hamasi nutuklar
atarak, yeniden hayaller kurmamız lazım. Hayali olmayanın
gerçeğimi olur hiç. Yazın tekrar Elazığ’dayız ama sonra
Balkan’da Elazığ olacak. Çarpan etkisi ile yayılacağız. Dün
vardık… Yarın da var olacağız.