Büyük Türkçü Gaspıralı İsmail ile aynı tarihlerde dünyaya
gelmiş ve aynı fikirleri bütün hayatı boyunca savunmuş
bulunan, 24 Kasımlara en anlamlı bir armağan olarak, Muallim
Abdullah Lütfü Hoca’nın doğumunun 152. Yıldönümünü anma
vesilesiyle tarihe bir daha yolculuk ediyoruz.
1935 yılına kadar Kemaliye,
1935–1937 yılları arasında Arapkir, 1937–1954 tarihleri
arasında ise Keban’a bağlı bulunan Ağın İlçesi, bugünkü
sınırları ile 01.06.1954 tarih ve 6324 sayılı kanun ile ilçe
ve 4 Mart 1954 gün ve 6324 sayılı kanunla ilçe statüsüne
kavuşuyordu. Keban Barajı ile birlikte tarihi köprüsü ve
verimli arazileri sular altında kalan Ağın İlçesi, 1974–2007
yılları arasında bu coğrafyanın dışarıya sürekli göç veren,
‘—hiç hak etmediği en mağdur İlçesi’ oluyordu.
Ağın ismi ile birlikte hiç
kuşkusuz, ‘—eğitim’ akla gelecektir. Ağın’ı tarihe taşıyan
ve dün ile bugün arasında köprüler kuran ‘—şahsiyetler’
akla gelecektir. Şu coğrafyada haklı olarak, ‘—bir bilgi
tabanı yapan’ sağlam bir doku akla gelecektir.
Ağın ismi ile birlikte ilk
hafızalarımıza, 4. Murat’ın Bağdat Seferi(1638) ve o seferle
asırlarca halkımız arasında anılan. ‘—Bağdat Yolu’ geliyor.
“--İptidâ Bağdat’a sefer olanda/Atladı hendeği geçti Genç
Osman/Vuruldu sancaktar kaptı sancağı/İletti bedene dikti
Genç Osman/Sultan Murat eydür gelsin göreyim/Nice
kahramandır ben de bileyim/Vezirlik isterse üç tuğ
vereyim/Kılıcından al kan saçtı Genç Osman!” kahramanlık
türküsü belki de bu seferde kendi evladını, ‘—Bağdat
Kapısı’nda şehit veren Ağın’ı ve Ağınlıyı efsaneleştirir.
Harput’ta meftun halkımız
arasında ‘İmam Efendi’ olarak bilinen Veliler Silsilesinin
en önemli halkası Osman Bedrettin Efendi bir Sahabe
duruşuyla şüphesiz ki, Ağın’ın iklimini de derinden
etkilemiş; telkin ve sohbetleriyle bu coğrafyanın manevi
zırhı olmuşlardır.
Burada özellikle altını çizerek
vurgu yapmak istediğim husus şudur; Harput’un hinterlandı
içerisinde yer alan ‘—Ağın’ sıcak yüzüyle gönlümüzün bahar
mevsimi ve dolayısıyla da, ‘—dirilişin’ yankılandığı tarihi
iklimi olmuştur.
Ağın’ın bağrından çıkan
edebiyatımızın, ‘—Destan Şairi’ Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu bu milletin tarihini duru Türkçemizle
destanlaştıran bir şairimizdir. Harput Hükümdarı Belek Gazi
ve Genç Osman Destanını O’nun kaleminden okuduk!
Ağın denilince elbette akıllara,
‘Gemuhlu Köyü’ ve bu köyün ismini de asrın Yunus’u misali
bütün Türkiye’ye taşıyacak olan Fethi Gemuhluoğlu’nu
(1923–1997) çıkaracaktı. Sürekli okuyan, düşünen asrın
çilekeş insanıdır. Ne diyor asrın Yunus’u, Gemuhluoğlu;
“--“Ben nefsimi katlettim, hem şehidim, hem gazi”yim
diyebilmek... İslam milletinin insanı, yeniden bir “ba’sü
ba’de’l-mevt” sırrını yaşamak istiyorsa, onu ihya etmek
istiyorsa.. Uykuyu kaldırmalıdır. Uykuya düşman mı olalım?
Hayır! Uykuya dost olmayalım.... Politikaya dost
olmayalım... Hırs-ı mal ve hırs-ı caha dost olmayalım...
Paraya dost olmayalım.”
Burada daha isimlerini
sayamadığım her biri kendi sahalarında istisna ilim, irfan
ve hikmet sahibi şahsiyetlerle gönüllerin tahtına
kurulduğunu söylersek abartmamış oluruz. Bu tarihi
yolculukta, Ağın İlçemiz ile özdeşleşen bir abide ismi
birlikte yâd edeceğiz. Niyet hayır; akıbet hayrola
düsturuyla atılacak her adımın meyvesini vereceği inancını
da paylaşmak istiyorum.
Evet, Abdullah Lütfü Hoca ise
sadece döneminde yaşayan sade bir eğitimci olarak değil,
‘—bir efsane kişilik’ olarak anılıyor. 1850’li yıllarda
dünyaya gelen Abdullah Lütfü; Abdülmecit (1839–1861),
Abdülaziz 1.(1861–1876), Murat 5. (1876), Abdulhamit 11.
(1876–1909), Mehmet V. Reşat ( 1909–1918), Mehmet V1.
Vahdettin (1918–1922) dönemlerini yaşıyordu.
Abdullah Lütfü dünyaya
geldiğinde, 1850’li yıllarda, Osmanlı Devleti; İngiltere
Krallığı, Fransa Cumhuriyeti, Rusya İmparatorluğu ile
birlikte dünyanın dördüncü devleti arasında yer alıyordu.
Büyük savaşlar yenilgiler koca imparatorluğu giderek içten
içe de kemirecekti. 1900’lü yıllarda, büyük
devletlerarasına; Almanya İmparatorluğu, A.B.D ve
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’da girecekti. 1914
yılında, 1.Cihan Harbine girildiği yıllarda, Osmanlı hala
‘----büyük devletler’ arasındadır.
Böyle bir geçiş döneminde,
‘—tarihin en acımasız sayfalarına’ ve en acı hatıralarına
şahadet eden bir şahsiyet, Abdullah Lütfü şüphesiz ki,
İstanbul’dan Anadolu’ya koşacaktı. Milli Mücadelenin o
mukaddes bildiğimiz tarihin altın neslini hazırlamanın
onurlu kavgasına bütün yüreği ile kendisini verecekti. 1885
tarihinde, İstanbul’da başladığı bu hizmet yolculuğu
hayatının özge can damarı olacaktı. 1887 tarihinden
itibaren; Diyarbakır Eğil Nahiyesi, Diyarbakır İdadi
Muallimliği, Mardin Rüştiyesi Muallimi Sanisiyesi,
Diyarbakır İdadi Muallimliği, Elazığ Mezreyi Marifet
Muallimliği, Pertek Rüştiyesi Muallim-i Evvelliği, Ağın
Muallim-i Evvelliği, Çemişgezek Muallim-i Evvelliği, Van
Dar'ül Muallim-i Evvelliği, Hakkâri Maarif Müfettişliği,
Elazığ İptidai Muallimliği, Keban Rüştiyesi Muallimliği,
Hekimhan İptidai Muallimliği ve Ağın İptidai Başmuallimliği…
Şekilde görüldüğü gibi bir Uçak
düşününüz, bir kuş düşününüz; bir ‘—bilgi tabanı’ ve bir
veri tabanı ile sizleri nice bilgilere götürecektir. Bu
bağlamda, ‘—Ağın’ ve ‘—Okul’ bu coğrafyanın düşünülebilecek
en müspet anlamda bir bilgi tabanıdır. Okul ile birlikte
hafızalarınıza; talebe, muallim, ilim, hikmet, marifet,
kalem, kâinat ve insan bir bütün halinde gelecektir. Bir kuş
misali hayata kanat çırpacaksınız! Bilgi ile çağın idrakini
yakalayacaksınız. Bir şuur fırtınası esecektir. O fırtına;
bilgidir, vatandır, hürriyettir, ezandır, bayraktır,
imandır, hadiseleri en doğru şekilde tefekkürdür.
83 yılı bulan ömrünü insan
hasreden bir şahsiyet; Milli Mücadeleye en ateşli desteğini
verecekti. Gazinin Samsun’a çıktığı gün Ağın’daki evinin en
üst yerine Türk bayrağını asacaktı. Bir büyük aşk ile
‘alfabeyi’ öğretecek ve güzel Türkçe’mizin müdafaasını
yapacaktı. Ondaki ibadet şuuru öyle derindi ki, bir öğle
namazında son rekâtta hakka ruhunu teslim edecekti. Velhasılı,
Ağın’ın küçük coğrafyasına rağmen yüreği bir büyük tefekkür
iklimiyle asrın irfan sahiplerini bağrından çıkarmış ve
Anadolu’yu yücelere taşıma muradına ermiş bir kutlu
beldemizdir.