Bir sevda ki Türklük kokar, hasret kokar
buram buram. Bir sevda ki dur durak bilmez uzar gider bütün
yokluklara, acılara rağmen. Gün olur Baba Hazar’ın hasretini
salar Bala Hazar’ın serin sularına: “Aç koynunu uzaktan
gelmişim çok yaslıyım / İli yurdu çalınmış bir garip
Kafkaslıyım / Dolaşıp Türkistan’ı, İran’ı adım adım /
Kalbimi okşayacak bir belde bulamadım.” der. Ondan koynunu
açmasını sarıp sarmalamasını ister bedenini, ruhunu. Her ne
kadar genç Türkiye Cumhuriyeti onu öz evlatlarından
ayırmamışsa da; her ne kadar Elazığ’ın can Gakgoları onu
bağrına basmışsa da o, muzdariptir. Yanar kavrulur öz
vatanının hasretiyle. Gün olur Ağın’da bir türkü tutturur
Fırat’a karşı; Özlemiyle yanıp tutuştuğu Azerbaycan, damla
olur yanaklarında. Süzülerek karışır Fırat’ın azgın
sularına.
Orda bir ülke vardır, sinesi çam kokulu,
Düzlerinde lâleler biter, benimdir o yurt.
Zümrüt gözlü ‘Gökçe’si hayran eder akılı,
Gülüşeninde bülbüller öter, benimdir o yurt.
Dağları kartalların, şahinlerin yuvası,
Gilan’ı boylar durur, yeşil Mugan Ovası,
Onda bütün dertlerin, ağrıların devası,
Ondan ayrı, ölümden beter, benimdir o yurt.
Yakasında birleşen iki coşkun çayı var,
Göklerinden silinmez yıldızı var, ay’ı var;
Orda Karahan oğlu, yiğit bir Türk soyu var,
Koynunda babam Oğuz yatar, benimdir o yurt.
İldegez ve Yurdavar şairin iki gözbebeği ikiz yavrusu.
İsimleri şairin hayatını ve özlemini özetleyen iki candır.
O, iki yavruyu da ardı ardına kaybeder Ağın’da. Evlat
acısıdır, kor gibi oturur yüreğine. Ama o, bu büyük acı ile
kavrulurken yine Azerbaycan der:
Başka bir şey dinlemem, bana yurdumdan oku,
Anlat onun aşkını, unutayım yasımı,
Sen aldırma kalbime saplanan bu çift oku;
Oku bana ruhumu, cismimi, Kafkas’ımı,
Ölen öldü, ölmeyen hasretim, çırpınan can;
Oku, gözümde tütsün doğduğum Azerbaycan.
Gün olur bir kumruya imrenir. Kumrunun sıla derdi yoktur
çünkü. Yurdu yuvası vardır. Dudaklarında özgürlük şarkıları
ile uçsuz maviliklere uçacak kanatları vardır. Kıyaslar
kumru ile kendisini şair, sonra da döker yürek sesini
mısralara:
Öt kumrum, öt, sen ki benden bahtiyar,
Hiç olmazsa, konacak bir yuvan var.
Senin bu yeşillik, senin bu dağlar,
Ne bir yurt hasreti, ne sıla derdi;
Bunları kör felek hep bana verdi...
Senin kanadın var, bende kol kırık,
Sende güzel bir ses, bende hıçkırık
Sardıkça gönlümü mel’un ayrılık,
Kar düşmüş dağlara benziyor başım,
Bir bulut bile olmuyor yoldaşım.
Öt kumrum, öt, sen ki benden bahtiyar,
Kanadın var, hürlüğün var, yuvan var;
Uç benim yerime o dağları sar,
Seslen o yurda bir neva şarkısı,
Hürriyet şarkısı, yuva şarkısı.
Öz vatanına hasret yaşamak… Ama bir gün, bir gün mutlaka
kavuşmak umudu ona güç verir, kuvvet verir. Dağlar, her
zaman büyük güvencesidir. Ondandır ki sıkıldığı zaman
dağlara sığınır. Zaten ilk vurgununu da yazmış olduğu ve
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin, Rus kızıl ordusu tarafından
işgal edilmesi karşısında dağlarla paylaştığı, “Öperken
alnından füsunlu bir yaz” mısrasıyla başlayan, “A Dağlar”
redifli şiiri ile yememiş midir? Dağlar, çoğu zaman şairin
bunaldığında en büyük sığınağıdır. Ama bir an gelir ki şair
dağları sevgilisine, uğruna her türlü ezaya, cefaya
katlandığı Azerbaycan’ına kavuşmasına engel olarak görür:
Yol ver, çekil önümden, ey yolumu kesen dağ,
Gün geldi, yeter artık, sılaya varacağım.
Al beni koynuna, ey Doğu’ya akan ırmak,
Ben de akıp o dertli toprağı saracağım.
Yeter artık, çok oldu gurbet elde kaldığım,
Ayrılık sitemiyle kıvrılıp bunaldığım;
Çık, görün gözlerime, ey kadasın aldığım,
Ferhat gibi yolunda dağları yaracağım.
Sevdiğinden, Azerbaycan’ından uzakta da olsa bilir yurdunun
ne halde olduğunu. Bilir esareti, bilir zilleti. Çünkü o,
yaşamıştır bütün bunları ve haykırır Elazığ’dan yine dağlara
sığınarak bütün dünyaya:
Susun, siz bari susun, gelsin dileğe dağlar,
Titresin acılardan zehir sunan dudaklar.
Vatan ateş ve kanda, Aras coşar Kür ağlar,
Sizler utanmadınız o talanmış Kafkas’tan.
Bazen çaresizleşir, derdini anlatamamaktan şikâyete başlar
gönül diliyle:
Yaz hâkim, ne yazsan bence boş gayrı,
Kırık bir kanadın yok bana hayrı,
Yaz; bir şahin düşmüş Kaf’ından ayrı,
Nerde doğmuş, şimdi nerelenmiş yaz.
Her ne kadar doğduğu yerlere hasret ise de bulunduğu
topraklarda olmaktan memnundur şair. Kendisine kucak açan
Türkiye Cumhuriyeti’nde ve onun ay yıldızlı bayrağı altında
bulunmaktan mutludur. Türkiye Cumhuriyeti’ne yürekten bağlı
olan şair, Cumhuriyetin Türk diyarında bir fert kalıncaya
kadar onun yaşamasını diler mısralarında:
Yurdumuza Türklerin akını var, akını,
Anadolu koynuna dizdik uzak, yakını,
Bir geniş ölkemiz var, bir büyük ulusumuz;
Yeter bol denizimiz, toprağımız, suyumuz,
Zannetmeyin ki yoksul bu ‘çıplak’ Anadolu?
Bağrında petrol, kömür, tuz, bakır, demir dolu…
Göz dikmedik kimsenin toprağına, taşına,
İmanımız yok bizim sömürge savaşına.
Güddüğümüz bir dilek: barış, barış ve barış
Biz ne bir taş veririz, ne isteriz bir karış…
Cumhuriyet, o bizim hak bağıran sesimiz,
Cumhuriyet, kafamız cumhuriyet göksümüz,
Cumhuriyet süngümüz, şerefimiz, şanımız…
Biz dünyada düşmanız bir savaşa; bir harbe,
Lâkin Cumhuriyet’e dokunursa bir darbe,
Bu Türk’ün diyarında son bir fert kalana dek
Cumhuriyet duracak, Cumhuriyet gülecek…
Diyerek de Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisi ve bütün Türk
âlemi için vazgeçilmezleri arasında olduğunu ifade eder.